ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 24 Temmuz 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

YOKLUK

Hulusi Akar, 15 Temmuz öncesi FETÖ’cü yapılanma konusunda, ”İstihbarat birimlerine tekrar tekrar sorduk. ‘Herhangi bir kayıt yoktur’ diye cevap geliyordu” dedi.

Kayıt olduğu açıklandı.

Demek ki darbeyi önlemek isteyen komutan yoktu…

SİZ-BİZ

RTE’nin eski metin yazarı Aydın Ünal, Müslüman bir Suriyeli, Türk olduğunu iddia eden bir ateistten daha fazla bizdendir dedi.

“Biz” dediğiniz sizsiniz.

Siz, biz değilsiniz; bizim gibi Türk de değilsiniz…

KÜRTÇE

Diyarbakır’dan sonra Van’da da yollara Kürtçe uyarılar yazıldı.

İki dilli devlete alıştırma denemeleri…

KATİL

Çeşme’deki şenliğe davetli Yunan şarkıcı Atatürk posterini kastederek, “Katilin posteri önünde asla şarkı söylemem” demiş.

Ülkemizi işgale yeltenip boyunun ölçüsünü alan ataları bile Atatürk’ü “Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermişti. (AS: Yunan Başbakan Venizelos, 1934

Cahillik başa bela… (AS: Dahası… Yunan ırkçısı..)

KIYIM

Beykoz’da Kuzey Ormanları’na kaçak olarak yapılan havuzlu villalar için Cumhurbaşkanı kararıyla bölge orman vasfından çıkarıldı.

Baştan ayağa kıyım… (AS: Yapanlar adına da çok utandım..)

REKLAM

ESK, kilosu 600-1000 TL olan kuzu etinin satılması için 193 milyon liralık reklam yapacakmış.

Tasarruuuuf! diye bağırılan ülkede akıl-fikir yokluğunun reklamıdır…

KÖLE

Soylu, “Tayyip Erdoğan liderliğine itiraz ve yeni bir siyasi parti kurmak siyasi cinnettir.” dedi.

Gönüllü kölelik… (AS : Étienne de La Boétie!)

TESETTÜR

Atatürk, Cumhuriyet ve laiklik karşıtı DİB’lığının Cuma hutbesinde “Kadın el, yüz ve ayaklarının haricinde bedeninin tamamını örtmelidir.” denildi.

Kafalarının içi karanlıkla örtülü…
(AS: İlahiyatçı Prof. Şahin Filiz : “Diyanet’in tesettür tanımı Taliban ve IŞİD tesettürüdür. Kuran’daki tesettürle hiçbir ilgisi yoktur. Hiçbir ayette ‘kadınlar tesettürlü olmalı’ diye bir emir yok. Amaç Cumhuriyetimizin Türk kadınını sindirmektir.) 

CEPÇİLER

Geçiş garantili 8 projeyi devletin yapması ile yandaş müteahhitlerin yapması arasında 27 milyar Dolar fark etmiş.

Paralar kimlerin cebinde?…

PERİNÇEK

Perinçek, CHP seçimi kazansa bile askerin iktidarı vermeyeceğini söyledi.

Ülkeyi böldürmemek başka, demokrasiye uymak başka değil midir?

Kendileri askeri iyi tanır, askerliği herkesten iyi bilir!
Bir korgenerale “Sen askerliği bilmiyorsun.” demişti…

YABANCI

Eski Trabzonspor başkanı Hacıosmanoğlu, TFF başkanı olur olmaz ilk iş olarak yabancı kontenjanını artırdı.

Türk futboluna yararlı olmak için gelmedi ya…

Lozan’a ömür biçen bilgiçler utandı mı acaba?

Doç. Dr. İhsan Tayhani
Cumhuriyet Devrimi Tarihi Uzmanı

(AS: Bizim 2 kritik noktada katkımız yazının altındadır..)

Laik – demokratik Cumhuriyeti bir türlü içlerine sindirememiş olan devrim karşıtı çevrelerin, özellikle 2016’dan beri ivme kazanan Lozan’a ve Lozan üzerinden Cumhuriyet’e yönelik sistemli saldırıları ve bilimsellikten uzak uyduruk kent söylenceleri (şehir efsaneleri), Lozan Barış Andlaşması’nın 101’inci yıl dönümünde sönümlenmiş gibi duruyor!

Özünde Atatürk, Türk Devrimi ve laik Cumhuriyetle kavgalı ve usları mühürlü öbeklerin, özellikle saltanatın kaldırıldığı 1 Kasım 1922’den sonra izledikleri belirgin yordam (strateji) dikkat çekicidir. İsmet İnönü üzerinden Atatürk’e, Lozan üzerinden hem Atatürk’e hem İnönü’ye, din üzerinden laikliğe veya laiklik üzerinden Cumhuriyete saldırı, söz konusu bu yordamların (stratejilerin) önemli bir ayağıdır.

Anılan zaman diliminde, devlette elde edilen güçle doğru orantılı olarak kişilerden basın yayın organlarına, kurum ve kuruluşlara değin geniş bir yelpazede konumlanan etki ajanları üzerinden yeni bir tarih yazımına girişilmiş ve toplum mühendisliği yapılmıştır. Oysa, toplumu çağın gerisine çekme erekli bu yönelim ve girişim, olsa olsa akıl tutulması olarak tanımlanabilir. Temeldeki sorun, aslında aydınlıkla karanlığın tarihsel savaşımıdır (mücadelesidir) ve bilindiği gibi karanlığın en yararlı gıdası da cehalettir.

Lozan Barış Andlaşması görüşmeleri sürecinde İsmet Paşa (1934 Soyadı Yasasıyla İnönü.) üzerinden Mustafa Kemal’e yönelik örtülü, İnönü’ye ise cepheden muhalefetin temelsizliği ve bir senlik-benlik direnci olduğu, Lozan görüşmelerinin ikinci bölümünden önce Büyük Millet Meclisindeki tartışmalar sırasında, muhaliflerin utangaç kabulü ile anlaşılmıştır.[1]

İzleyen dönemlerde ise Lozan Andlaşması’na ilişkin yürütülen benzer çarpık tartışmaların, pek çok kişi gibi günümüz iktidar sahibi yetkili siyasal kişiliklerin de Büyük Doğu Dergisi aracılığı ile etkisi altında kaldıkları veya dinci öğretiminden (rahle-i tedrisinden) geçtikleri İslamcı ideolog, şair Necip Fazıl Kısakürek dışında, Mehmet Şevki Eygi ve misyonunu (özgörevini) tamamladıktan sonra 2019’da ölen tescilli (bilindik) Atatürk, devrim ve Cumhuriyet düşmanı -Milli Mücadele’yi ‘keşke Yunan kazansaydı’ diyecek ölçüde küçülen- Kadir Mısıroğlu ve benzerleri tarafından sürdürüldüğü görülür.

İşte Lozan Barış Andlaşması, yüz birinci yılına girmiş bulunuyor!

Milli Mücadele’deki yenilgilerini ve arkasından bağıtlanan (imzalanan) Barış Andlaşmasını bir türlü içlerine sindirememiş olan emperyal güçlere ve onların maşalarına; bu kez de acaba buyurun gelin, eylemli işgali yeniden başlatın deme soysuzluğu mu sergilenecektir?

Birinci Dünya Paylaşım Savaşından sonra taraflar, başka bir deyişle yenenler ve yenilenler arasında bağıtlanmış olan bütün andlaşmalar ya bir biçimde delinmiş ya da bütünüyle ortadan kalkmıştır. Lozan Barış Andlaşması ise halen yürürlüktedir; olanca dinamiği (heybeti) ile varlığını sürdürmektedir ve sürdürecektir.

Yüz kırk üç (143) maddelik bu uluslararası barış andlaşması, ileri sürüldüğü gibi “yüz yıl süreli” geçici bir andlaşma değildir. Andlaşma metni madde madde incelenecek olursa, süresinin bitimine ilişkin herhangi bir hüküm olmadığı görülür.[2]

Lozan Barış Andlaşması’nın ömrüne ilişkin fesat üretip bu dünyadan göçüp giden hainleri bilmiyoruz ! Yalnız hiç olmazsa, yaşayan fesat ortağı bilgiçlerin, yüzlerinin kızarması ve utanmaları gerekmez mi? Ama ne gezer! Çünkü “utanma” da insana özgü bir erdemdir.

Ancak -her ne olursa olsun- Lozan Barış Andlaşması’n’a dil uzatanların ölüsü de dirisi de,
tarihin arşivine “vatan haini” olarak çoktan kaydedilmiş hatta kazınmış bulunuyor!

[1]  Bkz. Taha Akyol, Bilinmeyen Lozan, Doğan Kitap, İstanbul, 2014, s. 199-220.
[2] Andlaşma tam metni için bkz: TTK. Kütüphane. “Lozan”.  Erişim: 16.08.2023. https://ttk.gov.tr/wp-content/uploads/2016/11/3-Lozan 13-357.pdf.
=====================================================
Dostlar,

CİMER‘e, Lozan Barış Andlaşması’nda gizli madde olup olmadığı sorusu yöneltildi. Bahtiyar Süha Keskin adlı kişinin Lozan Barış Andlaşması’nda Türkiye’nin maden çıkarmasına engel olan bir madde olup olmadığına ilişkin sorusuna CİMER Hukuk Müşavirliği’nden şu yanıt verildi:

Lozan Barış Andlaşması’nın 100. yılı 24 Temmuz 2023’te (geçen yıl) doldu.  Ama Türkiye, Cumhuriyetin kurulmasından günümüze yeraltı madenlerini işlemektedir. Bu amaçla yüzlerce maden arama ruhsatı verilmiş madenler çıkarılmıştır. Büyük ATATÜRK döneminde maden aramaların akçalı kaynak sağlanması için ETİBANK kurulmuştur. MTA (Maden Tetkik Arama) Enstitüsü de bu amaçla kurulmuştur (14 Haziran 1935, 2805 ve 2804 s. yasalar ile).

Görüldüğü gibi madenlerimizin çıkarılmasının Lozan Barış Andlaşması ile yüz yıl engellendiği savı hem yanlış hem de son derece tutarsızdır. Son olarak Karadeniz’de doğalgaz (20 Temmuz 2020), Şırnak – Gabar’da petrol bulunduğu AKP / RTE tarafından açıklanmıştır (1 Ocak 2023). 1955 yılında işletmeye açılan Türkiye’nin ilk modern rafinerisi olan Batman rafinerisi, o bölgede üretilen ham petrol içindir.

Bunlar hep, Lozan Andlaşması’nın 100. yılı dolmadan oldu Türkiye’de.
***

Ancak                                            :

AB Lozan’ı tanımıyor !

Müzakere Çerçeve Belgesi
‘nin 4. paragrafında azınlık vurgusu geçmektedir.
Belgede; “AB azınlık haklarıyla ilgili hükümlerin uygulanmasında mevzuatı ve uygulama önlemlerinin pekiştirilmesini ve genişletilmesini beklemektedir…” denilmektedir.

AB’nin Lozan Antlaşması’nda tanımlanan azınlık kavramından farklı bir arayış içinde olduğu, yazdığı İlerleme Raporlarıyla daha önce anlaşılmıştı. AB’nin bu arzusu, Türkiye’nin ulus devlet kurgusunu zedelemeyi hedefleyen yeni azınlıklar üretme çabasına yönelikti.
Bu paragrafla anlaşılmaktadır ki, AB bu konudaki çabalarını yoğunlaştıracaktır.

Cumhuriyet-Strateji 24.10.2005, Doç.Dr. Y. Hacısalihoğlu
***
AB, Müzkere Çerçeve Belgesi ile Türkiye’yle Hesaplaşıyor !

  • MÇB’nin 11. paragrafı ise, AB mevzuatına uymadığı gerekçesiyle Türkiye’nin daha önce yaptığı ikili anlaşmalar ile uluslararası anlaşmaların sona erdirileceğini
    Bu paragrafa göre Türkiye’nin hangi ikili veya uluslararası anlaşmalarının geçersiz kılınacağı açıkça belirtilmiyor.
  • Örn. KKTC‘nin varlığı, 1959 ve 1960 Londra-Zürih Andlaşmaları, bu paragrafa dayanarak Türkiye adına geçersiz kılınabilir! Ucunun Lozan‘a veya Montrö‘ye dayanmayacağını
    kim güvenceleyebilir? Genişlemeden sorumlu Olli Rehn’in MÇB ile ilgili söylediği
    kasıtlı muğlaklık” nitelemesine herhalde bu maddede fazlaca uyulmuştur. 
    Cumhuriyet
    -Strateji 24.10.2005, Doç. Dr. Y. Hacısalihoğlu
    ***
    BOP kapsamında Irak’ın kuzeyinde de facto (fiilen, eylemli olarak) yaratılan siyasal oluşum, gelecekte Türkiye’ye yönelik sınır istemleri bildirebilir.
  • Bu durumda AB MÇB 6. paragrafa göre “anlaşmazlık” Uluslararası Adalet Divanı’na taşınacak ve ABD ve AB’nin tutumu belirleyici olacaktır.
  • Gelişmeler ülke bütünlüğümüzü tehdit eden nitelik kazansa bile, bu paragrafa göre Türkiye, güç kullanma hakkını işletemeyecektir.
  • TSK, “güç kullanMAma” olarak düzenlenen 2 sözcükle devre dışı bırakılmıştır!
  • Ülke bütünlüğünü korumak için tersi yapılırsa, bu kez AB, MÇB’nin çiğnendiğini ileri sürerek Türkiye ile görüşmeleri askıya alabileceği gibi, yaptırım da uygulayabilecektir .

Lozan Barış Andlaşması ülkemizin uluslararası hukukta tapusudur.
Hem de TABUMUZDUR!
Son derece özenle, büyük bir titizlik ve ustalıkla korunmalı ve kollanmalı,
tuzaklara düşülmemelidir.

Sevgi ve saygı ile. 24 Temmuz 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

LOZAN UTKUDUR (Zaferdir)!

Dr. Cihangir DUMANLI
Em. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm. 
101. Yıl, 24 Temmuz 2024

Atatürk ve Cumhuriyet karşıtları Ege adalarını ve Musul’u Lozan’da verdiğimizi ileri sürerek 101. yılını kutladığımız Lozan Barış Andlaşması‘ nın bir yenilgi olduğunu savlamaktadır. Önyargılı ve bilgiye dayanmayan bu savın çürütülmesi için anlaşmanın hangi koşullarda yapıldığını anımsatmak ve kazanımlarımız ile yitiklerimizi karşılaştırmak gerekmektedir.

Koşullar

  • Lozan barış görüşmelerinin tarihsel niteliği, dünyanın % 85’ini sömürge durumuna getirmiş emperyalist devletlerin ilk kez yarı sömürge durumundaki bir devlet karşısında savaşta yenik durumda olmalarıdır Gururlu emperyalistler, Mustafa Kemal önderliğindeki Türk kurtuluş savaşında aldıkları yenilgiyi kabul edememekte, Türkiye’yi yenen devlet olarak değil, Birinci Dünya Savaşında yendikleri devlet olarak görmektedirler. Kurulumuzu en çok uğraştıran konu, emperyalistlerin bu önyargılarını yıkmak, masaya yenilen değil, yenen devlet olarak oturdukların ve eşit koşullarda görüşeceklerini anımsatmak olmuştur.
  • Türkiye’nin karşısında İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat- Sloven Devleti (Yugoslavya) bulunmakta idi. Bu İtilaf Devletleri, başını İngiltere’nin çektiği bir bütün olarak davranıyorlardı. Ayrıca Sovyetler Birliği ve Bulgaristan, Boğazlarla ilgili görüşmelere katılmış, ABD ise gözlemci konumunda olmasına karşın, İtilaf Devletleri tarafı gibi davranmıştır.
  • Türk kurulunun karşısında deneyimli diplomatlar vardı ve görüşmeler onların dili ile yapılıyordu.
  • Lozan görüşmeleri sürerken İstanbul işgal altındadır. Ulus 11 yıl (1911-22) süren savaşlardan çok yorgun, bitkin çıkmıştır. Yeni bir devlet kurulmaktadır. Ekonomi ve Ordu çok zayıftır. Kısaca Türkiye yeni bir savaşı göze alabilecek durumda değildir.
  • Karşımızdaki devletler bir bütün olarak, başlangıçta tüm tezlerimize karşı çıkmaktadır.
  • Lozan’da görüşülen salt Kurtuluş Savaşının sonucu değildir. 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun hesabı da (Doğu Sorunu!) bu görüşmelerin başlıca tartışma konularını oluşturmuştur.
    (Osmanlı borçları, kapitülasyonular, azınlıklar gibi).
  • Lozan ile Ankara arasındaki telgraf hatları İtilaf Devletlerinin denetimindedir.
    Kurulumuzun Ankara ile iletişimini dinleme olanakları vardır.
  • Türk kurulu Lozan’a gelen Ermeni teröristlerin tehdidi altındadır.

Bütün bu güçlüklere karşın İsmet İnönü başkanlığındaki Türk Kurulu, eşit koşullarda görüşerek haklı ve ölçülü (makul) ulusal tezlerimizi başarı ile savunmuştur. Lozan’ının başarı olup olmadığı değerlendirilirken bu koşullar anımsanmalıdır.

Konular

Rauf Orbay Başkanlığındaki Bakanlar Kurulunca 31 Ekim 1922’de Lozan Kurulumuza 14 madde-lik bir Yönerge vermiştir.[1] Bu 14 maddeden ikisi konusunda kesinlikle ödün verilmemesi, gerekirse görüşmelerden çekilebileceği vurgulanmıştır. Lozan’daki amacımızı tanımlayan bu iki konu şunlardır:

  1. Ermeni yurdu söz konusu olamaz. Olursa görüşmeler kesilir.
  2. Kapitülasyonlar kabul edilemez. Görüşmeleri kesmek gerekirse gereği yapılır.

24 Temmuz 1923’te bağıtlanan (imzalanan) Andlaşmada Ermeni yurdundan söz edilmemiş, böylece Ermeni sorunu hukuksal ve tarihsel olarak kapatılmıştır. Aynı biçimde karşımızdakilerin tüm direnmelerine karşın, kapitülasyonlar tümüyle kaldırılmıştır.

Bu iki yaşamsal konuda isteklerimizin kabul ettirilmesi bile başlangıçtaki amacımıza ulaştığımızı ve Lozan’ın büyük bir başarı olduğunu göstermeye yeterlidir.

Diplomatik görüşmeler bir “al-ver” sürecidir. İstediklerinizi almak için karşı yana kimi ödünler vermek gerekir. Önemli olan verdiğimizden daha çoğunu ve önemlisini, almaktır. Lozan’da da
asıl isteklerimizi kabul ettirebilmek için aşağıdaki konularda ödün verilmiştir:

  1. Boğazların askersizleştirilmesi ve yönetiminin uluslararası bir Kurula bırakılması,
  2. Hatay’ın Suriye’ye bırakılması.
  3. Musul sorununun çözümünün İngiltere ile yapılacak ikili görüşmelere bırakılması.

Verilen bu ödünler sonraki yıllarda Atatürk’ün başarılı dış politikası ile geri alınmıştır. Bu kapsamda Boğazların Konumu (statüsü) 1936 Montrö Sözleşmesi ile ulusal güvenlik çıkarlarımız doğrultusunda saptanmış, Hatay ise 1939 yılında savaşsız olarak anavatana katılmıştır. Musul görüşmelerinde İngiltere’nin Hakkâri’yi istemi kabul edilmemiş, petrol gelirlerinden bir süre pay alınmış, sorun İngiltere’nin egemen olduğu Milletler Cemiyeti (günümüzün Birleşmiş Milletleri) kararı ile İngiltere’nin istediği biçimde çözülmüştür (1926).
O dönemde Türkiye Musul için yeni bir savaşa girecek durumda değildir. Öncelik Cumhuriyet kurumlarının ve devrimlerinin yerleştirilmesindedir.

Ege adalarını Lozan’da vermedik!

Cumhuriyet ve Atatürk karşıtları Ege adalarını Lozan’da verdiğimizi söyleyerek Lozan’ı eştirmekte. Ege adalarının Lozan’da verilmediği, Ege’de deniz üstünlüğünü yitiren Osmanlı imparatorluğunca savaşlarda yitirildiği tarihsel bir gerçektir.

2. Abdülhamit darbe korkusu ile donanmayı Haliç’te çürütünce, Ege’de deniz üstünlüğüne sahip olan Yunanistan 1912 Balkan savaşında doğu Ege adalarını (Midilli, Sakız, Sisam, İkarya) ve Boğazönü adalarını (Limni, Semadireık) işgal etmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu, Balkan Savaşı sonunda imzalanan Atina Andlaşması ile Doğu Ege Adalarının durumunun büyük devletler (İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan, Rusya ve İtalya) tarafından belirlenmesini kabul etmiştir..

Altı büyük devlet 20 Ocak 1913’te yaptıkları Londra büyükelçiler konferansında, Yunan işgali altındaki doğu Ege adalarının (silahsızlandırılmak koşulu ile) Yunanistan’a bırakılmasına karar vermişler ve bu kararlarını 14 Şubat 1914’te bir Nota ile Türkiye’ye bildirmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu bu kararı kabul etmiştir.

Oniki Ada ise Trablusgarp (Libya) savaşında İtalya tarafından işgal edilmiş, savaş sonunda
Uşi Andlaşması ile İtalya’ya bırakılmıştır (1912).

  • Lozan görüşmeleri başladığında Ege’deki 12 Ada bizim değildir.

Osmanlı İmparatorluğunca Yunanistan’a ve İtalya’ya karşı savaşlarda yitirilmiştir.
Bize ait olmayan bir şeyi başkasına vermemiz olanaklı değildir.

Lozan’da Adalarla ilgili yapılanlar şunlardır

  • Daha önce Osmanlı imparatorluğunca silahsızlandırmak koşulu ile Yunanistan’a verilmiş olan adaların bu durumu (statüsü) tanınmış;
  • Boğaz’ın güvenliği için önemli olan Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adası alınmış,
  • Karasularımız içindeki adaların bize ait olduğunu kabul ettirilmiş; İngilizlerin tüm adaların müttefiklere verilmesi isteği kabul edilmemiştir.

Lozan’ı tümü ile değerlendirebilmek için Osmanlı imparatorluğu ile genç Türkiye cumhuriyeti arasındaki temel bir farkı belirtmek gerekir:

Bir din –  tarım toplumu olan Osmanlı imparatorluğunda temel üretim aracı  topraktır. Bu nedenle Osmanlı olabildiğince çok toprağa sahip olmak ister. Bu toprakları korumak / kaptırmamak için güçlü devletlerin yardımına gereksinim duyar, bağımsızlığını yitirir.

Türkiye cumhuriyeti ise “yetecek ölçüde (kendi gücümle koruyabileceğim) toprağım olsun,
ama bu topraklarda tam bağımsız olayım” anlayışına sahiptir.

İşte Lozan Andlaşması, “Misak-I Milli sınırları içinde tam bağımsızlık” anlayışına göre kurgulanmış ve bu hedefe ulaşılmıştır.

Lozan Utkudur, çünkü:

  • Çok zor koşullara ve sömürgecilerin direnmesine karşın kapitülasyonlar tümüyle kaldırılarak tam bağımsızlığımız kabul ettirilmiştir.
  • Ermeni yurdu istemleri kabul edilmeyerek Ermeni sorunu hukuksal olarak çözülmüştür.
  • Ege adalarının Osmanlı tarafından kabul edilen askersiz konumu doğrulanmış, kimi Boğaz önü adaları alınmış, karasularımız içindeki adaların bizim olduğu kabul edilmiştir.
  • Türkiye’deki müslüman olmayan dinsel azınlıklara öbür devletlerdeki azınlıklara verilen haklar ölçüsünde hak verilmiştir. ”Müslüman azınlık” konumu (statüsü) kabul edilmemiştir.
  • Osmanlı borçları bu devletten ayrılan ülkelere paylaştırılmış, 30 yıla taksitlenmiştir.
  • Kazanımlarımız korunurken, karşılık olarak verilen kimi ödünler zamanla geri alınmıştır; Hatay (1939), Montrö Sözleşmesi (1936) gibi..

Lozan’ın gizli maddeleri olduğu ve 100 yıl geçerli olduğu savları da somut kanıta dayanmayan asılsız söylemlerdir. (A. Saltık : Bizim bu konuda belge ekimiz şöyle..

  • CİMER‘e, Lozan Barış Andlaşması’nda gizli madde olup olmadığı sorusu yöneltildi. Bahtiyar Süha Keskin adlı kişinin Lozan Barış Andlaşması’nda Türkiye’nin maden çıkarmasına engel olan bir madde olup olmadığına ilişkin sorusuna CİMER Hukuk Müşavirliği yanıt verdi:
  • “Sayın Bahtiyar Süha, T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CIMER) 20.03.2022 tarihinde yapmış olduğunuz 2201301208 sayılı başvurunuz incelenmiştir. Lozan Barış Andlaşmasında gizli maddeler bulunmamakta olup, maden çıkartmamıza engel teşkil eden herhangi bir madde yer almamaktadır. Lozan Barış Anlaşması metnine Bakanlığımızın internet sitesinde bulunan Kaynaklar / Kurucu Andlaşmalar linkinden ulaşılabildiği hususunda bilgilerinizi saygılarımla rica ederim.” https://www.gazetevatan.com/gundem/lozan-antlasmasi-cimer-yaniti-lozan-antlasmasinda-gizli-madde-var-mi-lozan-antlasmasi-maden-maddesi-nedir-cumhurbaskanligi-iletisim-merkezi-acikladi-2034955 26.04.2022)

Lozan’ın Türkiye’nin başarısı olduğunu karşımızdaki uluslar bile kabul etmişlerdir. Bu konuda yazılan ve söylenenlerden örnek vermek gerekirse:

  • “Lozan’da onursuz bir barış imzaladık. Bu İngiltere’nin şimdiye dek imzaladığı andlaşmaların en uğursuzu, en mutsuzu ve en kötüsüdür.” Sir Andrew Ryan.
  • Lozan manzarasının Avrupa diplomasisinde eşi yoktur. Türkiye müttefikleri yenilgiye uğratarak onları aşağılamıştır. Lozan barışı Avrupa çöküntüsünün yazılı bir belgesi olacaktır.”
    Yunan Patris gazetesi
  • Hilal, Haç’a böyle bir yenilgi darbesi indirmemiştir.” Fransız Eclair gazetesi.

Andlaşma imzalandıktan sonra Atatürk, İsmet Paşa‘ya şöyle bir telgraf çekmiştir:

  • “Lozan’da Heyet-i Murahhas Reisi (Temsilciler Kurulu Başkanı) Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı)
    İsmet Paşa hazretlerine,
  • Millet ve hükümetin zat-ı alilerine (yüce kişiliğinize) tevcih etmiş olduğu (verdiği) yeni vazifeyi muvaffakiyetle itmam buyurdunuz (başarı ile tamamladınz). Memlekete bir silsile (dizi) faydalı hizmetlerden ibaret olan ömrünüzü bu defa da tarihi bir muvaffakiyetle teçviz ettiniz” (başarı ile taçlandırdınız).”[2]

Sonuç                       :

-Lozan büyük bir siyasal-diplomatik utkudur (zaferdir).
-Kurtuluş savaşındaki askeri utkumuzun sonucudur.
-Cumhuriyetimizin TAPU’sudur. (AS : ve TABU’sudur – dokunulmazıdır)
-Yıldönümlerinde coşku ile kutlanmalı ve yapanlar saygı ve şükran ile anılmalıdır.

(A. Saltık: Bizim aile büyüklerimizden hukukçu Prof. Veli SALTIK, Lozan görüşmelerinde ilk dönem, İsmet Paşa’nın hukuk danışmanlarındandır..)

[1] Bilal Şimşir. Lozan Günlüğü, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2012, s.67.
[2] Şevket Süreyya Aydemir. Tek Adam III. Cilt, Remzi Kitabevi, İstanbul,1965, s.129

ABD, Trump ve Biden

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
22 Temmuz 2024, Cumhuriyet

ABD’nin bir önceki devlet başkanı ve bu yılın Cumhuriyetçi Parti devlet başkanı adayı Donald Trump’a yönelik gerçekleşen suikast girişimi sadece ABD’de değil, tüm dünyada büyük yankı uyandırdı.

Cumhuriyetçi Parti’nin devlet başkanı adayının parti delegeleri tarafından resmen belirleneceği Kurultay’dan iki gün önce, bir seçim mitingi sırasında gerçekleşen suikast girişiminde, Trump milimetrik bir farkla ölümden döndü, kurşun kulağını sıyırdı, olayda bir kişi öldü, Trump ile birlikte üç kişi yaralandı.

Suikastı gerçekleştiren 20 yaşındaki Thomas Matthew Crooks ise olay yerinde öldürüldü; ifadesi alınamadığı ve sorguya çekilemediği için, suikast girişimi aydınlatılamadı.

Ayrıca, suikast girişimi sırasında büyük bir güvenlik ihmalinin olduğu, suikastçının ateş açtığı binanın ve bina çatısının güvenlik çemberi içine alınmadığı, suikastçının kolayca binanın çatısına çıktığı ve Trump’ı hedef aldığı ortaya çıktı.
***
ABD devlet başkanı Joe Biden’ın ve Trump’ın uluslararası politikaları ve stratejileri karşılaştırmalı olarak dikkate alındığında, bu suikast girişimini “bireysel bir çılgınlık” eylemi olarak nitelendirmek ve tek başına 20 yaşında bir tetikçiye yüklemek oldukça zor bir duruma gelmektedir.

Biden, Rusya karşıtı ve NATO genişlemesi yanlısı politikalarıyla, Ukrayna’daki savaşı körükleyen, Rusya’yı ekonomik, siyasal ve stratejik açıdan zayıflatmak için mücadele veren, ABD’nin dünyada siyasal, ekonomik ve askeri bir egemenlik kurması doğrultusunda politikalar üreten birisidir.

Trump ise NATO’nun genişlemesi yoluyla Rusya’nın kışkırtılmasına karşı çıkan, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın sonlandırılması gerektiğini düşünen, Rusya’nın düşmanlaştırılmasını eleştiren ve kendi başkanlık döneminde dünyada hiçbir savaşa yol açmadığını söyleyen, önceliğinin dünya değil, ABD olduğunu savunan bir kişidir.

Trump, anti-emperyalist bir siyasetçi olarak nitelendirilemese de, kapitalist düzenin bir temsilcisi olsa da, ayrıca iç politikadaki popülist, şovenist, muhafazakar, ayrımcı söylemleri, olguları  çarpıtma alışkanlıkları ve devlet adamlığından uzak tavırları eleştirilebilse de, Trump’a suikast girişimi, ABD seçimleri ve dünyanın geleceği konusunda bir değerlendirme yapılırken, bu gerçek de dikkate alınmalıdır.
***
Demokratik Parti, Bernie Sanders gibi, hem iç politikada ekonomik ve sosyal adaleti savunan, hem de dış politikada ABD emperyalizmini eleştiren bir devlet başkanı adayını çıkartabilmiş olsaydı, ABD seçimleri bambaşka bir paradigma içinde değerlendirilebilirdi.

Ancak Biden ne yazık ki, ABD emperyalizmi konusunda, Cumhuriyetçi Parti’nin eski devlet başkanları olan Ronald Reagan, George Bush ve George W. Bush dönemlerini aratmayan,
ABD “savunma” sanayisi, CIA ve Pentagon üçlüsü üzerine inşa edilmiş bozuk düzenin temsilciliğini yapan, “Soğuk Savaş”ı sürdürmek için mücadele veren, bu doğrultuda hayali (düşsel) düşmanlar icat eden, 3. Dünya savaşına yol açma kapasitesine sahip olan,
dünyanın güvenliği açısından tehdit oluşturan bir kişidir.

1776 yılında, 1789 Fransız devriminden de önce, monarşinin, feodalizmin ve teokrasinin yıkılması doğrultusunda büyük bir devrim gerçekleştiren, 300 milyonu aşkın bir nüfusa ve büyük bir yüzölçümüne sahip olan ABD’nin, 21. yüzyılda, doğru dürüst bir devlet başkanı adayı çıkartamamış olması, Biden dün adaylıktan çekilene dek, Biden ve Trump arasında sıkışıp kalması, Demokratik Parti’nin Trump’ın karşısına Biden’dan farklı yapıda bir adayı çıkartıp çıkartamayacağının da belirsizliğini koruması, başlı başına trajik bir olaydır.

Bunun tarihsel, siyasal, ekonomik ve jeo-stratejik nedenleri araştırılıp anlaşılmadan, ABD’nin de dünyanın da geleceği üzerine sağlıklı bir değerlendirmede bulunmak ve geleceğe yönelik olumlu bir öndeyilemede bulunmak olanaklı değildir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD, Trump ve Biden22Temmuz 2024

Hepatit B’yi aşı bitirecek

Prof. Dr. Ülkü Sarıtaş Yorumlarını gör ve randevu al - Doktorsitesi.comPROF. DR. ÜLKÜ SARITAŞ

22 Temmuz 2024, Cumhuriyet

Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın Hepatit B ile ilgili bilgilendirme sayfasında “Bütün gebe kadınlara kan testi bakılarak hepatit B virüsü taşıyan annelerin bebeklerine doğum sonrası ‘Hepatit B Koruyucu Serumu (Hepatit B İmmünglobülin)’ ve hepatit B aşısı uygulanmalıdır; hepatit B virüs enfeksiyonlarından korunmanın en etkin yolu aşılamadır.” bilgisi yer almaktadır. Bu çok doğru ve bilimsel temellere dayalı bir bilgidir.

Aynı bilgilendirme sayfasında “Hepatit B virüs enfeksiyonlarının kronikleşmesi dolayısıyla ilerleyici sonuçlar doğurması yaş ile ters orantılıdır. Anneden HBV virüsü alan bebeklerin %90’ı, 1-5 yaş arası HBV ile enfekte çocukların ise % 30-50’si kronik olarak enfekte olur. Yetişkinlerde kronik HBV enfeksiyonu gelişme riski yaklaşık %5’tir. Bu nedenle bebeklik ve çocukluk dönemi aşılaması daha da önem kazanmaktadır.” bilgisi de oldukça önemli bir bilimsel gerçektir. Bu nedenle hepatit B’li anneden doğacak çocukların aşılanması hem kendilerinin kronik hastalığa yakalanma riskini hem de toplumsal hepatit B vakalarını azaltmak için hayati önem arz etmektedir. (AS: yaşamsal önem taşımaktadır)

Türkiye’de hepatit B taşıyıcılığı sıklığı yaklaşık %3-4 dolayındadır, yani toplumuzda yaklaşık 2–3 milyon hepatit B taşıyıcısı vardır. Bu sayının büyük çoğunluğunu anneden bebeğe geçen hepatit B vakaları oluşturmaktadır.

Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgesinde hepatit B’li anneden doğan çocukların hemen hepsinin hepatit B’li olduğu klinik olarak tarafımızdan da gözlemlenmiştir. Bu hastaların birçoğu tedavi edilebilir kronik hepatit B aşamasında tesadüfen (rastlantıyla) yapılan kan tetkikleri ile saptanırken, önemli bir bölümü de karaciğer sirozu ve karaciğer kanseri gibi oldukça ciddi karaciğer hastalığı ile teşhis edilmektedir. Kronik hepatit B evresinde tedavi olanağı olsa da bu yaşam boyu sürmesi gerekmektedir; siroz veya karaciğer kanseri vakaları, karaciğer nakli olanağı olmaz ise ölüm riski taşımaktadır. Kadavradan karaciğer naklinin organ bağışı kısıtlılığı nedeniyle neredeyse olanaksız olduğu ülkemizde sıklıkla canlı vericili karaciğer nakli yapılmakta, bu durum ise sağlam bir insanı karaciğer rezeksiyonu gibi büyük bir ameliyat riski altına atmaktadır. Kronik hepatit B’li hastaların antiviral tedavi olarak adlandırılan hepatit B virüsünü vücuttan temizlemeye yönelik tedavisi bugünkü bilgilerimize göre ömür boyu sürmesi gerekmektedir, çünkü ilaç kesilince vakaların birçoğunda hastalık nüks etmektedir. Ömür boyu sürecek tedavi maliyetinin, hepatit B’den korumak için yapılacak üç doz aşı ile karşılaştırılamayacak derecede yüksek olacağını öngörmek zor değildir. Hal böyle olunca hepatit B’yi azaltmanın en önemli yolunun aşı olduğu görülmektedir.

17 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan “Aşı Krizi Kapıda” başlıklı haberde başta hepatit B aşısı olmak üzere birçok aşının aile hekimlerince dikkatli kullanılması gerektiği yönünde il sağlık müdürlükleri tarafından aile hekimlerine yazı gönderildiği öğrenildi. Bu haber bizde hepatit B aşısında bir duraklama mı olacak endişesi yarattı.

SÜREN ÇALIŞMALAR

Çok şükür ki geç olmadan 18 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinde 3 milyon doz hepatit B aşısı için ihaleye çıkıldığı haberi yer aldı. Bu konuyu gündeme almamızın nedeni hem haber konusu olan hepatit B aşısının yaşamsal önemini vurgulamak hem de yaklaşan 28 Temmuz Dünya Hepatit günü nedeni ile konuya bir kez daha dikkat çekmektir. Umarız önümüzdeki zamanlarda da hepatit B aşısı temini ile ilgili bir sıkıntı olmaz ve son yıllarda toplumumuzda azalma yönünde ilerleme kaydedilen hepatit B ile savaş aynı ivme ile sürer. Dünya Sağlık Örgütü tarafından viral hepatitler konusunda öngörülen hedef olan 2030 yılında test, aşı ve tedavi ile hepatit B ve C’nin ortadan kaldırılması, Covid-19 pandemisi döneminde sekteye uğramakla birlikte, bizim Sağlık Bakanlığı tarafından da benimsenmiş ve buna yönelik çalışmalar sürmektedir.

İNÖNÜ Vakfı’ndan : Heybeliada Lozan Konferansı Konuşmamız

Değerli Dostlarımız,

Lozan Barış Antlaşması’nın 101. yıl dönümü nedeniyle,
24 Temmuz 2024 Çarşamba günü
İnönü Vakfı,
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği,
Adalar Belediyesi ve Şişli Belediyesince
saat 18.00’de Heybeliada İnönü Müze Evi’nde

“Lozan Barış Konferansı ve Antlaşması’nın 101. Yılı” konulu toplantı düzenlenecektir.

Konuşmacı olarak Sayın Prof. Dr. Ahmet Saltık katılacaktır.
Konu:

  • “21.Yüzyılda Küresel Sağlık Sorunsalı:
    Sağlığa Erişim Hakkı ve Koruyucu Sağlık Hizmetleri”

Davetiyesi ekte bilgilerinize sunulmuştur.

Saygılarımızla,

İnönü Vakfı

PROGRAM : 24 Temmuz 2024 Çarşamba
“Lozan Barış Konferansı ve Antlaşması’nın 101. Yılı”

18.00 Açılış, Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı
18.10 Açılış Konuşmaları:
Özden Toker – İnönü Vakfı Başkanı
Prof. Dr. Ayşe Yüksel – ÇYDD Genel Başkanı
Ali Ercan Akpolat – Adalar Belediye Başkanı
18.45 Konuşmacı: Prof. Dr. Ahmet Saltık MD, BSc, LLM
Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
Konu : “21.Yüzyılda Küresel Sağlık Sorunsalı :
Sağlığa Erişim Hakkı ve Koruyucu Sağlık Hizmetleri”

19.30 Lozan Marşı
İkram
Yer: İnönü Evi Müzesi, Refah Şehitleri Cd. No:59 Heybeliada – İSTANBUL
Tel: 0 216 351 84 49

Adres: Pembe Köşk Şehit Ersan Cad No:14 Çankaya Ankara
Tel: (0312) 428 18 41 – (0312) 427 15 26
www.ismetinonu.org.tr
E-posta: inonuvakfi@ismetinonu.org.tr

2024 NATO DORUĞU ve ERDOĞAN’ın DIŞ POLİTİKASININ İFLASI!

ABD’de yapılan son 75. Yıl NATO doruğu (9-11 Temmuz 2024) sonuç bildirisinde :

  1. İsrail’in Suriye ve Lübnan’a yönelik saldırılarından ve Gazze’den söz edilmedi.
    RTE suskun, çaresiz!
  2. Türkiye, Filistin ve Gazze konusuna yer verilmesinde ısrarcı olamadı, RTE etkisiz, ezik..
  3. Önceki doruklarda (zirvelerde) olduğu gibi, ülkemize terörist saldırıların NATO Sözleşmesi md.5 kapsamına alınması gündeme gene gelmedi. Ama ABD İkiz Kulelerine saldırı
    bu kapsama alınmıştı 11 Eylül 2001’de.
  4. Suriye’de “müttefiklerimizce” (!) kurulan ve desteklenen emperyalizmin maşası terör örgütü PKK ve uzantıları PYD/YPG’nin ABD tarafından da terör örgütü sayılması dileğimiz
    gene kabul görmüyor.
  5. Geçelim F35’leri, ABD’nin ülkemize vermeyi yüklendiği, bedelini ödediğimiz F-16’lar konusunda bile çözüm yok! Başkan Biden, pürüzleri birkaç hafta içinde kaldıracakmış??!
    RTE gene oyalanmakta..
  6. Son NATO doruğu, Ukrayna’yı Rusya ile vekalet savaşına iterek ve bunu kararlılıkla, genişleterek sürdürerek, Karadeniz’de kıyısı olan yeni üyeler almayı düşünerek;
    Rusya’yı, Çin’i, K. Kore’yi kuşatma çabasıyla adeta soğuk savaş koşulları yaratarak, üyelerini askeri harcamalarını artırmaya zorlayarak… dünyada barış ve güvenliğin yakın gelecekte sağlanabilmesi için asla umut vermedi.

Üstelik NATO’da kararlar oybirliği ile alınabiliyor. Türkiye’nin de veto yetkisi var. 

Tersine NATO bir terör ve tehdit örgütüne dönüşüyor, dönüştü.
Karşısında Varşova Paktı da yok! SSCB Rusya Federasyonu’na dönüştü.

SONUÇ                      :

Türkiye neden hala NATO üyesi?
Bu akıl tutulması daha ne denli sürecek?
Güvenliğimize tehdit Batı’dan ve militer örgütü NATO’dan, Atlantik’ten geliyor;
Rusya’dan değil, kurgu tersine döndü! Bir de “stratejik müttefik”(!)  maskesi gerisinde!
**
RTE için bu toplantı tam bir fiyasko! Üstelik 3-5 uçakla, hastalıklı paranoya ile zırhlı araçlar
okyanus ötesine taşındı. Çok yüksek ve kesinlikle yersiz – israf harcama yapılmıştır.
Elde kocaman bir balon!
Uygar bir ülkede bu skandal hükümet düşürür.
Yazık oluyor güzelim Türkiye’ye.
Muhalefet ve kamuoyu, bu kabul edilemez tabloyu mutlaka ve etkili sorgulamalı.
AKP/RTE dosyası böylesi sabıkalarla dolup  taşıyor..
Artık yeter!
Bu ucube siyasal kadro ile normalleşilemez.
Türkiye ittifakı” örgütleyerek İVEDİ erken seçim!

Sağlıkta özelleştirme hizmet kalitesini bozuyor

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan

Güncel 19.07.2024, BİRGÜN

Son 40 yıldır dünyanın pek çok yerinde sağlık hizmetlerinde yaygın özelleştirmeler yapıldı. Türkiye de bundan nasibini fazlasıyla aldı, üstelik şehir merkezindeki devlet hastanelerini kapatıp kamu özel işbirliği ile dev şehir hastaneleri yaptırarak, kendi binalarını bırakıp buralara kiraya çıkarak benzersiz özelleştirmeler gerçekleştirdi. Kamu hastanelerindeki pek çok iş de hizmet alımı yoluyla özel sektöre devredildi. Hemen her sektörde olduğu gibi sağlıkta da özelleştirmenin değişik türlerini gördük.

Bu işlerin kamuya ekonomik yükü bir yana, sağlığımıza etkisi nasıl? Bu konuda bilimsel yayınların bir derlemesi saygın tıp dergisi Lancet Public Health’de Mart 2024’de yayımlandı. Türk Toraks Derneği’nin yayın organı Toraks Bülteni’nde de Türkçe bir özeti geçtiğimiz ay yer aldı. Goodair ve Reeves tarafından hazırlanan derleme Oxford Üniversitesi Sosyal Politika bölümünden. Çalışma

  • Sağlıkta özelleştirmenin hiç de yıllardır propagandası yapıldığı gibi
    hizmet kalitesini artırmadığını, tam tersine düşürdüğünü gösteriyor.

Özellikle vurgulamak gerekiyor, burada özel hastanelerle kamu hastanelerinin verdiği hizmetin kalitesini karşılaştırmak hedeflenmiyor. Çünkü bunu yapan çalışmalar özel hastanelerin varlıklı ve görece daha sağlıklı kesime hizmet vermesi, kâr getirici alanlara yönelmesi gibi nedenlerle sorunlu bulunuyor. Bu çalışma, yüksek gelir grubundaki ülkelerde, sağlıkta özelleştirmelerin zaman içinde hizmet kalitesinde ortaya çıkardığı değişiklikleri ortaya koymayı hedefliyor.

ÖZELLEŞTİRMENİN MANTIĞI ve SONUÇLARI

Sağlık dahil, özelleştirme savunucularının hep söyledikleri nelerdi? Pazar rekabeti, özel sektörün daha esnek ve hasta merkezli çalışması, dışarıdan hizmet alarak daha ucuza daha kaliteli hizmet vermenin mümkün olacağı, özel sektörün gelişmelere açık olduğu, gereksiz bürokrasinin ortadan kalkacağı gibi argümanlar.

Oysa sonuçlar bunları doğrulamıyor. Hizmeti satın alan kamu için kaliteyi ölçmek, gözlemek ve öncelenmesini sağlamak çok zor oluyor. Şirketler hizmet kalitesini açıklamaktan geri durulabiliyor, onlar için maliyet azaltıcı tedbirlere odaklanmak daha kolay geliyor. Özel şirketler sıklıkla personel azaltmaya, ücretleri düşürmeye, daha fazla kâr getirecek hasta gruplarını seçmeye, alacakları şişirmeye ve hastaları daha erken taburcu etmeye yöneliyor.

Araştırmalardan birkaç örnek ele alalım. ABD’de kamudan özel sektöre geçen hastanelerde daha yüksek kazanç sağlayan sigortalara sahip hastaların tercih edildiği, az kâr getiren sigortalara sahip hastaların ya da sigortasızların sağlık hizmetinden dışlandığı tespit ediliyor. Yine ABD’den bir çalışma, hapishanelerdeki sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ile ilgili. Özelleştirme sonrası taşeron sağlık çalışanlarının sayısının ve mahpuslardaki ölümlerin arttığı ortaya konuyor. İngiltere’den bir çalışma temizlik hizmetinin dış alımla sağlandığı hastanelerde hastane enfeksiyonlarının arttığını gösteriyor.

  • Özelleştirmenin hastaların sağlık durumunda daha iyi sonuçlara yol açtığını gösteren
    bir çalışma yok.

Çalışmaların özelleştirme öncesi ve sonrası sağlık verilerini içermemesi literatürdeki eksiklik olarak vurgulanıyor.

Sıklıkla özelleştirmeler kâr amacı güden ya da gütmeyen organizasyonlar olarak sınıflandırılıyor. Kâr amacı güdenlerde hizmet kalitesindeki düşüş daha belirgin olsa da, her iki grupta da dikkat çekiyor. Bu durum, kâr amacı gütmeyen özel organizasyonların da güdenlere benzer biçimde hareket etmelerine bağlanıyor.

PERSONEL REJİMİNE ETKİSİ

Bu konu çok daha iyi çalışılmış ve bulgular net. Hasta başına düşen sağlık personeli sayısı özelleştirmeyle azalıyor. Genellikle hekimlerin sayısında azalma olmazken, en kalifiye hemşirelerin ve diğer tüm sağlık çalışanlarının sayısının azaltıldığı belirleniyor. Özelleştirmeyle çalışanların ücretlerinin düştüğü, ücret eşitsizliğinin, iş güvencesizliğinin ve iş yükünün arttığı gösteriliyor.

Sağlık hizmetlerine erişimde farklı bulgular dikkat çekiyor. Daha fazla kâr getiren alanlara yönelme ya da bazı hizmetlerin durdurulması erişimde bir zorluk yaratırken daha kısa bekleme süreleri ve düzgün randevu sistemiyle, mesai dışı telefonla ulaşma gibi kolaylıklarla özelleştirmenin yararlı sonuçlarını vurgulayanlar da var.

Özelleştirme hastaların sağlığını olumsuz etkiliyor. Bulgular sağlıkta özelleştirmenin desteklenmesini sorgulatıyor ve daha fazla özelleştirmeyi destekleyen bilimsel kanıt da yok. “Bu kadar özelleştirme neden yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor?” diyeceksiniz. İşte orada devlet denen aygıtın kimin elinde olduğu, halkın örgütlülüğü ve kendi haklarına, varlıklarına sahip çıkabilme gücü, nihayet sınıf mücadelesi kavramları belirleyici oluyor. Bilim kamucu sağlık sisteminin avantajlarını ortaya koyuyor, uygulanması ise yüzü halka dönük iktidarın kurulmasına bağlı.
==============================================
Yazarın Son Yazıları

Mustafa Aydınlı şiiri : NE DEYİM?

ŞİİR KÖŞESİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
Halk ozanı
18 Temmuz 2024

NE DEYİM?

Şu düzenin gidişine
Ben ne deyim, ne söyleyim?
Ömrümü yok edişine
Ben ne deyim, ne söyleyim?
                   *
Cahiller fetva veriyor
Topallar Ay’a yürüyor
Kör usta duvar örüyor
Ben ne deyim, ne söyleyim?
                   *
Üç öğün yavan yiyene
Buna da şükür diyene
Şal dokuyup çul giyene
Ben ne deyim, ne söyleyim?
                   *
Ekmeği düşte görene
Ete bayramda erene
Celladına oy verene
Ben ne deyim, ne söyleyim?
                   *
Aydınlı hayal düş değil
Böyle yaşamak iş değil
Çünkü gidiş gidiş değil
Ben ne deyim, ne söyleyim?

Öğretmenlik meslek (2022) mesleği (2024) yasaları!

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 18.07.2024, BİRGÜN

Aynı konuda iki yıl arayla iki yasa. İlki, 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanun (ÖMK-1); gündemdeki, Öğretmenlik Mesleği Kanun Teklifi (ÖMK-2).

Milli Eğitim Komisyonu Başkanı M. Özer, ilkinde MEB’di. Ama TBMM’deki görüşmelere hiç katılmadı. Görevdeki Bakan Y. Tekin de, ikinci teklif görüşmelerine katılmıyor. Oysa her iki öneri Bakanlıktan geldi.

İlkinde, CHP, HDP ve İYİ P.’nin yapıcı eleştiri ve önerilerinin hepsini AKP-MHP koalisyonu geri çevirdi. İkinci teklif görüşmeleri son dakikada ertelendi.

Süreç, ‘Yasamanın cılkı nasıl çıkartılır?’ sorusunun da yanıtı.

Ö. MESLEK K.-1

Milli Eğitim Komisyonu (10.01.22): “Sayın Başkan, Komisyon 90 kez toplandı… 52’sine fiilen katıldım, 48’ine ya muhalefet şerhi (karşı oy yazısı) yazdım ya da katkıda bulundum. İlk kez bir Başkan, ‘Hayır, Komisyon dışından gelen bir kişi, anayasallık üzerine de olsa konuşamaz.’ dedi. Bu da siz oldunuz.”

Bu tepkim ve CHP Grubu’nun itirazı üzerine Komisyon Bşk. E. İşler söz verdi. Uyarı ve önerilerim karşısında AKP-MHP’li vekiller, konu dışı laf atma yarışı ile yetindi.

“… AKP-MHP ittifakı, öğretmen atamalarında liyakat (yaraşırlık) ilkesini sistematik şekilde çiğnemek, ülkemizin yetenekli gençlerinin önünü kesmek ve haklarını gasp etmek için bu kanun teklifini getirdi… Bu yasak savmaya yönelik, özensiz biçimde hazırlanmış ve kötü Türkçeli teklif; ataması yapılmayan öğretmenler sorununu çözmediği, sözleşmeli öğretmenlere kadro vermediği, engelli öğretmenleri kapsamadığı gibi; oluşumu bile belli olmayan Adaylık Değerlendirme Komisyonu öngörerek,
siyasal kadrolaşmayla, bugünkü yetenekli öğretmen adaylarının kamu hizmetine giriş hakkını ve gelecek kuşakların nitelikli eğitim alma hakkını ortadan kaldıracaktır”
(Basın açıklaması, 17.01.22).

Anayasa’ya aykırılık üzerine usul tartışması da açtığımız Genel Kurul’da son konuşmamı şöyle noktaladım: “Demokratik meşruluk eksikliği var, gerekçe yokluğu söz konusu; ama bu yasa sayesinde, burada bir anayasal demokrasi bloku oluşmuştur, tek olumlu tarafı da budur.”

“7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu, aday öğretmen, öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen gibi öğretmenler arasında ayrımlar yaparak hiyerarşik (katmanlı) yapı oluşturuyor. Yasa ile doğrudan düzenlenmesi gereken birçok konu yönetmeliğe bırakılıyor.

Yalnızca üç nokta; Öğretmen sendikaları bütünü yasaya karşı çıktı. On maddelik yasa, o denli özensiz yazılmış ki, “yasa dili” sınavı yapılsa, “0” çeker.

Milli Eğitim Bakanı, yasa sürecine hiç katılmıyor; yardımcısını gönderiyor. Haliyle Meclis’e uğrama gereği bile duymayan Bakan’a geniş bir yönetmelikle düzenleme alanı bırakılıyor.” (‘Sipariş yasa’ dayatmalarına hayır!!! ,17.03.2022, BirGün).

CHP TBMM Grubu, 12 kalemde iptal istemi içeren 191 sayfalık dilekçe ile AYM’ye başvurdu. İzleyen aylarda eğitim sendikaları, ortak bir metinle AYM’ye  Amicus Curiae (Mahkemenin dostu) başvurusu yaptı. AYM, sendika temsilcilerini dinledikten sonra 13/7/2023’te, yasayı kısmen iptal etti.

Ö. MESLEĞİ K.-2

‘Meslek’ yerine ‘mesleği’ değişikliği ile 39 maddelik teklif, 7354 sayılı ÖMK’yi kaldırarak Milli Eğitim Akademisi kurmayı da öngörüyor.

Teklif sahibi Bakan Y. Tekin, TBMM’de yok. Eğer teklif yasalaşırsa Yasayı, tarikat ve cemaatleri sivil toplum örgütü olarak gören Bakan uygulayacak.

KATILIMCI MEŞRULUK

Kadına soyadı dayatması (kadın), bilimdışı eğitim (çocuk), ötenazi (hayvan) “şeytan üçgeni“,
15 Temmuz 2024 haftası TBMM’nin gündemi.

ÖMK teklifi görüşmelerinin ertelendiği haberine karşın yazıyı değiştirmedim; çünkü tıpkı sansür ve güvenlik soruşturması düzenlemelerinde olduğu gibi AKP-MHP, tepkileri kavurucu sıcakta serinleterek (!) Ekim başı gündemi yapacak.

Bu nedenle şimdi CHP’ye önemli bir görev düşüyor: Tıpkı adil yargılanma yasa önerilerinde yaptığı gibi (2019), katılımcı yöntemle çok güçlü bir meşruluk temelinde, öğretmenlik meslek yasa önerisi hazırlığına öncülük etmek.

Çünkü sürecin yaşamsallığı, ‘Türkiye Yüzyılı mı, yoksa Cumhuriyet’in 2. Yüzyılı mı?’ sorunsalında düğümleniyor.
_________________________________________________
Yazarın Son Yazıları