Lütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. (İTÜ)
ADD Genel Bşk. Başdanışm.
27.09.2023
Hileli ürünler genellikle kriz dönemlerinde piyasayı kaplar. Gerçek ürünlerin ulaşılamayacak ölçüde pahalanması (yani yoksullaşma), gerçek ürünün piyasada yeterince bulunmaması ya da aşırı pahalı olup büyük kazançlar elde etmeleri, hileli ürün üretenlerin bayram ettikleri zamanlardır. Aldanan yine yoksullardır. Bu durumda oluşan güvensizlik gerçek ürünlerin fiyatını daha da yükselttiği gibi daha pahalıya satılan bir üründe hile olmayacağı gibi bir algı yaratacağından bir kez daha aldatılma durumu ortaya çıkar.
Gösterişli ambalaj, bol reklâm, kolay bulunma, fiyat ucuzluğu, tartıyla (gramajla) oynama gibi yöntemlere karşı uyanık olmak da yeterli olmayabilir. Satın aldığımız her ürün üzerindeki etikette yazılı özelliği taşımayabilir. Son yıllarda geliştirilen katkı ve katışım maddeleri de hileli malları gizleme aracına dönüşmüştür. Bunalım dönemlerinin uzaması büyük bir insan kitlesinin gerçek ürünün tadını, kokusunu, lezzetini, kısaca niteliğini (kalitesini) unutmasına yol açar ki; bu durumda gerçek ürün ile hileli ürün arasındaki farkı ayırma yeteneğimiz de giderek yok olur.
Yine de biraz aklımızı kullanmak aldatılmamızı engeller. Örnek vermek gerekirse, bir kg dana etinin 350 TL fiyat etiketi taşıdığı bir dönemde sucuğu gönül rahatlığı ile 110 TL’den alamayız. Şekerin 40 TL’ye dayandığı bir dönemde, kg fiyatı 75 TL’den gerçek bal alamayız. Ayçiçek yağının 35 TL’yi geçtiği bir dönemde, litresi 60 TL’den zeytinyağı almak, sütün litresinin 20 TL’yi geçtiği bir dönemde 1 kg’ı 80 TL’ den peynir almak, bile bile aldanmaktır.
Özetle bir matbada kolayca bastırılan etikete bakarak ürün alınmaz. Ne acıdır k,i bu türden hileli ürünlerin kurbanları yoksul halk kesimleridir.
Tıpkı siyasette olduğu gibi…
***
Siyaset sahnesinde yer alanlar artık kendilerine diledikleri bir ambalajı (rozeti) seçip geniş halk yığınlarının önüne çıkıyorlar. Daha önemli noktalarda yer alanlar ise artık holdinglerin, bankaların, çok uluslu tekellerin denetimindeki TV kanalları ile gazetelerin büyük tanıtım kampanyaları, parlak ambalajları ile önümüze sürülüyor. Hiç kimse bunların ülke geleceğine ilişkin tasarım ve görüşleri ile ilgili değil. Siyasette “yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır” sözünün yaygınlığına karşın, kimse bu kişilerin yakın ya da uzak geçmişte neler yaptıkları, neler söyledikleri, en kritik ve can alıcı konulardaki davranışları ile ilgilenmiyor. Yakın geçmişte ağır hakaret ettikleri, suçladıkları siyasal akımlarla ya da kişilerle yan yana gelebiliyorlar. İletişimin bu denli kolay olduğu, bilgiye bu denli kolay ulaşılabildiği halde kendimizi yakın hissettiğimiz bir siyasal ambalaja bürünen kişinin yakın ya da uzak geçmişine karşı sağır ve kör olabiliyoruz. Üstelik tüm dünyada olduğu gibi siyasal partilerin kendilerine seçtikleri adların savundukları görüş ve yaptıkları işlerle hiçbir ilişkisi yok. Adaletle ilişiği olmayanların adında “adalet”, demokrasi ile ilişkisi olmayanın “demokrat”, halktan kopuk olanların “halkçı”, emperyalizmin kuklası olanların “milliyetçi” içinde neredeyse hiç işçi olmayanların “işçi” adını (ambalajını) çekinmeden kullanıyor oluşu hiçbir itiraza yol açmıyor.
SİYASETTE 50 YAŞINDAN SONRA DOĞANLAR…
Bir de siyasette 50 yaşından sonra doğanlar var ki, bu kişiler emeklilik günlerine yaklaşırken birden bire büyük reklâm kampanyaları ile yaşamımıza giriveriyorlar. Parlak ambalajlar, aldatıcı etiketler geniş halk kitlelerini yanıltıyor.
Oysa siyaset, başka bir deyişle ülkeyi yönetmeye istekli olmak büyük emek ister. Solda, ya da sağda siyaset sahnesinde yer alanların geçmişe bıraktıkları izlere bir biçimde rastlarsınız. Bir kesiminin daha lise yıllarında, değilse bile üniversite yıllarındaki örgütlenmelerde, akademik yaşamda, ya da iş yaşamında, sendikal örgütlenmelerde, işveren kuruluşlarında, Masonik örgütlerde, herhangi bir bildirinin altındaki imzada izlerine rastlarsınız. Kimisi büyük acılar yaşamış, ya da güçlü desteklerle korunmuş, adları canlı tutulmuştur. Ama egemen güçlerin basın yayın dünyamızı ele geçirmesinden sonra, birdenbire, kuyruklu yıldız gibi de değil, adeta “starling uydusu” gibi siyasal yaşamımızda parlayıveren ne denli çok hileli ürün gördük. Ne yazık ki bu hileli ürünlerin sahtelikleri gıda maddeleri gibi daha ilk kullanımlarında değil, uzun yıllar sonra ortaya çıkıyor. Nice cemaatçiyi laikliği savunan partilerde, dün denecek bir zamanda Atatürk’e ağza alınmayacak hakaretler sıralayanları Atatürkçü geçinen partilerde, nice patron yanlısını işçiyi savunduğu sanılan partilerde, nice uluslararası bağlantısı olanı bağımsızlığı savunduğunu söyleyen partilerde görebiliyoruz.
Hileli gıda ya da tüketim maddesinin zararını bireyler görüyor. Ne yazık ki hileli siyasetçinin zararını toplumun tüm kesimleri görüyor. Eskilerin deyimiyle “zarfa değil mazrufa bakmak” (görünüşe değil içeriğe, öze) gerekiyor. Parlak ambalajlar kimseyi aldatmasın.