Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Halil Çivi’den notlar : Sefa ve Cefa; Ütopya ve Distopya


Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF eski dekanı

 

SEFA ve CEFA

Sefa Nedir?
Türkiye’ de siyasal iktidar, siyasal iktidar yandaşı ve iktidar destekli sermaye sınıfı mensubu olup ekonomik gönenç (refah) içinde servetine servet katarak yaşamak, sefayı kendi sürüp, cefayı dar gelirli halka yansıtmaktır. Aşırı kâr, faiz ve rant gelirleri ile gününü gün etmektir.

Peki Cefa Nedir?

Türkiye’de emekli, işçi, memur, küçük esnaf, yani dar ve sabit gelirli olarak enflasyonun, işsizliğin, gelir dağılımı adaletsizliğinin… yarattığı sefaleti yüklenip geçim sorunları altında ezilmek demektir.
Kısacası kendi yaratmadığı, siyasal iktidarın yanlış ve ideolojik saplantı ve tercihlerinden kaynaklanan, dayanması (tahammülü) çok zor olan ekonomik sorunların maliyeti altında kendi geleceği için umut ve güven duygusu yaralanmış olarak yaşamaya çalışmaktır.
***

ÜTOPYA ve DİSTOPYA

Vatandaş, “Hocam ütopya ve distopya ne demektir? Çok kısa olarak anlatabilir misiniz?” diye soruyor.

Her iki sözcük de, birbirinin zıddı olarak, dilimize Batı kültüründen geçmiştir.

Ütopya ; Hayal ve umut ederek, umut ve hayal ettikleriniz gibi yaşama isteklerinizdir.
Düşleriniz ve özlemlerinizdir. Bireyler ve toplumların düşledikleri cennet gibi mutlu yaşam umutlarınızdır.

Distopya : Ütopyanın tam tersidir. Asla başınıza gelmesini istemediklerinizdir. Yaşamınızda yeri olmaması gereken korkular, acılar, baskılar, umutsuzluklar ve çaresizliklerdir. Bireyler ve toplumların yaşamaktan korktukları mutsuz ve cehennem benzeri baskıcı yaşam demektir.

  • Örneğin, diktatörlerin ütopyası, mazlum ve suçsuz halkların distopyasıdır.

Ya da kapitalist sınıfın hukuksuz, kuralsız ve denetimsiz serbest piyasa ütopyası,
işçi sınıfının distopyası olabilir.

Türkiye’nin ütopyası; hukukun üstünlüğüne, evrensel insan haklarına, din ve vicdan özgürlüğüne, yurttaşların yasa önünde eşitliğine dayalı demokratik laik ve sosyal bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni barış ve kardeşlik içinde sonsuza dek yaşatmak;

Türkiye’nin distopyası da, devletin ve rejimin rotasını feodal, teokratik, din temelli bir Ortaçağ anlayışına (zihniyetine) geri döndürüp Ortadoğu bataklığına yeniden saplanmaktır.

Ne doğrarsan aşına, o gelir kaşığına.

Cumhuriyet’te köşe yazımız : Türkiye’nin de dünyanın da çivisi çıktı!

Ahmet SaltıkAhmet Saltık
12 Ekim 2023, Cumhuriyet

 

Ülkemiz özellikle son yıllarda, iktidar partisinin usa sığmaz dayatmalarıyla derin-çok yönlü bir çıkmazda. Dış politikada güven vermeyen gelgitler ve belirsizlikler öngörülemezlik kaygısı doğuruyor. BOP eşbaşkanlığının Erdoğan tarafından üstlenildiğinin açıklanmasıyla (16.02.2004), Ortadoğu ve K. Afrika’da müslüman halkların 23 ülkesinin sınırlarının değiştirilmesi hızlandı. Sovyetlerin çökmesinin ardından Irak işgal edildi, parçalandı. Özal, ABD adına vekâlet savaşına girmeye can atıyordu. Org. Torumtay istifa ederek serüveni önledi. 1 Mart 2003 Tezkeresi ile 65 bin ABD askerinin ülkemize girmesi kıl payı engellendi. Ancak Erdoğan bu kez Suriye’yi parçalamaya dönük ABD saldırısında çok hevesliydi, 2011’de emperyal planda rol aldı. Oysa BOP, Ortadoğu’da bitmeyecek bir cehennem yaratma, enerji kaynaklarına el koyma ve jeo-stratejik nimetleri yönetme kavgasıydı. Ülkemize faturası çok ağır ve çok yönlü oldu. Irak’ın kuzeyinde Kürt federe devleti kuruldu. Aynı amaçla Suriye’de Fırat’ın doğusunda çok yol alındı. Fırat’ın batısında ise PKK’nin Suriye uzantısı PYD/YPG, yüz bin kişilik silahlı ordusu ile ABD’nin vekalet savaşçısı.

PKK, İçişleri Bakanlığı kapısında eylem yapıyor. Milyonlarca düzensiz-kaçak, genç insan ülkemize itildi-sokuldu ve demografik bombanın pimi çekildi.
***
Çiçeği burnunda yeni Filistin-İsrail çatışması sahnede. Ama Hamas özgürlük savaşçısı Filistin Kurtuluş Örgütüdeğil! İkincisi, dayanıştığı güçler kim olursa olsun (İran, Lübnan Hizbullah’ı vb.), bu çapta bir saldırıyı istihbarat örgütlerinden kaçıramaz. Hele MOSSAS’dan! Bu kısa irdelemeyle bile “ajan patojen”i tanımak olası. Klasik kural; eylemden en çok kim yararlanacaksa, eylemci de o! Netanyahu çok zordaydı, altın çözüm ulusal güvenlik sorunu, sıcak çatışma idi; bayram ediyordur! “Yeni bir Orta Doğu”. Gazze’yi boşaltabilir ve/veya İsrail toprağı ilan edebilir.

Filistinliler yurtlarında sürgüne dönüşür. Ancak bu BM antlaşmasının sınırların değişmezliği ilkesine aykırı (m.2/4). Ne ki Biden, dakika yitirmeden “İsrail’in yanındayız” buyurdu. Rusya, Ukrayna ile oyalanmakta. İran, Hizbullah suçlamasıyla topun ağzında ve Çin, büyük sınamada. ABD uçak gemisi doğu Akdeniz’de.

Çok dikkat; temel ilke YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ!
Türkiye yine ikircikli ve kendince “fırsat” kollamakta!?

ATATÜRK’ün dış politika ilkeleri hala geçerli:
– Kimsenin içişlerine karışma,
– Ortadoğu’da Araplarla çatışma ve
– Savaş, ancak ulusun yaşamı tehlikeye girdiğinde meşru.

Yeni göç dalgasını sınırlarımız dışında tampon bölgede durdurmak gerek!

AKP/RTE’ye gündem oyunu olmamalı. Enflasyon üç basamaklı, ülke yanıyor, işiniz bu!
***
Sağlıkta “şiddet” dayanılmaz kertede ve sıradan. Üç hekim canına kıydı, üç hekime aynı yerde ağır, fiziksel şiddet. Geçen yıl Ceza Yasasında değişiklikle, “Kamu hizmetlerinden yararlanma hakkının engellenmesi” eylemine verilecek hapis cezası, suçun sağlık alanında işlenmesinde artırıldı. Ceza Yargılamaları Yasası’nda da değişiklikle katalog suç kapsamına alındı ve tutuklu yargılama öngörüldü. Ne var ki yargı denetimli serbestlikle sanıkları salıyor, yaptırımlar caydırıcı olmuyor?

Kök neden yok edilmeden sorun çözülemez.
Kezlerce uyarıldı Sağlık Bakanlığı. Benzer edimler, koşullar sabit iken neden farklı sonuç doğursun?
Kök neden, sağlık hizmetlerine erişimde engeller.
Bunları aşamayan “yurdum insanı” saldırganlaşmakta.
Erdoğan’ın “giderlerse gitsinler” aşağılaması utandırıcı!
Gittiler binlercesi. “Bizi kıskanan” ülkelere nitelikli sağlık hizmeti sunuyorlar.

Ülkeyi kasıp kavuran yoksullaşTIRma, demokrasisizlik, hukukun ayaklar altına alınması, adaletsizlik. Hapse tıkılan onlarca aydın, yazar, sanatçı, basında iktidar tekeli, yolsuzluklar.

Toplumsal ruh sağlığı çok bozuk ve hoşgörü eşiği çok düşük.
2022’de kişi başına on kez hekime başvuru oldu. Tek başına çok anormal ve açıklayıcı.

Çözüm :
– 20+ yıldır dayatılan neo-liberal yabanıl politikaları durdurmak.
– Sağlıkta özelleştirmeyi sınırlamak,
– Şehir hastanelerini devletleştirmek,
– Yerli-yabancı sermayeye sağlık sektöründe alan açmak için kamusal sağlık hizmetlerini geriletip çökertmekten derhal vazgeçmek!
– Halk sağlığı için kapsamlı destek.
– 1. Basamak sağlık hizmetini güçlendirmek ve
– Koruyucu sağlık hizmetlerini herkese ulaştırmak.

20+ yıldır yaptıklarınızı bir yana bırakmak; devleti tüccar, yurttaşı müşteri görmeyi terk edip; “sağlık devlete ödev, yurttaşa hak” demek!
***
“Çalışmayan” emeklilere Kasım’ın ilk yarısında 5 bin TL ulufe!
Cumhuriyet’in 100. yılı ile de bağı yok, 29 Ekim öncesinde değil.
“Çalışan”
 emeklileri dışlamak anayasanın eşitlik ilkesine aykırı.
Daha üç ay, 7500TL/ay gelirlilere azap, işkence!
“Parasal sıkılaştırma” acı reçetesi, “Mr. Simsek’in çelik kalkanı”.
Hazrete göre enflasyonun ana nedeni emekçi ücretleri!?
Oysa emekçiler ulusal gelirin yarısını üretirken, 4’te 1’ini alıyor.
Emeğin yarısına siyasal İslamcı iktidar el koyarak sermayeye aktarıyor!
Ölümcül hastalığın ana nedeni bu sömürü ve politik tercih. Allah ile aldatma!
***
Laiklik dışlanmalı ki Allah ile aldatma sürsün. Erdoğan halife-sultan olsun, ölene dek tahtta kalsın ve ortaçağ İslam devleti Türkiye’de kurulsun.
Eğitim Bakanı çok “yürekli”Karma eğitim karşıtlığı yetmedi, bir de ÇEDES.
Tarikatlar koalisyonu iktidarın bıdık ama “özgül ağırlıkları yüksek”(!) dinci ortakçıkları zorluyor:

  • “Şeriat gelmesini daha ne kadar bekleyeceğiz?”

Kadayıfın altı kızardı anlaşılan. “Patates dininden olanlara” soruluyor: Kanlı mı-kansız mı olacak?

“Laiklik Meclisi” önceki hafta kuruldu ve kamuoyunu uyardı.
Hiç akıldan çıkarılmasın ki; laiklik ideolojik tercih değil, yüzlerce yıllık din-mezhep savaşları ardından, kanlı deneyimlerin imbiğinden geçmiş bir altın reçete”.
Avrupa’da 114 yıl süren mezhep savaşları ardından çok değerli bir uzlaşı.
Bu sayede dinde Reform, Rönesans, Aydınlanma ile Batı Uygarlığı oluştu.

Türkiye’de onlarca tarikat, mezhep, din yorumu var. Tek bir şeriat yok!
Ülkemizde kan gövdeyi götürür.
“Biz demokrasiye inanmıyoruz, şeriat istiyoruz” olmaz!
Çünkü demokrasinin olmazsa olmazı laiklik.
Demokrasiler, kendini yok etme özgürlüğünü tanımıyor, tanıyamaz.
***
Son olarak: 2011’de kapatılan Hıfzıssıhha Enstitüsü. COVID-19 salgınında kapalı olmasının bedeli ağır oldu. Nihan Ertem sözlü tarih çalışması yaptı, öneririz, izleyin.

  • Gelecek yazımız 26 Ekim 2023’te, esen kalın.
    =================================================
    Not : Tam metin makaleyi okumak için tıklayın…
    Cumhuriyet‘te ekonomik nedenlerle sayfa ve yer sınırlaması var makaleler için.. Cumhuriyet gazetesi köşe yazısı, Ahmet Saltık 12.10.23


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

COVID geri döner mi?28 Eylül 2023
Bu yazımız ADD web sitesinde de yayınlandı..
Ahmet-Saltik-Cumhuriyet.pdf (add.org.tr)

CHP açtı, AKP kapatabilir mi?

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 12.10.2023 BİRGÜN 

Cumhuriyet dönemi, ‘siyasal iktidarın serbest seçimler yoluyla eldeğiştirmesi’ (siyasal münavebe) açısından nasıl okunabilir?

14 MAYIS 1950

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve yöneten CHP’nin çok partili sistem için 1924 ve 1930’da ortaya koyduğu irade, 1946’da gerçekleşti. Cumhuriyet’in 27. yılında iktidarı, TBMM’de çoğunluğu sağlayan Demokrat Parti’ye devretti. Serbest seçimler yoluyla barışçıl bir biçimde gerçekleşen siyasal münavebe, Dünya demokrasi tarihine geçti.

14 MAYIS 2023

AKP, TBMM’de çoğunluğu 2002’de Cumhuriyet’in 78. yılında elde etti ve seçimler zamanında yapılırsa, Cumhuriyet’in 105. yılına dek 26 yıl süreyle “siyasal münavebesiz” ülkeyi yönetmiş olacak.

Bunu çeşitli güçbirliği yollarıyla gerçekleştiren AKP, Cemaatle ayrışması nedeniyle, tek başına girdiği 2015 seçimlerinde azınlığa düştü. Davutoğlu, Koalisyon yolunda CHP’yi oyaladı; Erdoğan ise, Kılıçdaroğlu’na Hükümeti kurma görevi verme yerine seçimleri yineledi.

Eski ortağının 2016’da darbe girişimi ardından AKP, bu kez MHP ile yürümeye başladı: 2017 Anayasa değişikliği, “insan haklarına dayanan demokratik ve sosyal hukuk Devleti” özünü zedeledi.

Anayasa’nın 67 (seçimler), 68 ve 69. (siyasal partiler) maddelerine dokunmayan AKP-MHP, Anayasa değişikliği uyum yasaları yerine seçim yasasına el attı. Seçim ittifakları düzenlemesi, siyasal partileri kimliksizleştirmek için ilk adım oldu.

Partilerde örgütsel, hukuki ve siyasal kimlik zedelenmesi, etkilerini 14 ve 28 Mayıs’ta Millet İttifakı ve 6’lı Masa üzerinde açıkça gösterdi.

“Kişi-Parti-Devlet birleşmesi” ise,

  • Türkiye Cumhuriyeti’ni “tarikat ve cemaatler, Hizbullah ve kılıçlı imamlar” mecrasına yönlendirdi.

BEKA YASALARI

Devlet’i çözülme sürecine sokan 2017 kurgusunun 5 yıllık uygulaması, demokratik muhalefet için siyasal münavebe umudunu yaratınca, Cumhur İttifakı, bir kez daha seçim yasası (7393 sy.) değişikliğiyle 1950’de konulan kuralları kaldırdı. Sansür yasasını (7418 sy.), toplumu baskılamaya yönlendirdi: demokratik siyaset (seçim-partiler) ve demokratik toplum (ifade ve örgütlenme özgürlüğü), Saray gözetimine sokuldu. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, OHAL KHK’lerini çağrıştıran yaptırım aygıtına dönüştürüldü.

27. yasama döneminde CHP olarak iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğumuz 200’ü aşkın yasa ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin önemli bir kısmı açık veya örtülü olarak ‘münavebe’ yolunu kapatmaya yönelik. Bireysel ve toplu özgürlükleri sınırlayan, kamu görevinde liyakatı kaldıran, çevreyi ve ülkeyi yağmalayan partizan, rantçı ve emekçileri yoksullaştıran yasalar.

TBMM’ye AKP, Hizbullah mirasçılarını ve cinsiyet eşitsizliği savunan partileri taşırken; CHP de, emek-uzmanlık ve liyakat çizgisinde ‘nitelikli yasama’ yerine, küçük partilere yüksek temsil olanağı sağlayarak TBMM’nin muhafazakar kanadını pekiştirdi.

Ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü zedelenen Türkiye Cumhuriyeti, 100. yılına siyasal münavebe gerçekleştirilemeden girdi.

SANDIK VE SEÇİM

AKP, 21 yılda, 6 genel+4 yerel+3 Anayasa=13 sandık kurdu. Sandıkları, münavebe yolunu kapatmak için kullandı ve toplumu da yoksullaştırdı.

Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu sandık, demokrasiyi sönümlendirme riskine açık hale getirildi.

100. yıldan bakıldığında, CHP, Dünya demokrasi tarihine geçen 14 Mayıs 1950 dönüşümünü sağlayarak Cumhuriyet’i demokrasi ile taçlandırdı. Son çeyreğinde ise AKP, yasal ve meşru olmayan (montaj videolar, çete-mafya, paramiliter örgütlenme, terör söylemi…) her aracı kullanarak Cumhuriyet kurumlarını ve kurallarını siyasal iktidarın eldeğiştirmesini engelleyecek derecede dejenere etti.

Güncel ana soru şu             :

  • CHP başta ve demokratik Cumhuriyetçiler, “mikro-iktidar” çekişmelerini aşarak  demokrasinin ancak “siyasal iktidarın eldeğiştirmesi” ile yaşayabildiği gerçeğini ne zaman görebilecek?

Siyasal münavebe için hukuk yoluyla demokrasi düzenekleri üzerinde kafa yorarken, İsrail-Gazze hattında yaşanan vahşet karşısında, T.C. için Lozan Barış Antlaşması’nın önemi ve Saray saltanatı için yabancılara sürekli toprak satışının olası riskleri üzerine uyanık olunmalı.

LAİKLİĞİ VERMEK, CUMHURİYET’İ VERMEK DEMEKTİR

Türk Hukuk Kurumu - Av. Nail Gürman - YouTube

AV. NAİL GÜRMAN
TÜRK HUKUK KURUMU BAŞKANI

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ‘nin DÜŞÜN dergisi “Laiklik” özel sayısında yayınlanmıştır.

 

YII 1910 :
Balkan savaşı  yenilgisinden kurtulmak için Osmanlı şeyhülislamının  düşündüğü
önlem: Okullarda 4444 kere dua okunması!

Y1l 1912 :

Tiyatro ve orta oyunu resim, heykel bir memleket için yıkılış ve gerileme
nedenidir! İstanbul’da Şirket-i Hayriye vapurlarının geliş-gidiş saatlerinin alafranga saate
ayarlanmasına engel olunuz.

İşin  özeti şudur: Ulusal dilimiz Arapçadır, Batılılaşma dinimize ve İslamiyet’e aykırıdır! Orada “maneviyat ve ahlakiyet” yoktur!.

Şeriat, bütün devlet ve kişi yaşamını düzenlemelidir. Bize hiç kimse karışamaz.
Kız-erkek öğrencileri bir arada okutacak “inas mektepleri” şeriata aykırıdır. ”

İşte “bu ahval ve şerait içindeMustafa Kemal, bu gelenekçi ve gerici düzeni yıkmak için yola çıkmıştır. O’nun en büyük devrimciliği budur. Ülkenin ve halkın geleceğini ümmet devletine bağlamak isteyenlerin yolunu kesmiştir.

Prof. Tarık Zafer TUNAYA’nın dediği gibi amaç;

  • İslamcı bir rönesansa karşılık ulusal bir rönesans yaratmaktır.”

ATATÜRK DEVRİMİ, şeriat hukukuna bağlı bir devletin ve onun gücüne sığınmış şeriat sömürücülerinin düzenini yıkmış, şeriat hukuku yerine anayasaya bağlı hukuku ve devletin temeline de bu sömürücünün gücünü değil, doğrudan doğruya halkın gücünü getirip oturtmuştur.”

Böylece, çağdaş uygarlığın ve hukuk devletinin temelleri atılmıştır.
Büyük Atatürk, geçmiş ve gelecek bu saptama ve gelişmeleri, Söylev‘inde ve Gençliğe Hitabe’sinde açıkça belirtmiş, gelecek kuşaklara gerekli buyruk ve görevi vermiştir.

Oysa ve ne yazık ki, bu yazıyı okuyacak olan herkesten özür diyerek söylemek zorundayım ki, şimdi Cumhuriyet’in Cumhuriyetçiliğinden, Devrimciliğinden, Halkçılığından, Laikliğinden, Devletçiliğinden, Milliyetçiliğinden ve hatta günümüze bakılırsa bir de “değişimcilikten!”
söz etmekteyiz.

Arkadaşlar, efendiler, gençler, ey millet! Acaba görevimizi ihmal etmedik mi?
Ettik!
O halde konumuz açısından yola çıkarsak tek görevimiz vardır: Nerede yanlış yaptık?

Nerede ödün verdik, nerede ödün verenlere göz yumduk?

Gerçekçi  olarak bu sorun ele alınmalıdır. Bugün yanıt verilecek ve yolu bulunacak
sorun budur.

10 Kasım 1938’den bu yana o denli çok örnek vardır ki..

Darwin‘in Evrim Kuramının ilk ve orta dereceli okullarda okutulmasını yasaklayan Milli Eğitim Bakanlarının,

Dindar ve kindar gençlik” yetiştireceksiniz diyen Cumhurbaşkanlarının;

Kendisini muhalif sayıp “Kemalist anlayış ırkçılıktır” diyebilenlerin olduğu bir ortamda yaşıyoruz.

Halk yoksa demokrasi yoktur
Demokrasi yoksa hukuk yoktur
Hukuk yoksa laiklik yoktur, Ulusal egemenlik ve bağımsızlık yoktur!

O halde, sonuç olarak her şey yeniden başlayacaktır:

Toplum, kendisini iliklerine dek sömüren piyasacı anlayıştan ve onun gölgesinde yürüyen bağnazlığın saldırısından ve hegemonyasından nasıl kurtarılacaktır?
Bu çıkışın güçlü yollarını hızla arayıp bulmak zorundayız.

Tartışılacak tek konu budur!

Buna göre örgütlenmek, buna göre yenilenmek, nasıl olacaktır?

Çok açık belirtmek durumundayım ki; bunun yöntemi “numaralı masalar kurarak!” sonuca ulaşmak değildir. Bunun tek yöntemi ve yolu, 1923’un ateşini yeniden yakmaktır ve asla vazgeçmemektir!

Cünkü ,”Yitirenler, yalnızca vazgeçenlerdir.”

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 11 Ekim 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

DOKUNMA

Suriye merkezli Haznevi tarikatının Gaziantep’in Şehitkamil ilçesinde yaptırdığı dev külliyenin ziyarete açılışında binlerce kişi, tarikat şeyhi Muhammed Muta Haznevi’ye dokunabilmek, elini öpebilmek için kıyasıya bir mücadele verdi.

Çağdaş uygarlık!..

MAGANDA

Elbistan’da düğünde tabanca ile ateş eden magandaya işlem yaptıran emniyet müdürüne Nevşehir’de görevli savcı yumruk attı.

Maganda mı ararsın!..

EZME

RTE İşçi, memur ve emeklileri 21 yıldır enflasyona ezdirmediklerini söyledi.

Ezdireni bir yakalasak!..

SAPIK

Ümraniye’de Süleymancılar tarikatına bağlı bir yurtta, imamın 11 yaşındaki erkek çocuğuna altı ay tecavüz ettiği ortaya çıktı.

İmam yerine sapık mı yetiştiriliyor?..

HOCA

Marmara Üniv. İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Dilaver Selvi yazdığı kitapta; buluğ çağına gelmemiş çocukların evlendirilebileceğini, kadınların kocalarının izni ile toplu taşıma araçlarına binebileceğini, bazan tokat atmanın yararlı olabileceğini yazdı.

Hocası bu olanın yobaz ve sapık olmasına şaşılır mı?..

SAVCILARIMIZ

Ankara’da Yenimahalle Devlet Hastanesi’ne personel alımı için yapılan mülakatta, “Kıyamet gününe inanıyorum, evet mi hayır mı?” “Düzenli namaz kılarım, evet mi hayır mı?” gibi soruların sorulduğu belirtildi.

Cumhuriyetin savcılarına soruyorum: Orası din devletinin mi, laik cumhuriyetin hastanesi mi?..

SİYASİLEŞTİRME

Gezi Parkı davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Osman Kavala’ya Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) tarafından 2023 Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülü verildi. Dışişleri Bakanlığı, “Ödülün, hakkında kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunan bir kişiye verilmesi hukukun siyasileştirilmesine yönelik girişimlerin bir uzantısıdır.” açıklaması yaptı.

AKP iktidarının hiç yapmadığı!..

YARA

Sinan Ateş cinayeti ile ilgili Meclis araştırması açılmasına ilişkin önerge AKP ve MHP oylarıyla reddedildi.

Yarası olan gocunur…

‘Gezi’ ve anayasa

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
09 Ekim 2023, Cumhuriyet

 

“Yargıtay”ın, “Gezi” protesto eylemleriyle ilgili olarak, Osman Kavala, Can Atalay, Çiğdem Mater Utku, Mine Özerden ve Tayfun Kahraman’ın “cezalarını” onaması, hukuk tarihine kara bir leke olarak geçti. Böylece AKP iktidarı dönemindeki hukuk ihlallerine bir yenisi daha eklendi.

Anayasanın 34. maddesinin tanıdığı toplanma ve gösteri yapma hakkından, “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçunu” kurgulayan sözde yargı organları, bu kararla, anayasanın 34. maddesini yok hükmünde saydıkları gibi, yargı bağımsızlığıyla ilgili anayasanın 9. ve 138. maddesini de ihlal etmiş oldular.

Anayasanın 34. maddesinde şu ifade yer alır: “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

Anayasanın 9. maddesinde şu ifade yer alır: “Yargı yetkisi, Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.”

Anayasanın 138. maddesinde de şu ifade yer alır: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”

Bir yargı organı anayasaya ve yasalara aykırı bir biçimde karar veriyorsa, o karar hukuka göre değil, iktidarın beklentilerine göre verilmiş bir karar olur.
***
AKP hükümetinin anayasa ihlalleri bundan da ibaret değildir. AKP iktidarı aşağıdaki anayasa maddelerinde yer alan ilkelerin tamamını (tümünü) yıllardır ihlal etmektedir:

Madde 2: “Türkiye Cumhuriyeti… demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”

Madde 6: “Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.”

Madde 7: Yasama yetkisi Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki devredilemez.”

Madde 8: “Yürütme yetkisi ve görevi, cumhurbaşkanı tarafından, anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.”

Madde 11: “Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar anayasaya aykırı olamaz.”

Madde 14: “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.”

Madde 24: “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”

Madde 25: “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.”

Madde 26: “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”

Madde 28: “Basın hürdür, sansür edilemez. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.”
***
Mevcut (var olan) anayasayı bile yıllardır ihlal ederek anayasal düzeni yıkan AKP iktidarının, anayasa değişikliği girişimlerinin hiçbir ciddiyeti olmadığı gibi, bu girişimlerin AKP’nin kurduğu diktatörlük rejimini pekiştirmek amacını taşıdığı da açıktır.

AKP ile bu konuda işbirliği yapan her milletvekili, tarihe kara bir leke olarak geçecektir!


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Yarına kim kalacak?

Üstün DökmenÜstün Dökmen

Bu yazıda Moreno’nun ve Darwin’in görüşlerinden yola çıkarak toplumlardaki atanmış, seçilmiş ayırımını yorumlamaya çalışacağım.

20. yüzyılın başlarında Moreno, ”Yarına Kim Kalacak?” adlı eserini yayımladı. Sosyometrinin kurucusu olan Moreno’nun en tanınmış tekniklerinden birisi sosyometri testi, diğeri ise psikodramadır.

Sosyometri testinde Moreno bir gruptaki kişilere belirli bir etkinliği o gruptaki kişilerden hangisiyle birlikte gerçekleştirmek istediğini sorar. Böylece bazı kişiler çok sayıda kişi tarafından, bazıları az sayıda kişi tarafından seçilir, bazılarını ise hiç kimse seçmez. Moreno’nun hipotezi şöyledir:

“Seçilenlerin yarına kalma ihtimalleri yüksektir, seçilmeyenlerin yarına kalma, yani yaşama tutunma ihtimalleri düşüktür.”

Özetle seçilmeyenler yarına kalmayacaktır. Bu iddia ürkütücüdür ancak Moreno’ya göre bir çözüm vardır, “Bazılarının yarına kalması zor olabilir ancak sosyometri tekniklerinden, özellikle psikodramadan yararlanılırsa yarına herkes kalabilir” der.

Moreno’nun görüşleri bir ölçüde Darwinci görüşe dayanmaktadır. Darwin’e göre canlıların yapılarındaki (fenotiplerindeki) farklılıklardan ötürü yarına kalma ihtimalleri farklılık gösterir. Bu farklılıkların yanı sıra mutasyonlar, tesadüfler doğal seçilime yol açar. Doğa, çevresine uyum sağlama ihtimali yüksek olanları yani güçlü olanları seçer, böylece bunlar evrim sürecinde yarına kalırlar.

Darwin’e göre insanlar tarafından kasıtlı olarak gerçekleştirilen yapay seçilimden farklı bir de kendiliğinden, tesadüfler yoluyla ortaya çıkan doğal seçilim mevcuttur. Bir çiftçi hayvanlarını kendi tercihine göre çiftleştirdiğinde yapay seçilim söz konusudur, doğada ise uyum sağlayandan, güçlü olandan yana ortaya çıkan doğal bir seçilim, doğal bir ayıklanma vardır. Şimdi bu görüşten yola çıkarak bazı toplumsal olayları yorumlamaya çalışacağım.

TOPLUMDA SEÇİLMİŞLER ve ATANMIŞLAR

Darwin’e göre bir yanda kendiliğinden ortaya çıkan doğal seçilim diğer yanda ise insanların gerçekleştirdiği yapay seçilim var. Örneğin bugün evlerdeki yüzlerce farklı köpek türü 12 bin yıl önce evcilleştirilen kurtların soyundan gelmektedir. Bir açıdan baktığımızda doğada doğal seçilim vardır, hayatta kalanlar kendiliklerinden seçilmişlerdir, doğada atanmış yoktur, doğa taraf tutmaz.

Birilerini atama olayı insana özgüdür, evrim sürecinde ise seçilme atanmadan daha üstündür, daha kalıcıdır. Örneğin yapay seçilimle üretilmiş köpek türleri hastalıklara yeterince dirençli değildir.

Bu gerçekten yola çıkarak şöyle bir hipotez ortaya akmak istiyorum:

Doğadaki doğal ve yapay seçilimleri hatırlatır şekilde toplumlarda da doğal ve yapay seçilimler vardır. Örneğin gruplardaki kişilerin özgür iradeleriyle seçilmiş belediye başkanları veya rektörler vardır bir de üst yönetimler tarafından atanmış kayyum belediye başkanları veya atanmış rektörler vardır. Atanmışlar kısa vadede hatta orta vadede güçlü gözükebilirler ancak toplum uzun vadede özellikle bazı konumlarda kendi seçtiği yöneticilerle yükselecektir. Toplumların seçilmiş belediye başkanlarına veya seçilmiş rektörlere ihtiyacı vardır.

Bir zamanlar üniversitelerimizde rektör seçimi yapılırdı ancak cumhurbaşkanı en fazla oy alan üç adaydan birisini seçerdi. Bu yöntem öğretim üyelerine tam güvenilmediği anlamına geliyordu. Bazen üç adaydan birincisi 1000, ikincisi 800, üçüncüsü ise sadece 15 oy alırdı, cumhurbaşkanı üçüncüyü seçme hakkına sahipti. Yani mış gibi bir seçim yapılırdı. Sonra bu bile yapılmaz oldu. Pek çok alanda evrim doğal seçilimle ileri gider, insanların atanma yöntemi ise tekelciliğe, monarşiye yol açar.
***
Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

ÇEDES çağdaş mı?24 Eylül 2023

Türk-İslam Sentezi Anayasası

Işık Kansu
Işık Kansu
kansu@cumhuriyet.com.tr
07 Ekim 2023 Cumhuriyet

Saray’daki AKP’li son günlerde çok büyük sözler söylüyor. “Vesayetçilerin 27 Mayıs 1960 darbesiyle Türkiye’nin ayağına vurduğu, 12 Eylül rejiminin perçinlediği prangaları söküp atma vakti”ymiş.

Epeydir kendisine iliştirdiği ortağı da benzer yolda. Ona göre de “Darbe anayasası Türkiye’ye layık değil”miş.

Bir kere açıkça belirtmek gerekir ki 27 Mayıs Anayasası, Türkiye’nin şimdiye değin gördüğü en özgürlükçü anayasadır. Bugün uyguladıkları rejimle, bırakın o anayasayı eleştirmeyi, eskilerin deyimiyle onun öngördüklerinin yanından bile geçemezler.

12 Eylülcülerin resmi ideolojisinin ne olduğunu biliyoruz: Türk-İslam sentezi!

Hani iktidar ortakları “yerli ve milli” diyorlar ya, onun leblebi gibi bir geçmiş zaman ununa bulandırılmış halidir Türk-İslam sentezi.

Dinci-ırkçı, Osmanlıcı-Turancı, gerici-kafatasçı; ne derseniz deyin, çağdaş uygarlık ve ilerleme ile uyuşmayan bir çizgidir.

Aslına bakarsanız, 1923 Cumhuriyeti’nin mezarını kazıp üzerine eğreti bir temel ile oluşturdukları reisçi sistem, 12 Eylül’ün ta kendisidir.

12 Eylül’ün reisi Kenan Evren her gün her konuda konuşur, halka sözde ders verir, beğenmediklerini hapse atar, basını sansür eder, kürsülerde ayetler okuyarak imamlık yapardı. Üniversiteleri ve okulları gericilik yuvasına çevirmişti. Küresel egemenler ne isterlerse onların sözünden de çıkmazdı.

12 Eylül’ün bir sentezi olan Saraycı ittifakın reisi de bugün aynı halk öğütücüsü değirmen taşını çeviriyor. Ayrımları yok.

Yeni anayasa masalının varmak istediği tek mutlu son bellidir:

Ömür boyu reis seçilebilmek!

‘TÜRKİYE’NİN YÜZYILI’ SLOGANI AŞIRMADIR

AKP’nin, Cumhuriyetin 100. yılını kutlamamak için bulduğu “Türkiye’nin Yüzyılı” sloganı bir aşırmadır!

“Kanıt nedir” diye soracak olursanız…

2000’lerin başında Amerika’daki tutucu neo-con takımı, ABD’nin, başta Ortadoğu olmak üzere dünyaya yeniden egemen olmasını öngören “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi”ni gündeme taşımıştı. Projenin hedefi “Amerikan liderliği; hem Amerika hem dünya için iyidir” diye özetleniyordu.

O projenin savunucularından birisi de “karanlıklar prensi” olarak adlandırılan ABD Savunma Bakanlığı’nda müsteşar yardımcılığı da yapmış olan Richard Perle’ydi.

Ne büyük rastlantı ki Perle, AKP iktidara gelmeden önce Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmüş ve onu “ülkesini yeni bir yöne doğru götüren genç lider” olarak tanımlamıştı.

Daha sonrası biliniyor zaten. Erdoğan, ABD tarafından Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığı ile onurlandırılmıştı!

Amerika liderliğinin dünya için iyi olduğuna inananların eş başkan atadığı Türkiye liderine, tüm dünyanın mazlum uluslara örnek olmuş bağımsızlığın simgesi 1923 Devrimi elbette uygun düşmezdi.

Ona, Fethullah Gülen’in deyişiyle “altın nesil”Necip Fazıl Kısakürek’in deyişiyle “kindar nesil” ve kendisinin deyişiyle “ucube değil, dindar nesil” gerekmekteydi.

Türkiye’nin yüzyılı dedikleri Amerikanvari sözün ardını kurcalarsanız altından çıkacak olan ortadadır:

Bağımsızlık bundan böyle bir ucubedir. Eş başkanın yüzyılı geçerli olacaktır.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Ailemizin Delegeleri30 Eylül 2023

EŞEK YOHDİR, ENFLASYON YOHDİR!

Mustafa AYDINLI
aydinliddo@gmail.com

Bizim Ali Ekber Eker Hoca maşallah fıkra deposudur, O’ndan dinlediğimiz aşağıdaki gibi çoğu fıkralar bize esin kaynağı olur.

Şanlıurfalı ağanın biri dünyayı gezip göreyim demiş. Her yolculuğundan sonra köylüyü kahvede etrafına toplayıp, gezip gördüklerini anlatırmış ki, marabasının da vizyonu genişlesin…

Köylü başlamış sormaya :
– Ağam bu sefer nere gettin?
– Afrike’ye getmişem.
– Ağam Afrike’de ne yaptin?;
– Safariya çıkmişem.
– Hele bu sefari ne ola ki?
– Hele arabaya biniysen, araziye ovaya çıhiysen, bi heyvan göriysen, peşinden arabayı suriysen, heyvana yetişip tüfek ile vuriysen.
– Ağam sen hiç heyvan vurdiiin?
– Heee vurdim.
– Ne vurdin?
– Zebra vurdim.
– Ağam hele bu zebra ne ola ki?
– Eşeği biliysen?
– Hee.
– Aha eşeğin siyah beyaz çizgili olanı.
– Abooov… Ağam başka ne vurdin?
– Zürefa vurdim.
– Hele bu zürefa ne ola ki?
– Eşeği biliysen?
– Hee.
– Aha o eşeğin bacakları iki metre, boynu üç metre olanı.
– Abooov… Ağam başka ne vurdiiin?
– Gergedan vurdim.
– Hele bu gergedan ne ola ki?
– Eşeği biliysen?
– Hee…
– Aha o eşeğin derisi biraz kalın olani, bir de burnunda iki tane boynuz vardir. Abooov… Ağam başka ne vurdin?
– Piton vurdim.
– Ağam bu piton ne ola ki?
– Eşeği biliysen?
– Hee.
– Eşeğinkini bilisen?
– Heee.
– Aha onun dört metre olani ama eşek yoktir.
***
ENFLASYON YOHDİR!

Bizim konuya gelince..
Neymiş, enflasyon tek hanelere inmiş.
Hee…
Elektrik yüzde 300
Doğalgaz yüzde 350
İğneden ipliğe her şeye..
Hee…;Aha işte o zamlar var ya.
O yüzde 80’lik enflasyonun 4 metre olanıdır, ama enflasyon yohdir.

Anayasacılık özgürlükler hukukudur

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset, 05.10.2023, BİRGÜN

Anayasacılık, devleti, varlık nedeni olan özgürlükleri güvenceleyerek
toplumsal barışı sağlayacak biçimde örgütlemektir. Örgütleme üç ana işlevde somutlaşır:
1. Kural koymak,
2. kuralları uygulamak ve
3. çekişmeleri yargılamak.

Erkler ayrılığı, bu işlevlere denk düşen üç organda biçimlenir: Yasama ve Yürütme siyasal, Yargı teknik ve hukuki nitelikte. İlk ikisi karşılıklı denge ve denetim düzenekleri ile işler, Yargı ise bağımsız. Anayasa bilimi, birey özgürlükleri ve toplumsal barış güvencesi olarak bu üçlüde biçimlendi.

Bunları sağlayabilen devlet sayısı, Afrika ve Asya’da çok az, Amerika’da kısmen, Avrupa’da ise daha çok sayıda. Türkiye, anayasacılar ve siyaset bilimcilerce, on-on beş yıl öncesine dek ‘anayasacılık’ ekseninde inceleniyordu; nüfusunun çoğunluğu Müslüman olup demokrasiyi gerçekleştiren tek ülke nitelemesi de yaygındı. Uluslararası bilimsel yayın ve toplantılarda artık anayasacılık ekseninde yer almıyoruz. Bunda anayasasızlaştırma ve anayasa değişikliği belirleyici oldu.

Anayasasızlaştırma sürecinde,  Gezi müdahalesi (Haziran 2013) kritik bir dönemeç; “Anayasa suçu” nitelemesi (Ekim 2016, D. Bahçeli) ise zirvedir. Aslında, 200 yıllık kazanımları silme fitili, “Anayasa suçu” tanısı ile ateşlendi ve “şu halde ben de Anayasa’yı kendi eylemlerime uydururum” yanıtı ile sonuçlandı 2017’de.

Türkiye’de Anayasasızlaştırma süreci ve Dünyada popülizm eğilimi arasında koşutluklar vardı. İktidarın kişiselleşmesi ve tek organ veya kişide yoğunlaşması olarak popülizm, yürürlükteki Anayasa hükümlerini ihlal sürecinde ortaya çıkıyor.

Anayasa’yı suç olarak nitelenen fiile uyarlamak ise, ‘anayasacılık’ta bir ilk ve bu, demokrasi ve laikliği bağdaştırmayı başarabilmiş çoğunluk nüfusu Müslüman olarak tek ülkede ortaya çıktı. Bu bakımdan, Anayasa’nın uygulanmasını teminle (sağlamakla) yükümlü CB Erdoğan’ın 1 Ekim TBMM konuşması, üç ön düzeltmeye muhtaç (gereksinimli) :

Yetki: HAYIR! Yürütme, Anayasa yapım ve değişiklikle yetkili değil.

“Toplumumuzun iki yüzyıllık hedefi” dedi: HAYIR! Tam tersine, tek kişi yönetimi yerine kurum ve kuralların geçerli olduğu bir yönetimi kurma süreci, 2017’de bir yıkımla sonuçlandı. Dahası, son yirmi yılda yapılan Anayasa için harcanan hiçbir sivil emek, böyle bir yıkımı önermedi.

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi iyileştirilebilir” dedi. HAYIR!  CBHS, eğer siyasal sorumluluk ilkesini ve denge-denetim düzenekleri eşliğinde demokratik Anayasanın asgari standartlarını yansıtsa idi, ancak o durumda düzeltilebilir veya onarılabilirdi.

Bu düzeltmeler ötesinde ana sorun, geçen hafta başında TBMM Başkanı, sonunda ise Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) tarafından yapılan konuşmaların ortam ve koşullarına bağlı: Anayasa hamlesi, yaygın ve sistematik hak ihlallerinin zirve yaptığı dönemle örtüştü.

  • Eşitlik hakkından düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne, çalışma hakkından mülkiyet hakkına uzanan geniş bir özgürlükler kategorisi sistematik ve keyfi olarak çiğneniyor.

Antalya Film Festivali yasaklaması, Gezi kararı, Can Atalay dosyası ve Merdan Yanardağ yargılaması, buzdağının görünenleri. Bunlar, Anayasa’dan değil, PBDBY kurgusundan kaynaklanıyor.

Anayasa, yasa ve TBMM İçtüzük hükümlerini uygulamakla yükümlü oldukları halde, sürekli ihlal ettikleri Anayasayı dillerine pelesenk edenlerin, Anayasa biliminin şu yalın gerçeğini kabul etmeleri gerekir:

  • Anayasacılık, özgürlükler hukukudur; özgürlükler ise, hukukun matematiğidir.

Tam tersine, “anayasayı araçsallaştırma” sürecinde kuşatıcı yeni bir dalga ile karşı karşıyayız.

  • Bu büyük ve sinsi oyun, siyaseti de kullanarak “toplumsal doku üzerinde egemenlik” kurmayı amaçlıyor.

Yeni hamle, seçim yolunda bir gündem saptırmasına indirgenemez.

Türkiye toplumu yol ayrımında                                      : 

  • Hukuk ve özgürlük ihlalleri sorumlularının yeniden anayasa hamlesine seyirci mi kalacak,
  • Yoksa iki yüz yıllık fikri-hukuki ve toplumsal mücadelelerin ürünü olan kazanımlarını
    dün-bugün ve yarın çizgisinde sahiplenmek için demokratik Cumhuriyet atılımı yapabilecek mi?