Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF eski dekanı
Genç dostlarımız, “Hocam, hep ileri yaşlardakiler ve yetişkinler için yazıyorsunuz. Biz gençler için de, aşk ve sevgi üzerine insanları aydınlatacak bir yazı yazabilir misiniz?” diye soruyorlar.
Denemeye çalışalım.
Aşk ve sevgi üzerine yazı yazmak; güncelliği hiç eksilmeyen, halk deyimiyle, yediden yetmişe herkesi yakından ilgilendiren çok önemli bir konudur. Üstelik bu konu, ırklardan, dinlerden, ideolojilerden ve siyasal rejimlerden bağımsız olarak her ırkı, her toplumu, kadın-erkek, siyah-beyaz, evli bekar… herkesi ilgilendirir. Çünkü evrenseldir. Kuşakların sürmesi için insanın, hatta tüm canlıların genetik yapısına çivilenmiştir.
İsterseniz Antik Çağ Grek (Yunan) filozofu Platon- Eflatun’la (M.Ö.427 347) başlayalım :
Eflatun diyor ki; biriyle genç, güzel ya da yakışıklı iken tanışmak ve ona aşık olmak ne anlama gelir? Üstelik bu aşk duygusu kalıcı mı, yoksa bir gün biter mi? Peki aşkı sevgiye dönüştürüp kalıcılaştırmak olası mı?
Yine Eflatun’a göre, insan fiziksel beden ve ruh olmak üzere iki varlıktan oluşur. Hatta insanlar, kendi bedenlerine hapsolmuş ruhlardan ibarettir.
Eğer karşı cinsin salt fiziksel bedenine aşıksanız, bu aşk kalıcı olamaz. Fiziksel beden zamanla yaşlanır ve giderek çekiciliğini yitirir. Zaten insanlar yaşlandıkça, biyolojik yasalar da biyolojik aşklara izin vermez.
Tersine, eğer karşı cinsin fiziksel bedeni yerine onun ruhuna, (isterseniz siz bunu kişiliğine- karakterine diye anlayın) aşıksanız, kalıcı aşkı, daha doğrusu tükenmez sevgiyi yakaladınız demektir. Eğer sizin ya da sevdiğinizin karakterinde bir değişme ve bozulma olmazsa sevgi ve saygı kalıcılaşır. Mutluluk sürer.
Fiziksel aşklarda sonal (final) amaç cinselliktir. Halbuki ruhsal ve derinlikli aşklarda cinsellik bir amaç değil salt araçtır. Çünkü kişi karşı cinsin bedenine değil, ruhuna, kişiliğine, yani karakterine aşık olmuştur. Ancak kalıcı sevgi için karakter ya da kişiliğe aşık olmalı ve bu aşk mutlaka iki yanlı olmalıdır. Aksi durumda evlilik bağı yürümez.
Bu arada ayrı bir ayraç açalım: Bir tümcemiz de Tanrı aşkı ya da ilahi aşkla ilgili olsun.
Tanrı ölümsüz ve Tanrısal karakter mükemmel, değişmez ve kalıcı olduğu için, Tanrı aşkının da kalıcı olduğuna inanılır.
Aşk, sevgi ve evlilik konusunda önemli ve çağdaş bir düşünür de ünlü Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’dur (M.S. 1930-2002). Bu düşünüre göre düzgün bir birliktelik ve daha kalıcı ve uzun erimli bir sevgi için ortakların (partnerlerin) şu dört konuda uyum içinde olmaları gerekir :
1- Fiziksel Sermaye (capital phisique).
Fiziksel sermaye, kadın ya da erkek, kişinin biyolojik alımlılığı yani güzelliği ve çekiciliğidir. İnsanlar birbirini fiziksel olarak beğenebilmelidir.
2- Ekonomik Sermaye (capital economique).
Birlikte yaşamak isteyenlerin ekonomik varlıkları ve mesleksel getiri ya da kazançları ortaklaşa aile yaşamı için yeterli ve bu konuda eşlerin karşılıklı düşünbirliği içinde olmalarını gerektirir.
3- Ekin (Kültür) Sermayesi (capital culturelle).
Kültür sermayesi hem insanların din, inanç, töre… gibi geleneksel alışkanlıklarını, hem dünyayı ve insansal değerleri algılama ve uygulamaya aktarma davranışlarını (yaşam paradigmasını) ve hem de başta aldıkları eğitim olmak üzere, kültürel donanım ve birikimlerini anlatır. Ekinsel (Kültürel) sermayeleri uyumsuz olanların birliktelikleri biraz zor yürür.
4- Toplumsal (Sosyal) Sermaye (capital sociale).
Bourdieu’ya göre, kişinin toplumsal sermayesi kişinin karakter yapısıdır. Onun eşi, ailesi, çalışma arkadaşları yani toplumsal çevresi ile iletişime geçerken sergilediği davranış biçimleri ve kişilik özellikleridir, karakteridir. Güvenilirlik, özgecilik, dürüstlük, centilmenlik, mertlik, iyilikseverlik… ya da tersine güvenilmezlik, bencillik, yalancılık, nobranlık, umursamazlık… vb…
Rahmetli, ünlü halk şairimiz Aşık Veysel‘e “Aşk nedir?” diye sorulunca, “Seversin, kavuşamazsın o zaman aşk olur.” demişti. Günümüzde uzaktan sevilen ve kavuşulamayan sevdalara da platonik aşk deniliyor. Bedensel olarak Tanrıya ulaşabilmek olanaklı olmadığına göre, Tanrısal (ilahi) aşkı da platonik saymak gerekir.
Kıssadan hisse :
Biyolojik, fiziksel, bedensel aşkları doyumlu ve geçici; buna karşın, karşılıklı olmak koşuluyla, ruhlara ya da karakterlere olan aşklar ise sevgiye dönüşüp kalıcı olabilir.
Ancak insan insana ilişkilerde, hiçbir konuda hazır fomül ya da reçete yoktur.
Bilgiye, emeğe, özveriye, sabıra ve anlayışa gerek vardır.
Bu nedenle aşkın ya da sevginin hazır formülü ve reçetesi olamaz.
Zaman insanları, paradigmaları, formülleri ve reçeteleri değiştirebilir.
Aşklarınızı ve birlikteliklerinizi uzun erimli ve kalıcı bir sevgiye dönüştürebilmeniz dileğiyle.
***
EN TEHLİKELİ CEHALET HANGİSİDİR?
Hiç tartışmasız, en tehlikeli cehalet her zaman, her devirde ve her yerde dinsel cehalettir. Çünkü, gerçeklere dayanmayan, geçmişteki geleneklere, törelere ve dinsel cehalete dayalı olarak uydurulan gerçek dışı dinsel bilgiler ve kavramlar zamanla dinsel dokunulmazlık kazanarak kurumsallaşır ve dogmalaşır. Gerçek din ise bulanıklaşır ve giderek tanınmaz duruma gelir.
Ayrıca bu din dışı dinsel cehalet ürünleri; çıkarcı dinbazlar, din baronları ve iki yüzlü siyaset adamlarınca rahatlıkla dinsel sömürü aracına da dönüştürülebilir. Cahil bireyler ve cahil halklar da bu çıkarcı tiplere dindar(!) diye inanmaya başlar ve peşlerinden koştururlar.
Sonuç olarak :
Bu vb. madrabazlıklar akıl, bilim, sağduyu ve irfan süzgecinden geçmeden kuşaktan kuşağa aktarılarak yüzyıllarca toplumun başına bela olabilirler. Eğer bir toplumda böyle bir siyasal iktidar varsa, sosyolojik açıdan cehalet iktidar olmuş demektir.
Hani “Bir deli bir kuyuya bir taş atar, fakat kırk akıllı çıkaramaz” derler; tıpkı onun gibi.
Az gelişmiş devletlerin ve özellikle İslam toplumlarının yüzyıllardır yaşamak zorunda kaldıkları kısır döngü tam da budur.