Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

İzmir “Bir TV” programımız : Dünden Bu güne Cumhuriyetimiz..

Dostlar,

Bu gün 13:45 dolayında İzmir’de yayın yapan BİR TV‘nin canlı yayınına katıldık.

Yaklaşık 40 dakika boyunca sayın Ertuğrul Turan‘ın sorularını yanıtladık.

Sayın Turan bize 3 soru yöneltti ve her biri için yaklaşık 13 dk. süreyle (ortalama) hiç sözümüzü kesmeden, büyük incelikle dinledi.

1. Cumhuriyetimiz nasıl kuruldu?

2. İlk Yüzyılda neler yaptık, kazanımlarımız neler oldu?

3. İkinci yüzyılda bizi (Cumhuriyetimizi) bekleyen fırsatlar ve tehditler nelerdir??

Hemen ardından da erişke (link) paylaştılar sağolsunlar.

Bu programı kurgulayan Sn. Ertuğrul Başlevent dostumuza da teşekkür ederiz.

İlk yüzyıl sonu ve 2. yüzyıl başında ülkemize dönük en büyük tehdidin AKP iktidarı olduğu saptamasını yaptık! Ne acı, ne hazin değil mi? Dolayısıyla bu zalım kuşatmayı bir an önce yarmak gerekiyor.

Kurucu Parti CHP’nin, tüm halkımızı YENİDEN KUVAYI MİLLİYE BİLİNCİ İLE ve tez elden ayağa kaldırması gerek. Bir meşru savunma ile, ilk seçimlerde iktidar, Cumhuriyet yıkıcılarından alınmalı!

KORKMA büyük Türk Ulusu!

Türkiye Cumhuriyeti, sonsuza dek payidar kalacaktır (yaşayacaktır) sen örgütlü ve bilinçli, özveri ile sahip çıktığın sürece.

Yaşasın Cumhuriyet!
Yaşasın Cumhuriyet!
Yaşasın Cumhuriyet!

YAŞATACAĞIZ, YAŞATACAĞIZ, YAŞATACAĞIZ!

diye bitirdik.. Halk / Ulus, AKP = RTE iktidarına karşın Cumhuriyetine sahip çıkıyor, çıkacak!

İzlemek için lütfen tıklayınız..

Ya da Face Book’tan izlemek isteyenler için :

https://fb.watch/nUMJYz9OnD/?mibextid=Nif5oz

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile. 25 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Çarşamba iğneleri : 25 Ekim 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

AMERİKANCILIK

İncirlik Üssü’nün boşaltılmasına dönük açıklamalara karşı AKP’li Hulusi Akar, “Boşaltırsak ne olacak? Sonra ‘Neden Yunanistan’a, Dedeağaç’a, Girit’e gitti’ diye eleştiriyorsunuz. Ayrıca bizim ABD ile ilişkilerimiz, anlaşmalarımız var”

Amerikalıdan Amerikacı…

YAŞAR

CHP’li Ankara Yenimahalle Belediyesi, bünyesinde bulundurduğu Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ni Nurcu Yeni Asya grubunun ‘Risale-i Nur Kongresi’ne tahsis etti. Tepkiler başlayınca iptal etti.

Yaşar niye yaşar?..

MİLLİYETÇİ

Sığınmacılara karşı yazan-konuşan-medya mensuplarına operasyonlar devam ediyor.

Gözaltına alınan Seran Kafkas için Ankara Emniyet Md.lüğü “Milliyetçi paylaşımlarda bulunduğu tespit edilmiştir.” raporu verdi.

Ümmettin Emniyeti var, milletin emniyeti nerede?..

ENGELLİ

Ankara’da özel halk otobüsüne binmek isteyen engelli vatandaşı, “İn aşağıya, şimdiye kadar bindiğine say” diyerek almayan şoföre, Büyükşehir Belediyesince ceza işlemi uygulandı.

Kim engelli?..

ANMA

Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü Cumhuriyetin yüzüncü yılına girerken 100. Yılı anma programı düzenledi.

Programın tümünde İmam Hatip Liseleri yer aldı.

A-salak;

Öncesi olmayan şey anılmaz.

İslamiyet’in kabul edilişini değil, cumhuriyetin ilan edilişini kutlayacaksın…

ŞEYHLER

Aydın Koçarlı Milli Eğitim Müdürü, Menzil şeyhine bağlılık yeminini sosyal medyada paylaştı.

Şeyhler, müritler ülkesinin müdürü…

UĞURLAMA

Devlet Bahçeli, “24 saat içinde ateşkes sağlanamazsa Türkiye süratle devreye girmeli. Gazze’yi koruma ve kollama misyonunu üstlenmek bize ecdadımızın mirasıdır…  Devletim istesin, Gazze’deki çocuklara kol kanat germek için yola revan olmazsam namerdim”

Devletim istesin uğurlama töreni yapalım…

ZAM

RTE, 2023’te köprü ve otoyollara zam yapılmayacağını açıklamıştı. 25 Ekim’den geçerli zam yapıldı.

Reis’e selam, aldatmaya devam…

Eskimeye ayarlanmış ürünler

Olaylar ve Görüşler
Cumhuriyet, 20 Ekim 2023

Prof. Dr. ÇAĞATAY GÜLER

Eskimeye ayarlama, bir ürünün yararlı ömrünün ayarlanarak üretilmesidir. Başka bir deyişle bilerek ve isteyerek yapay biçimde düzgün çalışmayı durduracağı, onarılması ya da değiştirilmesinin gerekeceği bir zamanı oluşturmaktır. Malların ya da ürünlerin kasıtlı olarak uzun süre dayanmayacak biçimde tasarlanıp üretildiği durumlara “planlı eskitme”, “erken eskime”, “eskimeye ayarlama”, “eskime tuzağı” denmektedir. Ürün, olması gereken sürede eskimesine, kullanılabilirliğini yitirmesine yönelik bir tür zamanından önce eskimeye “ayarlanır”. Dolayısıyla tüketiciye kurulmuş bir “tuzaktır”.

UZUN ÖMÜRLÜ ÜRÜNE VEDA

Yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve “4. Sanayi Devrimi” ile birlikte hepimiz, “uygun görülen zaman geldiğinde” bozulan, geçerliliğini ya da popülerliğini yitiren elektronik aygıtları güncel tutabilme çevrintisinde yitip gitmemeye çalışıyoruz. Bir düşünün; ülkeler kaç kez elektronik aygıt sistemlerini ve donanımlarını değiştirmek zorunda kaldı? Bu yaşa dek kaç televizyon, kaç kamera, kaç cep telefonu ya da kaç bilgisayar değiştirdik? Sürekli yenilenen teknolojiler sıraya dizilip teker teker sunulmadı mı?

Kimileri ürünlerin çabucak eskimesini ayarlamayı ekonomiyi canlandıran bir yaklaşım olarak savunmaktadır. 1929’daki çöküşe benzer ekonomik krizlerin (bunalımların) önlenmesiyle ilgili olarak ilk kez emlak komisyoncusu Bernard London tarafından bir rapor kaleme alınmıştır. 1932 tarihli bu raporda London, ekonomik çöküşü önlemeye yönelik çeşitli önerilerde bulunmuştur. Bu görüşü savunanlara göre, çabucak eskime ve hızlı yenilenmeden oluşan bir piyasanın, uzun ömürlü ürünlere yavaş yenilendiği piyasalardan daha iyi olduğunu düşünmektedirler.

TÜKETİCİ FARKINDALIĞI

Sonuçta bu yaklaşım, bir büyüme stratejisi olarak görülmeye hatta birçok ürünün piyasa stratejisine en baştan katılmaya başlandı. Erken eskime ayarı, özellikle oluşturdukları karteller olmak üzere uluslararası şirketler sayesinde küresel ekonominin en yaygın yöntemlerinden biri durumuna gelmiştir. Bu yaklaşımlarla ilgili tüketici farkındalığı etkin reklam kampanyaları ile ortadan kaldırıldı. O ürünün yenilenmesiyle ilgili harcamaların tüketici çoğunluğunca göze almalarını sağlayacak teknikler geliştirildi.

Belirli aralıklarla yeni bir ürüne geçmek, sınırlı kaynakların tüketiminde ve atık oluşumunda artış anlamına gelir.

  • Erken eskimeye ayarlanmış ürünler, çevre ve çevre sağlığı açısından doğal kaynakları sömüren, atık yükünü artıran çevre düşmanı bir savurganlık ve sahtecilikten başka bir şey değildir.

Sözgelimi bilgisayar ve öbür elektronik bileşen atıklarının dev boyutlardaki küresel yükünde hızlı teknoloji değişimi ve düşük başlangıç maliyetinin yanı sıra, erken eskime ayarının da çok büyük etkisi olmuştur.

DÖNGÜSEL EKONOMİ

Piyasa başarısı uğruna her yolu geçerli sayan bir üretici için, daha ilk denemede kendini ele veren bir ürün yerine belirlenmiş bir sürede eskimeye ayarlanmış ürün çok “masum” bir yöntem sayılabilmektedir. Kötü niyetli üreticilere çok çekici gelen bu yaklaşım, önemli boyutta olumsuz dışsallık nedenidir.

Hammadde tüketiminin azaltılması ve atıkların yeniden kullanılmasına dayanan döngüsel ekonomi ilkesinin yerleşmediği; çevre sorumluluğunun ve tüketici bilincinin gelişmediği ülkelerde bireyler, eskimeye ayarlanmış ürün tuzağına çok kolay düşmektedir. Kullandığımız aygıtın bakım ve onarım gereksiniminin, nasıl olup da garanti (güvence) süresinin dolmasından hemen sonra ortaya çıktığını ya da elinizdeki aygıtın işlevlerinin yüzde kaçını kullandığınızı düşünmeye başlamanın tam zamanıdır.

Onur Öymen: Yasadışı olmasına karşın İsrail’in yayılması durmaz

Usta diplomat Onur Öymen, yasadışı olmasına karşın işgallerin sürdüğünü söyledi: İsrail’in yayılması durmaz

Emekli büyükelçi Onur Öymen, “İki devletli” çözüme İsrail’in izin vermediğini söyledi. Öymen, “İsrail’in Filistin topraklarıyla sınırlı kalacağını kanıtlayan bir gösterge yok” dedi.

İklim Öngel  

Duayen diplomat Onur Öymen, yasadışı olmasına karşın işgallerin sürdüğünü söyledi: İsrail'in yayılması durmaz

  • “İsrail Batı Şeria, Doğu Kudüs, Gazze, Mısır’da Sina Yarımadası ile Suriye’de Golan Tepeleri’ni işgal etti. BM İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini istedi. Yasadışı kabul edilse de İsrail işgallerini sürdürdü.”
  • Hamas ortadan kalksa bile İsrail’in yayılma hedefi durmaz. İsrail’in hedeflerinin Filistin ile sınırlı kalacağını kanıtlayan bir gösterge yok. Golan Tepeleri’ni geri vermeye niyetli olmadığı da ortada.”

Emekli büyükelçi Onur Öymen, Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.

  • Filistin’de bu saatten sonra iki devletli çözüm ne denli olanaklı?

İki devletli çözüm BM’nin 1947-1948 tarihli ve daha sonraki kararlarında öngörülmüştü. Fakat başta İsrail olmak üzere bazı bölge devletlerinin buna karşı çıkması üzerine bu çözüm yaşama geçirilememiştir. BM 1947’de kabul ettiği 181 sayılı kararı ile Filistin’i Yahudi ve Arap olmak üzere iki devlete bölme kararı verilirken, İngiliz ordusunun geri çekilmesi ile Filistin toprakları üçe ayrılacaktı. Arap devletinin kurulacağı bölüm Batı Celile, Akka, Batı Şeria ile Aşdod’un kuzeyinden, güneyde Refah kentine dek uzanan güney kıyısı ve Mısır sınırı boyunca Sina çölünün bir bölümünü içine alan 11 bin km2’lik bir alandı. İsrail Hayfa’dan Tel Aviv’e dek uzanan kıyı şeridi, Doğu Celile, işgal altındaki Filistin topraklarının kuzeydoğu sınırı ve Necef Çölü’nün çoğunluğunu kapsayan 15 bin km2’lik bir alanda kurulacaktı. Kudüs ve Beytüllahim ile bunlara komşu bölgelerin yer aldığı 3. Bölüm ise uluslararası koruma ile yönetilecekti.

‘ORTAK ZEMİN OLANAKLI DEĞİL’

Ancak BM’nin bu kararı İsrail’in kararın ötesine geçen yayılmacı politikası nedeniyle yaşama geçirilemedi. Hatta İsrail yayılma politikasını ileri götürerek 1967’de Batı Şeria, Doğu Kudüs, Gazze ve Mısır’da Sina Yarımadası ile Suriye’de Golan Tepeleri’ni işgal etti. BM, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini istedi. Uluslararası hukuka göre işgal altındaki topraklarda bulunan tüm Yahudi yerleşimleri yasa dışı kabul edilse de, İsrail işgallerini sürdürmüştür. Bugünkü koşullarda, bölge ile ilgili devletlerin arasında bu konuda ortak bir zemin bulmak bence olanaklı  değildir.

‘GİTMEK ZORUNDA KALDILAR’

  • İsrail’in kurulma sürecini de göz önüne aldığınızda, HAMAS’ın ortadan kalktığı bir senaryoda İsrail’in genişlemesi durur mu?

İsrail’in kuruluş aşaması yeterince değerlendirilmeden bugünkü gelişmeleri anlamak zor. 20. yüzyılın başlarında Filistin’de yaşayan Yahudi nüfusuyla toplam nüfusun küçük bir bölümünden ibaretti. Fakat daha sonra bölgede bir İsrail devleti kurulması amacıyla ile yürütülen siyasal çalışmalar ve mücadeleler sırasında kimi Avrupa ülkelerinden ve Rusya’dan çok sayıda göçmenin İsrail’e yerleştirilmesi politikası çerçevesinde, bölgede yaşayan Filistinliler çeşitli yöntemlerle, kimi kez zorla ve terör tehdidine maruz bırakılarak evlerini ve bölgelerini terk etmek zorunda kalmışlardır. Bugünkü sorunun özünde bu yatar.

‘AKTİF DİPLOMASİ UYGULANMALI’

Şimdiye dek topraklarını terk etmek zorunda kalan Filistinlilerin sayısı 6.4 milyona ulaşmıştır. Yıllardan beri bu Filistinlilerin birçoğu vatansız olarak başka ülkelerde yaşamaktadır. Bu nedenle, bugünkü gelişmeleri göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekir ve İsrail’in genişlemeye yönelik politikalarını bugünkü koşullarda değiştirmesini beklemek gerçekçi değildir. HAMAS ortadan kalksa bile İsrail’in yayılma hedefi durmaz.

  • 7 Ekim Ortadoğu için büyük bir değişimin başlangıcı olabilir mi, adım adım Büyük İsrail, diye adlandırılan hedef mi gerçekleştiriliyor?

Geleceğe yönelik kestirimlerde bulunmak zordur. Çünkü bu yalnızca İsrail’in politikasına bağlı değil. Bölgedeki başka etmenlerin, başka ögelerin, başka devletlerin yaklaşımlarını da dikkate almak gerek. Hatta bugünkü durumla yetinilmesi olasılığı da zayıf. Bugünkü koşullarda, İsrail’in yeni yerleşim bölgeleri kurmak ve daha önce yaptığı gibi şimdi de Gazze’yi kendi etki alanına almak çabaları ortadadır. Bu koşullarda İsrail’in genişleme politikasından vazgeçmesini beklemek bence gerçekçi olmaz.

  • İsrail’in yayılması, Filistin dışında başka ülkelere de uzar mı, böyle bir tehdit öngörüyor musunuz? Ortadoğu’daki ülkelerin haritalarının yeniden çizilme olasılığı var mı?

İsrail’in genişleme hedeflerinin Filistin topraklarıyla sınırlı kalacağını kanıtlayan bir gösterge yok. Suriye toprağı olan Golan Tepeleri’ni geri vermeye niyetli olmadığı da açıkça ortadadır.

‘UZLAŞI GERÇEKÇİ DEĞİL’

  • Bölgede İran’ın durumu ve rolü nedir?

İsrail’in bölgedeki en büyük hasmı İran’dır. İran’ın nükleer silaha sahip bir devlet durumuna gelmesi İsrail’in en büyük endişe kaynağı. Daha önce 1981’de Irak’ın ve 2007’de Suriye’nin inşa etmeye başladıkları nükleer santrallar İsrail Hava Kuvvetleri tarafından imha edilmişti. İran’ın Hizbullah’a ve Hamas’a verdiği destek İsrail için sürekli bir endişe kaynağıdır. İsrail ve İran arasında bir uzlaşma zemini aramak bugünkü koşullarda gerçekçi değildir.

‘KUVVET GÖSTERİSİ’

  • ABD ve Rusya arasındaki rekabet, Ortadoğu’ya nasıl yansıyor?

Amerika ve Rusya arasındaki rekabetin bütün dünyada farklı yansımaları görülmektedir. Ortadoğu’da Amerika’nın ve Rusya’nın farklı stratejik çıkarları vardır. Bu çıkarlar yalnızca İsrail sorunundan kaynaklanmıyor. Aynı zamanda bölgedeki petrol ve doğalgaz kaynaklarının hem Amerika’nın hem de Rusya’nın politikalarını etkileyecek stratejik ögeler olduğu ortada.

  • Peki bölgede ABD’nin amacını nasıl okuyorsunuz?

Amerika, kurulduğundan beri İsrail’i desteklemeyi kendi stratejik çıkarlarının bir gereği olarak saymaktadır. İsrail kurulduktan hemen sonra ABD, İsrail’i tanımıştır ve bölge ile gelişmelerde en haksız olduğu durumlarda bile İsrail’i destekleme politikasını sürdürmüştür. Karşısındaki Filistinlilerin haklı olduğu pek çok konuda onlara destek olmaktan kaçınmıştır. Bu politikanın yakın gelecekte değişeceği olasılığını da pek güçlü görmüyorum.

  • ABD’nin gönderdiği uçak gemileri, düşürülen Türk SİHA’sını da göz önüne alarak değerlendirdiğinizde Türkiye’nin Suriye’deki terör örgütüne yönelik operasyonlarını etkiler mi?

Amerika’nın bölgeye gönderdiği büyük uçak gemileri ve savaş gemileri bir güç gösterisi olarak değerlendirilmelidir. Amerika bu bölgedeki deniz güçlerini çeşitli gerekçelerle böyle güç gösterileri için değerlendirmiştir. Ama bu gemilerin doğrudan doğruya bir bölgesel veya uluslararası çatışmaya taraf olmaları olasılığı bence zayıf. Putin’in son demeçlerine karşın Rusya ile Amerika arasında bölgede bir deniz savaşı olacağı olasılığını de şimdilik gerçekçi görmüyorum.

‘KABUL EDİLEMEZ’

Türk SİHA’sının düşürülmesi hiç kabul edilemeyecek bir durumdur. Bir NATO ülkesinin başka bir NATO ülkesinin insansız hava uçağını düşürmesi gerçekten NATO’nun hiçbir kuralına uymamaktadır ve Türkiye-ABD ilişkilerine de zarar verecek niteliktedir.

  • Türkiye’ye yönelik bir tehdit öngörüyor musunuz?

Bugünkü aşamada Türkiye’ye yönelik doğrudan bir tehdit güçlü olasılık değildir.

Ancak bölgede yaşanacak olumsuz gelişmelerin Türkiye’nin çıkarlarını ve güvenliğini etkilemesi beklenmelidir. Türkiye’nin bölgede ateşkesin sağlanması, barışın ve istikrarın yerleştirilmesi, uluslararası hukukun ve bölgedeki masum insanların yaşamlarının korunması konularında aktif (etkin) bir diplomasi uygulaması doğru olacaktır.

  • Savaşın küresel ölçekte yayılma olasılığı var mı, dünya kutuplaşıyor mu?

Özellikle İran-Irak savaşı, Afganistan’daki gelişmeler, Azerbaycan-Ermenistan savaşı, Gürcistan-Rusya savaşı ve Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi ve Libya’daki gelişmeler savaşın fiilen bu bölgelere dayanmış olduğunu göstermektedir.

‘DÜNYA ÇOK KUTUPLU’

Bunun başlıca nedeni de ilgili devletlerin uluslararası ilişkilerin temel kuralları olan karşılıklı bağımsızlığa, egemenliğe ve toprak bütünlüğüne saygı gösterme gereğini çoğu zaman göz ardı etmeleridir. Aslında Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra tek kutuplu dünya fikrini savunan yazarlar ve düşünürler çıkmıştı. Fakat daha sonrasında yaşanan gelişmeler bunun doğru olmadığını bize gösterdi. Şimdi Çin’in de uluslararası ilişkilerde etkili bir aktör olarak ortaya çıkması ile çok kutuplu dünya düzeninden sözedenler çoğalmıştır.

‘BARIŞ VE İSTİKRAR ÇOK UZAK’

  • Türkiye böyle bir ortamda nasıl bir politika izlemeli?

Türkiye yüz yıldan beri bölgede barış, istikrar ve karşılıklı işbirliği, ortak güvenlik gibi kavramları savunan bir ülke olmuştur. Avrupa’da ve bölgede bu denli üzün süre barış içinde yaşayan ender ülkelerden biridir. Kırımın (Katliamın) şiddetle ve kayıtsız şartsız (bağsız koşulsuz) tüm dünya ülkelerince kınanması gereklidir.

‘FALANGE, 2 BİN FİLİSTİNLİYİ ÖLDÜRDÜ’

Filistinlilerin veya İsraillilerin arasında yaşanan bu kıyım (katliam) ilk değildir ve sonuncusu olması da ne yazık ki beklenmemektedir. Örneğin 1982’de Lübnan Falajinstleri, İsrail’in koruması altındaki kamplarda 2 gün süren kırımla kadın ve çocuk ayırmadan 2 binden çok Filistinli müteciyi katletmiştir. İsrail hükümetinin kurduğu bir komisyon, İsrail askerlerinin kırımı durdurmak için hiç çaba göstermediklerini belirtti ve İsrail’in bu kıyımdan dolayı kusurlu olduğunu açıkladı. Buna benzer masum insanların yaşamına mal olan çok sayıda saldırı gerek İsrail gerek Filistin örgütlerince düzenlenmiştir.

‘TEPKİLER SONUÇ VERMEDİ’

İsrail ile Filistin arasında zaman zaman yapılan uzlaşma girişimlerine karşın, sonuçta şiddet iki ülke arasındaki ilişkilerde belirleyici konumda oldu. Bu katliamlar üzerine uluslararası toplumun gösterdiği tepkiler de ne yazık ki sonuç verici olmadı. Bu karşılıklı kırımar (katliamlar)sorunu büsbütün çözümsüz duruma getirmiştir. Filistin’in uzun süreden beri Batı Şeria ve Gazze olarak ikiye bölünmüş olması ortak bir Filistin yaklaşımının oluşturulmasını da güçleştirmektedir. İşgal edilen toprakların İsrail tarafından Filistin’e geri verilmemesi de uzlaşma yollarını tıkamaktadır.

ŞARM EL ŞEYH ZİRVESİ

Yapılan uluslararası zirve (doruk) toplantıları da beklenen sonuçları vermemiştir. Bunun en belirgin örneklerinden biri de 1996’da İsrail’de yapılan çeşitli eylemler sonucunda 72 İsraillinin öldürülmesi üzerine dönemin ABD Başkanı Clinton’ın girişimi ile Mısır’ın Şarm el Şeyh kentinde bir dünya doruğu (zirvesi) düzenlenmesiydi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de katıldığı bu doruk beklenen olumlu sonucu vermemişti. Hatta Suriye ve Lübnan gibi ülkeler bu toplantıyı boykot etmişlerdi. Ne yazık ki İsrail ile HAMAS arasında yaşanan son saldırılar bölgede barışı tehdit eden ve çok sayıda masum insanın yaşamına mal olan kimi devletlerin egemenlik haklarının fiilen ortadan kaldırılmasına yol açan olaylarla birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’nin çevresindeki bölgenin uzunca bir süre daha barıştan ve istikrardan yoksun kalacağını göstermektedir.
==============================
EMEKLİ BÜYÜKELÇİ ONUR ÖYMEN KİMDİR?

1940’ta İstanbul’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde tamamladı. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. 1964’te Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Bakanlığın Kıbrıs’tan sorumlu şube müdürlüğü görevinde bulundu. 1988’de Kopenhag büyükelçisi, 1990’da Bonn büyükelçisi, 1995’te Dışişleri Bakanlığı müsteşarı, 1997’de NATO sürekli (daimi) temsilcisi olarak görev yaptı. 2002’de İstanbul milletvekili seçildi ve CHP genel başkan yardımcılığı görevine getirildi. Öymen, ‘Arka Plan: Teröre Yön Verenler’ adlı kitabında Ortadoğu’ya ayrıntılı biçimde dikkat çekmektedir.

Askeri Darbeden yararlanarak Askere Darbe Yapmak

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

AKP 2002 yılında iktidara geldikten sonra öncelikli olarak  “askeri vesayeti ortadan kaldırmak” bahanesi ile sistemli ve planlı bir bçimde TSK’nın gücünü ve saygınlığını azaltan çeşitli önlemler almıştır. Bu kapsamda AKP, FETÖ’nün askerlere karşı kumpas (tuzak) davalarında “savcı” rolünü üstlenmiş; Atatürkçü, birikimli subay, general ve amirallerin tasfiye edilmesine neden olmuş, atama ve yükselmelerde FETÖ yanlılarını kayırarak 15 Temmuz’un yolunu açmıştır.

15 Temmuz hain darbe girişimini fırsata çevrilerek TSK’yı zayıflatıcı önlemler “yeni bir darbe” paranoyası ile hızlanmış ve yoğunlaşmıştır. AKP iktidarında TSK’nın gücünü ve saygınlığını azaltıcı önlemler aşağıda topluca sıralanmaktadır:

  • İç Hizmet Kanunun 35. maddesi değiştirilerek TSK’nın “Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama görevine” son verilmiş;
  • Deneyimli, birikimli Atatürkçü general/amiral ve subaylar tuzak (kumpas) davalarla dışlanmış (tasfiye edilmiş), yerlerine FETÖ’cüler atanmış;
  • 28 Şubat davası ve Montrö Bildirisi yayınlayan emekli amirallere açılan soruşturma ile emekli general/amiraller nezdinde (katında) TSK’nın saygınlığı zayıflatılmak istenmiş;
  • Harekat planları ve Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın çok gizli bilgileri ortaya dökülmüş;
  • Ankara’da Zırhlı Tümen’in nizamiyesi çöp kamyonları ile tıkanmış;
  • Ankara’daki kışlalar boşaltılmış;
  • Anayasaya aykırı yeni üst düzey komuta yapısını kalıcı hale getirmeyi amaçlayan “Ay Yıldız Projesi” başlatılmış;
  • TSK’nın komutanı olan Genelkurmay Başkanı terör örgütü başı olmaktan hapse atılarak cezalandırılmış;
  • Askeri liseler ve astsubay hazırlama okulları kapatılmış;
  • Harp okulları, harp akademileri ve astsubay meslek yüksekokulları Kuvvetlerinin kuruluşundan çıkartılarak Milli Savunma Üniversitesi’ne (MSÜ) bağlanmış,
  • Subay ve astsubay adaylarının temel askerlik eğitimi ve anlayışı kazandırma kurslarının kapsamından “Atatürk ilke ve devrimleri” çıkartılmış;
  • Harp okulları giriş yönetmeliği değiştirilerek tarikatlara Harbiye kapıları açılmış,
  • Harp Skademileri MSÜ’ye bağlı Enstitü durumuna getirilerek kurmay subay eğitiminin düzeyi düşürülmüş,
  • 2016’da mezun olacak Harbiyeli öğrenciler, “cezanın kişiselliği ilkesine” aykırı olarak toptan atılmış, Milli güvenlik kurulu (MGK) ve MGK Genel Sekreterliğinin işlevi zayıflatılmış,
  • Milli Güvenlik Akademisi (MGA) kapatılmış,
  • Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Genelkurmay Başkanı, üniforma ve askeri helikopterle olası aday Abdullah Gül’ün evine gönderilerek siyasal bir eylem yaptırılmış;
  • Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne bağlı eğitim hastaneleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi ile asker hastaneleri, dispanser vb. sağlık hizmet birimleri ile Jandarma Genel Komutanlığına ait sağlık kuruluşları Sağlık Bakanlığına devredilerek askeri sağlık sistemi kaldırılmış;
  • Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Genelkurmay’dan alınarak Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne bağlanmış;
  • TSK Sağlık Komutanlığı lağvedilmiş;
  • Kuvvet komutanlıkları anayasaya aykırı olarak Milli Savunma Bakanı’na bağlanmış, Genelkurmay Başkanlığı dışlanmış, üst düzey komuta sistemi karmaşık duruma getirilmiş;
  • Milli Savunma Bakanlığı’ndaki müsteşar, yardımcıları ve daire başkanları dahil kimi TSK kadrolarına General/amiral ve subayların yerine siviller atanmış, bu sivillere bulundukları kadrodaki subay, general/amiral statüsü verilmiş;
  • Genelkurmay ve Kuvvet karargâhları etkisizleştirilmiş;
  • Jandarma TSK’dan ayrılmış;
  • Yüksek Askeri Şura (YAŞ) sivilleştirilerek Orduya siyaset sokulmuş;
  • Genelkurmay Başkanı devlet protokolünde Diyanet İşleri Başkanı’ndan sonraya getirilmiş;
  • Garnizon komutanları protokolden çıkartılmış;
  • Ulusal bayramlardaki görkemli geçit törenleri iptal edilmiş;
  • 2014 yerel seçimleri öncesinde askerlik yasası değişikliği ile zorunlu askerlik süresi kısaltılarak ve bedelli askerlik kalıcı duruma getirilerek adaletsizlik ve eğitim zayıflığı yaratılmış;
  • Orduya türban sokularak üniforma, birlik-beraberlik, disiplin anlayışı zedelenmiş;
  • EMASYA protokolü iptal edilerek askerin güvenlik güçlerine yardımda ve afetlerde görev alması engellenmiş;
  • Genelkurmay’a elektronik istihbarat sağlayan GES komutanlığı MİT’e devredilmiş,
  • Anayasa değişikliği ile askeri adalet sistemi kaldırılarak disiplin zayıflığı yaratılmış;
  • Tank palet fabrikası özelleştirilmiş;
  • MKEK’nin özelleştirme girişimi başlatılmış;
  • Takkeli-cüppeli tarikat mensubu amiral korunmuş;
  • TSK’da laiklik ilkesine aykırı, olarak her düzeyde din hizmetleri örgütü kurulmuştur.

Yapılan bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde “yeni darbe girişimlerinin önlenmesi” veya “askerin sivil siyasetçe denetimi” amaçlarını çok aştığı ve ABD’nin bölgedeki planlarının önünde en önemli engel olarak gördüğü TSK’nin etkisiz hale getirilmesini amaçlayan uzun vadeli bir planın parçası olduğu açıkça görülmektedir.

  • “Devletin ordusu” “AKP ordusuna” dönüştürülmeye çalışılmıştır.. 

Bunların önemli bir bölümünün karşı devrimci, şeriatçı SADAT’ın projeleri olduğu ve 15 Temmuz’dan sonra gerçekleştirildiği Cumhurbaşkanı’na başdanışmanlık yapan SADAT’ın kurucusu tarafından itiraf edilmiştir. Bu itiraf SADAT-FETÖ (dolayısıyla ABD) işbirliğinin kanıtıdır.

  • AKP FETÖ’nün TSK ile ilgili tasarımlarını gerçekleştirmiştir.

Bütün bunlar yapılırken Harbiye mezunu Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanları tepkisiz kalmışlardır. Başkomutan olduğunu iddia eden Cumhurbaşkanı, komutanlığın gereğini yapmamıştır.

Ümit Özdağ, TSK’ya karşı psikolojik harbi de içeren fakat ondan daha kapsamlı olan bir “enformasyon savaşı” yapıldığını, bu savaşın hedefinin de Türk milleti ile Türk ordusu arasındaki sarsılmaz bağı tahrip etmek olduğunu yazmıştır.[1] TSK’ya vurulan yukarıdaki darbeler Özdağ’ı doğrular niteliktedir.

Askeri sağlık sisteminin kaldırılması ile ilgili yazımız daha önce bu sitede yayınlanmıştı (http://ahmetsaltik.net/2023/08/12/askeri-saglik-sisteminin-kaldirilmasi/).
Öbür önlemlerin TSK’ya etkileri sonraki yazlarımızda incelenecektir.

0Bu değişikliklerin önemli bir bölümü hain darbe girişiminden iki hafta sonra (31 Temmuz’da) OHAL kapsamında çıkartılan 669 sayılı Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile yapılmıştır

126 maddelik, birçok Bakanlığı ilgilendiren, ayrıntılı önlemleri içeren KHK nın 15 günde hazırlanamayacağı Ankara bürokrasisinde çalışan herkes tarafından bilİnmektedir.

  • 669 sayılı KHK’nın önceden hazırlandığı ve darbe girişiminin ardından yayınlandığı anlaşılmaktadır.  

Bu yapılanların sonucunda dışarıda üniformalı askerler artık görünmez olmuştur.

70’li, yıllarda dışarıda üniforma ile gururla dolaşan bir subay olarak, bugün dışarıda üniformalı subay görememek üzücüdür. Ancak savaşta yenilmiş bir ordunun askerleri üniformaları ile gururla dışarıda dolaşamazlar.

Daha önce yapılan en güvenilir kurum anketlerinde TSK büyük farkla ilk sırada yer alırdı. Bu yapılanlardan sonra bu konumu değişmiştir.

Yukarıdaki önlemler ancak savaşta yenilmiş bir Orduya galip (yengin) devletlerce yapılabilecek şeylerdir. Sevr Andlaşmasında da Ordunun etkisiz duruma getirilmesi ve askeri okulların kapatılmasına ilişkşin kurallar vardı. Kumpas (tuzak) davalarda yarım kalan Orduyu etkisizleştirme girişimi 15 Temmuz bahanesi ile tamamlanmak istenmiştir. Şu soruların sorulması gerekir:

  1. Bir iktidar kendi Ordusunu niçin zayıflatmak ister?
  2. Bu kimin işine yarar?

Hukuksal açıdan bakıldığında, bu düzenlemelerin önemli bir kesiminin OHAL Kararnamesi ile yapılması hukuka aykırıdır. OHAL kararnameleri olağanüstü durumun gerekleri kapsamını aşamaz ve olağanüstü durumu gerektiren ortamın düzeltilmesi amacıyla çıkartılabilir. Etkileri olağanüstü halin süresi bitmesiyle sürecek kalıcı düzenlemeler KHK ile değil, yasayla yapılabiilir. Bu konuda Anayasa Mahkemesi kararları (K.1991/1 ve K.1991/20) bağlayıcıdır.

AKP’nin çok önemsediği II. Abdulhamit de darbe paranoyası (kuşkusu) ile Donanmayı Haliç’te çürütmüş, Orduda atışlı eğitimleri yasaklamış, Harbiye öğrencilerine tahta tüfekle eğitim yaptırmıştı. Bunların sonucunda Osmanlı Ordusu Balkan Savaşında, yeni kurulmuş Balkan devletleri karşısında ağır yenilgi yaşamış ve önemli topraklar yitirmiştir.

Devletin temel yapısında ve işleyişinde uzun süreli etkiler yapacak ulusun güvenliği ile ilgili söz konusu değişikliklerin kamuoyunda tartışmadan, OHAL ortamından yararlanarak ivedilike yapılması demokratik devlet ilkesi ile de bağdaşmamaktadır.

“Gelişmiş demokratik ülkelerde sivil-asker ilişkileri böyle, bizde de böyle olsun” demek yanlıştır. O ülkelerin jeopolitik konumları, tehdit algılamaları, tarihleri, toplumsal, siyasal ve askeri kültürleri bizden çok farklıdır. Demokrasimizin önemli yapısal sorunları dururken, demokrasi önündeki tek engel olarak askeri göstermek büyük haksızlıktır. Böyle düşünenler önce kendi demokrasi anlayışlarını gözden geçirmelidirler.

Önceden hazırlanmış olan bu denli köklü önlemlerin darbe girişiminden 15 gün geçmeden acele ile yürürlüğe sokulması, bunların darbecilere duyulan öfkenin etkisi altına ve ileride nelere mal olacağı düşünülmeden ilan edildiğini göstermektedir. Devlet, duygularının etkisi altında tepkisel kararlar vermez; akla-bilime, deneyime ve uzmanlığa dayalı karar verir. Unutulmamalıdır ki, bugünün kimi sorunları dünün çözümleridir. Bugün çözüm gibi görülen düzenlemelerin ileride büyük ulusal güvenlik sorunlarına yol açacağı kesindir. Tarih bize bu coğrafyada yaşamda kalmanın güçlü bir Ordu ile olanaklı olabileceğini göstermiştir.

TSK’ya vurulan ve yukarıda sıralanan darbeler çevremizdeki güvenlik ortamının dengesiz olduğu, bölücü terörün sürdüğü, TSK’nın Afganistan’dan Libya’ya, Kosova’dan Suriye’ye ve Irak’a dek geniş bir coğrafyada görev yaptığı bir dönemde yapılmıştır. Buna karşın TSK, aldığı görevleri üstün başarı ile yerine getirebiliyorsa bu başarılar;

  • Kuruluşundan gelen Ordu-Millet bütünleşmesi;
  • 2000 yıllık birikimden gelen yüksek disiplin ve görev anlayışı ve karşılıklı güven duygusu;
  • Askerlik mesleğinin değerlerine bağlılık;
  • Kışlaya siyaset sokulmaması;
  • Atatürk ilke ve devrimlerine geleneksel bağlılık gibi özellikler sayesinde kazanılmaktadır.

Ancak yukarıda belirtilen düzenlemelerin uzun erimde TSK’nın bu özelliklerine de zarar vereceği kesindir. Söz konusu önlemlerin derhal kaldırılması ve TSK’nın 2002 öncesindeki durumuna getirilmesi, yaşamsal bir ulusal güvenlik sorunudur.

[1] Ümit Özdağ. Kendi Ülkesinde Kuşatılan Ordu Türk Silahlı Kuvvetleri,
Kripto yayınları, İstanbul, 2013 s. 23

ADD Polatlı Şubesi Konferansımız

Dostlar,

21 Ekim 20223 günü ADD Polatlı Şubesinin çağrılı konuşmacısı idik.
Şube Başkanımız Sayın Hatice Hatipoğlu, öteden beri planlıyordu bir konferansı. Cumhuriyetimizin 100. yılına denk düştü.

Konumuz, aşağıdaki görselde de görüldüğü üzere

  • CUMHURİYETİMİZİN 100. YILI” idi.

İlçe Halk Kütüphanesi salonunda, yansılar eşliğinde 2 saat süren bir sunumumuz oldu. Bu amaçla 9 saat hazırlık yaparak 69 yansı hazırlamıştık. İzleyiciler de sabır ve coşku ile, bizi 2 saat boyunca izlediler sağolsunlar.

Yansıları incelemek için lütfen tıklayınız.
Paylaşılmasını, tartışılmasını ve gereklerinin yapılmasını dileriz.
Çok ilginç ve çok üzücü olan, AKP=RTE hükümetinin Türkiye Cumhuriyetimizin 100. yılı gibi çok özel bir yıldönümünü umursamaz davranması, görmezden gelmesi ve ilgisiz kimi girişimlerle yasak savar ve çarpıtır tutumları.

Dolayısıyla Ulusumuz / Halkımız, bir anlamda açıkça hükümete karşın Cumhuriyetinin 100. yılını kutlamakta var gücüyle.

ADD Polatlı konf. Cumhuriyetimizin 100. Yılı, Ahmet Saltık, 21.10.23

Toplantıya emek verenlere ve onurlandırarak bizi çağıranlara şükranlarımızı sunarız.
Konferans facebook üzerinden eşzamanlı canlı yayınlandı.
Erişke(link) bize ulaştığında buraya ekleyeceğiz.

  • YAŞASIN CUMHURİYET!
  • YAŞASIN CUMHURİYET!
  • YAŞASIN CUMHURİYET!

diye coşku ile hep birlikte ayakta haykırdık ve kararlılığımızı vurgulayarak bitirdik :

  • YAŞATACAĞIZ!
  • YAŞATACAĞIZ!
  • YAŞATACAĞIZ!…

Sevgi ve saygı ile. 23 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
ADD Bilim Kurulu Başkan V.
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

İsrail-Filistin sorunu

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

23 Ekim 2023, Cumhuriyet

Laiklik karşıtı, köktendinci, şeriatçı terör örgütü Hamas’ın, İsrail’e ve bini aşkın İsrailli sivil vatandaşa yönelik terör saldırısı, İsrail hükümetinin Gazze’deki Filistinli sivillere yönelik devlet terörüyle sonuçlandı. İsrail’in bu saldırıları sonucunda Gazze’de binlerce sivil Filistinli yaşamını yitirdi.

Önce Hamas’ın, arkasından İsrail’deki sağ görüşlü Binyamin Netanyahu hükümetinin gerçekleştirdiği katliamların, İsrail ile Filistin arasındaki olası bir barışı neredeyse olanaksız kıldığı açıktır. Hem Filistin’de hem de İsrail’de bu katliamları gerçekleştiren tarafların, İsrail ile Filistin arasında bir barışın ve uzlaşmanın gerçekleşmesini istemedikleri açıktır.
***
İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmesine karşı mücadeleyi başlatan ilk örgütlerden birisi Filistin Kurtuluş Örgütü ve El-Fetih adlı siyasal partidir.
FKÖ ve El-Fetih laiklik ilkesini benimsemiş bir örgütlenmeydi.

1980’lerin sonunda, Mısır’daki laiklik karşıtı, köktendinci, şeriatçı örgüt Müslüman Kardeşlerin Filistin’deki bir uzantısı olarak, Hamas adlı örgüt kuruldu. Bu örgüt 1990’lı yıllarda birçok İsrail vatandaşına ve sivillere yönelik terör saldırıları düzenledi. Tel Aviv’de ve Kudüs’te yolcu otobüslerine yönelik intihar saldırıları bunlara ilişkin örneklerdi.

Hamas zaman zaman terör saldırılarına ara vermiş olsa da ve siyasal bir parti olduğunu iddia etse de, gerçeğin böyle olmadığı, 7 Ekim 2023 tarihindeki terör saldırılarıyla bir kere daha kanıtlandı. Hamas teröristleri, İsrail sınırları içinde, gençlerin katıldığı bir müzik festivalini ve çeşitli sivil yerleşim birimlerini bastılar ve kadın, erkek, çocuk, yaşlı ayrımı yapmadan, bini aşkın İsrailliyi katlettiler. Bu İsrail’in tarihinde, İsraillilere yönelik gerçekleşen en büyük terör saldırısı oldu.

İsrail hükümeti bunun üzerine, kendisini bir terör saldırısına karşı savunma gerekçesiyle Gazze’yi havadan bombaladı ve binlerce Filistinli sivilin ölümüne neden oldu. Bu saldırılarda yüzlerce çocuk, kadın ve yaşlı da yaşamını yitirdi.

Dünyada birçok medya organı, yaşanan olayların nesnel bir biçimde aktarılması konusunda büyük ölçüde sınıfta kaldı. ABD gibi ülkelerde medya İsraillilerin mağduriyetine odaklandı, Filistinlilerin mağduriyetine asgari düzeyde yer verdi. Türkiye gibi ülkelerde medya Filistinlilerin mağduriyetine odaklandı, Hamas’ın terör eylemlerini neredeyse görmezden geldi. Bu durum, ABD ve Türkiye gibi ülkelerde hükümetlerin ve siyasal partilerin, kamu hizmeti vermesi gereken medyayı, nasıl kontrol ettiklerini bir kez daha gösterdi.
***
İsrail’de ve Filistin’de daha çok Filistinlinin ve İsraillinin yaşamını yitirmemesi için bir an önce ateşkesin sağlanması gerekmektedir. Ancak esas olan kalıcı bir çözümdür.

İsrail ve Filistin arasındaki sorunun kalıcı olarak çözülmesi ve barışın sağlanması için, bir yandan, Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen İsrail’in meşru sınırlarının ve İsrail’in bir devlet olarak var olma hakkının, Hamas ve İran tarafından tanınması; Filistin’in resmi ve meşru yönetiminin ve El-Fetih partisinin bu yönde daha fazla çaba harcaması; bir yandan da, İsrail’in, işgal ettiği Filistin topraklarından, yani Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ten ve işgal ettiği Suriye topraklarından, yani Golan tepelerinden çekilmesi ve bağımsız Filistin devletini tanıması gerekmektedir.

Bunların gerçekleşebilmesi için Filistin’in Hamas’tan, İsrail’in de Netanyahu hükümetinden kurtulması gerekmektedir.

İsrail’in ve Filistin’in bu kısır döngüden çıkmasını ancak, halk kitlelerinin ulaşabileceği bir bilinç düzeyi sağlayabilir. Aksi halde cehalet, dünyanın her yerinde olduğu gibi, İsrail’de ve Filistin’de de barışı tutsak alır.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

AŞK ve SEVGİ İKİLEMİ ile CEHALET ÜZERİNE NOTLAR…

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF eski dekanı

Genç dostlarımız, “Hocam, hep ileri yaşlardakiler ve yetişkinler için yazıyorsunuz. Biz gençler için de, aşk ve sevgi üzerine insanları aydınlatacak bir yazı yazabilir misiniz?” diye soruyorlar.

Denemeye çalışalım.

Aşk ve sevgi üzerine yazı yazmak; güncelliği hiç eksilmeyen, halk deyimiyle, yediden yetmişe herkesi yakından ilgilendiren çok önemli bir konudur. Üstelik bu konu, ırklardan, dinlerden, ideolojilerden ve siyasal rejimlerden bağımsız olarak her ırkı, her toplumu, kadın-erkek, siyah-beyaz, evli bekar… herkesi ilgilendirir. Çünkü evrenseldir. Kuşakların sürmesi için insanın, hatta tüm canlıların genetik yapısına çivilenmiştir.

İsterseniz Antik Çağ Grek (Yunan) filozofu Platon- Eflatun’la (M.Ö.427 347) başlayalım :

Eflatun diyor ki; biriyle genç, güzel ya da yakışıklı iken tanışmak ve ona aşık olmak ne anlama gelir? Üstelik bu aşk duygusu kalıcı mı, yoksa bir gün biter mi? Peki aşkı sevgiye dönüştürüp kalıcılaştırmak olası mı?

Yine Eflatun’a göre, insan fiziksel beden ve ruh olmak üzere iki varlıktan oluşur. Hatta insanlar, kendi bedenlerine hapsolmuş ruhlardan ibarettir.
Eğer karşı cinsin salt fiziksel bedenine aşıksanız, bu aşk kalıcı olamaz. Fiziksel beden zamanla yaşlanır ve giderek çekiciliğini yitirir. Zaten insanlar yaşlandıkça, biyolojik yasalar da biyolojik aşklara izin vermez.

Tersine, eğer karşı cinsin fiziksel bedeni yerine onun ruhuna, (isterseniz siz bunu kişiliğine- karakterine diye anlayın) aşıksanız, kalıcı aşkı, daha doğrusu tükenmez sevgiyi yakaladınız demektir. Eğer sizin ya da sevdiğinizin karakterinde bir değişme ve bozulma olmazsa sevgi ve saygı kalıcılaşır. Mutluluk sürer.

Fiziksel aşklarda sonal (final) amaç cinselliktir. Halbuki ruhsal ve derinlikli aşklarda cinsellik bir amaç değil salt araçtır. Çünkü kişi karşı cinsin bedenine değil, ruhuna, kişiliğine, yani karakterine aşık olmuştur. Ancak kalıcı sevgi için karakter ya da kişiliğe aşık olmalı ve bu aşk mutlaka iki yanlı olmalıdır. Aksi durumda evlilik bağı yürümez.

Bu arada ayrı bir ayraç açalım: Bir tümcemiz de Tanrı aşkı ya da ilahi aşkla ilgili olsun.
Tanrı ölümsüz ve Tanrısal karakter mükemmel, değişmez ve kalıcı olduğu için, Tanrı aşkının da kalıcı olduğuna inanılır.

Aşk, sevgi ve evlilik konusunda önemli ve çağdaş bir düşünür de ünlü Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’dur (M.S. 1930-2002). Bu düşünüre göre düzgün bir birliktelik ve daha kalıcı ve uzun erimli bir sevgi için ortakların (partnerlerin) şu dört konuda uyum içinde olmaları gerekir :

1- Fiziksel Sermaye (capital phisique).

Fiziksel sermaye, kadın ya da erkek, kişinin biyolojik alımlılığı yani güzelliği ve çekiciliğidir. İnsanlar birbirini fiziksel olarak beğenebilmelidir.

2- Ekonomik Sermaye (capital economique).

Birlikte yaşamak isteyenlerin ekonomik varlıkları ve mesleksel getiri ya da kazançları ortaklaşa aile yaşamı için yeterli ve bu konuda eşlerin karşılıklı düşünbirliği içinde olmalarını gerektirir.

3- Ekin (Kültür) Sermayesi (capital culturelle).

Kültür sermayesi hem insanların din, inanç, töre… gibi geleneksel alışkanlıklarını, hem dünyayı ve insansal değerleri algılama ve uygulamaya aktarma davranışlarını (yaşam paradigmasını) ve hem de başta aldıkları eğitim olmak üzere, kültürel donanım ve birikimlerini anlatır. Ekinsel (Kültürel) sermayeleri uyumsuz olanların birliktelikleri biraz zor yürür.

4- Toplumsal (Sosyal) Sermaye (capital sociale).

Bourdieu’ya göre, kişinin toplumsal sermayesi kişinin karakter yapısıdır. Onun eşi, ailesi, çalışma arkadaşları yani toplumsal çevresi ile iletişime geçerken sergilediği davranış biçimleri ve kişilik özellikleridir, karakteridir. Güvenilirlik, özgecilik, dürüstlük, centilmenlik, mertlik, iyilikseverlik… ya da tersine güvenilmezlik, bencillik, yalancılık, nobranlık, umursamazlık… vb…

Rahmetli, ünlü halk şairimiz Aşık Veysel‘e “Aşk nedir?” diye sorulunca, “Seversin, kavuşamazsın o zaman aşk olur.” demişti. Günümüzde uzaktan sevilen ve kavuşulamayan sevdalara da platonik aşk deniliyor. Bedensel olarak Tanrıya ulaşabilmek olanaklı olmadığına göre, Tanrısal (ilahi) aşkı da platonik saymak gerekir.

Kıssadan hisse                :
Biyolojik, fiziksel, bedensel aşkları doyumlu ve geçici; buna karşın, karşılıklı olmak koşuluyla, ruhlara ya da karakterlere olan aşklar ise sevgiye dönüşüp kalıcı olabilir.
Ancak insan insana ilişkilerde, hiçbir konuda hazır fomül ya da reçete yoktur.
Bilgiye, emeğe, özveriye, sabıra ve anlayışa gerek vardır.
Bu nedenle aşkın ya da sevginin hazır formülü ve reçetesi olamaz.
Zaman insanları, paradigmaları, formülleri ve reçeteleri değiştirebilir.
Aşklarınızı ve birlikteliklerinizi uzun erimli ve kalıcı bir sevgiye dönüştürebilmeniz dileğiyle.
***

EN TEHLİKELİ CEHALET HANGİSİDİR?

Hiç tartışmasız, en tehlikeli cehalet her zaman, her devirde ve her yerde dinsel cehalettir. Çünkü, gerçeklere dayanmayan, geçmişteki geleneklere, törelere ve dinsel cehalete dayalı olarak uydurulan gerçek dışı dinsel bilgiler ve kavramlar zamanla dinsel dokunulmazlık kazanarak kurumsallaşır ve dogmalaşır. Gerçek din ise bulanıklaşır ve giderek tanınmaz duruma gelir.
Ayrıca bu din dışı dinsel cehalet ürünleri; çıkarcı dinbazlar, din baronları ve iki yüzlü siyaset adamlarınca rahatlıkla dinsel sömürü aracına da dönüştürülebilir. Cahil bireyler ve cahil halklar da bu çıkarcı tiplere dindar(!) diye inanmaya başlar ve peşlerinden koştururlar.

Sonuç olarak              :
Bu vb. madrabazlıklar akıl, bilim, sağduyu ve irfan süzgecinden geçmeden kuşaktan kuşağa aktarılarak yüzyıllarca toplumun başına bela olabilirler. Eğer bir toplumda böyle bir siyasal iktidar varsa, sosyolojik açıdan cehalet iktidar olmuş demektir.
Hani “Bir deli bir kuyuya bir taş atar, fakat kırk akıllı çıkaramaz” derler; tıpkı onun gibi.

Az gelişmiş devletlerin ve özellikle İslam toplumlarının yüzyıllardır yaşamak zorunda kaldıkları kısır döngü tam da budur.

ADD’den basın açıklaması : Ankara Milli Eğitim Müdürlüğünün Sözde Cumhuriyet Anması

BASINA ve KAMUOYUNA :

Ankara Valiliği İl Milli (!) Eğitim Müdürlüğü Cumhuriyet’in 100. yılı (nedense kutlama değil) anma programı düzenlemiş.

23 Ekim 2023 günü saat 10.00’da başlayacak, 1. maddesi Açılış, 10. maddesi “Kapanış”, 11. maddesi de “Sergi” olan programda Cumhuriyetimiz’in anlamı, değeri, nitelikleri, kazanımları, kurucuları ve ne kanlı boğuşmalar, ne olanaksız savaşlar kazanılarak, ne güçlükler, ne ihanetler, ne isyanlar aşılarak kurulduğu ile ilgili tek madde bulunmuyor.

Herhalde Büyük Atatürk 10. Yıl Nutku’nu

Türk Milleti,

Ebediyete alıp giden her on senede bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

Ne mutlu Türk’üm diyene!”

seslenişiyle bitirirken, 90 yıl sonra, hem de bir Cumhuriyet kurumunun, “bu büyük millet bayramını” -kutlamaya da gerek görmeyip- böyle anacağını aklının ucundan bile geçirmemiştir.

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak, adı “Milli Eğitim” olan bir kurumun Cumhuriyet’in 100. yılını bu programla “anma”sının, Atatürk’ü, Ulusal Bağımsızlık Savaşımız’ı ve Laik Cumhuriyetimiz’i hiç anlamamış olduğunu gösterdiğini düşünüyor, kabul edilemez buluyor, esefle kınıyoruz.

Saygılarımızla. 20 Ekim 2023

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
             GENEL MERKEZİ
================================================

“Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü’nün Sözde Cumhuriyet Anması”

nı büyük üzüntüyle karşılıyor ve zaman varken düzeltmesini istiyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 20 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

“… Mutlak iktidar mutlaka çürütür”

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset 19.10.2023, BİRGÜN

“Power corrupts, absolute power corrupts absolutly” (L. Acton, 1852). Türkiye’de yaşanmakta olan tam da bu. Aslında son 150 yıllık evrim, Anayasa ihlalinin yaptırım sürecine bağlanması ve Anayasa Mahkemesi’nin kurulması ile sonuçlandı. Anayasa yaptırımı ve hesap verebilir yönetim, anayasacılık ile örtüşür. Bu anlamda Türkiye’nin 20. yüzyılı, anayasal kurumların oluştuğu ve oturduğu dönemdir. 21. Yüzyılda ise, anayasacılıktan uzaklaşma ve  toptan çürüme arasında neden-sonuç ilişkisi açık.

ÇÜRÜYORUZ… 

“Öncelikle yargı içinde oluşmaya başlayan çete ve çetecikleri yok etmek için kemoterapi uygulayıp kanserli hücreyi toptan yok etmemiz gerekmektedir” (İst. Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı Talimat ve Gereği için yazısı, 6 Ekim; haber T. Soykan, BirGün, 13 Ekim).

Yargıdaki çürümeyi yansıtan bu satırlar, kamuoyuna sızan; ya sızmayanlar ve yazılmayanlar; erişimi engellenenler bu güncel örnekte olduğu gibi?

Sorun, yasama-yürütme ve yargı üçlüsünde:

27. yasama döneminde; AKP-MHP, başta yargı mensupları, kamu görevlerine girişte  sözlü sınav ve güvenlik soruşturması düzenlemelerini genişletti.

Yargı için, mülakat ısrarı üzerine ‘kamera kaydı altında saydam yapılsın’ önerime karşı, AKP’li vekilin tepkisi: Dünya’nın neresinde var?

Karşı sorum ve kehanetim: Dünya’nın neresinde 4.000 yargıç ve savcı bir gecede hapse gönderildi? Eğer bu zihniyetle gidilirse 10 yıl sonra 14.000 hakim-savcıyı hapse gönderme zorunluğu doğabilir.

DÖKÜLÜYORLAR… 

Temmuz 2021’de OHAL önlemlerinin 3 yıl daha uzatılmasını öngören yasa önerisi için sabahladık. Bakan yardımcısı “kişisel destek” isteyince, ilgili Bakanlık birimleri için, ‘dökülüyorlar’ şeklindeki tepkimi, ‘evet dökülüyorlar’ sözleriyle teyit etti.

TBMM’nin on yıldır sürüncemede bıraktığı Anayasa Mahkemesi’nin pilot kararlar gereği yasal düzenleme yapılması için CHP araştırma önergesine karşı AKP adına konuşan vekil, Adalet Bakanlığını işaret etti. Yasama tekeli TBMM’de olduğu için Anayasa dışı bu söylem, ‘dökülmekte olan idare mi?’ sorusunu da gündeme getirdi (Mayıs 22).

ANAYASA YİTİMİ  

Bu tanıklık kesitleri, Cumhur İttifakı (Cİ)’nin “ters kelepçe” vurduğu bir yasamayı, çürüme ve dökülme merkezine kaydırdığını göstermiyor  mu?

Cİ, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) ürünü.

150 yıllık birikimi sıfırlayan  PBDBY kurgusunun faktörü, aktörü ve antrenörü belli:

-Darbe girişimi, faktör.

-“Anayasa suçu” tanısı ile Anayasa değişikliği çağrısı yapan, aktör.

– Anayasa değişikliğini “kişisel proje” olarak sahiplenen, antrenör.

Sonuç: Hükümet’in ilgası başta gelmek üzere, demokratik Anayasal düzenekler tasfiye edildi; kalanlar ise, işlevsizleştirildi.

Yürütme ve İdare’de dökülme, güdümlü yasama ve çürüyen yargı sonucunu doğuruyor. AYM ise hedefte:

-kararlarını tanımama (Antrenör ve yargı mercileri),

-kapatılsın çağrısı (Aktör),

-karar verdirtmeme (kendi üyesi).

Adil yargılanma hakkı reformu bir yana, pilot kararları gereği yasal düzenleme yapılmaması nedeniyle AYM önünde biriken onbinlerce dosya mağduru, yurttaşlar.

ÇÜRÜMEDEN ÇÖZÜME 

“İktidar çürütür, mutlak iktidar mutlaka çürütür” sözlerini, anayasacılık süreci hayli geride bırakmış olsa da, 170 yıl sonra Türkiye uygulamasının doğrulaması, izlenmesi gereken yol ve yöntem üzerine uyarıcı olmalı.

“Ne istediler de vermedik?, parlamenter rejim bekleme odasına alındı, ağaç kabuğu yesinler, İstanbul’a ihanet ettik, varsın gidiyorlarsa gitsinler, itibardan tasarruf olmaz, NAS varsa faiz yoktur” vb. söz ve uygulamalar, anayasızlaştırma sürecinin yansımaları..

PBDBY ve talimat yoluyla uygulaması sonucu kişi+parti+Devlet birleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni çürüme sürecine soktu.

Çözüm ise, Anayasa yoluyla demokratik hukuk devletine dönüşte.

“Yeni Anayasa” çıkışı karşısında yürürlükteki Anayasa’ya saygı isteyen muhalefet, amaç ve araç tutarlılığı gözetmeli ve demokratik hukuk devletine yabancı kurgu ve uygulamayı hiçbir zaman meşrulaştırmamalı; karşı çıkma ve talep etme eşzamanlılığı ile demokratik süreçlere odaklanmalı.