Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

CUMHURİYETİMİZİN 100. YIL DÖNÜMÜNÜ SALT KUTLAMAK YETMEZ!!!

Dr. Güzide Filiz TUZCU AKDAĞ

CUMHURİYETİMİZİN 100. YIL DÖNÜMÜNÜ SALT KUTLAMAK YETMEZ!!!

Kesinlikle yetmez!

T.C. devletinde 85 yıldır (11 kasım 1938 – 29 ekim 2023) yaşanan siyasal ve ekonomik olumsuz gelişmeler ve bu bağlamda başta tam bağımsızlığımız olmak üzere, bir bir yitirilen Cumhuriyet kazanımlarımız, Cumhuriyetin salt  “kutlamalarla korunamayacağını” net ve açık olarak ortaya koymuştur.

Türkiye’de 85 yıldır neler olduğunu anlamak için gerçek Osmanlı tarihini öğrenmek zorundayız.

Osmanlı padişahı 2. Mehmet iktidarı (1444-1481) Türk ulusu için devasa bir kırılma (bir dönüm) noktasıdır : İkinci kırılma noktası ise 11 kasım 1938 – 15 mayıs 1950 arası 12 yıl saltanat süren İsmet İnönü iktidarıdır

  • O halde Cumhuriyetimiz nasıl korunur?

Ancak ve ancak “Ulusal tarih bilinci” kazanmakla korunur ve yüzyıllarca yaşatılabilir…
Ulusal Tarih Bilinci – öbür adıyla Ulusal Bellek de ancak “Ulusal eğitimle” oluşur.

Cumhuriyetimiz, Büyük ATATÜRK’ün doğrudan belirleyip uygulamaya koyduğu Ulusal Eğitim sistemiyle, yani “Ulusal tarih bilinci” ile korunabilir. Ancak 1938 sonrası Ulusal Eğitim Sistemimiz ne yazık ki ulusal olmaktan çıkarılmıştır!

Böylece zaten yüzyıllarca geç kalarak ayrımına vardığımız “milli kimliğimiz ve milli aydınlanma sürecimiz” maalesef sürdürülmemiş ve bilerek sekteye uğratılmıştır! Maalesef…

Böylece Büyük Atatürk’ün başlatmış olduğu, “bilimi” yaşamın her alanında biricik rehber kabul eden, görkemli Aydınlanma çağımız acımasızca, hoyratça durdurulmuştur! Binlerce yıllık köklü geçmişimizi – Öz Türk Kültürümüzü ve varsıl tarihimizi – ortaya koyan Ulusal Eğitim Sistemimiz, 11 Kasım 1938’den sonra saldırılara uğramaya başlamıştır!

Peki yakın tarihimiz olan ve 600 yılı aşkın dev bir zaman dilimini kapsayan, hatta koskoca Türk Ulusunu, Türklüğü yok olmanın eşiğine dek getiren Osmanlı Hanedanı ve Osmanlı tarihi bizlere doğru anlatılmış mıdır? Kesinlikle hayır! Çünkü 11 Kasım 1938’den başlayarak iktidara gelen siyasetçiler, “Türkleri devlet yönetiminden uzaklaştıran ve köleleştiren” Osmanlı devrine geri dönüşü başlatmışlardır. Böylece Osmanlıları örnek alan siyasetçiler, İslâm dinini bir kez daha Kuran’dan uzaklaştırarak, kişisel çıkar ve siyasetlerine alet etmişler ve bunda da oldukça başarılı olmuşlardır. 21. yüzyıl ve 2000’li yıllar ve Müslüman Türkler Kuran’da yazılan Yüce Allah buyruklarını halâ bilmiyorlar!

Dünya Tarihini, Antik Türk Tarihini, Dinler Tarihini, Kuran’ı ve gerçek Osmanlı Tarihini çok iyi bilen, hatta Osmanlı yönetimi altında okumuş, yaşamış, baskı ve zulüm görmüş biri olarak

  • Büyük Atatürk, Osmanlıların Türkleri kendilerine kul – köle yapmak için “İslâm Dinini” nasıl ustaca kullandıklarını, Kuran’ın Türkçeye tercümesini ve anlaşılmasını Türklere nasıl yüzyıllarca yasakladıklarını ve Türkleri “din adına” baskı altına alarak, nasıl cehalet ve sefalet girdabı içinde yaşattıklarını çok iyi biliyordu.

Ve doğal olarak O, Türk Ulusunun da bu tarihsel gerçekleri bilmesini istiyordu.

Bunun içindir ki; O’nun en büyük hedeflerinden biri de “Kuran’ın tanıttığı Gerçek İslam Dinini” Türk Ulusuna öğretmek, Türklere “din bilinci” vererek, bir daha din adına sömürülmelerini ve tüketilmelerini önlemek istemiştir. Peki 85 yıldır Türk Ulusuna “din bilinci” verilmiş midir; yani Kuran’ın tanıttığı Gerçek İslam halka anlatılmış mıdır? Kesinlikle hayır! Türklere ulusal tarih bilinci verilmediği gibi, İslam Din bilinci de verilmemiştir! Oysa ki Büyük Atatürk Diyanet İşleri Kurumunu salt bu hedefle kurmuştu!

Şimdi gelelim, 1938 sonrası Türk Ulusundan titizlikle gizlenen gerçek Osmanlı tarihine :

Bir bilim insanı sorumluluğuyla şu hususun altını önemle çizmek zorundayım; eğer Türk Ulusu gerçek Osmanlı tarihini bilseydi, yani Tarih Bilincini – Ulusal belleğini kazanmış olsaydı, 85 yıldır yaşadığı sorunların hiçbirini, evet hiçbirini yaşamayacaktı. Din kisvesi altında bir kez daha sömürülmeyecekti, hatta 21. yüzyılda halâ geri kalmış bir ülkeye sahip olmanın utancını da yaşamayacaktı!

Türkiye’de iktidara gelenler, Türk Ulusuna – Türk Ulusunun temsil edildiği TBMM’nde söz verdikleri ve yemin ettikleri gibi, Atatürk ilkeleri ve ulusal politikalara bağlı kalmamışlardır! Eğer bağlı kalsalardı bugün Türkiye’miz bir İngiltere’den, bir Fransa’dan, bir Almanya’dan veya Japonya’dan çok daha ileri uygarlık düzeyine kavuşmuş, vatandaşlarının eğitim ve gönenç düzeyi (refah seviyesi) yükselmiş, dünyada sözü geçen, son derece güçlü bir ülke olacağı yüzde yüz kesindi. Çünkü Türkiye’miz, bunun için her olanağa, yer üstü ve yer altı varsıl kaynaklara, verimli topraklara ve iklime, tatlı su kaynaklarına, denizlere, o saydığım ülkelerden çok daha fazlasına sahiptir…

Türk Ulusu tarih bilinci kazanmış olsaydı, her şeyden önce 600 küsur yüzyıl Osmanlı devrinde içine düşürüldüğü tuzaklara, yanlışlara ve hatalara Cumhuriyet sonrası tekrar ve tekrar düşmemiş olacak ve 15 yıl gibi kısacık bir zamanda kazandığı nerdeyse tansıksal (mucizevi) kazanımlarını yitirmeyecekti. Türkler için tarih yinelemeyecekti… Unutmayalım ki Avrupalı halkların, krallar – ayrıcalıklı üst katman yöneticiler ve ruhban sınıfı üçlüsüne karşı büyük savaşımlar vererek, kanları ve canları pahasına yüzyıllar içinde edindikleri kazanımları Büyük Atatürk Türk Ulusuna, altın tepside, zahmetsizce sunmuştu. Ancak Türk Ulusu bu muazzam kazanımların ne yazık ki değerini bilememiş ve ne yazık ki sahip çıkmamıştır!

Bu denli Osmanlı tarihi demişken, makalemin başında yer alan 2. Mehmet portresine de açıklık getirmek ve gerçek Osmanlı tarihini çok kısa özet olarak sunmak isterim :

Bir kez 1938 sonrası bizlere “Osmanlı Tarihi” diye öğretilenlerin hepsini bir yana atmamız, önyargıdan ve ezberlerden kurtulmamız gerekiyor. Çünkü bizlere anlatılanlar tarih değildir!

  • Osmanlı padişahları bizlere tanıtılan kişiler değildir!
  • Onlar Türklerin Atası ve Ecdadı da değildir.
  • Evet Osmanlı İmparatorluğunu kuran, olağanüstü özverilerle emekleri, kanları ve canlarıyla yüzyıllarca yaşatan elbette Türklerdi. Ama ne yazık ki zamanla devlet yönetimi “Türklere düşman” yabancı ögelerce ve hileyle ele geçirilmiştir. Hem de Orhan Gazi devrinden başlayarak…

Yabancıların etkisi ve saltanatı Orhan’ın üç Grek hıristiyan eşleri – Holofira, Asporçe, Teodora ve onların akrabaları, yakın hizmetlileri, rahipleri ve Avrupalı soydaşları ile başlamış ve hiç değişmeden yüzyıllarca 1919’a dek sürmüştür. Bu yabancı ögeler tümüyle güçlenene dek Türk boylara (Ahilere, Türk Devlet Beylerine, Türk İslâm Bilginlerine vs…) büyük saygı ve bağlılık göstermişler ve takiyye siyaseti uygulayarak, “Türk ve Müslüman” görüntüsü vermeye özellikle dikkat etmişlerdi. Böylece onlar Anadolu Türklerinin her türlü desteğini elde etmeyi başarmışlardı. Öte yandan bunlar Türk ve İslam karşıtı politikalarını sinsince ve kararlı biçimde uygulamaya koymuşlardı…

1453’te ise Türkler için tam bir kırılma noktası yaşanmıştır. Hıristiyan Sırp kralı Kuraç Brankoviç’ in kızı Mara Despina’dan doğan 2. Mehmet, (ki Osmanlı havarisi tarihçiler bu gerçeği de canhıraş yadsımaktadırlar!) Türk Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’ya İstanbul’u fethetmesi buyruğunu vermiş ve Halil Paşa da büyük hazırlıklar ve çabalarla, hatta Osmanlı Ordularının Baş Komutanı olarak doğrudan savaşarak, çağının en büyük – en göz kamaştıran utkusu (zaferi) olarak İstanbul’u fethetme onuruna ermiştir. Artık Osmanlılar muazzam bir dünya gücü olmada tepeye ulaşmışlardı. Ancak 2. Mehmet, Fetihten salt 3 gün sonra, başta Hıristiyan annesi ve lalası (öğretmeni – akıl hocası) Grek Zağanos olmak üzere çevresine topladığı Grek ve Sırp devşirmelerin iftirasını gerekçe göstererek Türk Halil Paşa’yı zindana attırmış ve sonra da öldürtmüştür. Böylece İstanbul’un fethi gibi çağının en büyük utkusunu da 2. Mehmet, elinde bulundurduğu yetkiyle kolayca ve zahmetsizce sahiplenmiştir!

Artık tahtı ele geçiren 2. Mehmet, Osmanlı İmparatorluğu’nun en üst makamlarından, en alt makamlarına dek Türkleri devlet yönetiminden tümüyle atmış ve bu bir gelenek, hatta yasa olarak 1919’a dek, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Türkler, derin aymazlık (gaflet) uykusundan uyanıp, kendi geleceklerine kendileri sahip çıkana dek sürmüştür.

Osmanlı devrinde Türkler, köklü ulusal kimliklerini, geçmişlerini, insanlık onurlarını, kendilerine olan güven ve saygılarını ve yaşam sevinçlerini tümüyle yitirmişlerdi. Ayrıca Müslüman Türkler, kula kul olmuşlar ve Kuran’a göre hiç bağışı olmayan şirk batağına batmışlardı. Elbette yazacak daha pek çok şey var, ancak bu yazılanlar Türklerin başına Osmanlı devrinde neler geldiğine ilişkin fikir verecektir kanısındayım.

Evet, bundan 100 yıl önce 29 Ekim 1923’te, görkemli aydınlık ve ferah bir Ankara sabahında, Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Paşamız büyük muştuyu vermiştir;

Türkiye Devleti’nin siyasal rejimi cumhuriyet olacaktır.” demiş ve bunu tüm ulusa ve dünyaya övünçle duyurmuştur. Dünyadaki ve Türkiye’deki Türk düşmanları çok üzülmüşler, hatta kahrolmuşlardır. Asil Türk ulusu ise elbette sevince boğulmuştur. Çünkü artık Türkler “kula kul” olmayacaklardı… Türkler başları dik yürüyecek, insanlık onur ve saygılarını koruyabileceklerdi. Allah’tan başka hiç kimsenin önünde artık eğilmeyeceklerdi. Türkler binlerce yıllık saygın ulusal kimliklerine ve göz kamaştıran kültürlerine yeniden kavuşmuşlardı. Böylece 15 yıl boyunca her yıl coşkuyla – gururla cumhuriyet bayramı hak edilerek kutlandı… ama ya sonra!!!

Elbette ulusal bayramlarımızı (ve dinsel bayramlarımızı) büyük coşkuyla kutlayacağız, ancak şuna inanın ki kutlamak yetmez. Ulusal tarih bilinci kazanmak ve kazandırmak her birimizin görevi olmalıdır. Bu hususta önerebileceğim başlıca kitaplar şunlardır :

Önce TÜRKÇE KURAN ve NUTUK, sonra da Söğüt’ten İstanbul’a adlı Gerçek Osmanlı Tarihi; Neşri Tarihi – iki cilt, Koçibey Risalesi. Ayrıca çok değerli bilim insanlarının tarih kitapları; Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Halil İnalcık, Şerafettin Turan, Enver Ziya Karal, Doğan Avcıoğlu, Bozkurt Güvenç, Taner Timur, Kemal H. Karpat, Turgut Özakman, Alphonse De Lamartine, Bernard Lewis, Andrew Mango, Franz Babinger, J. Stanford Shaw vs… (29 Ekim 2023)

CUMHURİYETİMİZİN 100. YILI KUTLU OLSUN,
TARİH BİLİNCİYLE NİCE 100 YILLARA İNŞALLAH!

Her Yere  Asker Gönderilmez

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

İsrail – Filistin savaşının şiddetini artırması ve İsrail’in savaş suçları, insanlığa karşı suç ve soykırım suçu tanımına giren eylemleri üzerine kimi çevreler savaşa askeri olarak müdahale etmemiz gerektiğini gündeme getirmektedir.

Türk askerinin yurt dışına gönderilmesi kararı ideolojik, duygusal, öznel (sübjektif), anlık tepkilere göre değil; önceden belirlenmiş somut, nesnel (objektif) ve bilimsel ölçütlere göre ve kurumsal devlet aklı kullanılarak alınmalıdır.

Yurt dışına asker gönderme kararı verilirken dikkate alınması gereken ölçütler şunlardır:

1.Uğrunda ölmeye değer yaşamsal bir ulusal çıkarımız var mı?
Yaşamsal ulusal çıkar, bizim veya müttefiklerimizin ülke bütünlüğünün korunmasıdır.
AtatürkMilletin hayatı tehlikede olmadıkça harp bir cinayettir” demiştir.

2.Uluslararası hukuka uygun mu?
Bu anayasanın 92. maddesinde aranan bir ölçüttür.
Uluslararası hukuka uygunluk iki biçimde olabilir:
BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) BM anlaşmasının (BMA) 42. maddesine göre silahlı yollara başvurma kararı ile veya BMA’nın 51. maddesine göre meşru savunma durumunda.

  1. Asker göndermek son çare mi?
  2. Daha önce alınan siyasi, diplomatik, ekonomik… önlemler yetersiz kaldı mı?
  3. Kamuoyu onayı var mı?

Asker göndermenin gerekliliğinin çocuklarını ölüme gönderecek olan ulusa anlatılması ve ulusun inandırılması demokrasinin gereğidir.

  1. Gidilecek ülkedeki meşru otoritenin kabulü / daveti var mı?
    Aksi durumda birliğimiz işgalci durumuna düşer ve çatışma riski artar.
  1. Verilecek yitikler (zayiat) ve maliyet hesaplandı mı?
  2. Orta / Uzun erimli (vadeli) siyasal, ekonomik, askeri riskler neler olabilir?
  3. Asker göndermekle elde edeceğimiz yarar; verilecek yitiklere, maliyete ve alınacak risklere değer mi?
  4. Gidecek birliğin görev tanımı ve emir-komuta ilişikleri açıkça belirlenmiş mi?

Görev açıkça tanımlanmalı, kısıtlamalar belirlenmeli, emir-komuta iliş ikircikliğe yer verilmeden tanımlanmalıdır.

  1. Çıkış stratejisi belirlendi mi?

Askerin ne zaman ve hangi, koşullarda nasıl çıkacağı önceden belirlenmelidir.

  1. Yurt dışına Asker gönderilmesi yurt savunmasında ve terörle savaşımında (mücadelede) zafiyet yaratır mı?

Değerlendirme                             :

Bu ölçütleri güncel somut olaya (İsrail – Filistin savaşına) uygularsak şu değerlendirmeler yapılabilir :

Söz konusu savaş bizim ülke bütünlüğümüzü tehdit etmemektedir.
Bize bir saldırı yoktur.
Meşru savunma söz konusu değildir.
BMGK’nın silahlı yollara başvurulması konusunda bir kararı da yoktur.
Bu nedenlerle asker göndermek uluslararası hukuka, dolayısıyla anayasanın 92. maddesine aykırıdır.

Türkiye’nin Filistin’le ilgili ulusal çıkarı savaşın yayılmasını önlemek ve bölgenin kısa zamanda adil ve kalıcı bir istikrara kavuşmasıdır. Filistin halkının çektiği acıları dindirmek Hamas’a duyulan ideolojik ilginin ötesinde insancıl ve ahlaksal bir gereksinim olmakla birlikte; bizim Kıbrıs’ta olduğu gibi uluslararası anlaşmalara dayalı garantörlük statümüz yoktur.

Bu savaşa asker göndermek “daha az Filistinli ölsün” diye Türk askerini ölüme göndermektir.

  • Emperyalistlerin “Türkiye’nin en ucuz ihracat kalemi askerdir” söylemi dikkate alınmalıdır.

Askerden önce Filistin’e insancıl yardım, sağlık personeli ve donatımı, arama-kurtarma unsurları gönderilmeli, diplomasi yolları denenmeli, İsrail’e daha etkili tepki gösterilmelidir.

Göndereceğimiz kuvvet Filistinlileri koruyacağından, Batı’yı karşımıza almak sonucunu doğuracaktır. Bunun siyasal ve ekonomik riskleri ayrıntılı değerlendirilmeli, asker gönderilecekse risk azaltıcı önlemler alınmalıdır.

İsrail – Filistin çatışması yüz yılı aşkın süren bir çatışmadır ve birçok savaşlara neden olmuştur (1948, 1956, 1967, 1973, 1982). Bu çatışmanın kısa sürede adil ve kalıcı bir çözüme ulaşması olası değildir. Bu nedenle gönderilecek kuvvetin bölgede belirsiz, uzun süre kalma riski vardır. Bu da çıkış stratejisinin belirlenmesini zorlaştırır, maliyet ve yitik (zayiat) riskini artırır.

Yurt dışına asker gönderme konusunun parti grup toplantılarında devlet görevi olmayan siyasetçiler tarafından gündeme getirilmesi ve sınırlı sayıdaki kişilerce kararlaştırılması yanlıştır. Böyle bir gereksinim duyuluyorsa Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Genelkurmay, Dışişleri Bakanlığı, istihbarat örgütü (MİT) gibi kurum ve kurullarda görüşülmeli; bir veya birkaç kişinin aklı yerine uzmanlığa ve deneyim birikimine dayalı kurumsal devlet aklı kullanılmalıdır.
Karar sürecinde konunun demokratik tartışma ortamında serbestçe tartışılması da demokrasinin gereğidir.

Asker gönderme kararı verildiği takdirde; manevra birlikleri yerine, uçaksavar ve istihkam birlikleri, seyyar cerrahi hastane, levazım birimleri, arama-kurtarma timleri ve insancıl yardım birliklerini içeren bir “görev kuvveti(task force) öncelikli olmalıdır.MCEPASTEBIN%

Filistin’in kendini belirleme hakkı

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu 
Dünya 26.10.2023, BİRGÜN

İnsan haklarının uluslararası ölçekte tanınması, 2. Dünya savaşından sonra gerçekleşti. Uluslararası insancıl hukuk, Cenevre sözleşmeleri çerçevesinde gelişti. Roma Antlaşması  ile kurulan Uluslararası Ceza mahkemesi (UCM), şu üç suçu işleyenlerin yaptırıma tabi tutulması bakımından kayda değer: soykırım suçu (md.6), insanlığa karşı suç (md.7) ve savaş suçu (md.8).

Halkların kendini belirleme hakkından uluslararası insancıl hukukun oluşumuna değin uluslararası hukuktaki gelişmelerde, Birleşmiş Milletler Örgütü (BMÖ)  çalışmaları ve insan hakları belgeleri belirleyici oldu.

Ne var ki, kendini belirleme hakkını en çok hak eden halk Filistin (halkı) olduğu halde ve üç haftadır tanık olduğumuz insanlık dışı vahşet karşısında en çok insancıl hukuka ihtiyacımız olduğu halde, ne hak var ne de hukuk.

AŞİRET DEĞİL, HALK…

Kendi birliğini sağlayamamış olma, dünyevi hukuk ve dinci akımlar ayrışması, demokratik yönetimi kuramamış olma vb. olumsuzluklar, Filistin’in kendini belirleme ve  ‘halklaşma süreci’ önündeki iç engeller.

Buna, İsrail’in ve Musevilik üzerinden destekçilerinin dış engelleri eklenince, ne hak kalıyor ne de hukuk.

İsrail, Filistin yönetimine karşı güç oluşturmak için Hamas’ı desteklemişti. Hamas’ın 7 Ekim  saldırısı ise, yargılama erkini etkisizleştirme girişimi nedeniyle demokratik kamuoyunca silkelenen Başbakan Netanyahu için bulunmaz bir fırsat oldu.

Kimi Avrupa ve Amerikalıların aşiret olarak niteledikleri Filistin halkı için din ve ırktan arındırılmış söylem gerekli; bu söylemi dinamitleyen iç engelin Hamas olduğu unutulmaksızın. Oysa bu bir din savaşı değil, vatansızlaştırılan bir halkın varlık savaşı.

NE ARAP NE DE AVRUPALI…

Museviler ve Filistinliler arasında  haysiyet  eşitliği mutlak, birey ve halk olarak.

Laik Türkiye Cumhuriyeti, hem Avrupalılardan hem de Araplardan farklı olabilirdi, olmalı da.

Eğer dinsel aidiyet öne çıkarılmasa idi, Batı ve Arap Dünyası karşısında daha güçlü ve saygın olabilirdi ülkemiz. Ankara’dan Kazablanka’ya ‘Müslüman kardeşler hattı’ söylemi bile rahatsız edici.

Unutmayalım; Filistin halkına Türkiye’den sol destek, “kendini belirleme”  mücadelesi için verilmişti.

Dünyevi ve hukuki katkı, aslında Filistin yönetimini demokratikleşmesi için de gerekli.

BM ve NGO’LAR

Barış hukukunun temellerini atan BM’nin etkisiz kalması, kuşkusuz BM’nin yapılanma tarzından kaynaklanıyor. Avrupa Devletleri yöneticileri –tıpkı 20 yıl önce Irak saldırısında olduğu gibi- ABD gölgesinde dolanırken, en gerçekçi tepkiyi BM Genel Sekreteri Guterres gösterdi. Yetersiz kalsa da,  BM gözetiminde insancıl yardım kuruluşlarının  ve hükümet-dışı örgütlerin (NGO) etkinlikleri kayda değer; özellikle doğru bilgi yayma işleviyle.

Filistin halkını topraklarından etmek için İsrail’in sırtını sıvazlayanlar, yalnızca İsrail Devleti’nin meşruluğunu değil, kendi yönetimlerini de sorgulatabilir.

Hastane, ibadethane, okul vb. ne kadar savaş dışı kalması gereken yer varsa bombalanıyor ve içindeki insanlarla birlikte yok ediliyor. Öyle ki sivil hedefler, rehin tutulan kendi yurttaşlarını da kapsıyor; bir bölgeyi, ekosistemi ve kültürel/tarihsel ve doğal değerleri ile yok ediyor. İsrail yönetimi, hem öldürerek tüketmek istiyor; hem de kanıtları yok  ederek…

Gazze’yi yakıp yıkmakla yetinmeyen Netanyahu yönetimi, Doğu Kudüs’te Filistin topraklarını işgale ivme kazandırıyor, köylüleri yerinden yurdundan ederek.

YİNE DE HUKUK

Savaş suçu ötesinde, toprak için bir halkı yok etmeye yönelik bir soykırım  karşısında Roma Sözleşmesi’ne taraf olmaması, İsrail yönetimini kurtarmaya yetmez; çünkü, zaman aşımına uğramayan suçlar işliyor.

Bu nedenle hukuku dillendirmek, öncelikle insancıl hukuk ve  insani yardım için her zamankinden daha yaşamsal.

UCM’nin varlık nedeni hep gündemde tutulmalı, ‘şimdi değilse ne zaman’? sloganıyla.

Bu yönde, uzman ve özerk kuruluşlar ötesinde sivil toplum örgütleri (NGO) işlevsel kılınabildiği ve toplu özgürlükler seferber edilebildiği ölçüde, ırkçı ve dinci söylemler gölgede bırakılabilir ve Filistin halkının kendini belirleme yolu açılabilir.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ 100 YAŞINDA : Kutlamalı ve Korumalı

Dostlar,

Bu akşam 18:00 – 18:50 arasında CADDE TV‘de Sayın Rahmi Ayygün‘ün konuğu olduk.

Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlamaları çerçevesinde bize yönelttiği soruları yanıtlamaya çalıştık.

Sağolsunlar, programın hemen ardından youtube kaydının erişkesini (linkini) gönderdiler. Sayın Aygün 17:00 – 19:00 arası 2 saat program yapıyor. Aşağıdaki erişkede (linkte) 1. saat sonunda bizimle söyleşi başlıyor. Kırmızı renkli zaman ayarı sağa – sola kaydırılarak izlenecek kesimi seçebilirsiniz.

İzlenmesi, Cumhuriyet’e sahip çıkılması, iktidarın takiyyelerine kanılmamasını dileriz.

CADD TV ve Sn. Aygün’e bizimle söyleşi için teşekkür ederiz. Program Müdürü Sn. Arzu Öztürk’e de teşekkür borçluyuz.

Bu arada, RTE=AKP her yan bayraklarla donatılsın… buyurmuş bir tweet ile :

  • “Cennet vatanımızın 81 vilayetindeki tüm kardeşlerimi, yurt dışında yaşayan tüm vatandaşlarımızı evlerini, dükkânlarını, arabalarını Türk bayraklarıyla süsleyerek Cumhuriyetimizin 100’üncü yaşını selamlamaya, bu gurur gününe ortak olmaya davet ediyorum. Yer gök bayrak olsun!” 

Bit X (twitter) iletisi ile değerlendirdik :

  • RTE, Cumhuriyetin 100’üncü yıl kutlamaları için yurttaşları her yeri bayraklarla donatmaya davet etti. “Yer gök bayrak olsun” “BU GURUR GÜNÜNE ORTAK OLMAYA DAVET EDİYORUM” dedi. İyi de, Cumhuriyetin kurucusu ATATÜRK nerede? Gene ucuz takiyye, vefasızlık, nankörlük, günü kurtarma? https://x.com/profsaltik/status/1717981836964405613?s=20

YAŞASIN CUMHURİYET!
YAŞASIN CUMHURİYET!
YAŞASIN CUMHURİYET!

YAŞATACAĞIZ, YAŞATACAĞIZ, YAŞATACAĞIZ!

Sevgi ve saygı ile. 27 Ekim 2023, Ankara
 
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

 

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılında Tehditler ve Fırsatlar

Dostlar,

Dün, 25 Ekim 2023 gece 21:30’da POYRAZ Grup üyesi arkadaşlarımızla aşağıdaki görselde belirtilen sanal oturumu (zoom) yaptık.

68 yansı (slayt) ile konuyu işlemeye çalıştık (75 dakika).
(Yansıların hazırlanması ise 9 saat sürdü).

Yansılar aşağıdaki pdf dosyasında.. (7 MB)

Poyraz Grup zoom konf. Cumhuriyetimizin 100. Yılı, Ahmet Saltık, 25.10.23

Oturumun you tube erişkesi şöyle : https://youtu.be/vg-fWTG8WUo

Ardından tartışma ve katkı bölümü başladı (80 dakika daha..) :
https://youtu.be/eBOG_ideZ18?si=lZLV_QjfXAGsqytj

İzlenmesi, yaygın paylaşılması ve Cumhuriyetimize sahip çıkılması dileğiyle.

Etkinliği düzenleyen Avusturya ADD kurucu başkanı dostumuz Erol Güçlü ve POYRAZ Grup yöneticisi Ünal Gül beyefendiye, değerli katılımcılara, you tube izleyicilerine ve izleyeceklere teşekkür ederiz.

Mustafa Kemal Paşa telgraf kullanıyordu iletişim için.
Teller kesiliyordu, sağlıksızdı üstelik izleniyordu gizli servislerce.
Tek 1 harfi kodlamak için Mors abecesi (alfabesi) ile ilgili alete (manuple) kısa – uzun 4 kez basmak gerekiyordu. Çoook yavaştı. Görsellik yoktu, salt şifreli yazılar.

Sabahlıyordu telgraf başında!..

Günümüzde öyle mi?
Sanal ortam olanaklarını halkı aydınlatmak ve kamuoyu oluşturmak için etkin kullanmalıyız.
Hesaplarımız olmalı.
Bilgisayar kullanım becerilerimizi geliştirmeliyiz (bilgisayar okur-yazarlığı)..

Örn. bu dosyayı herkes 50 kişiye yollasa, katılanların sayısı ile çarpın… ne çok insana ulaşır.. Yurt görevidir..

Sevgi ve saygı ile. 26 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

BİN YILIN DEVRİMİ YÜZ YAŞINDA

LÜTFÜ KIRAYOĞLU
Elektrik Müh. – İTÜ

Cumhuriyetimizin ilanının Yüzüncü yılını coşkuyla kutluyoruz. Halkımızın ezici çoğunluğunun yaşadığı bu coşkuya, cumhuriyet idaresi sayesinde Cumhuriyetimizin tepe noktalarını işgal edenlerin katıldığı söylenemez.

  • Bu kişiler yıllar boyunca saldırdıkları LAİK CUMHURİYETİMİZİ yıkamamış olmanın üzüntüsünü yansıtıyorlar!

İnsan yaşamında uzun sayılabilecek 100 yıl, ulusların yaşamında oldukça kısa bir süredir. Ulusumuzun büyük kurtarıcısı Mustafa Kemal Atatürk 57 yıllık kısa yaşamına yeryüzünün ilk anti-emperyalist kurtuluş savaşını sığdırdığı gibi, sonsuza dek yaşayacak cumhuriyet devrimini de sığdırdı. “İleri, uygar” denilen ulusların birkaç yüzyılda yapamadığı devrimleri, kuruluştan hemen sonraki 15 yılda gerçekleştirdi.

Sarışın bir kurda benziyordu.
Mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Bıraksalar ince uzun bacakları üzerinde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.

Sarışın Kurt” 26 Ağustos 1922 sabahı, Kocatepe’den Afyon ovasına değil, İzmir rıhtımına atlıyor, 14 güne sığdırdığı bu zorlu atlayışı ile büyük ulusunu BİN YIL ileriye sıçratıyordu.

Osmanlı Devletinin son 200 yıldaki yöneticileri, bin yıl önce vatan yaptığımız bu toprakları emperyalizmin kanlı çizmelerine terk ettiler. Şimdilerde Osmanlı torunları olma iddiasında olanlar hiç utanmadan, “keşke Yunan kazansaydı” diyebiliyor ve ülkeyi yönetme iddiasındakiler de bu utanmazları ölüm döşeğinde bile yalnız bırakmıyor!!??

Bir Osmanlı paşasının daha önce dediği gibi; emperyalistler dışarıdan, hainler içeriden 100 yıldır ellerinde kazma kürek Cumhuriyetimizi yıkmaya uğraşıyorlar. Bu Cumhuriyeti kuranlar temellerini o denli sağlam atmışlar ki, yıkıcılar 100 yıldır büyük hasarlar yaratsalar da yıkamadılar… yıkamayacaklar!!.

Unutmasınlar                                                      :

Keşke Yunan kazansaydı” diyenler, bu büyük ulusu, Kocatepe’den Afyon ovasındaki son (nihai) boğuşmaya değil, Sakarya cephesinde işgal ordusu saflarında mevziye sokmaya heves edenlerdir.

Türk Ulusunu işgal ordusu mevzilerine sokmaya heveslenenler, emperyalist çizmeleri altında ezdirmeye heves edenler, geçmişte olduğu gibi Türk Ulusunun ayakları altında kalacaklardır.

Türk ulusu büyük önderinin gösterdiği ışıklı yolda bütün engelleme çabalarına karşın kararlılıkla yürüyecek, muzaffer ve bahtiyar (yengin ve mutlu) olarak Cumhuriyeti sonsuza dek yaşatacaktır.

  • YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ ve GERÇEKTEN DEMOKRATİK TÜRKİYE!
  • YAŞASIN KEMALİST DEVRİMLER!
  • YAŞASIN CUMHURİYET!!!

Aydınlanma ve siyasal İslam

Prof. Dr. Can CEYLAN

Günümüzde, Aydınlanma karşıtı gerici güruhun, Mustafa Kemal Atatürk’e ve silah arkadaşlarına dayanaksız gerekçelerle saldırmaları; ne yazık ki sıradan duruma gelmiştir. Dozu gittikçe artan bu kin güdücü çirkin saldırıların nedenlerini iyi irdelemek gerekir. Cumhuriyet kurulduktan sonra; çağdaş, demokratik bir ülke olma yolunda devrimsel köklü değişikliklere gidilmesi, kaçınılmaz bir gereklilikti. Söz konusu süreçte, saltanatın ve hilafetin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, tarikatların kaldırılması, Medeni Yasanın kabulü, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi, eğitim ve öğretim devrimi, harf ve dil devrimi, şapka ve giysi devrimi, takvim, saat, ölçü sistemlerinde değişiklik gibi atılımlar zor koşullara karşın başarıyla yaşama geçirildi.

LAİKLİK GÜVENCESİ

Mustafa Kemal Atatürk ve devrimci kadrolarının; devlet kurumlarını dinsel ve şeri unsurların (ögelerin) boyunduruğundan kurtaran, özgür düşüncenin ve farklı inanç kesimlerinin güvencesi olan laiklik ilkesini yaşama geçirmeleri, Kuran’ın halkın anlayabileceği gibi Türkçeleştirilmesi, ezanın Türkçe okunması gibi kararları; din tacirlerinin yıllarca sürdürdükleri, halkın dinsel duygularını kendi kişisel çıkarlarına alet etme tezgâhlarına büyük darbe vurmuş, sömürgen heveslerini kursaklarında bırakmıştır.

Bununla birlikte, gerici güruh, yapılanların İslam değerlerine aykırı olduğu safsatasıyla, siyasal İslam korumasındaki tarikat yapılanmalarını da yeniden devreye sokarak, geçmişte olduğu gibi günümüzde de dinine bağlı kitleleri kandırmayı, kışkırtmayı sürdürmekten asla geri durmadı. Bu ihanetin en büyük destekçileri ise ülkenin çağdaş bağımsızlık yolunda ilerlemesinden ve etki alanlarından çıkmasından kaygı duyan, emperyalizm ve işbirlikçi uşakları olmuştur.

TOPLUMSAL BARIŞ

“Adalet”,
“çağdaş hukuk sistemi”,
“ifade ve inanç özgürlüğü”,
“temel insan hakları”

gibi kavramlar, sağduyu sahibi hiçbir bireyin yadsıyamayacağı evrensel değerlerdir.

Bunlar toplumsal barışın, eşitliğin, özgür düşüncenin, çağdaş yaşama hakkının gerçekleştirilmesi için olmazsa olmazlardır. Başka bir deyişle; demokrasi ve cumhuriyet yalnızca bir rejim ya da yönetim biçimi olarak değil, söz konusu değerlerin yaşama geçirilmesinin güvencesi ve kilit taşı olan rasyonel (ussal) kavrayışlar olarak benimsenmelidir.

İnsanın kendi içinde yaşaması gereken dinsel duygu ve inanışların siyasal propagandalara, tarikat yapılanmalarına malzeme edilmemesi; laik-demokratik anlayışın yalnızca devlet kurumlarında değil, halk iradesinde (istencinde) de yer bulması ile sağlanabilir.

Laiklik, birilerinin algı operasyonlarında kullandığı gibi, kişiyi dinsel inanışlarından alıkoyan yasaklayıcı bir anlayış olmayıp aksine bu değerlerin güvencesi olarak koruyucu kalkan görevi taşıyan evrensel bir gerekliliktir.

Son yıllarda derin yaralar almış demokrasi, laiklik gibi kazanımları zamanı geldiğinde kenara atılacak bir araç olarak görenlerin, farklı niyetleri ya da tehlikeli planları olduğunun ayırdında olmak; Cumhuriyeti ve değerlerini korumak açısından büyük önem taşımaktadır.

Verimli toprakları, özkaynakları, üretim potansiyeli (özgücü) ile kendi kendine yeten;
Aydınlanma ve kalkınma atılımları ile siyasal, askeri ve ekonomik bağımsızlığını kazanmış bir ülke iken, gelinen bu son nokta asla kabul edilebilir değildir.

100. yıl coşkusu ve yükümleri

Ahmet Saltık
Ahmet Saltık

100. yıl coşkusu ve yükümleri

Yüzyılların eşsiz önderi Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün yarattığı mazlum Türkiye Cumhuriyeti (T.C.), hem destansı kuruluşunda hem sonrasında sayısız ciddi güçlük yaşadı. Yine de görkemli başarılara imza attı. Günümüzde hâlâ birçok sınama, engel ve tehditle yüz yüze.

AKP iktidarı: Cumhuriyet karşıtlığı artık çok net! Dinci monarşi, federalizm yandaşı, çok yol aldı.

Bölücü terör: Dış hatta sözde müttefik destekli terörle (PKK, FETÖ, IŞİD…) kanlı savaşım sürüyor.

Suriye iç savaşı: Milyonlarca mülteci ağırlıyoruz, bu ülke ile hızla uzlaşmalı, geri gönderilmeliler.

Ağır ekonomik bunalım: 3 basamaklı enflasyon, yüksek işsizlik ve çok değersizleş(tiril)en TL, derin-yaygın “kurgulu” yoksullaşTIRma, borç çevriminde tıkanma, yetersiz üretim, moratoryum (devlet iflası!) riski. Cari açık-dış ticaret açığı-bütçe açığı şeytan üçgeninde sosyal devletten kopuş; dinci talan düzeni!

Dış politika: Eşsiz jeopolitik konum büyük risk ve tehdit taşıyor: BOP! Ustalıkla yönetimi zorunlu.

İç politika: 20 yılda AKP ağır kutuplaşma yarattı. Laiklik çok zedelendi. DİB militanlaştı. Din, sınırsızca siyasete alet ve sömürülerek özellikle eğitimde tarikatlara alan açılıyor. Yargı ve basın tutsak alındı; adalet krizi ve haber alma-verme, ifade özgürlüğü, aydınlar-karşıtlar… kıskaçta.

FIRSATLAR

Genç nüfus: Büyük potansiyel ama yoğun laik-bilimsel eğitim ve girişim desteği gerektiriyor.

Jeopolitik konum: Bölgesel-küresel ölçekte paha biçilmez değerde. Üç kıtanın kavşağı.

Turizm: Tarihsel-doğal güzellikler, termal kaynaklar, sağlık turizmi, rekabetçi fiyatlarla çok çekici.

Enerji kaynakları: RES, HES, JES kaynakları, Asya-Avrupa enerji hatları koridoru (HUB).

Uluslaşma ve demokratik Cumhuriyet bilinci: Halkın yarıdan çoğu, gerici iktidara direnerek Cumhuriyetin temel uygarlık kazanımlarına-kültürüne hayranlık uyandıracak biçimde sahip çıkıyor.

BÜYÜK TÜRK ULUSU, KORKMA!

Tarihte kurduğun 16. devlet Türkiye Cumhuriyeti yüz yaşını doldurdu, destandır!

Mutlu ve gururlu olmak, övünmek senin en doğal insanlık ve yurttaşlık hakkındır.

Kurucu belge Lozan Barış Antlaşması 24 Temmuz 1923’ten beri ayakta, övünçtür!

Kurtarıcı ve kurucu Gazi M.K. ATATÜRK ile dava-silah arkadaşları bağrında gücündür.

Türkiye Cumhuriyeti, sana atalarından kalan eşsiz, kutsal ve diri emanettir.

Yüz yılda çok şeyler başardık, 12 milyondan 86 milyona ulaştık, çok güçlendik.

1. ve 2. paylaşım savaşları ardından kurulan çoğu devlet tarihe karıştı; biz ayaktayız.

Yüzyılların önderi kurucu Ata, en büyük yapıtı Türkiye Cumhuriyeti’ni Türk gençlerine emanet etti.

2. yüzyıla girerken en yaşamsal görev, kutsal emanet Cumhuriyeti şanla, onurla yaşatmaktır.

Ülke ve ulusun bölünmez bütünlüğünü dokunulmaz kılıp sürdürmek boynumuzun borcudur!

Bu amaçla izlenecek yol, tüm yurttaşların çelik bir irade ile kenetlenmesidir. 

UNUTMA! 

Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” tanımını mayaladı.

Bu, tarihsel, sosyolojik, gerçekçi, bilimsel ve biricik var olma çağrısıdır tüm Türkiye ahalisine.

Yaşamda en gerçek yol gösterici akıl ve bilim, bilimsel akılcılıktır, gerisi laftır.

Kurucu irade ulusal ülkü ve hedefi çok net belirlemiştir: Çağdaş uygarlık!

Ona erişip aşmanın en etkin yolu, bir kez daha akıl ve bilim, bilimsel akılcılıktır.

Başka yol gösterici yoktur, bu yoldan ayrılmak aymazlık, sapkınlık ve çöküntüdür.

Emperyalizm ve kapitalizm bizi mahvetmek ve yutmak isteyen iki ana düşmandır. 

Yurtta ve dünyada barışçıl, dengeli, kararlı ve tam bağımsız siyasa zorunludur.

Küreselleşme=yeni emperyalizm, neoliberalizm ideolojileri ulusa hayın tuzaktır.

2. yüzyıla başlarken, bütün uyanıklığın ve gücünle olup bitenleri kavramalısın.

  • Ulusu etnik ve dinci temelde bölen, şeriat hedefli, dış güdümlü gerici kadro iktidardadır.

Ulusal kaynaklar talan edilmekte halkımız yoksullaştırılmakta, borçlandırılmakta, soyulmaktadır.

Kurucu irade “6 Ok” birer birer kırılmak istenmekte, bağımsızlık yitirilmektedir.

Oysa Kemalizm-6 Ok, tüm mazlum uluslara hâlâ evrensel reçetedir, geçerlidir, günceldir. Karşıdevrime çelik kalkandır “6-Ok”!

Dünya uluslar ailesinin başı dik, onurlu, egemen-eşit üyesi olmaktan kopuyoruz.

Atatürk gururla, “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” buyurdu.

Bu güvenç, emanet ve öngörü asla boşa çıkarılmamalı, tüm gerekleri yapılmalıdır, yapılacaktır.

YAŞASIN CUMHURİYET!

2. yüzyılda geldiğimiz kritik aşamada, yeniden Kuvayı Milliye bilinci en güçlü silahındır.

Kurucu parti CHP, köklerinden güç alarak tüm ulusu yeniden ve hızla ayağa kaldırmalıdır.

Cumhuriyetimizi yine senin-ulusumuzun azim ve kararlılığı mutlaka koruyacak ve kollayacaktır.

Sarı Paşa’nın “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!” buyruğu baş üzredir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yaşı kutlu ve mutlu olsun; şan ve şerefle yaşayacaktır!

Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın Cumhuriyet!

Yaşatacağız, yaşatacağız, yaşatacağız!
==============================================
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları 
100. yıl coşkusu ve yükümleri26 Ekim 2023
Türkiye’nin de dünyanın da çivisi çıktı!12 Ekim 2023
COVID geri döner mi?28 Eylül 2023

SAKIN UNUTMA; BİREY OL, “BİR OY” OLMA!

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF eski dekanı

Dünyadaki bütün din, mezhep, tarikat, cemaat örgütlerini yöneten… liderler, önderler ve misyonerlerin temel ve somnal (final) amacı beyin yıkamadır. Kişiyi kendine inandırma ve kendi çıkarları için kendine dönüştürme işidir. Yeni bir kul ya da köle kazanma faaliyetidir. Her mürit hem yeni bir biyolojik ve siyasal güçtür. Çünkü mürit ya da üye cemaatın sayısını artırır. Demokrasilerde de cemaatların siyasal oy deposu ve gücüne dönüşür. Müritler hem bir ekonomik güçtür –çünkü her üye az ya da çok ödenti öder ve çeşitli katkılar sunar– hem de yeni bir propagandacı ya da yeni bir misyoner demektir. O da kendi çevresinde misyonerliğe başlar.

Sakın unutma : Sana gerekli olan her türlü dinsel bilgi resmi eğitim kurumlarında, kitaplarda, dergilerde ve kutsal kitapların çevirilerinde vardır.

Aklını kullan!

Bunları öğrenebilmek için okuma-yazma bilmen yeter. Zaten hiçbir dinin özgün kutsal kitaplarında da mezhep, tarikat, cemaat…vb. şeyler yoktur. Bu tür ayrışmalara dinlerin parçalanmalarına, kutsal, tanrısal (ilahi) kaynaklarından sapmalarına, kendi soy, ırk, dil, mezhep ve meşrebine göre yorum yapan kimi ruhban-ulema sınıfı neden olmuştur.

Yine sakın unutma; hiçbir ruhban ya da ulema sınıfından birinin, tanrısal (ilahi) torpille senin günahlarını bağışlatma ve seni cennete götürme yetkisi yoktur.
Her insan iyi ya da kötü, adaletli ya da adaletsiz, sevap ya da günah, iyilik ya da kötülük… gibi tutum ve davranışları ile cennet ya da cehennemi hak edebilir. Bunun kararı da ancak tanrısal (ilahi) yargıda belli olur.

Ahlak ve adaletten ayrılmadan ve kul hakkı yemeden yaşamanı sürdür…

Deprem ve etik

Ahmet GÜREL
İnşaat Mühendisi
23 Ekim 2023, Cumhuriyet

Ülkemizin deprem riski; nüfus artışı, yanlış arazi kullanarak yapılaşma, imar affı, yetersiz altyapı ve çevresel düzensizlikler nedeniyle sürekli artmaktadır. Ülke depremleri konusunda, yerbilimi disiplinindeki öğretim üyelerimiz, basın yoluyla sürekli uyarı yaparak deprem konusunda endişelerini belirtmektedirler. Ancak, deprem yalnızca zemin değildir, benim de elli yıllık mezunu olduğum bir meslek disiplini var.

İnşaat mühendisliği mezunu olurken betonarme lisans eğitimim var; mesleki geçmişim hep betonarme yapılar üzerine geçti. Bu yazıda İzmir ve deprem konulu bilgi vermek istiyorum. İnşaat Mühendisleri (İMO) İzmir Şube Yönetimi’nin 18 Aralık 2020 günlü raporu şöyledir:

YAPI STOKUMUZ

“İzmir’de yaklaşık 630 bin bina mevcuttur, olası bir İzmir depreminde 75 bin binanın kullanılamaz hale geleceği, can kaybının en iyimser tahminle 30 bin dolayında olacağı, altyapının ve haberleşme ağlarının kullanılamaz hale geleceği öngörülmektedir. …Depremin ne zaman olacağı sorusuna yanıt bulmak, bugün karşı karşıya olduğumuz deprem riskini azaltmayacaktır. Deprem riskini azaltmak ancak ve ancak zarar azaltma çalışmaları ile mümkündür.”

Ülkemizin yapı stokunun, 2005 yılında yürürlüğe giren Deprem Şartnamelerine göre acilen yenilenmesi gerekir. İzmir Büyükşehir Belediyesi hizmet binasının, “Bayraklı” depreminden sonra, yıkılıp yeni şartlara uygun olarak yenilenmesini Türkiye’ye örnek olmalıdır. İzmir Büyükşehir Belediyesi hizmet binasının, beş blokun ikisinin şantiye şefliğini yapan bir mühendis olarak, Kocaeli depreminden başlayarak, bina hakkında endişelerimi yetkililere bildirmiştim.

30 Ekim 2020 günü, meydana gelen, “Bayraklı” depreminden sonra, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin aldığı radikal (köktenci)  kararla İzmir Büyükşehir Belediyesi hizmet binasının yıkılmasına karar verildi, ben de yıkım için kendi adıma onay verdim. Bu binada, çalışanlarla birlikte beş bin kişinin yaşadığı bilinirse, bu kararı çok önemsiyorum.

SAĞLIKLI YAPI ÜRETİMİ

Kendi Meslek Odamın gençlerine hitaben İMO dergimizde yayımladığım yazımda;

Sizden bir ricam olacak gençler, yaptığınız binalarda, hiç hata yapmayınız, yaptırmayınız. Bayraklı depremi; belleğimizde taze; 117 kayıp verdik, Bayraklı’da. Bizim meslek hata götürmez… Gençler, sevgili meslektaşlarım, ideallerinizden ödün vermeyiniz, geleceğinizi karartmayacak işlerde çalışmanızı diliyorum.” dedim.

İMO’nun eski sekiz Oda başkanları ile deprem temalı röportaj (söyleşi) yaptım, röportajların ana teması; yüklenicilerin mühendislerden olması, bu anlamda müteahhitlik firmaları yerine, sorunlara çözüm üretebilme yeteneğine sahip mühendislik firmaları ön plana çıkarılmasıydı.

İnşaat mühendislerinin, mezuniyet sonrası, İMO’da yaptıkları yemine bağlı kalarak, alacakları fenni mesullük ve yapacakları denetim ile ürettikleri binaların kendi namusu olduğunu bilirler. Bunun anlamını bilen ve meslek yaşamına böyle başlayan mühendis arkadaşlarımız ve meslek yaşamı boyunca sağlıklı yapı üretimi yaparlar.

“Depremler kader olmasın” diyerek deprem öldürmez, hatalı yapılmış binalarınız öldürür, binalarınızı deprem sonrası değil öncesi İMO’ya kontrol ettirmeniz dileğimle.