Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

ATEŞLE OYNAMAYIN YANARSINIZ

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Kurucu Genel Başkanı

Bahçeli, MHP Grup Toplantısında,

  • “PKK Teröristbaşı Öcalan’ı TBMM’ye davet etti”!

Bu Anayasaya, Siyasal Partiler Yasasına ve Türk Ceza Yasasına aykırı bir tutumdur, suçtur.

  • Bahçeli, Türk Devletini parçalamaya yönelik eylemlere destek olmuştur.

Bu davranış Erdoğan-Bahçeli-Hüda Par ve Kürtçü-Bölücüler-Hilafetçiler ve emperyalist devletlerle yapılan bir plandır. Sevr’i hortlatmak isterler.

Bunu da, kafalarına geçireceğiz. Sevrcileri evlerinden çıkamaz hale getireceğiz.

  • Uyarıyoruz                : Ateşle oynayan yanacaktır!…

Şu gerçeği herkes bilmeli ve kabullenmeli :
Bu ülkenin sınırlarının her metresi can vererek, kanla çizilmiştir.
Emperyalistlerin cetvelle çizdikleri, Arap ülkelerinin sınırlara benzemez bizim sınırlarımız.
Sınırlarımız üzerinden Türk Vatanına plan yapıp oyun kurmak isteyenler, bunu iyi bilmeli. Atalarımızın çizdiği sınırlarımızı değiştirmek isteyenlerin, ancak can vererek, kan dökerek yani savaşarak yapabileceklerini bilmeliler.

Emperyal Devletler, bir ülkeyi ele geçirmek istediklerinde önce kendilerine koşulsuz itaat edecek birini bulurlar. Sonra o ülkede şu üç ihaneti yaptırırlar, adamlarına ilk buyrukları şudur :

1- Önce Ordu’yu çökerteceksin,
2- Sonra Yargının nirengi noktalarını ele geçireceksin,
3- En son olarak, ülke ekonomisini batıracaksın.

Cumhuriyetin ilanından bu yana iki kesim, yıkım için mücadele ederler :

1) Şeriat-Hilafet isteyen seccade şeytanları,
2) Kürtçü-Bölücü katiller.

Cumhuriyetten bu yana devlete karşı kalkışılan 28 silahlı isyanı incelerseniz bunu görürsünüz.
İç yapıyı parçalamak için planları da bellidir :

-Eşit Vatandaşlığı dayatacaksın.
-Ana dilde eğitim ve öğretim.
-Ülkeyi önce Eyaletlere bölecek, ileride de basit bir plebisitle kopartacak oyun.

Bunları açıklayalım :

Eşit vatandaşlık başkadır, vatandaşların eşitliği başkadır.

Öcalan’ın istediği, Eşit yurttaşlık istemi şudur :

Anayasal yapı içinde, Türk kimliği dışında başka bir kimlik daha tanınsın.
Tanınan ikinci kimlik de Türk kimliği ile eşit olsun. Yani sen Türk olarak kal, ben de Kürt olarak. Anayasada yanına geleyim. İsterlerse, Çerkez, Arnavut, Boşnak, Kafkas, Çeçen, Laz, Gürcüler gelsin, Anayasada yerlerini alsınlar!
Anayasamızdaki Yurttaşların eşitliği ise;
Anayasa ve yasalar önünde tüm yurttaşların eşit olması anlamına gelir.
Yurttaşlar arasında ırk, din, mezhep, soy, bölge, köken ayrımı yapılmaz.

Ana Dilde Eğitim ve Öğretim :

Herkesin ana dili, inancı, kökeni, kültürü onların onurudur. Buna herkes saygı duymalıdır. Herkes bunları özgürce yaşamalıdır. Devlet bunu kolaylaştırır. İstenmesi durumunda desteklemelidir.

  • Ama Ana dilde eğitim ve öğretim, ülkenin bölünmesi için ciddi bir tehdittir.

Eğer bu yola sapılırsa 15-20 yıl sonra, bu ülkenin çocukları birbirleriyle anlaşamaz, konuşamaz durum gelirler. Bu olmaz, olmamalı.

Yerel Yönetimlere özerklik : 

Öcalan bu istemi o denli ileri götürmüştür ki; vergi toplama, kuvvet toplama, yeraltı ve yerüstü doğal kaynaklara el koyma gibi.
Ayrılmak için plebisit hakkı gibi. Bu da olmaz olmamalı.
***
Aziz Türk Milleti,

Devlet yönetiminde toplumun bütününü ilgilendiren önemli konularda acele karar verilmemeli, iyice araştırıp düşünmeli.
Şu an Türkiye’de Hukuk Devlet yok, Yargı ve kurumlar çalışmıyor.
Hukuk Devletinin olmadığı bir ortamda, siz Anadilde eğitim hakkını, eşit yurttaşlık hakkını alsanız ne olacak ki? Kullanamadıktan sonra…
***
Yazıyı bağlarken şunu hiç unutmamalıyız               :

Türk Devletinin bugün için en büyük sorunu, AKP Faşist Dikta iktidarıdır.
Derhal demokratik yolla indirilmelidir.
Sonra ülkenin demokratik standartları yükseltip,
bugün için sorun olan konuları konuşarak çözebiliriz…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 23 Ekim 2024

KONFESYONALİZM ya da MEZHEPÇİLİK ÇIKMAZI ve LÜNAN’ın BAŞINA GELENLER

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Lübnan’da neler oluyor? Lübnan halkları neden sıkı bir sosyolojik, siyasal ve kültürel birlik kuramıyor? Lübnan Ordusu niçin İsrail saldırılarına yanıt ver(e)miyor? Lübnan’da, özellikle de Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta kimi mahalleler İsrail Ordusu tarafından şiddetle bombalanırken, aynı kentin öbür semtlerinde hiç savaş yokmuş gibi, bir kesim halk, nasıl gülüp eğlenmeye devam edebiliyor…

Bu durumun, acaba Lübnan’ın sosyolojik, siyasal ve kültürel yapısı ile bir ilişkisi olabilir mi?
Batı emperyalizmi, Lübnan’a ve çoğu İslam devletlerine nasıl bir siyasal örgütlenme biçimi bıraktı. Lübnan Devleti’nin Batı üretimli bu konfesyonalist sosyolojik ve siyasal, devlet örgütlenmesini bilmeden bu sorunun yanıtını bulma olasılığı oldukça zayıftır.

Şimdi önce konfesyonalizmi (confesyonalism) tanıtmak, daha sonra da Lübnan’daki sosyolojik ve siyasal örgütlenmeyi açıklamak daha aydınlatıcı olabilir.

A- KONFESYONALIZM NEDİR?

Konfesyonalizm sözcüğü, latince “confessio” yani itiraf sözcüğünden türetilmiştir. Özellikle Katolik – Hristiyan kiliselerinde “confesyon” yani itiraf ya da günah çıkarma kabinleri vardır vardır. Günah işleyenler kabine girer ve yüz yüze gelmeden günahlarını papaza itiraf ederler. Papaz da onlara dinsel nasihatlarda (öğütlerde) bulunur ve işlenen günahlar için Tanrıdan af umudu aşılar Bu işlemler bizim konumuz dışındadır.

Konfesyonalizm ise felsefesi, demografik ve sosyolojik olarak, ülkedeki din ve mezhep farklıklarını dikkate alıp devletin sosyal ve siyasal yapısını, din ve mezhep esasına (ilkesine) göre inşa etmek (kurmak) anlamına gelir. Konfesyonalist yaklaşım biçiminin üç ana nedeni vardır.

1- Etnografik ve demografik gerekçe

Bir toplumdaki din ve mezheplerin toplam nüfus içindeki ağırlıkları farklıdır. Adil bir siyasal yönetim için her inanç türünün Parlamentoda, merkez ve yerel yönetimlerde demografik ağırlıklarına göre temsil edilmeleri gerekir.

2- Yasama, Yürütme, Yargı ve devlet bürokrasisinin paylaşımı.

Her ırk, din ve her mezhep mesuplarının devlet yönetiminde her alanda temsil edilme hakkı vardır. Devlet gücünün ve devlet kadrolarının da ülkedeki farklı din ve mezhepler arasında nasıl dağıtılacağı anayasal ve yasal güvenceye alınmalıdır.

2- Toplumsal uzlaşı ve barış gerekçesi

Eğer devlet yönetiminde, siyasal güç olarak, her din ve mezhep grupları, sayısal güçleri oranında temsil edilirse yönetim adil olur. Toplumsak barış ve huzur (erinç) daha uzun erimli olur.

Peki gerçek durum nedir?
Tarihsel olarak etnisite, din ve mezhep temelleri üzerine örgütlenmiş en önemli devlet örneği eski Yugoslavya idi. Parçalandı ve yedi farklı devlete ayrıldı. Ayrıca, başta Lübnan ve Irak olmak üzere, bu tür mezhep ve etnisite temelli siyasal devletler vardır. Örneğin zamanın devlet başkanı Saddam, Irak’ta ABD tarafından saf dışı edildikten sonra, siyasal olarak Irak devletinin yönetimi Şiiler ve Sünniler arasında paylaştırıldı.

B- KONFESYONALİZMİN TEMEL SAKINCALARI

1- Bu tür örgütlenmeler etnik, dinsel ve mezhepsel rekabete, birbirlerini ötekileştirme ve düşmanlaştırmaya açıktır. Fakat Uygulamalarda birçok siyasal ayrımcılık ve eşitsizlikler ortaya çıkabilir. Kendi aralarındaki dinsel çekişmelerin siyasal rekabeti, siyasal rekabet de din ve mezhep çatışmalarını körükleyebilir.

2- Ortak siyasal çıkarlar ve uluslararası sorunlarla ilgili kararlarda sonuç almak zorlaşır; karar düzenekleri (mekanizmaları) tıkanabilir. Her etnisite, din ya da mezhebin çıkarlarını bağdaştırmak her zaman olası değildir. Çatal kazık yere batmaz atasözümüz böyle durumlar için kullanılır.

3- Sisteme dahil olan etnik, din ve mezheplerin demografik sayıları eşitsiz olduğu için, güç dengeleri de eşitsiz olur. Yurttaşların eşitliğini sağlamak zorlaşabilir. Devlet gücüne daha çok sahip olan sayısal çoğunluğun azınlıklara baskı kurmasına neden olur.

4- Sistematik ayrımcılık, kendi yandaşını koruma, ırkçı, dinci, mezhepçi ve hatta toplumsal cinsiyetçi yaklaşımlar giderek geri dönülmez biçimde kurumlaşır. Nepotizm kurumlaşır. Uzlaşma yolları kapanabilir.

5- Zamanla, savaşlar, göçler ve nüfus artış hızı farklarından kaynaklanan demografik değişmelere uyum sağlamak zorlaşır. Güç dengeleri alt-üst olur.

6- Etnisite, din, mezhep vb. ayrımlar üzerine kurulmuş, kemikleşmiş ve heterojen bir yapı toplumsal birlik ve beraberlik için aşılması çok zor büyük bir engel oluşturabilir. Ülke genelinde toplumsal bir güç ve ideal birliği kurmak olanaksızlaşır.

7- Kanımca en büyük engel de şudur : Etnik ve teolojik ayrımlar ve farklılıklar üzerine devlet kurmak çağımızın aklına, bilimine, hukukuna, demokrasisine ve evrensel insan hak ve özgürlüklerine aykırıdır.

  • Teokratik (dinci) devlet modeli artık miadını doldurmuştur.

C – GÜNÜMÜZÜN EMPERYAL GÜDÜMLÜ LÜBNAN DEVLETİ

Tarihsel olarak, şimdiki Lübnan coğrafyası, önce Osmanlı toprağı iken daha sonra Fransız sömürgesi konumuna düştü. Şimdiki Lübnan devleti, Fransız mandası olarak, 01 Eylül 1920’de
“Büyük Lübnan” adıyla kuruldu. 22 Kasım 1943’te bağımsız devlet oldu. Fakat din ve mezhep ayrımcılığı yani konfesyonalizm temelinde örgütlendirildi. Devletin siyasal yönetimi ve devlet kadroları dinler ve mezheplerin demografik ağırlıklarına göre paylaştırıldı.

Lübnan devletinin yüzölçümü 10.452 km2. Yani Lübnan çok küçük bir devlettir. 2023 verilerine göre Lübnan devletinin toplam nüfusu 5.630.000 kişidir. Bu nüfusun 3.510.000 kadarı (% 62.33’ü) Müslüman, 2.120.000 kadarı (% 37.67’si Hıristiyandır. Çok az da Yahudi nüfus vardır. Müslüman nüfus Sünniler, Şiiler, Dürziler ve Nusayrilerden oluşmaktadır. Aynı biçimde Hıristiyan nüfus da Maronit Katolikler, Rum Ortodokslar, Rum Katolikler ve Ermeni Ortodokslardan oluşmaktadır. Az miktarda da Yahudi nüfus vardır Ayrıca, 1.500 000 kadar da Suriye’li göçmen gelmiştir.

Lübnan’da kişi başına ulusal gelir 11.562 ABD Doları kadardır. Fakat gelir dağılımı çok bozuktur. Halķın % 60 kadarı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.

Lübnan’daki siyasal merkezi yönetim, devlet kadroları ve yerel yönetimler yukarıda sözü edilen Hıristiyan ve Müslüman mezhepler arasında nüfus büyüklükleri oranında paylaşılmış durumdadır. Cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık makamları dahil kimi kadrolar, mezhepler arasında dönüşümlü olarak paylaşılmaktadır. Dinler ve mezhepler arasındaki çekişme ve çatışmalar hep gündemde kalmakta ve istikrarsızlık üretmektedir. Ayrıca, dış politika ve ülke güvenliği açısından ortak kararlar almak çok zordur.

Acaba günümüz Lübnan toplumu neden İsrail’e karşı topyekun bir tutum belirleyemiyor??Demek ki dincilik ve mezhepçilik yüzünden henüz bir ulus (millet) olamamıştır. Kökten dinci ve mezhepçi siyasal örgütlenme biçimi Lübnan halkının uluslaşmasını engellemektedir.

Kıssadan hisse

Osmanlı Devleti, çok etnikli, çok dilli, çok dinli ve çok mezhepli bir yapıdaydı. Türkiye Cumhuriyeti kurulunca bu çok etnikli ve çok dinli yapı, küçük ölçeklerde de olsa, aynen yeni Türkiye Cumhuriyetine miras kalmıştır. Zaten Osmanlı’dan ayrılarak kurulan yeni devletler de Osmanlı’daki bu ırk, dil, din ve mezhep farklarını bahane ederek Osmanlı’ya isyan edip ayrılmışlardı…

Yüce önderimiz büyük Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini kurarken hem etnisite hem de din ve mezhep farklılıklarını devre dışı bırakan laik bir ulus devlet kurmuştu. “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.” diyerek etnik ve dinsel ayrımcılıktan kaçınmıştı. Ancak bu tutum, çeşitli nedenlerle yeterince sürdürülemedi.

Güncel olarak, Arnavutluk’ta yeni tezgahlanan sözüm ona “Bektaşi Devleti” de ne Arnavutların ne Balkan devletlerinin ne Türkiye’nin ve ne de Alevi – Bektaşilerin hayrınadır.
Böl ve yönet politikasının bir gereği olarak geleceği istikrarsızlaştırma çabalarıdır.

O halde bize düşen temel görev;

  • Atamızın kurduğu laik ve demokratik cumhuriyeti,
  • ulusal birlikten asla ayrılmadan,
  • evrensel demokrasi ve hukukun üstünlüğü ile taçlandırmaktır.

Değişim için avukatlar, sandığa çağırıyor

Siyaset  17.10.2024, BİRGÜN

 

Meslektaşlarımın kitlesel çağrısı üzerine, “ben değil, BİZ”  yanıtı ile birlikte yola çıktık. Katılımcı yöntem ve kucaklayıcı yaklaşımla yürüttüğümüz kampanya büyük ilgi gördü, genç avukatlar arasında görünür bir heyecan yarattı.

Anayasal yıkıma karşı hukuku etkili kılma ereğinde Değişim İçin Avukatlar (DİA), pusuda bekleyen iftira odaklarını panikletmiş olmalı. “Anayasa’nın değişmez maddeleri” ve DİA adaylarının avukatlık meslekleri üzerinden karalama kampanyası başlattı.  Değişmez maddeler üzerine yazdıklarımı hiç okumamışlar; avukat arkadaşları ise müvekkillerinden hareketle  “Veryansın”! etmişler.

Son yirmi yılda Anayasa ve insan hakları çalışmalarım nedeniyle saldıran bileşik kaplar görünümlü müfterilerle yargı önünde hesaplaşmam sürüyor: Kimisi kaçtı, kimisi kılık değiştirdi, kimileri yargıdan kaçmak için kendileri için yasa çıkardı.

TESCİLLE SONUÇLANDI

İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanlığı seçimlerinde Fetöcü bir adayı karşıma çıkaranlar kaybedince, görev yaptırmamak için hukuk ve ahlak dışı her yolu denediler. İnsan Hakları Raporları nedeniyle açtıkları davalar, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun “Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşlığı”nı tescil etmesi ile sonuçlandı.

Anayasal yıkıma karşı çıktığım için OHAL KHK’si ile Üniversiteden uzaklaştıran –bu kez Fetö ile sözde hesaplaşan- Yürütme’ye “alnım açık, veremeyeceğim hesabım yok” sözleriyle meydan okudum. Anayasa, Ceza ve İdari yargı önünde aklandım. Hükümeti lağveden Yürütme ise,
yargı önünde hesap vermemek için 5 yasa çıkarttı.

Haziran 2018 seçimlerinde milletvekili adaylığıma itirazı YSK, oybirliğiyle reddetti. 2020’de ‘Yasama Yetkisi Devredilemez’ başlıklı belgesel nitelikte kitapçık-raporu okumadan, hiç ilgisi olmadığı halde, ‘Anayasa’nın değişmez maddeleri’ üzerinden vurmaya başladı. Ama ben bütün gücümle TBMM’nin saygınlığı için gece gündüz çalıştım:

  • Beş yıl boyunca AYM’ye iptal başvuruları ile bir tür “Anayasa Avukatlığı” yaptım.

20 Ekim 2024 seçimleri yolunda “hukuku etkili kılmak için İstanbul Barosu’nun niceliksel gücünü niteliğe dönüştürme” andı içen DİA’ya veryansın edenler de, sav + savunma + hüküm diyalektiği ile yüzleşecek.

Bireysel barış hakkı ötesinde kolektif barış hakkını, “Yurtta sulh, cihanda sulh” temelinde anayasal düzlemde savunan bir kişiyi terörizmle ilişkilendirmeye çalışanlara, ülke/çevre, insan hakları ve hukuk devleti savunucularına sürekli iftira atanlara “BEN” olarak yanıtım şu:

Yeşil Artvin Derneği üyeliğinden -BM nezdinde tanınan- Karşılaştırmalı Çevre Hukuku Uluslararası Merkezi Başkan Yardımcılığına uzanan güncel ve geçmişteki görevlerimi niteleyen üç kavram:

  • Hukukilik, Saydamlık ve Yurtseverlik.

Yerel, ulusal ve uluslararası ölçekte hukuk kuramı ve uygulamasında, kamu yönetimi ve üniversitelerde, yargı ve yasamada 50 yıllık deneyim ve birikimimi, bütün meslektaşlarımla birlikte İstanbul Barosu hizmetine sunmak amacıyla yola çıktım.

ÖNCÜ OLABİLİR

Sav + savunma + hüküm diyalektiğinde, hukuku ortaya çıkarmanın ana aktörü olan Barolar, Yasama + Yürütme + Yargı işlevlerinde biçimlenen erkler ayrılığının hak ve özgürlüklerin güvencesi olmasında da belirleyici. Güncel ortam ve koşullarda barolar, adil yargılanma hakkı gereklerinin yalnızca aktörü değil, aynı zamanda antrenörü konumunda.

  • Bu tarihsel sorumluluk karşısında
  • İstanbul Barosu, hukuk ortak paydasında siyasal görüş ve grupların üstünde “Anayasa’ya bağlılık çerçevesinde siyaset” mücadelesinin de öncüsü olabilir.

Katılımcı ve kucaklayıcı kolektif yönetim anlayışı, sorunların çözümü için en etkili yöntem.

İstanbul Barosu yönetimi ve üyelerinin ortak iradesi ve birlikte çalışması, ülkemizdeki tüm hukuksuzluklara karşı ortak tavırla hukuka ve adalete güvenin yeniden kurulmasını sağlayacak.

Böylece,  Anayasa ve uluslararası hukuk ile güvencelenmiş hukuk ve sosyal hukuk devleti gereklerini zedeleyici uygulamaların ve her alanda her bireyin mağdur kaldığı hukuksuzlukların takipçisi olmak, İstanbul Barosu’nun öncelikleri arasında yer alacaktır.

DİA olarak çağrımız, İstanbul Barosu’nun bütün üyelerine ve özellikle genç avukatlara:

  • Hukuku etkili kılmak, herkes için hukuk,
  • insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet,
  • Anayasa’ya saygılı Devlet ve hukuk yoluyla demokrasi
    için oyumuzu kullanalım.
    =====================================Dostumuz
    Sayın Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu ve İstanbul Barosu yönetimine aday olan
    Değişim İçin Avukatlar (DİA) kümesine (grubuna) bu hafta sonu seçimde başarılar dileriz.

    Sevgi ve saygı ile. 17 Ekim 2024

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
    Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
    Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
    www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
    https://www.instagram.com/ahmet_saltik

    ======================================
    Yazarın (Prof. Kaboğlu’nun BİRGÜN gazetesi) önceki yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 16 Ekim 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ANAYASA

Bahçeli’nin “barış” diye DEM’lenmesi, RTE’nin “İsrail’in gözü topraklarımızda” demesi ve Anayasa’nın değiştirilme isteği geldi reisin yeniden seçilmesine dayandı.

Mihri Belli ne demişti?

  • Angara’da Anayasso, yap bize bir iltimasso…

YALANCI

Topraklarımızda gözü var” diye korkutulduğumuz İsrail’e, devlet kurumlarının yazılım güvenliği teslim edilmiş.

Aldat, aldat dön bir daha aldat…

KILIÇ

Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde teğmenlerin kılıç çekmesi ile ilgili soruşturmada komuta kademesindeki (Tk. Bl. Tb. A.) subaylar görevden alınmış.

Vatana ve cumhuriyete sahip çıkmak onlara mı kaldı?
Asın!..

ÖRTÜNME

AKP Eskişehir milletvekili ve RTE’nin başdanışmanı Ayşen Gürcan’ın yönettiği Enstitü,
kadın öğretmenlere “Dış görünüm ve giyim kodları” adı altında giyinme dersi verecek.

Kapanın yanarsınız!” eğitimi…

DEMLİ

BBP Başkanı Mustafa Destici, “Kredi kartına 100 bin TL limiti olup 750 lira ödemeyen DEM’lidir.” dedi.

Bahçeli’nin DEM’e uzanan elini unutmuş Cumhur’un yanaşması…

Dördüncü madde tartışması ve dördüncü halife

GANİ AŞIK
ESKİ CHP KAYSERİ MİLLETVEKİLİ, MÜFTÜ
15 Ekim 2024, Cumhuriyet

 

Emevilerin Hz. Ali ve peygamber soyuna yaşattığı dramın 14 asırlık yansımalarının günümüz Türkiye’si açısından kısa bir analizini yapalım.

Ali ile Muaviye, Atatürk ile Vahdettin, Kuvayı Milliyecilerle Osmanlıcılar ve Ankara Müftüsü Rifat Hoca ve Anadolu uleması ile Dürrizade Abdullah arasındaki uçurumlar gibi, Cumhuriyetin hedefleri ile iktidarın hedefleri arasında da benzer derinlikte uçurumlar vardır.

Çeyrek asırlık uykudakiler artık uyanmalılar

  • İktidar için cumhuriyet, sırtından atılması gereken kambur;
    Erdoğan’ın son hedefi ebedi başkanlıktır.
    Emevilerin dördüncü halife Ali ve soyuna reva gördüklerini, siyasal İslam, Atatürk’e ve kurduğu Cumhuriyete uygulamaktadır.

Muaviye’nin, Sıffin Savaşı’nda Kuran’ı alet ve istismar ederek hakem hilesi ile Ali’nin hilafetini boğması gibi, 2.5 milyon geçersiz oy ve “Atı alan Üsküdar’ı geçti” oldubittisi ile de Cumhuriyet düşürülmeye çalışıldı.

YÖNTEM AYNI

Sıffin Savaşı ile Müslümanların ikiye bölünmesine İslam tarihinde “ilk fitne” denir. İslamcı iktidarın bile isteye sebep olduğu toplumsal yarılma da talihsiz demokrasimizin fitnesidir.

Sıffin Savaşı, İslam tarihi ve mezhepler tarihi ile kelam ilminin de çetin konularından birisidir. Atatürk’ün iktidarı 15 yıl, Ali’nin hilafeti 4 yıl 9 ay sürdü. Atatürk’ü ve Hz. Ali’yi kıyaslamamın nedeni, kahramanlık ve bilgelikleri ile Ali’nin döneminin Atatürk’ü, Atatürk’ün de devrinin Ali’si olmalarıdır.

Sağlam kaynaklar, Mekke Emevilerinin erken dönem İslamında Hz. Muhammed’e çektirdikleri acıların örnekleri ile dolu olduğu halde, engel olamadıkları İslam devletini, meşru halife Ali’ye baş kaldırarak ele geçirmişlerdir. Bizim İslamcıların Milli Mücadele’ye karşı durup sonra da kurulmasını önleyemedikleri Cumhuriyeti Muaviye yöntemleriyle ele geçirmeleri gibi…

Aradaki fark şu ki; Emeviler İslamı geniş coğrafyaya yaydıkları halde, siyasi İslam, devleti yıkma çabasında.

Genç teğmenlere “O kılıçları kime çekiyorsunuz?” azarlaması, korku iklimini diri tutma planının bir parçası.

  • Teğmenler, dünyanın neresinde darbe yapmışlardır, nasıl yapacaklardır?

Anayasanın 4’üncü maddesinin hedefe konulması da,
kuşkusuz Cumhuriyeti ve Anadolu Türklüğünü bitirmeye yöneliktir.

TEMEL GÜVENCE

Anayasanın ilk 3 maddesi devletin şeklini, niteliklerini ve başkentin Ankara olduğunu hükme bağlayan, 4’üncü madde ile de bunların değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceğini karar altına alan bir bütün olarak, Cumhuriyet ve devrimlerin temel güvencesidir.

Yapıcıoğlu’nun –aslında “Yıkıcıoğlu”nun-, “Yalnızca 4. madde kaldırılsın” hezeyanı “tilkilik” olarak nitelendirildi ama tilki, kurnaz olduğu kadar da akıllıdır. Bir tavuk çiftliğinde yeni avlarına odaklanıp “Ecdadınızın çok kanını döktüm, hacca gideceğim, helalleşmeye geldim.” derken, karşı tepeden yaklaşmakta olan tazıyı gören tilki “Abdestim bozuldu, yenileyip geleceğim.” diyerek tüyer. Günümüz siyasal tilkilerinin de abdestinin bozulacağı günler yakındır. Ama ne var ki,
ulusal kaynaklarımızın doyumsuzca ve utanmazca yağmalanmasının önlenemiyor olması, toplumun belini bükmektedir.

SONUÇ

Kerimoğlu zeybeğindeki “Oynülen de kör Arabım sen oyna, senden başka yiğit kalmadı” mısraları gibi; geçiş, uçuş, hasta garantili ve adrese teslim tüm ballı ihalelerin “Devletteki ortağı kim/kimler” diyebilecek bir kör Arap (yiğit), Arapçı ve şeriatçı iktidarın elinden de Türklüğü ve Cumhuriyeti kurtaracak bir Atatürk aranmaktadır.

Laiklik ve ekonomi

Örsan K. Öymen
14 Ekim 2024, Cumhuriyet

 

Laiklik dinin, devlet, siyaset, hukuk, eğitim (AS: sağlık!) işlerine karışmaması, devletin de bu koşulla, dindar vatandaşın dinsel inanç ve ibadet özgürlüğünü, dinsiz vatandaşın felsefi görüşünü güvence altına almasıdır.

Türkiye’nin günümüzdeki en önemli sorunu, muhalefetteki genel sanının aksine, laiklik ilkesine vurulan darbelerdir, laiklik yoksunluğudur. Ekonomi, siyaset, hukuk, eğitim, kamu kadrolaşması, (AS: sağlık) ve göç alanında yaşanan tüm güncel sorunların kökeninde büyük ölçüde, AKP hükümetinin laikliği ortadan kaldırarak bir din devleti kurma, teokratik bir düzen kurma amacı yatmaktadır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için Yasama, Yürütme, Yargı arasındaki güçler ayrılığını; yargı bağımsızlığını (AS: ve tarafsızlığını); düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğünü ortadan kaldırmıştır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için, eğitim dinselleşmiştir,
Eğitimde nitelik ve bilimsellik ortadan kalkmıştır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için, devletin tüm kurumlarında kadrolaşma dinselleşmiştir ve liyakata dayalı nitelikli kadrolaşma ortadan kalkmıştır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için, yurtdışından şeriatçı, dinci, İslamcı kitle ithalatı ve demografik mühendislik süreci başlamıştır, göçmen istilası ortaya çıkmıştır.

AKP, demokrasinin yerine teokrasiyi getirmek istediği için, Türkiye’de ekonomik kriz ortaya çıkmıştır.
***
AKP döneminde laiklik yoksunluğunun ekonomik krize yol açması üç biçimde gerçekleşmiştir:

1)AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan, Kuran ayetine dayalı nastemelli faiz politikası uyguladığı için, ekonomiyi de dinselleştirdiği için, Türk Lirası ani ve radikal bir değer kaybına uğramış ve bu da hiper enflasyona neden olmuştur.

2) Teokrasi hedefinin bir sonucu olarak hukuk devletinin ortadan kalkmasıyla, yabancı ve yerli ekonomik yatırımlar neredeyse durma noktasına gelmiştir; hukuk devletinin yıkılması,
ekonomik güven ortamını da ortadan kaldırmıştır.

3) Teokrasi hedefinin bir sonucu olarak, hem eğitimin hem de kamuda ve özel sektörde kadrolaşmanın dinselleşmesiyle, Türkiye’nin her alanında eğitimli, uzman, liyakat sahibi
nitelikli eleman yetişmesi darbe yemiştir; bu da makro boyutta ekonomik verimliliği
ortadan kaldırmıştır.

Laiklik ile ekonomi arasındaki bağlantı bağlamında ilki doğrudan, ikincisi ve üçüncüsü dolaylı olarak gerçekleşen bu etkilerin sonucunda tarım, sanayi, teknoloji sektörlerinde etkili ve yaygın bir üretim ekonomisinin gerçekleşmesi de; turizm, gastronomi, kültür-sanat, eğlence gibi bazı hizmet sektörlerinde dinamik bir ekonominin yaşama geçmesi de olanaksız duruma gelmiştir.
***
Laiklik yalnızca cumhuriyetin, demokrasinin, halk egemenliğine dayalı yönetim biçiminin özündeki ilkelerden biri değildir.

  • Laiklik aynı zamanda ekonomik kalkınmanın önkoşullarından biridir. 

Türkiye’de halkın çoğunluğunun laiklik ilkesinin önemini ve değerini hâlâ kavrayamamış olması bu gerçeği değiştirmez. Siyasetçilerin temel sorumluluklarından biri de, makam ve mevki hırsı için anlık popülist siyaset yapmak değil; uzun vadede (erimde) halkın ve ülkenin yararına olacak siyaseti üretmektir, laiklik ilkesinin anlamını, önemini ve değerini halka anlatmaktır.

“Halkın gündeminde laiklik yok, halkın gündeminde ekonomi var, o nedenle laiklik söylemine gerek yok” biçimindeki çelişkili bakış açısı, eğer kötü niyetten kaynaklanmıyorsa, cehaletten, popülizmden, ufuksuzluktan, bilgisizlikten, aptallıktan başka bir şey değildir!

Hem Türkiye Cumhuriyeti’nin hem de Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu olan
Mustafa Kemal Atatürk’ün laiklik ilkesine yüksek bir önem ve değer vermesi boşuna değildi.

CHP’li bazı eski ve yeni yöneticiler, Atatürk’ün kendilerinden daha akıllı, daha bilgili, daha ileri görüşlü, daha iyi niyetli, daha cesur olduğu gerçeğini kabul ederek, siyasal yaşamlarında
beyaz bir sayfa açmalıdırlar.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik ve ekonomi14 Ekim 2024
AKP ve İsrail7 Ekim 2024
Atatürk ve eğitim30 Eylül 2024

Yeni anayasa değil, hukuk devleti istiyoruz!

Mine G. Kırıkkanat
Mine G. Kırıkkanatkirikkanat@mgkmedya.com 
09 Haziran 2024, Cumhuriyet

31 Mart yerel seçim sonuçları, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk ve
kurucu partisi olmasına karşın yarım yüzyıldır muhalefete vidalanmış, yerinde sayan CHP’yi birinci parti ve yeni genel başkanı Özgür Özel’i daha ilk seçim hamlesinde, iktidara yürüyen siyasal lider yaptı.

Aynı sonuçlar, 22 yıldır iktidar olan AKP’yi ikinci sıraya düşürmekle kalmadı.
Seçim kampanyasına AKP başkanı sıfatıyla aktif olarak katılan Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ı da beklemediği bir yenilgiye uğrattı.

O gün bugündür, Türkiye’nin siyasal tablosu ters asılı: İktidarda azınlığa düşmüş AKP, muhalefette çoğunluğa ulaşmış CHP var.

DEMOKRASİ YUMUŞAMAZ, NORMALLEŞİR

Sayın Erdoğan da tersliğin farkında ve halkı kutuplaştırdığı süreçte ne zaman dara düşse gösterdiği havucu yine uzattı, “yumuşama” önerdi. Artık ne kendisi ne de AKP çoğunluğu temsil etmediği için, muhalefete bazı konularda taviz vererek ve karşılığında “hayati” tavizler alarak iktidarını sürdürmek istiyor.

CHP lideri Özgür Özel’in, cumhurbaşkanının “yumuşama” politikasını “normalleşme” diye düzelterek geri çevirmemesi, Erdoğan’la görüşmeye başlaması demokratik anlamda gerekli ve olumludur.

ARAÇ YUMUŞAMA, AMAÇ SERTLEŞME Mİ?

Demokrasi, iktidar ile muhalefet arasında “al gülüm, ver gülüm” tadında konuşarak, anlaşarak karşılıklı tavizlerle yürür.

Ancak soru, cumhurbaşkanının “yumuşama” sürecinden ne beklediği, hangi konuda anlaşmak istediği…

Eğer muhalefete uzattığı elin nihai amacı, cumhurbaşkanı ve AKP iktidarının çıkar ve amaçlarına uyacak yeni bir anayasa ise işte bu kabul edilemez.

  • Sayın Özgür Özel ve Türkiye’nin birinci partisi CHP böyle bir oyuna gelmemeli,
    NAFİLE bir anayasa manipülasyonuna DAHA alet olmamalı!

ANAYASA ENFLASYONU

Bu topraklarda Memaliki Devleti Osmaniye diye başlayan ilk anayasa, tumturaklı adıyla Kanuni Esasi, 1876’da yapıldı. İki yıl sonra çöpe atıldı. Gerilediği için yıkılan Osmanlı’dan sonra çağdaşlık yolundaki Türkiye Cumhuriyeti’ne de anayasa dayanmadı.

Dünyada başka örneği var mıdır bilmiyorum, yüz yıla dört anayasa sığdırıldı: 1921’deki kısa kaldı, 1924’teki dar geldi, 1961’deki bol geldi, 1982’deki askeri cuntanın yansıması diye
tam 21 kez değiştirildi.

Ve bu değişikliklerden 12’si, AKP’nin yirmi iki yıllık iktidarında yapıldı. Sonuncu değişiklik, 2017’de Sayın Erdoğan’a bugünkü yetkileri veren başkanlık sistemi oldu.

KEYFİM İSTERSE DEVLETİ

Emir-komutayla yönettiği AKP iktidarının ve dahi devletin biricik muktediri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın demokrasiyi amaç değil araç görüp istediği durakta indiğini artık biliyoruz;
22 yıldır yaşayarak gördük.

İyi ya da kötü, ortada bir Anayasa var. Devletin her makamı, ister beğensin ister beğenmesin, anayasaya uygunluğu denetleyen Anayasa Mahkemesi kararlarına uymakla yükümlü ve zorunludur.

Hukuk devleti dedikleri budur.

Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, beğenmediği kararlara uymuyor. O uymayınca, hepsi zaten emrindeki hiçbir erk, yargı, hükümet, devlet kurumu da uymuyor. Anayasa Mahkemesi işlevini, Anayasa da işlerliğini yitiriyor.

Eğer “yumuşama politikası”nın temel direği yeni bir anayasa istemiyse…

ŞAHSIM ANAYASASI, YURTTAŞA İSKELE BABASI

Demek ki yine, yeniden muktedir ve iktidarın beğeneceği anayasa yapılacak, Anayasa Mahkemesi muktedir ve iktidarın beğeneceği kararlar alacak ve bunun da adı hukuk devleti falan olacak, öyle mi?

CHP yönetiminin dikkatini çekmek isterim   : 31 Mart’ta CHP’yi birinci parti yapan seçmenler, ekonomik iflası tetikleyen tek adam rejimine olduğu kadar; eğitimle cehalete, partizanca hırsızlığa, tarikatçı yozlaşmaya karşı da oy verdiler.

Türkiye’nin yeni çoğunluğu, kadük olacak bir başka anayasadan önce var olana uyan;
yok sayılan, delinen, çiğnenen tüm yasaların gereğini yapan bir iktidar ve
yandaşlıktan, yolsuzluktan temizlenmiş bağımsız bir yargı erki istiyor.

Sabırla seçimleri ve yeni iktidardan hukuk devletini yeniden kurmasını bekliyor.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Yargı diyalektiği ve barolar

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

10.10.2024, BİRGÜN

Üç kavram iç içe, ama farklı:

“Kanunlar, Anayasaya aykırı olamaz” (md.11) kuralı gereği yasa ve Anayasa arasında hiyerarşik bir ilişki var. Buna karşılık, “Hakimler, … Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verirler.” kuralına göre, yargı kararlarında ölçüt norm olarak kullanılan hukuk, Anayasa ve yasadan daha geniş. Anayasa öngörmese de, hukukun genel ilkeleri, belirleyici bir işlev görür.

Öte yandan, insan hakları ve demokrasi (md.2) de, Anayasa’da yer alan demokrasi ve hak- özgürlük kavramlarından daha genel ve kapsayıcı. “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” (md.14) kaydı veya milletvekili ve Cumhurbaşkanı andı (md.81, 103) gibi istisnai (ayrık) kullanım dışında Anayasa, insan hakları yerine “temel hak ve özgürlükler” deyimlerini kullanır. Haliyle insan hakları, anayasal hak ve özgürlükten daha geniş ve evrensel anlam taşıyor. Demokrasi için de benzer durum geçerli.

Şu halde ‘demokrasi, hukuk ve insan hakları’, Anayasa’da yazılı olanların ötesinde yer alan kavram, değer ve ilkeler.

Bu belirlemeler ışığında, en somuttan en soyuta Anayasa maddeleri, uluslararası sözleşmeler ve hukuk üçlüsü, “anayasal düzeni” oluşturur. Yorum faaliyeti, her üç düzlem için de geçerli olmakla birlikte, hukuk için haydi haydi gerekli. Öğreti katkısı, yargı yorumu için de yönlendirici.

Şu halde, ‘hukuk-Anayasa-yasa’ ölçütleri (md.138), ancak buna elverişli üç katmanlı düzlemde geçerli olabilir: Anayasa’da açıkça öngörülen hükümler, Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve ‘insan hakları-demokrasi-hukuk’ kavramlarına evrensel anlamda yüklenen anlamlar.

Anayasal düzen üçlüsü ve ‘hukuk-Anayasa-yasa’ üçlüsü arasındaki bütünleşik yapı, sav+savunma+hüküm sürecinde gerçekleşir.

Hakkın, hukukun, doğru ve haklı olanın ortaya çıkması (juris dictio), yargı bağımsızlığını gerekli kılar; yargı bağımsızlığı ise erkler ayrılığını.

Savunma aktörü ve kurumu olarak avukatın ve baroların işlevi ve konumu, belirtilenler ışığında siyasal ve anayasal sistem ekseninde somutlaşır; millet adına ortaya çıkan hükümde savunman, savcı ve yargıç makamlarına göre yurttaş mekânı ile bitişik konumda.

Sav+savunma+hüküm diyalektiğinde “hukuk”, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı için genel ve temel ölçü normdur. Vicdani kanaat hüküm aşamasında geçerli olsa da avukatın, yargılama sürecinin başından itibaren (başlayarak) sunacağı belge, bilgi ve bulgular, vicdani kanaatin hukuk yönünde ortaya çıkmasına katkı sağlar.

Değinilen bu süreçte kurumsal olarak baroların görev + yetki ve sorumlulukları yaşamsaldır.
Barolar, “sav + savunma +hüküm” diyalektiğinin ‘hukuk – anayasa – yasa” ekseninde ortaya çıkmasının bekçileridir. Bunun önündeki yasal ve anayasal engeller çok sayıda; ama mevzuat değişikliği yapmadan da baroların çözüm için iradelerini ortaya koyabilecekleri birçok sorun alanı var. Bu sorunların çoğu, yargılama sürecinde savcı, avukat ve yargıç konumunda yaratılan eşitsizlikten kaynaklanıyor.

Eşitsizliğin giderilmesi için başta İstanbul Barosu gelmek üzere barolar, fikir + dayanışma ve eylem üçlüsünde inisiyatif alabilir. Normatif düzlemde ise, yasal düzenlemeler için somut öneriler geliştirebilir, anayasal önerilerde bulunabilir.

Kuşkusuz bütün bunlar, 2017 kurgusu ve uygulamasının ortaya çıkardığı üçlü ayrışmayı görmezden gelme anlamına gelmez. Hatırlayalım: Anayasa’nın demokratik hükümleri (özellikle md.1-11), otoriter hükümleri (özellikle md.104 vd.) ve geniş bir “keyfi uygulama alanı”.

Keyfi uygulama, adil/dürüst yargılanma hakkını zedeliyor ve toplumu mağdur ediyor.
Masum insanlar hapishanelerde ömür tüketirken, çoklu suç kayıtları bulunan kişilerin toplum içinde dolaşması, toplumsal barışı dinamitleyen derin ayrışma halkalarına ayna tutmakta.
Bu ortam ve koşullarda Saray ve TBMM hattında kurulan anayasa tuzağı, toplumun zinde güçlerinin, ‘fikir-dayanışma-eylem’ birliği ile bozulabilir ancak.
Barolar, zinde güçlerin başında gelir.
İstanbul Barosu, niceliksel gücünü ancak böyle bir bütüncül kavrayışla niteliksel güce dönüştürebilir.
=======================================
Yazarın Son Yazıları

Teğmeninden Korkan Başkomutan (!)

Dr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral, Hukukçu
Uluslararası İlişkiler Uzmanı

Cumhurbaşkanı, Kara Harp Okulu’nun bitirme (mezuniyet) töreninde “Mustafa Kemal’in  askerlereyiz” diyen teğmenlerden rahatsız oldu ve “Kendini bilmez sorumluların temizleneceğini” söyledi.

Kılıcı kime çekiyorsunuz?” diyerek alışılmış bir bitirme   kutlamasında çekilen kılıçların kendisine çekildiğini söylemek istedi. Cumhurbaşkanının talimatı ile MSB teğmenler hakkında inceleme başlattı. AKP/MHP yetkilileri teğmenlerin hareketini tehlikeli buldular, bunun bir darbe girişimi olduğunu bile söylediler.

Kısaca teğmenlerden korktular.

Cumhurbaşkanı, bitirme töreninde yaptığı konuşmada “Başkomutanınız olarak” ifadesini kullandı. Başkomutanlıkla ilgili yazımız bu sitede yayınlanmıştı[1] Özetlersek :

Cunhurbaşkanı başkomutan değildir. Var olan anayasa ve önceki anayasaların hiçbirinde “cumhurbaşkanı başkomutandır” içerikli bir hüküm bulunmamaktadır. Anayasamızın 117. maddesine göre barışta Silahlı Kuvvetlerin komutanı Genelkurmay Başkanıdır. Başkomutanlık savaşta yapılır. Savaşta da başkomutanlığı cumhurbaşkanı değil, O’nun adına yine Genelkurmay Başkanı yapacaktır. Başkomutanlık TBMM’nin manevi varlığından ayrılmaz ve cumhurbaşkanınca temsil olunur (yapılır değil). Bu durumda cumhurbaşkanının başkomutanlığı gerçek bir komutanlık değil, simgesel bir kavramdır..

Cumhurbaşkanı hem başkomutan olduğunu iddia etmekte, hem de teğmenlerinden korkmaktadır. Bu teğmenlerin TSK’da olmasını tehlikeli görmektedir.

Komutan astlarından korkmaz, korkarsa komutanlık yapamaz.
Askerliğin temeli disiplindir. Disiplinin temeli ise karşılıklı güvendir.
Komutan astlarına güvendiği için “Ben size ölmeyi emrediyorum!” diyebilir.
Astları da Komutana güvendikleri için ölüme koşar.
Bu karşılıklı güven ilişkisi olmayan askeri birlik savaşamaz.

Sonuç:

Cumhurbaşkanının Başkomutanlık söylemi hukuksal dayanaktan yoksundur.
Nitelik açısından ise teğmeninden korkan başkomutan olamaz.
________________________________________________________
[1]http://ahmetsaltik.net/2023/11/02/baskomutanlik/

ENGİZİSYON’A TEPKİ GÖSTERİN!

Cemil KILIÇ
@m_cemilkilic
Subscribe
RTÜK, Flash Haber TV’deki Aydınlanma adlı yayınımızı bugünden başlayarak durdurdu.
Ayrıca para cezası verdi.
İşte ibretlik gerekçeler:
– Ben 30 yıldır Türkçe namaz kılıyorum. Elbette isteyen Türkçe namaz kılabilir.
– İslam’ın şartı beştir: Adalet, liyakat, emanet, maslahat ve meşveret.
Adil olmayan kişi kelime-i şehadet getirse bile Müslüman değildir.
-Bütün insanların Adem ve Havva’dan türemiş olmaları biyolojik açıdan olanaksız.
Zira bu ensest olur. Kur’an böyle bir inanç içermiyor. Tek atadan değil çok atadan geldiğimizi söylüyor.
– Çocukların sünnet edilmesi taraftarı değilim. Zira tıb otoritelerinin belirttiğine göre sünnet cinsel ilişkide arzuyu ve hazzı azaltıyor. Kız çocuklarının sünnet edilmesi nasıl terk edildiyse erkeklerin sünneti de terk edilmeli kanısındayım.
– Melekler ontolojik (MADDİ) varlıklar değildir. Allah’ın evrene koyduğu güçlerin ifadesidir. Sözgelimi Cebrail, Allah’ın vahyetme gücünü belirtir.
***
İŞTE BU GÖRÜŞLERİMDEN DOLAYI RTÜK YAYINIMIZI DURDURUP BİR DE PARA CEZASI KESTİ!
RTÜK dinî konularda DİYANET’in görüşleri dışında görüş belirtilemeyeceğini ileri sürdü.
Bu karar ve uygulama, inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünün apaçık bir biçimde çiğnenmesidir.
  • Bu karar ENGİZİSYON kararıdır.
Bir sonraki adım da inançlarımdan dolayı öldürülmemi mi isteyecekler?
Başta hukukçular olmak üzere siyasetçileri, bilim insanlarını, ilahiyatçıları, gazetecileri,
kanı önderlerini ve tüm yurttaşlarımızı tepki göstermeye çağırıyorum.
Bu bir imdat çığlığıdır.

======================================

Dostlar,

Sn. Cemil Kılıç‘ın X (twitter) iletisine aşağıdaki yanıtı yazdık :
***

Sayın Cemil KILIÇ öğretmenimiz aydın bir din bilginidir.
Söyledikleri doğrudur ve ben de tümüyle katılıyorum.
İslam dini yorumu Diyanet dahil kimsenin tekelinde değildir.
Tanrı ile insan arasında aracı da yoktur İslamda.
Diyanet de RTÜK de bu anlamda geri durmalıdır.

Söz konusu baskıcı ve hukuk dışı karar yargıya taşınmalıdır.

Cumhuriyetin Savcılarını göreve çağırıyoruz.

Muhalefet partilerini ve Cumhur İttifakı içindeki “vicdan sahiplerini” de!

Sayın Cemil Kılıç birikimi ve aydın – dürüst kişiliği ile örnek bir Müslümandır.

RTÜK’ü bu anti-demokratik ve hukuk dışı baskısı nedeniyle şiddetle kınıyorum ve
yıldırma amaçlı işlemini geri almaya çağırıyorum..
***
Lütfen O’na destek olalım..

Cemil Kılıç aydın din bilgini öğretmenimiz yalnız değildir!

10 Ekim 2024
Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Hekim-Hukukçu-Siyaset Bilimci
http://ahmetsaltik.net