Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

‘Kürt sorunu’ sorunu

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
,
04 Kasım 2024, Cumhuriyet

 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, terör örgütü PKK’nin feshedildiğini açıklaması koşuluyla PKK’nin kurucusu Abdullah Öcalan’ın TBMM’de konuşması çağrısı faciasından sonra yeni bir facia daha yaşandı ve CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer tutuklandı, yerine de bir kayyum atandı.

Ahmet Özer’in siyasal görüşlerine katılıp katılmamak ayrı bir konudur, görüşü ne olursa olsun, hukuk ve adalet dışı uygulamalara karşı çıkmak ayrıdır. Hukuka sahip çıkmanın ölçütü kişilerin siyasal görüşlerini paylaşmak olamaz. Olursa, hukuk devleti yıkılır, “hukuk” siyasal çıkarların aracına dönüşür. AKP’nin ve MHP’nin yaptığı da budur.

Ahmet Özer hakkındaki iddianamede, belediye başkanlığı öncesine ait kimi olaylar anlatılmış. Ahmet Özer seçimlerden önce suç işlediyse, suç işlediği için hüküm giydiyse veya suç işlediğine ilişkin ciddi bir bulgu varsa, seçimde aday olmasına resmen nasıl izin verildi?

Ahmet Özer bir suçtan dolayı hüküm giymiş birisi değil.

İddianamede aleyhindeki söylemler ve eylemler de AKP’nin Kürt sorununa” yönelik sözde “çözüm sürecine” denk gelmektedir ve bu dönemde, AKP’li siyasetçilerin birçoğu da benzer söylemler ve eylemler içinde olmuşlardır.

Anayasada belirtildiği gibi hukuk ve yasalar herkese eşit uygulanacaksa, insanların iktidarda olup olmamasına, siyasal görüşüne, üyesi oldukları siyasal partiye göre uygulanmayacaksa, Ahmet Özer’in tutuklanması nasıl açıklanabilir?!

Bu uygulamanın “Ergenekon”, “Balyoz”, “Casusluk”, “Oda TV”, “Gezi”, “28 Şubat” gibi hukuk dışı bir kumpas olduğu, anayasanın yargı bağımsızlığıyla ilgili 138. maddesinin ihlali (çiğnemi) ve
halk egemenliğinin gasp edilmesi anlamına geldiği açıktır.
***
Kürt sorunu olarak anılan konunun, emperyalizmin bunu suiistimal ettiği bilindiği halde, yapay biçimde, AKP’nin ve MHP’nin provokasyonuyla gündeme sokulması da ayrıca bir sorundur.

  • Türkiye’nin ekonomi, adalet, hukuk, eğitim, sağlık gibi birçok yaşamsal sorunu varken,
    bu konu durduk yere neden gündeme gelmiştir?

CHP yönetimi ve muhalefet bu konuda tuzağa düşmemelidir.

CHP, AKP’nin ve MHP’nin gölgesinde siyasetini sürdürürse ciddi oy kaybına uğrayacaktır. 

Ayrıca Kürt sorunu ifadesiyle neyin kast edildiği de somut biçimde ortaya konmalıdır.

Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının etnik ve kültürel kimliklerinin ve Kürtçe dilinin, geçmişte, onlarca yıl reddedildiği ve bu çerçevede Kürtlerin uzun yıllar baskı altında kaldıkları gerçektir. Ancak bu sorun yakın geçmişte büyük ölçüde çözülmüştür; kültürel haklar konusundaki eksikler de zaman içinde giderilmelidir. CHP’nin parti programında ifade edildiği gibi;

  • Üniter (tekil) yapı korunarak, Kürt kökenli vatandaşların kültürel asimilasyona uğratılması önlenebilir. 

Ancak “Kürt sorunu” adı altında “özerklik” veya “federasyon” istemi ve buna yol açacak uygulamalar söz konusu ise,
bu anayasaya ve Türkiye’nin üniter yapısına aykırıdır. 

Anayasaya göre dini, mezhebi, etnik kimliği, felsefi görüşü ne olursa olsun, herkes zaten eşit vatandaştır. Buna ek olarak Kürt etnik kimliğine ayrıcalık yapılarakKürtlere eşit yurttaşlık” ifadesine başvurmak anlamsızdır.

Çünkü Türkiye’de salt Kürt etnik kimliği yoktur, onlarca farklı etnik kimlik vardır.

“Anadilde eğitim” ile “anadil eğitimi” de aynı şey değildir.

“Anadilde eğitim” Türkiye’nin üniter yapısına ve anayasaya aykırıdır. 

“Anadil eğitimi” konusundaki eksikler de üniter (tekil) yapı korunarak giderilebilecek şeylerdir.

HDP’li/DEM’li kimi siyasetçilerin AİHM kararlarına aykırı biçimde tutuklu olmaları;
DEM’li seçilmiş belediye başkanlarının yerine, hukuka aykırı biçimde, kayyum atanması da çözülmesi gereken sorunlardır.

Bunun ötesinde, üniter (tekil, bütüncül) yapıya aykırı bir “Kürt sorunundan”
söz etmek, emperyalizme hizmet etmektir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trabzon Çay TV konuşmamız :29 Ekim 2024, Cumhuriyetimizin 101. Yılı

Dostlar,

29 Ekim 2024 günü, Trabzon ADD (Atatürkçü Düşüne Derneği) Şubesi’nin çağrılısı olarak bu kente gittiğimizde verdiğimiz konferans yansılarına (slaytlarına) ve fotolarına web sitemizde yer vermiştik.
(Bkz. https://youtube.com/live/OjqyHxpD37s?feature=share
https://x.com/profsaltik/status/1852325187833692594http://ahmetsaltik.net/2024/11/01/add-trabzon-konusmamiz-cumhuriyetimiz-101-yasinda-sonsuza-dek-yuceltecegiz/)

Aynı gün akşam, ÇAY TV‘nin konuğu olduk ve Sayın Aleyna Keskin‘in Cumhuriyet’imizin 101. yılına ilişkin sorularını yanıtladık. Cumhuriyet’in ilanına geliş öykümüz, T.C.’nin 101 yıllık başarıları ve son bölümde de ne yazık ki T.C.’ne dönük ciddi – ağır kuşatma ve tehditleri,
olası çözümleri konuştuk.

Lütfen aşağıdaki erişkeleri (linkleri) tıklayınız, youtube ya da facebook ortamında izleyiniz..
(48,5 dakika)

https://www.youtube.com/live/LP6xrYE-qjQ?si=P1BRq-HFfOJKWT1l

https://www.facebook.com/share/v/FBonxaf5WuovPgCA/?mibextid=wwoq3v

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğiyle..

T.C.’ne dönük iktidar kaynaklı tehditlerin hafife alınmaması

ve yeniden ULUSAL BİRLİK sağlanarak kuşatmanın yarılması gerekiyor..

Ulusal ölçekte bir kararlılık ve seferberlik kaçınılmaz görünüyor.

Anamuhalefet CHP, tarihsel yüküm ve sorumluluklarını yerine getirmeli, Ulusu örgütlemeli ve “meşru savunma” hakkı kullanımını çok gecikmeden gündeme almalıdır.
***
ÇAY TV yönetimine ve programı yürüten Sayın Aleyna Keskin‘e içten teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 04 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com 
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

CUMHURBAŞKANINA HAKARET SUÇU

Dr. Enver Kumbasar / Yargıçlar / HukukbookDr. Enver KUMBASAR
İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Yargıcı
ekumbasar60@hotmail.com 

Kaynak : Herkese Bilim Teknik, s. 445, 31 Ekim 2024

Dergimizin 440. sayısında genel olarak hakaret suçlarını değerlendirmiştik. Bu yazımızda, önemi nedeniyle özel olarak düzenlenmiş Cumhurbaşkanına hakaret suçunu ele ela alacağız.

Son yıllarda Cumhurbaşkanına hakaret suçlarında giderek artan oranda olağanüstü bir artış gözlenmiştir. 2014 yılında 132 kişi hakkında soruşturma açılmışken, 2019 yılında 36.000 kişi hakkında soruşturma yapılmıştır. 2014 yılında 40 mahkûmiyet kararı verilmişken, 2019’da bu sayı 2775’tir. Bu suçtan tutuklananlar ise ayrı bir tartışma konusudur.

Genel olarak hakaret suçu 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Şerefe Karşı Suçlar” bölüm başlığı altında 125-131. maddelerde düzenlenmiştir. Cezası iki yıla dek hapis ya da adli para cezasıdır (m.125/1). Cumhurbaşkanına hakaret suçu ise aynı yasanın “Devletin Egemenlik Alametleri ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar” başlıklı bölümde yer alan 299. maddede düzenlenmiştir. Genel olarak hakaret suçlarının soruşturma ve kovuşturması şikayete (yakınmaya) bağlı olmakla birlikte, Cumhurbaşkanına hakaret suçunda şikayet (yakınma), soruşturma ya da kovuşturma şartı (koşulu) değildir. Ancak bu suçtan kovuşturma yapılması Adalet Bakanının iznine bağlanmıştır (m.299/3). Suçun cezası bir yıldan dört yıla dek hapistir (m.299/1). Suçun aleni işlenmesi halinde verilecek ceza altıda bir oranında artırılır (m.299/2).

TCK’nın 125-131. maddelerinde düzenlenen genel hakaret suçlarında suçun kamu görevlisine karşı işlenmesi halinde (durumunda) cezanın alt sınırının bir yıl olacağı ve şikayet şartının (yakınma koşulunun) aranmayacağı hükmü (m.125/3-a) gözetildiğinde, ayrıca Cumhurbaşkanına hakaret suçu düzenlemesine neden gerek duyulduğu tartışılmıştır. Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK’nin 299. maddesinin hükümet gerekçesinde bu durum; Cumhurbaşkanının devleti temsil etmesi ve Anayasada belirtilen görev ve yetkileri göz önüne alınarak, O’nun kişiliğine yöneltilen hakaretin bir bakıma Devlet güçleri aleyhine cürümlerden sayılması gerektiği düşüncesinden hareketle bu düzenlemenin yapılması yoluna gidildiği belirtilmiştir.

Cumhurbaşkanının tarafsızlık yemini

Anayasaya göre Cumhurbaşkanı halkoyuyla seçilir (m.101). Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türk Milletinin birliğini temsil eder (m.104). Görevine başlarken tarafsızlık yemini yapar (m.103). 2017 değişiklikleriyle Cumhurbaşkanının partisiyle ilişiğini kesme zorunluluğu kaldırılmış, ki mevcut Cumhurbaşkanı bir siyasal partinin genel başkanıdır, görev ve yetkileri olağanüstü artırılmıştır. Gerek genel hakaret suçundaki kamu görevlisine karşı hakaret suçunda (m.125/3-a) gerekse Cumhurbaşkanına hakaret suçunda (m.299/1) cezaların üst sınırları farklı olmakla birlikte alt sınırları aynı olup, bir yıl hapistir. Öte yandan Cumhurbaşkanı Devletin ve Milletin birliğini temsil etmekle birlikte siyasal/partili kimliği de gözetildiğinde, tartışmaların odağında yer alacağı açıktır, öyle de olmaktadır.

Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen 299. maddenin Anayasaya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi 14.12.2016 tarihli kararıyla; itiraz konusu kuralın ifade özgürlüğüne yönelik bir sınırlandırma getirdiği açık olmakla birlikte, söz konusu sınırlamanın demokratik toplum düzeni bakımından alınması gereken tedbirler kapsamında kaldığı, kişilerin başkalarının şöhret veya haklarına zarar vermemek suretiyle düşünce ve kanaatlerini açıklamalarına engel oluşturmadığı, dolayısıyla kuralla getirilen sınırlamanın, Anayasa’nın 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünün amacına uygun bir şekilde kullanılmasını son derece zorlaştıran veya onu kullanılamaz duruma düşüren kayıtlara bağlanmadığı ve hakkın özüne dokunulmadığı, düzenleme ile Cumhurbaşkanının Devleti temsil etmesi ve konunun önemine göre yargılama yapılmasında kamu yararı bulunmayabileceği hususları gözetilerek, söz konusu suçtan dolayı kovuşturma yapılmasının Adalet Bakanının iznine bağlı tutulduğu gerekçeleriyle hükmün Anayasaya aykırı olmadığına hükmetmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Cumhurbaşkanına hakaret suçlarına ilişkin ülkemizdeki yargısal uygulamalar (Hapis cezası, tutuklama vb.) hakkında çok sayıda ihlal kararı vermiştir. 19.10.2021 tarihli Vedat Şorli / Türkiye kararında AİHM, hakaret suçu açısından Cumhurbaşkanının herkesten daha çok korunması ve Cumhurbaşkanına hakaretin (TCK 299), genel hakaret suçundan (TCK 125) daha ağır ceza ile cezalandırılması AİHS’nin ruhuna uygun olmadığını belirtmiştir. 26.6.2007 tarihli Artun ve Güvener/Türkiye kararında ise, Cumhurbaşkanının itibarının (saygınlığının) korunması ile Cumhurbaşkanı hakkında görüş bildirme ve bilgi verme özgürlüğü karşılaştırıldığında, Cumhurbaşkanının itibarının korunması amacıyla söz konusu özgürlüğü kullanan kişiye hapis cezası verilmesinin haklı bir yanının bulunmadığını belirtmiş, aksi tutumun, çağdaş uygulama ve siyasal kavramlarla bağdaşmayacağını vurgulamıştır.

Görüldüğü üzere düzenlemenin (m.299), Cumhurbaşkanını özel koruma ihtiyacı, suçta ve cezada orantılılık, demokratik toplumda ifade özgürlüğü bakımlarından sorunlu olduğu açıktır. Dolayısıyla Cumhurbaşkanına yönelik hakaret suçlarında özel bir koruma düzenlemesi yapılmasını gerektirecek koşulların bulunmadığı, TCK’nin 125. maddesindeki düzenlemenin
bu bakımdan yeterli olduğu düşüncesindeyim.

Hakaret Suçu

Dr. Enver Kumbasar / Yargıçlar / HukukbookDr. Enver Kumbasar
İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Yargıcı
ekumbasar60@hotmail.com 

Kaynak : Herkese Bilim Teknik, s. 440, 26 Eylül 2024

Hakaret suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Şerefe Karşı Suçlar” başlıklı sekizinci bölümde yer alan 125. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur ve saygınlığına saldıran kişi üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Suçun sesli, yazılı veya görüntülü bir ileti ile işlenmesi halinde aynı cezaya hükmolunur (m.125/2). Suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli halleri maddenin üçüncü fıkrasında gösterilmiştir. Suçun, haksız bir fiile veya kasten yaralama suçuna karşı bir tepki olarak ya da karşılıklı işlenmesi halinde verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi ceza vermekten de vazgeçilebilir (m.129).

Hakaret suçları basit şekliyle şikayete (yakınmaya) bağlı olup, şikayet (yakınma) yokluğunda soruşturma ve kovuşturma yapılamaz, yapılmışsa sonlandırılır.

TCK’nın 299. maddesinde özel bir hakaret türü olarak Cumhurbaşkanına hakaret suçu düzenlenmiştir: Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cumhurbaşkanına hakaret suçunun soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlı değildir ancak Adalet Bakanının iznine tabidir.

Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer kişiler nezdindeki saygınlığıdır. Bu aynı zamanda suçun konusudur.

İnsan onuru, kişiyi toplum içinde var eden en yüce değerdir. İnsan onuruna yönelik yapılan haksız saldırılar kabul edilemez ve toplum tarafından da hoş karşılanmaz. Hukuk düzeni insan onurunu korumak zorundadır. O nedenle bu tür eylemler suç olarak düzenlenmiştir.

Hakaret suçları sözle, davranışla (bir vücut hareketi, örneğin parmak gösterme), yazıyla, resimle, çizgiyle (örneğin karikatürle) işlenebilir. Suçun sesli, yazılı veya görüntülü bir ileti ile işlenmesi de olanaklıdır. Dijital çağda hakaret suçlarının büyük çoğunluğu ileti yoluyla işlenmektedir. Sosyal medya platformları (Facebook, X, Instagram vb.) bu anlamda yaygın olarak kullanılmaktadır.

Ceza davalarının önemli bir oranını hakaret suçları oluşturmaktadır. Bu oranın yüzde 10’un üzerinde olduğu öngörülmektedir. Bu tür suçlar, işlenmesi en kolay suçlardandır. Öncelikle kavga sırasında karşı tarafa bir tepki olarak ya da tartışma sırasında karşılıklı küfürleşme olarak gerçekleştirilebilir. Son yıllarda bazı kimselerin görsel ve yazılı medya ile sosyal medyanın da olağanüstü etkisini kullanarak toplumun bir kesimine yönelik hakarete varan söylemlerine karşı yurttaşların bir tepki olarak sanal ortamda yaptıkları ileti ve paylaşımların şikayet ve ceza davalarına konu edildikleri gözlenmektedir. Sanal ortamda ortaya çıkartılamayacağı düşünülerek rahatlıkla hakaret içerikli paylaşım yapılmak suretiyle bu tür suçlar işlenebilmektedir. Bu biçimde işlenen hakaret suçları, genel hakaret suçları içinde önemli bir orana ulaşmıştır. Medyanın da etkisiyle kamuya mal olmuş bazı kişilerin (medya fenomeni) söylemlerine karşı çoğunlukla bir anlık öfkeyle yapılan paylaşımlar şikayet yoluyla hakaret suçu bakımından ceza davalarına konu olmakta, şikayet eden bakımından önemli bir gelir kaynağına dönüştürülmektedir. Mahkemelerde bu şekilde açılmış binlerce ceza davası bulunmaktadır. Bu durum mahkemeler için önemli bir iş yükü yaratmaktadır.

Sözle (konuşma), yazıyla ya da karikatür, resim gibi başkaca sanatsal bir etkinlik yoluyla işlenebilen hakaret suçlarının düşünce ve basın özgürlüğü ile yakın bir ilişkisi bulunmaktadır. Düşünce, düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (m. 10) ve Anayasada (m.25-26-28) düzenlenerek güvence altına alınmıştır. Açıklanan düşüncenin hakaret suçunu oluşturup oluşturmadığı ya da ifade özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığının belirlenmesi yargının işidir. Bu konuda bazı ölçütler geliştirilmiştir. Örneğin; ünlü Handyside/Birleşik Krallık kararında AİHM, ifade özgürlüğünün yalnızca saldırgan olmayan bilgi ve düşünce açıklamaları ya da fikir ayrılıkları için değil, aynı zamanda devleti, herhangi bir kesimi veya kamuyu şok edici veya rahatsız edici nitelikte saldırgan ifadeler için de geçerli olduğunu belirtmiştir. Özellikle başta siyasetçiler olmak üzere kamuya mal olmuş kişilere karşı eylemlerde, ifade özgürlüğü hakkı, eylemde bulunan kişilere daha geniş bir koruma sağlamaktadır.

Gelecek yazımızın konusu olacak Cumhurbaşkanına hakaret suçuna (TCK m.299) ilişkin ceza davalarının da önemli bir sayıya ulaştığını belirterek yazımızı bitirelim.

Türkiye Cumhuriyeti ve ATATÜRK : Tarihin Eşsiz İkizleri

Dostlar,

02 Kasım 2024 günü, İzmir Narlıdere’deki Huzurevi kalanlarının (sakinlerinin) çağrılısı olarak
bu büyük ve önemli kurumda bir görsel konferans verdik.
Yaşamlarının sonbaharını – kışını burada geçiren “kıdemli yurttaşlarımız” örgütlenmişlerdi!

  • Emekli Sandığı Emeklileri Dayanışma Derneği-EMSANDER

Dernek yönetimi adına, ikisi de emekli Cumhuriyet öğretmeni olan Sn. İsmail Çakar ve
Sn. Ali İhsan Barut bizimle ilişki kurdular aylar öncesinden ve Kurum yönetiminden gerekli izinleri alarak hazırlıkları yürüttüler. Onların çok özverili ve sabırlı – yorucu emekleri olmasaydı bu konferans düzenlenemezdi. Saygın emeklerini şükranla selamlıyoruz.

Yaygın duyuru yaptılar ve Huzurevinin “Efes Balo Salonu” birkaç yüz sandalyesini doldurdular. Kimi izleyiciler tekerlekli sandalyeleri ile, kimisi yürüteç, tekli-ikili koltuk değneği yardımıyla konferans salonunu onurlandırdılar.

Ak saçlılar Meclisi” gibiydiler ve bana, gelişmiş ülkelerin olgun Senato üyelerini çağrıştırdılar.

91 yansıdan (slayt) oluşan görsel konferansımızı, biraz da “yavaş” sunarak yaklaşık 2 saatte tamamladık. Ardından soru ve yanıtları aldık ve kafede çay içerek söyleşimizi tamamladık.


***
Huzurevi yönetimi, konuşmamızın bir özetini rica etmişti. Müdür V. Recep bey bizimle telefonla görüştü ve kimi “beklentilerini” örtük olarak bize duyumsattı. Biz de endişe edilmemesini, “günlük siyasete girilmeyeceğini” belirttik. Öyle de yaptık, kişilere değil olgu ve sorunlara, çözümlere odaklandık. Konuşmamızın üç sayfalık özetini Kurum yönetimine önceden sunduk. Okumak için, aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayarak PDF’yi indirebilirsiniz.

Ahmet Saltık’ın Narlıdere Emekliler Huzurevinde 02 Kasım 2024’te yaptığı konuşma özeti

Görsel konferans yansılarını (slaytlarını) indirmek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız :

Narlıdere konferansımız, 02.11.24
(91 yansı 9MB)

İzlenmesi, paylaşılması ve Cumhuriyetimize sahip çıkılması dileği ve beklentisiyle.

Sevgi ve saygı ile. 03 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Not : Video kaydı bize ulaşırsa burada paylaşacağız..

TOPLUMSAL KİRLENMELER-ÇÜRÜMELER; NEDENLERİ, SONUÇLARI ve ÇÖZÜM

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı,
Halk ozanı

Sosyolojik açıdan; bir ülkedeki toplumsal ya da sosyal kirlenme; o ülkedeki genel geçer olağan değerler sisteminin, davranış kurallarının ve var olan kültürel normlar ve insanî bağların giderek yozlaşması, önemsizleşmesidir.

Bu kötü gidişin toplumun çoğunluğunca kanıksanması ve olağanlaşmasıdır. Genel toplumsal zihniyetin ahlaksal, hukuksal , kültürel ve insansal… açılardan olağan rotasından sapmasıdır.
Bir başka betimleme ile de her konu ve her alanda gündelik yaşamı belirleyen topyekün genel zihniyet çürümesidir.

Ülke ve kamu çıkarlarının aşınmaya (erozyona) uğraması; buna karşın yasa dışı bireysel bencillik ve çıkarların ahlak, hukuk ve yargı engeline takılmadan elde edilir duruma gelmesidir. Bireyler, aileler kümeler (gruplar)… arasındaki ilişkilerin giderek yozlaşması, kirlenmesi ve çürümeye başlamasıdır.

Sosyolojik açıdan; bir ülkedeki toplumsal bozulma, yozlaşma ve çürüme ile o ülkedeki hukuksal, siyasal örgütlenme ile yönetim adaleti ve niteliği (kalitesi) arasında kaçınılmaz, zorunlu bir neden-sonuç ilişkisi vardır. Eğer bir ülkede siyasal yöneticiler ahlak, adalet ve hukuk normlarından (kurallarından) saparak yolsuzluk, kayırmacılık, rüşvet, rant kollama, dışlama, liyakatsizlik.. vb. yanlış ve kural dışı tutum ve davranışlar içine girerlerse; bireyler ve değişik toplum katmanları da bu siyasal aktörler ya da figürleri taklit etmeye başlar. Kendileri de haksız filler ve hukuksuz davranışlara alışan bireyler, aileler ve toplumlar, giderek siyasal iktidarların haksız, hukuksuz, adaletsiz ve hatta ahlak dışı tutum, uygulama ve davranışlarını hoşgörmeye alışırlar. Yani balık baştan kokar ama gövdeyi de kokuşturur. Siyasetçilerin adalet, hukuk ve ahlak anlayışındaki kirlenmeyle toplumsal kirlenmeler eşitlenir.

Bir ülkede, sosyolojik açıdan gözlenebilen başlıca toplumsal kirlenme ya da çürüme belirtileri kısaca şöyle sıralanabilir :

1- Ahlaksal ve insansal değerlerin giderek zayıflaması. Adaletten ve hukuktan sapma. Yargı erkinin güvenilirliğini yitirmesi. Devlet yönetimindeki siyasal erkin, adaleti ve güvenliği sağlayacağına karşı oluşan inançsızlık ve güvensizlik.

2- Dürüstlükten sapmanın, yasa ve kural tanımamanın cezasız kalması. Ahlak ve adalet ilkelerine kayıtsız kalmanın yaygınlaşması. Bireyler ve kurumların ahlak, hukuk ve adalet dışı eylemlere sapmalarının yaygınlaşması.

3- Sosyolojik açıdan, doğru bireyselleşmiş ve doğru özgürleşmiş; ailesine, çevresine, ülkesine ve toplumuna karşı sorumluluk duyan insanlar ve yöneticiler yerine, toplumda aşırı bencilleşen,
hiçbir kural ve yasa tanımayan ve sorumluluk taşımak istemeyen bireyler ve insan tiplerinin yaygınlaşması.

4- Ülkedeki suç oranları ve suçlu sayısının artması. Yolsuzluk, hırsızlık, zorbalık, zoralım (gasp), insan öldürme, bağımlılık yapan madde ticareti ve kullanımının hızlanması, mafyatik ilişkiler ağının… vb. etkinliklerin gözle görülür olarak çoğalması ve yaygınlaşması.

5- Toplumdaki etnik, dinsel, mezhepçi, siyasal, ideolojik, cinsiyetçi, bölgeci… vb. fay hatlarının çoğalması; toplumsal (sosyal) ayrışma ve ekinsel (kültürel) bölünmelerin belirginleşmesi. Demokrasiden uzaklaşma. Etnikçilik ve dinbazlık dozunun yükselmesi.

6- Bireyler, aileler, ve ülkede var olan çeşitli toplumsal kümeler (gruplar) ve katmanlar arasındaki hoşgörü, duygudaşlık (empati) işbirliği ve dayanışmanın yitirilmesi. Toplumsal birlik ve bütünlüğün zayıflamaya ve çözülmeye başlaması.

Bir ülkedeki toplumsal kirlenme ve çürümeyi doĝuran ana etmenler olarak da şunlar sayılabilir :

1- Özgür akıl ve deneysel bilimden uzaklaşmak. Dünyayı salt teokratik (dine dayalı – dinci), feodal (ağalık düzeni), töresel ve geleneksel değerlerle algılamak.
Cağın evrensel normları ve değerler dizelgesini (sistemini) dışlamak. Bu nedenle tarihsel gerçeklere ve çağın gereklerine aykırı olarak idealleştirilen çağ dışı rejimler – politikacılar ya da yeni ideolojik arayışlar içine girmek.

2- Eğitim sisteminin ussallıktan (rasyonellikten) kopması, bozulması, çağın gerisinde kalması, hatta gerilemesi, fırsat eşitsizliklerin çoğalması, bireysel yaraşırlık (liyakat) ve yeteneğin işe yaramaz duruma gelmesi, başarıyı ödüllendirme güdülenmesinin (motivasyonunun) yok olması, nepotizmin (aile ve arkadaş kayırmacılığı) çoğalması.

3- Ahlakın, adaletin, hukukun, anayasal düzenin, yargının aşınması. Toplum çoğunluğunun, özellikle de aydınların, kendi insansal, hukuksal, siyasal, mesleksel… geleceklerinden umutsuzluğa düşmeleri. Bireysel ve toplumsal geleceğin belirsizleşmesi.

4- Üretim yetersizliğinden ve maddi gönenç (refah) düşüklüğünden kaynaklanan sorunlar.. Aşırı ekonomik dengesizlikler ve alt-üst oluşlar. Bireyler, aileler, çeşitli toplumsal katmanlar ve sınıflar arasındaki gelir farklarının ve yaşam standartlarının dayanılması zor kerteye düşmesi. Yaygın işsizlik ve süregenleşen (kronikleşen) aşırı enflasyonun oluşturduğu ekonomik yıkımlar.
Gelir dağılımının bozulması. Varsıllar (zenginler) aşırı varsıllaşırken (zenginleşirken), halkın yoksullaşTIRılması, toplumsal birlik ve dirliğin güvencesi olan orta direğin yok olup bel vermesi.

5- İç ve dış dinamiklerden kaynaklanan demografik baskılar. Hızlı ve düzensiz kentleşme. Konut, eğitim ve sağlık sorunlarının oluşturduğu sosyal ve ekonomik dengesizlikler. Ayrıca ülke dışı kaynaklardan hızlanarak gelen ve ülkenin güvenlik ve demografik yapısını bozmaya yönelik göçmen nüfus hareketleri

6- Saydam olmayan, çağdaş ölçüler ve yöntemlerle, niteliksel ve niceliksel olarak denetlenemeyen, halktan toplanan vergilerin ve sayıları giderek çoğalan finansal kamu fonlarının nerelere, nelere ve niçin harcandığının hesabını vermeyen siyasal ve yasal düzenlemeler her türlü yolsuzluklara ve dolaysıyla da toplumsal kirlenme ve çürümelere uygun bir zemin hazırlamış olurlar. Saydamlık (Şeffaflık) ve denetim, demokratik hukuk devletlerinin olmazsa olmazı konumundadır.

Salt kendilerini Tanrının vekili kabul eden sultani ve diktoryal yönetimlerde halka hesap verme yoktur.

Son söz, ya da çözüm yolları nedir ??

Tanı koymak (ya da teşhis) sağaltımın (tedavinin) yarısı hatta anahtarıdır.
Çıkış yolu, son altı maddede konan tanıları tersine çevirmektir.

Özgür aklı,
Deneysel bilimi,
Çağdaş eğitimi,
Sosyal adaleti,
Hukukun üstünlüğünü,
Yargı bağımsızlığını

egemen kılmaktır.

Üretim ekonomisine geçmektir.
Ekonomik dengesizlikleri, işsizliği, enflasyonu olağan sınırlara çekmektir.
Gelir dağılımı adil duruma getirmektir.
Orta sınıfı (direği) yeniden güçlendirmektir.
Demografik hareketlerde de ulusal güvenliği tehlikeye atmaktan ve demografik dengesizliklerden kaçınmaktır.
Saydam ve çağdaş yöntemlerle halka hesap vermektir.

ADD Trabzon konuşmamız : CUMHURİYETİMİZ 101 YAŞINDA – sonsuza dek yücelteceğiz

Dostlar,

Cumhuriyetimizin 101. kuruluş yılı kutlaması kapsamında ADD Trabzon Şubemizden bir konferans çağrısı aldık. EĞİTİM-İŞ ile ortaklaşa bir etkinlik düzenliyorlardı.

ADD Trabzon Şubesi Başkanı Sayın Arif Atalay, bizi sabah havaalanından aldı. ADD ve EĞİTİM-İŞ Şb. Başkanı ve yönetim kurulu üyeleriyle bir kahvaltı salonunda birkaç saat söyleşimiz oldu. Şubenin kurucu başkanı değerli dostumuz Nuri AYDIN da gün boyu bize katıldı.

Öğlene doğru Atatürk anıtına çelenk sunumu yapıldı.
Trabzon büyükşehirin tek merkez ilçesi Ortahisar’ın ana caddesinde yürüdük.
Mustafa Kemal Paşa‘nın Samsun’a çıktığında kullandığı aracın kendisi Samsun’daki sahibinin izni ile bu caddeye getirilmişti. Araç çok bakımlıydı. Mustafa Kemal Paşa ile emir subayı ve korumasının çok gerçekçi maketleri araçta yerlerindeydi ve halktan büyük ilgi görüyordu.

Kentte Cumhuriyet anmaları yıllardır ilk kez çok canlı ve halkın coşkulu katılımı ile yapılmaktaydı. Bu başarı, merkez ilçe Ortahisar Belediye Başkanı, 27. dönem CHP Milletvekili dostumuz Ahmet Kaya‘nın. Sayın Başkanı makamında ziyaret ettik ve nazik karşılaması ile 1 saate yakın söyleşimiz oldu.

Belediye binasının zemin katındaki çok amaçlı çağcıl (modern) salonda konferansımıza geçtik. Her zaman olduğu gibi görsel hazırlığımız vardı, 121 yansıdan (slayttan) oluşan bir “power point” sunumu.. Gerek ADD gerek EĞİTİM-İŞ yönetici ve gönüllüleri, belediyenin de desteği ile konferans için ciddi çaba harcadılar. Özelikle ADD Şube Yönetim Kurulu üyesi Hülya Güneş Kalfa çok yoruldu, sağolsun.

Konferansa Ortahisar Belediye Başkanı Sn. Ahmet Kaya, CHP Trabzon MV Sibel Suiçmez da katıldılar. Belgelere dayalı 121 yansımızı perdeye yansıtarak yaklaşık 1,5 saat içinde sunduk.
Eşzamanlı olarak bizim youtube hesabımızdan yayın yapacaktık ancak bilgisayarımızla internet bağlantısı sağlanamadı. Viyana’daki Düzgün TV yöneticisi dostumuz Serdar Altun’u üzdük..

Ardından Cumhuriyet pastasını katılımcılarla birlikte kestik.

19:00’da ÇAY TV’den Sn. Aleyna Keskin’in konuğu olduk ve yaklaşık bir saat Cumhuriyet’e giden yolu, Cumhuriyetimizin 101 yıllık kazanımlarını ve güncel tehlikelerle çıkış yollarını değerlendirdik. Gece yarısı evimizde idik..

Bu etkinliğe emek veren ve bizi konferans vermek üzere onurlandıran tüm emek sahiplerine şükranlarımızı sunuyoruz.

101. yılda Cumhuriyetimiz çok yönlü ve ciddi – ağır risklerle yüz yüze.
Ne yazık ki, bunların kaynağı görevdeki siyasal kadrolar.
Bu durum çok talihsiz bir tarihsel tablo.
Tüm Cumhuriyetçilerin ulusal birlik ile bu kuşatmayı yarması gerek.
Yansılarımızda sorunu tüm boyutlarıyla ve çok ayrıntılı ortaya koyduk.

Bu yansıları indirmek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız.
(1996’dan bu yana arşivlediğimiz 2170’inci aydınlanma konferansımız..)

Cumhuriyet 101 Yaşında; Sonsuza dek yücelteceğiz, Trabzon, 29.10.24

Paylaşılması, üzerinde dikkatle durulması ve ULUSAL BİRLİĞİN kurucu parti CHP öncülüğünde hızla ve mutlaka gerçekleştirilerek Cumuriyetimizin sonsuza dek yüceltilmesi en ivedi görev!

Sevgi ve saygı ile. 01 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

102 YIL SONRA, “OSMANLI SALTANAT’IN KALDIRILMASI” ve Günümüz..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli

www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik        X : @profsaltik    

Saltanatın / padişahlığın kaldırılması, Büyük Millet Meclisi’nin
1 Kasım 1922’de kabul ettiği 308 sayılı “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, hukuku hâkimiyet ve hükümraninin mümessili hakikisi olduğuna dair” adlı kararnamesi ile gerçekleşmiştir. Saltanatın kaldırılmasıyla Osmanlı İmparatorluğu resmen sona ermiştir.. 1299 – 1 Kasım 1922. 623 yıllık Osmanlı devleti tarihe karışmıştır.

Kararnamenin ilanından sonra sadrazam Tevfik Paşa başkanlığında 4 Kasım 1922 günü son toplantısını yapan Osmanlı kabinesi istifasını son padişah 6. M. Vahdettin’e sunmuştur.
5 Kasım 1922’de Ankara hükümetinin İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa (Bele), tüm bakanlık müsteşarlarını Divanyolu’nda toplayarak çalışmalarına son vermelerini tebliğ etmiştir.
7 Kasım 1922’de Babıali’de başbakanlık ofisi resmen boşaltılmış ve Osmanlı Devleti’nin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’nin yayını durdurulmuştur.
***
Şu utandırıcı sözler, son (36.) Osmanlı Padişahı Halife-Sultan VI. Mehmet Vahdettin’in :

  • “Koşullar ne denli ağır olursa olsun kabul edelim. İngiltere’nin doğudaki bize dost politikası değişmemiştir. Daha sonra bağış ve iyiliklerini kazanabiliriz.”

Ardından, Paris Konferansında Vahdettin’in Sadrazamı ve damadı Ferit Paşa, İzmir için İngiliz işgalini önerir. Buna karşılık, ekonomik, parasal, hukuksal bağımsızlık.. gibi en yaşamsal istemlerden vazgeçer. Hatta Bakanlıklarda İngiliz Müsteşar bulunması, illerde vali yardımcılığı görevini İngiliz konsolosların yapması ve Osmanlı maliyesinin tümüyle İngilizlerin denetimine bırakılması bile Padişah Vahdettin tarafından önerilir. Yeter ki, son (36.) Osmanlı Padişahı “Halife-Sultan” VI. Mehmet Vahdettin, içi boşaltılmış – göstermelik  taht ve tacından geri kalmasın. Ülke parçalanmış, açıkça sömürgeleşmiş, ulus tutsak alınmış ve vatan toprakları bir avuç kalmış olsa da..

Ülkeyi böylesine satan, vatan haini bir Osmanlı saltanatının işbaşında daha çok tutulmasının ulusa hiçbir yararı olmadığı ortadayken, Lozan Barış Görüşmelerine bağlaşıklarca (İtilaf Devletleri) taraf olarak çağrılınca, Mustafa Kemal Paşa’nın sabrı taşar. Ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca emperyalistlerle işbirliği yaparak ülkeyi arkadan hançerleyen Osmanlı Saltanat kadrosunun artık ulusa daha çok ihanetine katlanılamazdı. Mustafa Kemal Paşa ve Türk ulusu “ya bağımsızlık ya ölüm” ilkesiyle şanlı Kurtuluş Savaşı’nı verirken, Vahdettin ve tayfası düşmanla açık işbirliği içindeydiler. Yıllarca savaş alanlarında kan, can ve gözyaşıyla kazanılan ulusal bağımsızlığın ve utkunun Lozan Konferansı’nda masada tehlikeye atılmaması gerekiyordu.

İşte bu gerekçelerle, 1 Kasım 1922’de Saltanat ve Hilafet (Halifelik) birbirinden ayrılarak Saltanatın kaldırılması, TBMM’de Mustafa Kemal Paşa’nın şu kararlı sözlerinin ardından
oybirliği ile kabul edildi :

  • “Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır.
  • Osmanoğulları zorla Türk Milletinin hakimiyet ve saltanatına zorla el koymuşlardı.
  • Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir.
    Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir.
  • Mevzubahis olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir.
  • Bu behemehal olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır…
  • Fakat ihtimal, bazı kafalar kesilecektir.”

İşgalci İngiliz dostlarının (!), kendisinin istemini izleyen gün Malaya zırhlısıyla 17 Kasım 1922’de İstanbul’dan Malta’ya kaçırdıkları son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in (Osmanlı tarihinde hiçbir padişahın düşmana sığınmak gibi davranışı görülmemiştir!) Halifeliği de kaldırıldı ve yerine Abdülmecit Efendi seçildi. Böylece ulus yönetiminin demokratikleşmesi ve Cumhuriyet rejiminin yerleşmesi için çok önemli bir adım daha atılmış oldu.

  • Kimi aymazların dediği gibi Mustafa Kemal Paşa diktatör olsaydı,
    kendisine önerilen Halife-Padişah makamını kabul ederdi
    .
  • Oysa O, “en büyük yapıtım” dediği Cumhuriyet’in,
    TBMM istenciyle seçilen demokrat, çağdaş Cumhurbaşkanı olmayı yeğlemiştir.

Böylelikle; Padişahın tebası-kulu olan insanımız, Cumhuriyetin yurttaşı olma yolunda
çok önemli bir kazanım sağlamıştır.

  • Egemenliğin kaynağı, gökyüzünden yeryüzüne indirilerek,

Anadolu Aydınlanma Devrimi’nin en önemli adımı atılarak, Türkiye’nin çağdaş dünyada
kendine yaraşır yeri pekiştirilmiştir.
***
Türk Ulusuna; Anayasamızın 2. maddesinde, “toplumun huzurumilli dayanışma ve adalet anlayışı içinde” altı temel niteliği tanımlı –insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik bir sosyal hukuk devleti– olan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyetimizde
sonsuza dek onurlu bir yaşam diliyoruz.

Cumhuriyetimiz, 101 yılda kendisine kol – kanat gerecek aydın kadroları – kuşakları yetiştirmiştir.

Ayrıca 1 Kasım 1922’den bu yana tarihin köprülerinin altından çooook sular akmıştır..
Küresel toplum insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal, çevreci, hukuk devletine evrilmektedir.

Çağımız İNSAN HAKLARI ÇAĞIDIR.. 

Türkiye’de de hiç kimse ama hiç kimse suları tersine akıtmaya ya da tarihin tekerleğini değil tersine

çevirmek, çomak sokmaya bile kalkışmamalı, dahası yeltenmemelidir. Herkes haddini bilmelidir. Despotik – teokratik rejimlerin sonu gelmiştir; doğrudan demokrasi, e-demokrasi gündemdedir.

AKP=RTE iktidarı / TEK ADAM REJİMİMillet – Ulus” değil “Ümmet – tebaa” peşinde koşmayı bırakmalıdır, boşuna döner avare kasnak ve kendini tüketir.. Ülkemiz sınırlı kaynaklarını boşa tüketiyor, enerjisini yersiz kullanıyor. Oysa 21. yy’da uluslararası toplum ile küresel rekabet öylesine zor, öylesine güç, öylesine bilimsel – akılcı yönetim ve toplumsal düzen istiyor ki… anlatmak kolay değil.. Biatçı ümmet sürüsü değil özgür yurttaşlarla T.C. geleceğe taşınabilir!

  • 101. yılda AKP = Erdoğan köktenci bir politik muhasebe yapmalı ülkenin – ulusun geleceğini tehlikeye atacak en küçük bir girişimden bile mutlak olarak, AR-TIK sakınmalıdır.
  • Asla unutulmasın; Türkiye Cumhuriyeti yüzbinlerce şehit-gazi kanı ile kurulmuştur!

Ar-tık; insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti saldırısı bitmelidir.

  • Saltanat – Halifelik tarihin çöplüğünde tükenip bitmiştir.
  • Egemenlik, bağsız – koşulsuz Ulusundur!
  • Demokratik Cumhuriyet fazilettir (erdemdir) ve özellikle kimsesizlerin kimsesidir!

Bu tartışılmaz gerçekleri içinize sindirmeli ve tek başına iktidarınızın 22. yılı biterken,
rotanızı doğru belirlemelisiniz.. Hem siz, hem ülke yoruldu hem de Cumhuriyetçilerin sabrı tükeniyor..

1 Kasım 2024’te, Türkiye temel demokratik anayasal ilke Erkler ayrılığını terk etmiş, Yürütme
yetki ve görevini partili Cumhurbaşkanına devretmiştir (Anayasa m.8). 2017 Anayasa değişikliği halkoylaması hileli yapılmış (YSK tarafından tam kanunsuzlukla mühürsüz oylar geçerli sayılarak), dünyada örneği olmayan ucube bir “Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi” dayatılarak demokratik cumhuriyet yozlaştırılmıştır. RT Erdoğan, bu yoz ve meşru olmayan sistemde Yargı ve Yasamayı da çok büyük ölçüde güdümüne alarak otoriter-totaliter, baskıcı, despotik bir rejim kurmuştur.

Taaaa 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na 1. madde olarak konan “Egemenliğin bağsız koşulsuz ulusa ait olduğu” ilkesi, 102 yıl sonra ülkemizde artık geçerli değildir!

  • Ulus hayınca adatılmıştır. Ulusun egemenliği apaçık gasp edilmiştir.

SÖYLEV’in sonundaki “Gençliğe Sesleniş” (1927) ve “Bursa Söylevi”ndeki (1933) olağanüstü koşullar doğmuştur. Türk Ulusu, bu hayın kuşatmayı da yarmasını bilecektir.

  • Reçete, tüm Ulusal güçlerin birleşmesidir; tarihsel sorumluluk CHP’nindir.

    1 Kasım 2024, Ankara

Umut hakkı konusu ve bağlı sorunlar

Yargıtay Onursal Daire Başkanı Aktan: Soyut gerekçelerle tüm oylar sayılamaz - 09.04.2019, Sputnik Türkiye

Hamdi Yaver Aktan
Yargıtay Onursal Ceza Dairesi Başkanı

31 Ekim 2024, Cumhuriyet

Ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin 5218 sayılı yasanın 11. maddesi, ölüm cezasına mahkûm olmuş olanların cezasını “kendiliğinden ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına” dönüştürmüştür”. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu da  5218 ve 4771 sayılı yasalara gönderme yaparak, cezaları müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülmüş terör suçlularının koşullu salıverilmeden yararlanamayacaklarını, haklarındaki ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezalarının ölünceye dek süreceğini öngörmektedir.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’a (İnfaz Kanunu) göre de “…bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet halinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.” (md. 107/16, geçici md. 2)

‘VİNTER KARARI’

Belirtilen düzenlemelere göre ölüm cezasından dönüşen ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ile bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan verilen aynı nitelikteki cezaların infazında koşullu salıverilme hükmü uygulanmayacak, infaz yasaların düzenlemesiyle hükümlü, “ölünceye dek”, “yaşamı boyunca” sürecektir.

Kara Avrupa’sından İtalya ve Almanya anayasa yargısında bu denli uzun süreli infaz onlarca yıl önce gündeme gelmiş ve tartışılmıştır. Avrupa Konseyi bünyesindeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ilk kez, Birleşik Krallık yurttaşlarının başvurusu üzerine bu konuda bir karar vermiştir. Öğreti ve süren içtihatlarda “umut hakkı” olarak adlandırılan ve ilk olma özelliği olan Vinter kararı AİHM’in “Büyük Dairesi”nce 09.07.2013 tarihinde (Başvuru no 66069/09, 130/10 ve 3896/10) verilmiştir.

Bu AİHM kararda kimi saptamalar yapmıştır: Öncelikle iç hukukta cezanın, koşullu salıverilmeye elverişli olup olmadığı, infazın durdurulmasının olanaklılığı ile bir başka cezaya dönüştürülüp dönüştürülemeyeceğini incelemiştir. Mahkeme ayrıca, Vinter kararında, önceki iki kararından ayrılmıştır.

Bu nedenle Vinter kararı, kapsamı göz önüne alındığında ilk karardır. Mahkeme Vinter kararında, “iç hukuktaki belirsizlikleri, cezanın indirilebilir olduğunu kanıtlamak için yeterli bulmamıştır.” (Erdi Yetkin, Vinter ve Diğerleri v. Birleşik Krallık Davasından…, İzmir Barosu Dergisi, Eylül 2019, s.229) Bu gerekçeyle, iç hukukta devlet başkanının af yetkisinin varlığını yeterli görmemiştir. AİHM daha sonra söz konusu içtihadını geliştirmiştir.

ALEYHTE ÜÇ KARAR

Umut hakkı kapsamında Türkiye ile ilgili ilk kararı 18.03.2014 tarihinde veren AİHM, Vinter kararındaki ilkelerine gönderme yapmıştır. Kararda başvurucunun koşullu salıverilmeden,
iç hukuktaki düzenlemeler nedeniyle, yararlanamayacağını saptadıktan sonra cumhurbaşkanının cezayı hafifletme, kaldırma yetkisini (AY, m. 104) salıverilme umudu olarak görmemiştir.

Sonuçta Sözleşmenin (AİHS), işkence yasağı başlıklı 3. maddesine aykırılıktan ihlal kararı vermiştir. Söz konusu karardan sonra AİHM tarafından Türkiye aleyhine üç karar daha verilmiştir.

AİHM, ihlalin zamanını da “cezanın hükmedildiği an” şeklinde belirlemektedir. Salıverilme için
ilk incelemenin 25. yılda yapılmasını kararlaştıran AİHM, söz konusu süreden sonra yapılan incelemelerde 30. yıl sonrası ihlal kararı vermemiş, 40. yıldan sonraki incelemede ise ihlal kararı vermiştir.

Anayasa Mahkememizin “umut hakkı” kapsamında herhangi bir kararı bulunmamaktadır. Yalnızca bir kararında Sözleşmenin 3. maddesi uyarınca, hak ihlali kararı verilmesi gerekliliğine bir üye karşı oy yazmıştır.

AİHM’in içtihadı karşısında anayasamızın 90/son fıkrasının hemen gündeme gelmeyeceği ifade edilmiştir. (Tolga Şirin, Umut Hakkı ve Yanlış Bilgiler) Bu görüşün tartışılması gerekliliğine işaret etmekle yetinmek istiyoruz.

YASAL DÜZENLEME

Asıl sorun, ne yapılabilir; düzenleme yapılmaması durumunda sonuç ne olur sorusu sorulmalıdır. Öncelikle belirtilmelidir ki; AİHM’in iç hukuktaki düzenlemeler karşısında ihlal kararları vereceği kesindir. Ayrıca ağırlaştırılmış müebbet ağır cezalarına hükmedilenlerin yurt dışında olmaları durumunda Avrupa Konseyi üyelerinin iadede direnç göstermeleri olasıdır. Davaları devam edenleri de vermeyebilirler.

İç hukukta AİHM içtihadı doğrultusunda düzenleme yapılması durumunda, çelişkilerin çıkması iddialı bir öngörü sayılmamalıdır. İnfaz Kanunu’na, göre ölüm cezasından dönüşen ve bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezalarında 30 yıl hapis yattıktan sonra koşullu salıverilmeden yararlanabilirler. (İnfaz Kanunu m.107/2.)

Umut hakkı kapsamında, yazımızın başındaki yasal düzenlemelerin kaldırılması ve 25 yıl infaz kabul edilmesi durumunda, daha az nitelikli ceza alanlarla eşitsiz sonuç doğuracağından, infaz sisteminin yeniden düzenlenmesi gerekecektir. Kuşkusuz ki olası düzenleme, kişiye özel yasa çıkarılamayacağından, aynı konumdaki tüm hükümlüler için geçerli olacaktır!

“İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” için

Siyaset 31.10.2024, BİRGÜN
  • Erkler ayrılığının sağlanmadığı, hakların güvence altına alınmadığı toplumlar, asla Anayasaya sahip değildirler. (1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, md.16)

İnsan (toplum) ve iktidar (devlet)  arasında kurulan bu ilişki, Anayasa tanımıdır aynı zamanda: iktidarı sınırlayarak özgürlükleri güvenceleyen temel norm.

Anayasa bilimi de iktidar ve özgürlük ikilemi üzerinde inşa edildi. Devletin varlık nedeni insan ve hakları olsa da, en kapsamlı hukuk örgütlenmesi olarak hak ve özgürlükleri tehdit eden en güçlü iktidardır. Erkler ayrılığı da bu bağlamda anlam kazanır: Kural koyma, uygulama ve yargılama işlevlerinin birbirinden ayrılması…

İnsan haklarına dayanan devlet”, bütün bu söylenenleri en özlü biçimde yansıtan tanım (1961). Buna karşılık, “insan haklarına saygılı devlet” tanımı (1982), öncekine tepki ve iktidar-özgürlük ikileminde bir kırılma oldu. Öyle ki; bu kırılma, özgürlükleri düzenleyen  (Kısım II: md.12-74) ve iktidarı düzenleyen (Kısım III: md.75-160) madde içeriklerine açıkça yansıdı.

İktidarı yücelten ve özgürlükleri korkulan değer olarak yansıtan bu dengesizlik, değişiklikler yoluyla büyük ölçüde giderildi. “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” tanımı (md.14), onarımın iskeletini oluşturdu. Bunu, Avrupa Devletleri anayasalarında bile bulunmayan güvence ölçütleri demeti somutlaştırdı:

  • Demokratik toplum ve laik Cumhuriyet, ölçülülük ve hakkın özü, Anayasa’nın sözüne ve özüne saygı, yasallık ve anayasal nedensellik ilkesi (md.13).

Yirmi yıl boyunca yapılan eleştiriler, 2001’de Anayasa normuna doğrudan ve dolaylı olarak yansımış oluyordu; haliyle insan hakları, artık devlet iktidarının varlık nedeni oluyordu. Böylece, Anayasa hükümlerini okuma ve anlama tarzı (biçimi) bakımından yeni bir dönem açılmış oluyordu. İnsan hakları uluslararası hukukuna açılım (2004) da bu yeni dönemi pekiştiriyordu.

Araya girmiş olan farklı bellek kayıtları (2007-2017), birikim bellek kaydını silebilir mi? Ya da daha doğru bir deyişle, iktidar ve özgürlük ikilemi, tıpkı madde 2’de tanımlandığı üzere “insan haklarına saygılı devlet” olarak okunmaya mı devam edilecek; yoksa değiştirilmesi teklif edilemeyen madde 2’de yer aldığı için asla, “insan haklarına dayanan devlet” tanımı ışığında okunamayacak, yorumlanamayacak ve anlaşılamayacak?

Üç anayasal dönemi hatırlayalım: İlk metin (1982-87), onarım dönemi (1987-2004) ve yıkım dönemi  (2007-2017).

İlk dönemde düşülen “İnsan haklarına saygılı Devlet” kaydı, ikinci dönemin ürünü olan “İnsan haklarına dayanan Devlet” kaydı ışığında “Okunamaz, yorumlanamaz ve anlaşılamaz” diyenler şu sorulara dürüstçe yanıt vermeli:

-1982 Anayasası’nın ilk biçimini savunmuş olmuyor musunuz?
-1987-2004 iktidarı sınırlayan ve özgürlükleri pekiştiren düzenlemelere karşı mısınız?
-Değişmez maddelerin içeriğini boşaltan iktidar fetişizmi ile sonuçlanan (2007-17) Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY)’nın kalıcı duruma gelmesine mi katkı sunmak istiyorsunuz?

Bu sorular karşısında ikircikli, kaçamak ve konjonktürel tavır (tutum) takınabilirsiniz; ama anayasal belleği asla silemezsiniz.

Cumhuriyet’in 101. yılında, “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” okumasından rahatsız olanlar, gerçekte ulus egemenliğinden korkmakta:

  • “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. (…)
    Hiç kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”
    (md.6)

Bu nedenle sözde Cumhuriyetçilere tavsiyem;  demos-kratos’tan değil mono-kratos’tan korkun; üstelik bu iktidar;

  • YA HEP YA HİÇ! anlayışı ile kamuya ve özele ait bütün iktidarları –parti aracılığıyla– uhdesinde birleştiren ve siyasal sorumluluktan arındırılmış bir kişi iktidarı şeklinde uygulama koymuş ise.

“İnsan haklarına dayanan laik ve demokratik Cumhuriyet” savunucularına çağrım ise,
2017 yıkımının ürünü olan PBDBY’yi kabullenme, kanıksama ve meşrulaştırma tuzağına,
sözde Anayasacılar gibi sözde Cumhuriyetçilerin tuzağına düşmemek.
=======================================
Yazarın Son Yazıları