Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

F 16 Satışı Onaylandı mı?

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

TBMM’nin İsveç’in NATO üyeliğini onaylaması üzerine özellikle yandaş basında “ABD Türkiye’ye F16 satışını onayladı” haberi yer almaktadır.

Bu haber gerçeği yansıtmamakta, ABD’nin karar verme sürecini bilmeyen geniş kitlelere iç politika aracı olarak bir utku gibi sunulmaktadır.

Tam başkanlık sistemi ile yönetilen ABD’de yetkiler yürütme (Başkan) ile yasama (Kongre) arasında paylaşılmıştır. İki organ birbirlerini denetler (sınırlandırır). Başkan’ın kimi kararları Kongre tarafından onaylanmadıkça yürürlüğe girmez, silah dışsatımı (ihracatı) Kongre denetimindedir

ABD Silah Dışsatımı Denetim Yasasına (Arms Export Control Act) göre 14 milyon Doları aşan silah dışsatımı Kongre‘nin (Temsilciler Meclisi ve Senato’nun ayrı ayrı) onayına bağlıdır. Satıcı firma, ancak bu onaydan sonra alıcıya teklif mektubu (letter of offer) verebilir.

Bu aşamada henüz Kongre söz konusu satışa onay vermiş değildir. Başkan Biden, 26 Ocak’ta Kongre‘ye gönderdiği mektupta, Türkiye’ye 23 milyar Dolar tutarında 40 adet F16 ve 70 adet F-16 modernizasyon kiti satışının Amerikan çıkarlarına uygun olduğunu bildirerek, satışın Kongre tarafından onaylanmasını istemiştir.

Başkan bu boyutta silah dışsatımına tek başına karar veremez. Ancak niyet açıklayabilir. Başkan’ın niyeti değil, Kongre’nin onayı esastır.

Bu nedenle “ABD F-16 satışına onay verdi” haberi kamuoyunu yanıltıcıdır.

***
Biden yönetimi Türkiye’ye F16 satışını desteklerken, aynı zamanda Yunanistan’a da 8,6 milyar Dolarlık silah satışına onay vermesini Kongre’den istemiştir. Bununla Türkiye’ye silah satışına karşı çıkan Rum-Yunan lobisinin etkisindeki Kongre üyelerine, “Korkmayın, Türkiye’ye yapılacak satış Türk – Yunan dengesini bozmayacak” mesajını vermektedir.

ABD’de bu tür kararlarda lobilerin (özellikle etnik lobilerin) ağırlığı çok önemlidir. Lobicilik, kimi kurallara uymak koşulu ile yasaldır.

Gelinen aşamada bir yandan üretici firma (Lockheed-Martin) 23 milyar Dolarlık satış olanağını kaçırmamak için Kongre üyelerine satışın desteklenmesi için baskı yaparken, öte yandan Rum-Yunan lobisi satışın onaylanmaması konusunda baskı yapacaktır. Kongre’nin son kararı, bu “lobiler savaşının” sonucuna göre belirlenecektir.

Bu aşamada Türkiye’nin yapması gereken, yoğun bir lobicilik eylemi ile Kongre üyelerinin satışa onay vermelerini sağlamaktır. Bunun için yetkin diplomatik temsilcilik ve kurumsal bilgi ve deneyim birikimine dayalı devlet aklının kullanılması gerekmektedir. Bu dış politika konusu, öbür konularda olduğu gibi iç politika aracı olarak kullanılmamalıdır.

İsveç’in NATO üyeliği

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
29 Ocak 2024, Cumhuriyet

 

NATO, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Amerika Birleşik Devletleri’nin ve bazı (kimi) Batı Avrupa ülkelerinin öncülüğünde, 1949 yılında kuruldu.

Varşova Paktı ise, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin ve bazı Doğu Avrupa ülkelerinin öncülüğünde, 1955 yılında kuruldu.

Başka bir deyişle, NATO, Varşova Paktı’na karşı bir tepki olarak değil, Varşova Paktı, NATO’ya karşı bir tepki olarak kuruldu.

Söz konusu kronoloji, “Soğuk Savaş” döneminde yayılmacı bir tutumu hangi tarafın başlattığına dair (ilişkin) önemli bir göstergedir.

  • “Dünyada artık Varşova Paktı kalmadığına göre, NATO neden hâlâ varlığını sürdürüyor” 

sorusu önemli bir soru gibi görünmekle birlikte,

  • NATO’nun Varşova Paktı’ndan yıllar önce kurulduğu ve “Soğuk Savaş”ı tetiklediği
    dikkate alınacak olursa, bunun çok da anlamlı bir soru olmadığı anlaşılacaktır.

NATO’nun kuruluş amacı zaten, ABD’nin öncülüğünde yayılmacı bir strateji izlemek, kapitalizmi ve emperyalizmi dünyada egemen kılmaktır. 

NATO’nun genişlemesi stratejisinin de, Rusya’yı ve Çin’i tahrik etmekten ve dünya barışını tehdit etmekten başka bir işe yaramadığı, Ukrayna örneğinde de açıkça görülmüştür.
***
Geçtiğimiz hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, Finlandiya’dan sonra, İsveç’in de NATO üyeliğine onay verilmesi doğrultusunda bir karar alındı. AKP, MHP ve CHP milletvekilleri, İsveç’in NATO üyeliğinin lehinde oy kullandılar.

Böylece söz konusu siyasal parti yönetimlerinin, ABD ve NATO emperyalizminin esiri (tutsağı) oldukları bir kere (kez) daha doğrulanmış oldu.

CHP gibi, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş olan ve tarihinde antiemperyalizm mücadelesi vermiş bir partinin, bu kararları onaylaması trajiktir.

İsveç Sosyal Demokrat Partisi lideri ve eski İsveç Başbakanı Olof Palme, İsveç’in hem Varşova Paktı’nın hem de NATO’nun dışında kalmasını sağlamış gerçek bir sosyal demokrat idi.

Sosyal demokrat olduğunu iddia eden CHP yönetimi, sosyal demokrasinin dünyadaki en önemli değerlerinden birisi olan ve CHP’nin de Sosyalist Enternasyonel’e üye olması konusunda 1970’li yıllarda büyük çaba harcayan ve 1986’da bir suikast sonucunda öldürülen Olof Palme’nin ilkelerine ve davasına da ihanet etmiştir.
***
Öte yanda, Türkiye’nin siyasal, ekonomik, kültürel ve askeri bir güce ulaşmadan NATO’dan çıkması durumunda; Irak, Suriye, Libya ve Afganistan gibi bölünüp parçalanması riski ortaya çıkacaktır.

  • Türkiye’nin nihai (sonal) hedefi NATO’dan çıkmak olmalıdır.

Ancak bunun gerçekleşebilmesi için, Türkiye’nin öncelikle, siyasal, ekonomik, kültürel ve askeri bir güç durumuna gelmesi ve kendi olanaklarıyla bağımsızlığına kavuşması gerekmektedir.

Bu aşamaya gelene dek de Türkiye’nin, geçiş döneminde, NATO’nun içinde edilgen değil, etkili bir üye olması, kendi ulusal çıkarları doğrultusunda veto hakkını kullanması gerekmektedir.

Türkiye, Finlandiya’nın ve İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanması karşılığında, bir ulusal çıkar da sağlayamamıştır. Oysa bu tarihsel fırsat kullanılabilir,

  • ABD’nin terör örgütü PKK’nin uzantıları olan PYD/YPG’ye verdiği desteğin kesilmesi,
  • Fethullah Gülen’in iade edilmesi ve
  • F-35 hava savunma projesinin devreye sokulması sağlanabilirdi.

***
CHP kurultayı sürecinde, genel başkanlık yarışını Kemal Kılıçdaroğlu’na ve Özgür Özel’e indirgeyen; NATO’nun genişlemesi stratejisine karşı çıkan ve kapitalizme, emperyalizme karşı bir mücadele verdiğini açıkça beyan eden (bildiren) öbür genel başkan aday adaylarını yok sayan kimi köşe yazarlarının ve TV yorumcularının, bugün CHP yönetimini, NATO’nun genişlemesi stratejisine destek vermesinden dolayı eleştirmeleri de büyük bir çelişkidir.

Kurultay sürecinde üstlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeyenlerin, bugün CHP yönetimini eleştirmeleri, boş laftan ibarettir!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

24 Ocak22 Ocak 2024

TÜRKİYE’de KONTRGERİLLA CİNAYETLERİ

Dostlar,

26 Ocak 2024 günü ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Çankaya Şubesi ve Yüksek Ticaretliler Derneği Ankara Şubesince birlikte düzenlenen bir konferansta konuşmacıydık.

24-31 Ocak “Adalet ve Demokrasi Haftası” 31. kez düzenleniyordu.
24 Ocak 1993’te Uğur Mumcu, 31 Ocak 1990’da da ADD Kurucu Genel Başkanı Prof. Dr. Muammer Aksoy öldürülmüştü ne yazık ki..

Konumuz, TÜRKİYE’de KONTRGERİLLA CİNAYETLERİ idi.

SSCB’nin dağılması ve ABD’nin tek kutuplu hegemonya kurma politikası, 1990’lar başından günümüze dünyayı kana bulamakta.

Türkiye özellikle hedef ülke.

10 Ağustos 1920 tarihli, Mustafa Kemal Paşa‘nın Lozan Barışı ile 24 Temmuz 1923’te yırtıp tarihin çöplüğüne attığı Sevr Andlaşması, yüz yıl sonra BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adı altında post-modern Sevr olarak dayatılmakta.

Dolayısıyla,

  • Büyük fotoğrafı ve emperyal planı gören ve halkı uyaran ulusalcı aydınların ÖLDÜRÜLMELERİ gerekiyordu!

Türkiye, NATO‘ya üye yapıldığı 1952’den bu yana, içinde yerleşen Gladyo – Kontrgerilla eylemlerine sahne. Maraş, Çorum, Sivas… toplu kırımları ve aydın cinayetleri çok ağır faturalar.. 6-7 Eylül 1955 kışkırtıcı (provokatif) eylemiyle başlandığı söylenebilir.

T.C. hükümetleri bu cinayetleri önleyemediği gibi, aydınlatamıyor da!?
Bu durum asla kabul edilemez.
Dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar‘ın, Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu‘ya

  • “… o tuğlayı çekemem, çekersem devlet altında kalır..” 

sözleri tarihe geçmiştir.

Uzun yıllar bu AYDIN CİNEYETLERİ, TSK-Özel Kuvvetlere yüklenmek istendi. Bir taşla birkaç kuş vurma tuzağı.. ABD-FETÖ ürünü Ergenekon-Balyoz tuzak (kumpas) davaları nedeniyle

  • TSK’nın Kozmik Odası didik didik arandı ancak Özel Kuvvetlerin bu cinayetlerle bağına ilişkin hiçbir kanıt bulunamadı.

Tersine, 823 dolayında “görevlimiz” deşifre oldu ve yurt dışında öldürüldüler (26. Genelkurmay Bşk. İlker Başbuğ).

Kritik ve stratejik önemi ve boyutları olan bu sorunsalı (problematiği) 105 yansı (slayt) ile izleyicilerle paylaştık (1,5 saat).

Yansıları içeren PDF dosyası aşağıda.
Özenle incelenmesi, yaygın paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğimizdir.

Türkiye’de Kontrgerilla Cinayetleri, Ahmet SALTIK. 26.01.24

Yüz yıldır, Lozan Barış Andlaşması’nın bağıtlanmasını izleyen günden bu yana  emperyalizme direniyoruz ve ayaktayız.

Direnmeyi sürdüreceğiz, umutsuzluğa yer yok..

T.C. sonsuza dek yaşayacak..

Büyük ATATÜRK‘ün buyruğu – vasiyeti – tarihsel öngörüsü böyle çünkü..

Sevgi ve saygı ile. 29 Ocak 2024, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Anayasa Hukuku PhD Öğrencisi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İŞGAL EDİLEN ADALARIMIZ YOLGEÇEN HANI’NA DÖNDÜ !…

E. Alb. Ümit YALIM”
Milli Savunma Bakanlığı Eski Genel Sekreteri

Tayyip Erdoğan, “Adaları işgal etmen bizi bağlamaz. Bir gece ansızın gelebiliriz.” dediği Yunanistan’a 07 Aralık 2023’te, gündüz saatlerinde giderek resmi temaslarda bulundu. Erdoğan’ın ziyareti, AKP yandaşı görsel ve yazılı basın tarafından “Ege’de bahar rüzgârları” diye sunuldu.

Erdoğan ve Miçotakis,’Dostane İlişkiler ve İyi Komşuluk Bildirgesi’ni imzaladılar. Ancak, Yunanistan’ın 2004’ten bu yana işgal ettiği 20 Türk Adası ve 2 Türk Kayalığı arasında Miçotakis’in Başbakanlığı döneminde işgal edilen 2 Türk Adası (Küçük Çuha ve Limoniye Adası) ile 1 Türk Kayalığı (Plati Kayalığı) da var. Yani,

  • Erdoğan ve Miçotakis’in imzaladığı ‘Dostane İlişkiler ve İyi Komşuluk Bildirgesi’ tam bir kandırmaca ve fiyaskodur.

Türk vatandaşları Ege’deki adalara pasaport ve vize ile giderken, başta Yunan Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Yunan Bakanlar, Yunan general ve amiraller ile Yunan askerleri olmak üzere bütün Yunan vatandaşları, Türk adalarına elini kolunu sallayarak pasaportsuz ve vizesiz giriş yapıyor.

Yunan Genelkurmay Başkanı Org. Konstantinos Floros da, 03 Ocak 2024’te, Muğla Ardıççık Adası, Aydın Bulamaç Adası, Aydın Eşek Adası ve İzmir Koyun Adası’na hiçbir engelle karşılaşmadan elini kolunu sallayarak pasaportsuz ve vizesiz giriş yaptı.

Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu’ndaki bir karış vatan toprağını düşmana vermemek için nice Kahraman Mehmetçikler şehit olurken, Türkiye’nin batısındaki vatan toprağı adalarımız savunulmadan Yunan askerine teslim ediliyor.

Farkında mısınız ?

Konu ile ilgili yazı ve belgeler EK dosyada sunulmuştur.

İŞGAL EDİLEN ADALARIMIZ YOLGEÇEN HANI’NA DÖNDÜ

Saygılarımla, 26 Ocak 2024

ALİM ve CAHİL FARKI…

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Alim, akıl ve bilimsel bilgi ile donanan, inancını ve dünya görüşünü nakille (aktarım) değil akıl ve bilimsel bilgi ile edinen, kendisine bir soru yöneltildiğinde öğrendiği bilgilerle doğru yanıt veren, bilmediklerine de “Ben bunları bilmiyorum” diyebilen; YANİ BİLMEDİĞINİ BİLEBİLEN insandır.

Eğitimli ya da eğitimsiz olması fark etmez; cahil ise, her konuda sınırsız ve tereddütsüz (çekincesiz) bilgi sahibi (!) olan, her sorunun mutlaka doğru(!) yanıtını bilebilen(!); YANİ BİLİP BİLMEDİGİNİ BİLEMEYEN insandır.

Alim, hem kendini, hem bilgisinin sınırlarını, yani haddini bilen insandır.

Cahil ise hem kendini bilmeyen (tanımayan), hem bilgisinin sınırsız olduğunu sanan ve hem de haddini bilmeyen insandır.

Bir toplum için en büyük azap da, her devirde ve her ülkede, haddini ve sınırları bilmeyen insanlarca yönetilir olmaktır. Yani cahillerin iktidarıdır. Tarih bunun örnekleri ile doludur.

Yakın tarihteki tipik olumsuz iki örnek Hitler ve Mussolini‘dir.

Olumlu ve güzel örnek ise, her konuda haddini ve sınırlarını çok iyi bilen ve asla bu sınırların dışına taşmayan büyük bilge lider (önder) örneği de M. Kemal Atatürk‘tür.

Uğur Mumcu’nun kanı yerde mi kaldı?

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
24 Ocak 2024, Cumhuriyet

 

Bu gün 24 Ocak. 31 yıl önce, karlı bir kış gününde Uğur Mumcu’nun bomba ile katledildiği gün… Ankara’da haberi duyunca televizyonun önünde acı içinde donakalan annem ve babamla birbirimize sarılıp ağladığımız gün ve sonrasında halkın demokrasi yeminine dönüşen cenaze töreni, hayatımın en sarsıcı günlerindendi.

Bugün başlıktaki soruyu sormamın nedeni ise Mumcu’nun katledilişinden üç gün sonra Cumhuriyet’te yayımlanan “Yerdeki Kan” başlıklı başyazı. Onu alıntıladıktan sonra makalemin başlığındaki soruyu yanıtlayacağım.

“Her insanın yaşamı kutsaldır; ne biri ötekinden değerlidir ne öteki berikinden değersiz… İnsan haklarının en başında yaşama hakkı gelir. 

Son yıllarda terör çok can aldı. Her bir cinayetten sonra devletin ileri gelenleri aşağı yukarı birbirine benzer sözler söylediler. En çok kullanılan tümcelerden biri de artık ezberlendi: 

‘Terör kurbanının kanı yerde kalmayacak…’

Çoğu kişi, bu sözü, anlamını bilmeden benimsedi. Oysa bu yaklaşımda kan davasını anımsatan bir anlam kayması da sezilebilir. Devletin cinayeti işleyeni saptaması, yakalaması, yargının önüne çıkarması görevidir. İlk bakışta doğal görünen bu ödevin eksik kalması, faili meçhul cinayetlerin çoğalması, yetkilileri ‘Öldürülenin kanı yerde kalmayacak’ gibi ‘teselli’ ve ‘teskin’ edici açıklamalar yapmaya zorlamıştır.

Uğur Mumcu’nun alçakça bir suikasta kurban gitmesi, Türkiye’de her kesimden insanda büyük ve derin tepkiler yarattı. Olay, yaşadığımız dönemin belirleyici odak noktası gibidir. Cinayet bir zabıta vakası çerçevesinde elbette görülemez. Katillerin bulunması ve cezalandırılmasıyla da iş bitmeyecektir. Daha kapsamlı ve daha geniş ufuklu bir süreç içinde düşünmek zorundayız. 

Uğur Mumcu, bir dizi moral değeri, toplumsal amaçlar yumağını, bir değerler sistemini simgeliyordu. Cumhuriyet’in çatısı altında kurulan kürsülerde savunulan ve yükselen düşüncelerin simgeleşmiş yazarıydı. Mumcu’ya kurulan tuzak, işte bu değerler sistemine kanlı saldırının ta kendisidir. Öyleyse ‘Uğur’un kanının yerde kalmaması’ için bu bayrağı yükseltmek gerekiyor. 

Yazarımız daha toprağa verilmeden bir noktayı vurgulamalıyız: 

  • Ancak Türkiye’de laik Cumhuriyeti savunmak ve katılımcı demokrasiyi gerçekleştirmek yolunda yürüyebilirsek Uğur’un kanı yerde kalmayacaktır. 

Uğur Mumcu’yu bu gün toprağa veriyoruz. 

Onun yalnız yaşamından değil, ölümünden çıkaracağımız dersler çoktur. Mumcu’da ‘fikr-i takip’ vardı ve bu konuda örnek sayılacak kadar inatçıydı. Uğur’un öldürülmesi, bir cenaze töreniyle başlayıp bitecek bir olay değildir. Türkiye’mizin demokratik güçleri, artık dağınıklıktan ve -deyim yerindeyse perişanlıktan kurtulmalıdır. Küçük çıkarlar için birbirleriyle uğraşan siyasetçilerin -eğer yaşam hakkına saygıları varsa- daha kapsamlı ve ufuklu bir politikada bütünleşmeleri zorunludur. 

Eğer onlar yine küçük çıkarların siyasetini gütmeyi sürdürürlerse ve ‘perişanlık’ devam ederse kamuoyu aşağıdan yukarıya doğru ağırlığını koyma görevini üstlenmelidir. 

İşte o zaman Uğur Mumcu’nun kanı yerde kalmayacaktır.” 

Mumcu’nun cenaze törenindeki insan selinin içinde yer alan herkesin, 27 Ocak 1993 sabahında okuduğu yazı buydu. Yüz binlerce insan, Kuvayı Milliye ruhunun (AS: “ruhunun” yerine “bilinci”) sindiği sokaklarda, “Ankara’nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak” dizelerini söyleyerek yürümüştü.

31 yıl sonra Türkiye’nin sokaklarında ve adliyelerinde şeriat sloganları atılırken, siyasetçiler ve cumhuriyet savcıları ise susarken, bu başyazı doğrultusunda gerçeği söylüyorum: Mumcu’nun kanı yerde kaldı! Şu an için durum bu… 

O nedenle demokrasiden ve laik Cumhuriyetten yana olan yurttaşlara sesleniyorum:

Susmayın! 

Demokratik toplum kuruluşlarına sesleniyorum: Ağırlığınızı koyun!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sürdürülemezlik farkındalığı

İbrahim Ö. Kaboğlu

25.01.2024, BİRGÜN

Hükümet ilga edildi,
bakanlar kurulu lağvedildi,
kurul halinde veya kolektif bütün siyasal karar düzenekleri ve
siyasal sorumluluk kaldırıldı.

Böylece, yasama-yürütme-yargı olarak yüzyılların evrimi sonucu oluşan erkler ayrılığı,
kağıt üstünde bırakıldı.

Cumhurbaşkanına verilen yürütme yetkisi ile, siyaset üzerinde kişi tekeli kuruldu.

Geniş bir kararname (CBK) yetkisi ile yetinilmedi; TBMM’nin kaderi de CB’ye bırakıldı.

Anayasa andı ile bağdaşmadığı halde CB, parti genel başkanı oldu.

Bakanları bürokratlara dönüştüren CB, kamu görevlilerinin sicil amirliğini de üstlendi.

BİLEŞİK KAPLAR

Devleti temsil,
tek başına hükümet etme,
sicil amirliği ve
parti genel başkanlığı yetkileriyle yetinmeyen CB,
Varlık Fonu’nu da kendisine bağladı.

KHK ile rektörleri atama yetkisini alan CB, kişiye özel düzenlemeler de gerçekleştirdi. Bu tür yollarla yükseltilerek bakanlık koltuğuna oturtulanlar, Meclis kürsüsünde cemaat-tarikat propagandası yaptı. Tersine, eski vekiller rektör olarak atandı ve DEÜ’de olduğu gibi üniversiteler “partinin arka bahçesi”ne dönüştürüldü.

Kaldırılan müsteşarlık yerine bakan yardımcılıklarına eski vekiller atanarak, bakanlıklar partinin arka bahçesine dönüştürüldü.

RG’de sıkça yayımlanan tek imzalı görevden alma ve atama kararları için hiçbir gerekçe ve liyakat ölçütü yok.

  • Ülkesel değerleri yağmalayan satış ve acele kamulaştırma işlemleri tek imza ile yapılıyor.

CBK yoluyla doğrudan düzenleme yetkisine karşın kurulan ittifak, TBMM’yi işlevsizleştirdi.

Uzman ve özerk kuruluşlar çökertildi; RTÜK’ten TRT’ye halkın bütçesi ile çalışan kuruluşlar ve CİMER, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY)’nin ideolojik aygıtları”na dönüştürüldü.

Türkiye’yi uluslararası çete ve terör örgütlerinin üssüne dönüştüren ve (Belediye Başkanları ve bakanlar gibi) kendi zanlılarına ‘ihkak-ı hak’ muamelesi yapan AKP-MHP yöneticileri, gerçek suçluları korumak için demokratik muhalif ve nitelikli yurttaşları, hapishane veya yurtdışı arasında tercihe zorluyor.

  • Özetle PBDBY’de ‘kişi+parti+devlet’ birleşmesi sürekli ivme kazanıyor.

NEDEN SÜRDÜRÜLEMEZ?

Temmuz 2016’da -eski ortağının- darbe girişimini fırsata çevirerek OHAL’i araçsallaştıran AKP, MHP desteğiyle ulusal anayasacılık birikimini mühürsüz oy ve zarflar ile yok etti.

Demokratik muhalefet ve yurttaşlar için hukuku askıya alan ve arkasında ABD/Almanya/S. Arabistan ve Somali vb. Devletlerin olması halinde yabancılara da hukuku uygulamayan

  • PBDBY, Türkiye’yi “hukuktan arındırılmış sömürge ülke”ye dönüştürdü.

Anayasal üst çatının kırılması, ‘eğitim, ekoloji ve ekonomi’ üçlüsünde yıkım ve kendilerine yeniden yapılandırma yolunu açtı.

TBMM’yi kilitleyen Cumhur İttifakı, Partileri de kimliksizleştirdi. Diğer çelişkiler arasında, Parti başkanı olarak hakaret ettiği kişilerin eleştirileri, CB’ye hakaret işlemi görüyor.

Merkez’in yerel üzerindeki çok yönlü vesayeti ile yetinmeyen CB, hepsini bizzat yönetmek istiyor. TBMM’ye ait olan ama PBDBY ile CB’ye geçirilen İstanbul Sarayları da seçim ofisi olarak kullanılacak gibi.

FARKINDALIK GEREĞİ

  • Özetle; Türkiye yönetilemiyor; bunalımdan bunalıma sürükleniyor.

Nedeni, 2017 kurgusu olduğundan bu kurgu, getirdiği ve götürdüğü ile sürekli gündemde tutulmalı.

İşte anahtar soru                           :

  • Erdoğan mesaisinin ne kadarını, Anayasa yükümlülüğü çerçevesinde “Cumhurbaşkanlığı ve Yürütme” için, ne kadarını parti ve seçim işlerine ayırıyor?

Köprülere, havaalanlarına ve otoyollara, hastanelere akıtılan milyarlara girmiyorum, pek somut: kur korumalı mevduata akıtılan para ve emeklilere ayrılan pay arasındaki dengesizlik bile tek başına yeterli. ”Hukuk araçsallaştırılarak ülke nasıl yoksullaştırılır?” sorusunun da yanıtı bu.

Sandık araçsallaştırılarak “anayasacılık” nasıl terkedildi? Sorusu da hep güncel tutulmalı.

Özetle; TBMM’de temsil edilen başta CHP, DEM ve öteki siyasal partilerle sivil toplum örgütleri, “denetimsizlik, saydamsızlık ve keyfilik” üçlüsünü sistematik ve sürekli biçimde işler ve teşhir edebilirse ancak PBDBY’nin sürdürülemezliği üzerine farkındalık yaratılabilir.
==========================

Yazarın Son Yazıları

– Sürekli ‘riskler üreten yönetim’
– Gezi’den Tandoğan’a ‘Türkiye ahalisi’
– Baskıcı yönetimler ve dirençli yargıçlar
– Anayasal düzen mi, çeteleşme mi?
– TBMM siyasal yelpazesi ve CHP

Son Kale Cumhuriyet

Cumhuriyet gazetesinin simge yazarlarından Uğur Mumcu’nun siyasal bir cinayete kurban edilerek öldürülüşü ve aramızdan ayrılışının yıldönümüdür.

Uğur Mumcu’nun yaşamına son verilmesi Türkiye’nin demokrasi mücadelesi tarihinde bir dönüm noktasıdır. Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerinden, çağdaşlaşma amaçlarından koparılıp toplumun kutuplaştırılmasını amaçlayan, din kurallarının egemen olduğu bir yapının kurulmasının yollarını açmak için bu cinayet işlenmiştir. Bu olay 1980 askeri darbesiyle planlanan Türkiye’nin parçalanması projesinin önemli bir parçasıdır.

Yalnızca Uğur Mumcu değil Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Onat Kutlar, Cavit Orhan Tütengil ve Ahmet Taner Kışlalı da aynı amaç için, aynı metotlarla yaşamdan koparıldılar. Unutulmasın ki tüm bu Atatürkçü aydın kişiler Cumhuriyet gazetesi yazarlarıdır.

Tüm bunlara karşın Cumhuriyet gazetesini susturamadılar. İlhan Selçuk ve çalışma arkadaşları, Gazeteyi temel ilkeleriyle yayımlamayı sürdürdüler.

2010 yılında İlhan Selçuk’un vefatından sonra Cumhuriyet gazetesi karşılaştığı çeşitli zorlukları okuyucularının, emekçilerinin dayanışması sayesinde aşmış ve gazetemizi bugünlere getirmiştir.

  • Son kale Cumhuriyet, tüm bu zorlukların ve baskıların üstesinden gelmiştir. 

İlhan Selçuk yıllarca Aydınlanma Devrimlerini, ümmetten vatandaşlığa geçişi ve Atatürkçülüğü her gün yılmadan savunmuştur.

Uğur Mumcu,

  • “Ben Atatürkçüyüm, ben antiemperyalistim, ben terörün, yolsuzluk yapanların, vurguncuların karşısındayım” demiştir.

Bugün Cumhuriyet gazetesi Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu çizgisinde hiçbir etki altında kalmadan, siyasal ve ekonomik baskılara karşın yayınını yılmadan sürdürüyor.

Türkiye’de son yıllarda çok önemli toplumsal bir gelişme var. Her kesimden aydınlar, Atatürkçüler, solcular ile emekçiler Atatürk’ün açtığı laik ve çağdaş toplum hedefinde birleşiyorlar.

Cumhuriyet bu önemli toplumsal gelişmede öncülük yapmaktadır.

Temel ilkelerimizi bu vesileyle bir kez daha yineliyoruz            :

  • Cumhuriyet gazetesi
  • ülkemizin bölünmez bütünlüğünü savunur,
  • her türlü teröre karşıdır.
  • Cumhuriyet gazetesi din devletine karşıdır.
  • Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerinin,
  • laiklik ilkesinin ve çağdaşlaşmanın yılmaz savunucusudur.
  • Cumhuriyet gazetesi emperyalizmin Ortadoğu’daki tüm oyunlarına karşıdır.
  • Cumhuriyet gazetesi tam demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inanır, savunur.

Emek en yüce değerdir ilkesi gereğince çalışanların, emekçilerin ve emeklilerin yanındadır.

Son kale Cumhuriyet Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu çizgisinde yoluna yılmadan devam edecektir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 24 Ocak 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

  • Bu hafta bütün “İĞNELER”, emperyalist uşaklarınca kahpece şehit edilen, kalpaksız kuvva-yı milliyeci UĞUR MUMCU‘nun
    saygın anısına sunulmaktadır.. 
  • Anadolu aydınlanması durdurulamayacaktır!

 

SORUNLU

RTE, ülkede kimsenin Cumhuriyet’le ilgili bir tereddüdü ve Cumhuriyet’in banisiyle ilgili bir derdinin olmadığını söyledi.

Seçim yaklaştı…

ŞANS

GS Başkanı Özbek, AKP’li Kurum’un adaylığı için, ”İstanbul için şans” dedi.

Kendisi GS için şanssızlık…

ADALET

Üç hakim ve üç savcı, Adnan Oktar lehine kanıtları değiştirmiş.

Kedi sevgisi?..

MAKLUBE

RTE/AKP, Tekirdağ ve Bursa’ya maklubecileri aday yaptı.

FETÖ’ye övgü düzmeyen, maklubeci olmayan AKP’li var mı?…

UZAYLI

RTE, uzaya astronot gönderilmesi ile ilgili, “Türkiye Yüzyılı’na ilk kez gerçekleştirdiğimiz insanlı uzay göreviyle adım atıyoruz” dedi.

Sanırsın ki roketi biz fırlattık…

TASARRUF

RTE, son on yılda yapılan tasarrufun büyük yararını gördüklerini söyledi.

Söyleyene bak!..

FIRILDAK

2009 yılında Saadet Partisi’nden Elazığ – Maden İlçe Belediye Başkanı olan Musa Orhan;
AKP, Demokrat Parti, İyi Parti’nin ardından yeniden AKP’den aday oldu.

Dönekler, fırıldaklar yuvası…

DERSİM

Özgür Özel, Kamer Genç’in ölümünün yıl dönümünde, Tunceli’den “Dersim” diye söz etti.
Oysa Genç, Dersim denmesine karşıydı.

Birilerine yaranmak için yalanmak, Atatürk Cumhuriyetini anlamamak…

FATURA

Isparta Atabey AKP Belediye Başkanı Tevfik Atasoy, kişisel harcamalarını belediyeye fatura etmiş.

AKP’liyse koy sepete…

Kalpaksız Kuvvacı’ya Saygı

Doç. Dr. İhsan TAYHANİ
Cumhuriyet Tarihçisi
Bağlıköy – Lefke / KKTC

“Bir yanda sahte Müslümanlar, din tacirleri, inanç sömürücüleri… . Bir elleri siyasette, öbür elleri ticarette, ayakları da tarikatlarda dolananlar… Öte yanda işlerine geldiği sürece bu sahte Müslümanlarla kol kola girip öpüşen, onlara siyasal destek sağlayan sahte Atatürkçüler… Bir yanda sahte Atatürkçüler, öbür yanda sahte Müslümanlar…” / Uğur Mumcu / 1987

Otuz bir yıl önce, 1993, 24 Ocak’ta, alçakça bir suikast (öldürü) ile yaşamdan koparılan eşsiz yurtsever, Kalpaksız Kuvvacı, araştırmacı gazeteci-yazar Uğur Mumcu, 01.03.1987 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki “İmambayıldı” başlıklı köşe yazısında, yukarıda alıntılanan güçlü gözlemine yer vermişti.

Mumcu’nun, 37 yıl önce yapmış olduğu bu çarpıcı değerlendirme -ne yazık ki- bugün de en küçük bir sapma olmaksızın güncelliğini koruyor!

Kalpaklı Kuvvacı Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yendiği kör cehalet ve bağnazlık dahil, ulusun makûs (kötü giden, aksi) yazgısı, yeniden böylesine ters yüz edilmemeliydi!

  • Şimdiye değin nere(ler)de hata(lar) yapıldı ve halen yapılmaya devam ediyor? Neden?

Uğur Mumcu’nun 31’inci ölüm yıl dönümünde sorulması gereken sorular bunlar olmalı!

Bu soruların yanıtı ise basit (yalın) ve aslında (gerçekte) hepimiz biliyoruz!
Kendimizden kaçmanın bir anlamı yok!
Yukarıda geliştirilen soruların yalın yanıtı -kirli siyaset ve ticaret uğruna- yaygın ve etkili “ÇAĞDAŞ,  LAİK EĞİTİM ”den kop(arıl)madır.

Yıkımı onarıp, sürekli kılacak olansa, ancak aydınlanmacı, güçlü bir “siyaset kurumu”dur.

Böylesi bir siyasal erk olmanın yolu ise, karanlığın üzerine yine Uğur Mumcuların yüreği ile gitmekten geçer.

Canı pahasına, karanlığa karşı kalemi ve yüreği ile savaş açan, katıksız Atatürkçü, yiğit vatan evladı Uğur Mumcu’yu katleden (öldüren) namert emperyalist uşaklarını ve onların soysuz tetikçilerini lanetliyoruz… Bu ve öbür kontrgerilla cinayetlerini aydınlat(a)mayanları da!

31 inci ölüm yıl dönümünde O’nun unutulmaz anısı önünde saygı ile eğiliyoruz.

Işıklar hep yoldaşı olsun…