Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Uğur Mumcu’nun kanı yerde mi kaldı?

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
24 Ocak 2024, Cumhuriyet

 

Bu gün 24 Ocak. 31 yıl önce, karlı bir kış gününde Uğur Mumcu’nun bomba ile katledildiği gün… Ankara’da haberi duyunca televizyonun önünde acı içinde donakalan annem ve babamla birbirimize sarılıp ağladığımız gün ve sonrasında halkın demokrasi yeminine dönüşen cenaze töreni, hayatımın en sarsıcı günlerindendi.

Bugün başlıktaki soruyu sormamın nedeni ise Mumcu’nun katledilişinden üç gün sonra Cumhuriyet’te yayımlanan “Yerdeki Kan” başlıklı başyazı. Onu alıntıladıktan sonra makalemin başlığındaki soruyu yanıtlayacağım.

“Her insanın yaşamı kutsaldır; ne biri ötekinden değerlidir ne öteki berikinden değersiz… İnsan haklarının en başında yaşama hakkı gelir. 

Son yıllarda terör çok can aldı. Her bir cinayetten sonra devletin ileri gelenleri aşağı yukarı birbirine benzer sözler söylediler. En çok kullanılan tümcelerden biri de artık ezberlendi: 

‘Terör kurbanının kanı yerde kalmayacak…’

Çoğu kişi, bu sözü, anlamını bilmeden benimsedi. Oysa bu yaklaşımda kan davasını anımsatan bir anlam kayması da sezilebilir. Devletin cinayeti işleyeni saptaması, yakalaması, yargının önüne çıkarması görevidir. İlk bakışta doğal görünen bu ödevin eksik kalması, faili meçhul cinayetlerin çoğalması, yetkilileri ‘Öldürülenin kanı yerde kalmayacak’ gibi ‘teselli’ ve ‘teskin’ edici açıklamalar yapmaya zorlamıştır.

Uğur Mumcu’nun alçakça bir suikasta kurban gitmesi, Türkiye’de her kesimden insanda büyük ve derin tepkiler yarattı. Olay, yaşadığımız dönemin belirleyici odak noktası gibidir. Cinayet bir zabıta vakası çerçevesinde elbette görülemez. Katillerin bulunması ve cezalandırılmasıyla da iş bitmeyecektir. Daha kapsamlı ve daha geniş ufuklu bir süreç içinde düşünmek zorundayız. 

Uğur Mumcu, bir dizi moral değeri, toplumsal amaçlar yumağını, bir değerler sistemini simgeliyordu. Cumhuriyet’in çatısı altında kurulan kürsülerde savunulan ve yükselen düşüncelerin simgeleşmiş yazarıydı. Mumcu’ya kurulan tuzak, işte bu değerler sistemine kanlı saldırının ta kendisidir. Öyleyse ‘Uğur’un kanının yerde kalmaması’ için bu bayrağı yükseltmek gerekiyor. 

Yazarımız daha toprağa verilmeden bir noktayı vurgulamalıyız: 

  • Ancak Türkiye’de laik Cumhuriyeti savunmak ve katılımcı demokrasiyi gerçekleştirmek yolunda yürüyebilirsek Uğur’un kanı yerde kalmayacaktır. 

Uğur Mumcu’yu bu gün toprağa veriyoruz. 

Onun yalnız yaşamından değil, ölümünden çıkaracağımız dersler çoktur. Mumcu’da ‘fikr-i takip’ vardı ve bu konuda örnek sayılacak kadar inatçıydı. Uğur’un öldürülmesi, bir cenaze töreniyle başlayıp bitecek bir olay değildir. Türkiye’mizin demokratik güçleri, artık dağınıklıktan ve -deyim yerindeyse perişanlıktan kurtulmalıdır. Küçük çıkarlar için birbirleriyle uğraşan siyasetçilerin -eğer yaşam hakkına saygıları varsa- daha kapsamlı ve ufuklu bir politikada bütünleşmeleri zorunludur. 

Eğer onlar yine küçük çıkarların siyasetini gütmeyi sürdürürlerse ve ‘perişanlık’ devam ederse kamuoyu aşağıdan yukarıya doğru ağırlığını koyma görevini üstlenmelidir. 

İşte o zaman Uğur Mumcu’nun kanı yerde kalmayacaktır.” 

Mumcu’nun cenaze törenindeki insan selinin içinde yer alan herkesin, 27 Ocak 1993 sabahında okuduğu yazı buydu. Yüz binlerce insan, Kuvayı Milliye ruhunun (AS: “ruhunun” yerine “bilinci”) sindiği sokaklarda, “Ankara’nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak” dizelerini söyleyerek yürümüştü.

31 yıl sonra Türkiye’nin sokaklarında ve adliyelerinde şeriat sloganları atılırken, siyasetçiler ve cumhuriyet savcıları ise susarken, bu başyazı doğrultusunda gerçeği söylüyorum: Mumcu’nun kanı yerde kaldı! Şu an için durum bu… 

O nedenle demokrasiden ve laik Cumhuriyetten yana olan yurttaşlara sesleniyorum:

Susmayın! 

Demokratik toplum kuruluşlarına sesleniyorum: Ağırlığınızı koyun!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sürdürülemezlik farkındalığı

İbrahim Ö. Kaboğlu

25.01.2024, BİRGÜN

Hükümet ilga edildi,
bakanlar kurulu lağvedildi,
kurul halinde veya kolektif bütün siyasal karar düzenekleri ve
siyasal sorumluluk kaldırıldı.

Böylece, yasama-yürütme-yargı olarak yüzyılların evrimi sonucu oluşan erkler ayrılığı,
kağıt üstünde bırakıldı.

Cumhurbaşkanına verilen yürütme yetkisi ile, siyaset üzerinde kişi tekeli kuruldu.

Geniş bir kararname (CBK) yetkisi ile yetinilmedi; TBMM’nin kaderi de CB’ye bırakıldı.

Anayasa andı ile bağdaşmadığı halde CB, parti genel başkanı oldu.

Bakanları bürokratlara dönüştüren CB, kamu görevlilerinin sicil amirliğini de üstlendi.

BİLEŞİK KAPLAR

Devleti temsil,
tek başına hükümet etme,
sicil amirliği ve
parti genel başkanlığı yetkileriyle yetinmeyen CB,
Varlık Fonu’nu da kendisine bağladı.

KHK ile rektörleri atama yetkisini alan CB, kişiye özel düzenlemeler de gerçekleştirdi. Bu tür yollarla yükseltilerek bakanlık koltuğuna oturtulanlar, Meclis kürsüsünde cemaat-tarikat propagandası yaptı. Tersine, eski vekiller rektör olarak atandı ve DEÜ’de olduğu gibi üniversiteler “partinin arka bahçesi”ne dönüştürüldü.

Kaldırılan müsteşarlık yerine bakan yardımcılıklarına eski vekiller atanarak, bakanlıklar partinin arka bahçesine dönüştürüldü.

RG’de sıkça yayımlanan tek imzalı görevden alma ve atama kararları için hiçbir gerekçe ve liyakat ölçütü yok.

  • Ülkesel değerleri yağmalayan satış ve acele kamulaştırma işlemleri tek imza ile yapılıyor.

CBK yoluyla doğrudan düzenleme yetkisine karşın kurulan ittifak, TBMM’yi işlevsizleştirdi.

Uzman ve özerk kuruluşlar çökertildi; RTÜK’ten TRT’ye halkın bütçesi ile çalışan kuruluşlar ve CİMER, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY)’nin ideolojik aygıtları”na dönüştürüldü.

Türkiye’yi uluslararası çete ve terör örgütlerinin üssüne dönüştüren ve (Belediye Başkanları ve bakanlar gibi) kendi zanlılarına ‘ihkak-ı hak’ muamelesi yapan AKP-MHP yöneticileri, gerçek suçluları korumak için demokratik muhalif ve nitelikli yurttaşları, hapishane veya yurtdışı arasında tercihe zorluyor.

  • Özetle PBDBY’de ‘kişi+parti+devlet’ birleşmesi sürekli ivme kazanıyor.

NEDEN SÜRDÜRÜLEMEZ?

Temmuz 2016’da -eski ortağının- darbe girişimini fırsata çevirerek OHAL’i araçsallaştıran AKP, MHP desteğiyle ulusal anayasacılık birikimini mühürsüz oy ve zarflar ile yok etti.

Demokratik muhalefet ve yurttaşlar için hukuku askıya alan ve arkasında ABD/Almanya/S. Arabistan ve Somali vb. Devletlerin olması halinde yabancılara da hukuku uygulamayan

  • PBDBY, Türkiye’yi “hukuktan arındırılmış sömürge ülke”ye dönüştürdü.

Anayasal üst çatının kırılması, ‘eğitim, ekoloji ve ekonomi’ üçlüsünde yıkım ve kendilerine yeniden yapılandırma yolunu açtı.

TBMM’yi kilitleyen Cumhur İttifakı, Partileri de kimliksizleştirdi. Diğer çelişkiler arasında, Parti başkanı olarak hakaret ettiği kişilerin eleştirileri, CB’ye hakaret işlemi görüyor.

Merkez’in yerel üzerindeki çok yönlü vesayeti ile yetinmeyen CB, hepsini bizzat yönetmek istiyor. TBMM’ye ait olan ama PBDBY ile CB’ye geçirilen İstanbul Sarayları da seçim ofisi olarak kullanılacak gibi.

FARKINDALIK GEREĞİ

  • Özetle; Türkiye yönetilemiyor; bunalımdan bunalıma sürükleniyor.

Nedeni, 2017 kurgusu olduğundan bu kurgu, getirdiği ve götürdüğü ile sürekli gündemde tutulmalı.

İşte anahtar soru                           :

  • Erdoğan mesaisinin ne kadarını, Anayasa yükümlülüğü çerçevesinde “Cumhurbaşkanlığı ve Yürütme” için, ne kadarını parti ve seçim işlerine ayırıyor?

Köprülere, havaalanlarına ve otoyollara, hastanelere akıtılan milyarlara girmiyorum, pek somut: kur korumalı mevduata akıtılan para ve emeklilere ayrılan pay arasındaki dengesizlik bile tek başına yeterli. ”Hukuk araçsallaştırılarak ülke nasıl yoksullaştırılır?” sorusunun da yanıtı bu.

Sandık araçsallaştırılarak “anayasacılık” nasıl terkedildi? Sorusu da hep güncel tutulmalı.

Özetle; TBMM’de temsil edilen başta CHP, DEM ve öteki siyasal partilerle sivil toplum örgütleri, “denetimsizlik, saydamsızlık ve keyfilik” üçlüsünü sistematik ve sürekli biçimde işler ve teşhir edebilirse ancak PBDBY’nin sürdürülemezliği üzerine farkındalık yaratılabilir.
==========================

Yazarın Son Yazıları

– Sürekli ‘riskler üreten yönetim’
– Gezi’den Tandoğan’a ‘Türkiye ahalisi’
– Baskıcı yönetimler ve dirençli yargıçlar
– Anayasal düzen mi, çeteleşme mi?
– TBMM siyasal yelpazesi ve CHP

Son Kale Cumhuriyet

Cumhuriyet gazetesinin simge yazarlarından Uğur Mumcu’nun siyasal bir cinayete kurban edilerek öldürülüşü ve aramızdan ayrılışının yıldönümüdür.

Uğur Mumcu’nun yaşamına son verilmesi Türkiye’nin demokrasi mücadelesi tarihinde bir dönüm noktasıdır. Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerinden, çağdaşlaşma amaçlarından koparılıp toplumun kutuplaştırılmasını amaçlayan, din kurallarının egemen olduğu bir yapının kurulmasının yollarını açmak için bu cinayet işlenmiştir. Bu olay 1980 askeri darbesiyle planlanan Türkiye’nin parçalanması projesinin önemli bir parçasıdır.

Yalnızca Uğur Mumcu değil Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Onat Kutlar, Cavit Orhan Tütengil ve Ahmet Taner Kışlalı da aynı amaç için, aynı metotlarla yaşamdan koparıldılar. Unutulmasın ki tüm bu Atatürkçü aydın kişiler Cumhuriyet gazetesi yazarlarıdır.

Tüm bunlara karşın Cumhuriyet gazetesini susturamadılar. İlhan Selçuk ve çalışma arkadaşları, Gazeteyi temel ilkeleriyle yayımlamayı sürdürdüler.

2010 yılında İlhan Selçuk’un vefatından sonra Cumhuriyet gazetesi karşılaştığı çeşitli zorlukları okuyucularının, emekçilerinin dayanışması sayesinde aşmış ve gazetemizi bugünlere getirmiştir.

  • Son kale Cumhuriyet, tüm bu zorlukların ve baskıların üstesinden gelmiştir. 

İlhan Selçuk yıllarca Aydınlanma Devrimlerini, ümmetten vatandaşlığa geçişi ve Atatürkçülüğü her gün yılmadan savunmuştur.

Uğur Mumcu,

  • “Ben Atatürkçüyüm, ben antiemperyalistim, ben terörün, yolsuzluk yapanların, vurguncuların karşısındayım” demiştir.

Bugün Cumhuriyet gazetesi Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu çizgisinde hiçbir etki altında kalmadan, siyasal ve ekonomik baskılara karşın yayınını yılmadan sürdürüyor.

Türkiye’de son yıllarda çok önemli toplumsal bir gelişme var. Her kesimden aydınlar, Atatürkçüler, solcular ile emekçiler Atatürk’ün açtığı laik ve çağdaş toplum hedefinde birleşiyorlar.

Cumhuriyet bu önemli toplumsal gelişmede öncülük yapmaktadır.

Temel ilkelerimizi bu vesileyle bir kez daha yineliyoruz            :

  • Cumhuriyet gazetesi
  • ülkemizin bölünmez bütünlüğünü savunur,
  • her türlü teröre karşıdır.
  • Cumhuriyet gazetesi din devletine karşıdır.
  • Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerinin,
  • laiklik ilkesinin ve çağdaşlaşmanın yılmaz savunucusudur.
  • Cumhuriyet gazetesi emperyalizmin Ortadoğu’daki tüm oyunlarına karşıdır.
  • Cumhuriyet gazetesi tam demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inanır, savunur.

Emek en yüce değerdir ilkesi gereğince çalışanların, emekçilerin ve emeklilerin yanındadır.

Son kale Cumhuriyet Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu çizgisinde yoluna yılmadan devam edecektir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 24 Ocak 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

  • Bu hafta bütün “İĞNELER”, emperyalist uşaklarınca kahpece şehit edilen, kalpaksız kuvva-yı milliyeci UĞUR MUMCU‘nun
    saygın anısına sunulmaktadır.. 
  • Anadolu aydınlanması durdurulamayacaktır!

 

SORUNLU

RTE, ülkede kimsenin Cumhuriyet’le ilgili bir tereddüdü ve Cumhuriyet’in banisiyle ilgili bir derdinin olmadığını söyledi.

Seçim yaklaştı…

ŞANS

GS Başkanı Özbek, AKP’li Kurum’un adaylığı için, ”İstanbul için şans” dedi.

Kendisi GS için şanssızlık…

ADALET

Üç hakim ve üç savcı, Adnan Oktar lehine kanıtları değiştirmiş.

Kedi sevgisi?..

MAKLUBE

RTE/AKP, Tekirdağ ve Bursa’ya maklubecileri aday yaptı.

FETÖ’ye övgü düzmeyen, maklubeci olmayan AKP’li var mı?…

UZAYLI

RTE, uzaya astronot gönderilmesi ile ilgili, “Türkiye Yüzyılı’na ilk kez gerçekleştirdiğimiz insanlı uzay göreviyle adım atıyoruz” dedi.

Sanırsın ki roketi biz fırlattık…

TASARRUF

RTE, son on yılda yapılan tasarrufun büyük yararını gördüklerini söyledi.

Söyleyene bak!..

FIRILDAK

2009 yılında Saadet Partisi’nden Elazığ – Maden İlçe Belediye Başkanı olan Musa Orhan;
AKP, Demokrat Parti, İyi Parti’nin ardından yeniden AKP’den aday oldu.

Dönekler, fırıldaklar yuvası…

DERSİM

Özgür Özel, Kamer Genç’in ölümünün yıl dönümünde, Tunceli’den “Dersim” diye söz etti.
Oysa Genç, Dersim denmesine karşıydı.

Birilerine yaranmak için yalanmak, Atatürk Cumhuriyetini anlamamak…

FATURA

Isparta Atabey AKP Belediye Başkanı Tevfik Atasoy, kişisel harcamalarını belediyeye fatura etmiş.

AKP’liyse koy sepete…

Kalpaksız Kuvvacı’ya Saygı

Doç. Dr. İhsan TAYHANİ
Cumhuriyet Tarihçisi
Bağlıköy – Lefke / KKTC

“Bir yanda sahte Müslümanlar, din tacirleri, inanç sömürücüleri… . Bir elleri siyasette, öbür elleri ticarette, ayakları da tarikatlarda dolananlar… Öte yanda işlerine geldiği sürece bu sahte Müslümanlarla kol kola girip öpüşen, onlara siyasal destek sağlayan sahte Atatürkçüler… Bir yanda sahte Atatürkçüler, öbür yanda sahte Müslümanlar…” / Uğur Mumcu / 1987

Otuz bir yıl önce, 1993, 24 Ocak’ta, alçakça bir suikast (öldürü) ile yaşamdan koparılan eşsiz yurtsever, Kalpaksız Kuvvacı, araştırmacı gazeteci-yazar Uğur Mumcu, 01.03.1987 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki “İmambayıldı” başlıklı köşe yazısında, yukarıda alıntılanan güçlü gözlemine yer vermişti.

Mumcu’nun, 37 yıl önce yapmış olduğu bu çarpıcı değerlendirme -ne yazık ki- bugün de en küçük bir sapma olmaksızın güncelliğini koruyor!

Kalpaklı Kuvvacı Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yendiği kör cehalet ve bağnazlık dahil, ulusun makûs (kötü giden, aksi) yazgısı, yeniden böylesine ters yüz edilmemeliydi!

  • Şimdiye değin nere(ler)de hata(lar) yapıldı ve halen yapılmaya devam ediyor? Neden?

Uğur Mumcu’nun 31’inci ölüm yıl dönümünde sorulması gereken sorular bunlar olmalı!

Bu soruların yanıtı ise basit (yalın) ve aslında (gerçekte) hepimiz biliyoruz!
Kendimizden kaçmanın bir anlamı yok!
Yukarıda geliştirilen soruların yalın yanıtı -kirli siyaset ve ticaret uğruna- yaygın ve etkili “ÇAĞDAŞ,  LAİK EĞİTİM ”den kop(arıl)madır.

Yıkımı onarıp, sürekli kılacak olansa, ancak aydınlanmacı, güçlü bir “siyaset kurumu”dur.

Böylesi bir siyasal erk olmanın yolu ise, karanlığın üzerine yine Uğur Mumcuların yüreği ile gitmekten geçer.

Canı pahasına, karanlığa karşı kalemi ve yüreği ile savaş açan, katıksız Atatürkçü, yiğit vatan evladı Uğur Mumcu’yu katleden (öldüren) namert emperyalist uşaklarını ve onların soysuz tetikçilerini lanetliyoruz… Bu ve öbür kontrgerilla cinayetlerini aydınlat(a)mayanları da!

31 inci ölüm yıl dönümünde O’nun unutulmaz anısı önünde saygı ile eğiliyoruz.

Işıklar hep yoldaşı olsun…

AKLINIZDA BULUNSUN…

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Hukuksuzluğun ilacı hukuktur.
Adaletsizliğin ilacı adalettir.
Ahlaksızlığın ilacı ahlaktır.
Edepsizliğin ilacı edeptir.
Düşmanlığın ilacı dostluktur.
Savaşın ilacı barıştır.
Saygısızlığın ilacı saygıdır.
Kin ve nefretin ilacı sevgidir.
Kötümserliğin ilacı iyimserliktir.
Kaygı ve korkunun ilacı esenliktir.
Şiddetin ilacı ikna etmektir.
Yolsuzluğun ilacı dürüstlüktür.
Beceriksizliğin ilacı liyakattir.
Cehaletin ilacı akılcı eğitimdir.
Kıskançlığın ilacı özgüvendir.
Bağımlılıktan kurtulmanın ilacı özgürleşmedir.
Dinsel bağnazlığın ilacı laikliktir.
Diktatörlüğün ilacı demokrasidir.
Kötülüğün ilacı iyiliktir.
Namertliğin ilacı mertliktir.
Bencilliğin ilacı cömertliktir.
Güvensizliğin ilacı güvendir.
Savurganlığın ilacı tutumluluktur.
Keyfiliğin ilacı anayasadır.
Anarşi ve kaosun ilacı düzendir.
Kibirin ilacı alçakgönüllülüktür.
Dinbazlığın ilacı bilinçli ve içtenlikli dindarlıktır.
Bölücülüğün ilacı birleştiriciliktir.
Irkçılığın ilacı insanların kardeşliğidir.
Önyargının ilacı özeleştiridir.
Hoşgörüsüzlüğün ilacı duygudaşlıktır.
Vicdansızlığın ilacı vicdandır.

Terörle Mücadele mi, Teröristle Mücadele mi?

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Terörle mücadelede şehit verdiğimiz her olaydan sonra yetkililer artık klişe (basmakalıp) söylemlerini yineliyorlar:

-“Kanları yede kalmadı”
”Biz daha çok terörist öldürdük”
-“Terörle mücadeleye azim ve kararlılıkla devam edilecektir”
-“Son terörist etkisiz hale getirileceğe kadar mücadeleye devam”
-“Arkasındaki güçleri biliyoruz”…….

Bunlar bilinçli kamuoyunda hiçbir anlam ifade etmemektedir. Terörü bitirme amacına hizmet etmeyen, tümüyle iç politikaya yönelik söylemlerdir.

Verilen şehit sayısı ile öldürülen terörist sayısının karşılaştırılması yanlıştır.
Bunun bir ölçütü yoktur. Şehit olan bir Mehmetçiğe karşı kaç terörist öldürülürse öldürülsün,
o şehidin karşılığı olamaz. Savaşın sonucunu ölenler değil, geride kalanlar belirler.

“Son terörist?”

Öldürülen teröristlerin yerine yenileri geliyorsa “son terörist” nasıl belirlenebilir?
Teröristleri öldürmekten daha önemli olan örgüte katılımların önlenmesidir. Bu da ekonomik, sosyal, eğitimsel, ruhbilimsel, önlemleri gerektirir. Katılanların sayısı öldürülenlerin sayısından çok olursa terör bitmez (havuz problemi).

“Azim ve kararlılıkla……” ya gelince;

Bu güne kadar şehit verdiğimiz her olaydan sonra bu ifade de tekrarlanmakta, fakat bir şey değişmemektedir. Artık anlamsız hale gelmiştir “Terörle azim ve kararlılıkla mücadele etmek” zaten bu ifadeyi kullanan yetkilerin asli görevidir.

“arkasındaki güçleri biliyoruz.”

Terör örgütünün arkasında ABD’nin olduğu açıktır.

Bunu bilmek ve söylemek yetmez. Bu ülkeye karşı etkili önlemler alınmalıdır.
Bizim ABD’ye karşı kullanabileceğimiz en önemli gücümüz
coğrafyamızdır.
Türkiye coğrafyası kullanılmaksızın ABD’nin bölgedeki  eylemleri daha uzun zaman alır ve daha çok maliyetli olur. Bu nedenle,

  • İncirlik başta olmak üzere
  • ABD’nin yararlandığı üs ve tesisler ile hava sahamız,
    terörü desteklediği sürece bu ülkeye kapatılmalıdır.

Sonuç

Biz “terörle mücadele” etmiyoruz. Askere havale edilen “Teröristlerle mücadele” ediyoruz.
Bu nedenle 40 yıldır kesin sonuç alamadık. Terörle mücadele, askeri boyutunun yanında ekonomik, sosyal, ruhbilmsel, uluslararası ilişkiler boyutları olan çok boyutlu bir mücadeledir. Bütün bunlar devlet aklı, bilgi ve deneyim birikimi kullanılarak ilgili kurum ve kuruluşlarca saptanacak bir devlet stratejisi içinde, birbiri ile uyumlu ve bütüncül olarak uygulanmalıdır.

40 yıldır sonuç alamadığımız dikkate alınarak, şimdiye dek yapılan hatalar gözden geçirilmeli, mücadelenin tüm boyutlarını içeren bir “terörle mücadele politikası” saptanmalı ve uygulanmalıdır. Bu amaçla güvenlikle ilgili kurum ve kuruluşlar ile bilim insanlarının görüşleri alınmalıdır.

Yoksa daha çok şehit verir, her olaydan sonra aynı söylemleri yinelemeyi sürdürürüz.

Stratejideki hata taktik başarılarla düzeltilemez.

24 Ocak

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
22 Ocak 2024, Cumhuriyet

 

İki gün sonra tarih 24 Ocak olacak. 24 Ocak tarihi üç açıdan önemlidir.

24 Ocak 1980 tarihinde, Süleyman Demirel’in başbakan olduğu dönemde, Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal’ın hazırladığı ekonomik önlem planı açıklandı. Bu plan, serbest piyasa ekonomisinin, özelleştirmelerin, ithalatın ve yabancı yatırımların desteklenmesini, kamucu ekonomik girişimlerin ve sübvansiyonların önemli bir ölçüde ortadan kaldırılmasını ve “Kamu İktisadi Teşebbüsleri”nin bütçelerinin kısıtlanmasını öngörüyordu.

ABD tarafından desteklenen ve 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleşen askeri darbeden sonra, Turgut Özal, ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı ve devlet bakanı oldu ve bu ekonomik politikaların uygulanmasına devam edildi.

Türkiye’de halkın sömürülmesine neden olan ekonomik düzenin temellerinden birisi o dönemde atıldı.
***
13 yıl sonra, 24 Ocak 1993 tarihinde, Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu öldürüldü. Türkiye’nin en iyi araştırmacı gazetecilerinden ve köşe yazarlarından birisi olan Uğur Mumcu, kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele veren ve kendisini sosyalist olarak tanımlayan birisiydi.

Ancak Uğur Mumcu, sahte sosyalistler gibi, sosyalizm ile Cumhuriyet devrimleri arasında bir çelişki görmemiş, aksine,

  • Mustafa Kemal Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerini ve antiemperyalist mücadelesini, sosyalizmin temellerini oluşturan bir aşama olarak yorumlamıştı.

Uğur Mumcu aynı zamanda, Milliyet gazetesi yazarı Abdi İpekçi’ye ve Papa Jean Paul’e karşı gerçekleştirilen suikastları araştıran en önemli gazetecilerden birisiydi. Uğur Mumcu, papa suikastının arkasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği gizli servisi KGB’nin olduğuna ilişkin ABD medyası tarafından ortaya atılan iddiaları çürütmüş, suikastı gerçekleştirenlerin yıllarca ABD ve CIA ile nasıl işbirliği yaptıklarını belgeleriyle ortaya koymuştu.

Türkiye’deki “ülkücü” örgütlenmelerin, MHP’nin ve ÜGD’nin, 1970’li yıllarda, Türkiye’deki sol ve sosyalist hareketleri bertaraf etmek için, ABD ve CIA ile yürüttükleri işbirliği konusundaki en önemli araştırmaları yapan gazetecilerden birisi Uğur Mumcu idi.

Uğur Mumcu aynı zamanda, Türkiye’deki köktendinci, şeriatçı, hilafetçi, İslamcı örgütlenmeleri de araştırmış, onların yurt içindeki ve yurt dışındaki bağlantılarını belgelemiş, Türkiye’nin yakın geleceğindeki en büyük tehlikelerden birisinin, laiklik karşıtı hareketler olduğunu yazmıştı, AKP iktidarı döneminde sonradan yaşanacak olanları, o zaman öngörmüştü.

Uğur Mumcu, PKK terörü konusunu da, yurt içindeki ve yurt dışındaki bağlantılarıyla araştırmıştı ve PKK’nin emperyalizmin maşası olduğunu kanıtlamıştı.

Uğur Mumcu son yıllarında, Batman merkezli terör örgütü Hizbullah’ın devletin içindeki bazı odaklarla ilişkilerini ve Hizbullah’ın bu yasa dışı odaklar tarafından PKK’ye karşı nasıl kullanıldığını araştırıyordu.
***
Sekiz yıl sonra, 24 Ocak 2001 tarihinde, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, Hizbullah terör örgütü tarafından öldürüldü.

Gaffar Okkan, terör örgütleri arasında ayrım yapmamış, hem PKK terörüne karşı hem de Hizbullah terörüne karşı mücadele vermişti. Hizbullah’ın çökertilmesi ve 17 Ocak 2000 tarihinde Hizbullah’ın lideri Hüseyin Velioğlu’nun ele geçirilmesi operasyonu, büyük ölçüde Gaffar Okkan’ın başarısıydı.

Gaffar Okkan’ın, öldürüldüğü gün izleyeceği güzergâh hakkındaki ayrıntılı bilgilerin, terör örgütü Hizbullah’ın eline nasıl geçtiği, Hizbullah’ın bu eylemine kimlerin destek olduğu ve bu cinayetin arkasında kimlerin olduğu hâlâ ortaya çıkarılamadı.
***
24 Ocak, Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiğini anlamamız için, önemli bir tarihtir. 

Uğur Mumcu’nun ve Gaffar Okkan’ın karşı durduğu ne varsa, onları temsil edenler, bugün iktidardadır, devletin kadrolarındadır, Meclis’tedir, “meşrulaşmış” ve olağanlaşmış bir haldedir.

24 Ocak karanlık bir gündür!
==================================

Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

24 Ocak22 Ocak 2024

Sürekli ‘riskler üreten yönetim’

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 18.01.2024, BİRGÜN

Çevresel otoriterlik ve borçlanma öncüsü Türkiye, RAD değil RÜD oldu.

RİSKTE KAPSAYICILIK

Başlıca risk öbekleri ile başlanabilir.

Hukuk: Siyasal sistem ve rejim değişikliği Anayasa ile başladı ve Anayasa’ya saygısızlık ile sürüyor.

Tarih: Adaletten askeriyeye, eğitimden kamu yönetimine yaklaşık iki yüzyıllık evrim süreci ile hesaplaşma hız kesmiyor.

Ülke: Çevresel, doğal ve kültürel değerlere saldırı, egemenlik riski de yaratıyor. Ülkenin bölünmez bütünlüğü, Akkuyu’dan Akbelen’e, limanlardan gelecek kuşakların iradesine ipotek koymaya uzanıyor.

İktisat: İktisadi istikrarsızlık, dengesizlik ve sefalet, ilk üç risk alanı ile iç içe. Özelleştirme adına sürekli satış ve en değerli kuruluşları Cumhurbaşkanlığı’ndaki Varlık Fonuna geçirme çelişkisi, risk özeti.

Kurumlar: Anayasal kurumlar ya lağvedildi (yürütme-hükümet) ya iki parti başkanı güdümüne konuldu (yasama) ya da siyasal beklenti ve hedefler doğrultusunda araçsallaştırıldı (yargı). Sonuç, genel çürüme.

Toplum: “Dindar ve kindar”, “illet ve zillet” vb. söylemlerle toplum kararlı ve sürekli olarak kutuplaştırıldı; yurttaşlık değersizleştirildi.

Uluslararası ilişkiler: kişisel tutkulara indirgendi ve Türkiye’nin uluslararası toplum önündeki saygınlığı sürekli zedelendi.

‘Bileşik kaplar’ gibi iç içe olan risk öbekleri üzerine birkaç somutlaştırma:

ADALET

Mahkemede adaletsizlik, yargı kararlarını etkisiz kılma iradesi ile toplumun bütün alanlarına yayıldı. AYM kararlarına karşın Ahlat Sarayı inşaatı veya limanlara ilişkin özelleştirme sözleşmelerinin ihalesiz uzatılmasına için yeniden yasal düzenleme, yalnızca sosyal devlet karşıtı değil, gelecek kuşakların iradesini de ipotek altına alan bir egemenlik sorunu.

  • Gezi ve Can Atalay kararları ise, bu egemenlik gaspının sorgulanmasını engelleme amaçlı.

ASKERİYE

Hiyerarşi zedelendi, hastaneler kapatıldı ve okullar dejenere edildi.

Askeri hastaneleri açmama inadı ve ‘şehit kanı yerde kalmayacak’ söylemi arasındaki çelişki sürekli duruma geldi.

20 günde şehit sayısı 20’yi aştı; ama Milli Güvenlik Kurulu yerine, Ankara’da görevli kişiler, ‘güvenlik zirvesi’ adı altında Dolmabahçe Sarayında fiili bir toplantı yaptı.

BÜTÇE

Tasarrufu, A4 kâğıdı üzerinden anlatan Hazine ve Maliye Bakanı, 45 dakikalık toplantı yolluk ve ödeneğinden ne ölçüde haberli?

En çok ihlal edilen (çiğnenen) vergi yükümlülerinin hakları ve denk bütçe sorununa girmiyorum.

Kur korumalı mevduat zenginleşmesi ve emekçi-emeklilerin yoksullaşması arasındaki çelişkinin kaynağı, tek kişinin iradesi: dini politikaya alet ederek (NASS) parası olanları zenginleştirmek ve köşk-saray harcamaları ile tek kişi saltanatını süreklileştirmek.

EĞİTİM

Ortaklarının ihanetini bahane ederek, KHK ile tasfiye ettikleri liyakatli öğretmenler eğitim kadroları dışında tutulurken, ÇEDES’ten cemaat ve tarikatlarla protokole uzanan uygulamalar, genç dimağları uyuşturma amaçlı. AKP-MHP ittifakının liyakat karşıtlığı, kamu yönetimi bütünü için geçerli.

Özetle, Avrupa’da kullanılan RAD, tam tersine Türkiye için RÜD (risk üreten Devlet) olarak da okunabilir. Zira 2017 Anayasa kurgusuyla devlet ve yönetimi özdeşleştirme seferberliği hız kesmiyor.

EN BÜYÜK RİSK NE?

Yanıt: hesap soramamak ve vermemek.

Meclis’e bilgi veren Bakanların siyasal sıfat ve sorumluluğu yok. Meclis’le bağlantıları yalnızca göreve başlarken içtikleri Anayasa andı.

Görev sırasında Anayasa yerine sürekli TALİMAT yollaması yapanların, “af talebi/af kabulü” şeklindeki Anayasa dışı uygulama nedeniyle çekilme hakları bile yok.

Özet             : Bakanlar, TBMM önünde sorumlu değil; CB ise TBMM’yi muhatap alma gereği bile duymuyor.

  • “Hesap verebilir yönetim” olmadığı sürece riskler sarmalından çıkış olanaksız.

O nedenle “demokratik hukuk devleti”  mücadelesi, şu çifte yol ve hedef birlikteliğinde yürütülmeli:

  • Yürürlükteki Anayasa’ya saygı ve
  • siyaseten sorumlu hükümet.

1984 Eruh-Şemdinli Kalkışmasından 2024’e : 40 Yıllık Hesaplaşma, BOP vs…

Ahmet SaltıkAhmet Saltık
Cumhuriyet, 18 Ocak 2024
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/1984-eruh-semdinli-kalkismasindan-2024e-40-yillik-hesaplasma-bop-2164297?utm_source=Anasayfa&utm_campaign=Cumhuriyet&utm_medium=Yazarlar

1984 Eruh-Şemdinli kalkışmasından 2024’e :
40 yıllık hesaplaşma, BOP vs…

Maşa PKK ilk saldırısını 15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’ye yaptı. Bu bir ayrılıçı-bölücü kalkışma bildirimi idi. Aşağıdaki Harita, ABD’nin resmi Silahlı Kuvvetler Dergisi “US Armed Forces Journal”da Haziran 2006’da yayınlandı. Başlığı “BLOOD BORDERS – The Greater Middle-East Project”, “Kan Sınırları – Büyük Ortadoğu Projesi” idi (Alb. Ralph Peters, http://armedforcesjournal.com/blood-borders/). Türkiye’de kısaca BOP diye adlandırıldı. Başbakan Erdoğan TV’lerde onlarca kez Bush ile “BOP eşbaşkanı” olduğunu açıkladı, “.. bu işi yapıyoruz..” dedi. Anlayamamış mıydı acaba aşağılık kurguyu? Ya şimdi?? Yıllar sonra?? Hala mı?? Yoksa??!!

Yazar, “How a better Middle East would look?” sorusuna (!), “sözcü” olarak yanıt arıyordu. 22 ülkenin sınırları + REJİMLERİ değiştirilecekti bu amaçla. Yitirecek ve kazanacak ülkeler de tek tek sayılmıştı, Türkiye “yitirecekler” içindeydi. ABD Dışişleri Bakanı C. Rice, “Orta Doğu’da 22 ülkenin sınırları değişecek, buna Türkiye de dahil” başlıklı makalesini yazdı (7 Ağustos 2003, Washington Post). Sonra İtalya’da NATO toplantısında, gözümüzün içine sokula sokula gösterildi bu harita ve Türk subayları salonu terk ettiler. Kararlılık iletisiydi!

Irak’la başlanacaktı. 57. Hükümetin başı Ecevit karşı çıktı, MHP birden bire koalisyondan çekildi. Ağır 2001 ekonomik bunalımı sürüyordu. 3 Kasım 2002 erken seçimini, öngörüldüğü üzere AKP-RTE kazandı. %34.3 oy ile 363 milletvekili çıkardı, TBMM’de temsili ise %66 oldu. “BOP Eşbaşkanlığı görevi” yürütüldü. Irak işgal edildi ve bölündü, kuzeyinde özerk Kürt devleti kuruldu, Barzanistan! Bir milyonu aşkın Iraklı öldürüldü, güneye sürüldü, ABD askerlerince yüzbinlerce kadının ırzına geçildi! RTE, Wall Street Journal’e verdiği demeçte (31.3.2003)

  • “..Kahraman genç kadın ve erkek Amerikan askerlerinin, olabilecek en az kayıpla evlerine dönmeleri için dua ediyorum..” diyebildi!

Ne de olsa, kendi sözleriyle “.. bu işi yapıyordu”..

Sıra Suriye’de idi. 2011’de Esat şeytanlaştırıldı ve iç savaş çıkarıldı. BOP Eşbaşkanı RTE, vekalet savaşını üstlendi. Esat devrilecek, Suriye’ye de Irak’ta ve hep olduğu üzere demokrasi-insan hakları götürülecekti! Bu ülkenin kuzeyinden Akdeniz’e erişecek kukla Kürt devleti hedefti. Sonra İran, ardından Türkiye.. Büyük Kürdistan ve Ermenistan tamamlanacaktı. Mustafa Kemal Paşa Sevr’i yırtmış, Lozan’ı kabul ettirmişti. Olsun, biraz gecikme ile (yüz yıl kadar!) tarih yine yatağına oturtulacak, post-modern Sevr uygulanacak ve “Ortadoğu daha güzel görünecekti”(!), sözcü Peters’in “Kan sınırları” makalesinde öngörüldüğü üzere.

Siyasal islamcı AKP, Ortadoğu’da emperyalizm adına kanlı vekalet savaşları da dahil tüm istemleri tam bir “sadakatla” yerine getirecek, buna karşın iktidarda kalacak, teokratik monarşik rejim kuracak, Anadolu federe İslam devletine dek uzanan açılıma “evet” diyecekti. Ülkede ekonomik talan ile islami sermaye öne çıkarılacak, soyguna yer yer ortak edilecek ama eğitimsiz bırakılarak çürütülen halk kitleleri oy deposuna dönüştürülecekti. On milyonu aşkın düzensiz-niteliksiz göç dalgası ile laik-çağcıl-Kemalist ulusalcı kuşaklar baskılanacaktı.

  • Cumhuriyetin yüz yıllık görkemli devrimci kazanımlarına savaş açılacak, CIA akıl hocalarının buyruklarıyla Atatürk unutturulacak (!), Türkiye yeniden bir ilkel halife-sultan rejimine döndürülecekti.

Türkiye yüzyılı” böylesi bir hayın emperyal planı kodlamakta gerçekte.

AKP/RTE her bakımdan teslim alınmış durumda.

Trump’ın ve Senato başkanının RTE için söyledikleri bellekte :

  • Aptal olma..
  • Erdoğan’ın hesaplarını incelemenin zamanı geldi..

RTE, en azından bu ürkünç şantajı kavrayacak yetide.
Dolayısıyla “uslu uslu” BOP eşbaşkanlığını sürdürecek, “bu işi yapacak” kendi sözüyle; Patrimonyal sultan iken ölecek.

Ne yapmalı                       ???

Reçete hala net değil mi??
Kurtuluş, öncelik ve ivedilikle emperyalizmin taşeronu siyasal kadroları dışlamakta.
İlk adım 31 Mart yerel seçimleri, ardından erken genel seçim.
Muhalefet ve tüm yurtseverler oyunu tüm çıplaklığıyla böylece ortaya koymalı ve
halkı uyandırmalı; tarihsel bir uzlaşı ile!

Cumhuriyet Gzt makalemiz, Ahmet SALTIK 18.1.24