Son Yazısı / Tüm Yazıları
- “TBMM, yalnız ve yalnız milletindir. Milletin seçtiği milletvekillerinden oluşur. Bu Meclis yalnız ve yalnız milletin emrine boyun eğmek zorundadır. İsmi ve makamı ne olursa olsun millet hakkını bir şahsa ve makama teslim edemez.” (M. K. Atatürk)
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı yine coşkuyla kutladık. Ancak geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi, egemenliği “kayıtsız şartsız millete veren” cumhuriyet meclisi TBMM, başkanlık sistemi sonrası egemenliği sarayla paylaşan bir meşrutiyet meclisine dönüştü. Oysa egemenliği saraydan alıp millete veren Atatürk, milleti uyarmıştı. 14 Mayıs 2023 seçimleri öncesinde Atatürk’ün milli egemenlik uyarılarını anımsatmanın tam zamanıdır.
Saraydan Meclise
– 23 Nisan 1920’de –egemenliği sarayla paylaşmayan ilk Meclisimiz– TBMM açıldı.
– 20 Ocak 1921’de “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen Teşkilatı Esasiye Kanunu (1921 Anayasası) kabul edildi.
– 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı.
– 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi.
– 3 Mart 1924’te halifelik kaldırıldı.
– Böylece egemenlik saraydan; sultandan/ halifeden/ tek adamdan alınıp millete verildi.
– 1946’dan başlayarak Türk demokrasisi, bu temel dönüşümün üstünde yükseldi.
Atatürk, ülkede tek yetkinin Meclis’te olduğunu ve tüm ulusal sorunların Meclis’te çözüleceğini söylüyordu:
- “Memleketin kaderinde tek yetki ve kudret sahibi olan Büyük Millet Meclisi,
bu memleketin düzeni için iç ve dış güvenliği ve dokunulmazlığı için en büyük kefildir. Büyük milli dertler, şimdiye kadar ancak Büyük Millet Meclisi’nde çözüme kavuşarak son buldu. Gelecekte de yalnız orada kesin önlemlerini bulabilecektir…” diyordu.
(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I, s. 352)
Başkanlık sistemine karşıydı
Atatürk, başkanlık sistemine karşıydı.
Kendisinin, cumhurbaşkanlığıyla başbakanlığı birleştirip “başkan” olmasını isteyenlere, 2 Ekim 1930’da yanıt vermişti. Eğer bir gün başbakan olması gerekirse bu görevi kabul edeceğini, ancak bu durumda “cumhurbaşkanlığını bırakacağını” belirterek şöyle demişti:
- “Amerikan sistemini (başkanlık) memleketimizde uygulamayı hiç hatırıma getirmedim. Sistemsiz ve kanunsuz biçimde cumhurbaşkanlığıyla başbakanlığı birleştirmeyi asla düşünmedim ve düşünecek adam olmadığım bütün milletçe malumdur zannederim.” (Cumhuriyet, Vakit, 4 Teşrinievvel 1930; Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 24, s. 282; Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, C. 2, İstanbul, 1973, s. 435-436).
Tek adamlığa ve
diktatörlüğe karşıydı
Atatürk, “tek adamlığa” ve “diktatörlüğe” yol açacak girişimlerden hep uzak durdu. Örneğin kendisine ömür boyu cumhurbaşkanlığı teklif edilmesi üzerine şu açıklamayı yaptı:
“Bana öteden beri bu ve buna benzer tekliflerde bulunanlar olmuştur. Siz ve kamuoyu bilmelisiniz ki, bu yoldaki teklifler hoşuma gitmemiştir ve gitmez. Benim amacım Türkiye’de, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde millet hâkimiyetini takviye etmek ve ebedileştirmektir. Dediğiniz gibi bir teklifi, benim idealimi cidden rencide eden bir anlamda düşünürüm.”
(Soyak, age, s. 435).
Kendisine yapılan “tek adamlık” tekliflerini “gülünç” ve “budalaca” bulduğunu söyledi. Bir gün genel sekreteri Hasan Rıza Soyak’a şöyle dedi:
- “Şaşarım o efendilerin perişan akıllarına! Hep biliyoruz ki memleketimizin başına gelen felaketlerin çoğu şahsi idareden gelmiştir. Bu kadar geri kalmamızın başlıca nedenlerinden biri de odur. Biz öteden beri böyle bir idareyi bertaraf etmek için mücadele ettik. Şimdi nasıl olur da benim ayrı yoldan gitmekliğim, yeniden devlet hayatında, tarafımdan böyle bir çığır açılması istenebilir.” (Soyak, age, s. 407)
O, zamanı gelince çok partili demokratik sistemin kurulmasını istiyordu. 13 Temmuz 1923’te
The Saturday Evening Post yazarı Isaac F. Marcosson’a verdiği demeçte “Emperyalizm ölüme mahkûmdur. (…) Demokrasi insan ırkının ümididir…” demişti. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 16, s. 37-38) 1930’da “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında da demokrasiyi “daima yükselen bir deniz” olarak adlandırmıştı.
Millet, egemenliğine sahip çıkmalı
Atatürk, milli egemenliğe öylesine büyük önem veriyordu ki, 27 Ocak 1923’te annesinin mezarı başında, milli egemenlik uğruna gerekirse canını vereceğini söylemişti:
- “Millet egemenliği ilelebet devam edecektir. (…) Annemin mezarı önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum: Bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için gerekirse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milletin egemenliği uğrunda canımı vermek benim için vicdan ve
namus borcu olsun.” demişti. (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. 2, Ankara, 1959, s. 76).
Atatürk, kayıtsız şartsız millete ait olan egemenliğin
hiçbir biçimde ortaklık kabul etmeyeceğini belirtiyordu.
Egemenliği saraydan alıp millete veren adam, milletin, egemenliğine sahip çıkmasını istiyor,
o günlerden bugünleri görmüşçesine milleti şöyle uyarıyordu:
- “Kayıtsız şartsız tabiriyle belirtilen egemenliği millete vermek demek, bu egemenliğin
bir zerresini SIFATI, İSMİ NE OLURSA OLSUN HİÇBİR MAKAMA VERMEMEK, VERDİRMEMEK demektir.” - “Millet, egemenliğini değil, EGEMENLİĞİN BİR ZERRESİNİ DAHİ başkasına terk edip bırakmanın neden olabileceği felaketin, yok olmanın, zararın elemini her an kalp
ve vicdanında hissetmektedir.” - “Egemenlik hiçbir mana, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve belirtide ortaklık
kabul etmez.” - “UNVANI İSTER HALİFE OLSUN, İSTER BAŞKA BİR ŞEY OLSUN, HİÇ KİMSE bu milletin yazgısına ortak çıkamaz. Millet hiç mi hiç buna göz yummaz. Bunu önerecek hiçbir milletvekili bulunamaz”.
- “TBMM, yalnız ve yalnız milletindir. Milletin seçtiği milletvekillerinden oluşur.
Bu Meclis yalnız ve yalnız milletin emrine boyun eğmek zorundadır. İSMİ VE MAKAMI
NE OLURSA OLSUN MİLLET BU HAKKINI BİR ŞAHSA VE MAKAMA TESLİM EDEMEZ.” - “Milletimizin refah ve mutluluğu için; hayatımız, namusumuz, şerefimiz için ve
bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle MİLLİ EGEMENLİĞİMİZİ muhafaza ve
müdafaa edeceğiz.” - “Egemenliğini herhangi birisine bırakan insan, kendi iradesinin kullanılacağından ve uygulanacağından emin olamaz.”
- “Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler, kendi kader ve alınyazısını BAŞKA BİRİSİNİN ELİNE TERK ETMESİNDEN kaynaklanmıştır.”
- “Kaderini, KENDİNİ ZİNCİRE VURAN ŞAHISLARA terk eden milletler, O ŞAHISLARIN keyif ve emellerine oyuncak olmaya karar vermiş, razı olmuş sayılırlar. Bu türlü milletler, talihlerini ellerine bıraktığı insanlar başarılı oldukça, o insanların daha kuvvetli baskısı altında kalırlar. Başarılı olamazlarsa felaket, yıkım, yalnız o insanların değil, onlara tabi olan toplumun başına gelir. O halde her iki ihtimalde de böyle bir millet felakete maruz ve mahkûmdur.”
- “Vatanınızda HERHANGİ BİR ŞAHSI, istediğinizi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evladınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, milli varlığınızı, bütün sevgilerinize rağmen HERHANGİ BİR ŞAHSA, herhangi bir sevdiğinize vermeye sebep olmamalıdır. Bunun aksine hareket kadar büyük hata olmaz.”
- “Esas kıymeti kendine veren ve mensup olduğu millet ve memleketi ancak şahsiyeti ile ayakta gören adamlar milletlerin mutluluğuna hizmet etmiş sayılmazlar. Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler, milletlerini yaşamak ve ilerlemek imkânlarına eriştirirler. KENDİ GİDİNCE İLERLEME VE HAREKET DURUR ZANNETMEK GAFLETTİR.”
- “Millete dost görünüp de ilk fırsatta iktidar mevkiine geçtikten sonra onun gerçek ihtiyaçlarını düşünecek yerde memleketi kendi istediği yola götüren, laf anlamayan, yetkili kimselerin yol göstermesine kulak asmayan; MİLLETİN KUVVETLERİNİ ŞAHSINA BAĞLAMAYA ÇALIŞAN kahraman yüzlü insanlardan oldukça çok zarar çekildi.”
(Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1999; Atatürk’ün Bütün Eserleri,
30 cilt, Kaynak Yayınları) - “Devlet reisliğine gelen (Cumhuriyet karşıtı) kişi, bilhassa güçlü, faal olur, devlet ve millete kendi şahsına muhabbet kazandıracak büyük hizmetler yaparsa, görünüşte Cumhuriyet şekline gayet hürmetkâr, bağlı görünürse tehlike büyür. İstenmediği halde devletin gerçekte şekli değişebilir. Bu yeni şeklin yeni ismini takınması zaman meselesi olur. (…) Milletin şahıslara, kendini unutacak ve kendini kaptıracak kadar mağlup olması iyi sonuç vermez.” (Afet İnan, “Atatürk ve Cumhuriyet İdaresi”, Atatürkçülük Nedir? İstanbul, 1965, s. 68-69)
Keşke milletçe Atatürk’ün bu uyarılarını dikkate alabilseydik, bugün bambaşka şeyler konuşuyor olurduk. Ama yine de geç değil; 14 Mayıs’ta sandığa giderken Atatürk’ün bu uyarılarını mutlaka anımsayın.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları