Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Cumhuriyete Giden Yol: Başarının Sırları

Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİRProf. Dr. Hikmet ÖZDEMİR
https://vergialgi.com/cumhuriyete-giden-yol-basarinin-sirlari 

Bu tebliğin başlığında geçen “sır” sözcüğüne Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde verilen açıklamalardan ikisi sunacağım çerçeve ile ilişkilidir. Bunlardan ilki (AtatürkNutuk adlı eserinde vurgulamıştır); “varlığı veya bazı yönleri açığa vurulmak istenmeyen, gizli kalan, gizli tutulan şey” anlamındadır. Benim burada açıklayacağım “sır” ise “bir işin, bir şeyin dikkat, yetenek, deneyim sezgi yardımıyla kavranabilen en zor, en ince yanı” olarak açıklanmıştır. Sözcüğün bu anlamına kişiye (lidere) özgü iş veya eylem; bir diğer söyleyişle “ustalık sanatı” demek mümkün.

2019 başında Cumhuriyetimizin Kurucu Lideri’nin “Savaşta ve Barışta Kemal Atatürk” adıyla yayımladığım biyografisini tamamladığımda özellikle karar alma süreçlerinde O’nun ve çevresindekilerin tutum ve davranışlarını uzun süre düşündüm. “O’nu yol arkadaşlarından farklı kılan nedir?” “Neden herkes O’na itaat etmiştir?” gibi soruların yanıtı için okumalarımı sürdürdüm.

Bu çerçevede vardığım sonuçları şu şekilde sıralayabilirim: Yol arkadaşlarından en belirgin farkını; “Doğru Zamanda Doğru Karar Almak ve Tereddütsüz Uygulamak” şeklinde tanımlayabilirim. Bu ise, askerlik, siyaset ve diplomaside dünya tarihinde sık rastlanmayan bir “ustalık” ve “liderlik sanatı” olarak vurgulanabilir.

Her bireyin ve toplumun hayatı bir mücadeledir ve bir dolu karar alma ve uygulama sürecine dayanır. Bu çerçevede düşünüldüğünde Milli Mücadele ve Cumhuriyetin kuruluş sürecinde -beka krizleri tırmanırken- stratejik değişim kararlarının alınması ve bunların sırası geldikçe tereddütsüz uygulanması 20. yüzyılın en başarılı onarıcı ve dönüştürücü liderlik örnekleri arasındadır.

Atatürk, işgal altında bir ülkenin son derece karmaşık meselelerine her defasında “ihatalı bakış ve düşünme” yeteneğiyle yaklaşmıştır. Karşılaştığı kriz süreçlerini “sorunu ve çözüm seçeneklerini daha büyük bir çerçevede tanımlama” gibi savaş alanlarında geliştirdiği “yüksek sevk ve idare” birikimiyle yönetmeseydi; kendisini ve izleyicilerini başarıya ulaştıramazdı.

Ankara’da Meclis’in toplanacağı bile belli değilken Berlin’de sürgünde bulunan Talat Paşa’ya 29 Şubat 1920 günlü mektubunda; “Medeni ve görünürdeki ve kanuni denilebilecek olan Müdafaai Hukuk Teşkilâtının içinde, gizli talimat dairesinde teşkilâtı müselleme [inkâr edilemeyen bir teşkilât] mevcuttur. (…),” diye yazarken Mondros Ateşkesi’nden güç alan düşman işgallerine karşı “ihatalı bakış ve düşünme yeteneği”nin ufuklarına işaret ediyordu.(1)

  • 23 Nisan 1920’de Ankara’da tek başına yaptığı bir çağrıyla meclisi toplamıştı.

Büyük Millet Meclisi’nin 25 Eylül 1920 tarihli gizli oturumunda dava arkadaşlarına tarihin derinliklerinden süzülen bir hakikati şöyle vurgulamıştı:

“Efendiler, her şeyde olduğu gibi belki ahlâkiyat bakımından da kuvvet nazarı dikkate almak lâzımdır.”

  • “Zayıf olan, kuvvetli olanın mutlaka mahkûmudur: İnsanlık, adalet, bütün prensipler, kaideler ikinci derecede kalır. Her şeyden evvel [başta gelen] kuvvettir. Dolayısıyla bizim kurtuluşumuz için vuku bulacak yardımlar [karşısında] -ki bağımsızlığın korunması için- kendi kuvvetimize dayandığımızı ispat etmeliyiz. Bize yardım etmek için gelecek kuvvetler bizi yutacak kadar olursa yutar. Bu sebeple vekilleriniz gayet dikkatli ve vesveseli [olarak] bu yönü nazarı dikkatte tutmaktadırlar. (…).”(2)

Atatürk, askerlik mesleğinin kendisini yönelttiği savaş alanlarında benzersiz gözlemleriyle damıtılmış hayat tecrübesi yanında yıllarını kitaplarla geçiren ve sorgulama yeteneğiyle düşünen ve aldığı kararları tereddütsüz uygulayan cesur bir lider ve eylemciydi.

Ünlü kadın yazarımız [Halide Edip Adıvar/HÖ] bir defasında yurtdışında yabancı mecmualardan birinde yayımladığı bir makalede Mustafa Kemal’in öyle sanıldığı kadar cesur olmadığını; bir isyan haberi ve gürültüsü önünde yüzünün sarardığını kendisinin görmüş olduğunu yazmış. Bu kulağına gittiği zaman öfkelenmeden gülümsemişti:

“-Gerçi böyle bir şey hatırlamıyorum, amma mümkündür; yüzüm sararmış olabilir. Kızmış olacağımdır… Ben çevrilip kalmaktan hoşlanmam. Çünkü o zaman iradem başkasının eline geçmiş olur… Serbest kalmalıyım ki, sükûnum, muhakemem ve tedbirim benim elimde olsun… Ben Ankara’da kalmasaydım ve geleceği görmeseydim, yabancı işgali altındaki İstanbul’da tutulup kalmış olanlar, benim muhafaza ettiğim serbestliğe nasıl sığınabilecekler ve hürriyete kavuşacaklardı?” diye sormuştu.(3)

Başarısının sırlarından biri, “insan biriktirme” özelliğiydi; O’nun bu alandaki becerisi kurduğu teşkilâtın güçlü ve sadık olmasının garantisiydi.

Yakın çalışma arkadaşları, cephelerden, sınanmış dostluklardan, ortak acılardan ve zaferlerden geliyordu.

Liderlik enerjisinin sınırlarını, bütün hayatı boyunca biriktirdiği arkadaşlarıyla, “teşkilât kurma ve yönetme” becerisiyle izleyicilerine ve karşıtlarına kanıtlamıştı.

Atatürk’ün başarı sırlarından bir diğeri, “hakikati arama ve ifade cesareti” idi.

  • “Gerçeği konuşmaktan korkmayınız,” diyordu.(4)

Sorgulama yeteneği ile akıl kirliliğine tümüyle meydan okuyordu.

Bir Amerikalı gazeteci;

“— İşlerinizde nasıl başarılı oluyorsunuz?” diye sormuştu.

Şu yanıtı vermişti:

“—Ben, bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işi başarmama neler engel olabilir diye düşünürüm. Engeller ortadan kalktıktan sonra iş kendiliğinden olur.”(5)

“Vaktin oldukça bir düşünceyi şöyle hayal edersin; olmadı, çevirir böyle hayal edersin. O kombinezonu tasarlarsın.-, ondan bu kombinezona geçersin: araya taraya işin doğrusunu sonunda bulursun, ona dayanırsın; bu ancak böyle olur… Evirmeli, çevirmeli; bir daha, bir daha… İnsan ancak öyle öyle yetişir..”

“Karışık iş yoktur; her iş basittir,” diyordu.(6)

O, “ceder etmez” (asla vazgeçmez) bir liderdi.

“Ya İstiklâl, Ya Ölüm!” sözü davadan asla vazgeçmediğinin yaşanmış kanıtıydı.

Bununla birlikte “Hayatta daima ve çok ölçülü olmak lazımdır,” ilkesini de her zaman önemsemişti.(7)

Üç imtihandan geçtiğini söylemişti:

“Birinci imtihan Harbiye’de ve subay olduğum sıralarda başımdan geçenlerdi.

İkinci imtihan Libya tecrübesiydi…

Üçüncü imtihan, Dünya Harbi’nde beni Doğu Cephesi’ne gönderdiler. Her şey bozuk. Ordu bitkin. Kendi şerefimi ve orduyu kurtarmak lâzım. Uzun bir mücadele ile başardım.

Bu tecrübeler bana sabrı, bir fikre bağlanmayı ve o fikirde durmayı ve sonra da insanları öğretmiştir.

Bir gerçeği de öğrenmiş oldum: Tehlike insandan kaçar! demişti.(8)

Devrim programı ve eylemi kendisinin sağlığında bir model olarak “Kemalizm” diye adlandırılmıştı.

Kemalizm” diye ün kazanan bu sürecin tipik iki özelliği vardı.

Her hamlesini “en kuvvetli olduğunda” yapıyordu ve çıtayı en yükseğe koyuyordu.

Her zaman en kötü senaryoya göre önlemlerini alıyordu.

23 Nisan 1920’de Meclisin Ankara’da toplanması hem kuruluşun, hem de kurtuluşun başladığını ilan ediyordu.

Milli irade ve millet egemenliği kavramlarıyla çıtayı en yükseğe çıkarmıştı.

Bu hamlesi aynı zamanda İstanbul’daki hükümetin tanınmadığı anlamına geliyordu.

Amasya Genelgesi ile topladığı Sivas Kongresi’nden bu yana beklenen olmuş; Ankara’da yeni meclisi ve hükümeti kurmuştu.

Bu meclisin başkanı olarak silahlı mücadeleyi bizzat yönetecekti.

Büyük Zafer’in hemen sonrasında “en kuvvetli zamanında” 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldıracaktı. İki devletten tek devlete geçilecekti. Yine “en kuvvetli zamanında” 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edilecekti. Çıtayı bir kere daha en yükseğe koyacaktı.

Bu iki özellik; “en kuvvetli zamanı beklemek” ve “çıtayı en yükseğe koymak” onun devrim sürecinin yönetiminde ve zamanlamasında ayırt ediciydi.

3 Mart 1924 günü “Devrim Kanunları” diye isimlendirilen “hamle” cumhuriyetin ilânından sonra buna ilk örnekti.

Devrim programının uygulama sürecinde birbiri ardına dört hamle gözlemleniyordu.

Mustafa Kemal her açıdan en kuvvetli zamanındaydı ve bu hamlesinde hilafetin kaldırılması için çıtayı en yükseğe koymuştu.

Ne var ki beklenmedik iki gelişme -kısa süreli olarak- süreci kesintiye uğratacaktı. Bunlardan ilki, Güneydoğu Anadolu’da 13 Şubat 1925 günü başlayan Şeyh Sait veya Genç İsyanıydı. Ergani-Eğil’e bağlı Piran’da bölgeyi etkisi altına alan ayaklanma ancak mayıs sonunda bastırılabilmişti.

Titizlikle yönetilmezse bir beka sorununa dönüşebilecek eğilimleri içinde barındıran bu isyanın bastırılması cumhuriyetçi Ankara’nın en birinci görevlerinden olacaktı.

1925 yılının ilk altı ayı isyanın bastırılması ve yargılamalarla geçmişti.

Ankara yönetimi ciddi bir tehditle karşılaşmış ve Liderin yerinde müdahalesiyle büyük bir tehlike atlatılmıştı.

İsyan bastırıldıktan hemen sonra tekrar ve daha güçlü olarak kaldığı yerden devam edecekti.

Devrim programının ikinci büyük hamlesi, Kastamonu – İnebolu ziyaretiyle başlayacaktı.  Öncekilerde olduğu gibi halka programını yüz yüze (aracısız) anlatmak, daha sonra yasal düzenlemeler için konuyu hükümete, meclise götürmek ve onay almak gerekiyordu.

Yasal düzenlemelerin en başında vatandaşların kılık kıyafetleri ile bazı geleneksel yapılanmalarla ilgili reform ve değişiklik önerileri bulunuyordu.

Çıtayı yine en yükseğe koyacaktı.

26 Ağustos 1925 günü İnebolu’da siyasi hedefini açıklarken, “Ben, şimdiye kadar millet ve memleket hayrına ne gibi hamleler, inkılâplar yapmış isem hep böyle halkımızla temas ederek, onların ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri samimiyetten ilham alarak yaptım,” derken aslında başarısının bir diğer önemli sırrını açıklıyordu.

19 Mayıs 1919 günü Samsun’dan başlattığı ve 225 gün süren Anadolu’da yolculuğundan beri büyük bir titizlikle uyguladığı halkla yüz yüze iletişim stratejisi Kastamonu-İnebolu ziyaretlerinde de çok etkili olmuş; askeri ve mülki yetkililerle yerel halkın desteğini sağlamıştı.

Bir iletişim dehasıydı!

Kastamonu – İnebolu ziyaretinde önceki dönemlerde yapılan toplumsal değişim (yenileşme) hamlelerinin başarılı olamayış sebebini açıklarken, Osmanlı İmparatorluğundaki reformcu padişah ve yöneticilerle kendisinin farkını ortaya koymuştu.

Ankara’ya döndüğünde, 3 Eylül 1925 günü bizzat katıldığı kabine toplantısında üç hükümet kararnamesi birden yürürlüğe konulmuştu.

20 Eylül akşamı Ankara’dan özel trenle Eskişehir – İzmit yoluyla Bursa – İzmir – Konya ziyaretlerinde halkın büyük gösterileriyle karşılanmıştı.

Bu ziyareti 32 gün sürmüştü.

5 Kasım 1925 günü Ankara Hukuk Mektebi’nin açılışında, “Milletin varlığını devam ettirmek için fertleri arasında düşündüğü ortak bağ, asırlardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet dini ve mezhebi irtibat yerine Türk milliyeti bağıyla fertlerini toplamıştır,” sözleriyle yeni millet stratejisini anlatıyordu. Aynı konuşmasının devamında, “Büsbütün yeni kanunlar getirerek eski hukuki esasları temelinden kaldırmak teşebbüsündeyiz” demek suretiyle en yakın hedefini ilân edecekti.(9)

  • Medeni Kanun, devrim stratejisini gerçekleştirecek mekanizmaların en önemlisiydi.

Kahramanımızın “hesap verebilir olması” liderlik başarısının özenle vurgulanması gereken çok önemli bir özelliğiydi.

Cumhuriyete giden yolun en başında 20 Ağustos 1919 günü Erzurum telgrafhanesinde Sivas Valisi Reşit Paşa ile haberleştikten sonra yanındaki arkadaşlarına, “Biz eğer millet ve tarih huzurunda herhangi bir hata işliyorsak, bunun mesuliyetini vicdan ve idrakimizde hissetmekten ve ödemekten hiçbir zaman çekinecek insanlar değiliz.” diye konuşmuştu.(10)

1927 yılında Cumhuriyet Halk Partisi 4. Kurultayında okuduğu “Nutuk” adlı eseri bu türün en önemli örnekleri arasında yer alacaktı.

Nutuk, tarih, toplum ve gelecek kuşaklar önünde bir hesap verme belgesiydi. Aynı şekilde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde açık ve gizli oturumlarda yaptığı uzun açıklamalar O’nun “hesap verebilir lider” olduğunun en açık kanıtlarıydı.

Türkiye’de anayasa ve siyaset bilimi alanının önemli isimlerinden Prof. Tarık Zafer Tunaya bu konudaki değerlendirmesini şu şekilde yazmıştı:

“Nutuk’un bir hatırat olmadığı açıktır. Yine Nutuk, bir doktrin kitabı değildir. Bununla beraber Atatürk’ün devrimci bazı önemli ilkelerini ve geleceğe öğütlediği devrimci yöntemini, olayların gelişmesinden çıkarmak olasılığı her zaman vardır.”

Nutuk, Atatürk’ün, İstiklal Savaşı’nda başvurduğu bir eylemin devamı sayılabilir. Bu eylemden de onun tarih anlayışı saptanabilir. Bu bakımdan Nutuk, Mustafa Kemal Paşa’nın ikinci büyük nutku sayılmalıdır.”

“İlk ve zamanın koşullarına göre, uzun sayılabilecek Nutuk, 23 Nisan 1920 tarihlidir. TBMM’nin açıldığı gün ve ilk oturumda söylenmeye başlanmıştır. Türdeş olmayan bir mebuslar kuruluna, yalnızca Heyet-i Temsiliye Reisi ve Ankara Mebusu olarak Mustafa Kemal Paşa ‘Mütareke’den Meclis’in açılmasına kadar geçen siyasi ahval (gelişmeler) hakkındaki’ söylevini vermiştir. O tarihte, tümünün aynı partiden olmalarına olasılık bulunmayan mebuslar da, oybirliğiyle bu nutkun ‘neşren tamimi’ni (yayımlanarak yayılmasını) karar altına almışlardır.”

“Büyük boyda yirmi iki ‘Zabıt Ceridesi’ sayfası tutan bu söylev, Mustafa Kemal Paşa’ya göre bir hesap verme belgesidir. Yöntemi de, bugüne kadar olanları izlemek ve bugüne nasıl gelindiğini saptamak gibi tarihsel bir açıya ve ‘perspektife’ dayandırılmıştır.”

Büyük Nutuk da aynı anlayış ve aynı gerekçeyle ele alınmıştır: ‘Yıllardan beri süren eylemlerin ve yaptıklarımızın hesabını vermeyi’ Gazi görev saymıştır.”

“Böylece Büyük Nutuk, Atatürk’ün, olağanüstü dönemlerde başvurduğu bir hesap verme eylemi ve belgesidir. Siyasal ve tarihsel önemi bu niteliğinden doğmaktadır.”(11)

Cumhuriyetin kurucu lideri takipçilerine;

“Her gün, sabah, akşam, gece, ne zaman sırasına getirirseniz, bir çeyrek, yarım saat kadar vakit bulursanız içinize çekiliniz. O günkü hayatın muhasebesini yapın. Böylece her gün bir defa kendi kendinizi yoklayın, şuurunuzdan alacağınız cevapların ne kadar faydalı olacağını tasavvur edemezsiniz,” öğüdünde bulunuyordu…

O’nun bu tutumu, yani insanın kendi iç âlemiyle hesaplaşması, korkuya dayanmayan, ödüllendirme ve cezalandırmayı ancak vicdanından bekleyen saf bir ahlâk anlayışı idi. Kendi köşesinde oturan bir insanın kişisel ahlâk anlayışı değildi; toplumsal, siyasal ve evrensel yanları vardı.

“Her an tarihe karşı, cihana karşı hareketlerimizin hesabını verecek bir vaziyette olmalıyız,” diyordu.(12)

Bu sözleri 28 Kasım 1930 günü Trabzonlulara söylemişti.

  • Vicdan, tarih ve uluslararası kamuoyundan oluşan üç yargıçlı bir mahkemeden söz ediyordu.

Bu tarihi uyarısından yedi yıl sonra 1 Kasım 1937’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama yılı açılışında milletvekillerine son hitabında da;

  • “Bizim yolumuzu çizen içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de
  • milletler tarihinin bin bir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir,”

    demek suretiyle başarısının büyük sırrını yol haritasının en özgün yanlarını açıklayacaktı.

Dipnotlar
(Bu konuşma, Mersin Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı’nın 13 Ekim 2023 tarihinde Cumhuriyet’in 100. yılına özel düzenlediği ‘100. Yıl Dönümünde Cumhuriyetimiz Sempozyumu’nda yapılmıştır.)
(1) Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 6 (1919-1920), (İstanbul, Kaynak Y., 2003), s. 407.
(2) Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 9 (1920), (İstanbul, Kaynak Y., 2006), s. 391-392.
(3) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, (Ankara, T. İş Bankası Y., 1957), s. 117.
(4) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, (Ankara, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Y., 1945), s. 110.
(5) Önder Göçgün, Edebiyat Dünyası ve Atatürk, (Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Y., 1995), s. 198.
(6) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, (Ankara, T. İş Bankası Y., 1957), s. 118.
(7) Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 18 (1925-1927), (İstanbul, Kaynak Y., 2006), s. 116 ve 118.
(8) Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, (Ankara, Türk Tarih Kurumu Y., 1966), I. Cilt, s. 160.
(9) Tarık Zafer Tunaya,  Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, (İstanbul, Kronik K., 2023), s. 142-143.
(10)  Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 24 (1930-1931), (İstanbul, Kaynak Y., 2008), s. 354-355.

Laiklik nedir?

Ali Sirmen
Ali Sirmen

asirmen@cumhuriyet.com.tr
Son Yazısı / Tüm Yazıları

06 Mart 2024, Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)

Mümtaz Soysal o enfes yazılarından birini şöyle bitiriyorduyıllar önce:

“Türkiye daha bu konuyu uzun süre hararetle tartışacaktır. Laiklik Türk demokrasisinin en kritik sorunudur.”

Haklıydı. Hele siyasal İslamın boy gösterdiği ülkelerde laiklik karşıtları alanı kolayca terk edecek görünmüyordu. Aslında tartışma yalnızca İslam toplumlarına ait değil. Demokrasi söz konusu olduğu zaman toplumun ortak yaşamından elini çekmesi gereken din buna bir türlü gönül rahatlığıyla yanaşmıyordu. Oysa demokrasi büyük ölçüde din ve vicdan özgürlüğü olan laiklik olmadan olamazdı. Laiklik demokrasinin olmazsa olmazıydı. Türkiye, laiklik ilkesinin anayasasına kayıtlı olduğu üç ülkeden biridir. Mümtaz Soysal’ın da öngördüğü gibi uzun yıllar tartışmanın odağı oldu. Ve olmayı da sürdürecek, şu anda da her şeyle tartışma konusu olan Cumhuriyetin en sıcak çatışma alanı.
***
Sanayi Devrimi’ni yakalayamamış olan Türkiye’nin ıskaladığı Rönesans, Reform ve Aydınlanma’ nın yaşanmadan gündeme girmiş olması, egemen din faktörünün Cumhuriyete toplumsal yaşamın tümünü kontrol etmek itirazıyla karşı çıkması kaçınılmazdı. Bu durum hayatın tümünü denetlemek savında olan siyasal İslama özgü değildir ve hiçbir yerde din sivil hayat üzerindeki egemenliğinden vazgeçmeyi itiraz etmeden kabullenmemiştir. Kilise ile sivil toplumun yüzyıllar süren mücadelesinde kimi toplumlarda kilise dirençli çıkmış ve sivil otorite üzerindeki kontrolünden kolayca vazgeçmemiştir.

Burada yeri gelmişken bir aldatmacaya değinmek gerekir. Aralarında çok katı bir ast-üst ilişkisi olan dinsel kuruluşlar sivil toplum örgütü değillerdir. Nitekim Fransa’da sivil okuldan bahsederken, laik okullar kastedilmektedir. O bakımdan, laik olmayan eğitimden söz ederken tarikat ve cemaatleri “sivil olarak” nitelemek mümkün değildir.

  • Laiklik mevcut değilse bir yerde demokrasi de yok demektir.

Demokrasinin özü, düşünce ve inanç özgürlüğü olduğuna göre, laik düzen dinin temellerini ne yadsır ne de doğrulamaya çalışır. Dolayısıyla ladini (din karşıtı değil din dışı, dinle ilgilenmeyen, dinle her ikisinin de kendilerine ait sorumluluk alanlarıyla uğraşmak güdümünde olan) de değildir. O dinin varlığıyla ilgilenmez. Yalnızca kendi yetki alanına giren sivil yaşama müdahalesine karşıdır.

  • Yani laik düzen, din ve vicdan özgürlüğünün savunuculuğunu herkes adına üstlenir.

Eğer ibadet özgürlüğü sınırlanıyorsa orada laiklerin ciddi itirazlarıyla karşılaşması lazımdır. Yani “bir zamanların seçme saçma sorularından biri olan önce laiklik mi yoksa demokrasi mi” sorusunun bir anlamı yoktur. Eğer laiklik yoksa ve herhangi birisi tarafından yok ediliyorsa devletin derhal duruma el koyarak müdahalenin menedilmesini sağlamak görevidir laik düzenlerde. O açıdan bir zamanlar kimi sosyal demokratların, daha doğrusu demokratik sosyalistlerin şu ifadeleri akla geliyor: “Biz de laiklikten yanayız ama din ve vicdan özgürlüğüne saygılı laiklikten!”

  • Sanki din ve vicdan özgürlüğüne saygısız bir laiklik olabilirmiş gibi…

Din ve vicdan özgürlüğüne saygılı olmayan uygulamalar zaten laiklik değildir.
***
Laik düzende devletin dini inançların her birine eşit mesafede bulunması ve bunlar arasında birinin veya birilerinin diğerlerinin özgürlüğüne karışmasına izin vermemesi, yansızlık (nötralite) yalnızca buna saygı göstermek, inançların tehdit altında olması karşısında hareketsiz kalıp duruma müdahale etmemek, laik düzenin gereğini yerine getirmemek halinde laiklikten söz edilemez.

Bu durumda önde gelen isimleriyle laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu bizzat kendi kararıyla sabit bulunmuş olan AKP’ye karşı yaptırım olarak Hazine yardımının azaltılması gibi ihlal fiilinin ağırlığı ile orantılı olmayan ve herhangi bir caydırıcı yanı da bulunmayan kararlar verilen ülkelerde, laikliğin gerçekten korunduğu söylenemez.
=====================================================
Dostlar,

Sözü, eylemi ve birikimiyle tutarlı ve yürekli bir aydın –Cumhuriyetimizin aydını!– olan Ali Sirmen’in, Cumhuriyet‘te yayınlanan son yazısı bu yazıydı.

Zor bir konu olan “Laiklik” olgusunun ustalık, derinlik ve yetkinlikle ele alındığı açıktır.

Ülkemizin yitiği büyüktür.
Ancak Cumhuriyet Aydınlanması, artık merhum olan Ali Sirmen gibi seçkin değerler üretme
gücündedir.

17 Mart günü şu tweet iletisini paylaşmıştık :

https://x.com/profsaltik/status/1769355755012919736?s=20 

Image

Ali Sirmen usta,
Toprak seni incitmesin
Gömütün çiçekler koksun
Sana çok borçluyuz
Kavganı sürdüreceğiz
Bu topraklarda Aydınlanma, Kemalist Devrimler, hukuk devleti, insan onuru kazanacak
Çok özlediğini biliyorum sevgilini
O’na da çok selam söyle
Ha, 2 Cumhuriyet’i de yaşatacağız!

Sevgi ve saygı ile. 19 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Çanakkale Muharebeleri – 109. Yıl

Dostlar,

Sitemizin saygın yazarlarından Sn. E. Tuğg. Dr. Cihangir Dumanlı (Hukukçu ve Uluslararası ilişkiler uzmanı), Çanakkale Utkumuzun (Zaferimizin) 109. yılında kapsamlı bir çalışmasını gönderdi. 276 power point yansısından (slayttan) oluşuyor (11,6 MB).

Kendisine çok nitelikli emeği ve paylaşımı için çok teşekkür ediyoruz. Çalışma, tarihsel belge niteliğinde.
Okunması, paylaşılması ve gereken derslerin çıkarılması dileğiyle.

Yansıları incelemek ve indirmek için lütfen tıklayınız (PDF dosyası).

Çanakkale Muharebeleri, Cihangir Dumanlı, 18.3.24

Sevgi ve saygı ile. 19 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

İstanbul’un geleceği

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

18 Mart 2024, Cumhuriyet

İstanbul, dünyada iki kıta üzerinde yer alan tek kent. İstanbul aynı zamanda, iki büyük imparatorluğa başkentlik yapmış olan dünyadaki tek kent.

Avrupa ve Asya kıtaları üzerinde yer alan, Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına başkentlik yapmış olan İstanbul, aynı zamanda dünyanın en büyük kentlerinden biridir, Türkiye’nin de en büyük kentidir.

Söz konusu büyüklük yalnızca nüfus ve yüzölçümü ile bağlantılı bir konu da değildir.

Türkiye’de ekonominin yükünü büyük oranda İstanbul taşımaktadır. İstanbul, Türkiye ekonomisinin merkezidir.

İstanbul aynı zamanda Türkiye’nin kültür ve sanat alanındaki en etkin kentidir ve kültür sanat alanında da Türkiye’nin merkezidir.

New York ABD için ne ise, Londra Britanya için ne ise, Paris Fransa için ne ise, Berlin Almanya için ne ise, İstanbul da Türkiye için odur.

Bu nedenle İstanbul’daki belediye seçiminden çıkacak sonuç, hem AKP’nin teokratik diktatörlük rejimini frenlemek ve genel ulusal siyaset açısından, hem de İstanbul özelinde ve yerelinde, son derece önemlidir.
***
Bugüne dek gerçekleştirilen araştırmaların ortalamalarına göre, İstanbul’da seçimi CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’nun mu yoksa AKP’nin adayı Murat Kurum’un mu kazanacağı belirsizliğini korumaktadır. Bazı araştırmalara göre Ekrem İmamoğlu, bazı araştırmalara göre Murat Kurum az farkla önde görünmektedir.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi/DEM, İYİ Parti ve Zafer Partisi İstanbul’da aday çıkarmamış olsalardı, Ekrem İmamoğlu seçimi rahat bir biçimde kazanacaktı. Ancak İstanbul’da kazanma olasılığı bulunmayan bu partilerin aday çıkararak muhalefet oylarını bölmeleri nedeniyle, Ekrem İmamoğlu’nun seçimi kazanması risk altına girmiştir.

Söz konusu partilerin aday çıkarmış olmaları AKP iktidarına yarar sağlamaktadır. Bu partilerin adayları AKP iktidarına muhalefet etmek konusunda içtenlikli iseler, adaylıktan resmen çekilmeleri artık olanaklı olmasa da, adaylıktan fiilen çekilebilirler ve gerekirse seçmenlerine Ekrem İmamoğlu’na oy verme çağrısında bulunabilirler.

Bunun gerçekleşmemesi durumunda DEM, İYİ Parti ve Zafer Partisi seçmenlerinin sorumluluk almasını ve İstanbul ittifakını sandıkta gerçekleştirmelerini umut etmekten başka çare yoktur.
***
Ekrem İmamoğlu ulaşım, metro, arıtma tesisi, altyapı projelerinin tamamlanması, yeşil alanların yaratılması, kültür ve sanat etkinliklerinin gerçekleşmesi, tarihsel binaların ve eserlerin restore edilmesi, sosyal yardımların yapılması konusunda İstanbul’a son derece önemli hizmetler vermiş başarılı bir belediye başkanıdır.

Bunun da ötesinde Ekrem İmamoğlu, “Kanal İstanbuladı verilen rant ve doğa felaketi projesine ve bu proje üzerinden İstanbul’un Araplaşma sürecine karşı büyük bir direniş sergilemiştir, bu konuda kamuoyunda ciddi bir bilincin oluşmasını sağlamıştır.

İstanbul ve Trakya halkının “Kanal İstanbul” projesine karşı olduğunu anlayan AKP şu anda, bu projeyi seçim kampanyasının gündemine almayarak İstanbul halkını kandırmaktadır. AKP’nin seçim vaatleri arasında yer almayan “Kanal İstanbul”, AKP’nin seçim sonrası planları arasında yer almaktadır!

Ekrem İmamoğlu ayrıca, göreve gelir gelmez, dernek ve vakıf adı altında örgütlenen Mustafa Kemal Atatürk düşmanı ve laiklik karşıtı tarikatların ve cemaatlerin ve AKP’nin kontrolündeki “yandaş medyanın” belediyenin olanaklarından yararlanmasını da engellemiştir.

İstanbul’un yeniden AKP’ye geçmesi durumunda, CHP’nin ve Ekrem İmamoğlu’nun engellediği bu karanlık operasyonlar yeniden devreye girecektir.

Hem İYİ Parti, Zafer Partisi ve DEM adaylarının ve seçmeninin hem de
“küskün” CHP seçmeninin bunları da dikkate alarak karar vermesi gerekmektedir.

======================================
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
İstanbul’un geleceği18 Mart 2024
Seçmen ittifakı11 Mart 2024
3 Mart’ın 100. yılı4 Mart 2024

31 Mart: Özgürlük için oy

Siyaset 14.03.2024, BİRGÜN

Hukuk ve demokrasi için oy, özgürlük için de.

İnsan hakları mücadelesinde temel üçlü, oy ve özgürlük ilişkisini de belirler:

Eşitlik, haysiyet ve özgürlük’, haklar toplumu önkoşulu.

Demokrasi, hukuk ve özgürlük’, birbirinden ayrılmaz.

‘Ayrımcılık, ırkçılık ve şiddet’, özgürlükle bağdaşmaz.

Bu bağlamda geliştirilen anayasa ve insan hakları bilimi kavramları: Hukuk yoluyla demokrasi, demokrasinin normatif altyapısı olarak insan hakları, hukukun matematiği olarak özgürlük.

Demokratik toplum, demokrasi ve özgürlüklerin buluşma eşiğidir.

Yaşam hakkı ve insani olmayan muameleye tabi tutulmama hakkı ise, dokunulamayan sert çekirdektir.

Bu ilke ve değerler, 31 Mart yerel seçimleri yolunda devreye sokulan ‘ulusal ölçek ve tek kişiye oy’ değişkenleri ile seçmen tercihinde daha çok etkili olacak. Nasıl?

– AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanlığı ve Yürütme gücünü kullanarak, hizmet vaadiyle oy istiyor.

Cumhur İttifakı adaylarına verilecek oyu kendi oyu olarak gören Genel Başkan, yerel seçimleri ‘plebisit’e çevirmeye çalışıyor.

Aynı kişinin, “yaşa biçimine müdahale yadsıması” da, oy tercihini etkilemeye yönelik.

Bu bakımdan Erdoğan-Bahçeli ve Bakanların söz, eylem ve işlemleri, insan hakları üçlüsü ışığında ‘özgürlük için oy’ testine tabi tutulabilir. Ölçü için birkaç kesit:

Eğitim: Eğer MEB, ‘mürit biatı’ temelinde biçimlenen cemaat ve tarikatları, sivil toplum örgütü (STÖ) olarak nitelendiriyorsa, insan hakları ve demokrasi dersi öğretmeni, STÖ’leri nesnel olarak anlatabilir mi?

Cemaat-tarikat propagandası için TBMM’de vekillere el sallayan aynı Bakan, ÇEDES uygulamasını, PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) verilerine göre test etti mi?

Gençlik: “Dindar ve kindar nesil” hedefi, “eşitlik-haysiyet-özgürlük” mayasında yoğrulan ve sorgulayan gençlik bir yana, gelecek kuşaklar için bile zehirleyici değil mi?

Toplumsal yapı: Demokrasi-hukuk-özgürlük’ savunucusu yurttaşlar, eğer ‘illet- zillet- terörist’ olarak yaftalanıyor ve yurttaşlık sürekli aşındırılıyorsa müdahale, toplumsal yapının kendisine yönelik değil mi?

İktisadi yapı: Hukuk ve liyakattan uzak, ayrıcalıklar yaratıcı ve yandaşları kayırıcı düzenlemelere eklemlenen ve toplumu yoksullaştıran kur korumalı mevduat uygulaması, din istismarı (sömürüsü) yoluyla yaşam kaynaklarına müdahale değil mi?

Tarihsel, doğal ve kültürel varlıkları yağmalama hizmetine sunulan anayasal ve siyasal yıkım, müdahale ötesinde, halkın ve ulusun özgeçmişini silme seferberliği değil mi?

Medya tekeli ve resmi dezenformasyon yoluyla kumpaslar kurmak, seçmenin özgür tercihini ve geleceğini karartmak değil mi?

Sözde yeni program dayatmalarıyla eğitime sürekli (AS: dinci – gerici) müdahale, toplum mühendisliğiyle halkın ortak belleğine müdahale, acele kamulaştırma adı altında mülkiyet gaspı, en değerli varlıkları satış ve usulsüz ihaleler ile ülkeye müdahale hız kesmiyor.

Özetle; özgür tercihi gölgeleyen her türlü müdahale, serbest seçimlere ve yaşam biçimi ile sınırlı olmayıp, insan haklarının sert çekirdeğine, gelecek kuşaklara ve ülkenin geleceğine yönelik.

Şu halde özgürlük için oy                          :

– Yerelde; Ankara’dan talimat bekleyen ve kaynakları karanlık kanallara tepecek adaylara değil, Anayasa ve hukuk kuralları çerçevesinde katılımcı ve sosyal belediyecilik anlayışıyla yönetecek adaylara oy,

Toplumu yoksullaştıran ve ülkeyi yağmalayan kuralsız ve sistemsiz keyfi yönetim yerine siyasal iktidarın el değiştirme yolunu açacak oy,

– “Plebisit” yoluyla bir kişinin ömür boyu iktidarı yerine, “insan haklarına dayanan Cumhuriyet” için oy, demektir.

Eşit ve sorumluluk duygusu yüksek özgür yurttaşlardan oluşan toplumun Cumhuriyeti’ni niteleyen üçlü ‘akıl, bilim ve dünyevilik’tir.

Sonuç olarak; yerel yönetim seçimlerini ulusal ölçeğe yayan, ama aynı zamanda kişi oylamasına indirgeyen iradeye karşı oy, ‘keyfi ve kumpasçı karanlık’ yönetimden kurtulmak ve gelecek kuşakların güvenli ve nitelikli bir ülkede yaşamaları için ‘özgürlük tercihi”dir.
==============================
Yazarın Son Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 13 Mart 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KALKAN

Antalya’da Süleymancılar’a ait yurtta 10 çocuğa yönelik taciz ve istismarda bulunulduğuna ilişkin haberlere, Aile ve Sosyal Hizmet Bakanlığı’nın istemiyle Antalya 1. Sulh Ceza Hakimliği tarafından erişim engeli getirildi.

Çocukların yerine tarikata kalkan…

CAZİBE

Süleymancı yurdun yöneticisi öğretmenleri uyarırken, “ortaokul çağındaki çocuklar kadından daha cazip gelir” dediğini açıkladı.

Özürü kabahatinden büyük sapığın…

ZÜBÜK

RTE, YRP’lileri kastederek “Zübük siyasetçi” sıfatını kullandı.

Aziz Nesin’i okumuş olsa, tarifin kime uyduğunu bilir ve kullanmazdı…

SABIR

RTE, enflasyonu indireceklerini söyleyerek sabır istedi.

Ölmeyenler sabredecek…

YASA

RTE, yerel seçimlerin son seçimi olduğunu, yasalar gereği 2028’de seçime giremeyeceğini söyledi.

Yasalara çok saygılıdır. Çevresinden dolaşmayı asla denemez…
(AS: Anayasa m.116/3 : “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.”)

ARAÇ

Sarıgül’ün açıklamasına göre Çanakkale köprüsünde 32 milyon araç garantisine karşın 6.2 milyon araç geçmiş. Sonuç, iki yılda 11.7 milyar TL bizden.

Araç sayısını geçiniz, yeter ki yandaş sayısı ve kazancı garantili olsun…

LANETLİ

Torpille, kopyayla işe girenin kazancının helal olduğunu söyleyen Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi İdris Bozkurt, içki sektöründe çalışanların (Üreten, taşıyan, sunan) lanetli olduğunu söyledi.

Yumurtlama uzmanı…
(AS: Hukuksal olarak, hileli biçimde elde edilen hak kural olarak yok hükmündedir.)

Seçmen ittifakı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
11 Mart 2024, Cumhuriyet

 

Türkiye’de teokratik bir diktatörlük rejiminin kurulduğu ve büyük bir ekonomik krizin yaşandığı bir ortamda, 31 Mart 2024 belediye seçimlerini tek başına bir belediye seçimi olarak değerlendirmek olanaklı değildir.

Bu seçimlerde AKP’ye ve onu destekleyen MHP’ye karşı halkın sandıkta örgütlü bir itiraz mesajı vermemesi durumunda, Türkiye daha da büyük bir felaketle karşı karşıya kalacaktır.

Seçimlerden sonra gündeme gelecek olan anayasa değişiklikleriyle birlikte, fiilen uygulanan teokratik diktatörlük rejimi “meşrulaştırılmaya” çalışılacak, laiklik ilkesi hukuken bertaraf edilecek, ekonomik kriz daha da derinleşecektir.

AKP’nin belediyeleri kazanması durumunda, belediyenin olanakları, dernek ve vakıf adı altında örgütlenen laiklik karşıtı tarikatların, cemaatlerin, örgütlerin ve sözde “medya” organlarının hizmetine sunulacak; AKP, kurmak istediği teokratik diktatörlük rejiminin temellerini, bu olanaklar üzerinden de atmaya devam edecektir.
***

  • Şu anda AKP’nin en büyük avantajı,
    muhalefetin bölünmüş ve muhalefetteki ittifakların parçalanmış olmasıdır.

Bu durumda muhalefetteki siyasal parti önderlerinin beceriksizliklerini düzeltmek, seçmene ve vatandaşa düşecektir. Seçmen, desteklediği siyasal parti yönetimini umursamadan, muhalefet cephesinde hangi adayın seçimi kazanma olasılığı daha yüksek ise ona oyunu vermeli, önde olan muhalefet partisi adayına kaybettirecek biçimde oy kullanmaktan sakınmalı, muhalefetin değil, AKP’nin ve MHP’nin kaybedeceği biçimde oyunu kullanmalıdır. Siyasal parti yönetimleri iktidara karşı bir ittifak kuramadıklarına göre, bu ittifakı seçmen bu yöntemle sandıkta kurmalıdır.

Örneğin İstanbul’da, İYİ Parti’nin, Zafer Partisi’nin ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin seçimi kazanma olasılıkları yok. Ancak yapılan tüm araştırmaların ortalamalarına göre, CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu ile AKP’nin adayı Murat Kurum’un arasında çok az bir fark olduğu için, kazanma şansı olmayan bu partilerin oyları bölmesi nedeniyle, İstanbul yeniden AKP’nin eline geçecektir.

İYİ Parti, Zafer Partisi ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi, CHP’ye seçim kaybettirecekler diye, İstanbul’un ve Türkiye’nin kaybetmesine yol açacaklardır!

Benzer bir durum, yapılan tüm araştırmalara göre muhalefet partileri içinde CHP’nin adaylarının önde olduğu Antalya, Mersin, Adana, Balıkesir, Bursa, Eskişehir gibi kentler için de geçerlidir. Bu kentlerdeki muhalefet oylarının bölünmesi ve oyların CHP’nin adaylarına verilmemesi durumunda, AKP bu kentlerde de seçimleri kazanacaktır.

Antakya’da da CHP’nin adayı, ideal bir aday olmasa da, yapılan araştırmalara göre, muhalefet partileri içinde en yüksek oya sahiptir. Türkiye İşçi Partisi’nin burada aday çıkartarak oyları bölmesi nedeniyle, Antakya da AKP’ye geçecektir.

Yapılan araştırmalara göre, İstanbul’da Sarıyer ilçesinde, muhalefet cephesinde CHP’nin adayının önde olmasına karşın, bağımsız aday Şükrü Genç’in oyları bölmesi nedeniyle, Sarıyer uzun yıllar sonra yeniden AKP’ye geçecektir.
***
Bir başka sorun da, CHP’de parti içi demokrasi ve partinin ilkelerine sahip çıkılması konusunda ciddi sorunların olması nedeniyle, CHP seçmeninin bir kesiminin partisinin adaylarına oy vermemek ve parti örgütünün bir bölümünün seçimlerde çalışmamak eğiliminde olmasıdır.

  • CHP seçmeni ve örgütü parti içi sorunları seçim sonrasına ertelemeli,
    partisine ve Türkiye’ye sahip çıkmalıdır.

CHP seçimde başarılı bir sonuç alsa da almasa da, CHP tüzük kurultayı bu yıl kesin olarak gerçekleşecektir ve parti içi demokrasiyle ilgili sorunların çözülmesi olanaklı olacaktır. Parti içi demokrasi sorunu çözüldüğünde, oligarşik güçlerin partinin ilkelerinden sapmasına yol açması da zamanla engellenmiş olacaktır.

CHP’ye seçim kaybettirenlerin, CHP’nin ve Türkiye’nin geleceği konusunda da herhangi bir söz sahibi olamayacakları, herkes tarafından bilinmelidir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Seçmen ittifakı11 Mart 2024

Karanlığın kavşağında

Gani Aşık 

Emekli  müftü
09 Mart 2024, Cumhuriyet

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın dağılıp çökme nedenlerinin antitezi olan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti temelleri üzerinde inşa edilmiştir. Türklüğün ölüm fermanı Sevr’i onaylayan padişah yanlıları ile tarihte iki devlet yıkan ve Cumhuriyetle yeraltına inen sağ popülizmin sırtını sıvazladığı tarikatlar, 12 Eylül’ün beslediği irtica tarlasında filizlenip demokrasi tramvayından inmeye hazırlanan siyasal İslamla bütünleşerek parlamentoyu, yargıyı ve bürokrasiyi sardılar.

Genelde Türk ulusunun; özelde, kağnı ile cephenin lojistiğini sağlayan Kastamonulu kadınların gül kokan terleri ve binlerce İstiklal Savaşı şehidinin kutsal kanları karşılığında kurulan modern Türkiye bu sıkıntılara nasıl sürüklendi, irdeleyelim.

12 EYLÜL’ÜN ETKİSİ

12 Eylül faşist darbesinden bir gün önce, senatör ve milletvekili toplamı 600 olan, cumhurbaşkanını seçecek genel kurula yalnızca 23 kişi katıldığı için oturum açılamadı.

Kuliste, Senatör Müezzinoğlu ve bazı milletvekilleri ile “demokratik dönemin kapandığını, kaçınılmaz askeri darbenin tarihinin ne olabileceğini” değerlendirirken o saatlerde askerin kışladan çıkma hazırlığında olduğunu 12 saat sonra gelen darbe ile öğrenmiş olduk.

Devlet 6 aydır başsız, sokaklar kan gölü, binlerce gencin yaşamına mal olan eylemler ülkeyi teslim almışken, Demirel ve Ecevit cumhurbaşkanlığı seçimini inat ve ısrarla sabote etti. Evren’in başında olduğu Atatürk maskeli, ABD güdümlü gerici generalleri adeta darbeye ittiler, bunun hesabını da vermediler. Zamanın atmosferini soluyan milletvekili olarak bu tespitimin (saptamamın) dayanağı yaşanan ve tarihe mal olan siyasal fenomenlerle, yaşamda olan yüzlerce parlamenterin tanıklığıdır. Merhumlara duyduğum saygı, gerçeği yazmama engel değildir. Nitekim halk, “netekim”i alkışladı. Atatürk düşmanlarının örtülü minnet duyduğu Evren, kezlerce “Cumhurbaşkanını seçmiş olsalardı, darbe yapamayabilirdik.” demiştir.

DUR DİYEBİLMEK

Bu büyük siyasal ve sosyal çalkantılar Türkiye’yi devlet adamı yoksulluğuna mahkûm etti, fırsat ve istismarlardan beslenen siyasal İslamın önü de böyle açıldı. Darbenin nitelikli siyasetçi düşmanlığını kimi isimler sürdürdüler.

  • Aydınlığın karanlığa yenildiği gibi,
  • Kuran ve Hz. Muhammed İslamı da siyasal İslama yenik düşmüştür.

Sevgi, şefkat, adalet, hikmet, merhamet ve dürüstlük gerçek İslamın özünde, halkı din ile avlamak için siyasal İslamın sözündedir.

Her ikisi de emperyalizmin güdümündeki Hizbullah’ın uzantısı ve bölücü partiler milletin kutsal ocağı TBMM’dedir.

  • Şeriat çığlıkları adliye sarayında, ortaçağ eğitimi tüm okullardadır.
  • Cumhuriyet alev alev!

Vasıf Çınar, Reşit Galip, Mustafa Necati ve Hasan Âli Yücel’in koltuğunda, İslamcı vakıfları sivil toplum kuruluşu olarak niteleyen bir kişi oturuyor.

Yerel seçimlerde gidişata bir sarı kart gösterilmesi ulusal zorunluluktur!

31 Mart: Demokrasi için oy

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 07.03.2024, BİRGÜN

Cumhuriyet Anayasacılığının ortak paydası olarak “ insan haklarına dayanan laik ve demokratik sosyal hukuk devleti,  demokrasi açısından üç düzlemde somutlaşır:

-Demokratik devlet,
-Demokratik yerel yönetimler,
-Demokratik toplum.

DEVLET

Anayasal ve siyasal tarih karşıtlığı, demokratik kurumları tasfiye ederek devlet erklerini tek kişide birleştirmekle sonuçlandı. AKP-MHP genel başkanları talimat doğrultusunda yasa çıkaran TBMM, Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarını hiçe sayıyor; tıpkı iptal ettiği ihalesiz liman özelleştirmesi yasasını 2. kez iptal etmek zorunda kalması gibi. AYM kararını uygulamayan yargıçlar için işlem yapmayan HSK, aynı kişinin 3. kez CB adayı olamayacağı gerçeğini dillendiren yargıcı meslekten atıyor. Çizelge uzatılabilir ama olgu açık: seçimle belirlenen

  • Tek kişiye verilen Yürütme, parti başkanlığı yoluyla yasama ve yargı üzerinde hakimiyet (egemenlik) kurarak erkler ayrılığını sönümlendirdi.
  • Oysa erkler ayrılığı demokrasi ölçütü.

YEREL YÖNETİMLER

“…üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma andiçerim” diyen kişi, her gün seçmenden oy istiyor,

“CB ve -olmayan- Hükümet” şapkalarını sürekli hatırlatarak; üstelik ayrımcı bir söylemle:

  • Parti adayına oy karşılığı kamu hizmeti vaadi.

İstanbul için 2019’da aday gösterdiği TBMM başkanını, YSK bile kurtaramadı; şimdi, Bakanlık kimliği ile tanınan kişiyi yine Ankara’dan gönderdi. 16 milyon içinden değil, adayı tepeden belirlemek, örgüte güvenmeme ötesinde, yerel yönetimlerin doğasına da aykırı.

Ama aday gösterme ve seçmenden oy isteme tarzı (biçimi), tam bir demokrasi karşıtlığı: “demos” suz “kratos”, muhalifler karşısında değil yalnızca, kendi partisi içinde bile.

Üçlü nüfuz seferberliği, oy tacirliği için:

-Devlet Başkanlığı ve Yürütme,
-Aday gösterilen kişinin kimliği,
-CB yardımcısı ve Bakanlar yetmedi;
askeriye, diniye ve mülkiye de sahaya sürüldü; partililer, okullara ve üniversitelere sevk edildi.

TOPLUM ve ÜLKE

Düşünce özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü, demokratik toplum güvenceleri.

Siyasal partiler, ‘kişi+parti+Devlet’ birleşmesi (füzyonu) sonucu “demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez ögeleri” olmaktan çıkarıldı. Partilerin eşit yarışma koşulları ortadan kaldırıldığı gibi, AKP de parti kimliğinden uzaklaştırıldı.

“İnsan haklarına dayanan laik ve demokratik sosyal hukuk devleti”ni yok etme seferberliğinde Gazze bile kullanıldı. Ama, demokratik toplumun itici güçleri olarak sivil toplum örgütleri sürekli baskılandı.

Ya çevresel demokrasi? Toplumun ve gelecek kuşakların yaşam hakkını, ekosistemi ve ülkenin bölünmez güvenliğini tehdit eden madencilik hız kesmiyor.

  • Varlık nedeni, yerel-ulusal-uluslararası çetelere karşı mücadele olan kolluk güçleri,
    “ülke savunucuları” üzerine çullandırıldı.

Böylece, yerli ve yabancı sömürgeciler ve onları Devlet adına destekleyen ülke ve halk düşmanları, çevresel demokrasiyi de boğmaya çalışıyor.

SEÇMENİN GÜCÜ

Bu nedenle, seçmen yaşamsal bir tercihle karşı karşıya, eşit olmasa da ‘gizli’ olduğu için ‘serbest’çe oy kullanabilecek.

31 Mart oyu, Anayasal kurumların ve yerel yönetimlerin yaşarkalma (beka, sağkalım) sorunsalına ilişkin olup, Türkiye’nin “demokratik yörünge” umudu bakımından da yaşamsal.

Özetle, kişi+parti+Devlet füzyonunu pekiştiren yürütme+yasama+yargı birliği, merkezin yerele hakimiyeti (egemenliği) yoluyla ülke bütününe yayılmak isteniyor.

Yerel, ulusal ve uluslararası ölçekte çeteler, işbirlikçiler ve din tacirleri,
toplumsal ve çevresel güvenliği bozduğu gibi,
hukuk güvenliği ötesinde dünyevi (seküler) hukuku da yok etme seferberliğinde.

Şu halde, erkler ayrılığı ve yerel demokrasi için, demokratik toplum ve çevresel demokrasi için, yoksullaşmanın derinleşti(rildi)ği bir ortama karşı toplumsal demokrasi için, kısacası  “Türkiye demokrasisi” veya Anayasa diliyle

  • “demokratik, sosyal, hukuk devleti” UMUDU için kullanılmalı 31 Mart oyu.
    ========================================
    Yazarın Son Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 6 Mart 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

GERİCİ

İzmir Müftülüğü, ilkokul öğrencilerini, gerici Menemen ayaklanmasından yargılanıp ceza alan Esad Erbili’nin mezarına götürdü. Övgüler düzüldü.

Gerici iktidarın yobazlaştırma uygulaması…

CUNTA

RTE, “Sağda solda kendi kendilerine gelin güvey olan varsa, hepsini de ikaz ediyorum. Hayalinizde 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi bir darbe veya cunta girişimi varsa, karşılaşacakları gerçek en hafif tabirle 15 Temmuz olacaktır.” dedi.

Her seçim öncesi hayal ürünü de olsa bir düşman veya mağduriyet yaratılmalı…

SOYKIRIMCI

RTE, İsrail’i soykırımla, öbür ülkeleri sessiz kalmakla suçlarken İsrail’e Türkiye’den yapılan ihracat devam ediyor (dışsatım sürüyor).

Soykırıma dolaylı destek…

PARTİLİ

Şırnak’ta Vali ve İl Jandarma Komutanının Anayasa’yı çiğneyerek AKP’li belediye başkan adayının seçim çalışmasına destek verdiği görüntülendi.

Vali, AKP il başkan yardımcısı,

Jandarma Komutanı, AKP Özel Güvenlik Müdürü…

GAZİ

Terörle mücadele gazimize MSB‘nin ödediği tazminatı bozan Bölge İdare Mahkemesi, tazminatın bir bölümünün geri alınmasına karar verdi.

İktidar ve yandaşlarının haksızlık ve hukuksuzluklarında kafayı kuma gömenleri gördükçe…

BÜYÜME

%4.5 büyüme ilan edilince RTE sevinçten uçtu. Ekonominin iyi gittiğini söyledi.

Yalandan kim ölmüş?..

EMEKLİ

RTE bu yılı emekliler yılı ilan etmişti.

Emeklilerin yaşam kalitesi açısından 44 ülke içinde sondan ikinciliğe düştük.

Ver kardeşine yetkiyi, gör etkiyi…

KARŞILIK

Erzincan’ın İliç ilçesinde maden faciasına ilişkin soruşturmada gözaltına alınan Anagold Madencilik’in yönetim kurulu başkanı serbest bırakıldı.

Veren el, alan elden üstündür…

DENETİM

Murat Kurum’un 2015-2022 arasında 111 kez denetlediklerini söylediği İliç Madeni Proses Mühendisi Kaan Murat Akpolat, “Bakanlık tarafından denetim görmedim.” dedi.

Görmeden ve görülmeden denetlemişlerdir…