Dostlar,
Aramızdan bedensel olarak ayrılışının 86. yılında, Yüce Atatürk‘ü bir kez daha, ölçüsüz bir özlem ve bilimsel kavrayışla anıyoruz. Başta AB-ABD, siyasal iktidar AKP, kimi iç ve dış güçlerin O’nu ve O’nun fikirlerini yok etme, modası geçmiş gösterme çalışmalarına karşın, hele içinde bulunduğumuz kritik koşullarda, O’nu yalnızca duygusallıkla anarak değil; düşüncelerine, yapıtlarına, eylemine tarih bilinciyle sahip çıkarak, beynimiz ve gönlümüzle derinlemesine kavrayarak, ülkemize ve insanlığa doğru ve aydınlık yolu gösterme çabasında olmamız gereği, –üstelik düne göre daha yoğunlukla– bu yazının ana temasıdır.
- Son 80-90 yıl, ATATÜRK’ün tüm öngörülerini doğrulamıştır.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, yurtsever bir asker, bir aydın, yengin (muzaffer) bir komutan. Demokrasi ve barış aşığı, bir Aydınlanmacı.. Ölümlü bedeni aramızdan ayrılalı 83 uzun, gerçekte “kısa” (!) yıl oldu. Ama anısı ve yapıtları hâlâ dipdiri, canlı. Yeryüzünde kaç insana nasip oldu böylesi bir gönül tahtı? Çünkü O, ancak ulusuna hizmet edenin ulusunun efendisi olabileceği gerçeğini biliyordu. Tarihsel görevini son anına dek bilimsel akılcılıkla ve sebatla, tüm engelleri zorlayarak, özveri ile, Ulusu ile el ele yerine getirdi. Şu sözleri O’nu ne güzel anlatıyor :
- Ben, gerektiği zaman en büyük armağanım olmak üzere, Türk Ulusuma canımı vereceğim.
Verdi de! Sakarya Savaşını kırık kaburgalarıyla, -kimi zaman, dayanılmaz acısını bastırmak için yan yatarak- yönetti. Yaşamsal tehlikeyi hiçe saydı. Hatta, “İyi ki kaburgalarımız kırıldı da uyumadık, savaşı idare ettik..” diyebildi! Cephelerde iki kez sıtmaya yakalandı ve doğru dürüst sağaltımı yapılamadığından, ayakta, uykusuz geçirdi. Yineleyen sıtma atakları yüzünden kullandığı yüksek doz Kinin karaciğerini bozdu ve Banti sendromu adı verilen karaciğer yetmezliği nedeniyle çok erken, 57 yaşında yaşamını yitirdi.
O’nu her geçen yıl daha da özleyerek ve anlayarak anıyoruz. Çünkü O, UNESCO‘nun 1979’da O’nun 1981’deki 100. doğum yılına armağan olmak üzere 156 ülkenin oybirliği ile aldığı kararda şöyle anlatılıyordu :
- “ ULUSLARARASI ANLAYIŞ ve BARIŞ İÇİN ÇABA HARCAMIŞ ÜSTÜN BİR KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ BİR DEVRİMCİ, SÖMÜRGECİLİK ve EMPERYALİZME KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, İNSANLAR ARASINDA HİÇBİR RENK, DİN, IRK AYRIMI GÖZETMEYEN EŞSİZ DEVLET ADAMI; TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURUCUSU.”
O, biz Anadolu halkını yok edilmekten kurtardığı için kendisine sonsuz vefa borçluyuz, onun için anıyoruz :
- Sevr Antlaşması, salt yenilen bir ulusa dayatılan yenilgi anlaşması değildi. Yüzyıllardan beri Türk Ulusunu tarih sahnesinden yok etmek için hazırlanan bir suikast planı idi.. (SÖYLEV)
Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşarak, dahası, bu savaşımı (mücadeleyi) “meslek edinerek” tam bağımsız Türkiye Cumhuriyet’ini kurma gibi inanılmaz bir tarihsel tansığın (mucizenin) yaratıcısı olduğundan anıyoruz. Bize, bu 2 kadim düşmanla sürekli savaşı, yüksek öngörüsüyle bir meslek olarak öğütlediği için anıyoruz.
Saltanat ve Hilafet gibi, ulusumuz üzerinde mutlak baskı kuran, yüzyılların acımasız ve
artık köhnemiş kurumlarını tasfiye ederek “Cumhuriyet” denen erdem (fazilet) rejimini,
halk yönetimini bizlere en büyük yapıtı olarak armağan ettiği için ölçüsüz şükran duyuyor, onurlanıyor, O’nu özlüyor, arıyor ve anıyoruz.
Ulusuna başöğretmen olduğu, bizi çağdaş uygarlık düzeyinin de ötesine taşımak için gerçekleştirdiği amansız Aydınlanma Devrimlerinden dolayı derinden sayıyor ve anıyoruz. O’nun ağzından, ülke ve ulusun nasıl yok olmanın eşiğinden döndürüldüğünü ve
Türk Devrimi’nin temel amacını paylaşalım :
- “Uçurumun kenarında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş. Ondan sonra içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için amansız devrimler. İşte Türk genel devriminin kısa bir anlatımı.”
Bize, kendi yazdığı belgesel tarih SÖYLEV‘de Cumhuriyetimizi, sonsuza dek tam bağımsız ve özgür, onurlu ve uygarca yaşatma gereğini öğrettiği, çağdaş uygarlık düzeyinin de ötesini devingen (dinamik) hedef gösterdiği,
- “Uygar olmayan insanlar, uygar olanların ayakları altında ezilmeye mahkumdurlar..”
acı gerçeğini öğrettiği; us ve bilimi biricik tinsel (manevi) kalıt (miras) olarak bıraktığı için
derin bir minnetle anıyoruz.
Bize sürekli devrimciliği, bilim ve tekniğin en gerçek yol gösterici olduğunu öğrettiği için de anıyoruz ve arıyoruz..
Anadolu Aydınlanmasının (Rönesansı’nın) önünü açtığı, YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ öğüdü verdiği, “Türk öğün, çalış, güven” diyerek Osmanlı’nın aşağıladığı özgüvenimizi geri kazandırdığı için, “NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!” öğüdü ile kulluktan – ümmetten kurtulup çağcıl uluslaşmayı öğrettiği için pek haklı bir özlem duyuyoruz.
Anadolu’da yaşayan mazlum ve yüzyıllarca sömürülmüş tüm insanları, kendi deyimiyle “Anadolu ahalisini, Anadolu halkını” hiçbir etnik, dinsel vb. ayrım gözetmeden sosyolojik – tarihsel bir üst kimliğe davet ederek birleştirdiği ve kaynaştırdığı için çok borçluyuz O’na. 1930’larda dünyada ve çevremizde pek çok ülkede diktatörlükler kurulurken, O, “Yurttaş İçin Medeni Bilgiler” adlı kitap yazdı ve demokrasiyi, insan haklarını, yurttaşlık bilgilerini ulusuna belletmek istedi.
O kitapta üç yerde, kendi el yazısıyla tarihsel ve sosyolojik temelde “Türk Milleti“ni tanımladı :
- “Türkiye Cumhuriyetini kuran Anadolu ahalisine / Anadolu halkına Türk Milleti denir.”
Bu barışçıl, insancıl, yurtsever ve tarihsel – bilimsel olarak çok yerinde yaklaşım 1924 Anayasasına da kondu (m.88). Ulusal birliğimizin çimentosudur ve mutlaka korunmalıdır.
***
Neydi Atatürk’ü öbür önderlerden ayıran?
O’nun şu sözleri bize, kendisinin çok özen gösterdiği özelliklerini ve halkını arkasına alan
bütün önderlerde bulunması gereken nitelikleri açıklar :
- “Ulusun başkanı olan kişinin, halka doğruyu söylemesi ve aldatmaması,
halkı genel durumdan haberdar etmesi son derece önemlidir.”
Günümüzde, iktidar, saray rejimini sürdürmek için türlü ayrımcı politikalarla Anayasayı çiğniyor!
Oysa ATATÜRK, son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in onayladığı, yok oluşumuzu hedefleyen Sevr Andlaşmasını TBMM’de yok sayarak, bağıtlayanları HAİN ilan etmiş ve ülkemizi paramparça eden emperyalist 7 düvele karşı kurtuluş savaşı vererek Cumhuriyeti kurmuş ve amansız devrimleri ile genç Cumhuriyeti kurumsallaştırarak ayakta kalma, sonsuza dek yaşatma
(payidar kılma) yollarını göstermiştir. Yineleyelim :
- “ Uçurumun kenarında yıkık bir ülke.. Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar…
Yıllarca süren savaş… Ondan sonra içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan,
yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için amansız devrimler…
İşte Türk genel devriminin kısa bir anlatımı…”
O’nun “Batılılaşmak” tan kastı, Batı’nın kopyası ya da uydusu olmak değildir. Bilim ve aydınlığın yoludur, Çağdaşlaşmadır. Yüce Atatürk’ün, 29 Ekim 1930’da, Türkiye Cumhuriyeti’nin 7. yıldönümü kutlamasında, AP muhabiri Amerikan gazeteci Dorothy Ring’in sorduğu;
“Türkiye ne zaman Batılılaşacak, Amerikanlaşacak?” sorusuna yanıtı ibret vericidir :
- “ Türkiye bir maymun değildir. Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye
ne Amerikanlaşacak, ne Batılılaşacaktır. O, yalnızca ÖZ – LE – ŞE – CEK – TİR! ”
(Ankara, Türkocağı, Cumhuriyet Balosu, Associated Press Muhabiri ABD’li D. Ring’e yanıtı..)
Avrupa Birliğini ülkenin kurtuluşu olarak görenlere ve bunu Atatürk’e maledenlere şu sözleri yanıt olacaktır :
- “.. Artık durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan öğüt almak, bütün işleri
Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi ..
anlayışlar belirdi. Halbuki;
- HANGİ BAĞIMSIZLIK VARDIR Kİ YABANCILARIN ÖĞÜTLERİYLE; YABANCILARIN PLANLARIYLA YÜKSELSİN? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.”
(Gizli oturumda milletvekillerine, 6 Mart 1922).
Ulusun kendini kendini yönetmesi gereğini bize öğretti.
Egemenliğin kaynağı -sözde- gökten yeryüzüne indirildi :
“Egemenlik, bağsız koşulsuz ulusundur, yüksek bilginize..”
“ Türkiye halkı bağsız koşulsuz egemenliğine sahip olmuştur.”
- “Egemenlik hiçbir renkte, hiçbir biçimde, hiçbir anlam ve yolla pay-la-şım ka-bul et-mez ! ”
- “ Eşitliğin, hürriyetin ve adaletin dayanağı Milli Hâkimiyettir.
Hakimiyet-i Milliye ise milletin namusudur, haysiyetidir ve şerefidir. “
- “Ulusal Egemenlik öyle bir nurdur ki; onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Ulusların tutsaklığı üzerine kurulmuş kurumlar her tarafta yıkılmaya mahkûmdur.”
- “Yeni Türk Devleti’nin yapısal özü Ulusal Egemenliktir.” (1 Nisan 1923)
***
Temel amaç çağdaşlaşma, uygarlaşma olarak kondu. Kemalizm veya Atatürkçü Düşünce Sistemi, özünde bir Çağdaşlaşma Tasarımı‘ dır, bir Uygarlık Projesi‘dir, kadın ve kültür devrimidir. Ata’nın deyimleriyle “Us ve bilim” O’nun tek manevi mirasıdır ve ‘sürekli devrimcilik‘ ile kendini sonsuza dek yenilemesi de kesin güvencesidir. Bu nedenlerle ölümsüzdür, yaşıyor!
- “Uygar olmayan insanlar, uygar olanların ayakları altında ezilmeye mahkûmdurlar..”
Dinin kötüye kullanılmasına ve siyasete alet edilmesine şiddetle karşı çıktı :
- “Bizi yanlış yola sevk eden soysuzlar, bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler,
saf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldatagelmişlerdir.
Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz… Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden,
harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülüklerden gelmiştir.”
(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. 2, syf 127, 1923)
***
Atatürkçü düşünce sisteminin dış politikası
- “Bizim dış politikamız basit ve doğrudur. Herkesle dostluk kurmak isteriz..
Fakat hiç kimse ile ittifak ve bloklaşma yapmayız.”
(Dr. Tevfik Rüştü ARAS, Atatürk’ün 12 yıl kesintisiz Dışişleri Bakanı.[1])
“Yurtta barış, dünyada barış!” ilkesi ile “Bir ulusun yaşamı tehlikeye girmedikçe savaş cinayettir. Türkiye Cumhuriyeti dünya barışının korunması için elinden geleni yapacaktır.” diyerek, bir asker olmakla birlikte barışı yüceltmiştir. Ülkemizin dünya barışına katkı vermesi gibi saygın ve evrensel bir politika hedefini önümüze koymuştur.
- “Hiçbir ulusun karşısında olmayan ve Türkiye’nin güvenliğini öncelikle amaçlayan
barışçı bir tutum, Türkiye’nin sürekli ilkesi olacaktır. Türkiye, ulusal bir siyaset izleyecektir. Ulusal siyaset şudur : Sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı korumak ve ulus ve yurdun gerçek mutluluğu ve esenliği için çalışmaktır..”
değerlendirmesiyle özgüvenimizi pekiştirmiş ve hiçbir ulusun karşısında olmamak üzere ulusalcı-bağımsız, denge politikaları izlememiz gerektiğinin altını çizmiştir.
Atatürk neler yapmadı ?
O, dini siyasete alet ederek din bezirgânlığı yapmadı. Günde 8 vakit (!) namaz kılmadı.
O, Devlet kadrolarını ve olanaklarını yakınlarına peş keş çekmedi.
(nepotizm – yandaş kayırmacılık)
O, Devlet ve Ulus düşmanları ile işbirliği içinde olmadı.. (BOP eşbaşkanlığı)
O, aile yakınlarına, dostlarına ve arkadaşlarına geriye dönüşü olmayan krediler açmadı.
O, eroin satıcılarını, usulsüzlük ve yolsuzluktan yargılananları Meclis’e sokmadı.
O. zenginlerin yatlarında ve yalılarında tatil yapmadı..
O, Ülkesini 500+ milyar $ borçlandırmadı, öldüğünde ülkemiz yoksul ama borçsuz,
onurlu, 15 yıllık toplam enflasyon salt %2.2 (iki!) idi! Ekonomi 15 yılda 2’ye katlanmıştı.
Bir yandan çok ağır Osmanlı borçları ödendi. Köylünün belini büken aşar kaldırıldı.
O, Tam Bağımsızlık, özgürlük ve ulusal egemenlikten hiç ödün vermedi.
O, Yurtiçi ve yurt dışı bankalarda gizli hesaplar açmadı. Kalıtını Türk Tarih Kurumu,
Türk Dil Kurumu.. gibi yaşamsal önemli ulusal kurumlara bıraktı (vasiyeti).
(Son yıllarda İŞ Bankası kârından bu 2 Kuruma aktarılacak pay engelleniyor..)
O, dar kadroculuk anlayışıyla, ‘Bu bizdendir‘ diyerek Devlet kadrolarını yeteneksizlerle
doldurmadı.
O, bedevi çadırında Arap bedevisinden azar işitmedi, yabancı devlet başkanlarının
kapısında beklemedi, bekletilmedi.. Yurt dışına hiç çıkmadı ama hep O’na geldiler.
O, “Benim vatandaşım işini bilir.” diyerek rüşvet ve yolsuzluğu meşrulaştırmadı.
O, eski bir Cumhurbaşkanı gibi, “Ben hesabımı mahkeme-i kübrada veririm..” diyerek
halka hesap vermekten kaçınmadı. Tersine, 10. Yıl Söylevinde Ulusuna açık açık,
yüzünün akıyla hesap verdi :
- “Büyük Türk Ulusu! On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde başarı vaadeden
çok sözlerimi işittin. Mutluyum ki, bu sözlerimin, hiçbirinde,
Ulusumun, hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.”
O, Dönemin güçlü devlet başkanları karşısında el pençe divan durup icazet almadı.
O’na hiçbir devlet başkanı “aptal olma” diye açıkça ve çok ağır biçimde aşağılayıcı
mektup yaz(a)madı!
O, Yasayla kapatılan tarikat ve tekke şeyhleriyle Devlet konutunda yemek yemedi.
Dizlerinin dibinde çökerek poz vermedi.
O, Kamu ihalelerine aracılık yapmadı. Ülkesini pazarlamadı, Türkiye’yi bir A.Ş. gibi
yönetmeyi (!?) düşünmedi! O, Yurt dışında mülk edinmedi. Ölçüsüz ve hukuksuz
malvarlığı yüzünden ABD tarafından şantaj görmedi ve kullanılmadı.
Borsa oynayarak, annesinin çıkınından çıkan paralarla (!?) zenginleşmedi.
O, Ülke ekonomisini iflas eşiğine sürükleyip yabancı denetiminde finans şebekelerine
teslim etmedi. Ulusunu yoksullaştırmadı, EKONOMİ MUCİZESİ dendi yaptıklarına.
O, Türkleri tarih sahnesinden ve Anadolu’dan silmeyi öngören Sevr’i yırtarak
bağıtlayanları HAİN saydı. SEVR kalsaydı Türk milleti tarihten silinecekti!
O, sömürge valisi edasıyla Türkiye’de istedikleri yerde denetleme yapmak isteyen
büyükelçi ve yabancı kurullara izin vermedi.
O, Ülkesini ve Ulusunu, sonu yıkımlarla bitecek tehlikeli dış politika serüvenlerine
sürüklemedi. Göçmen kabul politikası son derece planlı ve düzenli, sınırlıydı.
O, Devletin saygınlığını, Türk Ulusunun onurunu zedelemedi ve zedeletmedi; yüceltti.
O, güçlü devletlerin diplomatik veya eylemli tehditlerine karşı kişiliksiz bir politika
izlemedi; Montrö’yü kopardı, Hatay’ı diplomasi ile anavatana kattı.
Ama son yılarlarda Ege’de çok sayıda adamız işgal edildi, iktidar sessiz!?
O, sanatı ve sanatçıyı hor görmedi. ‘İçine tüküreyim böyle sanatın” demedi, dedirtmedi,
tersine sanatı ve sanatçıyı yüceltti, bu alanda da Devrimlerle kurumlaşma sağladı.
O, himaye ve mandacılığı reddetti, asla teslimiyetçi olmadı; İSTİKLALİ-İ TAMME
(Tam Bağımsızlık) aşığı idi. Yüce Atatürk’ün şaşmaz hedefi idi.
- “..Bu ise mali bağımsızlıkla gerçekleşebilir. Mali bağımsızlığın korunması için ilk koşul; bütçenin ekonomik bünye ile denk ve uygun olmasıdır. Herhalde Türk yurttaşı kesin olarak bilmelidir ki; bir ulusun insanlık ve uygarlık dünyasında yükselmesi ve başarılı olması yalnız ve ancak kendi gücüne dayanarak özgürlük ve bağımsızlığını dokunulmaz bulundurmasıyla olasıdır. Bunun başka çözüm yolu yoktur.”
diye TAM BAĞIMSIZLIĞIN vazgeçilmezliğini vurguladı, denk bütçe yaptı, borç almadı.
Reçete gerçekte yalın :
- “Devrimin hedefini kavramış olanlar, daima onu koruyabilecek güçtedir.”
diyerek yüreklendirdiği, tüm mazlum uluslara öncü ve örnek olduğu,
“İNSAN” ve “GERÇEK” olduğu için O’nu özlüyor ve anlayarak – anlatarak anıyoruz, anacağız..
İnsanlığın yolu Aydınlanma yönündedir. Tarihsel süreç bu olgunun net ve kesin kanıtıdır. Devrim ve ilkeleri günümüzde de Türkiye’mizin ve tüm mazlum ulusların özgürlüğü ve bağımsızlığı için geçerli ve güvencedir! Tarihin tekerleği, asla geri döndürülemeyecektir.
- Yüce ATATÜRK’ümüz; “Seni bilimle-tarihle anlıyoruz ve tüm insanlığa da anlatacağız!”
Biz, yani Atatürk’ün ardılları, yurtsever devrimciler, aydınlanmacılar us ve bilim ile,
örgütlü Ulusumuzla gene kazanacağız.
Sevgi ve saygı ile. 10 Kasım 2024 / 86. Yıl, Ankara
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Kamu Yönetimi Siyaset Bilimci (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik X : @profsaltik
[1] T. Rüştü Aras Tıp Doktorudur ve dönemin Birleşmiş Milletler örgütü olan Cemiyet-i Akvam Başkanlığı da yapmıştır.
Yazımızın PDF biçimi aşağıdadır
O’nu, Yüce Atatürk’ü Aramızdan Ayrılışının 86. Yılında Niçin Anıyor ve Arıyoruz
https://x.com/profsaltik/status/1855411679128928316
https://add.org.tr/wp-content/uploads/2024/11/Onu-Yuce-Ataturku-Aramizdan-Ayrilisinin-86.-Yilinda-Nicin-Aniyor-ve-Ariyoruz.pdf
(ADD Genel Merkez web sitesinde de yayınlanmıştır)