Kategori arşivi: Hekim Saltık

“HEKİM GÖÇÜ” Buzdağının Ucu : Sağlık Sistemi Dinci-Yabancı Sermayeye Teslim Ediliyor!

“HEKİM GÖÇÜ” Buzdağının Ucu :
Sağlık Sistemi Dinci-Yabancı Sermayeye Teslim Ediliyor!

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    


AKP=RTE 
Sultanın “giderlerse gitsinler” sözlerinin en acı boyutu, Türkiye’nin geleceğini tek başına ellerinde tutan dinci – totaliter yönetimin “düzeyi” bakımındandır.

Türkiye’miz, ilkel ve çok derin bir yetkinlik sorunu ile pençeleşmektedir.

Bu talihsiz, ufuksuz – hesapsız – sorumsuz (!?) sözleri, Erdoğan, 8 Mart 2022’de etti.

Doktorların yurt dışına gitmek istemesine yönelik Erdoğan, “Gidiyorlarsa gitsinler,
buralar boş kalmaz!
” buyurdu.

Nasıl derin bir miyopluk idi bu!? 1,5 yılda yaklaşık 4375 hekimin çalışmak üzere Türkiye’yi
terk ettiğini hesaplıyorum. Bu çok ciddi bir sayı. Gidenler genellikle genç ve çok nitelikli.

Almanya’da her yıl yaklaşık yaklaşık on bin hekim mezun oluyor. Bu ülkede 38 tıp fakültesi var (36’sı devlet, 2’si özel). Yüz bin kişiye düşen hekim sayısı 420.

İngiltere’de yılda yaklaşık yedi bin hekim yetişiyor. İngiltere’de 33 tıp fakültesi var, hepsi devletin. Bu ülkede yüz bin nüfusa 281 hekim düşüyor.

ABD’de her yıl yaklaşık 19 bin hekim tıp fakültesini bitiriyor. Bu ülkede 154 tıp fakültesi var,
141’i devlet, 13’ü özel. Her yüz bin Amerikalıya 261 hekim düşüyor.

Türkiye’de halen 220 bin dolayında hekim var. 1 tıp doktoruna yaklaşık 400 nüfus düşüyor.
Sağlık Bakanlığının, kendi milletlerine hizmet vermek üzere çalışma izni verdiği başta Suriyeli hekimleri ve 10+ milyon düzensiz göçmeni dışarıda bırakıyoruz. Gerçekte 100 milyon nüfus ve
220 bini hekim ile nüfus / hekim oranı 455/1. OECD ülkeleri içinde son(lar)dayız.

Türkiye’de 2022’de 118 tıp fakültesi ve 143 program (Türkçe, İngilizce) var. Bunların 97’si devlet, 46’sı vakıf/özel tıp fakültesi. Tıp fakülteleri 61 ile yayılmış durumda. Çok tipiktir, İstanbul’da altı devlet, 21 vakıf/özel tıp fakültesi var.

Geçen yıl 15 bin hekim mezun ettik. Ortalama 40 yıl çalışma süresi ile her yıl 220 bin/40 yıl = 5500 hekim işgücü dışında kalıyor. Yönetsel görevlerde ve temel tıp bilimlerinde de önemsenecek sayıda hekim çalışmakta.

Bu yıl 50-55 milyon turist bekleniyor (60 milyar Dolar da girdi, “net gelir” değil). 50 milyon turist ortalama on gün kalsa, 500 milyon turist-gün yapar ve yaklaşık 1,5 milyon yerleşik nüfusa denktir. Ayrıca sağlık turizmi nedeniyle 2022’de hizmet alan 74 bin hasta kestiriliyor.
Resmi nüfusa, sağlık hizmeti kullanan bu ciddi sayıdaki kitleleri de katmak gerekir.

Sağlık sistemini darboğaza sokan en önemli “yüklenme” nedenlerinden biri, “sağlıklı yaşam koşullarının” ülkemizde çok ama çok gerile(til)miş olmasıdır. Başlıca nedenler Kovit-19 salgını ve AKP=RTE Sultan’ın izlediği istendik YOKSULLAŞTIRMA politikalarıdır.

Türkiye’de ağır – insanlık dışı yaşam koşulları, hızla ve çok sayıda hasta ve hastalık üretmektedir.

2022’de kişi başına hekime başvuru sayısı ortalama on oldu! Bu anormal yüksek bir sayı.
Hekimler çok yorgun, iş yükü çok ağır ve “1” hastaya ayrılan süre Sağlık Bakanlığı buyruğu ile 5-10 dakika. İki yan da doyum sağlayamıyor ve nitelikli sağlık hizmeti verilemiyor.
Başka başka ve olanaklı ise daha daha uzman hekimlere erişim çırpınışı sürüyor..

Bunlara ek, “1. Basamak”, sağlık örgütü ve hizmetleri görece daha da yetersiz; bu da istendik bir politik tercih. Oysa omurga burası ve olağan koşullarda hastaneye sevkler %10-20 arasında kalmalıdır, kalır. Sevk zinciri bilerek işletilmemektedir.

  • İnsanlar giderek, özel sağlık kuruluşlarına daha çok ve bilerek yönlendirilmektedir!

SGK zorunlu GSS kapsamında geri ödemelerini sınırlamakta, iflasla boğuşmakta; finansal yoğun bakımda!

Yaratılan cehennemde kredi kartı ile borçlanabilen, varını – yoğunu satan çaresiz insanlar dertlerine derman aramakta; Katastrofik sağlık harcaması!

Dünya Sağlık Örgütü her yıl yüz milyon insanın bu nedenle AŞIRI YOKSULLAŞTIĞINI vurguluyor. Türkiye Dünya nüfusunun %1,1’i, eh, bizde de her yıl 1 milyon insanın, cepten yapmak zorunda bırakıldığı sağlık giderleri yüzünden AŞIRI YOKSULLUĞA İTİLDİĞİ öngörülebilir.

Bu kurgulu, vahşi neo-liberal/KüreselleşTİRmeci sağlık politikasının (!), Gazze’de mazlum Filistin halkına İsrail maşası ile emperyalizmin uyguladığı insanlık dışı vahşetten, özünde,
nitelik olarak bir farkı yok, salt tür farkı var.
***
Çözüm                :  

Haziran 2003’ten bu yana IMF-DB baskısıyla 20+ yıldır uygulanan ve asla milli-yerli olmayan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM tuzağının ülkeyi içine sürüklediği özelleştirme çıkmazını, batağını
muhalefet partilerinin birlikte, gündemlerine alması, kamuoyu desteği ile iktidarı “kimi ivedi düzeltimlere” zorlaması gerekiyor.

AKP = RTE Sultan iktidarı, ancak “kimi zorunlu ivedi geri adımları” atabilir.
Ötesine “mezun” değildir!

Çünkü, tarikatlar koalisyonu iktidarın temel görevi (misyonu) yerli-dinci ve yabancı kumpanyalara ulusal kaynakları aktararak ülkeye diz çöktürmek ve bu ikisinin isteği ve desteği ile Türkiye’de kalıcı bir “dinci tek adam yönetimi” (teokratik monarşi) kurmaktır.

Bu yıkımdan-zulümden kurtulmak için reçete;

Muhalefet partilerinin kendilerine gelerek,
Ulusa önderlik yaparak yeniden KUVVAYI MİLLİYE BİLİNCİ İLE halkı örgütlemeleri –
ayağa kaldırmaları ve ilk seçimde iktidara gelmeleridir.

“Giderlerse gitsinler”in sonuçları

Özdemir Aktan

T24 Haftalık Yazarı

Dr. Özdemir Aktan
ao.aktan@gmail.com,22 Ekim 2023

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Eskiden bir hekimin Avrupa ülkelerinde çalışması çok daha zor iken, şimdi, hekim gelsin diyerek kollarını açan bir Avrupa var. Durum böyle olunca da yetişmiş hekimlerimizi, üstelik de en iyilerini, hızlı bir şekilde kaybetmekteyiz. Sağlık Bakanlığı ne mi yapıyor? Benim gördüğüm kadarı ile kafasını kuma gömmüş durumda

Avrupa Birliği Başkanlığı’nı Ocak 2024’te Belçika devralacak. “İyi de bize ne bundan?” diyenler çıkacaktır. Açıklayayım.

Belçika başkanlığı devraldığında gündeme birinci madde olarak Avrupa’daki sağlık gücü (AS: sağlık insangücü) krizini yerleştirmeyi planlıyor. “Avrupa’da sağlık krizi mi varmış?” sorusunu duyar gibi oluyorum.

Avrupa sağlık sistemi zorlanıyor ve bunun en önemli nedenleri arasında da yaşlanmakta olan Avrupa nüfusunun daha çok sağlık gücüne gereksinim duyması geliyor. Daha önemli bir sorun ise sağlık sektöründe çalışanların kötü çalışma koşulları, düşük ücret ve mental / fiziksel tehditler nedeni ile başka sektörlere yönelmesi. Covid-19 pandemisi ile bu sürecin hızlandığının da altı çiziliyor.

Başka bir sorun da sağlık çalışanlarının Avrupa’daki yaş ortalaması. Çalışan hekimlerin yaş ortalaması Avrupa genelinde 55 olarak saptanmış. İtalya’da çalışan hekimlerin yüzde 60’ı 55 yaş üstündeymiş. Bu hekimlerin çok uzak olmayan bir tarihte emekli olacağı gerçeği de Avrupa’yı endişelendiriyor.

Bu görüntü karşısında tıp fakültesi ve hemşirelik öğrencisi sayısı artırılmış ama okulları bitirenlerin yaklaşık yüzde 30’u başka alanlara yönelmekteymiş.

Benzer uyarılar Dünya Sağlık Örgütü’nden de gelmekte. Avrupa Birliği bakanlar düzeyinde 2010 yılında bu konuyu gündeme almış ama o günden sonra tekrar konuşulmamış. AB Sağlık bütçesi 2021 yılında en yüksek düzeye çıkmış ama bu paranın önemli bir kısmı Covid-19 savaşına giderken sağlık çalışanları için bir pay ayrılmamış.

Avrupa hekim açığını kapatmaya çalışırken biz “giderlerse gitsinler” noktasındayız.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) yurt dışına gitmek için gerekli iyi hâl belgesi alan hekim sayısının logaritmik olarak arttığını haykırıyor ama aldıran yok.

Sağlık Bakanlığı hastanelere hekim almak için ilan veriyor, başvuran yok.

2023 için bakanlığın açtığı ilk ilanda 2.669 kişilik uzman kadrosuna sadece 39 atama yapılabilmiş. Tüm alanlarda açılan 19 binden fazla kadroya ise 6.792 hekim atanabilmiş. Bakanlık mecburen 67-72 yaş hekimlerine de çağrı yaptı.

Türkiye gibi yüksek oranda hekim yitiren bir diğer ülke de Bulgaristan. Bulgaristan’daki hekimleri Avrupa’ya çeken kendi ülkelerindekinden daha fazla gelir elde etmeleri. Ayrıca onların Avrupa’ya ulaşmaları da kolay.

Bizde ise durum farklı. Hekimleri yurt dışına gönderen nedenlerin arasında ücret önemli bir yer tutmuyor. Sağlıkta şiddet, sağlık sisteminin bozukluğu ve en önemlisi de genç hekimlerin Türkiye’den umutlarını kesip geleceği ve mutluluğu diğer ülkelerde araması çok daha etkin.

  • Eskiden bir hekimin Avrupa ülkelerinde çalışması çok daha zor iken şimdi hekim gelsin diyerek kollarını açan bir Avrupa var.
  • Durum böyle olunca da yetişmiş hekimlerimizi, üstelik de en iyilerini, hızlı bir şekilde yitirmekteyiz.

Sağlık Bakanlığı ne mi yapıyor? Benim gördüğüm kadarı ile kafasını kuma gömmüş durumda. Bilerek mi böyle davranıyor diye de sormadan edemiyorum. Bu durum kamu hastanelerini çökertirken, özel sektör gelişmeye devam ediyor. Sağlık bakanımızın da bir zincir hastane sahibi olduğunu düşününce bu davranış çok da anlamsız olmuyor.

Görmezden gelinen bir başka durum ise başta Suriyeli göçmenler olmak üzere birçok sağlık çalışanının yasal ve yasal olmayan şekilde sağlık sistemimize katılıyor olması.

  • Sağlık bakanlığı açık bulunan sağlık çalışanı problemini göçmenlerle çözmeye çalışıyorsa vay halimize!

İyi yetişmiş hekimleri Avrupa’ya gönderip açığı nasıl bir eğitim aldığı belirsiz, diplomasının gerçek olduğu bile şüpheli göçmen hekimlerle kapatmaya çalışmak anlaşılması olanaksız bir durum. Şimdi şikayet ettiğimiz sağlık ortamını ilerleyen yıllarda arayacağız galiba.
=================================
Dostlar,

Sevgili sınıf arkadaşım (Hacettepe Tıp) Prof. Aktan, son derece yakıcı bir konuyu yetkinlikle işlemiş gene. Varolsun. Türkiye’nin çok saygın gazetelerinde köşesi olsa keşke.

AKP=RTE Sultanın “giderlerse gitsinler” sözlerinin en acı boyutu, Türkiye’nin geleceğini tek başına ellerinde tutan dinci – totaliter bir yönetimin “düzeyi” bakımındandır.

Türkiye’miz böylesi ilkel anlayış ve çok derin bir yetkinlik sorunu ile pençeleşmektedir.

Bu talihsiz, ufuksuz, hesapsız, sorumsuz… sözler, Erdoğan, Kadın Muhtarlar Toplantısı’nda iken, 8 Mart 2022’de, Dünya Kadınlar Gününde edildi :

Doktorların yurt dışına gitmek istemesine yönelik Erdoğan, “Gidiyorlarsa gitsinler, buralar boş kalmaz!” dedi.

Nasıl derin bir miyopluk idi bu.. 1,5 yılda yaklaşık 4375 dolayında hekimin çalışmak üzere Türkiye’yi terk ettiğini hesaplayabiliyorum. Bu çok ciddi bir sayı.

Almanya’da her yıl yaklaşık yaklaşık 10 bin hekim mezun oluyor. Bu ülkede 38 tıp fakültesi var (36’sı devlet, 2’si özel). Yüz bin kişiye düşen hekim sayısı 420.

İngiltere’de yılda yaklaşık 7 bin hekim yetişiyor. İngiltere’de 33 tıp fakültesi var, hepsi devletin. Bu ülkede yüz bin nüfusa 281 hekim düşüyor.

ABD’de her yıl yaklaşık 19 bin hekim tıp fakültesini bitiriyor. Bu ülkede 154 tıp fakültesi var, 141’i devlet, 13’ü özel. Her yüz bin Amerikalıya 261 hekim düşüyor.

Türkiye’de halen 200 bini aşkın hekim var. 1 tıp doktoruna yaklaşık 400 nüfus düşüyor.
Sağlık Bakanlığının, kendi milletlerine hizmet vermek üzere çalışma izni verdiği başta Suriyeli hekimleri ve 10+ milyon düzensiz göçmeni dışarıda bırakıyoruz. Gerçekte 100 milyon nüfus ve 200 bini biraz aşan hekim ile nüfus / hekim oranı 500/1.

Türkiye’de 2022’de 118 tıp fakültesi ve 143 program (Türkçe, İngilizce) var. Bunların 97’si devlet, 46’sı vakıf/özel tıp fakültesi. Tıp fakülteleri 61 ile yayılmış durumda. Çok tipiktir, İstanbul’da 6 devlet, 21 vakıf/özel tıp fakültesi var. Geçen yıl 15 bin hekim mezun ettik.

Bu yıl 50-55 milyon turist bekleniyor (60 milyar Dolar da girdi, “net gelir” değil). 50 milyon turist ortalama 10 gün kalsa, 500 milyon turist-gün yapar ve yaklaşık 1,5 milyon yerleşik nüfusa karşılıktır. Ayrıca sağlık turizmi nedeniyle de 2022’de hizmet alan 74 bin hasta kestirimi var. Resmi nüfusa, sağlık hizmeti kullanan bu ciddi sayıdaki kitleleri de katmak gerekir.

En önemli “yüklenme” nedenlerinden biri, “sağlıklı yaşam koşullarınınülkemizde çok ama çok gerilemiş olmasıdır. Başlıca Kovit-19 salgını ve AKP=RTE Sultan’ın izlediği istendik YOKSULLAŞTIRMA politikaları

  • Türkiye’de ağır – insanlık dışı yaşam koşulları, hasta  ve hastalık üretmektedir.

2022’de kişi başına hekime başvuru sayısı ortalama on oldu! Bu anormal bir sayı.
Hekimler çok yorgun, iş yükü çok ağır ve 1 hastaya ayrılan süre Sağlık Bakanlığı buyruğu ile 5-10 dakika. İki yan da doyum sağlayamıyor ve nitelikli sağlık hizmeti verilemiyor. Başka başka ve olanaklı ise daha daha uzman hekimlere erişim çırpınışı sürüyor..

Bunlara ek, 1. Basamak sağlık örgütü ve hizmetleri görece daha da yetersiz.
Oysa omurga burasıdır ve olağan koşullarda hastaneye sevkler %10-20 arasında kalmalıdır.
Sevk zinciri bilerek işletilmemektedir.

  • İnsanlar giderek daha çok özel sağlık kuruluşlarına bilerek yönlendirilmektedir!

SGK da zorunlu GSS kapsamında geri ödemelerini sınırlamaktadır, iflasla boğuşmaktadır.

Yaratılan cehennemde kredi kartı ile borçlanan, varını – yoğunu satan çaresiz bırakılmış insanlar dertlerine derman aramaktadır; Katastrofik sağlık harcaması!

Dünya Sağlık Örgütü her yıl yüz milyon insanın bu nedenle AŞIRI YOKSULLAŞTIĞINI vurguluyor. Türkiye Dünya nüfusunun %1,1’i. Eh, bizde de her yıl 1 milyon insanın, cepten yapmak zorunda bırakıldığı sağlık giderleri yüzünden AŞIRI YOKSULLUĞA İTİLDİĞİ kestirilebilir.

Bu kurgulu, vahşi neo-liberal/KüreselleşTİRmeci sağlık politikasının (!), Gazze’de mazlum Filistin halkına İsrail maşası ile emperyalizmin uyguladığı insanlık dışı vahşetten, özünde nitelik olarak bir farkı yoktur, tür farkı vardır..
***
Muhalefet partilerinin birlikte, Haziran 2003’ten bu yana IMF-DB baskısıyla uygulanan bu SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM tuzağının ülkeyi içine sürüklediği özelleştirme çıkmazı – batağını gündemlerine alması, kamuoyu desteği ile iktidarı “kimi ivedi düzeltimlere” zorlaması gerekiyor.

AKP = RTE Sultan iktidarı, ancak “kimi zorunlu ivedi geri adımları” atabilir. Ötesine “mezun” değildir.

Çünkü tarikatlar koalisyonu iktidarın temel görevi (misyonu) yerli-dinci ve yabancı kumpanyalara ulusal kaynakları aktararak ülkeye diz çöktürmek ve bu ikisinin desteği ile Türkiye’de kalıcı bir “teokratik monarşi” kurmaktır.

Bu yıkımdan-zulümden kurtulmak için ise muhalefet partilerinin kendilerine gelerek, Ulusa önderlik yaparak yeniden KUVVAYI MİLLİYE BİLİNCİ İLE halkı örgütlemeleri – ayağa kaldırmaları ve ilk seçimde iktidara gelmeleridir.

Sevgili Özdemir’e, bana güzelim yazısıyla bu acı çağrışımları yaptırdığı için teşekkür ederim.

Sevgi ve saygı ile. 22 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

ADD Genel Merkezi Basın Açıklaması : BU KURAL TANIMAZ VAHŞET, BU İNSANLIK SUÇU KABUL EDİLEMEZ!

BASINA ve KAMUOYUNA :
BU KURAL TANIMAZ VAHŞET, BU İNSANLIK SUÇU KABUL EDİLEMEZ!

İsrail’in on yıllardır Filistin topraklarına yönelik tecavüzleri, özellikle Gazze’ye uyguladığı abluka, baskı ve yaptığı saldırılar, 17 Ekim 2023 tarihinde El Ehli Baptist Hastanesi’ni, 18 Ekim 2023 akşamı da Al-Quds Hastanesi yakınını bombalamasıyla boyut değiştirmiş, savaş ahlakı ve kurallarını hiçe sayan, çocuk, kadın, hasta ayrımı gözetmeden, Kızılay, Kızılhaç, Hastane dokunulmazlıklarını dikkate almadan aklına eseni yapan, önüne çıkanı katleden bir vahşete dönüşmüştür. Bu yapılan, haydutluk ya da terör denilerek geçiştirilemez. Bu bir kitlesel katliamdır, savaş ve insanlık suçudur.

Başta Birleşmiş Milletler ile İslam Alemi denen ülkeler olmak üzere, dünyaya demokrasi ve insan hakları dersi vermeye pek meraklı Avrupa Birliği üyeleri, diğer tuzu kuru devletler ve Uluslararası kuruluşların, yaşananları adeta film gibi izlemeleri, vahşeti durdurmak için günlerdir hemen hiçbir girişimde bulunmamaları ibretliktir, insanlık adına utanç vericidir.

Hele ABD adlı, kendini dünya jandarması sayıp diğer ülkelere hukuk ve uygarlık karnesi doldurmakta beis görmeyen ülkenin, hem de bizzat başkan düzeyinde bir ziyaretle ve yüzsüzlük şahikası “Karşı taraf yaptı” açıklamasıyla bu insanlık suçuna sahip çıkarak dünyaya meydan okuması, utanç verici olmanın çok ötesinde tam bir rezalettir.

Çok uzun süredir coğrafyamızda akan kanın durmaması ve nihayet bu son vahşet, daha dün Rusya – Ukrayna Savaşı’nda Montrö’nün Karadeniz’i ve dünyayı nasıl büyük bir felaketten kurtardığının görülmesi gibi; bölgemizde ve dünyada barış ve huzur için tek yolun, Atatürkçü Düşünce Sistemi’ni esas alan Laik bir devlet düzeni ve Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesine tam bağlılık olduğunu herkese, kuşkusuz Türk siyaset kurumuna, devlet yönetimine ve halkına da göstermiş olmalıdır.

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak; çok geç kalınmış da olsa, Birleşmiş Milletler ve diğer Uluslararası kuruluşları bölgeyi ve dünyayı ateşe verebilecek bu kural tanımaz vahşetin, bu insanlık suçunun durdurulmasının, İsrail’in devlet olma sorumluluğu ile davranması ve BM kararlarına uymasının, ABD’nin de haddini bilmesinin sağlanması ve barışın tesisi için varlık nedenlerini anımsayıp görevlerini yapmaya davet ediyoruz.

Saygılarımızla. 19 Ekim 2023

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
             GENEL MERKEZİ

Bakan Koca sözünü hala tutmadı: HPV aşısı ulusal aşı takvimine girmeyi bekliyor

Bakan Koca sözünü hala tutmadı:
HPV aşısı ulusal aşı takvimine girmeyi bekliyor

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın rahim ağzı kanserine karşı koruyucu HPV aşısını ulusal aşı programına alma sözünü tutması dört gözle bekleniyor.

Türkiye’de yok ama bakın hangi ülkelerde var

Türkiye’de rahim ağzı kanseri sıklığı 100 bin kadında 4,8. Ölüm oranı 100 bin kadında 2,2. Kadınlarda görülen kanserler içinde 2020’de hem yeni vaka hem de ölümler içinde 12’inci sırada yer alıyor.

Rahim ağzı kanserine karşı koruyucu HPV aşıları 132 ülkede onaylı; yalnızca kız çocuklarında 68, hem kızlarda hem erkeklerde 19 ülkede olmak üzere 87 ülkenin ulusal bağışıklama programında yer alıyor. Bunların arasında, Mozambik, Zimbabve gibi yoksul, Kosova gibi yeni, Birleşik Arap Emirlikleri gibi şeriatla yönetilen ülkeler yer alıyor.

Buna karşılık 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nde çok sayıda kanserden koruyan HPV aşısına hala ücretsiz ulaşılamıyor. Parası olan aile çocuğuna aşı yaptırıyor. HPV aşıları için toplam yaklaşık 5 bin 576 lira (dörtlü aşı) ve 7 bin 725 lira (dokuzlu aşı) ödemek gerekiyor.

Bakanın sözü

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 25 Kasım 2022’de şunları söylemişti: “Yerli üretim HPV kitinin kullanıma alınmasını sağlayacağız. Bir ayı geçmeden testimiz yerli olarak devreye girecek. HPV aşısının uygulanmasında bir çekincemiz asla yok, ancak ülkemizin sosyal gerçekliklerinden kopuk kararlar alınmasının kimseye bir faydası yok. Yaptığımız planlamaya göre yaş gruplarını ve medeni hal durumlarını dikkate alan bir plan hazırlığındayız. Belirlenen bir grupla aşılamaya başlayacağız ve kapsamını kademe kademe genişleteceğiz.”

Ancak o günden bu yana somut bir ilerleme sağlanamadı.

Prof. Dr. Ayşe Akın: T.C. maliyeti karşılayabilir

Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Kadın-Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ayşe Akın’la HPV aşılarının önemini konuştuk.

Akın Türkiye’de eliminasyon (hastalığın ortadan kaldırılması) programının oluşturulması için, servikal kanser taramaları ve HPV aşılamaları planlamasının çok dikkatli ve gerçekçi, uygulanabilir olarak yapılması gerektiğini söylüyor.

Aşı için ideal yaş hem kız hem de erkeklerde 11-12. Cinsel ilişki başlamadan, yani virüsle karşılaşmadan. Akın, “Bu yaşlarda aşılamayı kaçıranların aşı olmaları için en uygun yakalama yaşı 13-26 yaş ancak üst yaş sınırı yok, daha sonra da yapılabilir.” diyor.

Profesör, HPV aşısının ülkemizde 15 yaş altı kız çocuklarına ücretsiz olarak yapılması için Genişletilmiş Ulusal Bağışıklama Programı’na eklenmesi gerektiğini vurgulayıp ekliyor:

“Rahim ağzı kanseri önlenebilir ve erken tanıyla yakalanabilir. Ulusal Kanser Tarama Programı’nda bulunan rahim ağzı kanseri taraması, HPV aşısının gölgesinde kalmamalı. Sağlık merkezlerinde, kamu hastanelerinde ücretsiz olarak 30-65 yaş aralığındaki cinsel aktif kadınlara, rahim ağzı kanseri taramasına devam edilmeli. Bu yaş grubundaki kadınlar (hastalık belirtisi olmaksızın) kanser tarama programlarına rutin olarak dahil edilmeli.”

Akın’ın yaptığı hesaba göre (11.02.2021 tarihli kamu sağlık hizmetleri fiyat tarifesiyle), 30-64 yaş diliminde yaklaşık 18 milyon 348 bin kadın olduğu göz önünde bulundurulursa; HPV DNA testi, Pap smear alma işlemi ve sitoloji için toplam maliyet 2 milyar 220 milyon 108 bin lira. Buna kanser tanısı, tedavisi, sosyal yönü vs. dahil değil. 10-14 yaş aralığında 3 milyon 114 bin kız çocuğu var. Bunların aşılanmasının toplam maliyeti 5 milyar 857 milyon 260 bin lira:

“İnsani gelişme indeksi sıralamasında 189 ülke arasından 54’üncü sırada yer alan Türkiye bu tutarı karşılayabilir. Yalnızca bütçe tahsisinde politik öncelik verilmeli. Kuşkusuz sağlık hem bir insan hakkı olarak görülmeli hem de devlet önceliği buna vermeli.”

Cinsel yolla bulaşan en yaygın enfeksiyon

Aslına bakarsanız rahim ağzı (serviks) kanserinin aşıyla önlenebilmesi çok büyük bir şans. İnsanda 150’den çok HPV (human papilloma virüs) izole edildi. İnsan türüne özgü bu virüsler, cinsel yolla bulaşan en yaygın enfeksiyonları yapıyor.

HPV’nin 200’ün üzerinde çeşidi var. Yaklaşık % 75’i deride – genellikle kollar, göğüs, eller ve ayaklarda siğillere neden oluyor ve gündelik temasla da bulaşabiliyor. HPV tiplerinin kalan %25’i ise mukozal HPV tipleri olarak kabul ediliyor.

Kimi HPV türleri (yaygın olarak HPV 6 ve 11), hem erkeklerin hem de kadınların cinsel organları ve anüsü üzerinde veya çevresinde siğillere (papillomlar) neden olabiliyor. Bunlar ender olarak  kansere neden olduğu için ‘düşük riskli‘ virüsler olarak adlandırılıyor.

Kansere neden olabilenlereyse ‘yüksek riskli‘ deniyor. Dünyadaki tüm coğrafi bölgelerde servikal kanserlerin %70’inden HPV’nin 2 tipi HPV16 ve HPV18 sorumlu.

Prezervatif etkili ama yetmiyor!

Prezervatifler (kondom) HPV ye karşı bir miktar korusa da tümüyle önleyemiyor. Prezervatiflerin koruyucu olması için her cinsel ilişkide yeni bir kondomun doğru biçimde kullanılması gerekir. Öte yandan kondom, genital veya anal bölge gibi vücudun HPV ile enfekte olabilecek her bölgesini kapsamıyor.

Yine de anımsatmakta yarar var: Prezervatif kullanımı önemli. HPV’ye karşı bir miktar koruma sağlıyor ve ayrıca cinsel yolla bulaşan öbür kimi enfeksiyonları da önlüyor.

Dünya genelinde durum ne?

HPV enfeksiyonu rahim ağzı kanseri için önemli bir risk etmeni.
HPV tüm dünyada, kadınlardaki enfeksiyon ilişkili kanserlerin yarısından çoğundan sorumlu.

Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı’na (IARC) göre dünyada yılda yaklaşık 604 bin yeni rahim ağzı kanseri olgusu ve buna bağlı 342 bin ölüm kaydediliyor. Yani her iki dakikada bir kadın bu nedenle ölüyor. Meme, kolorektal ve akciğer kanserlerinden sonra kadınlar arasında en sık görülen dördüncü kanser bu. Yakalanan yaklaşık 100 kadından 55’i ölüyor.

DSÖ: 2030’a dek kız çocuklarının % 90’ını aşılayın

Kimi ülkelerde genç kadınlarda insidans (belirli bir nüfusta, belirli bir zaman diliminde ortaya çıkan yeni olgular) ve ölüm hızlarının arttığı gözleniyor. DSÖ’nün 2022 yılında yaptığı ‘küresel’ eylem çağrısına göre, HPV aşılanması, tarama programları ve gereken müdahalelerle rahim ağzı kanseri halk sağlığı sorunu olmaktan çıkarılabilir.

Örgüt bunun için ülkeleri, 2030 yılına dek ‘90-70-90′ formülünü yaşama geçirmeye çağırıyor.

İlk hedef, kız çocuklarının % 90’ına 15 yaşına dek HPV aşısının yapılması.

Kadınların %70’inin 35 ve 45 yaşında olmak üzere iki kez taranması, kanser öncesi lezyon ya da kanser saptananların % 90’ının da tedavi edilmesi gerekiyor.

Geç yaşta kanser tanısı alınıyor

Akın Türkiye’de bilinen vakaların çoğunun 40-59 yaşlar arasında olduğunu belirtiyor:

“Rutin erken tanı sistemi- taramanın yetersiz olması, geç kalınması sonucunda HPV enfeksiyonu ve kanser öncesi lezyonların teşhis edilmemesine neden olduğu için kadınlarda geç yaşlarda kanser tanısı konuluyor. Rahim ağzı kanseriyle mücadele özellikle de eliminasyon hedeflendiğinde belki de en önemli sorun, mevcut kayıt bildirimlerinin gerçek durumu yansıtmaması. Tarama sayısı verilerinde, kimi kadınların DSÖ’nün önerdiğinin aksine, yılda bir kez ve daha sık taramaya katılması, kimilerininse hiç katılmaması nedeniyle değerlendirmede zorluklar yaşanıyor.”

Üç kadından ikisi bir kez bile tarama yaptırmamış!

Türkiye’de rahim ağzı kanseri ulusal tarama programına göre pap smear ve HPV testleri özellikle Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezleri’nde (KETEM) uygulanıyor. Tarama, 30-65 yaş kadınlarda beş yılda bir yapılıyor. Primer test HPV-DNA testi. HPV negatif olgular, beş yıl sonra tekrar taramaya çağrılıyor.

Kaldı ki bu testler vulva (dış genital organ), penis, anüs veya boğazda yüksek riskli HPV’yi saptayamıyor. Bu bölgelerdeki HPV’nin herhangi bir belirtisi yok. Ancak kansere dönüşürse, kimi belirtiler görülebiliyor.

Öte yandan 2019’da üç kadından ikisi (%61) yaşamında bir kez bile rahim ağzı kanseri taraması yaptırmamış. Özellikle toplumun dezavantajlı kesimlerinin sağlık hizmetlerine, taramalara ve maliyeti yüksek olan HPV aşılarına ulaşımı olanaklı değil. Bu da sağlıktaki eşitsizlikleri artırıyor.

Risk kadınlarla sınırlı değil

  • HPV erkek sağlığını da yakından ilgilendiriyor!

Türkiye’nin gündemine bir türlü gelemese de erkeklere de bağışıklama öneriliyor.
ABD, Kanada, Avustralya erkek çocuklarına da aşı öneren ülkeler arasında yer alıyor.

Prof. Akın, “Yerleştikleri alana göre, rahim ağzı kanseri, vulva kanseri, vajinal kanser, penis kanseri, anal kanser, ağız ve boğaz kanserine neden olabilirler. Dilin tabanı ve bademcikler de dahil olmak üzere boğazın arkasında bulunan kanserlerin çoğu bu tür HPV ile ilişkili. Bunlar erkeklerde en yaygın HPV ile ilişkili kanserler” diyor.

Akın düşük ve düşük-orta gelirli ülkelerde her iki cinsiyette de bu enfeksiyonun önemli bir sorun olduğunu vurguluyor: “Buralarda taramalar sınırlı, HPV enfeksiyon sıklığı çok, erken yaşta cinsel ilişki, HIV ile ko-enfeksiyon (ikinci enfeksiyon), yoksulluk, eğitimsizlik ve tütün kullanımı gibi hazırlayıcı etmenler çok.”

  • Yılda 69 binden çok erkek HPV’ye bağlı kanserden ölüyor!

Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı-IARC’a göre, 2018’de kestirimle 69 bin 400 erkekteki kanser HPV enfeksiyonlarına bağlı gelişti. HPV erkeklerde penis kanserine yol açabiliyor. Erkeklerde genital HPV enfeksiyonunun yaygınlığına ilişkin 1995-2022 arasında yayınlanan çalışmalarıyla ilgili bir meta analiz, yaklaşık %31’inin bir HPV türüyle, %21’inin ise yüksek riskli türlerle enfekte olduğunu gösteriyor. HPV prevalansı genç yetişkinlerde, özellikle de 25-29 yaş diliminde yüksek.

  • HPV aynı zamanda cinsel ilişki şekliyle ilişkili olarak
    ağız, baş ve boyun, anüs kanserlerine de neden olabiliyor.

Cinsel eğitim koşul

Prof. Akın, okul çağında – örgün eğitimde  bu konuda sağlığı  koruyucu eğitimler verilmesinin önemine de dikkat çekiyor:

“Bu çocukları ileride kanser olmaktan koruyacak. HPV aşısının ulusal bağışıklama programına eklenmesinin ve taramalara toplum katılımının artırılmasının yanında, cinsel sağlık bilgilerinin yaşa uygun biçimde okul öncesi dönemden başlayarak örgün eğitim müfredatına katılması özel önem taşıyor. Türkiye’de, üreme sağlığı ile ilgili biyolojik büyüme ve gelişme, anatomi ve fizyolojiyle ilgili kimi konular müfredatta yer alsa da ayrı bir ders olarak, kapsamlı, yaşa ve kültüre uygun bir cinsel sağlık eğitimi ilkokul, ortaokul ve lise müfredatında bulunmalı. Bu konuda sistem, politik bakış açısından kaynaklanan ya da başka her ne engel varsa kaldırılmalı.”

Prof. Akın söyleşimizin sonunda şu önemli anımsatmayı yapıyor:

  • “Kanserden değil geç kalmaktan korkun.”

İlham veren HPV aşısı mücadelesi
Bakan Koca: HPV aşısını uygulamaya başlayacağız
Prof. Baykal: Dünyada ada gibiyiz, Türkiye’de HPV aşısı olan kadın sayısı çok az
Mahkeme’den HPV aşısı kararı: Aşı ücreti SGK tarafından iade edilecek
İlaç zammı sonrası üç doz HPV aşısı 3 bin lira oldu
DSÖ: Tek doz HPV aşısı kanseri önlemek için yeterli
Mahkeme’den HPV aşısında ‘bedel iadesi’ kararı
Türk Eczacıları Birliği: HPV aşısı çocukluk çağı aşılama takvimine dahil edilsin
HPV aşısı yaptıranlara ömür boyu tek smear testi yetebilir
Rahim ağzı kanserine karşı ’90-70-90′ formülü
Bilirkişi de ‘HPV aşısı tıbben gerekli’ dedi
Kılıçdaroğlu: İktidara geldiğimizde HPV aşısı ücretsiz olacak
HPV aşısı, rahim ağzı kanserini yüzde 90’a yakın önlüyor
TTB: HPV aşısı takvime eklenip ücretsiz olsun
HPV aşısı için kanun teklifi: Ücretsiz olsun
HPV aşısı için burs kampanyası: Devlete yapması gerekeni gösteriyoruz
Kadınların hayatını kurtaracak aşı sigorta kapsamında değil: Gerekçe ekonomik

Korona ile Savaşın Stratejisi

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

(AS: Bizim kapsamlı katkı ve uyarılarımız yazının altındadır..)

  • “Stratejideki hatalar taktik başarılarla giderilemez

Öncelikle belirtmeliyim. Ben tıpçı değilim, topçuyum. Askerim. Strateji eğitimi aldım. Korona virüsü ile mücadeleyi de bir savaş olarak görüyorum. Bu savaşta uygulanan stratejiyi değerlendirmek ve uygulanması gereken stratejiyi önermek amacıyla yazıyorum.

Uygulanan Strateji

Bir savaşta İnisiyatifi düşmana kaptırmamak ve elde bulundurmak çok önemlidir.

Ülkemizde Korona ile mücadele “aç-kapa” olarak tanımlanabilecek bir yöntemle yapılmaktadır. İnisiyatif düşmana (virüse) kaptırılmıştır. Önce o saldırıyor, biz önlem alıyoruz. Önlemler karşısında saldırının şiddeti azalınca ekonomik/siyasal kaygılarla önlemleri gevşetiyoruz. Bunu gören düşman kendisini yenileyerek yeniden saldırıyor, yeniden önlemleri sıkılaştırıyoruz. Yani virüsün davranışına göre reaktif (tepkisel) bir strateji (yordam) izliyoruz. Virüs bizden ileride gidiyor bu da yitiklerin (zayiatın) artmasına neden oluyor.

Bu stratejinin başarılı olmadığı gelinen noktadan anlaşılmaktadır. Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek devlet aklına yakışmaz.

Proaktif Strateji (Öngelen Yordam)

Savaşta komutan zamanlama bakımından üç tür karar verebilir:

  1. Fırsat kararları,
  2. Problem kararları,
  3. Kriz kararları.

Doğru ve etkili olanı fırsat kararı vermektir. Buna göre komutan bir durum muhakemesini (kestirim) yapar, tehdidin ileride alacağı boyutu (düşman olanak ve yeteneğini) değerlendirir, tehdit henüz o düzeye ulaşmadan önlemini alır. Tehdit o düzeye geldiğinde komutan hazırlıklıdır.

Tehdidin ileride erişeceği boyutu doğru kestirmek mesleksel bilgi ve deneyim gerektirir.

“Biraz daha bekleyelim, tehdit gelişsin ona göre önlem alırız” denirse, inisiyatif düşmana geçmiş, tehdit artık problem (sorun) veya kriz (bunalım durumuna gelmiştir.
Bu durumda bunalım daha yüksek olan sorun veya kriz kararları almak zorunda kalınır.

Bu kuramı Korona ile savaşa uygularsak doğru strateji (yordam) şöyle olmalıdır:

Önce Bilim Kurulu, bilimsel öngörüleri ile örneğin “Bir ay sonra olgu, ağır hasta, ölüm sayıları ne ölçüde olabilir?” değerlendirmesini yapmalı; karar vericiler o sayılar gerçekleşmiş gibi sıkı önlemleri önceden almalı, olgu sayısının azaldığını görerek alınmış olan sıkı önlemleri gevşetmemeli, savunma önlemlerimiz (aşı dahil) güçlendirmelidir. Virüs yeniden saldırdığında zaten önlemler önceden alınmış, savunmamız pekiştirilmiş olacağından yitikler (zayiat) daha az olacaktır. Kısaca şimdi olduğu gibi reaktif (tepkisel) değil, proaktif (öngelen) bir strateji (yordam) izlenmelidir Virüsten önde gidilmelidir.

Tehdidin ileride alacağı boyut öngörülemiyorsa en tehlikeli senaryoya göre önlem alınmalıdır.

Korona le savaşımda bir başka husus, tehdidin boyutunun iyi tanımlanmasıdır.

Diyalektik materyalizmde (Eytişimsel diyalektikte) bir kural vardır:

  • Nicelikteki değişim nitelikte değişimi getirir.

KOVİT-19 olgu  sayıları milyonları buldukça, artık bu salt bir sağlık sorunu olmaktan çıkar. Toplumsal, psikolojik, ekonomik, siyasal boyutları olan birbiri ile ilgili çok boyutlu bir sorun durumuna gelir. Alınacak önlemler de buna uygun olarak çok boyutlu ve bütünleşik önlemler olmalıdır. Karar vericilere öneride bulunacak organlarda bütüncül bir yaklaşımla sorunun
tüm boyutlarını dikkate alacak uzmanlar olmalıdır.

Korona ile savaşımda bilimin gerekleri ile siyasetin öncelikleri kimi zaman çelişmektedir. Siyasetçiler kararlarında kısa erimli siyasal/ekonomik çıkarlarını değil; bilimin gereklerini
öne almalıdır. Bu yolla salgın önleneceğinden, uzun erimde siyasal yarar da sağlamış olacaklardır.

En doğru yolu gösteren, bilimdir. 
19 Nisan 2021, Cumhuriyet
============================================
Dostlar,

Sayın Dumanlı’nın Cumhuriyet‘te yayınlanan yazısı 2,5 yıl sonra yeniden güncel!

Kovit’in yeni 2 varyantı ile yeni bir dalga dünyada ellinin üstünde ülkede yaygınlaştı.
Sürekli izlem-tarama-veri irdelemesi (Sürveyans) yapmayan Dr. F. Koca’nın Sağlık Bakanlığı, “epey” süre ülkemizde bu varyantların olmadığını savladıktan sonra, geçtiğimiz hafta önce dokuz olguyu kabul etti, ardından da “olguların arttığını”…

Ama bir tesellisi var Bakan beyefendinin : Hastalık ağır geçmiyor, ölümler çok az!

Yani; insanların Kovit’e yakalanmaları, artan olgu (vaka) sayıları, hastaneler dolmadıkça ve ölümler tırmanmadıkça değerli meslektaşım Dr. Koca’nın pek umurunda değil.
Ünlü alaysı (ironik) söylemdir;

  • “Şu okullar olmasa ben Milli Eğitim’i öyle güzel yönetirim ki!” 

Bu söylemden türev alırsak,

  • “Şu hastaneler dolmasa, ölümler olmasa ben Kovit’i ne güzel yönetirim!” 

Sayın Bakan, “aşı lobilerinin baskısına boyun eğmeyeceklerini..” de aslanlar gibi dillendiriyor.
Hangi aşı lobisi açık – örtük baskı yaptı perde arkasında, bil(e)miyoruz.
Ancak güncellenen Kovit aşıları başta İngiltere ve ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerde geçtiğimiz ay uygulanmaya başlandı. Özellikle 65+ yaş dilimi ve öbür risk kümelerine ve hekimlerin gerek gördüğü insanlara..

Tabloyu ve yapılması gerekenleri Cumhuriyet‘teki köşemizde 28 Eylül 2023 günü yazdık :

Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan köşe yazımız: COVID geri döner mi? | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Çok özetle uyarımız – çağrımız şuydu :

  • Başta etkin sürveyans (izleme-bilgi toplama-değerlendirme),
    Sağlık Bakanlığı’nın zorunlu görevi.
  • Salgınlar 1. Basamakta göğüslenir, hastanelerde ve yoğun bakım birimlerinde değil!
    Bu ürkünç yanılgıya yeniden düşülmemeli.
  • PCR testleri yenilenmeli.
  • Türkiye’de dolaşmakta olan Kovit-19 varyantlarına etkili XBB.1.5 Omikron suşu içeren güncel SARS-CoV-2 aşıları kullanıma alınmalıdır.
    (TURKOVAC denilen aşı adayı / aşı taslağı kullanılmamalıdır.)
  • Riskli kesimlere, dışalımı yapılacak GÜNCEL aşıya çağrı yapılmalıdır. 

****
Yeni Kovit dalgasının ülkemizde yükselişini kaygı ile izliyoruz.

Dr. Koca ve ekibi ne yazık ki ders almıyor yaşananlardan..
101 bin dedikleri Kovit ölümleri, 23 Şubat 2023’te TÜİK tarafından 220 bin fazlasıyla itiraf edildi. Açıklananın 3 katı ya da her 3 ölümden 1’inin resmen açıklanması.. halkı aldatma!

O zamanlar gerçekleri açıklayan bizler ölüm tehditleri alıyorduk (Savcılar hiçbir işlem yapmadı!?), ama tersine yönetsel ve adli soruşturmalar geçiriyorduk!

İktidarın karın ağrıları                        :

1. Güncellenmiş Kovit aşısı alım bedelini karşılayamıyorlar.. “1 cent” e takla atıyorlar..
2. Bu yolla (güncellenmiş Kovit aşısı) TURKOVAC denen aşı adayının / taslağının da pabucu iyice dama atılacak; bunu içlerine sindiremiyorlar.
3. Yeni Kovit dalgası ile ölüm oranı düşük diye “bir miktar masum kurban“ı göze alan ……… politikalara devam. (Boşluğa yazılması gereken sözcüğü yazamadık!?)

Bir başka tasamız da sevgili meslektaşımız Dr. Koca’nın, gelecekte Yüce Divan‘da yargılanacak olması yüzünden..

Hekimlikten – insanlıktan kopuyoruz bu sefillik yüzünden..

Efendiler kendinize gelin.. SALGIN ile oyun olmaz!
Salgın ile savaş sizin ne idüğü belirsiz akıl dışı politik yeğlemelerinizle (tercihlerinizle) de olmaz!

  • Tek yol var : BİLİMSEL AKILCILIK..

Masum insanların katili politikalar gütmeyi aklınızdan bile geçirmeyin, sakın ha, sakın ha!

Sevgi, saygı ve derin KAYGI ile. 01 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan köşe yazımız: COVID geri döner mi?

Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan köşe yazımızAhmet Saltık

Ahmet Saltık
28 Eylül 2023, Cumhuriyet

KOVİT GERİ DÖNER Mİ?

Sevgili Cumhuriyet okuru,

Hacettepe’de tıbbiyeye başladığımız 17 yaşından beri Cumhuriyet okuruyuz. 52 yıl  sonra Cumhuriyette köşe yazma onuruna erişiyoruz, şimdilik iki haftada bir. Gazete yönetimine, başta
Sn. Alev Coşkun’a çok teşekkür ederiz. Tıp, Mülkiye, Hukuk ve 
Cumhuriyet 4. üniversitemiz. Ülkemize çok derinden borçluyuz. AYDINLANMA temel hedefimiz, pusulamız BİLİMSEL AKILCILIK. ***
2020-23 arasında KOVİT-19 salgını ile boğuştuk. Peki bitti mi? Artık geri gelmez mi? Pek çok bilinmez ve olumsuzluk var, dolayısıyla bilimsel özen ilkesine sarılmalıyız. Hızla ve aşırı artan dünya nüfusu, doğaya ciddi kirlenme ve tükenme baskısı. Yabanıl kapitalizmin dizginlenemeyen hırsı Dünya’yı bitiriyor, ekolojik denge çöküyor. Fatura yalnız küresel ısınma olmayıp çok ağır, iklim faciası! 

KOVİT-19 bu bedellerden salt biri. 3.5 yılda dünyanın en az 1/10’u KOVİT’e yakalandı, 7 milyon insan öldü. Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre gerçek sayılar bunun üç katı, veriler ürkütücü.

G20 ülkeleri 2021-Roma toplantısı sonuç bildirgesinde, “…Ardışık afetlerin yalnızca zaman sorunu olduğu!”uyarısı yapılmıştı ve bu öngörü, izleyen kısa dönemde doğrulandı ne yazık ki.

Salgınlar, toplum yaşamını savaştan da ağır etkileyen ancak bütüncül savaşımla önlenebilir afetler.

Kalıcı ve akılcı çözümler için kök nedenlere, nedenlerin nedenlerine inilmesi zorunlu. İlk adım DAYANIŞMA-KÜRESEL İŞBİRLİĞİ-EŞGÜDÜM. İngilizce kısaltarak

“Go SO-CO-CO COVID!”diyelim mi?

Sağlıklı-güvenli çevrede yaşamak temel insan hakkı. Yaşama geçirilmezse başta bulaşıcı hastalıklar hızla yayılır, tüm dünya için ciddi tehdit olur. Küresel salgınların “akçalı” (mali) faturası trilyonlarca dolar! 3.5 yıl süren kıtalararası salgında her yıl en az beş trilyon dolar yoksullaştık.

“Koruma her zaman sağaltımdan üstündür…” İngiliz atasözüdür. Dolayısıyla “Go SO-CO-CO COVID!” küresel direnişi ile daha adil, sağlıklı, güvenli bir dünya düzeni koşuldur ve olanaklıdır. Oysa salgın sırasında aşıya, tarama ve erken tanı olanaklarına, sağaltıma, nitelikli hastane hizmeti ve özellikle yoğun bakıma erişimde yaygın eşitsizlik giderilemedi. Bu durum kabul edilemez ve sürdürülemez.

Hukuk yoluyla da epey iyileştirme yapılabilir: Sağlık, herkese önkoşulsuz temel insan hakkı!

NELER YAPABİLİRİZ?

Nüfus artış hızı mutlaka yüzde yarıma düşürülmeli ve dünya nüfusu 8 milyarın altına çekilmeli.

“Yeşil yaşam”yeni rota olmalı. Yaşam biçiminde köklü değişiklik, israfın kesilmesi zorunlu.

Karbon ayak izi en aza indirilmeli; ulaşım, ısınma, bina mimarisi, yenilenebilen enerji kaynakları…

Homo sapiens mutlaka ve hızla, çevre insanı Homo environmentum’a evrilmeli, bu zorunlu!

Aşı reddi-çekincesi sorunu odağa alınmalı ve yaygın, etkin, sürekli halk eğitimi ile yürünmeli; dengeli ve ölçülü hukuksal yaptırımlar da konmalı. Aşı reddi, asla mutlak bir insan hakkı sayılamaz.

Temel hak ve özgürlüklerin kullanımında başkalarına zarar vermemek (primum non nocere), ana tıp-hukuk etiği ilkelerinden; dengeli-ölçülü sınırlama gerekli! (Anayasa m.12 ve 56)

Herkesin sağlıklı, güvenli yaşama hakkı evrensel olup üstün hukuk kuralıdır (jus cogens).

Aşıyı, sağaltımı ret gibi davranışlara izin verilemez. Toplum yaşamının nimeti ve külfeti birlikte yüklenilecektir. “Aşıyı ret – temel hak” ikileminde ya da çatışan değerler sorunsalında; geleneksel, kültürel kalıplara dayalı çağrışımsal düşünce yerine, olguların bilimsel değer bilgisine dayalı etik çözümleme ve temellendirmesi yapılmalı.

WHO, FAO, UNICEF, WFP, UNRHC, UNEP, UNDP gibi uluslararası BM kurumlarının olanakları artırılmalıdır. Salgın vb. sağlık, beslenme, çevre gibi temel sorunların yönetiminde siyasal karar vericilere bilimsel yol gösterecek kurumlar, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kurulmalı ve etkin kılınmalıdır. Bu kurumlar, sorun ortaya çıktığında ivedilikle kurulan bilim kurullarının yerini almalı ve hukuksal konumları güçlü, özerk, bilimsel olmalıdır. Kurullar yerine Kurumlar… 

ABD’de FDA ve CDC, AB’de E-CDC, EFSA, EMA, İngiltere’de UK-HSA, birçok ülkede ulusal CDC’ler (Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri) başarılı bilimsel kurumsallaşma örnekleridir.

DSÖ, dünyadaki altı bölge ofisiyle özellikle gelişmekte olan ülkelere öncülük etmelidir.

Birinci Basamak sağlık hizmetleri (yataksız; evde, işyerinde, okulda verilen) öncelikle güçlendirilmeli ve Ulusal Koruyucu Sağlık Enstitüleri eliyle salgın önleme, yönetim planları yapılıp güncellenmelidir. İngiltere’de E. Jenner, Almanya’da R. Koch, Fransa’da L. Pasteur Enstitüleri köklü, bilimsel, özerk kurumlardır ve sağlık afetlerini, salgınları önleme ve yönetmede siyasal yetkeye yol gösterir. Türkiye’de Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün yokluğu (663 s. KHK ile 2011’de kapatıldı) büyük sorun ve eksikliktir; çağcıl örnekleri dikkate alınarak hızla yeniden açılmalıdır.

Okullar açıldı, kış geliyor. Yeni varyantlar oluşuyor, oluşacak. 3.5 yılda varyant sayısı 1700’ü geçti. DSÖ’nün yakın izleme aldığı iki güncel Omikron alt varyantı, EG.5 (ERIS) ve BA.2.86 (Pirola). Sonki, çoklu varyasyon içeriyor ve bağışık sistemi aşabileceği kaygısı var. Geçen 3.5 yılda küresel kapitalizmin körlüğü, çıkarcılığı yüzünden köktenci bilimsel politikalar izlen(e)mediğinden, COVID-19 sorunu kalıcı olarak çözülemedi. Kısa erimde büyük dalgalanmalar beklenmeyebilir. Çünkü epey toplum bağışıklığı oluştu aşılama ve hastalığı geçirerek. Ancak bu bağışıklık giderek sönümleniyor. Ülkemizde ağır YOKSULLAŞTIRMA, başlıca risk etmeni! Kalabalık okullar, deprem bölgesinde barınma ve altyapı sorunları, yetersiz-dengesiz beslenme hatta AÇLIK çok can sıkıcı!

Başta etkin sürveyans (izleme-bilgi toplama-değerlendirme), Sağlık Bakanlığı’nın zorunlu görevi. Salgınlar Birinci Basamakta göğüslenir, hastanelerde ve yoğun bakım birimlerinde değil!
Bu ürkünç yanılgıya yeniden düşülmemeli. PCR testleri yenilenmeli. Türkiye’de dolaşmakta olan Kovit-19 varyantlarına etkili XBB.1.5 Omikron suşu içeren güncel SARS-CoV-2 aşıları kullanıma alınmalıdır. (TURKOVAC denilen aşı adayı kullanılmamalıdır.) Riskli kesimlere aşıya çağrı yapılmalıdır.

Bunlar başlıca 65 yaş üstü kişiler (grip aşısı da olmalılar) ve süregen sağlık sorunu olanlar ile hekimlerin gerek göreceği insanlardır. Altı ay üstü bebek ve gebelere de COVID-19 aşısı güvenle uygulanabilir. Hastalık kuşkusunda test yaptırmalı, hastalar durumlarını hekime danışmalı, kendilerini yalıtmalıdır.

Bilinen korunma önlemleri özenle sürdürülmelidir:

Kalabalık kapalı yerlerde maske ve uzun kalmama, fiziksel uzaklık, el yıkama… çok değerli.

Bakanlık saydam, bilimsel olmalı, kamuoyu ile güncel, doğru veri paylaşarak güven kazanmalı ve aşı karşıtlığı-çekincesi sorununu aşmaya çabalamalı, hekim örgütleriyle etkin işbirliği yapmalıdır.

KOVİT-19 bitmedi, “alarm” dönemi geride kaldı ancak özenle izleyerek sorunu yönetebiliriz.
***
İki hafta sonra 12 Ekim 2023 Perşembe yazımızda buluşmak üzere, sağlık ve esenlik diliyoruz.

Ahmet Saltık: COVID geri döner mi? (cumhuriyet.com.tr)

SONSÖZ TV ile SÖYLEŞİMİZ : ERİS VARYANTI NEDİR? YENİ PANDEMİ Mİ GELİYOR?

SONSÖZ TV ile SÖYLEŞİMİZ : 
ERİS VARYANTI NEDİR? YENİ PANDEMİ Mİ GELİYOR?
KANSER AŞISI NE ZAMAN HAZIR OLACAK?

Dostlar,

SONSÖZ TV’den Sayın Ebru GÜNGÖR ile Kovit-19’un son durumu hakkında bir söyleşi yaptık. Yaklaşık 20 dakika içinde Sayın Güngör’ün sorularını yanıtladık.

  • COVID-19 bitmedi, “alarm” durumu geride kaldı ancak özenle izlemek gerek.

65+ yaş ve süregen (kronik) hastalığı olanlar öncelikli olarak, halkın hem Kovit-19 hem öbür bulaşıcı hastalıklardan korunması için önlemler alınmalıdır. Grip aşısı 65+ yaş kitle başta olmak üzere, hekimlerce gerekli görülenler aşılanmalıdır.

Okullar ve yurtlarda yetersiz altyapı nedeniyle oluşan aşkın kalabalıklar endişe vericidir. Deprem bölgesi 11 ilde hala çadır ve konteynerlerde kalabalık nüfusun yaşamak zorunda bırakılması, kış yaklaşırken özellikle solunum yolu, yakın değinimle (temas) geçen hastalıklar bakımından riskli bir durumdur.

  • Yakıcı ve yaygın yoksullaşTIRma, yetersiz-dengesiz beslenme toplum sağlığı için genel anlamda son derece ciddi bir tehdittir.

Kovit-19 salgınında yapılan hatalardan ders alınmalı aşı karşıtlığına ödün verilmemelidir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) yakın izleme aldığı 2 güncel Omikron alt varyantı var :
EG.5 (ERIS) ve BA.2.86 (Pirola). 

Pirola varyantı çoklu varyasyon içeren (hipermutant) bir türü yeni koronavirüsün ve hem aşı olarak sağlanan yapay hem hastalık geçirilerek elde edilen doğal bağışıklığı aşabileceği kaygı kaynağı.

ERIS, taramalar çok azalmakla birlikte bir yaz alevlenmesi yaptı. Kırılgan kesimlerde hastaneye yatışlar arttı. Önümüzdeki aylarda yeni oluşabilecek varyantlar nedeniyle olgu sayıları artabilir.

DSÖ ve uzmanlar olarak salgın taramalarının (sürveyans) sürdürülmesini zorunlu görüyoruz.  Önümüzdeki sonbahar-kış, ileri yaş (75+) ve ek hastalıkları olanların aşı yinelemesi ve ek bireysel önlemler ile özenle korunmalarının önemine vurgu yapıyoruz.

Değişik nedenlerle bağışıklığı baskılanmış olanlara (kanserli, doku-organ-kemik iliği aktarımı yapılan, bağışıklığı baskılayıcı ilaçlar kullanan) ve ileri yaşta (>75) olup, altta yatan (eşlik eden) ciddi hastalığı (ko-morbidite) olanlara, aşırı kilolu olanlara.. son aşılarından veya Kovit-19 geçirilmesinden 6-12 ay sonra özgün (orijinal) yeni koronavirüsü içeren aşıyla anımsatma (rapel, booster) yapılabilir. Bu vb. durumlarda aşılama kararı hekime danışılarak her kişi için ayrı verilmelidir.

  • Türkiye’de, dolaşmakta olan Kovit-19 varyantlarına karşı etkin koruma sağlayan XBB.1.5 omikron suşunu içeren SARS-CoV-2 aşılarının hızla kullanıma verilmesi sağlanmalıdır. (TUKOVAC denilen aşı adayının kesinlikle unutulması gerekir.)

Video kaydını izlemek için lütfen tıklayınız. SONSÖZ TV‘ye ve Sayın Ebru Güngör‘e teşekkür ederiz. İzlenmesini, paylaşılmasını ve yaygın halk eğitiminin sağlanmasını dileriz. Sağlıklı bir toplum için en önemli çaba, tartışmasız HALKIN SAĞLIK EĞİTİMİDİR.

Sevgi ve saygı ile. 26 Eylül 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

COVID-19 Salgını Yeni Varyantlarla Sürüyor!

Sağlık Bakanlığı’nı Sorumlu Davranmaya Davet Ediyoruz! COVID-19 Salgını Yeni Varyantlarla Sürüyor!

COVID-19 pandemisinin başlangıcının ardından üç buçuk yıl geçmiştir.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, 16 Ağustos 2023 tarihine kadar dünyada 769 milyon 806 bin 130 kesinleşmiş vaka ve buna bağlı olarak 6 milyon 955 bin 497 ölüm meydana gelmiştir.

Türkiye’de ise Sağlık Bakanlığı’nın toplam ölüm sayısı olarak paylaştığı 102.174 sayısına karşın Türk Tabipleri Birliği’nin fazladan ölüm çalışmalarının da gösterdiği üzere pandemi kaynaklı 300 binden fazla ölümün olduğunu biliyoruz. (AS: TÜİK, 23.2.23 günü, ölüm verilerini yayınlamadığı 2021 ve 2022 için220 bin fazladan ölüm açıkladı! Saklananlarla birlikte kovit salgınında en az 322 bin kurban verdik..) 

Salgın küresel afet ilan edildikten sonra ve en yıkıcı zamanlarında bile Türkiye’deki kamu otoritesi, ilgili emek ve meslek örgütleriyle akademiyle ilgili dernek ve kurumlarla işbirliği yapmamıştır. Aşı öncesi dönemdeki tüm kararlarında toplumun sağlığı yerine sermayenin çıkarlarını tercih ettiğini net biçimde göstererek ülkeyi adeta sürü (toplum) bağışıklığına sürüklemiştir. Yetersiz, bilimsel olmayan düzenlemeler salgının yayılmasını önleyemediği gibi sosyal ve maddi olarak bir başına bırakılan toplum için salgını adeta işkence haline getirerek salgına karşı toplumsal direnci kırmıştır. Üstelik, ülkede COVID-19 ile ilgili alınan önlemlere uymayanlara verilen cezalar da affedilmiştir. Bu yolla salgınla mücadele politik kararlılığın yetersizliği de açıkça ilan edilmiştir. Günümüze kadar uygulanan yanlış politikalar, ileride bulaşıcı hastalıkların oluşturabileceği ciddi tehlikelere verilebilecek toplumsal cevabı da zayıflatmıştır.

Salgın taramalarının neredeyse hiç yapılmadığı bu dönemde bile dünyadan gelen verilerde, son aylarda COVID-19 günlük vaka sayısı 100 binin altında, ölüm sayısı ise binin altında olmakla birlikte halen salgının sürdüğü görülmektedir.

Salgının hastanelere yansıyan yükü azalmış olmakla birlikte virüs gelişimini sürdürmektedir.

DSÖ’nün izleme aldığı iki yeni Omicron alt varyantı EG.5 (Eris) ve BA.2.86’dır.

Bunlardan Eris tüm dünyada azalan taramalara karşın, salgında “yaz piki” ne yol açmış ve hastaneye yatışlara da yansımıştır.

Pirola olarak adlandırılan BA.2.86 ise “hipermutant”tır.

Aşı ve hastalıkla ilişkili bağışıklıktan kaçabileceği endişe vericidir.

Önümüzdeki süreçte yeni varyantlar nedeniyle vaka sayılarının artabileceğinden söz edilmektedir.

DSÖ ve ilgili kuruluşlar salgın taramalarının sürdürülmesi ve yeni sezonda, sonbaharda, ileri yaş ve eşlikçi hastalıkları olanların aşı tekrarı ve bireysel önlemler ile korunmalarının önemine dikkat çekmektedir.

Hekimler, tüm yaz boyunca süregiden “yaz gribi” gibi alışılmadık bir salgın ile karşı karşıya olduğumuzu belirtmektedir.

Ancak bireysel ve atık su taramaları yapılmadığı için ülkemizde “yaz gribi” ve “ishal” salgınları ile COVID-19 yeni varyantları arasındaki bağlantı kurulamamaktadır.

Dolayısıyla Sağlık Bakanı’nın söylediği gibi yeni varyantların ülkemizde görülmediğini söylemek kanıta dayalı değildir. Çünkü test yapılmazsa virüs de tespit edilemez. Ayrıca salgının yeniden alevlenmesine yönelik bir hazırlık da görülmemektedir. Sağlık Bakanlığı web sitesinde COVID-19’a yönelik paylaşılan son veriler Mart 2023’e aittir. Dolayısıyla Sağlık Bakanı’nın konuyla ilgili son açıklamaları da yalnızca salgının eskisi gibi yıkıcı olmayacağına ilişkin teselliye yönelik kalmıştır.

Türk Tabipleri Birliği olarak aşı eşitsizliğine ve gittikçe güçlenen aşı kararsızlığına (AS: ve daha önemlisi karşıtlığına) ulusal ve uluslararası düzeyde sürekli dikkat çeksek de; hem ulusal hem uluslararası yetkili kuruluşlar, ne aşı eşitsizliği ne de aşı kararsızlığı ve aşı karşıtlığıyla mücadele konusunda yeterli çabayı göstermişlerdir.

Geldiğimiz noktada, Türkiye nüfusunda COVID-19 aşısı ile iki doz aşılananların oranı %62,4’tür. Üç doz aşılananların oranı ise yalnızca %33,1’dir. 2023’te yapılan toplam COVID-19 aşısı sayısı yaklaşık 110 bin, içinde olduğumuz ağustos ayında ise bu sayı yalnızca bin dolayındadır. Öyle bir noktadayız ki, ülkedeki sağlık çalışanlarının bile önemli bir kesimi COVID-19 aşılarından bazılarına güven duymamaktadır. Aşı kararsızlığı, önümüzdeki salgınlar için acil olarak başa çıkmamız gereken en önemli konulardan biri olarak karşımızdadır.

Ülkedeki mevcut COVID-19 aşısı çeşitleri ve sayısı hakkında toplumu bilgilendirmek ve gerektiğinde aşılanmaya teşvik etmek Sağlık Bakanlığı’nın öncelikli görevidir.

  • COVID-19 bitmedi, halen hayatımızda duruyor.

Yaşlı ve kronik hastalar başta olmak üzere toplumun hem COVID-19 hem de diğer bulaşıcı hastalıklardan korunması için gerekli önlemlerin alınması, COVID-19 salgını süresince yapılan hatalardan ders çıkarılıp aşı kararsızlığıyla mücadele dahil, toplum sağlığına yönelik her türlü düzenlemenin toplumun da içinde olduğu şekilde yapılması gelecek için yaşamsal önemdedir.

Türk Tabipleri Birliği Pandemi Çalışma Grubu
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Yitirilen Değer, Hıfzıssıhha Enstitüsü.. Sözlü Tarih Çalışması

Dostlar,

Sayın Nihan Ertem, İzmir’li genç bir gazeteci, yazar ve yapımcı.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı / Başkan Sn. Tunç Soyer‘in desteği ile kapsamlı bir yakın tarih çalışması yaptılar.

Cumhuriyetimizin destansı devrimlerinden biri de hiç kuşku yok SAĞLIK DEVRİMİ‘dir.
İlk Meclis / 1. BMM daha 10. gününde, 2 Mayıs 1923’te Sağlık Bakanlığı’nı kurmuştur.
Dolayısıyla Sağlık Bakanlığı, bu yıl 101. yaşına girmiştir! O dönemde Osmanlı’da sağlık işleri İçişleri Bakanlığına bağlı bir genel müdürlük eliyle yürütülüyordu ve Avrupa’da çok az ülkede Sağlık Bakanlığı vardı.

Efsane Sağlık Bakanı ve Başbakan, Atatürk’ün taaa 19 Mayıs’a giderken Bandırma vapurundaki 19 yoldaşından biri (gemideki 3 hekimden 1’i!) olan Dr. Refik Saydam, genç Türkiye’ye çağcıl kurumlar kazandırma çabasındaydı. Bunlardan biri de kendi adını taşıyan Dr. Refik Sayfam Hıfzıssıhha (Sağlığı Koruma) Müessesesi (Kurumu) idi.

Bu Kurum, erken Cumhuriyet yıllarında, özellikle yoksul Anadolu halkını kırıp geçiren son derece yaygın bulaşıcı hastalıklarla savaşımında insanlık tarihine geçen görkemli başarıya yaşamsal katkılar verdi. İzleyen yıllarda da.. Taa ki 2011’de AKP iktidarı eliyle, 663 s. YGK (Yasa Gücünde Kararname) ile kapatılana ve Türkiye aşılarda tümü ile dışa bağımlı yapılana dek..

Sayın Nihan Ertem ve takımı (ekibi), bu öyküyü gün ışığına çıkarmak ve tarihe mal ederek geleceğe aktarmak üzere zorlu bir uğraşa girdiler. Birkaç yıl çabaladılar ve olayı aydınlatabilecek uzmanları bularak teker teker görüştüler. Kamera kayıtları aldılar.

Ortaya çok başarılı bir sözlü tarih çalışması çıktı. Ankara’da bizimle de görüştüler. 58 dakikalık kayıtta yer yer, parçalı olarak bizim de katkımız oldu.

Saygın bir Cumhuriyet kurumu ve armağanı olan bu Enstitü’nün / Kurumun, günümüze dek yaşatılan eskil (kadim) örnekleri örnek alınarak yeniden kurulması stratejik bir zorunluktur. Çağımızda ardışık sağlık – çevre ve bağlantılı afetler ne yazık ki kısa erimde önlenemeyecektir. Bu ardışık afetlere hazırlık, olanak ölçüsünde önleme ve karşılaşıldığında da savaşım – yönetme bu gibi Kurumlar ile yapılmaktadır. Almanya’da Robert Koch, Fransa’da Louise Pasteur, İngiltere’de Edward Jenner… Enstitüleri tipik örneklerdir ve 3’ü de yüz yılı aşan birikime – saygınlığa sahiptir. Kovit-19 salgınını başlıca bu Kurumlar bilimsel – teknik olarak yönetmişlerdir; siyasal karar vericileri yönlendirerek.

Bu değerli çalışmaya emek ve destek verenlere şükran doluyuz. 
Bize de katkı sunma olanağı sağladıkları için teşekkür ederiz.

İzlenmesini, paylaşılmasını ve gereğinin yapılmasını diliyoruz.

Çalışma, 23 ve 24 Eylül günlerinde yaklaşık yarısı boyutunda kısaltma ile KRT’de yayınlanmıştır.

Sevgi ve saygı ile. 25 Eylül 2023, Ankara
 
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

 

Balcalı’nın durumu neyi gösteriyor?

Bayazıt İlhan

Dr. Bayazıt İlhan
Güncel 15.09.2023, BİRGÜN

Tam adı Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi. Adana’da, bölgenin en önemli, köklü hastanesi. 6 Şubat ve 20 Şubat depremlerinde zarar gördüğü için boşaltıldı, hastaları diğer hastanelere nakledildi.

“Asrın felaketi” denen bir deprem yaşanmışken, 50 binden fazla yurttaş hayatını kaybetmiş, yüzbinlerce insan yaralanmış, milyonlar evsiz kalmış ve göç etmişken bölgenin en önemli hastanesinin, aradan yedi ay geçmesine rağmen büyük oranda atıl kalması nasıl açıklanabilir?

HEM BÖLGE HEM TÜRKİYE İÇİN ÖNEMLİ

Çukurova Üniversitesi’nin 2022 İdari Faaliyet Raporu’nda Balcalı Hastanesi şöyle tarif ediliyor:

“1.309 yatak kapasitesine sahip hastanemiz günlük ortalama 3.355 hastaya poliklinik hizmeti sunmakta olup, Akdeniz, Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesinin önemli bir bölümüne (yaklaşık 20 milyon nüfusa) üst düzeyde sağlık hizmeti vermekte ve bölgenin önemli referans sağlık merkezi konumunda bulunmaktadır.”

Dikkatinizi çekerim, hizmet verdiği bu 20 milyon nüfusun neredeyse tamamı son depremlerden etkilenmiş insanları tarif ediyor. Devam edelim: “Hastanemizde 2022 yılında 1.507.650 hastaya sağlık hizmeti verilmiş ve doluluk oranı %92 olmuştur. Sağlık hizmetlerinin en zor ve ileri aşaması yoğun bakım hizmetleridir. Hastanemiz, ülkemizin en büyük yoğun bakım kapasitesine sahip hastanelerinden biridir. Modern üniteleri ile her türlü yoğun bakım hastası izlenebilmekte ve tedavisi yapılabilmektedir…2022 yılında 76.879 ameliyat yapılmıştır.”

Hastane şimdi ne durumda? 21 Şubat 2023’de boşaltıldı. Aylardır 200 yataklı Hematoloji-Onkoloji binasında hizmet üretmeye çalışıyor. Hekimler zorlanıyor. Örneğin ameliyathane ile yataklı servisler aynı binada değil, ameliyat olan hastalar yataklı kliniklere ambulansla taşınıyor. Nakil sırasında olabilecek sorunlar cerrahları korkutuyor, hele büyük ve sıkıntılı ameliyatları yapmak çok zorlaşıyor.

28 Şubat’ta Sağlık Bakanı “Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi tüm kadrosu ile Yüreğir Devlet Hastanesinde hizmete devam edecek. Hastalarımızın kıymetli bilim adamlarından almakta olduğu hizmeti devam ettirmek için gerekeni yapıyoruz.” dedi, olmadı. Geçtiğimiz hafta Yüreğir Devlet Hastanesi’nden 200 yatak, iki kat, Tıp Fakültesi’nin kullanımına verildi. Çok acayip, yarısı ikinci basamak devlet hastanesi yarısı tıp fakültesi hastanesi olarak hizmet vermeye çalışıyor.

Üniversite yönetimi hocalara, çalışanlara, öğrencilere ne depreme dayanıksızlık raporları ile ilgili ne de önümüzdeki sürecin nasıl yönetileceğine dair şeffaf bilgi vermiyor. Yaklaşık bir ay önce yönetim sosyal medya üzerinden hastanenin güçlendirilmesine başlandığını duyurduğu halde görünürde bir faaliyet yok.

Balcalı Hastanesi bu duruma düşünce başta Adana Şehir Hastanesi olmak üzere diğer hastanelerin iş yükü çok arttı, sağlık çalışanları tükendi. Göçler ve deprem bölgesinin sevk ili olmasıyla birlikte Adana’da sağlık hizmetlerine ihtiyaç çok arttı. Adana Tabip Odası kentte sağlığın tıkanma noktasına geldiğini, hastalara yatak bulunamadığını, yoğun bakımlarda ciddi sıkıntılar yaşandığını, muayene randevuları ve ameliyat sıralarının dayanılmaz noktaya geldiğini bildiriyor.

Bu koşullarda parasını denkleştirebilen hastalar özel hastanelere yöneliyor. Şüphelenmemek mümkün değil, yoksa amaç özel sağlık hizmetlerinin payının daha da artması mıdır?

Çukurova Üniversitesi hocaları haklı olarak soruyorlar. Pandemi döneminde İstanbul’da, Atatürk Havaalanı pistlerini kırıp 45 günde hastane yapan devlet nasıl oluyor da Adana’da bunca zaman geçtiği halde tıp fakültesine kullanabileceği bir hastane yapamıyor, ya da mevcut hastanesinde güçlendirme çalışmalarını başlatıp yol alamıyor? Öyle ya, 45 günde hastane yapılacaksa bunun için en gerekli yer tüm deprem bölgesinin yükünü taşıyan Balcalı değil miydi?

TIP EĞİTİMİ YÖNÜNDEN ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ

Konunun bir de yaşamsal olan mezuniyet öncesi ve sonrası tıp eğitimi boyutu var. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi 51 yıllık geçmişiyle ülkemizin en değerli tıp fakültelerinden. Fakülte’nin 2022 yılı Birim Faaliyet raporuna göre 2151 tıp öğrencisi ve yabancı uyruklu 116 tıp öğrencisi var. 175’i profesör olmak üzere 333 öğretim üyesi, 700’ün üzerinde asistan doktoru mevcut. Tıp fakültelerinde eğitim ve sağlık hizmetleri iç içedir. Hastane bu durumdayken tıp öğrencilerinin, asistanların nitelikli eğitim alabilmesi mümkün değil.

Koşullar böyleyken sayısını hiç azaltmadan öğrenci alımına devam edilmesine ne demeli? Bu yıl 15’i yabancı uyruklu olmak üzere 221 tıp öğrencisi kontenjanı açıldığını görüyoruz. Dahası, Sağlık Bilimleri Üniversitesi altında açılan Adana Tıp Fakültesi var, yeterli altyapısı olmadığı için öğrencileri Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gönderiliyor. Oradan da bu yıl 62 öğrenci geliyor. Tıp eğitimine böyle yaklaşılması, koşulların göz ardı edilip yüksek kontenjanlardan ödün verilmemesi ayrıca can yakıyor.

Bu ülkenin sağlığını yönetenlerin önceliği deprem bölgesindeki sağlık hizmetlerini, hastaneleri, sağlık çalışanlarının durumunu düzeltmek olmalı. Hal böyleyken Ankara’da, İzmir’de bir türlü kamuoyuna açıklanmayan raporlarla, “depreme dayanıksızlık” gerekçesiyle hastane kapatma telaşına düşülmesi inanılır gibi değil.

Yapılması gerekenler açık. Balcalı Hastanesi’nin hasar durumu bilimsel raporlarla kamuoyuyla paylaşılmalı, güçlendirme ve gerekiyorsa yerinde yenilenme ivedilikle yapılmalıdır. Hastalar sağlık hizmetlerine ulaşabilmeli, tıp öğrencileri ve asistanların eğitimleri daha fazla aksamamalıdır.