Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ATATÜRK, CUMHURİYET HALK PARTİSİ, TÜRKİYE CUMHURİYETİ

Celal TOPKAN
20. Dönem CHP Adıyaman Milletvekili

  • Halkçılık esaslarına dayanan, gücünü halktan alan siyaset anlayışı ve parti,
  • Halk egemenliğine dayanan, laik demokratik sosyal hukuk devleti yönetim anlayışı,
  • Devrim ve devrimlerle yaşama geçirilen insanı merkez alan, insana önem ve değer veren, insanı yüceltmeye amaçlayan toplumsal, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel dönüşümler,

Atatürk’ün harp okulu öğrenciliği ve okulu bitirdikten sonra subaylığı sırasında, üzerinde kafa yorduğu projelerdi.

Babadan oğula geçen saltanat anlayışına dayalı sultanlıkla yönetilen Osmanlı imparatorluğu 1299’da kuruldu. 1517’de İslamiyet’in merkezi olan Mekke’yi fethetti. Bu tarihten başlayarak Osmanlı Padişahları “İslamın Halifesi” unvanını da aldılar. Osmanlı devleti din devleti oldu.
Mondros Ateşkesi ile (30 Ekim 1918) İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun Başkenti İstanbul’u kuşattı ve denetim altına aldı (13 Kasım 1918).
Fransa Urfa, Antep, Maraş, Adana’yı işgal etti.
İtalya Antalya ve yöresini işgal etti.
İngiltere ve Fransa’nın teşviki, ekonomik ve askeri desteği ile Yunanistan 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkartma yaptı. İzmir, Aydın, Manisa ve Batı Anadolu illerini işgal etti.

Osmanlı Devleti’ni işgal eden emperyalist devletlere karşı kurtuluş savaşı başlatmaya karar veren Mustafa Kemal, 9. Ordu Müfettişi görevi ile 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan deniz yoluyla yola çıktı, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı.

23 Temmuz 1919’da Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu bölgesi temsilcilerinin katılımı ile yapılan Erzurum Kongresi’nde Kongre Başkanı seçildi. Bu Kongrede, Emperyalist işgal devletlerine yönelik Kurtuluş savaşı başlatılması kararı alındı.
Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi’nde oluşturulan bir Kurul (Heyet) ile Erzurum’dan Sivas’a gitti. 4 Eylül 1919’da İstanbul, İç Anadolu, Ege, Akdeniz, Trakya, Batı Karadeniz bölgesi temsilcilerinin katılımı ile Sivas Kongresi başlatıldı. Mustafa Kemal gene Kongre Başkanı seçildi. Bölgesel nitelikli Erzurum Kongresi ardından Sivas Kongresi ülke ölçekliydi, Emperyalist işgal devletlerine yönelik Kurtuluş savaşı başlatılması kararını yineledi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği kuruldu.

Mustafa Kemal Sivas Kongresi sonrasında Temsil Kurulu (Heyet-i Temsiliye) Başkanı olarak yola çıktı. 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldi. 16 Mart 1920’de vilayetlere haber gönderdi. Milletvekili temsilcilerini seçip Ankara’ya göndermelerini istedi. İller temsilcileri milletvekillerini seçip Ankara’ya gönderdiler.

  • 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi açıldı.

Mustafa Kemal, 115 milletvekilince 1. Meclis Başkanı seçildi.
Mustafa Kemal’in başkanlığında Halkın Temsilcilerinden oluşan ilk Büyük Millet Meclisi’nde Kurtuluş Savaşı başlatılması kararı alındı. Mustafa Kemal Başkomutan olarak görevlendirildi.
Mustafa Kemal’in Başkomutanlığında Kurtuluş Savaşında emperyalist işgal devletleri tarihlerinde meydanlarda sıcak savaşta ilk yenilgilerini yaşadılar. Ülkemizi terk etmek zorunda kaldılar. 9 Eylül 1922’de İzmir’i, 6 Ekim 1923’te de İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldılar.

Kafasında
– halk egemenliğine dayanan
– laik – demokratik – sosyal – hukuk devleti yönetim biçimi,
– halkçılık temeline dayanan siyaset ve parti,
– insanı merkez alan,
– insana önem ve değer veren,
– insanı yüceltmeyi amaçlayan
– toplumsal, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel dönüşümler

olan Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı sonrasında yurt gezilerine çıktı. Ziyaret ettiği yerlerde halkla toplantılar yaptı. Halkçılık temeline dayalı, gücünü halktan alan, halk için, halkın ve ülkenin sorunlarını çözmek, halkı ve ülkeyi geliştirmek, kalkındırmak, varsıllaştırmak )zenginleştirmek), barış ve erince (huzura) kavuşturmak için Siyasal Parti kurmak istediğini söyledi. Halkın görüş ve önerisini sordu. Halkın görüş ve önerilerini aldıktan sonra Ankara’ya döndü. 9 Eylül 1923’te Halkçılık ilkelerine dayalı, gücünü halktan alarak siyaset yapacak olan Halk Fırkası’nı (Cumhuriyet Halk Partisi) kurdu.

1923’te emperyalist ülkeler İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz, İtalya, Almanya krallıkla, Sovyetler Birliği ve Çin Proleterya diktatörlüğü ile, İran Şahlıkla, Afganistan Krallıkla yönetiliyordu.

Amerika Birleşik Devleti İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz, İtalya’dan bu ülkeye göç eden emperyalist ülkelerin temsilcileri tarafından örgütlendi ve kuruldu.

Afrika ülkeleri emperyalist İngiltere, İtalya, İspanya, Portekiz, Fransa’nın işgali ve sömürüsü altındaydı.,
Güney Amerika ülkeleri emperyalist İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz’in işgali ve sömürüsü altındaydı.
Orta ve Doğu Asya ülkeleri Pakistan, Hindistan, Kore, Japonya, Endonezya, Malezya, Avusturalya ise Kanada ve İngiltere’nin işgali ve sömürüsü altında yaşıyorlardı.

  • Dünyada Halk Egemenliğine dayalı olarak yönetilen devlet yoktu.

Mustafa Kemal Atatürk’ün yönetiminde Halk Fırkası (CHP) tarafından Türk, Kürt, Sünni, Alevi, Laz, Çerkez… toplumun tüm kesimlerinin temsil edildiği milletvekillerinden oluşan 1. Büyük Millet Meclisinde kabul edilen yasayla Halk Egemenliğine dayanan, Laik – Demokratik – Sosyal – Hukuk Devleti Türkiye Cumhuriyeti kuruldu; 29 Ekim 1923!

Dünya’nın önde gelen tarihçileri, siyaset ve sosyal bilimcileri, Halk Egemenliğine dayanan, laik – demokratik – sosyal – hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’ni, 20. yüzyılın en büyük yenilik, değişim ve dönüşüm projesi olarak tanımladılar.

Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce bütünlüğünü (sistematiğini), önderliğini örnek aldılar, örnek gösterdiler. Halk egemenliğine dayalı olarak kurduğu laik – demokratik – sosyal – hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’ni, 20. yüzyılın en büyük yenilik, değişim ve dönüşüm projesi olarak tanıdılar. Türkiye Cumhuriyeti’ni örnek aldılar, örnek gösterdiler.

Emperyalist ülkelerin işgali ve sömürüsü altında yaşayan halklar, Atatürk’ün önderliğini, Kurtuluş Savaşı başarısını örnek aldılar. Cezayir, Tunus, Hindistan, Pakistan.. Ulusal Kurtuluş Savaşlarını başlattılar. Ülkelerini bağımsızlığa kavuşturdular. Halk egemenliğine dayanan devletlerini kurdular.
***
Atatürk’ün ölümünden sonra (10 Kasım 1938) CHP, Kuruluş felsefesi, ilkeleri ve değerlerine göre yönetilmedi. 1950-2023 arasında yapılan seçimlerde hiç tek başına iktidar olamadı. Türkiye Cumhuriyeti’ni din devleti yapmak isteyen partiler sürekli iktidar oldular. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve darbe sonrasında kurulan ve iktidar olan partiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni tarikat-cemaatlerle birlikte yönetmeye başlandılar. Eğitim kurumları bağımlılık kültürü ve öğretilmiş ezberlerle hareket eden, dinci kuşaklar yetiştirilmek üzere yapılandırıldı. Türkiye Cumhuriyeti büyük oranda din toplumun ve din devleti yapıldı.

Atatürkçü ve siyaseti iktidar olmak için yapan bir kişinin, CHP Genel Başkanı yapılması, CHP’nin kuruluş felsefesi doğrultusunda yapılandırılması, siyaset yapması, iktidar olması, dünyada örnek alınan ve örnek gösterilen Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi doğrultusunda yeniden yönlendirilmesi, yakıcı sorunlarının çözülmesi, gelişmesi, kalkınması, varsıllaşması (zenginleşmesi), halkın aş ve iş sorunun çözülmesi, barış ve erince (huzura) kavuşması gerekiyor.
=============================================
Celal Topkan;
20. Dönem CHP Adıyaman Milletvekili
2001-2010 Sosyal Demokrasi Derneği Genel Sekreteri
2011-2012 Sosyal Demokrasi Derneği Genel Başkan Yardımcısı
2010-2012 CHP Ankara İl Sekreteri
“Atatürk Sonrası CHP’ni Başarısızlığı ve Nedenleri” kitabının yazarı

Korona ile Savaşın Stratejisi

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

(AS: Bizim kapsamlı katkı ve uyarılarımız yazının altındadır..)

  • “Stratejideki hatalar taktik başarılarla giderilemez

Öncelikle belirtmeliyim. Ben tıpçı değilim, topçuyum. Askerim. Strateji eğitimi aldım. Korona virüsü ile mücadeleyi de bir savaş olarak görüyorum. Bu savaşta uygulanan stratejiyi değerlendirmek ve uygulanması gereken stratejiyi önermek amacıyla yazıyorum.

Uygulanan Strateji

Bir savaşta İnisiyatifi düşmana kaptırmamak ve elde bulundurmak çok önemlidir.

Ülkemizde Korona ile mücadele “aç-kapa” olarak tanımlanabilecek bir yöntemle yapılmaktadır. İnisiyatif düşmana (virüse) kaptırılmıştır. Önce o saldırıyor, biz önlem alıyoruz. Önlemler karşısında saldırının şiddeti azalınca ekonomik/siyasal kaygılarla önlemleri gevşetiyoruz. Bunu gören düşman kendisini yenileyerek yeniden saldırıyor, yeniden önlemleri sıkılaştırıyoruz. Yani virüsün davranışına göre reaktif (tepkisel) bir strateji (yordam) izliyoruz. Virüs bizden ileride gidiyor bu da yitiklerin (zayiatın) artmasına neden oluyor.

Bu stratejinin başarılı olmadığı gelinen noktadan anlaşılmaktadır. Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek devlet aklına yakışmaz.

Proaktif Strateji (Öngelen Yordam)

Savaşta komutan zamanlama bakımından üç tür karar verebilir:

  1. Fırsat kararları,
  2. Problem kararları,
  3. Kriz kararları.

Doğru ve etkili olanı fırsat kararı vermektir. Buna göre komutan bir durum muhakemesini (kestirim) yapar, tehdidin ileride alacağı boyutu (düşman olanak ve yeteneğini) değerlendirir, tehdit henüz o düzeye ulaşmadan önlemini alır. Tehdit o düzeye geldiğinde komutan hazırlıklıdır.

Tehdidin ileride erişeceği boyutu doğru kestirmek mesleksel bilgi ve deneyim gerektirir.

“Biraz daha bekleyelim, tehdit gelişsin ona göre önlem alırız” denirse, inisiyatif düşmana geçmiş, tehdit artık problem (sorun) veya kriz (bunalım durumuna gelmiştir.
Bu durumda bunalım daha yüksek olan sorun veya kriz kararları almak zorunda kalınır.

Bu kuramı Korona ile savaşa uygularsak doğru strateji (yordam) şöyle olmalıdır:

Önce Bilim Kurulu, bilimsel öngörüleri ile örneğin “Bir ay sonra olgu, ağır hasta, ölüm sayıları ne ölçüde olabilir?” değerlendirmesini yapmalı; karar vericiler o sayılar gerçekleşmiş gibi sıkı önlemleri önceden almalı, olgu sayısının azaldığını görerek alınmış olan sıkı önlemleri gevşetmemeli, savunma önlemlerimiz (aşı dahil) güçlendirmelidir. Virüs yeniden saldırdığında zaten önlemler önceden alınmış, savunmamız pekiştirilmiş olacağından yitikler (zayiat) daha az olacaktır. Kısaca şimdi olduğu gibi reaktif (tepkisel) değil, proaktif (öngelen) bir strateji (yordam) izlenmelidir Virüsten önde gidilmelidir.

Tehdidin ileride alacağı boyut öngörülemiyorsa en tehlikeli senaryoya göre önlem alınmalıdır.

Korona le savaşımda bir başka husus, tehdidin boyutunun iyi tanımlanmasıdır.

Diyalektik materyalizmde (Eytişimsel diyalektikte) bir kural vardır:

  • Nicelikteki değişim nitelikte değişimi getirir.

KOVİT-19 olgu  sayıları milyonları buldukça, artık bu salt bir sağlık sorunu olmaktan çıkar. Toplumsal, psikolojik, ekonomik, siyasal boyutları olan birbiri ile ilgili çok boyutlu bir sorun durumuna gelir. Alınacak önlemler de buna uygun olarak çok boyutlu ve bütünleşik önlemler olmalıdır. Karar vericilere öneride bulunacak organlarda bütüncül bir yaklaşımla sorunun
tüm boyutlarını dikkate alacak uzmanlar olmalıdır.

Korona ile savaşımda bilimin gerekleri ile siyasetin öncelikleri kimi zaman çelişmektedir. Siyasetçiler kararlarında kısa erimli siyasal/ekonomik çıkarlarını değil; bilimin gereklerini
öne almalıdır. Bu yolla salgın önleneceğinden, uzun erimde siyasal yarar da sağlamış olacaklardır.

En doğru yolu gösteren, bilimdir. 
19 Nisan 2021, Cumhuriyet
============================================
Dostlar,

Sayın Dumanlı’nın Cumhuriyet‘te yayınlanan yazısı 2,5 yıl sonra yeniden güncel!

Kovit’in yeni 2 varyantı ile yeni bir dalga dünyada ellinin üstünde ülkede yaygınlaştı.
Sürekli izlem-tarama-veri irdelemesi (Sürveyans) yapmayan Dr. F. Koca’nın Sağlık Bakanlığı, “epey” süre ülkemizde bu varyantların olmadığını savladıktan sonra, geçtiğimiz hafta önce dokuz olguyu kabul etti, ardından da “olguların arttığını”…

Ama bir tesellisi var Bakan beyefendinin : Hastalık ağır geçmiyor, ölümler çok az!

Yani; insanların Kovit’e yakalanmaları, artan olgu (vaka) sayıları, hastaneler dolmadıkça ve ölümler tırmanmadıkça değerli meslektaşım Dr. Koca’nın pek umurunda değil.
Ünlü alaysı (ironik) söylemdir;

  • “Şu okullar olmasa ben Milli Eğitim’i öyle güzel yönetirim ki!” 

Bu söylemden türev alırsak,

  • “Şu hastaneler dolmasa, ölümler olmasa ben Kovit’i ne güzel yönetirim!” 

Sayın Bakan, “aşı lobilerinin baskısına boyun eğmeyeceklerini..” de aslanlar gibi dillendiriyor.
Hangi aşı lobisi açık – örtük baskı yaptı perde arkasında, bil(e)miyoruz.
Ancak güncellenen Kovit aşıları başta İngiltere ve ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerde geçtiğimiz ay uygulanmaya başlandı. Özellikle 65+ yaş dilimi ve öbür risk kümelerine ve hekimlerin gerek gördüğü insanlara..

Tabloyu ve yapılması gerekenleri Cumhuriyet‘teki köşemizde 28 Eylül 2023 günü yazdık :

Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan köşe yazımız: COVID geri döner mi? | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Çok özetle uyarımız – çağrımız şuydu :

  • Başta etkin sürveyans (izleme-bilgi toplama-değerlendirme),
    Sağlık Bakanlığı’nın zorunlu görevi.
  • Salgınlar 1. Basamakta göğüslenir, hastanelerde ve yoğun bakım birimlerinde değil!
    Bu ürkünç yanılgıya yeniden düşülmemeli.
  • PCR testleri yenilenmeli.
  • Türkiye’de dolaşmakta olan Kovit-19 varyantlarına etkili XBB.1.5 Omikron suşu içeren güncel SARS-CoV-2 aşıları kullanıma alınmalıdır.
    (TURKOVAC denilen aşı adayı / aşı taslağı kullanılmamalıdır.)
  • Riskli kesimlere, dışalımı yapılacak GÜNCEL aşıya çağrı yapılmalıdır. 

****
Yeni Kovit dalgasının ülkemizde yükselişini kaygı ile izliyoruz.

Dr. Koca ve ekibi ne yazık ki ders almıyor yaşananlardan..
101 bin dedikleri Kovit ölümleri, 23 Şubat 2023’te TÜİK tarafından 220 bin fazlasıyla itiraf edildi. Açıklananın 3 katı ya da her 3 ölümden 1’inin resmen açıklanması.. halkı aldatma!

O zamanlar gerçekleri açıklayan bizler ölüm tehditleri alıyorduk (Savcılar hiçbir işlem yapmadı!?), ama tersine yönetsel ve adli soruşturmalar geçiriyorduk!

İktidarın karın ağrıları                        :

1. Güncellenmiş Kovit aşısı alım bedelini karşılayamıyorlar.. “1 cent” e takla atıyorlar..
2. Bu yolla (güncellenmiş Kovit aşısı) TURKOVAC denen aşı adayının / taslağının da pabucu iyice dama atılacak; bunu içlerine sindiremiyorlar.
3. Yeni Kovit dalgası ile ölüm oranı düşük diye “bir miktar masum kurban“ı göze alan ……… politikalara devam. (Boşluğa yazılması gereken sözcüğü yazamadık!?)

Bir başka tasamız da sevgili meslektaşımız Dr. Koca’nın, gelecekte Yüce Divan‘da yargılanacak olması yüzünden..

Hekimlikten – insanlıktan kopuyoruz bu sefillik yüzünden..

Efendiler kendinize gelin.. SALGIN ile oyun olmaz!
Salgın ile savaş sizin ne idüğü belirsiz akıl dışı politik yeğlemelerinizle (tercihlerinizle) de olmaz!

  • Tek yol var : BİLİMSEL AKILCILIK..

Masum insanların katili politikalar gütmeyi aklınızdan bile geçirmeyin, sakın ha, sakın ha!

Sevgi, saygı ve derin KAYGI ile. 01 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Mustafa Aydınlı şiiri : UYGARLIK YOLU

ŞİİR KÖŞESİ

 

Mustafa AYDINLI
Halk Ozanı

 

UYGARLIK YOLU

Evrenin esrarı gizi tükenmez
Bilimle sırrına erelim dedim
Merhemin sürmeden sızı tükenmez
Doğru bir tabibe varalım dedim
***
Gencecik hayatlar nasıl sönüyor?
Yetim hakkı nerde, nasıl yeniyor?
Gizli kapılarda neler dönüyor?
Gözlerin önüne serelim dedim
***
Arkalı tilkiler adam boğuyor
İnsanoğlu insanlıktan soğuyor
Güneş bile utanarak doğuyor
Bu nasıl bir gidiş soralım dedim
***
Dünyada özgürlük marşı çaldırıp
Yas tutanı ağlayanı güldürüp
Aradaki sınırları kaldırıp
İnsanları eşit görelim dedim
***
Savaşlar yüzünden gün günden beter
Hakça bölüşmeden kavga mı biter?
İnsanın insanı ezdiği yeter
Haksızlık üstünde duralım dedim
***
Emperyalist savaşlardan beslenir
Her sömürü yalan ile süslenir
Aydın olan doğruları seslenir
Bu yanlış defteri dürelim dedim
***
Aydınlı zalimler sırtımdan insin
Ortak üretilsin, birlikte yensin
İçimizi yakan acılar dinsin
Uygarlık yoluna girelim dedim

Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan köşe yazımız: COVID geri döner mi?

Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan köşe yazımızAhmet Saltık

Ahmet Saltık
28 Eylül 2023, Cumhuriyet

KOVİT GERİ DÖNER Mİ?

Sevgili Cumhuriyet okuru,

Hacettepe’de tıbbiyeye başladığımız 17 yaşından beri Cumhuriyet okuruyuz. 52 yıl  sonra Cumhuriyette köşe yazma onuruna erişiyoruz, şimdilik iki haftada bir. Gazete yönetimine, başta
Sn. Alev Coşkun’a çok teşekkür ederiz. Tıp, Mülkiye, Hukuk ve 
Cumhuriyet 4. üniversitemiz. Ülkemize çok derinden borçluyuz. AYDINLANMA temel hedefimiz, pusulamız BİLİMSEL AKILCILIK. ***
2020-23 arasında KOVİT-19 salgını ile boğuştuk. Peki bitti mi? Artık geri gelmez mi? Pek çok bilinmez ve olumsuzluk var, dolayısıyla bilimsel özen ilkesine sarılmalıyız. Hızla ve aşırı artan dünya nüfusu, doğaya ciddi kirlenme ve tükenme baskısı. Yabanıl kapitalizmin dizginlenemeyen hırsı Dünya’yı bitiriyor, ekolojik denge çöküyor. Fatura yalnız küresel ısınma olmayıp çok ağır, iklim faciası! 

KOVİT-19 bu bedellerden salt biri. 3.5 yılda dünyanın en az 1/10’u KOVİT’e yakalandı, 7 milyon insan öldü. Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre gerçek sayılar bunun üç katı, veriler ürkütücü.

G20 ülkeleri 2021-Roma toplantısı sonuç bildirgesinde, “…Ardışık afetlerin yalnızca zaman sorunu olduğu!”uyarısı yapılmıştı ve bu öngörü, izleyen kısa dönemde doğrulandı ne yazık ki.

Salgınlar, toplum yaşamını savaştan da ağır etkileyen ancak bütüncül savaşımla önlenebilir afetler.

Kalıcı ve akılcı çözümler için kök nedenlere, nedenlerin nedenlerine inilmesi zorunlu. İlk adım DAYANIŞMA-KÜRESEL İŞBİRLİĞİ-EŞGÜDÜM. İngilizce kısaltarak

“Go SO-CO-CO COVID!”diyelim mi?

Sağlıklı-güvenli çevrede yaşamak temel insan hakkı. Yaşama geçirilmezse başta bulaşıcı hastalıklar hızla yayılır, tüm dünya için ciddi tehdit olur. Küresel salgınların “akçalı” (mali) faturası trilyonlarca dolar! 3.5 yıl süren kıtalararası salgında her yıl en az beş trilyon dolar yoksullaştık.

“Koruma her zaman sağaltımdan üstündür…” İngiliz atasözüdür. Dolayısıyla “Go SO-CO-CO COVID!” küresel direnişi ile daha adil, sağlıklı, güvenli bir dünya düzeni koşuldur ve olanaklıdır. Oysa salgın sırasında aşıya, tarama ve erken tanı olanaklarına, sağaltıma, nitelikli hastane hizmeti ve özellikle yoğun bakıma erişimde yaygın eşitsizlik giderilemedi. Bu durum kabul edilemez ve sürdürülemez.

Hukuk yoluyla da epey iyileştirme yapılabilir: Sağlık, herkese önkoşulsuz temel insan hakkı!

NELER YAPABİLİRİZ?

Nüfus artış hızı mutlaka yüzde yarıma düşürülmeli ve dünya nüfusu 8 milyarın altına çekilmeli.

“Yeşil yaşam”yeni rota olmalı. Yaşam biçiminde köklü değişiklik, israfın kesilmesi zorunlu.

Karbon ayak izi en aza indirilmeli; ulaşım, ısınma, bina mimarisi, yenilenebilen enerji kaynakları…

Homo sapiens mutlaka ve hızla, çevre insanı Homo environmentum’a evrilmeli, bu zorunlu!

Aşı reddi-çekincesi sorunu odağa alınmalı ve yaygın, etkin, sürekli halk eğitimi ile yürünmeli; dengeli ve ölçülü hukuksal yaptırımlar da konmalı. Aşı reddi, asla mutlak bir insan hakkı sayılamaz.

Temel hak ve özgürlüklerin kullanımında başkalarına zarar vermemek (primum non nocere), ana tıp-hukuk etiği ilkelerinden; dengeli-ölçülü sınırlama gerekli! (Anayasa m.12 ve 56)

Herkesin sağlıklı, güvenli yaşama hakkı evrensel olup üstün hukuk kuralıdır (jus cogens).

Aşıyı, sağaltımı ret gibi davranışlara izin verilemez. Toplum yaşamının nimeti ve külfeti birlikte yüklenilecektir. “Aşıyı ret – temel hak” ikileminde ya da çatışan değerler sorunsalında; geleneksel, kültürel kalıplara dayalı çağrışımsal düşünce yerine, olguların bilimsel değer bilgisine dayalı etik çözümleme ve temellendirmesi yapılmalı.

WHO, FAO, UNICEF, WFP, UNRHC, UNEP, UNDP gibi uluslararası BM kurumlarının olanakları artırılmalıdır. Salgın vb. sağlık, beslenme, çevre gibi temel sorunların yönetiminde siyasal karar vericilere bilimsel yol gösterecek kurumlar, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kurulmalı ve etkin kılınmalıdır. Bu kurumlar, sorun ortaya çıktığında ivedilikle kurulan bilim kurullarının yerini almalı ve hukuksal konumları güçlü, özerk, bilimsel olmalıdır. Kurullar yerine Kurumlar… 

ABD’de FDA ve CDC, AB’de E-CDC, EFSA, EMA, İngiltere’de UK-HSA, birçok ülkede ulusal CDC’ler (Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri) başarılı bilimsel kurumsallaşma örnekleridir.

DSÖ, dünyadaki altı bölge ofisiyle özellikle gelişmekte olan ülkelere öncülük etmelidir.

Birinci Basamak sağlık hizmetleri (yataksız; evde, işyerinde, okulda verilen) öncelikle güçlendirilmeli ve Ulusal Koruyucu Sağlık Enstitüleri eliyle salgın önleme, yönetim planları yapılıp güncellenmelidir. İngiltere’de E. Jenner, Almanya’da R. Koch, Fransa’da L. Pasteur Enstitüleri köklü, bilimsel, özerk kurumlardır ve sağlık afetlerini, salgınları önleme ve yönetmede siyasal yetkeye yol gösterir. Türkiye’de Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün yokluğu (663 s. KHK ile 2011’de kapatıldı) büyük sorun ve eksikliktir; çağcıl örnekleri dikkate alınarak hızla yeniden açılmalıdır.

Okullar açıldı, kış geliyor. Yeni varyantlar oluşuyor, oluşacak. 3.5 yılda varyant sayısı 1700’ü geçti. DSÖ’nün yakın izleme aldığı iki güncel Omikron alt varyantı, EG.5 (ERIS) ve BA.2.86 (Pirola). Sonki, çoklu varyasyon içeriyor ve bağışık sistemi aşabileceği kaygısı var. Geçen 3.5 yılda küresel kapitalizmin körlüğü, çıkarcılığı yüzünden köktenci bilimsel politikalar izlen(e)mediğinden, COVID-19 sorunu kalıcı olarak çözülemedi. Kısa erimde büyük dalgalanmalar beklenmeyebilir. Çünkü epey toplum bağışıklığı oluştu aşılama ve hastalığı geçirerek. Ancak bu bağışıklık giderek sönümleniyor. Ülkemizde ağır YOKSULLAŞTIRMA, başlıca risk etmeni! Kalabalık okullar, deprem bölgesinde barınma ve altyapı sorunları, yetersiz-dengesiz beslenme hatta AÇLIK çok can sıkıcı!

Başta etkin sürveyans (izleme-bilgi toplama-değerlendirme), Sağlık Bakanlığı’nın zorunlu görevi. Salgınlar Birinci Basamakta göğüslenir, hastanelerde ve yoğun bakım birimlerinde değil!
Bu ürkünç yanılgıya yeniden düşülmemeli. PCR testleri yenilenmeli. Türkiye’de dolaşmakta olan Kovit-19 varyantlarına etkili XBB.1.5 Omikron suşu içeren güncel SARS-CoV-2 aşıları kullanıma alınmalıdır. (TURKOVAC denilen aşı adayı kullanılmamalıdır.) Riskli kesimlere aşıya çağrı yapılmalıdır.

Bunlar başlıca 65 yaş üstü kişiler (grip aşısı da olmalılar) ve süregen sağlık sorunu olanlar ile hekimlerin gerek göreceği insanlardır. Altı ay üstü bebek ve gebelere de COVID-19 aşısı güvenle uygulanabilir. Hastalık kuşkusunda test yaptırmalı, hastalar durumlarını hekime danışmalı, kendilerini yalıtmalıdır.

Bilinen korunma önlemleri özenle sürdürülmelidir:

Kalabalık kapalı yerlerde maske ve uzun kalmama, fiziksel uzaklık, el yıkama… çok değerli.

Bakanlık saydam, bilimsel olmalı, kamuoyu ile güncel, doğru veri paylaşarak güven kazanmalı ve aşı karşıtlığı-çekincesi sorununu aşmaya çabalamalı, hekim örgütleriyle etkin işbirliği yapmalıdır.

KOVİT-19 bitmedi, “alarm” dönemi geride kaldı ancak özenle izleyerek sorunu yönetebiliriz.
***
İki hafta sonra 12 Ekim 2023 Perşembe yazımızda buluşmak üzere, sağlık ve esenlik diliyoruz.

Ahmet Saltık: COVID geri döner mi? (cumhuriyet.com.tr)

HİLELİ ÜRÜN… HİLELİ SİYASET…

Lütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. (İTÜ)
ADD Genel Bşk. Başdanışm.
27.09.2023

Hileli ürünler genellikle kriz dönemlerinde piyasayı kaplar. Gerçek ürünlerin ulaşılamayacak ölçüde pahalanması (yani yoksullaşma), gerçek ürünün piyasada yeterince bulunmaması ya da aşırı pahalı olup büyük kazançlar elde etmeleri, hileli ürün üretenlerin bayram ettikleri zamanlardır. Aldanan yine yoksullardır. Bu durumda oluşan güvensizlik gerçek ürünlerin fiyatını daha da yükselttiği gibi daha pahalıya satılan bir üründe hile olmayacağı gibi bir algı yaratacağından bir kez daha aldatılma durumu ortaya çıkar.

Gösterişli ambalaj, bol reklâm, kolay bulunma, fiyat ucuzluğu, tartıyla (gramajla) oynama gibi yöntemlere karşı uyanık olmak da yeterli olmayabilir. Satın aldığımız her ürün üzerindeki etikette yazılı özelliği taşımayabilir. Son yıllarda geliştirilen katkı ve katışım maddeleri de hileli malları gizleme aracına dönüşmüştür. Bunalım dönemlerinin uzaması büyük bir insan kitlesinin gerçek ürünün tadını, kokusunu, lezzetini, kısaca niteliğini (kalitesini) unutmasına yol açar ki; bu durumda gerçek ürün ile hileli ürün arasındaki farkı ayırma yeteneğimiz de giderek yok olur.

Yine de biraz aklımızı kullanmak aldatılmamızı engeller. Örnek vermek gerekirse, bir kg dana etinin 350 TL fiyat etiketi taşıdığı bir dönemde sucuğu gönül rahatlığı ile 110 TL’den alamayız. Şekerin 40 TL’ye dayandığı bir dönemde, kg fiyatı 75 TL’den gerçek bal alamayız. Ayçiçek yağının 35 TL’yi geçtiği bir dönemde, litresi 60 TL’den zeytinyağı almak, sütün litresinin 20 TL’yi geçtiği bir dönemde 1 kg’ı 80 TL’ den peynir almak, bile bile aldanmaktır.

Özetle bir matbada kolayca bastırılan etikete bakarak ürün alınmaz. Ne acıdır k,i bu türden hileli ürünlerin kurbanları yoksul halk kesimleridir.

Tıpkı siyasette olduğu gibi…
***
Siyaset sahnesinde yer alanlar artık kendilerine diledikleri bir ambalajı (rozeti) seçip geniş halk yığınlarının önüne çıkıyorlar. Daha önemli noktalarda yer alanlar ise artık holdinglerin, bankaların, çok uluslu tekellerin denetimindeki TV kanalları ile gazetelerin büyük tanıtım kampanyaları, parlak ambalajları ile önümüze sürülüyor. Hiç kimse bunların ülke geleceğine ilişkin tasarım ve görüşleri ile ilgili değil. Siyasette “yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır” sözünün yaygınlığına karşın, kimse bu kişilerin yakın ya da uzak geçmişte neler yaptıkları, neler söyledikleri, en kritik ve can alıcı konulardaki davranışları ile ilgilenmiyor. Yakın geçmişte ağır hakaret ettikleri, suçladıkları siyasal akımlarla ya da kişilerle yan yana gelebiliyorlar. İletişimin bu denli kolay olduğu, bilgiye bu denli kolay ulaşılabildiği halde kendimizi yakın hissettiğimiz bir siyasal ambalaja bürünen kişinin yakın ya da uzak geçmişine karşı sağır ve kör olabiliyoruz. Üstelik tüm dünyada olduğu gibi siyasal partilerin kendilerine seçtikleri adların savundukları görüş ve yaptıkları işlerle hiçbir ilişkisi yok. Adaletle ilişiği olmayanların adında “adalet”, demokrasi ile ilişkisi olmayanın “demokrat”, halktan kopuk olanların “halkçı”, emperyalizmin kuklası olanların “milliyetçi” içinde neredeyse hiç işçi olmayanların “işçi” adını (ambalajını) çekinmeden kullanıyor oluşu hiçbir itiraza yol açmıyor.

SİYASETTE 50 YAŞINDAN SONRA DOĞANLAR…

Bir de siyasette 50 yaşından sonra doğanlar var ki, bu kişiler emeklilik günlerine yaklaşırken birden bire büyük reklâm kampanyaları ile yaşamımıza giriveriyorlar. Parlak ambalajlar, aldatıcı etiketler geniş halk kitlelerini yanıltıyor.

Oysa siyaset, başka bir deyişle ülkeyi yönetmeye istekli olmak büyük emek ister. Solda, ya da sağda siyaset sahnesinde yer alanların geçmişe bıraktıkları izlere bir biçimde rastlarsınız. Bir kesiminin daha lise yıllarında, değilse bile üniversite yıllarındaki örgütlenmelerde, akademik yaşamda, ya da iş yaşamında, sendikal örgütlenmelerde, işveren kuruluşlarında, Masonik örgütlerde, herhangi bir bildirinin altındaki imzada izlerine rastlarsınız. Kimisi büyük acılar yaşamış, ya da güçlü desteklerle korunmuş, adları canlı tutulmuştur. Ama egemen güçlerin basın yayın dünyamızı ele geçirmesinden sonra, birdenbire, kuyruklu yıldız gibi de değil, adeta “starling uydusu” gibi siyasal yaşamımızda parlayıveren ne denli çok hileli ürün gördük. Ne yazık ki bu hileli ürünlerin sahtelikleri gıda maddeleri gibi daha ilk kullanımlarında değil, uzun yıllar sonra ortaya çıkıyor. Nice cemaatçiyi laikliği savunan partilerde, dün denecek bir zamanda Atatürk’e ağza alınmayacak hakaretler sıralayanları Atatürkçü geçinen partilerde, nice patron yanlısını işçiyi savunduğu sanılan partilerde, nice uluslararası bağlantısı olanı bağımsızlığı savunduğunu söyleyen partilerde görebiliyoruz.

Hileli gıda ya da tüketim maddesinin zararını bireyler görüyor. Ne yazık ki hileli siyasetçinin zararını toplumun tüm kesimleri görüyor. Eskilerin deyimiyle “zarfa değil mazrufa bakmak(görünüşe değil içeriğe, öze) gerekiyor. Parlak ambalajlar kimseyi aldatmasın.

Buzlanan yüzler, uyuşan beyinler

27 Eylül 2023, Cumhuriyet

 

Olay Konya’da yaşandı. Karatay Müftülüğü, 2023 yılı II. Dönem Hafızlık Tespit Sınavı’nda başarılı olan hafızlara belge takdim programı düzenledi. 172 kadın ve erkek hafıza diplomalarını Konya İl Müftüsü Ali Öge verdi ve törende çekilen fotoğrafları sosyal medyada paylaştı.

Ancak görüldü ki, fotoğraflarda kadın hafızların yüzleri buzlanmış. Aynı fotoğraflar müftülüğün resmi internet sitesinde ve sosyal medya hesaplarında da yine kadınların yüzleri buzlanmış olarak yayımlandı!

Görüntüler tepki çekince, Öge, “fotoğrafların buzlanmasıyla ilgili bir talimatı olmadığını” belirterek “Muhtemelen oradaki hanım kardeşlerimizin ve ailelerinin isteğiyle yüzleri buzlanmıştır.” dedi.

Ne ilginçtir ki, 5 Eylül’de İzmir Dini Yüksek İhtisas Merkezi’nde düzenlenen “Diyanet Akademisi 2023 – 2024 Yüksek İhtisas Eğitimi Açılış Programı” töreninde de erkek personel, eğitim görevlisi ve kursiyerler ön koltuklara oturtulurken kadınlara arka sıralar ayrılmıştı.

Bu olaylar rastlantı değildir. 

Kadınları sosyal hayattan silip eve tıkmak isteyen… 

Kadınların temel görevini “en az üç çocuk doğurmak” olarak gören… 

Kadınları görünmez kılmak için çarşafa, peçeye sokan… 

Kadın voleybol takımımızın uluslararası alandaki başarılarından gurur duyacakları yerde rahatsız olan gericiliğin sonuçlarıdır. 

Aklı başında hiçbir kadın, başarılı olup diploma aldığı bir törende çekilen fotoğrafta yüzünün buzlanmasını istemez. Bunu isteyen, olsa olsa çevresindeki yobazlardır.

Geçenlerde İran devlet televizyonu muhabirinin okullar açıldığında bir kız çocuğu ile konuşmasının kaydını gördüm. Muhabir soruyor; “İran Cumhurbaşkanı Reisi’ye ne söylemek istersin?” Yüzü buzlanan çocuk yanıt veriyor:

  • Hiçbir zaman hicab giymek istemem.”

KISA TİŞÖRT GİYMEK, ŞARKI SÖYLEMEK SUÇ…

Buzlanma meselesi, geçen ay Taliban’ın Afganistan’da iktidarı ele geçirişinin ikinci yıldönümünde internette izlediğim bir videoyu hatırlattı. Kimliklerini gizleyen kadın müzisyenlerden oluşan “Son Meşale” adlı grup, Afgan kadınlarının zincirlendiğini anlatmak için bir şarkı yayımlamıştı.

Videoda burka içindeki iki kadının şarkı söyleyişini izlerken ne dediklerini anlamasam da takılıp kaldım. O etkileyici seslerin sahiplerini görememenin yarattığı sarsıcı bir duyguyla izledim. Yeraltında faaliyet gösterip şarkı yapmak ve onu dünyaya duyurmak için gösterdikleri çaba öylesine büyük ki…

Ardından İran’da, Mahsa Amini’nin birinci ölüm yıldönümünden sonra İran parlamentosunun onayladığı yeni “İffet ve Hicab Yasası” ile ilgili haberleri okudum. Artık İran’da başını örtmeyen kadınlara uyuşturucu kaçakçılarından daha ağır cezalar verilecekmiş. Sokakta “uygunsuz kıyafet” giyen kadınlar, 10 yıla kadar hapis ve yüzlerce dolar para cezasına çarptırılabilecekmiş.

Uygunsuz kıyafet” neymiş biliyor musunuz? Kısa kollu giysiler, yuvarlak yakalı tişörtler, üç çeyrek boy pantolonlar ve yırtık pantolonlar! 

Düşünsenize İran’da kısa kollu, yuvarlak yakalı bir tişört giymeniz 21. yüzyılda hapsedilmenize ya da Afganistan’da kadınların özgürlüğü için şarkı söylemeniz, kırbaçlanmanıza yol açabilir!

GERİCİLİĞE GEÇİT VERMEYECEĞİZ

Türkiye’de Aydınlanma’nın yolunu açan Cumhuriyet Devrimi yaşanmasa, laiklik bir ilke olarak anayasada yazmasa, bugün ülkemizde de kadınlar için İran’daki gibi cezalar olurdu.

Gericiliğin cenderesini 100 yıl önce laik Cumhuriyet Devrimi ile kıran Türkiye’de, bugün A Milli Kadın Voleybol Takımımıza karşı yobaz saldırısı da sıradan bir olay değildir; toplumun 21 yıldır siyasal İslamın ablukası altında yeniden tasarlanmasının bir sonucudur. 

Sporcuların bedenleri üzerinden yapılan iğrenç yorumlar, bu ülkede şeriat hukukunu uygulamak isteyen ve halifelik özentisi çeken yobazlara aittir.

Ama karşıdevrimcilerin öğrenemediği şudur:

Türkiye’de laik Cumhuriyet Devrimi sahipsiz değildir.
Gericiliğe asla teslim olmayacağımızı,
kadınların yüzlerini buzlarken beyinleri uyuşanlara,
bir kez daha göstermesini biliriz!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 27 Eylül 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ALDATMA

RTE, seçim öncesi 1 milyonunun gönderileceğini söylemişti.

ABD’de muhalefeti şikayet ederek, kendilerinin mültecileri göndermeyeceğini söyledi.

Halkını aldatan, vatandaşını yabancıya gammazlayan cumhurbaşkanı!..

SÖZ

RTE mülakat konusunda, “Seçim vaatlerim içinde böyle bir söz verdiysem, bunu Milli Eğitim ve İçişleri bakanlarımla görüşerek yeni bir yol haritasıyla ilerletiriz.” dedi.

Sözün önemsizliği bu kadar güzel dillendirilebilir…

UCUZ

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda RTE’ye yamanan Sina Oğan, arabasının 12 değil 6 milyon değerinde olduğunu söyledi.

Çok ucuzmuş. “Nereden buldun?” a gerek yok!..

YARDIM

Gençlik ve Spor Bakanlığı sporcusu olmayan bir derneğe 1,6 milyon lira yardım vermiş.

AKP’yi desteklesin yeter, sporcu her yerde var…

YUVARLAMA

Sayıştay, ödememesi halinde borçları devlete kalacak olan bir şirketin  nakit akışının 935 bin dolardan bir milyar dolara yuvarlandığını tespit etmiş.

Yuvarla gitsin, devlet/millet ödesin…

TÜRKÜM

İktidar yanlısı 16 gazete, mültecilere gösterilen tepkilere karşı, ”Hepimiz bir milletiz” açıklaması yaptı.

Millet ile ümmetin ayırdına varamamışlar.

AKP iktidarının Türk ve T.C.’yi silmeye başlamasından beri “TÜRK VATANDAŞI” sıfatını kullanıyorum.

Biz Türk milletinin bireyleriyiz, herkes yoluna…

YALANCI

Çıkarı için AKP’ye yamanan AK Çelebi, bir iş adamının 45 milyonluk arabasını annesini hastaneye götürmek için kullandığını söyledi.

AKP’li büyüklerinden yalan söyleme eğitimi almalı…

BUZLAMA

Konya/Karatay Müftülüğü, fotoğraf çekiminde, hafızlık belgesi alan kadınların yüzlerini buzladı.

AKP Eskişehir Milletvekili ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Ayşen Gürcan, sosyal medya hesabından paylaştığı tebrik mesajında milli sporcuların bacaklarını buzladı.

Kadın yüzü içki, sigara değildir.

Sporcunun bacağını, yüzünü değil kafanızdaki örümceği buzlayın…

AFET

Deprem döneminde çadır satarak Kızılay’ın güvenilirliğini yerlere düşüren Kerem Kınık, Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nde Afet Tıbbi Anabilim Dalı Başkanı yapıldı.

Afet durmuyor…

SONSÖZ TV ile SÖYLEŞİMİZ : ERİS VARYANTI NEDİR? YENİ PANDEMİ Mİ GELİYOR?

SONSÖZ TV ile SÖYLEŞİMİZ : 
ERİS VARYANTI NEDİR? YENİ PANDEMİ Mİ GELİYOR?
KANSER AŞISI NE ZAMAN HAZIR OLACAK?

Dostlar,

SONSÖZ TV’den Sayın Ebru GÜNGÖR ile Kovit-19’un son durumu hakkında bir söyleşi yaptık. Yaklaşık 20 dakika içinde Sayın Güngör’ün sorularını yanıtladık.

  • COVID-19 bitmedi, “alarm” durumu geride kaldı ancak özenle izlemek gerek.

65+ yaş ve süregen (kronik) hastalığı olanlar öncelikli olarak, halkın hem Kovit-19 hem öbür bulaşıcı hastalıklardan korunması için önlemler alınmalıdır. Grip aşısı 65+ yaş kitle başta olmak üzere, hekimlerce gerekli görülenler aşılanmalıdır.

Okullar ve yurtlarda yetersiz altyapı nedeniyle oluşan aşkın kalabalıklar endişe vericidir. Deprem bölgesi 11 ilde hala çadır ve konteynerlerde kalabalık nüfusun yaşamak zorunda bırakılması, kış yaklaşırken özellikle solunum yolu, yakın değinimle (temas) geçen hastalıklar bakımından riskli bir durumdur.

  • Yakıcı ve yaygın yoksullaşTIRma, yetersiz-dengesiz beslenme toplum sağlığı için genel anlamda son derece ciddi bir tehdittir.

Kovit-19 salgınında yapılan hatalardan ders alınmalı aşı karşıtlığına ödün verilmemelidir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) yakın izleme aldığı 2 güncel Omikron alt varyantı var :
EG.5 (ERIS) ve BA.2.86 (Pirola). 

Pirola varyantı çoklu varyasyon içeren (hipermutant) bir türü yeni koronavirüsün ve hem aşı olarak sağlanan yapay hem hastalık geçirilerek elde edilen doğal bağışıklığı aşabileceği kaygı kaynağı.

ERIS, taramalar çok azalmakla birlikte bir yaz alevlenmesi yaptı. Kırılgan kesimlerde hastaneye yatışlar arttı. Önümüzdeki aylarda yeni oluşabilecek varyantlar nedeniyle olgu sayıları artabilir.

DSÖ ve uzmanlar olarak salgın taramalarının (sürveyans) sürdürülmesini zorunlu görüyoruz.  Önümüzdeki sonbahar-kış, ileri yaş (75+) ve ek hastalıkları olanların aşı yinelemesi ve ek bireysel önlemler ile özenle korunmalarının önemine vurgu yapıyoruz.

Değişik nedenlerle bağışıklığı baskılanmış olanlara (kanserli, doku-organ-kemik iliği aktarımı yapılan, bağışıklığı baskılayıcı ilaçlar kullanan) ve ileri yaşta (>75) olup, altta yatan (eşlik eden) ciddi hastalığı (ko-morbidite) olanlara, aşırı kilolu olanlara.. son aşılarından veya Kovit-19 geçirilmesinden 6-12 ay sonra özgün (orijinal) yeni koronavirüsü içeren aşıyla anımsatma (rapel, booster) yapılabilir. Bu vb. durumlarda aşılama kararı hekime danışılarak her kişi için ayrı verilmelidir.

  • Türkiye’de, dolaşmakta olan Kovit-19 varyantlarına karşı etkin koruma sağlayan XBB.1.5 omikron suşunu içeren SARS-CoV-2 aşılarının hızla kullanıma verilmesi sağlanmalıdır. (TUKOVAC denilen aşı adayının kesinlikle unutulması gerekir.)

Video kaydını izlemek için lütfen tıklayınız. SONSÖZ TV‘ye ve Sayın Ebru Güngör‘e teşekkür ederiz. İzlenmesini, paylaşılmasını ve yaygın halk eğitiminin sağlanmasını dileriz. Sağlıklı bir toplum için en önemli çaba, tartışmasız HALKIN SAĞLIK EĞİTİMİDİR.

Sevgi ve saygı ile. 26 Eylül 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

COVID-19 Salgını Yeni Varyantlarla Sürüyor!

Sağlık Bakanlığı’nı Sorumlu Davranmaya Davet Ediyoruz! COVID-19 Salgını Yeni Varyantlarla Sürüyor!

COVID-19 pandemisinin başlangıcının ardından üç buçuk yıl geçmiştir.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, 16 Ağustos 2023 tarihine kadar dünyada 769 milyon 806 bin 130 kesinleşmiş vaka ve buna bağlı olarak 6 milyon 955 bin 497 ölüm meydana gelmiştir.

Türkiye’de ise Sağlık Bakanlığı’nın toplam ölüm sayısı olarak paylaştığı 102.174 sayısına karşın Türk Tabipleri Birliği’nin fazladan ölüm çalışmalarının da gösterdiği üzere pandemi kaynaklı 300 binden fazla ölümün olduğunu biliyoruz. (AS: TÜİK, 23.2.23 günü, ölüm verilerini yayınlamadığı 2021 ve 2022 için220 bin fazladan ölüm açıkladı! Saklananlarla birlikte kovit salgınında en az 322 bin kurban verdik..) 

Salgın küresel afet ilan edildikten sonra ve en yıkıcı zamanlarında bile Türkiye’deki kamu otoritesi, ilgili emek ve meslek örgütleriyle akademiyle ilgili dernek ve kurumlarla işbirliği yapmamıştır. Aşı öncesi dönemdeki tüm kararlarında toplumun sağlığı yerine sermayenin çıkarlarını tercih ettiğini net biçimde göstererek ülkeyi adeta sürü (toplum) bağışıklığına sürüklemiştir. Yetersiz, bilimsel olmayan düzenlemeler salgının yayılmasını önleyemediği gibi sosyal ve maddi olarak bir başına bırakılan toplum için salgını adeta işkence haline getirerek salgına karşı toplumsal direnci kırmıştır. Üstelik, ülkede COVID-19 ile ilgili alınan önlemlere uymayanlara verilen cezalar da affedilmiştir. Bu yolla salgınla mücadele politik kararlılığın yetersizliği de açıkça ilan edilmiştir. Günümüze kadar uygulanan yanlış politikalar, ileride bulaşıcı hastalıkların oluşturabileceği ciddi tehlikelere verilebilecek toplumsal cevabı da zayıflatmıştır.

Salgın taramalarının neredeyse hiç yapılmadığı bu dönemde bile dünyadan gelen verilerde, son aylarda COVID-19 günlük vaka sayısı 100 binin altında, ölüm sayısı ise binin altında olmakla birlikte halen salgının sürdüğü görülmektedir.

Salgının hastanelere yansıyan yükü azalmış olmakla birlikte virüs gelişimini sürdürmektedir.

DSÖ’nün izleme aldığı iki yeni Omicron alt varyantı EG.5 (Eris) ve BA.2.86’dır.

Bunlardan Eris tüm dünyada azalan taramalara karşın, salgında “yaz piki” ne yol açmış ve hastaneye yatışlara da yansımıştır.

Pirola olarak adlandırılan BA.2.86 ise “hipermutant”tır.

Aşı ve hastalıkla ilişkili bağışıklıktan kaçabileceği endişe vericidir.

Önümüzdeki süreçte yeni varyantlar nedeniyle vaka sayılarının artabileceğinden söz edilmektedir.

DSÖ ve ilgili kuruluşlar salgın taramalarının sürdürülmesi ve yeni sezonda, sonbaharda, ileri yaş ve eşlikçi hastalıkları olanların aşı tekrarı ve bireysel önlemler ile korunmalarının önemine dikkat çekmektedir.

Hekimler, tüm yaz boyunca süregiden “yaz gribi” gibi alışılmadık bir salgın ile karşı karşıya olduğumuzu belirtmektedir.

Ancak bireysel ve atık su taramaları yapılmadığı için ülkemizde “yaz gribi” ve “ishal” salgınları ile COVID-19 yeni varyantları arasındaki bağlantı kurulamamaktadır.

Dolayısıyla Sağlık Bakanı’nın söylediği gibi yeni varyantların ülkemizde görülmediğini söylemek kanıta dayalı değildir. Çünkü test yapılmazsa virüs de tespit edilemez. Ayrıca salgının yeniden alevlenmesine yönelik bir hazırlık da görülmemektedir. Sağlık Bakanlığı web sitesinde COVID-19’a yönelik paylaşılan son veriler Mart 2023’e aittir. Dolayısıyla Sağlık Bakanı’nın konuyla ilgili son açıklamaları da yalnızca salgının eskisi gibi yıkıcı olmayacağına ilişkin teselliye yönelik kalmıştır.

Türk Tabipleri Birliği olarak aşı eşitsizliğine ve gittikçe güçlenen aşı kararsızlığına (AS: ve daha önemlisi karşıtlığına) ulusal ve uluslararası düzeyde sürekli dikkat çeksek de; hem ulusal hem uluslararası yetkili kuruluşlar, ne aşı eşitsizliği ne de aşı kararsızlığı ve aşı karşıtlığıyla mücadele konusunda yeterli çabayı göstermişlerdir.

Geldiğimiz noktada, Türkiye nüfusunda COVID-19 aşısı ile iki doz aşılananların oranı %62,4’tür. Üç doz aşılananların oranı ise yalnızca %33,1’dir. 2023’te yapılan toplam COVID-19 aşısı sayısı yaklaşık 110 bin, içinde olduğumuz ağustos ayında ise bu sayı yalnızca bin dolayındadır. Öyle bir noktadayız ki, ülkedeki sağlık çalışanlarının bile önemli bir kesimi COVID-19 aşılarından bazılarına güven duymamaktadır. Aşı kararsızlığı, önümüzdeki salgınlar için acil olarak başa çıkmamız gereken en önemli konulardan biri olarak karşımızdadır.

Ülkedeki mevcut COVID-19 aşısı çeşitleri ve sayısı hakkında toplumu bilgilendirmek ve gerektiğinde aşılanmaya teşvik etmek Sağlık Bakanlığı’nın öncelikli görevidir.

  • COVID-19 bitmedi, halen hayatımızda duruyor.

Yaşlı ve kronik hastalar başta olmak üzere toplumun hem COVID-19 hem de diğer bulaşıcı hastalıklardan korunması için gerekli önlemlerin alınması, COVID-19 salgını süresince yapılan hatalardan ders çıkarılıp aşı kararsızlığıyla mücadele dahil, toplum sağlığına yönelik her türlü düzenlemenin toplumun da içinde olduğu şekilde yapılması gelecek için yaşamsal önemdedir.

Türk Tabipleri Birliği Pandemi Çalışma Grubu
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Cumhuriyetin 100’üncü yılında ‘Dil Bayramı’mız

Sevgi ÖZEL
Dil Derneği Başkanı

26 Eylül 2023, Cumhuriyet

Cumhuriyetin 100’üncü, Harf Devrimi’nin 95’inci, Dil Devrimi’nin 91’inci yılına eriştik. 100’üncü yılı, devrimlerimizin yıldönümlerini alanlarda, bütün okullarda kutlamak isterdik. Sözde milliyetçiler Cumhuriyetin devrimleriyle hesaplaşarak ulusal günleri unutturmak istediler. Bugün genç akıllar ülkeyi terk ederken, ekmek askıda bile değilken Cumhuriyetin olanaklarıyla Meclis’e girenler laik eğitime savaş açtılar; “şeriat” diyeni yüreklendiriyorlar. Her sokakta Atatürk’le devrimler karalanıyor. Bugün tek sorunumuz ekonominin ayar bozan öğesi “enflasyon” değil, tepeden tırnağa kullanılan dildir. Her alanın bilimi varken tüm sorunlar dinsel kavramlarla açıklanabiliyor; oysa yalanlar doğrular, eksikler fazlalar salt dille anlatılabilir; dil bilinciyle ayıklanabilir. Dilin de geçmişi ve bilimi var.

TÜRKÇENİN VARSILLIĞI

Türklerin Orta Asya’da kurdukları devletlere ilişkin kısıtlı kaynaklar bile Türkçenin varsıllığını gösterir. 10. yüzyılda İslamiyete geçen Oğuz boyları, İranlılar ve Araplarla yakınlaşarak Selçuklu İmparatorluğu’nu kurmuş; yöneticiler ve din adamları halkı, “Peygamber Arap, Kuran Arapça, cennette Arapça konuşuluyor” diye etkilemiştir. Yönetimde Arapça, sanatta Farsça yeğlenerek Türkçeden vazgeçilmiştir. Osmanlı’nın yönetici ve aydınları da Selçuklu gibi Arapça-Farsçayı baş tacı yapınca Türkçe ötelenmiş; iki dilin boyunduruğu altındaki Osmanlıca denen yapay dil doğmuştur. Halife padişahlarla Arapçaya yöneliş pekişmiş;

  • Türkçe, “kaba Türkün” dili diye aşağılanmıştır. 

ÖNGÖRÜSÜ YÜKSEK DEVRİMCİ

İmparatorluklar kuran Türklerin sarayları, güce yaslanan aydınları Türkçeyi hiç sevmemiştir. Kendine Osmanlı, diline Osmanlıca diyen imparatorluk yükselişin ardından hızla toprak yitirirken Rönesansa, dinde reforma, Fransız Devrimi’ne, eğitime, insan haklarına, hukuka, teknolojiye yönelik değişimleri de görememiş, “matba”yı yüzyıllar sonra kullanmasının bedeli dile yazılmıştır. 1800’ler biterken aydınlar, Türkçenin yalınlaştırılması için atağa geçmiş; şairler yazarlar her alanda dili tartışmıştır. Ne ki kapağında Türkçe sözlük yazan tek yapıt yoktur; olanın da adı Türkçe değildir. Aydınlar dili tartışırken başlayan Kurtuluş Savaşı utkuyla sonuçlanmıştı. Öngörüsü yüksek bir devrimci olan Mustafa Kemal yaşananların tanığı bir Osmanlı aydınıydı. Dinsel anlam yüklenen yazı ve dilin büyük bir sorun olduğunu biliyordu.

ÜÇ YASA

Cumhuriyet Devrimlerinin önemli ayağı 1924’te Hilafeti, Şeriye-Evkaf Vekâleti’ni kaldıran, Öğretim Birliği’ni sağlayan üç yasadır. Atatürk, bu üç yasayla “ümmi kul” olan, ulus (millet) duygusu taşımayan “ümmet”ten, din ve ırkın baskın olmayacağı bir ulus yaratmıştır. Cumhuriyet Devrimlerinin öteki güçlü ayakları 1928’deki Harf Devrimi, 1932’deki Dil Devrimi’dir. Bu devrimler düşünce özgürlüğünün ve laik eğitimin özüdür. 12 Eylül darbecileri, Atatürk’ün eliyle yazdığı vasiyetnameyi çiğneyip dernek olarak kurduğu Türk Dil Kurumu’nu 1983’te kapattılar.

  • Vasiyetnamesinin çiğnenmesi, kurumlarının kapatılması Atatürk’e ve Cumhuriyete ihanetti!
  • Dil Devrimi çok yasak gördü; durdurulamadı. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Dil Devrimi adı altında Türkçemiz tatsız, tuzsuz, ruhsuz, renksiz kelimelerin tasallutunda” demesi; devrimi, “tarihinin en büyük kelime katliamı” diye nitelemesi; “Bugün genç birinin; Mehmet Akif’i, Ömer Seyfettin’i ve Ahmet Haşim’i dahi anlayamıyor olmasının, bu dönemde Türkçeye yapılan suikastın sonucu olduğunu” söylemesi danışmanlarının yanlış bilgi aktarmasından kaynaklanıyor olabilir; çünkü bu yazarlar Türkçe ve edebiyat derslerinde okutuluyor. Cumhurbaşkanı da doğallıkla devrimin sözcüklerini kullanıyor.

Dün saraylar, saraylara öykünenler “yerli ve milli” iken Dil Devrimi’ni savunanlar solcu, bölücü, komünistti; bugün devrimin gücü herkese ders veriyor.

  • Cumhuriyetin 100’üncü,
  • Harf Devrimi’nin 95’inci,
  • Dil Devrimi’nin 91’inci yılı kutlu olsun!
    =======================================================
    Aşağıdaki 2 görsel tarafımızdan eklenmiştir (Dr. Ahmet SALTIK, Dil Derneği Üyesi, 26.9.23)