Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Türkiye açlığa mahkûm… Kurtuluş önseçimde!

Fikri Sağlar

Fikri Sağlar
Güncel 12.12.2023, BİRGÜN

Türkiye karanlıkta yaşıyor. Mecazi anlamda söylemiyorum.

Avrupa’da hala yaz saati kullanan tek ülkeyiz.

Çalışma saatlerimiz karanlıkta başlıyor.

İşlerine giden ve toplamda 20 milyon öğrenciyle birlikte ülke nüfusunun yarısından fazlası,

sabahın koyu karanlığında sokaklara dökülüyor…

AKP, yaz saatinin enerjide müthiş karlılık sağladığını söyleyerek milleti alenen kandırıyor!
∗∗∗

1940 yılından beri Türkiye’de geçerli olan “yaz-kış saati uygulaması”, enerjiden tasarruf etmek

amacıyla 2016 yılında AKP’ce kaldırıldı ve ‘yaz saati’ kalıcı hale getirildi.

İktidar, böylece elektrik tüketiminin azaldığını belirtse de uzmanlar, tam tersini dile getiriyor…
∗∗∗

Nitekim CHP İzmir Milletvekili Ednan Aslan,
Bu karar ‘enerjide tasarruf sağlanacak’ iddiası ile

alındı. Uygulamanın hayata geçtiği yıl baz alındığında; 2016 yılının Kasım ve Aralık ile 2017 yılının

Ocak-Şubat ve Mart aylarında gerçekleşen elektrik enerjisi tüketimi, yıllık %6,5 ile 9,5

arasında değişen artışa neden olmuştur.”

diyerek İktidarın yurttaşları aldattığına dikkat çekiyor…
∗∗∗

Yani, yaz saatinin kalıcı olması tasarruf için değil, yandaş elektrik dağıtım şirketlerinin karlarını

arttıran ve yurttaşları soymak adına  bir yöntem haline getirilmiştir.

Kaldı ki, 
Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye’nin etkisiyle yaz saati uygulamasını kullanan KKTC, yoğunlaşan

halkın tepkileri nedeniyle Erdoğan’a rağmen bu uygulamadan vazgeçmiştir!
∗∗∗

Kalpleri kadar halkı sömürmede kafaları da karanlık olanların bu konuda ortaya koydukları

gerekçe, daha da vahim :

“Çocuklarımız ezan sesiyle güne başlasın!”


ÇEDES
’le ilkokul çocuklarını bilimsel eğitim/öğrenimden uzaklaştıran, “dindar ve kindar gençlik” yetiştirme projesini zorla ülkeye dayatmaya çalışanların bu ülkeye katkısı olamaz…

  • Her atılan adımın, vekaleten emperyalistlere yaptıkları hizmet olduğunu artık halkımız anlamalı!

Sömürülüyoruz!

Kullanılıyoruz!

Cumhuriyetin ilkelerinden ve Kişiliklerimizden uzaklaşıyoruz…
∗∗∗
Artık kendimize acındırmamalıyız!
Gözümüzü açıp gerçekleri görmeliyiz!
Daha doğrusu, görmenin yollarını aramalıyız!
∗∗∗
Bakın;
Aslında % 20’yi geçtiği ekonomistlerce belirlenen ancak, resmi istatistiklerine göre 10 Kasım 2023’Te açıklanan işgücü işsizlik oranı, “2023 yılı Eylül ayında %8,9 olarak gerçekleşmiş…”

Gerçeklere uymayan bir algı oyunu daha… İstihdam edilenlerin sayısı ise 32 milyon 185 bin kişiyi bulmuş… Çalışanların 4 milyon 877 bin 270’ni ise kamuda görev yapıyormuş.
Yani AKP döneminde, istihdam edilen her 6 kişiden birinin kamuda çalıştığı anlaşılıyor…
Bu bilgilere bakınca, Türkiye’de istihdam oranı +44,1 de kalmış!
Yani 22 yıllık AKP iktidarı, çalışma yaşına gelenlerin yarısına dahi iş bulmamış!
Ülke kaynaklarının istihdamı gerçekleştirecek yatırımlara değil, yandaşları besleyen ve geri dönüşü olmayan projelere yatırıldığı ayan beyan ortada…
Görülüyor ki; halkın açlığı, sefaleti, işsizliği ve gelecek güvencesi iktidarın umurunda değil
∗∗∗
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre, zorunlu sigortalı sayısı”, 1 milyon 411 bin kişi azalarak, 15 milyon 921 bin kişiye inmiş… Yani “sigortalı işçi sayısında” dramatik bir düşüş yaşanıyor! Kısaca, Emeği koruyan kamu kurumları ve sendikaların güçsüzleştirildiği, örgütlenmenin önün kapatıldığı bir dönem oluştu…

  • Çok vahim bir durumla karşı karşıyayız…

Çünkü çalışan nüfus, emeklilere bakmak zorunda! Oysa, Çalışanların yüzde 60’ı asgari ücret alıyor. Yani 11. 402 TL… TÜRKİŞ’e göre açlık sınırı 14.025 TL. Seviyesinde. Yani asgari ücretin üstünde… Yoksulluk sınırıysa 45.686 TL’ye yükseldi. Bekâr çalışanın yaşama maliyeti ise 18 bin 239 TL olarak belirlendi… Bu durumda çalışanları açlığa mahkûm eden, tarikat ve cemaatlere avuç açan bir toplumun yaratıldığı, insafsız bir düzenin bilinçli olarak AKP’ce kurulduğu ayyuka çıkıyor!
∗∗∗
2022 yılı itibariyle, Türkiye’de 13 milyon 72 bin emekli bulunuyor. Bunun 2,4 milyonu memur emeklisi… Her 1.5 çalışan bir emekliye bakar durumda… Milyonlarca Emekli, ortalama 7500 TL’yle geçinmeye çalışıyor. Yani daha baştan emekliler açlığa mahkûm!

  • AKP iktidarı 21 senedir emeği sömürüyor…

Emekçiyi doyurmadığı, emeğine saygı duymadığı gibi TÜİK aracılıyla yalan yanlış istatistiksel sonuçlarla aç kalmasına da neden oluyor…

Bu zulümden kurtulmanın yolu CHP’nin ayağa kalkması, yerel seçimlerde kentleri yönetir hale gelmesidir.

Başarı ancak, amasız, fakatsız, yöneticilerin kaprisleri ve gelecek beklentilerine kulak vermeden ön seçimle elde edilir! 1989 Yerel seçimleri bu yöntemle kazanıldı…

EĞİTİM ÜZERİNE

Suay Karaman

Birçok sorunla boğuşan ülkemizin en büyük sorunlarının başında eğitim gelmektedir. Eğitimin dışında ekonomik sorunlar, hukuksuzluk, laiklik karşıtı eylemler sürüp gitmektedir. Eğitime gerekli yatırımı yapmayanlar ve önem vermeyenler, ülkemizin bu sıkıntılı günlere gelmesinde hep başrol oynamışlardır.

AKP iktidarı ile iyice dincileştirilen eğitim, laiklik ve bilimsellikten saparak, dindar ve kindar gençlik yetiştirilmesi üzerine kurulmuştur. Siyasal iktidar devlet okullarına gerekli ödeneği vermeyerek, okulları darboğaza sokmuştur. Buna bağlı olarak görevdeki öğretmenlerin birçoğunun yeterlik düzeyleri de orta ve ortanın altına düşmeye başlamıştır. Devlet okullarındaki olanaksızlıklar yüzünden öğrencilerin özel okullara gitmesi özendirilmek istenmektedir.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın bedelsiz dağıttığı kitapların dışında kaynak ya da yardımcı kitap alınmasına yasak getirilmiştir. Bakanlığın dağıttığı kitaplar yazım (imla) yanlışlarıyla, anlam bozukluklarıyla, çocukları psikolojik olarak çöküntüye uğratan seçilmiş görsellerle doludur. Bu yüzden kaynak kitap gereksinimi doğmaktadır. Özellikle devlet okullarındaki öğretmenler ile velilerin sosyal medya üzerinden kurdukları iletişim kanalları yasaklanmıştır. Şimdi “sınıf annesi” olarak adlandırılan uygulama da kaldırılmıştır. Bunun gerekçesi ‘sınıf annelerinin, sınıflarda çeşitli etkinliklerde bulunarak velilerden ödenti (aidat) toplaması, ders araç-gereci ve kitap almak için para istediği yönündeki kimi uygulamalar’ olarak açıklanmıştır.

Milli Eğitim Bakanlığı, devlet okullarına yeterli maddi destek sağlamamaktadır. Isınma, su ve elektrik dışında okullara akçalı (mali) destek verilmemektedir. Okul temizliği ve güvenliği için çalışan verilmediği gibi, yeterli parasal yardım da yapılmamaktadır. Kimi okullarda memurların yapması gereken işleri okul müdürleri ve yardımcıları yapmaktadır.

Bu durumda velilerden her dönem para toplanmaktadır. Bunu da sınıf annesi veya sınıf temsilcisi adı verilen gönüllü veliler yerine getirmektedir. Burada bir yolsuzluk ya da kötüye kullanma (sui istimal) yoktur; yalnızca okulun gereksinimlerinin karşılanması amaçlanmaktadır.

Millî Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında bağıtlanan (imzalanan) “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES)” projesi kapsamında imam, vaiz gibi din görevlilerini, okullara “manevi danışman” olarak görevlendirdi, öğrencilere “değerler eğitimi” (!?) vermeye başladı. ÇEDES projesinin amacı, öğrencileri bilime sevdalı, kültüre meraklı (AS: bu anlamsız-çok saçma bir kavram!) ve duyarlı; milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlere göre yetiştirmek olarak belirlenmiş ve din görevlilerinin öğrencilere ‘Değerler Eğitimi’ vermesi planlanmış. İzmir ve Eskişehir’de göreve başlayan din görevlilerinin kimilerinin milli, ahlaki, insani ve manevi değerleri ne denli özümsedikleri, ortaya çıkan olaylardan belli olmaktadır. (AS: “Değerler eğitimi” çok ciddi bir iştir, Felsefe eğitimi ve pedagojik formasyonla birlikte epey denetim gerektirir..)

Laik eğitimin altını oymak ve eğitimi iyice dincileştirmek için çalışmalarını hız kesmeden sürdüren MEB (Milli Eğitim Bakanlığı), ortaokul ve liseler için hazırlanan “Türk sosyal hayatında aile” adlı seçmeli derle, aile kurmanın “fıtrata uygun olduğu” öğretilecektir. İslamiyetin kabulünden sonraki dönemde aile yapısı, hadis ve ayetlere dayalı işlenecektir. (AS: Medeni Yasa çöpe mi!!??)

4-5 yaşındaki çocuklara din eğitimi vermek çocukların zihinsel gelişimlerinde olumsuz etkiler bırakır, çünkü bu dönemde çocuklar henüz soyut düşünme becerisine sahip değildirler. Bu yaşlardaki çocuklar gerçekle masalı ayırt edemezler. Zaten din derslerinin içeriğinin çocukların gelişimsel düzeylerine ve ilgi alanlarına uygun olmadığı bilinmektedir. CHP başta olmak üzere kimi muhalefet partileri de dinci kesimlerden oy almak umuduyla bunlara sessiz kalmaktadır.

Daha önce MEB’de müsteşarlık yapan, 2013’te kurduğu Cihannüma ve İşbirliği Derneği’nin uzun yıllar genel başkanlığını yapan, yasa değiştirilerek bir aylık profesör iken yeni kurulan Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi rektörlüğüne atanan şimdiki MEB Yusuf Tekin, eğitimi iyice dincileştirmek için göreve getirilmiştir. Geçtiğimiz günlerde yepyeni bir eğitim felsefesi ve sistemi getireceklerini bildiren Bakan, bu ay içinde çok kapsamlı bir öğretim programı (müfredat / yetişek) hazırlayacaklarını da açıkladı. Bu çağdışı yönetimlerin eğitimin iyileştirilmesi için verebilecekleri hiçbir katkı yoktur. ‘Şeriat Meşrutiyet’, ‘II. Abdülhamit’ten Cumhuriyete Miras’ ve ‘Başkanlık Sistemi ve Kuvvetler Ayrılığı’ adlı kitapları yazan Bakanın getireceği “yenilik” (!), şeriattan yana olacaktır.

Sorgulayan, düşünen, laik, bilimsel ve çağdaş eğitime son verince öğrencilerin yurt içi ve yurt dışındaki başarıları da düşmektedir. Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (Program for International Student Assessment) olan PISA, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üç yılda bir, 15 yaş dilimindeki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendirmektedir. PISA 2018 ölçümlerine göre Türk öğrenciler 79 ülke arasında matematikte 43., fen bilgisinde 40. ve okuduğunu anlama bölümlerinde 41. sıradaydı. PISA 2022 ölçümlerine göre Türk öğrenciler 81 ülke arasında matematikte 39., fen alanında 34. ve okuduğunu anlama alanlarında 36. sıradadır. Türkiye’nin sıralamaları 2018’e göre çok az yükselse de, ortalamanın altındadır. Üniversiteye giriş sınavlarında da matematik, fizik, kimya ve biyolojide yaklaşık %10 oranında doğru yanıt verilirken, Türk dili ve edebiyatında yaklaşık %20 doğru yanıt vardır.

Çocukların geleceğini düşünmeyen toplumlar, ülkelerinin geleceğini karanlıklara sürükler.

Ne yazık ki ülkemizdeki okullarda ortalama olarak esnek olmayan, okumayan, okuduğunu anlayamayan, düşünmeyen, sorgulamayan, tartışmayan, yabancı dil bilmeyen, her şeye boyun eğen çocuklar yetiştiriyoruz. Zaten dinci eğitimle farklı bir sonuç almak olanaksızdır.

Küresel piyasanın kucağına bırakılan eğitim sistemi sürekli değiştirilerek, düşünen ve sorgulayan eğitim yerine, biat eden eğitim modeli ile ülkemizin geleceği karartılmaktadır. Cumhuriyetin geleceği olan özgür birey, araştırır, bilgiye ulaşır, sonuçta fikir sahibi olur. Her okula kitaplık açmak gerekirken, mescit açılmaktadır ve ders araları namaz saatlerine göre ayarlanmaktadır. Böyle bir eğitim sistemi dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde yoktur.

Siyasi iktidarın Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) Yasası’nı delerek topluma dayattığı 4+4+4 eğitim sistemi kaldırılmalı, düşünen, sorgulayan yaratıcı bir sistem üzerinde yoğunlaşılarak, kesintisiz olarak 1+8+3 eğitim sistemi uygulanmalıdır. Uygulanacak öğretim programı sınav temelli değil, öğrenme temelli olmalıdır. Bütün öğretim basamaklarını içine alan köklü bir eğitim reformu yapılmalıdır. Gereğinden çok imam-hatip okulları, ilahiyat fakülteleri, Kuran kursları kapatılmalıdır. Ülkemizin şiddetle teknik eğitime gereksinimi varken, dinci eğitim ile cumhuriyet devrimlerinin altı oyulmaktadır. Tarikatların denetimindeki kurslar ve yurtlar devletin yönetimine geçirilmelidir. Okullara ulaşım ve öğle yemekleri ücretsiz sağlanmalıdır. Yeterlik ve bilgi düzeyi yüksek öğretmenlerin yetiştirilmesi için üniversitelerin eğitim bilimleri fakültelerinin sistemlerinin yenilenmesine gereksinim vardır. Atatürk’ün

  • Eğitimdir ki bir milleti; ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder” diyen eşsiz liderimiz Atatürk’ün “eğitim işlerinde mutlaka başarılı olmak gereklidir. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu surette olur.

uyarısını aklımızdan çıkarmamalıyız.

Azim ve Karar, 11 Aralık 2023

Memleketimden ihanet manzaraları

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
11 Aralık 2023, Cumhuriyet

 

Kurtuluş Savaşı’nın lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, “Nutuk” adlı eserinde, Padişah Vahdettin için, soysuz”, “alçak”, “adi” ve “hain gibi ifadeler kullanmıştı.

Vahdettin, Kurtuluş Savaşı mücadelesi başladıktan sonra, Atatürk hakkındaki idam kararını onaylamıştı ve Kurtuluş Savaşı sürecinde işgalci güçlerle işbirliği yapmıştı. Nitekim Vahdettin, Osmanlı topraklarını da, işgalci bir devlet olan Britanya’ya ait bir savaş gemisiyle terk etmişti.

Atatürk’ün Vahdettin hakkında bu sıfatları kullanması son derece doğal olduğu gibi, haklı bir yargıya dayanmaktadır.

Buna rağmen AKP iktidarı döneminde, Atatürk’e karşı Vahdettin’in avukatlığına soyunan bazı odaklar türedi. Bu odaklar, Atatürk’ün Vahdettin hakkındaki nitelendirmelerini savunan veya kullanan kişiler hakkında soruşturma ve dava açarak, Vahdettin’in yolunda olduklarını utanmadan ilan ettiler!
***
Son olarak, AKP’nin kayyum atadığı Diyarbakır Belediyesi, Cumhuriyet Devrimlerine ve laiklik ilkesine karşı çıkan, hilafeti savunan, bu doğrultuda 1925 yılında devlete karşı silahlı terör eylemleri başlatan Şeyh Said’in adını, bir caddeye verme kararı aldı!

Hilafetin kaldırılmasına, medreselerin kapatılmasına ve Öğretim Birliği yasasıyla bilimsel-laik eğitimin uygulanmaya başlanmasına karşı çıkmakla kalmayan, aynı zamanda Güneydoğu Anadolu’daki toprakları Türkiye Cumhuriyeti’nden kopartarak, şeriatçı ve İslamcı bir Kürt devleti kurmayı amaçlayan Şeyh Said, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonraki ilk geniş çaplı silahlı ayaklanmayı başlatan ve bu süreçte Britanya emperyalizmiyle işbirliği yapan kişidir.

Gazeteci-yazar Uğur Mumcu, “Kürt İslam Ayaklanması 1919-1925” kitabında bu olayları ayrıntılı bir biçimde aktarır.

Günümüzde terör örgütü PKK ne ise, 1920’li yıllardaki Şeyh Said’e bağlı çete örgütlenmesi odur.

  • AKP ile hastalıklı bir bağımlılık ilişkisi içinde olan MHP’den ve laikliği etnik kimlik fetişizmine kurban eden HDP/HEDEP’ten bu konuda bir tepkinin gelmemiş olmasına şaşırmamak gerekir.

CHP yönetiminin bu ihanetler karşısında sessiz kalmasına şaşırmak gerekir mi, o da tartışmalı bir konudur.
***
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Kemal Kılıçdaroğlu döneminde CHP’nin laiklik ilkesini ihmal etmesiyle ve sağa savrulmasıyla ilgili tüm kararlara ortak olmuştu. Özel, CHP genel başkan aday adayı olduğunu ilan ettiği gün, basın toplantısından önce veya sonra, CHP’nin kurucusu ve ilk genel başkanı olan Atatürk’ü Anıtkabir’de ziyaret etmek gereği de duymamıştı.

Özel, adaylık sürecinin ilk günlerinde daha çok sosyal demokrasiden söz etmiş, “Altı Ok” ve laiklik ile ilgili söylemlere, kampanyasının ortalarında yer vermeye başlamıştı.

Kurultaydan önce parti içi demokrasi ve tüzük kurultayı sözü veren Özel, 38. olağan kurultayı kazandıktan sonra, parti içi demokrasi ve tüzük kurultayı konusunu da belediye seçimlerinden sonrasına erteledi.

Özel, kurultaydan sonraki haftalarda, ölüm yıldönümünde anılacak birçok başka sanatçı da varken, PKK konusundaki bazı sözleriyle tartışma konusu olan Ahmet Kaya’yı andı; arkasından, bağımsız Kürdistan devletinin kurulmasını savunan sanatçı Pervin Chakar’ın elini öptü.
***
Özel’in bir yandan böyle bir yol izlemesi, bir yandan da İYİ Parti’ye seçim ittifakı önerisi götürmesi, ayrıca bir çelişki ve acemilik içermektedir. İYİ Parti ile seçim ittifakının gerçekleşmemesinin başka nedenleri de olsa da, Özel’in izlediği siyasetin de bunda büyük etkisi oldu.

CHP’de bir değişimin gerçekleştiği yanılsamasıyla yaşayanlar, dogmatik uykularından uyandıklarında, Türkiye için belki bir umut ışığı doğabilir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ukrayna ve Filistin27 Kasım 2023

HALİL ÇİVİ’den ANLAMLI DÖRTLÜKLER

ŞİİR KÖŞESİ..


Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Halk Ozanı

 

HALİL ÇİVİ’den
ANLAMLI DÖRTLÜKLER

1
Kuvvet çarkı dönünce,
Hep iki sonuç çıkar.
Adil ve alim yapar,
Cahil ve zalim yıkar.

2
Varsıllar sayıca az,
Yoksullar kalabalık.
Yoksul adalet ister,
Varsılsa ayrıcalık.

3
Zafer hep sahiplidir,
Yenilgi orta malı.
Suç hep babasız doğar,
Başarı çok babalı.

4
Alim bilim üretir,
Cahil ise yoz kalır.
Alim kocar koç olur,
Cahil kocar hiç olur.

5
Ayarı düzgün ise,
Terazi hile tutmaz.
Her şeyi tartabilir,
Fakat kendini tartmaz.

6
İki yüzlü insana,
Gereklidir iki baş.
Birine sakallı yüz,
Öbürü taze traş .

7
Zalimlik zayıflıktır,
Zulmetmek korkudandır,
Güçlü isen bağışla,
Düşmanını utandır.

8
Zorbalar affı bilmez
Yürekleri katıdır.
Affetmek yücelmektir,
Af vicdan zekâtıdır.

9
Ön yargı zift gibidir,
Bir bulaşınca gitmez.
İnsanlar ön yargıyı,
Kolay kolay terk etmez.

10
Kin ve nefret duygusu,
Vicdansızlıktan türer.
Vicdanlı gönüllerde,
Hep sevgi hüküm sürer.

Direnme Hakkı

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Demokratik ülkelerde yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişki hukuksal bir sözleşmeye dayanır. Bu toplumsal sözleşmenin bir yanı olan seçimle gelen yöneticiler, yönetilenlerin hak ve özgürlüklerini korumak ve tüm eylem ve söylemlerinde başta anayasa olmak üzere hukuka uymak zorundadır. Sözleşmenin öteki yanı olan Halk (yönetilenler), (AS: kadim Milletin o zaman kesitindeki karşılığı) ise yönetenlerin hukuka uygun düzenlemelerine uymakla yükümlüdür.

Bir sözleşmede yanlardan biri sözleşme koşullarına uymazsa öbür yanın da uymama hakkı doğar. Bu hukukun genel bir ilkesidir.

Son zamanlarda AKP iktidarı hukuk (hatta yasa!) tanımayan söylem ve eylemleri ile toplumsal sözleşmeyi bozmaktadır. Herkesi bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesi kararlarını  “tanımıyorum, uymuyorum” demek; yine Anayasaya göre uymak zorunda olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi-AİHS ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uymamak; Cumhuriyetin temel niteliği olan laikliğe aykırı hareket etmek; ifade ve basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin hukuka aykırı olarak sınırlanması, iktidarın toplumsal sözleşmeye uymadığının açık kanıtlarıdır.

İktidar toplumsal sözleşmeye uymazsa ne olur?

Meşruluğunu (genel kabul) yitirir!

İktidar meşruluğunu yitirirse ne olur?

Sözleşmenin öteki yanı olan ulusun (yönetilenlerin) yönetime karşı direnme hakkı doğar.

Direnme hakkı insanlığın binlerce yıllık demokrasi savaşımında acı deneyimlerle ortaya çıkmış, evrensel bir haktır ve pek çok anayasal metinde yer almıştır.

1789 Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi, temel insan haklarını sayarken 2. maddesinde özgürlük, mülkiyet, güvenlik haklarının yanında “baskıya karşı direniş(resistance a l’oppression) hakkını belirtmektedir.

1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisinde ise, yetkilerini yönetenlerin onamından (rızasından) alan hükümetlerin, yurttaşların haklarını güvenceye alma görevleri olduğundan söz etmekte;

  • “Herhangi bir yönetim bu hakları ortadan kaldırırsa, halkın o yönetimi değiştirme ve yerine
    bu hakları güvence altına alacak  yeni bir yönetim kurma hakkı vardır.
    ” denmektedir.

Bağımsızlık (İstiklal) Savaşımız, bir yönü ile, işgalcilerle işbirliği yaparak meşruluğunu yitiren padişah yönetimine karşı
ulusun direnme hakkının kullanılmasıdır.

1961 Anayasasının Başlangıç bölümünde “Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışları ile meşruiyetini kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanan Türk milleti” ifadesi bulunmakta idi.

Dünya tarihinde bunlara benzer başka örnekler bulmak olanaklıdır.

  • Direnme hakkının kullanılmasının önkoşulu, siyasal iktidarın temel hak ve özgürlükleri sistemli biçimde çiğnemesi (ihlal etmesi), baskı ortamı yaratması ve buna karşı başvurulacak hukuk yollarının kapalı olmasıdır.

İktidar açıkça anayasaya aykırı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu yitirmiş; ifade, basın, toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi temel hak ve özgürlükleri sınırlayarak muhalefete karşı baskı ortamı yaratmıştır. Hukuksal yollar görünüşte açık olmakla birlikte; Yargı, iktidarın bir baskı aracı durumuna ge(tiril)miş ve güvenilirliğini yitirmiştir.

  • Bunlar karşısında Türk ulusunun direnme hakkı doğmuştur.

Bu nedenle tüm demokratik kitle örgütlerinin, siyasal partilerin, basının ve üniversitelerin direnme hakkını gündeme taşımalarının ve bu hakkı
demokratik, barışçı ve örgütlü bir biçimde kullanmalarının zamanı gelmiştir.

Çocuğa ve lidere sınır koymak

Çocuklara niçin sınır koymak gerektiği ve anne babaların bunu nasıl yapacakları konusunda psikolojide pek çok yayın var. Bir ay önce monarşi ve cumhuriyet üzerine düşünürken toplumların yönetim biçimlerinde de sınır koyma konusunun önemli olduğunu fark ettim.

Monarşilerde yöneticilerin, kralların, şahların, padişahların davranışlarına sınır konulmaz; demokrasilerde, cumhuriyetlerde ise seçilmiş yöneticilerin neyi yapıp, neyi yapamayacakları konusunda kurallar, yani sınırlar vardır.

  • Özetle, mikro düzeyde çocuklara, makro düzeyde ise liderlere sınır konulması gereklidir.

ÇOCUĞA SINIR KOYMAK

Doğada, trafikte, sosyal yaşamda birtakım sınırlılıklar vardır. Rengi güzel olan her mantarı yiyemeyiz. İşte bu yüzden bazı şeyleri yapmamaları için baskıcı olmadan çocuklara sınır koymak gereklidir. Çocuğa sınır koymak onun özdenetimini, özyeterliliğini ve sosyal uyumunu geliştirir ayrıca çocuğun çevresinin korunmasına katkıda bulunur.

Sınır koymanın da bazı sınırlılıkları vardır. “Yapma, elleme” demek yerine, niçin yapmaması gerektiği konusunda, mutlaka açıklama yapılması gerekir. Sadece “Yapma” demek ezberci bir ahlak anlayışına yol açar. Çocuğa niçin yapmaması gerektiğini yaşına uygun bir şekilde açıkladığımızda ise eleştirel düşünmesinin kapısını aralarız.

Açıklama yapmanın yanı sıra çocuğa sınır koyup bir şeyleri yapmaması gerektiğini söylediğimizde mutlaka önüne yapabileceği birkaç seçenek koymalıyız. Örneğin duvarı çizmemesini söylediğimizde hemen ardından vereceğimiz kâğıtları çizebileceğini belirtmeliyiz.

Çocukların, özellikle erkek çocukların sınır konulmadan büyütülmeleri önemli toplumsal sorunlara yol açar.

  • Sınır konulmadan, yaşamın gerçekleriyle tanıştırılmadan büyütülen erkek çocuklarının, en azından bazıları zamanla magandalara, kadın katillerine dönüşebilir.

LİDERE SINIR KOYMAK

Bir toplumun başındaki herkes yöneticidir ancak lider özelliklerine sahip olmayabilir.

Bu gerçeği dikkate alarak farklı rejimlerde liderlere, yöneticilere verilen yetkilere bakalım. Monarşilerde, Güçler ayırımı yoktur, tek adamlar, krallar, şahlar, padişahlar, sınırsız yetkilere sahiptirler, kimseye hesap vermek zorunda değillerdir. Tarihte kimi tek adamlar Tanrı tarafından atandıklarını, hatta gökte doğduklarını iddia etmişlerdir. Bu kişiler, sıradan insan olmadıklarını, yer ile gök arasında bir konumda bulunduklarını sembolize etmek (simgeleştirmek) için tahta oturduklarında ayaklarının altına bir minder koydurtmuşlardır.

Eğer bir kral veya padişah Tanrı tarafından atanmışsa, göksel bir güce sahipse, ölümlüler ona biat etmelidirler, onu eleştirmeleri mümkün değildir. Pohpohlanarak, sınır konulmadan büyütülmüş bir erkek çocuğu nasıl ki büyüdüğünde karısını öldürme hakkını kendisinde görebiliyorsa, sınırsız yetkiye sahip tek adamlar da geçmişte canlarının istediğini yapmışlardır.

Tarihte, Kanuni Sultan Süleyman veya Büyük Petro gibi kendi oğullarını bulundukları mekânda öldürten tek adamlar vardır.

  • Öz oğlunun gözüne kızgın mil çektiren Bizans imparatoriçesi vardır.

Bakanlarını, vezirlerini, sadrazamlarını sorgusuz sualsiz öldürtenler vardır.

XIV. Louis gibi “Devlet benim” diyenler vardır. Demokrasilerde, cumhuriyetlerde ise seçimle gelen yöneticiler vardır, bunlar yasama, yürütme, yargı yetkilerini kendi ellerine alamazlar. Sınır konulmadan büyütülmüş çocuklar yetişkin olduklarında toplum için sıkıntı yaratırlar. Sınırsız yetkilerle donatılmış yöneticiler de böyledirler, hatta çok daha fazla sıkıntı yaratırlar.

Tek Başına Kazanmak İçin

Işık Kansu
Işık Kansu
kansu@cumhuriyet.com.tr

Son Yazısı / Tüm Yazıları

09 Aralık 2023, Cumhuriyet

İYİ Parti, CHP ile seçimlerde ortaklık yapmamak kararı verdi. Kimilerine bakarsanız, bu durum sandığa olumsuz yansıyacak.

Acaba?

İYİ Parti, CHP’nin önceki genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından siyasete kazandırılmış bir yedek lastik partisi olarak değerlendirilebilir.

Ilımlı sağ seçmeni toparlamak savıyla MHP’den kopan küskünlerin toplaştığı, hedef seçtiği merkez sağın bir türlü temsilcisi olamadığı için büyüyemeyen, yeterince yeni taban edinemeyen, özellikle son seçimlerde ve sonrasında iç kavgalarla yıpranmış, giderek eriyen bir parti

Açıkça söylemek gerekir ki, şimdiye değin İYİ Parti’nin bulunduğu noktada durmasının en önemli nedenlerinden biri, Meral Akşener’in toplumla kurduğu sıcak ilişki ve siyaset becerisiydi. Ancak kararlılıkta yaşadığı iniş çıkışlar, hem partisinde hem de kamuoyunda kendisine yönelik ilgiyi yitirmesine neden olduğu söylenebilir.

Dolayısıyla, İYİ Parti’nin inişe geçtiği bir süreçte ittifaktan uzaklaşması seçimlere CHP açısından çok olumsuz yönde etki yapmayacağı söylenebilir.

Tek koşulla :

CHP’nin, ülkeyi büyük ekonomik bunalıma, yoksulluğa ve pahalılığa sürükleyen AKP-MHP-HÜDA PAR ortaklığının yarattığı ortama karşı, yurttaşa ülkeyi yönetebileceğine inandırması gerekiyor.

Ortaya koyacağı ayakları yere basan, ezilenleri koruyan, bağımsızlıkçı bir programla ve güvenilir, genç, birikimli bir kadro ile topluma yönelebilirse, 1970’lerdeki Ecevit’in başarısını yaşayabilir. O dönemde AP-MHP-MSP’nin (bugünkü Cumhur ittifakına benzer bileşenler) oluşturduğu Milliyetçi Cephe koalisyonlarının yarattığı terör ortamı ve ekonomik bunalıma CHP, halka birlik, barış ve hakça bir düzen önermiş; adaylarını büyük ölçüde tabandan gelen birikimli gençlerden oluşturmuştu.

Geçmiş seçim sonuçları, Kemal Kılıçdaroğlu döneminde CHP’nin, seçmende, kadroları ve topluma sunduğu sağa yatkın siyaset tasarımı ile ülkeyi yönetebilme becerisini gösteremeyeceği kanısı oluşturduğunu göstermiştir.

Son kurultayda yaptığı kısmen kadro değişikliğini, halkçı-devrimci-sosyal adaletçi, iç barış ve birlikten yana bir çizgi ile güçlendirebilirse, CHP; tek başına yerel seçimlerde önemli bir sıçrayış gerçekleştirmese bile, önemli kalelerini koruyabilir.

Saray düzenine olan desteğin giderek düştüğü son seçim sonuçları ile belli olduğu bir iklimde, başarının tılsımı, halkı dürüstçe kendine inandırmaktadır.

ÇÜRÜMÜŞLÜK

Çürümüş bir şeyler var (AS: “çok şey var”!) Saray sultanlığında…

Bir bağ maydanozun 15 lira olduğu ülkede, yerli ve milli teknik direktör adına fon oluşturuluyor. Dolandırıcılık fonunu yöneten banka müdürünün oluşturduğu şebekeye milyon dolarlar yatıran kerameti kendinden menkul kimi futbolcuların imdadına, Ben ekonomistim diye övünenler yetişiyor.

Yerli ve milli direktörü de işin arkasındaki kara paracıları da araştıran, soruşturan, sorgulayan yok.

Ancak hiç merak buyurmayın, enflasyon dizginleniyor! Hem de attan düşenlerce…


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik Meclisi 1. toplantısı sonuç metni

Laiklik Meclisi (@LaiklikMeclisi) / XLaiklik Meclisi 1. toplantısı sonuç metni açıklandı: Eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum için gerici dönüşüme karşı laikliğin kazanılması önem taşıyor

26 Kasım tarihinde Ankara’da ilk genel toplantısını gerçekleştiren Laiklik Meclisi toplantıda önemli kararlar aldı ve bunları kamuoyu ile paylaştı.

Özellikle yeni Anayasa aracılığı ile laikliğin tasfiyesine karşı duruşun ve eğitimdeki gerici dönüşüme direncin vurgulandığı kararlar içerisinde yeni komisyonların kurulduğu bilgisine de yer verildi.

Bu çerçevede Laiklik Meclisi, sosyal bilimler ve iktisat alanında bir komisyon, sağlık komisyonu ve sanatçılar komisyonu kurma kararı aldı.

Toplantıda alınan kararlar arasında, halifeliğin ve Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılması ile birlikte Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabul edildiği 3 Mart tarihinin “Laiklik Günü” olarak belirlenmesi ve o gün çeşitli etkinlikler düzenlenmesi bulunuyor.

Periyodik raporlar yayınlamanın yanı sıra yurttaşların da iletişime geçebileceği şeklide yapılanan Laikik Meclisi İzleme Merkezi’nin çalışmalarına başlaması, “Laik ve Bilimsel Eğitim için El Kitabı” başta olmak üzere çeşitli broşürlerin çıkarılması, farklı illerde Meclis’in ayaklarının oluşturulması ve diğer kurumlarla iletişime geçilmesi gibi başlıklar da alınan kararlar arasında yer alıyor.

Laiklik Meclisi tarafından açıklanan toplantı sonuç metni şu şekilde:

LAİKLİK MECLİSİ TOPLANTISI SONUÇ METNİ:

…………..
……………………..

Tam metni okumak için lütfen tıklayınız… (360KB)

Laiklik Meclisi 1. toplantısı sonuç metni

Sevgi ve saygı ile. 08 Aralık 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Laiklik Meclisi Kurucu Üyesi
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

EŞİT YURTTAŞLIK

Suay KARAMAN

(AS: Bizim önemli katkımız yazının altındadır..)

Son yıllarda ülkemizde birçok siyasal partide “eşit yurttaşlık” kavramı konuşulmakta, programlarında ve seçim bildirgelerinde yer almaktadır. Kimi sendika ve kitle örgütleri de bu kavrama sarılmaktadır. İlk söylenişte kulağa hoş gelen eşit yurttaşlık olarak ifade edilen siyasal anlayış, eşitliği yurttaşlar arasında değil, etnik ya da dinsel yapılar arasındaki eşitlik olarak görmekte.

  • Eşit yurttaşlık, dil birliğini bozarak, ülkemizi parçalamanın yoludur.

Anayasamızın yasalar önünde eşitliği düzenleyen 10. maddesi şöyledir:

  • Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
  • Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
  • Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
  • Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
  • Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

Bu madde çok açık olmasına karşın, ısrarla eşit yurttaşlık demek, etnik bölücülük yapmaktır.

Eşit yurttaşlık demek, yurttaşlar arasındaki değil, etnik ya da dinsel yapılar arasındaki eşitliktir.

Eşit yurttaşlığın dayandırıldığı temeller çok dillilik, anadilde eğitim, özerk yönetim ya da yerel yönetimlere yetki devridir.

Böylece etnik topluluklara hukuksal kimlik kazandırılması sağlanacaktır.

Bu girişimlerle ulus devlet karşısına; din ve ırk farklılıklarına dayanan federatif yapılanmalar çıkarılmaktadır. 

Emperyalizm destekli (AS: güdümlü) PKK terör örgütünün kalkışmasına ‘Kürt sorunu’ diyenler, ülke gerçeklerinden uzaklaştıkları gibi, Atatürk ilkelerinden de habersizdirler. Bugün sorun olarak tanımlanan etnik yapılanma, 1923 yılında en demokratik biçimde çözülerek, güçlü bir ulus devlet üzerine oturtulmuştu.

  • Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan herkes, ayrım gözetilmeden bu ülkenin eşit yurttaşları yapılmıştı.
  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir.”

diyerek ulus devlet yapısını tamamlayan büyük Atatürk’ü anlayamayanların dilindeki eşit yurttaşlık istemi, tam anlamıyla bölücülüktür. Anayasamızın 66. maddesinde

Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.

yazılması belli ki birilerine batmaktadır. Eşit yurttaşlığın hedefi Türklüktür. 

Eşit yurttaşlık tanımı, ilk önce bebek katili Öcalan, daha sonra AKP ve HADEP/HDP tarafından dillendirilmişti; şimdi CHP de dilinden düşürmüyor. CHP’de eşit yurttaşlık tanımı ilk önce 15 Mart 2013’te Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi CHP Konya Milletvekili Atilla Kart tarafından dile getirilmişti. 9 Temmuz 2017’de Maltepe mitinginde Kemal Kılıçdaroğlu da eşit yurttaşlıktan söz etti. 3-4 Şubat 2018’de yapılan 36. Olağan Kurultay’da, Kurultay bildirisinin 11. maddesi şöyleydi:

Kürt sorunu eşit yurttaşlık temelinde, TBMM zemininde toplumsal uzlaşma ve ortak akıl ekseninde çözülmelidir.”

Bu madde 9 Şubat 2018’de Merkez Yürütme Kurulunda Parti görüşüne dönüştü. Şimdi yeni genel başkan da eşit yurttaşlık terimini sık sık kullanmaktadır. “Eşit yurttaşlık” terimi, aslında BOP tuzağının farklı bir sunumudur. Turuncuya boyanan Parlamento, ulusallığı yok etmektedir. 

Eşit yurttaşlığın ne anlama geldiği yeterince araştırılmamış, irdelenmemiş ve AB’den gelen bir buyrukla gündeme getirilmiştir. Eşit yurttaşlığın ne olduğunu, ülkemizi nasıl etkileyeceğini toplum bilmemektedir. Ama bu savı ileri sürenler olacakların ayırdındadır. Eşit yurttaşlık, yurttaşlık sistemiyle oluşturulmuş toplumun çözülerek etnik ve dinsel kümelerin öne çıkmasına neden olarak, ayrışmayı getirir.

  • Kısaca, Küreselleşme ideolojisinin ulus devletleri yıkma projesidir.

AB yetkilileri, ”Türkiye’de 25 etnik küme var, hakları verilmelidir” diyerek, eşit yurttaşlıkla ifade edilen anlayışın Türkiye’de uygulanması için yoğun çaba harcamaktadır. Ancak Fransa, İspanya, İtalya gibi Avrupa ülkelerindeki etnik kümeler için AB yetkilileri sessizlik içindedir. Türkiye’ye azınlık anadilleri dayatması yapanlar, kendi ülkelerinde bu konuyu gündeme getirmemektedir. 

Emperyalist merkezlerin hedefi; ulus devletlerde çok dilli – çok dinli – çok etnisiteli, farklı ekonomik gereksinimlere göre örgütlenmiş, kendi savunmasını, eğitimini uygulayan ve çok hukuklu bir sistem yaratmaktır. Böylece ulus devlete son vermek hedefi gerçekleşecektir.

  • Eşit yurttaşlık, özellikle dilde birliğe ve yargıda birliğe dinamit koymaktır. 

Türkiye Cumhuriyeti “ayrıcalıksız yurttaşlık” temeli üzerine kurulmuştur ve bu tanım anayasada da yer almaktadır.

Eşit yurttaşlık tanımı ise etnik ve dinsel ayrıcalık sağlamayı amaçlayan emperyalist bir projedir. Eşit yurttaşlık tanımına sarılanların toprak ağalarına, feodaliteye, şeyhlere ve sermaye sınıfına söz söyleyemedikleri bilinmelidir. İşte bu durum bütün gerçekleri göz önüne sermektedir, niyet bellidir. 

Atatürk ilke ve devrimleri, saltanatın kulu olan insanları Cumhuriyetin özgür bireylerine dönüştürerek, ülkemize her konuda çözüm getirmiş, çağdaşlaşma yolunda atılımlarda bulunmuştur.

Eşsiz liderimiz Atatürk’ümüze ve ilkelerine sahip çıkıldığı zaman yine, yeniden aydınlığa kavuşacağımız günlerin bizi beklediği bilinmelidir.

Türkler, kendilerine giydirilmek istenen bu deli gömleğini yırtıp atmak zorundadır.

“Ne mutlu Türküm diyene!” 

Azim ve Karar, 4 Aralık 2023
========================================

Dostlar,

27 Eylül 2013 günü CHP İzmir Milletvekili ve PM Üyesi Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER ile CHP Eskişehir Milletvekili Prof. Dr. Süheyl BATUM şu ortak basın açıklamasını yapmışlardı :
(Güler ve Batum’un Açıklamalarıyla İlgili Düşünceler | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM)

BASIN DUYURUSU

Sayın Atilla Kart, CHP’nin milletvekili sıfatıyla CHP Anayasa taslağındaki bazı önerilerle ilişkili olarak “kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi, karalama ve spekülasyonlara yol açılmaması amacıyla” bir açıklama gereği duymuş ve kamuoyuna bir basın açıklaması yapmıştır. Bu açıklamada, CHP Anayasa taslağında “ortak vatan – tek devlet” ile “eşit yurttaşlık” önerildiğini; “ilk 4 maddenin güçlendirilmesi”nin de önerilerimiz arasında yer aldığını belirtmektedir.

Bu açıklama, Sayın Atilla Kart’ın anayasaya yaklaşımı konusunda kamuoyunda var olan CHP ilke ve değerlerine aykırılık yönündeki endişelerin haklı olduğunu ortaya sermiş ve sabit duruma getirmiştir.

Ortak vatan”, ulusal siyasetin temsilcisi olan CHP’nin değil etnik siyasetin temsilcisi olan partilerin değeridir. Vatan, üzerinde yaşayan toplumun “ulus” durumuna geldiği siyasal sistemlerin coğrafyasıdır. Vatanın “ortak” olması için, bir coğrafyada birden çok ulusun tanımlanmış olması gerekir. CHP’nin temel değerlerine göre vatan, üzerinde vatandaşlık bağıyla yaşayan her bir yurttaşındır; hepimizindir.

Bizim için “ortak vatan” değil “hepimize ait olan tek vatan” vardır.

“Tek devlet”, CHP terminolojisinde yer almaz. Bu da etnik siyaset yapanların kamuoyunu serinletmek amacıyla kullandıkları bir terimdir. Bizim açımızdan konu, yine etnik siyasetin ve bunun yanı sıra yeni Osmanlıcılık rüyası gören kimi dinci çevrelerin federal devlet özlemlerine karşı savunduğumuz “üniter – tekçi devlet”ten ibarettir.

  • Eşit yurttaşlık”, bir ülkede toplulukların (halkların, milliyetlerin, cemaatlerin) birbirlerine eşitliği temelinde kurulan sistemi anlatır. Farklı etnisite ve inanç topluluklarının hukuksal-siyasal olarak tanınması; farklı toplulukların birbirleri karşısında konumlandırılması demektir.

Bu etnikçi anlayış, bir tür yeni-feodalizm icadıdır. Oysa CHP Programı, devletin yurttaşların etnik köken, inanç, cinsiyet, vb. topluluk özellikleri karşısında kör (AS: ve sağır) kalmasını, bunlardan bağımsız olarak her yurttaşın birey olarak eşitliğini yükseltir.

Bizim için “eşit yurttaş” değil, “yurttaşların eşitliği” ilkesi esastır.

Sayın Kart anayasaya ve evrensel kavramlara böyle yaklaşıyorsa, anayasanın “ilk dört maddesinin güçlendirilmesi” (AS: ilk 4 maddeye dokunmak demektir!!) hedefine ulaşamayacağı çok açıktır. Üstelik tam tersine İlk 4 maddeyi içeriksiz, güçsüz ve temelsiz bırakacaktır. Bu yaklaşım, CHP için çok açık olan “ilk dört madde kırmızı çizgimizdir” ilkesini reddetmek anlamına gelmektedir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 27 Eylül 2013

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER      Prof. Dr. Süheyl BATUM
CHP İzmir Milletvekili, PM Üyesi       CHP Eskişehir Milletvekili

EVRENSEL AHLAK ve ADALET NEDİR?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. Eski İİBF Dekanı

İnsanlık tarihinin her devrinde ve her ülkesinde, bireysel, ailesel, toplumsal ve yönetsel alanlarda ortaya çıkan her türlü inançsal, ırksal, bedensel, siyasal, yönetsel, sosyal, ekinsel (kültürel) … ve ekonomik ayrımcılıklar, ötekileştirmeler, haksızlıklar, zulümler ve şiddetlere karşı, insanlar ve halkların ortaklaşa yaşamlarını kesintisiz barış ve esenlik içinde sürdürebilmek için bütün insanlık aleminin ortak sağduyuları ve ortak vicdanlarından doğup, zaman ve yerden (mekândan) bağımsız olarak, evrensel kabul ile perçinlenen düşünceler ve bu düşüncelerden türeyen güzel davranışlara evrensel ahlak ve adalet denir.

Evrensel ahlak ve adalet, göksel (semavi) büyük dinlerin de ana – ortak özellikleridir.

Çağımızdaki ırk, dil, din, cinsiyet, inanç, mülkiyet, siyasal düşünce… ayrımı gözetilmeksin herkesin yaşama hakkına, din ve vicdan özgürlüğüne ve temel insan haklarına sahip olması evrensel ahlak ve adalet düşüncesinden türetilmiştir.

Uzak Doğu ve Orta Doğu’da tarih sahnesine çıkan bütün kutsal inançlar, büyük dinler ve hatta önemli düşünürlerin (filozofların) temel ortak amaçları, insanları ve toplumları kesintisiz olarak, esenlik, barış, kardeşlik, adalet ve sevgi içinde yaşatmak olagelmiştir.

Din ve dinlerden türetilen kutsalların kötüye kullanılması, genellikle devletlerin, ruhban ya da ulema sınıfı ile işbirliği yaparak, dini bir ahlak ve adalet aracı olmaktan koparıp devlet katında resmi bir din ya da inanç tekeli oluşturarak dinler ve dince kutsallardan siyasal iktidar ve güç devşirme olgusudur.

Ayrıca dinler ve inançlar üzerinde resmi din tekeli kurmuş olan devletlerin, kendi siyasal güçlerini koruyabilmek için dinler ya da inançları bir disiplin kırbacı ya da kılıcına dönüştürdükleri de görülmektedir.

Dinleri siyasal iktidarların isteklerine göre çarpıtarak (tahrif ederek) yorumlamak istemeyen ruhban – ulema sınıfındaki kimi yüksek erdemli (örneğin İmamı Azam – Ebu Hanife gibi) din adamları ise devlet katından kovulma, zulme uğrama ve hatta ölüme mahkum edilmişlerdir. Tarih bunların örnekleri ile doludur.

Kısacası dinler ve dinden türetilen kutsallar güzel ahlak ve evrensel adaletin zamanla, giderek tanrısal (ilahi) egemenlik alanından koparılıp krallar, şahlar, hanlar ve sultanlarla ruhban-ulema sınıfının ortak egemenlik alanını koruma aracına dönüşmüştür.

Siyasal iktidarın dışındaki kimi ikiyüzlü kişilerin sahte dindar görüntüsü altında dinbazlık yaparak orun (mevki), makam, saygınlık (itibar) ve çıkar devşirdikleri de işin bir başka yönüdür.

Peki çözüm nedir          ??

Çözüm; devletlerin ve devletlerle çıkar işbirliği yapan, çoğu ikiyüzlü, ruhban ya da ulema sınıfının resmi din tekeline son vermektir.

  • Din konusunu hukuk, eğitim, yönetim, ekonomi, sağlık, sanat…. her alanda devletten ayırmaktır. Başka bir deyimle de devletin laikleşmesi, sivilleşmesi, demokratikleşmesi, çağdaş ve evrensel ve bir laik hukuk anlayışını benimsemesidir.
  • Irklara, dinlere, mezheplere, cemaatlara… dayalı, ayrımları dışlayıcı ve tekelci bir siyasal yönetim anlayışından birlikte, ortak ideallere, hukukun üstünlüğüne, yasalar karşısında eşitliğe, ortak çıkarlara, ortak yaşama sevinci ve işbirliğine dayalı çoğulcu bir yönetim anlayışına yükselmektir.

Son çözümlemede; Yüce Önderimiz Gazi M. K. Atatürk‘ün Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurarken yapmak istediği tam da budur.

Feodal, dogmatik ve dinci (teokratik) Ortaçağ özlemlerine dayalı siyasal tasarımların (projelerin) yaşayabilme ve toplumu gönenç (refah), barış ve mutluluk içinde yaşatma şansı hiç yoktur ve hiç de olmamalıdır.