Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Şeyh Sait ve Musul-Kerkük

Naim BABÜROĞLU

Naim BABÜROĞLU
Em. Tuğg., Dr. (Cumhuriyet Tarihi)

Bir Jandarma Birliği, altı asker kaçağını yakalamak için 13 Şubat 1925’te Bingöl’ün Eğil Bucağı’na bağlı Piran köyüne gelir. Piran köyü, Şeyh Sait’in kardeşi Şeyh Abdurrahman’ın köyüydü. Ayaklanma hazırlığı yapan Şeyh Sait, üç yüz kadar atlı isyancıyla birlikte oradaydı. Kaçakları Jandarmaya vermek istemedi. Birlik komutanları, görevlerini yapmak zorunda olduklarını söylediler. Bunun üzerine Şeyh Sait, subay ve askerlere ateş açar. İki teğmeni tutsak alır. (1) Planlanan ve tarihe Şeyh Sait isyanı olarak geçen ayaklanma böylece başlatılmış olur. (2)

Hınıslı bir aşiret reisi olan Şeyh Sait, bölgedeki Nakşibendi Tarikatı’na bağlı müritlerin önderi, okuma yazma bilmeyen bir toprak ağasıydı. (3) Dinsel konumunu kullanarak, köylülere ücretsiz çobanlık yaptırmış ve onların sırtından büyük bir servet kazanmıştı. Ankara’da kurulan Cumhuriyet onu rahatsız ediyordu. Osmanlı döneminde sahip olduğu ayrıcalıklı haklarını yitirmekten korkuyordu. (4)

Ayaklanmaya, özellikle Varto ve Tunceli’nin Alevi aşiretleri katılmadılar. Hatta karşı koydular. Veli Ağa Aşireti, Şeyh Sait’e karşı savaştı. Mustafa Kemal Paşa, bu nedenle 27 Şubat 1925’te Hormek Aşireti’ne bir kutlama telgrafı gönderdi. (5)
***
Şeyh Sait’in adamları, ellerinde yeşil sancak, göğüslerinin üzerinde Kur’an-ı Kerim; bankaları, evleri, dükkânları basıp soyarak ilerlediler. (6) Kürdistan’ın geçici başkenti yapmayı düşündükleri Bingöl ve Elazığ’ı ele geçirdiler. Lice’yi Ergani’yi ve çok sayıda köyü işgal ettiler. (7) Silahlı isyancılar, cami şerefelerinden Türk askerine ateş açtılar. (8) Çatışmalar, Diyarbakır’da bir savaş durumunu yansıtıyordu. (9) Şeyh Sait’in hocaları, Şeyh Sait’le birlikte savaşanlara Cennet’te ödüller vadediyordu. Kent ve köylerde, yerden ve havadan bildiriler dağıtılıyor, “hilafetsiz Müslümanlık olmaz; saltanat ve hilafet geri getirilmeli, okullarda dinsizlik öğreten, kadınları yarı çıplak gezdiren Kemalist hükûmetin başı ezilmelidir” deniyordu. Ayaklanmacılar hem dini hem de etnik yapıyı kullandılar. (10)
***
Şeyh Sait İsyanı, Kürtçülerin ve Şeriatçıların anlattığı gibi Piran’da (Dicle) hazırlıksız bir şekilde aniden başlamadı. En az iki yıldır hazırlıkları yapılıyordu. İngiliz istihbaratı isyanın çıkacağını yedi ay önce Londra’ya bildirmişti. İngilizler, Musul-Kerkük için adım atan Türkiye’ye karşı Nakşi-Kürt kartını masaya sürmek için hazırlık yapmıştı. İngilizler, Musul-Kerkük’e el koymak için çalışırken, Kürtçüler ise “Kürt-İslam Devleti” kurmak hayaliyle onlarla iş birliği yapıyorlardı. İngilizler, isyanın zamanlamasını Türkiye’nin Musul-Kerkük’e odaklanacağı sırada, enerjisini ve kuvvetini isyan bölgesine çekecek şekilde planladılar. İsyan başarılı olmazsa bile, Türkiye kuvvet gönderemeyeceği için Musul-Kerkük’ten olacaktı. İngiltere’nin istediği buydu. Böyle de oldu. Ayaklanmanın başlangıç aşamasında, Bağdat’taki Fransız Komiserliği, Paris’e 40 sayfalık bir rapor gönderir. Raporda şöyle yazılır:

“Şeyh Sait, 1918’den beri amacı İngiliz mandası altında bir Kürt Devleti kurmak olan, İstanbul Kürt Komitesi’ne bağlı olarak çalışmaktadır…” (11)
***
1925 yılında, Bağdat’taki Fransız Yüksek Komiserliği, Paris’e gönderdiği gizli raporda Şeyh Sait isyanı ile ilgili şunları yazar:

“Şeyh Sait ayaklanması kendiliğinden birdenbire ortaya çıkmadı. Kürdistan dağları yabancıların kışkırtması ve desteği ile ayaklandı. Bu bölgede ortaya çıkan olaylar, İngilizlerin uğradıkları yenilgiden sonra hiç affetmedikleri Mustafa Kemal’e karşı yürüttükleri siyasetin bir parçasıdır. Kürt ayaklanması bundan daha iyi koşullarda patlak veremezdi. Ayaklanma, Türklerin Musul üzerindeki iddialarını araştıran komisyonda, Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler arasında bile huzuru sağlayamayacağını gösterecekti.” (12)

Sadece bu belge bile, İngilizlerin Musul-Kerkük üzerindeki hedeflerini göstermektedir.

Şeyh Sait İsyanı mimarlarından Kürt İslamcılar, Ermeni terörist çetelerle ittifak içindedirler. Ortak bir örgüt de kurarlar. Örgütün adı, Taşnak-Hoybun’dur. Örgüt, Türkiye ve Türkler aleyhine çalışmak ve kan dökmek amacıyla kurulur. 1980’lerde PKK/ASALA ittifakı bu örgütün devamıdır. Hedef Türk düşmanlığı. (13)
***
1925 Nisan ayı ortasında, Şeyh Sait ve yanındakiler kuşatıldılar. Durumu umutsuz gören Şeyh Sait, yenilgiyi kabul ederek teslim oldu. Üzerinde, çeşitli belgeler ve yetkilileri şaşırtacak kadar altın çıktı. 13 Şubat’ta başlayan ayaklanma 62 gün sürdü ve 15 Nisan 1925’te bastırıldı. (14)
***
Ve yıl 2014… Cumhuriyet’e ve Türkiye’nin bütünlüğüne kasteden Şeyh Sait’in adı, yıllar sonra, 2014’te Diyarbakır’da bir meydana verildi. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisi, Dağkapı Meydanı’nın adını, Şeyh Sait Meydanı olarak değiştirdi. Meydana giden yollarda bulunan yön tabelalarına, “Şeyh Said Meydanı” yazıları konuldu. Dönemin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı, PKK terör örgütüyle bağlantılı olduğu iddia edilen Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) Gültan Kışanak: “Biz bu nedenle meclisimizde tartıştık. Şeyh Said isminin meydana verilmesi bizim önerimizdi. Ak Partili meclis üyeleri de destek verdi…” (15) açıklamasını yaptı.

Ve yıl 2023… Diyarbakır Belediyesi, yapımı süren bulvara Şeyh Sait’in adını verdi. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi duyurusu şöyleydi: “Silvan yolunu Elazığ yoluna bağlayacak 12 kilometre uzunluğunda ve 50 metre genişliğindeki Şeyh Sait Bulvarı’nın yapım çalışmalarına başladık.” (16)

İngilizlerle iş birliği yaparak isyan eden, Musul ve Kerkük’ün elden çıkmasına neden olan Şeyh Sait anısına meydan ve bulvar… PKK bölücü terör örgütünün yere göğe sığdıramadığı Şeyh Sait’in anısına bulvar… Kahramanlarımıza ve şehitlerimize hakkımızı böyle mi ödeyeceğiz?.. Kanla yeşeren bu vatana borcumuzu böyle mi ödeyeceğiz?.. Devlet böyle bir yanlışı yapmaz, yapamaz, yapmamalıdır…

Kaynakça

(1) Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanmaları, Tekin Yayıncılık, 1995, s. 67-68.
(2) Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanmaları, Tekin Yayıncılık, 1995, s. 69.
(3) Lord Kinross, Atatürk, Altın Kitap, 12. Baskı, İstanbul, 1994, s. 465.
(4) Kinross, a.g.e., s. 465.
(5) Mumcu, a.g.e., s. 54.
(6) Kinross, a.g.e., s. 467.
(7) Mumcu, a.g.e. s. 71-72.
(8) Kinross, a.g.e., s. 468.
(9) Ş.S. Aydemir, Tek Adam, 3. Cilt, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1983, s. 220.
(10) Mumcu, a.g.e., s. 97.
(11) Mumcu, a.g.e., s. 123.
(12) Metin Aydoğan, Bitmeyen Oyun, Umay Yayınları, İzmir, 2005.
(13) Kaya Atabek, Türk Siyasetinde Kürt İslamcılar, İleri Yayınları, 2. Baskı, 2015, s. 151-152.
(14) Aydoğan, a.g.e., s. 127-130.
(15) https://www.milliyet.com.tr/siyaset/o-meydanin-adi-seyh-said-meydani-oldu-1982663 (Erişim, 27 Ocak 2023, 15:25).
(16) https://www.yenicaggazetesi.com.tr/diyarbakirda-kayyimin-yonettigi-belediye-hainin-adini-bulvara-verdi-742740h.htm
===================================
YAZARIN DİĞER YAZILARI

Şeyh Sait ve Musul-Kerkük, 

Yüzyılın Projesinin Ayak Sesleri, 06 Aralık 2023

Balkan Utancını Yaşatan Zihniyet, 29 Kasım 2023

İsrail Saldırısı, BATI ve Arap Dünyası, 22 Kasım 2023

Padişah Vahdettin ve Millî Mücadele, 15 Kasım 2023

“Savaşın ustası, barışın efendisi…”, 10 Kasım 2023

ABD ve AB’ye verilecek ders, 01 Kasım 2023

Atatürk’ün kendisidir Cumhuriyet, 29 Ekim 2023

ABD’nin ve İsrail’in hedefleri, 25 Ekim 2023

İsrail Savaşı, Ortadoğu ve Türkiye, 18 Ekim 2023

ADD Hildesheim TV Konuşmamız : 75. Yılda İnsan Hakları Sınavımız..

Dostlar,

Dün, 15 Aralık 2023 akşamı, Almanya – Hildesheim ADD Başkanı Sn. Fatma ANDERS ile bir TV programı yaptık. TSİ 21:00’de başlayan (Avrupa 19:00) program İNSAN HAKLARI konuluydu ve yaklaşık 80 dakika sürdü. Bu konuşmayı 10 Aralık 2023 akşamı planlamıştık ancak teknik sorun nedeniyle ertelemek zorunlu oldu.

Bilindiği gibi İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi-İHEB (Universal Declaration of Human Rights-IDHR), 75 yıl önce 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda benimsenmişti. Türkiye, altı ay kadar sonra 27 Mayıs 1949’da Bildirge’nin resmi Türkçe çevirisini Bakanlar Kurulu Kararı ile Resmi Gazetede yayınlayarak bir tür eylemli olarak benimsedi. Yürürlükteki 1924 Anayasasında uluslararası andlaşma – sözleşmelerin iç hukuka nasıl katılacağına ilişkin bir düzenleme yoktu. Dolayısıyla bu yol, kanımızca, etkili bir kabul – benimseme ve iç hukuka aktarma olarak kabul edilebilir, edilmelidir.

Sn. Anders’in sorularını yanıtlamamız ve İHEB’in 75. Yılında İnsan Hakları Karnemizi irdelememiz, doğallıkla çok kapsamlı bir konuydu. Pogram sürerken canlı bir izleyici kitlesi oluştu. Sn. Anders’in kayıtlarına göre dünyanın birçok yerinden insanlar programı eşzamanlı izledi (Peru, Milano… dahil).

Sn. Anders bize şu whatsap iletilerini yolladı :

  • 5 senede ulaştığımız kitle 22 – 26 milyon arası. Dün ve bu gün videonuz rekor kırıyor Hocam.
  • İzleyenler 100.000’i geçti, halen izleniyor
    Emeğinize sağlık Hocam, iyi ki varsınız.
    Programdan herkes keyif almış, bana gelen bilgileri sizinle paylaşmak istedim..

***
Yayın eş zamanlı olarak facebook ortamında yayınlandı. İzlemek için tıklayınız..

https://fb.watch/oYsrpIrkyc/

Ayrıca youtube ortamına da yüklendi..  Aşağıda.. tıklanıp izlenebilir..

https://youtu.be/490yhJ52d9U?si=x9bTH3ABFJviB09a

Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazımızı da (07 Aralık 2023) bu konuya ayırmış ve şöyle bağlamıştık yazımızı :

  • Türkiye’nin de uluslararası toplumun da insan hakları karnesi, İHEB’in 75. yılında perişan.

    Ne yapmalı                      ??
  • Mustafa Kemal Paşa, “Eğer sürekli barış isteniyorsa, insan yığınlarının durumlarını iyileştirecek uluslararası önlemler alınmalıdır. İnsanlığın tümünün gönenci, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya yurttaşları çekememezlik, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak biçimde eğitilmelidir.” demişti. Prof. N. Chomsky ise “Bunların hiçbiri kaçınılmaz değil. M. Chossudovsky’nin YOKSULLUĞUN KÜRESELLEŞMESİ kitabı, olayları tersine çevirecek savaşımda önemli adım : DİRENİŞİN KÜRESELLEŞTİRİLMESİ!..” diye yazdı. Son söz Chossudovsky’nin : “Dünyanın tüm önemli bölgelerindeki toplumsal hareketleri, yoksulluğun ortadan kaldırılması ve kalıcı bir dünya barışının sağlanması ortak hedef ve kararlılığı ekseninde bir araya getiren büyük atılıma gereksinim var.” Bütün dünyanın ezilen halkları, uyanın ve birleşin. Spartaküs iki bin yıl önce başardı; çaresi isyandı!

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin yapışması dileğiyle..
Gönlümüzden geçen, Kabulünü izleyen 50. yılda Bildirge’nin güncellenmesi ve 3. Bin Yıl başında yepyeni ve yaşama geçirilebilecek bir insan hakları demeti üstünde küresel toplumun uzlaşmasıydı. Ne yazık ki böylesi bir beklentiden çok uzağız.

Ancak her durumda umutsuzluk yok. 75 yıl önce İHEB’i büyük bir uzlaşmayla üreten ve yayınlayanlar da dünyalılardı. İnsanlık onuru ve usu (aklı) tüm sorunların üstesinden gelecek!

Sevgi ve saygı ile. 16 Aralık 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik 

 

 

 

Şeyh Sait’i siyaset gündemine sokmak, bir karşıdevrim atağı!

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
Son Yazısı / Tüm Yazıları  15 Aralık 2023 Cumhuriyet

 

AKP’nin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne atadığı kayyumun, Silvan yolunu Elazığ’a bağlayacak “Şeyh Sait Bulvarı”na başlandığını duyurmasından sonra Diyarbakır surlarına Şeyh Sait’in fotoğrafı asıldı.

Yerel seçim öncesinde hem AKP’nin hem de CHP’nin DEM (eski HDP) ile işbirliği arayışını sürdürdüğü bugünlerde, bu konunun yeniden ısıtılması şaşırtıcı değil. AKP ile DEM, birçok kez örneğini gördüğümüz gibi, emperyalizmle işbirliği yapan gerici, etnikçi ve mezhepçi şeyhlere, şıhlara, tarikatçılara sahip çıkma konusunda adeta birbirleriyle yarışan iki parti. 

2014’te HDP ve AKP meclis üyelerinin oylarıyla Dağkapı Meydanı’na Şeyh Sait Meydanı ismi de verilmişti. AKP gericiliği nedeniyle, DEM de etnik kökeni nedeniyle bir şeyhi sahiplenebiliyor.

İŞBİRLİĞİ İÇİN YALPALAYAN SİYASET

Ancak kabul edilemez olan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, bu konudaki bir soruyu,

  • “Şeyh Sait isyanının kendi konjonktüründe Cumhuriyete karşı bir ayaklanma olduğunu biliyorum. Bu ayaklanmanın bastırılması sırasında oluşmuş acılar, bugün bazı torunların kalbini acıtıyorsa, o acıya saygılı olmak gerekir. Cumhuriyetin herhangi bir evresinde yaşanmış acılar varsa o acıları tartışmanın sıcak siyasetin alanı değil, tarihçilerin alanı olduğunu değerlendiriyoruz”

diyerek yanıtlamış olmasıdır.

Öncelikle bu olay, tarihçilere bırakılacak belirsiz bir konu değildir, nasıl gerçekleştiği ve ne olduğu belgelerle ortaya konmuştur. Özel’in yeni kurulan Cumhuriyete karşı emperyalistlerin kışkırtmasıyla ayaklanan şeriatçı bir şeyh hakkında böylesine çekingen bir yanıt vermesi, laik Cumhuriyetin 100. yılında siyasal İslamcılar tarafından boğulmak istendiği bu dönemde net bir tutum göstermemesi, belli ki DEM ile yerel seçimde işbirliği yapma çabasının sonucudur. Herhalde 31 Mart’a kadar Özel’in bu tür yalpalamalarına tanık olacağız.

LAİK DEVRİM Mİ, ŞERİATÇI KARŞIDEVRİM Mİ?

Şeyh Sait olayı ile sosyal medyadaki dezenformasyonun kurbanı olmamak için Uğur Mumcu’ nun 1919’da İstanbul’daki Kürt örgütlenmeleri ile başlayan, Şeyh Sait Ayaklanması ve Musul sorunu ile noktalanan süreci ayrıntılarıyla ele aldığı, yabancı arşivlerden ve çok sayıda önemli belgeden yararlanarak konuyu incelediği “Kürt-İslam Ayaklanması” adlı kitabını okumalarını öneririm.

Mumcu’nun 1991’in haziran ayı boyunca Cumhuriyet’te yayımlanan dizi röportajı vardır. 2 Haziran’daki ilk bölümü, İngiltere’nin 1919’da Bitlis ve Van illerini içine alan kendi korumasında Kürt devleti kurma planına atıfla Majestelerinin Kürdistan’ı başlığıyla yayımlanan o dizide, Şeyh Sait’in mahkemede açıkça şeriat istediklerini söylediği sorgu tutanakları, ayrı bir Kürt İslam devletinin kurulmaya çalışıldığını ortaya koyan belgeler de var.

Bunları bilmeden konuyu tartışmak yüzeyseldir. Türkiye’de bir süredir kasıtlı olarak siyasette alevlendirilen Şeyh Sait tartışması, aynı Vahdettin tartışması gibi, siyasal İslamcı karşıdevrimin atağıdır. 

Bu açık saldırıya karşı net bir tutum gerekir: Ya laik Cumhuriyet Devrimi’nden yanasınız ya da emperyalizmin kışkırttığı dinci-etnikçi bir karşıdevrimin yandaşısınız. Bunun ortası yok!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Neden direnme hakkı?

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset 14.12.2023 BİRGÜN

“İHEB’in tanıdığı ‘direnme hakkı’, Cumhuriyetçiler için meşru ve haklı dayanak” geçen yazının son cümlesi idi.

1789 Bildirgesi’ne göre, her siyasal örgütlenmenin (devletin) amacı, “insanın doğal ve zamanaşımına uğramaz haklarının korunmasıdır. Bu haklar özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnmedir” (md.2).

Baskıya karşı direnme hakkının bir uygulama biçimi olarak sivil itaatsizlik, “Şiddeti dışlayan ve bilinçli bir kararlılık taşıyan, fakat politik olan, yasaya karşı olan ve çoğu zaman yasada ve hükümet politikasında değişiklik sağlamayı amaçlayan kamusal eylem”dir. (Thoreau ve Rawls).

Evrensel Bildirge’de (İHEB) direnme hakkı, “İnsanın istibdat ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunması esaslı bir zaruret” olarak dolaylı bir tanıma kavuştu.

Anayasalar arasında örnek: “Bütün Almanların, anayasal düzeni devirmeye girişecek herkese karşı, eğer başkaca çözüm yolu yoksa, direnme hakkı vardır” (Any., md.20).

MEŞRU ve HAKLI

İHEB ve sonrası insan hakları uluslararası kazanımları, Anayasalarımıza “İnsan haklarına dayanan Devlet ve Cumhuriyet” olarak yansıdı.

Anayasa yurttaşların uyanık bekçiliğine emanet” (1961, Başlangıç) kaydı yer almasa da, 1982 Anayasasında direnme hakkının meşru ve haklı temelleri var. Kamu görevlilerine itaat etmeme hakkı tanıyan “Kanunsuz emir” (md.137), tipik örnek.

Anayasa uygulayıcısı ve anayasal düzen koruyucusu olarak öngörülen organ ve makamların  “Anayasal düzeni yıkıcı eğilimleri”, süreklileşti:
– 31 Mart 2019 İstanbul BB seçimleri iptali,
– Mayıs 2023 yasama ve CB seçim süreci ve
– Yargıtay’ın C. Atalay kararı vd.

Sistematik Anayasa ihlallerine karşı çıkmak, sivil itaatsizlik ve direnme hakkını meşru kılar.

SEÇİM SÜRECİ

Genel seçimler tamamlanmadan yerel seçim söylemini gündeme oturtan AKP genel başkanı, CB ve Yürütme şemsiyesi altında yerel seçim çalışmalarına ivme kazandırdı.

Merkezi yönetimde bütün yetkilerin tek elde toplanması için her türlü aracı meşru gören zihniyet, yerelde farklı siyasal eğilimlere yaşam hakkı tanımamak için devlet güçlerini seferber etme hazırlığında.

Bu nedenle, genel seçimlerde “hata+hançer+harakiri” zincirinde sergilenen aymazlıklar, yerelde tam tersine “uyanıklık+ hukuk+ direnme hakkı” üçlüsüne dönüşmeli. Aksi halde, Türkiye’de genel çürüme yaratan kurgunun yerele de çökmesi, demokratik denge düzeneklerinin bütünüyle silinmesi anlamına gelir.

AYM’yi tümüyle etkisiz kılma (merkezde) ve belediyeleri (yerel) ele geçirme, dengesiz ve denetimsiz yönetim iştahıdır.

Yerel seçim sürecinde direnme hakkı, eşit olmayan yarışma koşullarını dengeleyebileceği gibi, yerel seçimlerin cumhuriyetçi demokratlarca kazanılması, mutlak çürümeye yol açan ırkçı-mezhepçi totaliter zihniyet cephesini frenleyici bir işlev görebilir.

Ayrımcı uygulamalardan soruşturmalara, yerel yetkilerin gaspından kayyumlara beş yıldır kullanılan hukuk dışı baskı araçları, direnme hakkı”nı gerekli kılmakta.

DAYANIŞMA ve DİRENME

Covid-19 ve deprem sınavları, sosyal devlet ve belediyecilik öncelikleri ve uygulamaları, kentli olma hakkı temelinde yerel özgürlükler, direnme hakkının meşru kaynaklarıdır. Yinelenen İstanbul BB seçimleri, direnme hakkı deneyimi olarak da okunabilir.

  • CHP ve TBMM’de temsil edilen  (DEM, Demokrat, DEVA, Gelecek, İyi, Saadet ve TİP) partiler, kaçınılması (tiranlık) ve ulaşılması (demokrasi) gerekenler ortak paydasında buluşabilmeli.

Mikro-demokrasi özneleri ve aktörleri, yerel demokrasi halkalarının öncüleri olmalı.

Ulusal ölçekte ve yerelde insan hakları kazanımlarını korumak için, kamu gücünü hukuka aykırı olarak kullanarak hak ve özgürlükleri çiğneyen kişi ve makamlara, 75. yılında

  • İHEB’in jus cogens (bağlayıcı kural) özelliği de hatırlatılmalı.

Bu genel çerçeve ışığında, mikro-demokrasi örgütlerinin kamu yararı ereğinde dayanışma ve eşgüdüm işlevi, yerel adayları belirlemede liyakat ölçütü ve demokratik yöntemler vb. konular, gelecek yazılarda işlenecek.
***
Yazarın Son Yazıları

21. Yüzyıl’da Sağlık Gündemi ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Gerçeği

Bekir Metin
Dünya Sağlık Haberleri Genel Yayın Yönetmeni
Web: www.healthworldnews.net

www.healthworldnews.net/yazi-dizisi-23-21-yuzyilda-saglik-gundemi-ve-refik-saydam-hifzissihha-gercegi 

Bekir Metin tarafından yazılan “Refik Saydam Hıfzıssıhha Gerçeği” başlıklı yazı dizisinin 23. Bölümü yayınlandı. 

DSÖ, 1998 yılında “50. Yıl Dünya Sağlık Raporunu” 25 yıl önce yayınladı. Rapor 21. Yüzyılın Sağlık Gündemini” belirlemişti. 

2000-2025 yılları arasını kapsayan 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde çizilen vizyon içinde “Sağlığı Etkileyen Politik Eğilimler” 

detaylı (ayrıntılı) biçimde anlatılmıştı. Böyle bir süreçte Türkiye’de iktidar değişti ve “Sağlıkta Dönüşüm Programı” başlatıldı. 

Peki, Refik Saydam Hıfzıssıhha Başkanlığı’na ne oldu? Okuyun… Gerçeği görün…

Selam sevgi ve saygılarımla, 14.12.23

ASGARİ ÜCRET BELİRLEME KURULUNUN CALIŞMALARI ÜZERİNE KİMİ YARARSIZ YORUMLAR…

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Asgari (en az) ücret belirleme komisyonu, daha sonraki toplantı turlarına bir hazırlık yapmak üzere, işçi – işveren temsilcileri ve iktidar temsilcisi Bakanın katılımı ile 11 Aralık 2023 günü toplandı. Ancak bu ilk toplantıda herhangi bir ücret miktarı dile getirilmedi. Öyle anlaşılıyor ki, bu toplantılar birkaç kez daha yapılacak ve yılbaşından önce mutlaka bir karara bağlanacak. Büyük bir olasılıkla da son sözü Cumhurbaşkanlığı makamı söyleyecek… (AS: Daha önce de olduğu gibi..)

Peki asgari ücretin önemi nereden geliyor?

Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO – UÇÖ) doğru ve yerinde saptamalarına göre, ulusal ve evrensel ölçekte, emek ve sermaye arasındaki kalıcı barışı oluşturabilmek için, insan onuruna ve sosyal adalet temeline dayalı, hukuksal ve nesnel ölçütlere bağlı evrensel bir ücret düzeninin gerekliliği kaçınılmazdır. Adil bir ücret düzeni hem ulusal ve hem de evrensel barış ve küresel istikrar için büyük önem taşır. Küresel ve ulusal barışa hizmet edecek adil ve nesnel bir ücret belirleme düzeni büyük önem taşır.

Bu nesnel ölçütlerin ve karar organlarının nasıl çalışacağı ve karalarını nasıl alınacağı UÇÖ’nün 1970 tarih ve 131 “ASGARİ ÜCRET TESPİT SÖZLEŞMESİ” ile yürürlük kazanmış, Türkiye bu ILO Sözleşmesini (ILO C-131) 1975’te bağıtlamıştır.

Söz konusu Sözleşmeye (ILO Convention) göre, bu Sözleşmeyi bağıtlayan devletlerin temel sorumlulukları şunlardır :

1- Uygulanacak asgari ücret koruması sanayi, hizmetler ve tarım sektörlerindeki tüm üretim alanlarını ve kadın-erkek farkı gözetmeksizin tüm çalışanları kapsamalıdır.

2- Bu Sözleşmeyi bağıtlayan tüm ülkeler, Uluslararası Çalışma Örgütü yani UÇÖ’nün yukarıda adı geçen Sözleşmesine uygun olarak, bir asgari ücret belirleme mevzuatı oluşturmak ve uygulamakla sorumlu olacaklardır.

3- Asgari ücret belirleme kurulunda komisyonunda yetkilendirilecek paydaşların (işçi, işveren, kamu temsilcileri ve konu uzmanları) belirlenmesi ve nesnel ölçütlere göre çalışma ve görevlilerce nesnel karar alabilme olanaklarının sağlanması.

4- Akademik çevrelerde, sosyal siyaset, çalışma ekonomisi işçi- işveren ilişkileri alanlarında uzmanlaşmış yansız uzmanların asgari ücret belirleme kurullarında görevlendirilmeleri.

5- Asgari ücret miktarı saptanırken salt çalışan tek kişinin değil, aile biriminin temel gereksinmelerinin de dikkate alınması, çalışanların insanca yaşam hakkı ve aile sahibi olduklarının asla unutulmaması.
***
Bir örnek verelim :
Fransız Devleti’nin asgari ücret belirleme mevzuatına göre, Fransa’da işçi – işveren arasındaki asgari ücret hesaplama yöntemi üç ana bileşenden oluşur. Şöyle ki:

– Önce tek çalışan için yaşamsal asgari ücret (salaire minimum vital) hesaplanır. Bu ücret, calışan emekçinin, beslenme, barınma, konut (kira) ve ulaşım gibi tüm zorunlu giderlerini kapsar.

– Aile asgari ücreti (salaire minimum familiale). Bu aşamada, daha önce hesaplanmış olan yaşamsal ücrete aile için hesaplanan tutarlar da eklenir.

– Sosyal asgari ücret (salaire mimum sociale). Emekçi ailesinin de, asgari ölçülerde de olsa, belirli aralıklarla, çocukları ile birlikte ev dışında yemek yemeye, tatil yapmaya, sinema – tiyatro izlemeye, kitap, gazete, dergi almaya hakkı vardır. Bu nedenle bu nedenle hesaplana sosyal asgari ücretin de toplama eklenmesi gerekir.

– Toplam garanti asgari ücret (salaier minimum garanti, total).
Bu toplam asgari ücrettir. Yaşamsal, ailesel ve sosyal üç asgari ücretin toplamından oluşur. Fransız işçisinin cebine giren net ve güvence altına alınmış ücret budur.

Türkiye’ deki duruma gelince, sosyolojik olarak:

– Türkiye’de, Fransa’daki gibi güçlü bir sendikal örgütlenme ve ussal (rasyonel), sınıfsal değerlerle bilinçlenmiş yaygın bir işçi sınıfı yoktur. Bu durum, salt asgari ücret belirlemesinde değil, başta toplu iş sözleşmeleri olmak üzere, ülkedeki ücret düzeyinin görece daha düşük kalmasına neden olur. Sarı sendikacılık vardır.

– Türkiye’ de hala, feodal, etnik dogmatik, dinsel değerler görece egemenliğini korumaktadır. İşçi sınıfının bilinçli olarak birleşip desteklediği tek bir parti de yoktur. Siyasal bilinç, ekonomik ve mesleksel gereklere göre değil; feodal, etnik, dogmatik, dinsel değerler ya da hemşehrilik ilişkilerine göre biçimlenmektedir. İşçi sınıfı bütüncül ve güçlü bir meslek örgütüne ve örgüt bilincine sahip değildir. Siyasal, dinsel, etnik, popülist söylemler işçi sınıfı üzerindeki egemenliğini geniş ölçüde korumaktadır.

– Türkiye’de asgari ücret belirleme kurullarında yansız, bilgili, nesnel verilerle çalışan bilim insanları ya da uzman kesim yok gibidir. Olsa bile bilimsel görüşleri çok etkili değildir. Tüm asgari ücret ya da toplu sözleşme pazarlıklarında işverenler daha baskındır. Siyasal iktidarların genel tutumu ise çoğunlukla işverenleri desteklemekle sonuçlanmaktadır.

– Türkiye’de gerek asgari ücret belirleme kurullarında ve gerekse toplu şözleşme pazarlıklarında, TÜİK verileri dahil, nesnel olarak kullanılabilecek sayısal veri kümeleri (setleri) güven vermemektedir. Bu, az güvenli verilerle hesaplanan asgari ücretin doğruluğu ve güvenilirliği konusunda kuşku oluşturmaktadır.

– Türkiye’ e, gelişmiş Batı ülkelerine benzer bir sosyo-ekomik ve ekinsel (kültürel) orta sınıf giderek yok olmaya başlamıştır. Toplum, az sayıdaki varsıllar ve çok kalabalık yoksullardan oluşmaktadır. Bu nedenle uçtan uca siyasal ve ideolojik savrulmalar çoktur. Hatta orta sınıfın partisi yok gibidir. Halbuki başta siyaset kurumu olmak üzere, orta sınıf rejimin ve istikrarın güvencesidir.

– Türkiye’de, güncel olarak 2023 Aralık ayında 2024 için belirlenecek asgari ücret tutarının önemi, Batı ülkelerine göre, çok daha fazladır. Çünkü gelişmiş ülkelerde, asgari ücretle çalışanların oranı % 10-15 dolayındadır. Halbuki bizde, toplam çalışanlar içinde, asgari ücretle çalışanların oranı % 60 dolayındadır. Bu durumda, Türkiye’de asgari ücret, toplumun geneli için yalnızca asgari geçim ya da yoksulluk ücretine dönüşmektedir.

– Ücretle çalışanları olumsuz etkileyen bir konu da, ülkemizdeki çok adaletsiz vergi düzeni ile ilgilidir. Türkiye’de dolaylı vergiler, özellikle işçi sınıfı için büyük önem taşıyan temel ürünler üzerindeki katma değer vergileri hem çok yaygındır hem de görece yüksektir. Örneğin bir kutu toz deterjan alırken ülkenin en varsılı ile en yoksulu eşit vergi verir. Bu vb. örnekler yüzlercedir. Ayrıca ücretlerden alınan gelir vergisi oranları ücretlileri mağdur edecek bir oransal yapıdadır. Çünkü yıl içinde, zamanla, gelir vergisi dilimleri büyüdükçe, ele geçen asgari ücret miktar (nominal) olarak azalmaktadır.

Son söz                :

Yukarıdaki veriler ışığında, başlamış olan asgari ücret komisyonu çalışmaları nasıl sonuçlanır? Önce işci ve işveren temsilcileri biraz çekişirler, bağımsız uzmanların esamisi okunmaz. Sonuç olarak ya üçlü bir anlaşma olur -bu olasılık çok zayıftır- ya siyasal iktidar, işveren/sermaye sınıfı temsilcisinin görüşüne katılır. Ya da son çözüm yeri olarak konu Cumhurbaşkanlığı Makamına bırakılır. Umarım ben mahçup olurum. (12.12.2023)

Vahdettin ve Şeyh Sait meselesinin asıl hedefi

Mehmet Ali Güller
Mehmet Ali Güller
14 Aralık 2023, Cumhuriyet

 

Önce İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’e soruşturma açtılar. İçişleri Bakanlığı’nın soruşturma gerekçesi, İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun 100. yıldönümü kutlamalarında Soyer’in yaptığı konuşmada Padişah Vahdettin’e hakaret etmesiydi!

Hakaret sayılan ve soruşturmaya gerekçe olan sözler, Soyer’in “Sözlerim Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’undan alınmıştır” dediği sözlerdi.

Yani aslında AKP’nin içişleri bakanı bir belediye başkanına değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’e soruşturma açıyordu!

Bu elbette sıradan bir olay değildi ve 21 yıllık AKP iktidarının “esas hedefinin” yeni aşamasının da işaretiydi. Nitekim AKP’li siyasal İslamcılar ekranlardan, gazete köşelerinden Cumhuriyetçileri, Kemalistleri hedef aldılar, “Kim Vahdettin’e hain derse yargılayacağız” dediler, bir TV programında Ümit Zileli’nin şahsında aydınları tehdit ettiler.

ŞEYH SAİT’İN AVUKATLARI: AKP ve DEM

Ardından Şeyh Sait savunuculuğu başladı.

AKP’nin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne atadığı kayyum, Silvan yolunu Elazığ’a bağlayacak “Şeyh Sait Bulvarı”nın yapım çalışmalarına başladıklarını sosyal medyadan duyurunca, haliyle tepkiler geldi.

İşin ilginci, AKP kayyum atamasa HDP’li belediye başkanı da şehirde bir yere zaten yine Şeyh Sait’in adını verecekti. (Zaten 2014’te HDP ve AKP meclis üyelerinin oylarıyla Dağkapı Meydanı’na Şeyh Sait Meydanı ismini vermişlerdi.) Bu nedenle AKP’li kayyumun bu icraatına tepkilere göğüs geren ikinci parti DEM (HDP) oldu!

Şeyh Sait’in avukatlığına en önden soyunan ise doğrudan AKP’liler oldu. Örneğin AKP Erzurum Milletvekili Abdurrahim Fırat sosyal medyadan yayımladığı mesajla Cumhuriyetçileri hedef aldı: “Şeyh Sait onurumuzdur. Bazı terbiyesiz ve ahlaksız zevatın Şeyh Sait Efendi için sarf ettiği beyanlar hakkında TCK hükümlerine göre hakaret oluşturan sözler nedeniyle suç duyurusunda bulunacağımızı ve Şeyh Sait Efendi’nin sahipsiz olmadığını kamuoyuna beyan ederim.”

YA CUMHURİYET YA GERİCİLİK

Atatürk, TBMM kürsüsünden Vahdettin’“hain, devlet başkanlığını kirleten, soysuz, alçak, menfaatçi, düşmanın elinde oyuncak, pespaye, entrikacı” diye nitelemiştir (Bkz. Nutuk).

Kaldı ki Vahdettin’in tek başına İngiliz Muhipleri (Dostları) Cemiyeti üyeliği bile bu sıfatları hak etmesine yetmektedir. Zira bu dernek sadece İngiliz mandası istemekle kalmamış, İngiliz parasıyla Anadolu’da karışıklık çıkarıp Kurtuluş Savaşı’nı engellemeye çalışmış, casusluk faaliyetleriyle İngilizlere hizmet etmiştir. Nitekim Vahdettin de en sonunda İngilizlere sığınarak kaçmıştır.

Şeyh Sait’in kalkışması ise 1925 konjonktüründe birkaç boyutlu bir konudur. Gericilikten Musul meselesine kadar çeşitli parametreleri vardır. Feodal kuvvetlerin genç Cumhuriyeti erken boğma hamlelerinden biridir: Ya Cumhuriyet kazanacaktır ya gericilik…

Öyle olduğu için de Mustafa Kemal,

  • “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.” demiştir.

TARİH ÖNÜNDEKİ SORUMLULAR

İşte bugünkü Vahdettin meselesi de Şeyh Sait meselesi de aslında budur:

  • Türkiye şeyhler, müritler memleketi mi olacak, laik yurttaşların memleketi mi?

Siyasal İslamcıların Vahdettin ve Şeyh Sait’“hain” diyene dava açmaları bir hukuk meselesi değildir; siyasal çarpışmadır. Adım adım tırpanladıkları Atatürk’ün laik Cumhuriyetine kılıç çekerek “davam” dedikleri İslam cumhuriyetini inşa edebilmenin yolunu hazırlamaya çalışmaktadırlar. Bunu yaparken de “yeni rejim” için “yeni tarih” yazmaya uğraşmaktadırlar.

Bu saflaşmada siyasal İslamcılara şu ya da bu nedenle destek veren milliyetçiler ve ulusalcılar da “Acılara saygılıyız” diyerek net tutum almaktan çekinen Cumhuriyetçiler de tarih önünde sorumlu olacaklardır!


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Amerikan neo faşizmi11 Aralık 2023

Şeyh Sait İsyanı

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Diyarbakır’ın kayyum belediye başkanının şehirdeki bir anayola “Şeyh Sait “ adının verileceğini açıklaması üzerine Şeyh Sait gündeme getirilmiş ve ayaklanmanın anımsanması gereksinimi ortaya çıkmıştır.

Şeyh Sait ayaklanması (İsyanı) Nedir?

Türkiye’nin emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı vermesinden ve zaferden sonra tam bağımsız Türkiye Cumhuriyetini kurarak devrimleri gerçekleştirmesinden rahatsız olan emperyalistler ve yerli işbirlikçileri laik cumhuriyeti yıkmak ve ülkeyi bölmek için karşı devrim girişimlerini yoğunlaştırmışlardır.

En önemli karşı devrim eylemi Şubat -Nisan 1925 aylarında Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Şeyh Sait ayaklanmasıdır.

Hınıs’lı bir aşiret reisi ve toprak ağası olan Nakşibendi tarikatına bağlı Şeyh Sait, Halifeliğin kaldırılmasına tepki olarak 13 Şubat 1925’te Elazığ’ın Piran köyünde peşindekilerle ayaklanmayı başlatmıştır. Bir Kürt hareketi olarak başlatılan ayaklanma bölgedeki Kürt yurttaşlarımızdan destek göremeyince, irtica (gericilik) hareketi olarak gelişmiş ve bir haftada 14 ile yayılmıştır. İsmet İnönü’nün tanımıyla ayaklanma “Askeri mahiyet arz eden silahlı irtica hareketidir”. İsyancılar yeşil bayrak altında evleri, dükkanları yağmalamışlar, telgraf tellerini kesmişler, resmi binaları işgal etmişler ve devlet görevlileri ile jandarma birliklerini etkisiz hale getirmişlerdir.“Allahın emriyle şeriatı geri getireceğiz” “Halifelik olmadan Müslümanlık olmaz.”  “Bize katılanlar cennetliktir”, “Kadınlarımızı başı açık gezdiren hükümetin başı ezilmelidir” gibi sloganlar atarak Elazığ’a egemen olmuşlar, Diyarbakır’ı iki kez kuşatmışlar, kentlilerin ve güvenlik güçlerinin direnişi karşısında bu kente girememişlerdir.

İsyanın Bastırılması

İsyan başladığında TBMM’de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) çoğunluktadır. Başbakan Fethi Okyar’dır. 17 Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi (TCP) ise muhalefettedir.

Şeyh Sait isyanına karşı alınacak önlemler konusunda iki görüş belirmiştir. Başbakan Fethi Okyar ve hükümeti ile TCP sert önlemler alınmasına karşıdırlar. CHP içinde ağırlıklı bir grup ise ayaklanmayı daha ciddiye almakta, yeni kurulmuş cumhuriyetin laiklik temeline önemli bir tehdit olarak görmekte; derhal, etkili önlemler alınmasını istemektedir. Hükümetin kendi içinde de görüş ayrılıkları vardır. Sertlik yanlısı Dahiliye Vekili (İç İşleri Bakanı) Recep Peker ve Adliye Vekili (Adalet Bakanı) Mahmut Esat Bey görevlerinden istifa etmişlerdir.

TBMM 25 Şubat’ta vatan hainliği yasasını değiştirmiş, dini siyasete alet edenler vatan haini sayılmıştır.

Cumhuriyetin ilk Başbakanı İsmet Paşa 22 Kasım 1924’te istifa etmiş, İstanbul’da dinlenmektedir. Cumhurbaşkanı Atatürk ayaklanma çıkınca İsmet Paşayı İstanbul’dan çağırmış ve İsmet Paşa 21 Şubat’ta Ankara’ya gelmiştir. CHP’nin kurucu başkanı Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ise başkan vekilidir.

İsmet Paşa ilk iş olarak CHP parti grubunu toplamış ve ayaklanmaya karşı alınacak önlemleri tartışmaya açmıştır. İsmet Paşa ile CHP grubunun çoğunluğu ve hükümetten istifa eden bakanlar sert önlemlerden yana; Fethi Okyar ve hükümeti ise daha ılımlı önlemleri savunmaktadır. Grupta sertlik yanlıları ile ılımlılar arasında şiddetli tartışmalar yapılmış, sonunda Mustafa Kemal Paşa gruba çağrılmıştır.

Mustafa Kemal Paşa yaptığı konuşmada

  • Milletin elinden tutmak lazımdır. İhtilali başlatanlar tamamlayacaktır.
    diyerek ağırlığını sertlik yanlılarından yana koymuştur.

Grup kararı sert önlemlerden yana olunca Fethi Okyar istifa etmiş, Kemal Paşa İsmet Paşayı 2. kez Başbakanlığa atanmıştır. İsmet Paşa hükümeti 8 Mart 1925’te güvenoyu alarak göreve başlamıştır. Hükümetin öncelikli görevi ayaklanmanın hızla bastırılması, ülkede erinç (huzur) ve güvenliğin sağlanmasıdır.

Yeni hükümet kendisine iki yıllığına geniş yetkiler veren Takrir-i Sükun Yasasını Meclis’e getirmiştir. Bu yasaya göre;

  • Biri ayaklanma bölgesinde öbürü Ankara’da olmak üzere iki istiklal mahkemesi kurulmuş,
  • Bölgesel seferberlik ilan edilerek Adana’daki Kolordu seferber edilmiş ve isyan bölgesine gönderilmiş,
  • Basına sansür konmuş, isyancıları destekleyen kimi dergi ve gazeteler kapatılmış, yazarları mahkûm edilmiştir.

Seferber olan kolordu Nisan başında bölgeye ulaşmış ve isyan bastırma harekatını başlatmıştır. Harekat planı isyan bölgelerini çembere almak, isyancıların kaçış yollarını tıkamak, çemberi daraltarak isyancıları yakalamak ilkesine dayanıyordu. Harekâtın sonunda Şeyh Sait ve yakın adamları halkın da yardımı ile Nisan ortalarında Çapakçur-Genç bölgesinde yakalanmışlar ve Diyarbakır istiklal mahkemesine çıkartılmışlardır.

Diyarbakır istiklal mahkemesinde 389 sanık yargılanmış, 29 kişiye idam cezası verilerek hemen uygulanmıştır.

Aynı mahkeme dinci propaganda ve kışkırtmalarda TCP’yi bağlantılı görerek bu partinin kapatılmasına karar vermiştir. TCP, bu karara dayanarak 3 Haziran 1925’te hükümet kararnamesi ile kapatılmıştır.

Aynı mahkeme, isyanda şeyhlerin, müritlerin din ve tarikat ticareti ile geçinenlerin oynadıkları olumsuz rolleri dikkate alarak, kendi bölgesindeki tekke ve zaviyelerin kapatılması gerektiğine de karar vermiştir. Aynı gereksinimin Ankara’daki istiklal mahkemesince de belirtilmesi üzerine 13 Aralık 1925 tarihli -halen yürürlükte olan- 677 s. yasa ile tüm yurtta tekke ve zaviyeler kapatılmıştır.

İngiliz Parmağı

Lozan barış konferansında Musul sorunu (Türkiye-Irak sınırının belirlenmesi) sonuca bağlanmamış, konunun Irak’taki mandater devlet İngiltere ile Türkiye arasında görüşülmesine, dokuz ay içinde bir sonuç alınamazsa Milletler Cemiyeti’ne (MC) götürülmesine karar verilmişti.

Türkiye – İngiltere görüşmeleri 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da başladı. İngiltere Türklerle Kürtlerin ayrı topluluklar olduğunu, bölgedeki çoğunluğun Kürtlerde olduğunu, Kürtlerin İngiliz manda yönetiminden hoşnut olduklarını ve Irak’a bağlanmak istediklerini savunmuş; ayrıca Hakkari bölgesini de istemiştir. Türkiye ise coğrafya bakımından ülkemizin bir parçası olan ve Mondros ateşkes anlaşmasından sonra haksız olarak işgal edilen Musul’un kendisine ait olduğunu; Türklerle Kürtlerin yazgılarını birbirine bağlanmış iki kardeş ulus olduklarını savunmuştur. Türkiye, Kuzey Irak’taki Kürtlerin İngiltere denetimindeki Irak’a bırakılmasının uzun erimde Türkiye için bir tehdit olacağını değerlendirmiştir.

İkili görüşmelerden bir sonuç alınamayınca Lozan Andlaşması gereği konu, 20 Eylül 1924’te MC’ye götürüldü.

İşte Şeyh Sait ayaklanmasının olduğu günlerde Musul sorunu MC’nin gündeminde idi. ayaklanma Türkiye’nin savunduğu “Türk-Kürt kardeşliği” tezine gölge düşürmüş, Türkiye’nin Kürtlerin yaşadığı bölgede güvenliği (asayişi) sağlayamadığı kanısını oluşturmayı amaçlamıştır. MC Konseyi’nin görevlendirdiği inceleme komisyonu 1925 Eylülünde İngiliz yanlısı bir rapor hazırlayarak Konseye sunmuş, sonuçta MC Konseyi kararına uygun olarak Türkiye 1926 Ankara anlaşması ile Musul’u Irak’a terk etmiştir.

Şeyh Sait’in ele geçirilen belgeleri arasında İngiltere’den gönderilen ve içinde İngiliz silah fabrikalarının katalogları bulunan zarflar bulunmuştur. Zarfların üzerinde “Kürdistan Kraliyeti Harbiye Nezaretine” adresi olması isyanda İngiliz parmağı bulunduğunun kanıtıdır.

Sonuç ve Değerlendirme:

Şeyh Sait isyanı Cumhuriyet bir yılını henüz doldurmuşken Cumhuriyetin ve Devrimlerin temeli olan laikliği ortadan kaldırmak için girişilen en önemli karşı devrim girişimidir.

İsyan, bölge halkının katılmaması nedeniyle bir Kürtçülük hareketine dönüşememiştir.

Kurucu irade, Cumhuriyet’e ve laikliğe sahip çıkmak için ikirciksiz, hızlı ve etkili önlemler alarak isyanı kısa sürede bastırmıştır.

İsyanın bastırılması öbür Devrimlerin önünü açmış ve hızlandırmıştır.

İsyanın bastırılması için alınacak önlemler CHP grubunda ve TBMM’de demokratik yöntemlerle tartışılmış, hukuk dışına çıkılmamıştır.

İsmet Paşa hükümeti, kendisine geniş yetkiler veren Takrir-i Sükun Yasasını amacı dışında kullanmamıştır.

  • “Açılım” veya isyancılarla pazarlık yapılmamıştır.

Alınan bastırma önlemlerinin antidemokratik olduğunu savunanlar vardır. Ancak bu günkü demokrasi anlayışı ile 1925’lerdeki olayı değerlendirmek yanlış olacağı gibi; “İsyan başarılı olsaydı demokrasi ne hale gelecekti?” sorusunun da sorulması gerekmektedir.  Kurucular çok zor koşullarda kurdukları genç Cumhuriyet’i koruma içgüdüsü ile hareket etmişlerdir.

Şeyh Sait ayaklanması, feodal düzenin ağalığa, şeyhliğe dayalı üretim ilişkilerinin çağdaş Cumhuriyetin önündeki en önemli engel olduğunu kanıtlamıştır.

İsyan, Musul sorununda İngiltere’ye üstünlük sağlamış, emperyalizmin çıkarları için çağdışı yobaz bir zihniyetle işbirliği yapabildiğini göstermiştir.

Nakşibendi tarikatı ayaklanmadan beş yıl sonra Menemen’de başka bir gerici ayaklanmada Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay ve iki bekçiyi vahşice öldürmüşlerdir.

  1. Bu tür tarikat ve cemaatler laik cumhuriyet için açık ve yakın bir tehdittir. Hoş görülemez.
  2. Dini siyasal çıkarları için kötüye kullanan şeyh Sait, Vatana İhanet Yasasına göre vatan hainidir. Tartışılamaz.
  3. Şeyh Sait ayaklanması ve bastırılmasında “acı çekenlerin” olduğunu söylemek
    cumhuriyet düşmanlarına hoş görünme çabasıdır. Devrimciliğe yakışmaz.
  4. İsyandan yüz yıl sonra Şeyh Sait adının ayaklanmacıların giremediği Diyarbakır’da bir anayola verilmesi karşı devrimcilerin öç alma çabasıdır, kabul edilemez.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 13 Aralık 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTTEPE

DÖNÜŞ

RTE, “Bir gece ansızın gelebiliriz” diye tehdit ettiği, kendisini tanımadığını söylediği Miçotakis’e “dostum” diyerek ziyarete gitti. Bundan sonra “it dalaşı yapmayalım” dedi.

Herhalde Yunanlar işgal ettikleri adaları boşalttı, hava sahamızı ihlal etmekten vaz geçti.

Bu adam ülkesini çoook seviyor!

YÜZSÜZLÜK

İsrail’e söylemediğini bırakmayan RTE/AKP iktidarı savaş başlangıcından bu yana 350’den fazla gemiyle yük (silah ve cephane bile var) gönderdi.

İkiyüzlülük değil, iki bin yüzlülük…

ZİNA

Yobaz cemaatin sözde şeyhi, “Kadın koku sürüp sokağa çıkarsa zina yapmış olur” demiş.

Beyni testiste…

DEĞER

İmamların “değerler eğitimi” adı altında okullarda görevlendirildiği Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi (ÇEDES) İzmir ve Eskişehir’in ardından Kırklareli’nde de yaşama geçiriliyor.

Ahlaksızlık cemaat kurslarında kalmasın, çevreye (okullara da) yayılsın…

DEĞERSİZ

İYİ Parti İstanbul Milletvekili Salim Ensarioğlu Şeyh Sait için “Bölgemizin değeri” dedi.

Bölgeyi ve partiyi değersizleştirme…

 KAÇIRILMA

Aracıyla bir vatandaşımıza çarpıp ölümüne sebep olan Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlunun kaçışına göz yumuldu.

En yukarıdan bağlanmış olabilir mi?..

SİYASET

Giresunspor teknik direktörü takımın kötü gidişinin engellenmesi için siyasetçilere yalvarmış.

Siyaset futbola hiç girdi mi? RTE izin verir mi?

Maganda Faruk Koca siyasetten mi güç aldı?..

VİCDAN

TBMM kürsüsünde kalp krizi geçiren Saadet Partisi milletvekiline AKP’liler “Allah”ın gazabı böyle olur “ dediler.

Vicdanlı insanlar!…

HEALTH EDUCATION & PROMOTION

Dear Phase 1 Students of

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 14th December 2023, we’ll conduct a 2 hours lecture face to face for Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School with a title / topic of

HEALTH EDUCATION & PROMOTION

40 slides, 3.2 MB, main material for this lecture :

Health Education & Promotion AHMET SALTIK

Below are 56 additional slides having a rich and up to date content (PDF 1,7 MB) to support main file above :

And a very valubele supplement, 15 pages, 1 MB : Health Education and Promotion (Concepts)

These files have been uploaded Atılım University Medical School, Moodle System.

With respect and love. 13th December 2023, Ankara


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
LLM (Health Law), BSc (Political Sciences & Public Administration)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik