Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

TÜRKİYE CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINDA ULUSUN SAĞLIĞI : Stratejik bir Sorunsal ve öncelik..

TÜRKİYE CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINDA
ULUSUN SAĞLIĞI :
Stratejik bir Sorunsal ve öncelik..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
ADD Bilim Kurulu Başkan V.
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı-Siyaset Bilimci
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Genel Merkezi, Cumhuriyetimizin 100. yılı anısına, 1989’dan bu yana düzenli olarak yayınlayageldiği “Atatürkçü Düşün” dergisinin 153. sayısını (Ekim-Kasım-Aralık 2023) özel sayı olarak çıkardı.

Bu sayıda bizden de Cumhuriyetin başından bu yana sağlık hizmetlerinin evrimini, güncel durumunu, geleceğe ilişkin beklenti ve planları yazmamız istendi.

Hiç kuşku yok, “CUMHURİYETİN SAĞLIK DEVRİMİ” dir söz konusu olan hem de DESTANSI! A4 boyutunda on sayfa yazdık. Derginin 15-25. sayfaları oluştu.

Kısa bir giriş, kimi seçmeler ve sonuç sunup, yazının tümüne pdf erişimi vereceğiz (en sonda)..

***
MUVAKKAT İCRA ENCÜMENİ HEYETİ
Mustafa Kemal Paşa Hükümeti,
25 Nisan 1920 –
03 Mayıs 1920

Sağlık Bakanlığı yoktur ve sağlık konuları yer almamaktadır. Ancak 3 Mayıs 1920’de TBMM’nin açılışının 10’uncu gününde ilk kez Sıhhat ve İçtimai Mavenet Vekaleti (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) kurulmuştur. Dr. Adnan Adıvar ilk Bakan’dır.

  1. İCRA VEKİLLERİ HEYETİ :
    Mustafa Kemal Paşa Hükümeti, 3 Mayıs 1920 –
    24 Ocak 1921,

Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekili Dr. Adnan Bey (İstanbul), 03.05.1920-24.01.1921

“Umuru sıhhiye ve muavenet-i içtimaiye hususunda hali hazır-ı malimizin müsaid olabildiği kadar ve mümkün mertebe iktisada riayet olunarak azamî fevaid-i sıhhiye ve içtimaiye teminine çalışılacaktır. Ahalinin ve memlekette mevcut müessesat-ı sıhhiyenin edviye ve levazımı sıhhiye hususunda müşkilâta uğramamaları için şimdiden bu gibi levazımın memlekete ithaline say olunuyor. Elimizde mevcut edviye ve eczayi tıbbiyeyi israf etmemek üzere kullanırsak bu buhranlı devreyi kolaylıkla atlatabileceğimizi zannediyoruz. Emrazı sariyenin lehülhamd memlekette bu sene evvelki harp senelerine nisbeten pek az olduğunu marazı hamdü şükranda zikretmekle beraber bugün emrazı içtimaiye namı altında zikrolunan malarya ve frenginin tahdidi mazarratı için diğer şuabatı idare ile müttehiden ittihazı tedabir olunacağını söylemek isteriz.”

  1. Yasama Yılı Açış konuşmasında Mustafa Kemal Paşa’nın, 1 Mart 1921 – 1 Mart 1922 arasında 2. Yasama döneminde Meclis Hükümetinin sağlık alanında yaptıklarını aktaran tarihsel sözleri oldu :
  • “Efendiler, ulusumuzu güven içinde yaşatmak amacımız olduğu gibi, onun sağlığına özen göstermek ve olanaklarımızın elverdiği oranda sosyal acıları dindirmek de hükümetimizin görevlerindendir. Bu cümleden olmak üzere ülkemizin doktor ihtiyacı olanakların elverdiği oranda karşılanmaya çalışıldı. 1920 yılında 260 (iki yüz altmış) doktor görevli idi. Bu sayı, bu geçen yıl zarfında 312’ye (üç yüz on iki) yükseltildi. Elli doktor daha bulunup, doktorsuz ilçelere gönderilmeleri düşünülmektedir. Bu yıl bulaşıcı hastalıkların yayılması önlendi, başgösteren hastalıklar derhal sıhhi önlemler alınarak, bulundukları yerde yok edildi. Bulaşıcı hastalıklara karşı en kesin önlem olan aşılar, artık tümüyle ülkemizde yapılmaktadır. Üç milyondan fazla kişiye yetecek çiçek aşısının Sivas’ta yapılmış bulunduğunu belirtmekle bu konuda gerekli bilgiyi vermiş oluyoruz. Ülkenin sıtmalı bölgelerine yeterli miktarda kinin dağıtılmıştır.
    Frengi hastalığının yok edilmesi için de gerekli olan para sarf edilmiştir. Sosyal hastalıklar ile uğraşımızın daha etkili ve daha ayrıntılı bir şekilde yerine getirilmesinin gereğini de
    belirtmek isterim.”

………………….
…………………………….
…………………………………….

  1. Yasama Yılını Açış Konuşması, Cumhurreisi Mustafa Kemal Paşa, 1 Mart 1923
  • Salgın ve bulaşıcı hastalıklara karşı insanları koruma konusunda büyük hizmetleri görülen, aşıların hazırlanması ile uğraşan hıfzıssıhha kurumu üstün bir başarı ile çalışmalarını sürdürmekte ve hastalıklarla savaşta yararlı hizmetler yapmaktadır. 1921 yılı içinde, üç milyon kişilik çiçek aşısı yapabilen Sivas Kurumu geçen yıl içinde beş milyon kişilik çiçek aşısı, 537 Kg. kolera, 477 Kg. tifo aşıları üretmiş ve bunlar halka yeterli bir şekilde yapılmıştır. Halen İstanbul ve Sivas’ta bulunan her biri bakteriyoloji laboratuvarı, kimya. laboratuvarı, aşı istasyonu ve kuduz tedavi merkezinden kurulu hıfzıssıhha müesseselerinin üçüncüsü de bu yıl Diyarbakır’da kurulacak ve böylece hastaların uzak yerlere gitmelerinden doğacak sakıncalar ortadan kalkacaktır. Bulaşıcı hastalıklara karşı önemli bir savaşın aracı olan temizlik ve etüv araçları gittikçe çoğaltılmakta ve düşman tarafından zarar görmüş olanlar onarılmakta, var olanlar ise yenileştirilmektedir. Bu şekilde yakında Afyon Karahisar, Eskişehir ve Niğde etüv kurumları faaliyete gireceklerdir. İzmir’de ve Ankara’da her türlü aracı olan birer etüvevi inşası düşünülmektedir. Aslında sağlık korunmasını sağlayan etüvevleri bulunmayan şehirlerde yerel yönetimler tarafından verilecek ödenekle ve merkezden yapılacak yardımla bir an önce bunların tamamlanması, 1923 yılında yerine getirilmesi amaçlanan işlerden birisidir. Bu arada, çeşitli yollarla dışarıdan gelecek salgın hastalıklara karşı korunmak için sınırlarımızda karantina yeri projesi de incelenmektedir. Kapitülâsyonların kaldırılması sonucu olarak uluslararası bir yönetim durumundan çıkarılıp, halen doğrudan doğruya bakanlığın şubelerinden biri durumuna gelen eski karantina sağlık işleri de, en güç şartlar içinde teslim alınmış olmakla birlikte başarı ile yönetilmekte ve çalıştırılmaktadır. Bir harabe halinde teslim alınan Sinop ve Kılazömen karantina yerlerinin çalışır bir duruma getirilmesine çalışılmaktadır. Sadece bulaşıcı ve mikrobik hastalıklara yakalananların tedavi gördüğü hastahanelerin bulunmamasının ülkemiz için büyük bir eksiklik olduğu düşünülerek bu yıl İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinde 5 adet bulaşıcı hastalıklar hastahanesinin kurulması ve açılması sağlık programımıza konmuştur.
    Bu arada İzmir’deki hastahane çalışmaya başlamış, İstanbul’dakiler de açılmaya hazır olarak beklemektedir. Gerek yerel yönetimlerin çalışmaları gerek örnek kurumlarımızın ülkemize
    iyi bir şekilde dağıtılması ile Anadolu’nun her yanında eldeki imkanlar içinde önemli sağlık merkezlerinin kurulmasına çalışılacaktır. Salgın hastalıklar oranı kadar önemli ve hatta ülkemizde bunlardan daha çok ölüme neden olan sıtma, frengi ve vereme karşı da önlemler alınmasından geri durulmuyor. Sıtma hastalığının ülkemizdeki yayılma oranı ve yaptığı yıkıntıya karşı yeterli önlemler bulunduğu iddia edilmemekle birlikte, sıtmanın en etkili ilacı olan, İstanbul kimyahanesinde üretilen devlet Kinin’inin bin kiloya yakın mevcudu Ziraat Bankası eli ile bütün bölgelere dağıtılmak üzeredir. 250 kilo da parasız kinin dağıtılmıştır. Yine geçen yıl ödeneğinden artan para ile dışarıdan yeniden bin kilo kadar kinin alımı için başvurulmuştur. Sıtma hastalığının kökünün kazınması için, tek çare olan kurutma ve arazi ıslahı sorununa ve şehir ve köylerin sağlık koruyucu şartlarının düzeltilmesine olağan durum sağlandığında hemen başlanacak ve bunun tamamlanması bayındırlık ve sağlık işlerimizin en gerekli ve önemli görevlerinden olacaktır.
    Frengi ile mücadele her yerde alışılmış olan biçimde sürdürülmektedir.
  • Yıkıcı memleket hastalıklarından başlıcası olan vereme karşı şimdiye kadar durum ve şartlar nedeniyle uygulamaya izin ve imkan bulamadığımız önlemlere başlangıç olmak üzere İstanbul’da veremliler tedavievi açmak ve böylece yeni ve çok gerekli bir mücadelenin
    ilk temel taşını koymak düşüncesindeyiz.
  • Bakanlığa bağlı genel hastalıklar hastahanelerinden geçen yıl içinde yirmi bini aşan
    hasta tedavi edildi ve bütün kurumların laboratuvarlarında 30 bin muayene yapıldı.
  • Sağlık işlerimizin nüfus ile ilgili konularını geleceğin önemli icraat programına bırakarak
    sosyal yardım işlerine geçiyorum.”

***
Böyle başladı Kurtuluş ve Kuruluş aşamalarında sağlık hizmetleri Türkiye’mizde.
Onlar, şanlı Kurtuluş’un ardından görkemli Kuruluş aşamasında devrimlerle dünyayı şaşırtmıştı.

  • Sağlık alanında yaptıkları da büyük bir SAĞLIK DEVRİMİ’dir, destandır, örnek alınmalıdır.

………………………….
………………………………….
…………………………………………

Sonuç olarak                                                                  :

Yalnız sağlık sektöründe değil, tüm toplumsal yapılanmada merkez değer SAĞLIKLI – ONURLU – ÜRETKEN yaşam biçimine erişmek olmalıdır.

Toplum 5.0 kaçırılmamalıdır.

İnsan hakları çağı” olarak tanımlanan yüzyılda, tüm insan haklarının öncülü “SAĞLIKLI YAŞAM HAKKI” dır. “Hak temelli” yaklaşım, sorunları çözmede bilimsel – değer eksenli politikalar geliştirmek için kritik anahtar işlevindedir.

Hiç unutulmasın                                          :

  • “ Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların EN BİRİNCİ görevi, halkın sağlığı ve sağlamlığıdır.”
  • “Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz.
    Aynı zamanda Batılı emperyalistlerin güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimiz kanısındayız.”
    Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

****
Yazının tümü için lütfen tıklayınız :

100. Yıl ADD dergisine makalemiz

ADD Dergisi 100. yıl özel sayısına, TÜRKİYE CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINDA ULUSUN SAĞLIĞI…

TÜRK HUKUK KURUMU BASIN DUYURUSU


TÜRK HUKUK KURUMU
BASIN DUYURUSU

Anayasa madde 153/son :

 

‘’Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır
ve yasama, yürütme ve YARGI ORGANLARINI, idare makamlarını,
gerçek ve tüzelkişileri bağlar.‘’

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusu yapma kararı (!)

Cumhuriyet’in hukuk tarihine, hiçbir şekilde silinmeyecek şekilde geçen BİR KARA LEKEDİR.

Bu karara onay veren üyeler derhal istifa etmeli ve haklarında yasanın ön gördüğü usul içinde soruşturma açılmalıdır.

1961 Anayasa’sının hazırlanması aşamasında genel olarak bu Anayasa karşıtlığını belirten Prof. Dr. Ali Fuad BAŞGİL

  • ‘’…..ÇOĞUNLUĞUN HÜKÜMETİ, MUTLAKA HAKKIN VE ADALETİN TEMİNATIRDIR DENİLEMEZ. HAKSIZLIĞIN VE ZULMÜN BİR ŞAHISTAN VEYA BİR AZINLIKTAN GELMESİ İLE BİR EKSERİYETTEN GELMESİ ARASINDA BİR FARK YOKTUR. 
    ZULÜM DAİMA ZULÜMDÜR VE AYNI DERECEDE İĞRENÇTİR.
  • DEMOKRASİYİ SIRF BİR EKSERİYETİN HÜKÜMETİ ALMAK VE TARİF ETMEK, TIPKI İNSANI İSKELETTEN İBARET BİR MAHLUKTUR DİYE TARİF ETMEK KADAR SATHİDİR.’’

O aşamada, bir akademisyenin bile bu görüşleri savunması Anayasa’daki özgürlüklerin bir kişi ve toplum için önemini ortaya koymuş ve ANAYASA MAHKEMESİ,
YENİ BİR KURULUŞ OLARAK HUKUKUMUZDAKİ YERİNİ ALMIŞTIR.

Ne yazık ki bu durum; Bize ilim adamı değil ulema lazımdır.anlayışının sonucudur.

Geçmişte, iktidarının çoğunluğuna seslenirken “SİZ İSTERSENİZ HİLAFETİ DE GETİREBİLİRSİNİZ” diyen anlayışın, ülkeye büyük zararlar verdiği unutulmamalıdır.

Bu ülkenin, hukuka inanan ve onu ödünsüz savunan hukukçuları olarak, Cumhurbaşkanlarının yemininde de yazılı olduğu gibi,

  • ANAYASAYA ve HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE BAĞLI KALACAĞIMIZA
    AND İÇER” ve BUNU DA YEDİ DÜVELE İLAN EDERİZ!..

Av. Nail GÜRMAN
TÜRK HUKUK KURUMU BAŞKANI

HASUDER : 14 KASIM DÜNYA DİYABET GÜNÜ BİLGİ NOTU

Diyabet, pankreasın insülin üretiminde veya üretilen insülinin kullanımında sorun olduğu zaman oluşan kronik (süreğen) bir hastalıktır. İnsülin yiyeceklerdeki glikozun (şekerin) kan dolaşımından hücrelere geçerek kullanılmasını sağlayan temel hormondur. İnsülin üretiminde ya da kullanımında sorun olduğunda kan dolaşımındaki glikoz miktarı artar ve kan şekerinin yükselmesine yol açar. Yüksek kan şekeri ise zamanla vücuttaki doku ve organlarda hasara neden olur. Diyabetin üç tipi vardır:
Tip 1 diyabet,
Tip 2 diyabet ve
Gebelik diyabeti (Gestasyonel diyabet) (1).

Tip 1 diyabet, pankreasın çok az insülin ürettiği ya da hiç üretmediği tiptir ve şu an için nedeni yeterince aydınlatılamamıştır.

Tip 2 diyabet, dünyada en sık olarak izlenen diyabet tipidir. Gelişimini önlemek, komplikasyonları engellemek için etkili olduğu kanıtlanmış yaklaşımlar vardır.

Gestasyonel diyabet (gebelik diyabeti) ise ilk kez gebelik sırasında ortaya çıkan diyabet tipidir ve gebe kadınların ortalama %10’unda gestasyonel diyabet görüldüğü kestirilmektedir. Gestasyonel diyabet, plasenta hormonlarının insülinin etkilerini engellemesine (insülin direncini artırmasına) bağlı olarak gelişir. Genellikle gebeliğin 24. haftasından sonra ortaya çıkmakta olup 24-28. haftalarda yapılan tarama testi ile saptanabilmekte ve insülin ile denetim altına alınabilmektedir. Denetim altına alınmayan gestasyonel diyabet, gebelik zehirlenmesi ve erken doğum riskini artırdığı gibi bebekte de sarılık, makrozomi (anormal büyüme-iri bebek), solunum sıkıntısı gibi çeşitli sağlık sorunlarına ve hatta ölüme yol açabilir. Gestasyonel diyabeti olan kadınların ve çocuklarının ileride tip 2 diyabete yakalanma riski vardırr (2,3).

Diyabetin belirtilerini şöyle sıralamak olanaklıdır:

  • Sık idrara çıkma,
  • Ağız kuruluğu ve susuzluk,
  • Sık acıkma,
  • Kilo yitimi,
  • Görme değişiklikleri,
  • Yorgunluk,
  • Enfeksiyonlara yatkınlık,
  • Sinirlilik durumu gibi ruhsal değişiklikler

Tip 1 diyabette belirtiler daha belirgin olup, tip 2 diyabette daha silik izlenebilir. Bu nedenle genellikle komplikasyonlar ortaya çıktıktan sonra geç tanı konulmuş olur. Bunun önüne geçmek için risk etmenlerinin ve belirtilerin ayırdında olmak önemlidir (4).

Diyabet zaman içinde kardiyovasküler sistem (kalp-damar sistemi), göz, böbrekler ve sinirlerdeki kan damarlarına zarar vererek sağlık sorunlarına yol açabilir. Gözde görme yitiği, ayaklarda sinir zedelenmesi ve zayıf kan dolaşımı ile ülserlere (yaralara) ve sonrasında amputasyonlara (organın kesilmesi), kalp krizine, felç, böbrek yetmezliği gibi ağır komplikasyonlara neden olabilir (4). Bu komplikasyonları ve erken ölümleri önlemek için etkisi olduğu bilinen yaklaşımlar vardır. Bunlar:

  • Yaşam biçimi değişiklikleri,
  • Stres yönetimi,
  • Sağlıklı bir kiloda olmak,
  • Günlük en az 30 dakika orta düzeyde fiziksel egzersiz yapmak,
  • Tütün ve tütün ürünleri kullanmamak,
  • Şeker ve doymuş yağlardan kaçınmak,
  • Hekim tarafından başlanan tedaviye (sağaltıma) uymak,
  • Tansiyon (kan basıncı) ve lipit profilini denetim altında tutmak,
  • Düzenli aralıklarla göz, böbrek ve ayaklarda oluşabilecek hasarlara (zedelenmelere) karşı tarama yaptırmak (2).

Yaşam koşullarında hareketsizliğin artması, nüfusun yaşlanması, kentleşme, aşırı kilo ve obezite sıklığında artış tip 2 diyabet sıklığını artırmaktadır. Alınacak önlemlerle (yukarıda anılan) Tip 2 diyabetin ortaya çıkışı geciktirilebilmekte ve tüm diyabet türleri için komplikasyonların önüne geçilmesi veya oluşumunun ertelenmesi olanaklı olmaktadır (5).

Her yılın 14 Kasım günü Dünya Diyabet Günü olarak kutlanmakta olup tüm dünyada diyabet farkındalığını artırmak amaçlı çeşitli etkinlikler ve çalışmalar yürütülmektedir. Dünya Diyabet Günü, 2007 yılında mavi daire logosuyla temsil edilmeye başlanmıştır. Mavi daire ile küresel diyabet topluluğunun birliği ifade edilmektedir. Dünya Diyabet Günü kapsamında her yıl bir temaya odaklanılmaktadır. 2021-2023 arası teması “Diyabet Bakımına Erişim” olarak belirlenmiştir (6).

Bu bağlamda, 2023 yılında “Riskinizi Bilin, Sorumluluğunuzu Bilin” sloganı ile diyabetin geciktirilmesine ve önlenmesine yardımcı olmak için diyabet riskini bilmenin önemine odaklanılmış, zamanında bilgiye ve bakıma erişimin önemine değinilmiştir (5).

Diyabet atlası (2021), yetişkin nüfusun %10,5’inin diyabet hastası olduğunu ancak neredeyse yarısının bunun ayırdında olmadığını belirtmektedir.

Kestirimler, 2045 yılına dek %46,0 artışla 8 yetişkinden 1’inin diyabetle yaşayacağını öngörmektedir.

Verilere göre, diyabetli her 4 kişiden 3’ü düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşamakta, 541 milyon yetişkinin tip 2 diyabet riski yüksek derece bulunmakta, 1.2 milyondan çok çocuk ve ergen tip 1 diyabet ile yaşamakta ve 2021 yılında dünyada diyabet nedenli 6,7 milyon ölüm olduğu bilinmektedir.

Diyabet 2021 yılında en az 966 milyar dolarlık sağlık giderinin nedeni olmuştur ve bu dünya çapında sağlık hizmeti giderleri toplamının %9’unu oluşturmaktadır (7).

  • Diyabeti olan kişiler, hastalığı yönetmek ve komplikasyonlarını önlemek, geciktirmek için sürekli bakıma ve desteğe gereksinim duymaktadır. Dünya çapında milyonlarca diyabet hastası bu bakıma erişimde güçlük yaşamaktadır.

Dünya Diyabet Günü kapsamında 2023 yılında hükümetlerin diyabet bakımına yönelik yatırımlarında artış yapması; ilaç, teknoloji, destek ve bakıma gereksinim duyan tüm diyabetli kişilere ulaştırılabilir duruma gelmesi gerektiği belirtilmiştir (8).

HASUDER Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar Çalışma Grubu tarafından hazırlanmıştır.

https://hasuder.org/Duyurular/Detay/bilgi-notlari/14-kasim-dunya-diyabet-gunu-bilgi-notu/70b51f81-a023-a2c7-d377-3a0edaff52a6

KAYNAKLAR

  1. International Diabetes Federation [Internet]. Erişim : 08.11.2023. Diabetes basics. https://idf.org/about-diabetes/what-is-diabetes/
  2. Diabetes [Internet]. Erişim : 08.11.2023.
    https://www.who.int/news-room/fact-sheets/detail/diabetes
  3. Gebelik Diyabeti [Internet]. Erişim : 09.11.2023,  https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/diyabet/gebelik-diyabeti.html
  4. Diabetes [Internet]. Erişim 08.11.2023.
    https://www.who.int/health-topics/diabetes
  5. Federation ID. Key messages, World Diabetes Day [Internet]. Erişim 8.11.2023. https://worlddiabetesday.org/about/key-messages/
  6. Federation ID. About WDD | World Diabetes Day [Internet]. Erişim 08.11.2023. https://worlddiabetesday.org/about/
  7. Federation ID. Facts & figures, World Diabetes Day [Internet]. Erişim 8.11.2023. https://worlddiabetesday.org/about/facts-figures/
  8. Federation ID. Theme | World Diabetes Day [Internet]. Erişim 08.11.2023. https://worlddiabetesday.org/about/theme/

AYDINLANMA NEDİR ve NE DENLİ GÜÇLÜDÜR?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eeski Dekanı

Aydınlanma güneş ışığı gibidir.
Kılıçlar ne denli çok ve ne denli keskin olurlarsa olsunlar, ışığı kesemezler.
Kurşunlar, roketler… ve füzeler ne denli gelişkin yapılırsa yapılsınlar ışığı öldüremezler.
Sular, fırtınalar tayfunlar… ne denli kahredici olurlarsa olsunlar ışığı boğamazlar.
Ateşler, yıldırımlar, yanardağlar ışığı yakamaz, hatta kendileri ışık olurlar.

Şahların, sultanların, kralların, diktatörlerin orduları, silahları, komutanları ne denli güçlü olurlarsa olsunlar ışığa güçleri yetmez.

Güneş ışığının ömrü sonsuzdur (AS: Güneşin ömrü 4,5 milyar yıl kestiriliyor..) ve dokunulamazdır. Aydınlanma da öyledir.

Çağdaş uygarlık, özgür aklın ve deneysel bilimin ışıkları ve aydınlanmasıyla doğdu.

Ancak karanlıklılar ve karanlık güçler her zaman ışığa, aydınlanmaysa her zaman düşman oldular ve düşman olmayı sürdürüyorlar.

Ama hiç unutulmasın ki; er ya da geç, ışığın yok edemeyeceği hiçbir karanlık, Aydınlanmanın da yok edemeyeceği hiçbir cehalet, hiçbir karanlık düşünce yoktur. Tarih baba bize öyle söylüyor.

Cehalet ve kör inanç zifiri karanlıktır

Buna karşın özgür akıl ve çağdaş bilim güneş ışığı gibidir. Her zaman ve her yerde aydınlıktır.

Mustafa Kemal Atatürk ulusumuzun hiç batmayan güneşi ve gün ışığıdır.

Atatürk’e düşmanlık ışığa, Aydınlanmaya düşmanlıktır.
Aklı ve bilimi yadsımaktır.
Ne denli kara çalmaya kalsalar da ışık leke tutmaz. Atatürk de öyle.

Ulusumuz uyandı ve artık cehaleti sürdürme haplarını yutmuyor, yutmayacak.

Tıpkı güneş ışığı gibi, Atatürk’ün hiç sönmeyecek olan özgür akıl ve çağdaş bilim ışığı, ülkemizi, devletimizi, eğitimimizi, beynimizi ve yaşamımızı sonsuza dek aydınlatmayı sürdürecektir. Tersine çabalar güçlü akıntıya karşı kürek çekmekten ibarettir ve boşunadır.

Umudumuzu hiç eksiltmeden, sevgi, barış ve ebedi (sonsuz) kardeşlik iklimini bozmadan, umuda yolculuk için doğru düşünmeye, verimli çalışmaya, nitelikli üretime ve Atatürk’ün
o güçlü, asla geri dönülemez özgür akıl ve bilim ışığında; laik, demokratik, hukukun üstünlüğüne dayalı Cumhuriyetimizi inançla ve kararlılıkla, sonsuza dek yaşatmak için,
anayasal sınırlar içinde kalarak örgütlenmeyi ve birleşip çoğalmayı sürdürmeliyiz.

Uygarlık ışığının önünde hiçbir güç duramaz.

Yeter ki uygarlık rotasından ve uygarlık yolundan sapılmasın.

Hukuk devleti-Hukukun Üstünlüğü

Alev Coşkun
Alev Coşkun
Cumhuriyet, 13.11.23

Hukuk devleti Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin tüm karar ve uygulamalarında hukuka bağlı ve saygılı olması demektir.

Evrensel demokrasinin temeli hukuk devletidir. Bu da ilk kural olarak siyasal iktidarın gücünün hukuk ilkeleri çerçevesinde sınırlandırılması ve hukuk içinde denetime bağlı tutulması demektir. Hukuk devleti, faaliyet ve kararlarında hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaşlarına hukuksal güvenliği sağlayan devlet olarak tanımlanır.

POLİS DEVLETİ, HUKUK DEVLETİ

Ortaçağda “polis devleti” geçerliydi, daha sonra “kanun devleti” modeline, sonra da “hukuk devleti” ne ulaşıldı. Bu süreç büyük acılara, kan dökülmesine, ihtilallere neden olmuş ve yüzyıllar sürmüştür.

Günümüz evrensel demokrasisinin temellerinde özgür, adil, dürüst hukuka bağlı genel seçimler, vatandaşın temel hak ve özgürlüklerinin anayasal güvencelerle korunması,
güçler ayrılığı ilkesine dayalı ve güçlerin birbirini denetlediği bir anayasal sistem
vardır. Bunlara ek olarak yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini gerçekleştirecek, vatandaşın anayasal haklarının güvencesini sağlayacak bir Anayasa Mahkemesi’nin varlığı ve işlerliği koşuldur…

GÜÇLER AYRILIĞI

Demokrasinin temel ilkesi güçler ayrılığının bilimsel temellerini Fransız düşünür Montesquieu atmıştır. 1748’de yayımlanan “Kanunların Ruhu” (De L’esprit Des Lois) kitabında “İktidarın kötüye kullanılması vatandaş özgürlüğünü ortadan kaldırır. Siyasal gücü elinde bulunduran güç, onu kötüye kullanmak eğiliminde olacaktır. Bu nedenle, gücün gücü denetlemesi gerekir” diye yazmıştır.

Montesquieu’nun bu yargısı, insanlık tarihinde yüzlerce kez doğrulanmıştır.

Günümüz “azgelişmiş hibrit demokrasi” lerinde daha da kötü bir durum ortaya çıkmıştır.
Böyle modellerde Yürütmeyi elinde tutan güç, seçimlerde çoğunluğu sağlayarak Meclisi de denetim altına alıyor. Yürütme ile Yasama adeta bir elde toplanıyor. Geriye bir tek Yargı kalıyor.

YARGI

Yargı da Yürütmenin etkisi altına girerse, artık gerçek evrensel demokrasiden söz etmek olanağı ortadan kalkıyor. Bu nedenle, bağımsız yargının varlığı çok önemlidir. Bu noktada özellikle bağımsız ve tarafsız Anayasa Mahkemesi’nin varlığı önem kazanıyor.

YASALARIN ANAYASAYA UYGUNLUĞUNUN YARGISAL DENETİMİ

Meclis’in kabul ettiği bir yasa anayasaya aykırı ise ne olacaktır?

Yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi ilk kez, ABD’de gerçekleşti. ABD yüksek mahkemesinin 1803’te Marbury v. Madison davasında aldığı karar, yasaların yargısal denetiminin yolunu açmıştır. Böylece anayasa hukukunda ve demokrasi kuramında bir devrim oldu. Montesquieu’nun güçler ayrılığı ilkesi hukuksal açıdan gerçekleşiyordu. ABD Yüksek Mahkeme Başkanı John Marshall’ın yazdığı kararda şöyle deniliyordu:

Her hukuk kuralı, kendinden üstün olan hukuk kuralı karşısında gücünü yitirir.

– Anayasa, yasalardan üstün bir hukuk kuralıdır.

– Şu halde, yasalar anayasa karşısında güçlerini yitirirler. Bu durumda yargıç yasaya göre değil, anayasaya göre davayı karara bağlamalıdır.

AVRUPA’DA DURUM

Hukuk devletinin Avrupa’da gelişimi yüzyıllar sürmüştür. Avrupa’da anayasa mahkemelerinin kuruluşu ancak 2. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşebilmiştir.

2. Dünya Savaşı öncesi Almanya ve İtalya, demokrasinin ortadan kaldırılıp otoriter yönetimlerin güç kazanmalarının simgesel örnekleridir…

Demokrasinin olanakları kullanılarak iktidara gelen Hitler, 1933-1945 yılları arasında Nazi partisine dayalı olarak ülkeyi yönetti. Anayasa rafa kaldırıldı, anayasaya aykırı yasalar Meclisten geçirilip uygulandı…

Aynı durum İtalya’da da yaşandı. İtalya’da Mussolini’nin faşist düzeni aynı yöntemlerle gerçekleştirildi.

2. Dünya Savaşı sona erince başta Almanya ve İtalya, yaşadıkları bu demokrasi karşıtı durumdan ders aldılar. Avrupa ülkeleri yeni anayasalar yaptılar. ABD’de 1803 yılından beri uygulanan yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi ilkesini kabul ettiler. 1947’de İtalya, 1949’da Almanya, 1959’da Fransa yeni anayasalarında anayasa mahkemelerinin kuruluşunu gerçekleştirdiler. 1976’da Portekiz, 1978’de İspanya bu yolda yürüdü…

TÜRKİYE ve 1961 ANAYASASI

1961 Anayasası, işte Avrupa’daki bu gelişmelerden etkilenmiştir. Bu nedenle 1961 Anayasası, Türklerin tarih boyunca yarattıkları en ilerici, hukuka bağlı bir anayasa olarak değerlendirilmiştir.

Avrupa’daki bu yeni anayasalar çağdaş egemenlik anlayışını kabul ediyordu. Egemenliğin tek başına bir organ, bir kişi, bir siyasal iktidar tarafından kullanılmasını ve siyasal gücün diktaya doğru gidişini önlemek için anayasa mahkemelerini kuruyordu. Çağdaş demokrasilerde, Meclis çoğunluğuna dayanarak bir siyasal partinin her istediğini yapması artık olanaksızlaşıyordu.

Hukukun üstünlüğü ilkesi ve demokrasinin kendini korumak hakkı her şeyin önüne geçiyordu. Avrupa ülkelerinde anayasa mahkemeleri ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kuruldu. Böylece, siyasal iktidarın yetkileri sınırlandırıldı.

Bugün dünyada anayasa mahkemesi olmayan ülkeler, demokratik olarak kabul edilmiyor.
Eksik, hibrit, etkin olamayan yarı demokrasi olarak değerlendiriliyor.

ANAYASA NE DİYOR?

Bu temel girişten sonra son büyük kargaşaya geçebiliriz. Geçen hafta Türkiye’de yüksek yargı organları arasında çok ciddi bir deprem yaşandı. İstanbul’daki ilk mahkeme ile Yargıtay 3. Ceza Dairesi, anayasanın kimi temel hükümlerine karşı geldiler. Milletvekili seçilen Can Atalay’ın cezasının devre sonuna bırakılıp milletvekili dokunulmazlığı gereği cezaevinden çıkarılması gerekiyordu. Anayasa Mahkemesi bu konuda hak ihlali olduğuna karar vermişti. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu karara uyması gerekiyordu. Ancak 13. Ağır Ceza Mahkemesi dosyayı ele almadan topu taca atar gibi Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi. 3. Ceza Dairesi yetkisini aşarak Anayasa Mahkemesi yargıçları hakkında suç duyurusunda bulundu. Oysa Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyması gerekiyordu.

YETKİ AŞIMI-ANAYASAYA AYKIRILIK

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Anayasa Mahkemesi’ni (AYM) düzenlemiştir. “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlığını taşıyan 11. maddesi temel ilkeyi şöyle koymuştur:

  • Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”

Anayasanın 148. maddesi Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini saymıştır. 158. maddenin son fıkrası da şöyledir:

Diğer mahkemelerle Anayasa Mahkemesi’nin görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararları esas alınır.” Anayasanın 153/son fıkrası çok açıktır:

  • Anayasa mahkemesinin kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar”

Bu durumda, ilk mahkeme olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyması gerekirken, dosyayı Yargıtay’a göndererek anayasaya aykırı davranmıştır. Yargıtay 3. Ceza Dairesi kendisini mahkemeler üstü bir konuma taşımıştır. Anayasa Mahkemesi’nin kararı incelemeye alınmış ve karar etkisiz duruma getirilmiştir.

Oysa anayasanın yukarıda belirtilen ilgili maddeleri, AYM kararlarının bağlayıcılığını hiçbir tartışmaya yer vermeyecek bir biçimde ortaya koymaktadır.

Tüm hukukçular konuşuyor, Barolar Birliği, tüm barolar hareket halindeler, direnç gösteriyorlar… Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk ve eski AYM Başkanı Haşim Kılıç’ın değerlendirmeleri önemlidir. Her ikisi de bu durumu hukuksuzluk, anayasaya aykırılık, akıl tutulması, hukukun kötüye kullanılması olarak nitelendiriyorlar. (10 Kasım 2023, Karar gazetesi)

Bu karmaşa neden yaratılıyor? Kimi yorumcular Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin siyasete alet olduğunu belirtiyorlar. Tüm bu olanların AKP’nin hazırlamakta olduğu yeni anayasa için bir altyapı hazırlığı olduğu belirtiliyor.

Adalet Bakanı da konuya “Yeni anayasayla krizler çözülür” diye işaret etti.

KİME YARAR?

Bu karmaşa hiç kimseye yarar getirmez. Aslında en büyük zararı AKP iktidarı almaktadır. Zaten hukukun üstünlüğü raporlarında en kötü ligde bulunuyoruz. Bu durum Batı dünyasında kuşku ile karşılanacak, Türkiye’yi demokratik olmayan ülkeler düzeyine düşürecektir. Anayasa Mahkemesi konusundaki tartışmalar bir yarar sağlamaz, AKP aleyhine tartışmalara neden olur. Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Erkan, Ocak ayında New York’a gidecekler, yatırımcılar toplantısına katılacaklar… Kendilerine her şeyden önce bu hukuksuzluk sorulacaktır… Yatırımcı, hukukun zedelendiği yere gelmek istemez.

Hukuk devleti, tüm devlet organlarının hukuka bağlılığını temel koşul olarak kabul eder… Özellikle de yüksek yargı organlarının hukuka bağlı olması gerekir. Anayasa ve temel hukuk kuralları, siyasal amaçlar için kötüye kullanılmamalıdır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

A Call to Action: An Open Letter from Global Health Professionals

SOCIAL MEDICINE IN PRACTICE

A Call to Action: An Open Letter from Global Health Professionals

Signed By Over 3000 Global Health Professionals (Dr. A. Saltık, I added my name..)

10 November 2023
Now more than ever we hope that everyone can take up the calls to action outlined below. The spirit of this letter continues with those who have
signed.

You can add your name to the letter here: (Dr. A. Saltık, I added my name..)
https://forms.gle/ePBLLfhKtqhaxBtC9

The world is alight with horror, grief, and rage. In the last 34 days, we witnessed the mass killing of civilians and numerous violations of international law.

The October 7 Hamas-led attacks on Israel resulted in the deaths of 1400 Israelis.[1] Since then, over 10,818 Palestinians have been killed in Gaza, and 175 Palestinians have been killed by Israeli forces in the West Bank.[2] These events occurred in the context of the decades-long occupation of the Palestinian territories.[3] This escalation of hatred and violence needs to stop. We can and must do better to uphold human rights, health, and wellbeing through coordinated, immediate actions. [3,4]
***
Click the link below to read entire pdf file (Dr. Ahmet Saltık)

A+CALL+ENGLISH

Sevgi ve saygı ile. 14 Kasım 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Erken teşhiste kanser belirteçlerinin değeri

Dr. Ömer DÖNDERİCİ
İç hastalıkları ve Gastro-Enteroloji Uzm.

Erken teşhiste kanser belirteçlerinin değeri

Kasım 12, 2023
Erken teşhiste kanser belirteçlerinin değeri (drodonderici.blogspot.com)

Kanser, insanların kalp ve damar hastalıklarından sonraki ikinci en büyük ölüm nedenidir. Genelde yüz güldürücü tedavisinin olmayışı ve sıklıkla yaşam kalitesini fazlasıyla bozması, onu daha da sevimsiz kılar.

“Erken tanısının hayat kurtarıcı olduğu” söylenir ki, en azından bazı kanserler için doğrudur.
Bu yüzden sağlığını önemseyenler, erken tanı arayışındadır.

Son yıllarda (artık emekli olduğumdan) eski hastalarım ve dostlarımdan “bir bakar mısın?” ricasıyla, (WhatsApp veya e-posta aracılığıyla) gönderdikleri birkaç sayfalık tetkik sonuçlarını değerlendiriyorum. Yapılan incelemeler arasında sıklıkla bizim ‘tümör markırı’ dediğimiz
-çoğu kanda bakılan- kanser belirteçleri de oluyor. Bu vesileyle onlara söylediklerimi, bu yazıyla herkesle paylaşayım istedim.
***
….
…………
***
Yazımız günümüz içindir. Tıp hızla ilerliyor. Belki (kuşkusuz) önümüzdeki dönemde çok daha etkili ve gerçekten erken teşhise imkân sağlayan belirteçler geliştirilecektir.

O zamana değin, bana sorarsanız, –doktorunuz önermedikçe– kanser belirteçleri bakılmasını talep etmeyin. Ama yazının sonunda söylediğim tarama testlerini ihmal etmeyin. Ve çok daha önemlisi, sağlıklı bir yaşam tarzı sürdürmeye özen göstererek riskinizi azaltmaya bakın…
========================
Dostlar,

1969-70 ders yılında Van Atatürk Lisesinde sınıf arkadaşı olduk.
Yarım yüzyılı aşkın süredir de dost ve meslektaşız.
Dr. Ömer Dönderici saygın bir hekim ve yurtsever bir insan.
Kişisel sitesinde sık olmasa da değerli yazılar yazıyor. Birisi de bu.
Bilindiği gibi bizim uzmanlık alanımız Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği “koruyucu hekimlik” odaklı. Bize de benzer istemler, sorular sıklıkla ulaşıyor.
Bu değerli yazının girişini ve son bölümünü sitemize aktardık.
Tümünün Dr. Dönderici‘nin blogundan okunması uygun (etik) olur.

Erken teşhiste kanser belirteçlerinin değeri (drodonderici.blogspot.com)

Sevgi ve saygı ile. 14 Kasım 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Laiklik Meclisi : Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi kararına ilişkin açıklama 

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi kararına ilişkin açıklama 

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin Hatay Milletvekili Ş. Can Atalay başvurusunda verdiği ihlal kararı üzerine bu gün aldığı “Anayasa Mahkemesi kararına uyulmaması”, “milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik işlemlere başlanması” ve “hak ihlali yönünde oy kullanan Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulması” şeklindeki kararı ile Anayasa’yı ve Anayasa Mahkemesi’ni tanımadığını ilan etmiştir.

Laiklik Meclisi yirmi yılın aşkın süredir ülkemizi topyekûn kuşatan gericiliğin gelinen aşamada hukuku kendi gereksinimleri doğrultusunda yeniden yapılandırma çabalarına karşı durmaya devam edecek, Anayasa Mahkemesi’ni tanımayan siyasal iktidarın “yeni” Anayasa girişimlerinin tam karşısında bir mücadele (savaşım) hattı oluşturacaktır.

Bu doğrultuda, verilecek mücadele yalnızca bir hukuk mücadelesi değil, 21 yıllık gerici siyasal iktidarın tüm girişimlerine karşı Laik Cumhuriyet mücadelesi olacaktır.

Laiklik Meclisi
8 Kasım 2023, Ankara

***
 İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA

Şikayetçi                    : ……………………………..  T.C. No:
Adresi                         :
Şikayet Edilenler     : 

1- Tekirdağ İl Milli Eğitim Müdürü Ersan ULUSAN ve yapılan yazışmalar sonrası anılan fiilleri işlediği tespit edilecek şahıslar,
2- Tekirdağ Gençlik ve Spor İl Müdürü Ahmet ÜZGÜN ve yapılan yazışmalar sonrası anılan fiilleri işlediği tespit edilecek şahıslar,
3- T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı Tekirdağ İl Müftüsü Mustafa SOYKÖK ve yapılan yazışmalar sonrası anılan fiilleri işlediği tespit edilecek şahıslar,
4- Batman İl Milli Eğitim Müdürü Mahmut KURTARAN ve yapılan yazışmalar sonrası anılan fiilleri işlediği tespit edilecek şahıslar,
5- Batman Gençlik ve Spor İl Müdürü Mehmet Şafi Özperk ve yapılan yazışmalar sonrası anılan fiilleri işlediği tespit edilecek şahıslar,
6- T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı Batman İl Müftüsü Nihat KÖK ve yapılan yazışmalar sonrası anılan filleri işlediği tespit edilecek şahıslar,

Suçlar                         : T.C. Anayasası 10. ve 24. maddelerine, 1739 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı Temel Yasası’nın tümüne, 5237. s. Türk Ceza Yasası 257. maddesine aykırılık

Açıklamalar               :
07.11.2023 tarihli haber* vasıtasıyla ilköğretim öğrencilerinin Tekirdağ ve Batman’da camilere taşındığını, öğrencilere cami temizletildiğini öğrenmiş bulunuyorum.

İlköğretim öğrencisi çocukların eğitim adı altında öğretmenlerinden alınıp din görevlilerine teslim edilmesi, okuldan çıkarılıp camiye götürülmesi başta Anayasamızın ve Millî Eğitim Temel Yasası‘nın ruhuna bütünüyle aykırılık teşkil etmektedir. Uygulanan politikalar nedeniyle Türkiye’de eğitim-öğretimde yaşanan sorunlar ağırlaşmakta, her geçen yıl eşitsizlikler derinleşmekte ve çocuklarımızın akılcı ve bilimsel eğitim alması gerekirken maruz bırakıldıkları bu durum çocukların eğitim hakkının istismar edilmesidir.

Kaldı ki, özellikle son 20 yılda eğitimi hedef alan gerici dönüşüm, Millî Eğitim Bakanlığı’nın Diyanet İşleri Başkanlığı’na devrettiği büyük yetkiler, özellikle yurttaşlara neredeyse tek seçenek olarak dayatılan imam hatip okullarının sayısı, ÇEDES, karma eğitimin tasfiyesine dönük adımlar, müfredatta bilimsel başlıkların dini içeriklerle ikamesi, ilköğretim öncesine kadar yaygınlaşan Kur’an kursları, tarikat ve cemaat uzantısı yapılarla imzalanan protokollerle eğitimin tümüne nüfuz etmesi gibi saldırılarla yaygınlaşmakta ve derinleştirmektedir.

Çocukların ve gençlerin akıl ve bilim yoluyla, sorgulayan kuşaklar durumuna gelmesinin ve dünyayı değiştirme iradesi kazanabilmesinin koşulu ancak ve ancak laik ve bilimsel bir eğitim sistemiyle mümkündür. Okuldan alınıp cami temizletilerek değil.

Kaldı ki, kamunun hizmetine açık olan ortamların profesyonellerce temizlenmesi gerekmektedir.

Hijyenik olmayan mekanları çocuklara temizletmek, korumasız bir şekilde çocukları temizlik yapmaya mecbur etmek ile çocukların sağlığı da tehlikeye atılmaktadır. Ayrıca bu eylem angaryadır ve Anayasa m.18 gereği hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.

Millî Eğitim Bakanlığı’nın internet sitesinde kurum politikaları sekmesinde MEB’in vizyon ve misyonu kaleme alınmıştır:

VİZYON : Hayata hazır, sağlıklı ve mutlu bireyler yetiştiren bir eğitim sistemi.

MİSYON : Düşünme, anlama, araştırma ve sorun çözme yetkinliği gelişmiş; bilgi toplumunun gerektirdiği bilgi ve becerilerle donanmış; millî kültür ile insanlığın ve demokrasinin evrensel değerlerini içselleştirmiş; iletişime ve paylaşıma açık, sanat duyarlılığı ve becerisi gelişmiş; öz güveni, öz saygısı, hak, adalet ve sorumluluk bilinci yüksek; gayretli, girişimci, yaratıcı, yenilikçi, barışçı, sağlıklı ve mutlu bireylerin yetişmesine ortam ve imkân sağlamaktır. * https://www.meb.gov.tr/vizyon-misyon/duyuru/8851 

Oysa pratikte işbu politikaların tam tersi bir işleyiş sürmektedir. Millî eğitimin, Millî Eğitim Bakanlığı dışındaki yapılar ile çevrelenmesine göz yummak başta Anayasamız olmak üzere tüm ulusal düzenlemelerimize aykırıdır. Çocuklarımızın geleceğine sahip çıkmak hepimizin yükümlülüğüdür.

Oysa toplumun her alanını dini referanslarla şekillendirmeyi amaçlayan bu politikalar ile çocuklarımızın geleceğinin karartılması yolunda ilerlenmektedir.

Son olarak ÇEDES projesiyle eğitimin dinselleştirilmesi, ilkokul hatta anaokullarına dek inmiştir. Din görevlilerinin derslere girmesi, okula gitmesi gereken öğrencilerin camiye götürülmesi, orada içeriği belli olmayan sohbetlere katılmaları ve hatta çocuklara cami temizletilmesi kabul edilemez.

Eğitimi her geçen gün daha da dinselleştiren, öğretim birliğini bozan gerici tüm uygulamalar Anayasa ve yasalarımıza aykırı iş ve işlemlerdir.

Ayrıca, ilgili kamu görevlileri öğrencilere cami temizleterek 5237 s. Türk Ceza Yasası m. 257 gereğince görevi kötüye kullanma suçu işlemiştir.

Kaldı ki, ilgililerin bu yaklaşımı Anayasa m. 24 ile güvence altına alınan “din ve vicdan hürriyeti güvencesine açıkça aykırılık oluşturmaktadır.

Kamu görevlilerinin bu eylemleri T.C. Anayasası 10. ve 24. maddelerine, 1739 sayılı  Millî Eğitim Temel Yasası’nın tümüne ama özel olarak 4., 12.,15. maddelerine, 5237. s. Türk Ceza Yasası m. 257 maddesine aykırılık oluşturmaktadır.

Unutulmamalıdır ki; toplumun gelişmesi ancak ve ancak eğitimli bireylerin kazanılması ile olanaklı olacaktır. ÇEDES projesi kapsamında uygulandığı iddia edilen işbu eylemlerin Devrim Kanunlarına aykırılık oluşturması nedeniyle soruşturulmasını ve şüphelilerin cezalandırılmasını isteme gereği doğmuştur.

Hukuksal nedenler      : T.C. Anayasası, Türk Ceza Kanunu, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, uluslararası düzenlemeler ve mevzuat

Sonuç ve İstem           :

Yukarıda açıkladığım ve re’sen gözetilecek nedenlerle; şüpheliler hakkında soruşturma yapılar cezalandırılması için kamu davası açılmasına karar verilmesini talep ediyorum. 09.11.2023

  • https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/cedes-projesi-tepkilere-karsin-farkli-uygulamalarla-suruyor-ders-cami-2138190

Yakınıcı (Şikayet Eden)

ÇEDES dayatmalarına hayır! Öğrencilerin cami temizliğinde ne işi var?

ÇEDES dayatmalarına hayır!
Öğrencilerin cami temizliğinde ne işi var?

Toplumun her alanını dinci referanslarla biçimlendirmeyi amaçlayan AKP iktidarı, çocuklarımızın geleceğini karartma yolundaki cüretini her gün artırıyor.

Son olarak ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) adını verdiği projeyle eğitimin dinselleştirilmesini ilkokul hatta okul öncesine dek indiren siyasal iktidarın bu uygulamasında, her türlü derse imamların girmesinin yanı sıra okula gitmesi gereken öğrencilerin camiye götürüldüğü, burada içeriği belli olmayan sohbetlere katıldıklarına ve hatta kendilerine cami temizletildiğine tanık oluyoruz!

Eğitimi her geçen gün daha da dincileştiren, öğretim birliğini bozan gerici ÇEDES uygulamalarına dur diyoruz!

Laiklik Meclisi olarak, 09/11/2023 Perşembe günü (yarın) konu ile ilgili olarak İstanbul (Çağlayan) Adliyesi’nde saat 10:30’da sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunacak, saat 11:00’da da Adliye önünde konuyla ilgili basın açıklamamızı gerçekleştireceğiz.
Başta avukatlar ve öğrenci velileri olmak üzere, tüm halkımızı bu suç duyurumuza güç vermeye ve büyütmeye çağırıyoruz.

Karanlığa teslim olmayacağız!
Laikliği kazanacağız!

Mustafa Aydınlı şiiri : DAĞ DEME BANA

ŞİİR KÖŞESİ

 

Mustafa AYDINLI
Halk ozanı

 

 

DAĞ DEME BANA

Ben sarı sıcakta çapa vururken
Ne de güzel imiş bağ deme bana
Çıkınımda yavan ekmek dururken
Nerde külek külek yağ, deme bana
                    ***

Varsılın kıblesi kendi cebidir
Memleket onların malı gibidir
Yoksulun meskeni yerin dibidir
Tam da yaşanacak çağ, deme bana
                    ***
Benim emeğimle sefaya dalıp
Beni bin bir derdin ardına salıp
İnsanca yaşamın hakkını çalıp
Yaşayan ölüyüm, sağ deme bana
                    ***
Hak hak dedim haksız gibi yerildim
Yokluk denen bir çarmıha gerildim
Bir ulu çınarken yere serildim
Başı pare pare dağ, deme bana
                    ***
Aydınlı’yım şuna yanıt ararım :
Ben kendimi kimin için yorarım?
Böyle yaşam reva mıdır sorarım?
Kaderin ördüğü ağ, deme bana