Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 21 Ağustos 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

DİKTATÖRLÜK

Sokak röportajında siyasal sistemi eleştiren genç kadın tutuklandı.

Diktatörlük düzeni!…

İMAM

Bursa’da İHL müdürü Kırbıyık, başını örtmeyen öğrencilere karışacağını, gerektiğinde bağırıp çağıracağını söyledi. Fotoğraflarda kız öğrencilerin yüzünün görülmesini engelledi.

İmamın yobazı müdür yapılmış, o da gemi azıya almış…

NİŞAN

AKP’nin kuruluş yıldönümü kutlamasında AKP’ye geçen iki milletvekili ve 13 belediye başkanına rozetlerini RTE takmış.

Halkın oyuna ihanet, bagajda sorun ve döneklik nişanı…

EĞİTİMCİ!

Tarsus Milli Eğitim Müdürü Mustafa Anteplioğlu, göreve atanır atanmaz 40 okul müdürünü alıp AKP İl Başkanına makam ziyareti yaptı.

Böyle başa böyle tarak, böyle bakana böyle müdür…

AHIR

Kürsüde konuşan TİP milletvekilini yumruklayan AKP‘li maganda Alpay Özalan’a kınama cezası verildi.

Saray’ın başdanışmanı Köroğlu da yumruk atanı savunarak, ”Burası TMBB, Dingo’nun ahırı değil, hakaret edersen cevabını alırsın.” dedi.

  1. Kınama değil yüzüne tükürülme cezası verilse anlar mı?
  2. Dingo’nun ahırı Meclis değil tabii.. Alpay yanlış yerde…

BAŞKOMUTAN

Mafya liderleri ile pozları çıkan J. Gen. K. Arif Çetin, RTE’ye “Başkomutanım” diyerek üst düzey yalakalık yaptı ama aynı gece yaş haddinden emekli edildi.

Orgeneral olmuş ama..

Makam ve rütbesi gibi; “Başkomutan kimdir, kim temsil eder?” konusundaki Anayasa maddesini de sindirememiş…

İZMİR

Yurdun her tarafı cayır cayır yanarken birileri İzmir’in yanmasından mutlu oldu.

Mustafa Kemal kurtarsın” diyen bile çıktı.

  1. Bunlar insan mı? Vatandaş mı? Türk mü? Müslüman mı?
  2. İzmir’i M. Kemal kurtaramadı, yanan diğer yerleri kim kurtaramadı?..

ADALET (Sosyal medyadan)

Türk adaleti paralı sanığı sever,

Dilan gibi.

Parasız pulsuz yurtsever, üstelik de yurdunu karşılıksız sevmiş ise açılan zindan kapıları onları hasretle bağrına basar!

Dilruba gibi…

Gelecekte Sağlığımızı Tehdit Eden Etmenler…

Uzm. Dr. Mustafa TORUN - MEDİGÜN HASTANESİDr. Mustafa Torun
İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı
mtorun3@gmail.com

Dünya tehlikeli bir yer. Bunun nedeni ise insanların kötü olması değil, kötülük konusunda bir şey yapmamalarıdır.” Albert Einstein

Daha önce de yazdığım gibi dünyayı tehdit eden en önemli etmenlerin başında infeksiyonlar gelecektir. Bu düşünce geniş kabul gören bir öngörüdür…

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gezegenimizi riske sokan, gerçekte belki de ilerde dünyamızı yok edip sağlığı tehdit eden 10 tehlikeyi bizlere aktardı. 2019’da kırmadan ve dökmeden, kimseyi üzmeden deyim yerindeyse bu tehlikeleri kibarca hepimize açıklamıştı…

Ülkemizin ve dünyanın sosyo-ekonomik gündeminden kaynaklanan siyasal tartışmalardan, emperyalizmin göz açtırmaz talanlarından, bu açıklamanın belki de yeterince ilgi çekmeyip, üzerinde yeterince durulmadığını düşünüyorum…

Benim de üyesi olduğum meslek derneğimiz “Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği’nin (KLİMİK)” daha önceki açıklamasında bu konuya olabildiğince açıklık getirilmişti…

Listede görülen 10 tehditten, “İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji” alanı ile ilgili tehditlerin çokluğunu bir kez daha sizlere anımsatayım. Buna son zamanlarda bir tehdit olarak görülen, ileride nasıl bir seyir izleyeceği bilinmeyen Maymun Çiçeği yani “MPOX” hastalığını da eklemekte yarar var…

Listeye göre milyarlarca kişi küresel influenza salgını, antibiyotik direnci, Ebola ve öbür yüksek riskli patojenler, aşı karşıtlığı, Dang ateşi ve HIV gibi infeksiyon hastalıklarına dayalı kimi zorluklarla yüzleşecek. Konuyu yine daha iyi anlaşılsın diye sorulu yanıtlı anlatmaya çalışalım…

*DSÖ’ne göre 2019’da sağlık açısından tehdit oluşturacak bu durumlar nasıl sıralanmıştı?

  1. Hava Kirliliği ve İklim Değişikliği; listenin başında gelmektedir. DSÖ ( Dünya Sağlık Örgütü) kirli havayı sağlık için en büyük tehditlerin başında görmüştür. Dünyada her 10 kişiden 9’u kirli hava solumaktadır. Hava kirliliğinin neden olduğu çeşitli hastalıklardan her yıl 7 milyon kişinin beklenenden önce yaşamını yitirdiğini belirtelim…
  2. Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar yani Diyabet, Kanser, Kalp Hastalıkları ve başkaları.. Tüm ölümlerin %70’inden (41 milyon/yıl) sorumlu olup, ölümlerin 15 milyonunun 30-69 yaş arasında görülen erken ölümler olacağı bildirilmiştir…
  3. İnfluenza.. yani Grip Pandemisi; Önemli sorunlardan biridir. Dünyanın ileride büyük bir grip salgınıyla karşılaşacağı kesin gibi durmaktadır. Bilinmeyen bunun ne zaman olacağı? Dünyanın ölümcül sonuçları olacak böyle bir salgına sürekli hazırlıklı olması gerektiğini yine yüksek sesle vurgulayalım. Bu hazırlıkların başarısını belirleyen, sağlık sistemi zayıf ülkelerin hazırlıklı olma düzeyi olacak. DSÖ halen 114 ülkede 153 kurum aracılığıyla olası pandemik suşları (tüm dünyadaki grip virüsü tipleri) küresel sürveyans dediğimiz verilerin işlenmesi ve yanıt sistemi içinde izlediğini anımsatalım…
  4. Sağlıklı ve Nitelikli Yaşam Koşullarından Yoksun Kalmak, önemli etmenlerden birisidir. Dünya nüfusunun %22’si (1,6 milyar insan) uzun süren krizler yani savaş, çatışmalar, kıtlık, kuraklık ve yetersiz sağlık hizmetleri nedeniyle en temel sağlık bakımından uzak yaşamaktadır
  5. Antibiyotik Direnci; akıldan çıkaramayacağımız bir etmendir. Antimikrobiyal direnç nedeniyle önceden kolayca sağaltılabilen (tedavi edilebilen) pnömoni, tüberküloz, gonore, tifo gibi infeksiyonlar sağaltılamaz (tedavi edilemez) duruma geldiği gibi; infeksiyon riski nedeniyle büyük ameliyatlar, kanser sağaltımları ve organ aktarımı gibi tıbbi girişimlerin bile yapılamaz duruma geldiğini unutmamak gerekir…
  6. Ebola ve Öbür Yüksek Riskli Patojenler; Halk sağlığı tehdidi oluşturan, etkili sağaltımı veya aşısı olmayan hastalıkların yani Ebola, Zika, kanamalı ateş hastalıkları, MERS-CoV, Sars-COV-2 (Kovit-19) ve henüz bilinmeyen yeni infeksiyonların yapabileceği salgınlara karşı hazırlıklı olmak DSÖ’nün öncelikleri arasında yer almaktadır… 2018 yılında Demokratik Kongo Cumhuriyetinde bir milyondan çok kişiyi etkileyen iki ayrı Ebola salgını görüldüğünü anımsatalım…
  7. Yetersiz Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri; ciddi sorunlardan biri olmaya adaydır. Dünya üzerinde çok sayıda ülkede Birinci Basamak sağlık hizmetleri ciddi zaaflar içerdiği hepimizin bilgisi içinde olduğu bir gerçek. Ekim 2018’de DSÖ Kazakistan’ın Astana kentinde toplandı. Daha önce 1978’de yine Kazakistan’ın Alma-Ata kentindeki Temel Sağlık Hizmetleri Konferansında toplantıda belirlediği “Herkes İçin Sağlık” hedefini güncellemişti. Bu önemli buluşmada Prof. Dr. Nusret Fişek hocamızın katkılarını unutmayalım…
  8. Aşı Karşıtlığı; ne yazık ki giderek dozu artan ve ciddiye almadığımız, bana göre en önemli uğraşacağımız sorunlardan birisidir. Aşılar her yıl 2-3 milyon kişiyi ölümden korumaktadır. Eğer aşı kapsayıcılığı daha da geliştirilebilse bu sayıya 1,5 milyon kişi daha eklenebilir. Ancak aşılara karşı olumsuz yaklaşımların etkisiyle önemli bulaşıcı hastalıkların denetimden çıkma riski söz konusudur. Kızamık olgularının sayısında dünya genelinde %30 artış yaşanması bu riskin ciddiyeti konusunda uyarıcı kabul edilmeli…
  9. Dang Ateşi; en tehlikeli ve gözden kaçan etmenlerden birisi gibi. Sivrisinek ile bulaşan ve gribe benzer yakınmalarla giden ancak ağır seyrettiği durumlarda %20 olasılıkla ölümle sonuçlanan bir hastalık olan Dang Ateşi, on yıllardır bilinen bir infeksiyon olmasına karşın halen denetim altına alınamamıştır. Dünya nüfusunun %40’ı Dang riski olan bölgelerde yaşamaktadır. Hastalık taşıyıcı sivrisineklerin yaşam alanlarının genişlemesi ve etkin oldukları mevsimin uzaması nedeniyle hastalık tehdidi artmaktadır…
  10. HIV; son yıllarda geri bıraktırılmış ülkelerde önemli etmenlerden biri olmayı sürdürmektedir. HIV denetimi ve sağaltımında elde edilen başarılara karşın her yıl 1 milyon kişi HIV/AIDS nedeniyle yaşamını yitirmektedir. İnfeksiyondan en çok etkilenen kesim özellikle Afrika’da 15-24 yaş arasındaki çocuk ve genç kadınlardır. Sahra altı Afrika ülkelerinde nüfusun yalnızca %10’unu oluşturan bu kesim, HIV infekte kişilerin % 25’ ini oluşturmaktadır…

Yorum ve Önerilerimiz Nelerdir?

Şunu kafamıza iyice yerleştirelim ki, dünyada salt biz yokuz. Sayamayacağımız ölçüde canlı tür olduğunu bilip buna göre davranmaz ve DSÖ’nün yukarıda belirttiği sorunlara önem vermez isek, gerçekten durum son derece ciddi ve yaşamsal görünmektedir. Zamanımız giderek azalıyor. Elbirliği ile küresel anamalcı (kapitalist) sistemin dayatmalarına “Dur!” diyemeyip yıkımlara seyirci kalırsak, bu tehditlerin sayısının 10’u geçeceğini belirtmemiz önbilicilik (kehanet) değildir.

Hastalıklardan korunma yollarını bilip çevremizi uyarmak, bilinçlendirmek “Küresel Kapitalizme el ele dur demek” öncelikle hepimizin görevi olmalıdır. Yürüyoruz aynı zamanda; 2 kapılı bir handa…

Sözümüzü yine Aşık Veysel ile bitirelim…

Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gGece

Sevgilerimle…

Bu depremin olduğunu görmeden önce ölmek, tek dileğimdir

Dostlar,

25 yıl önce 17 Ağustos 1999 gecesi Gölcük’teki Donanma Komutanlığında görevli Em. Tümamiral Mustafa Özbey, deprem gecesi ve sonrası yaşadıklarını bir söyleşi ile paylaştı :

İzlenmesini öneririz. Biz bu erişkeyi (linki) paylaştık. Kendisine de bilgi sunduk. Bize sşağıdaki iletiyi yazdı Sayın Amiral :
***
Değerli Hocam

Sağolun.
Bu hazırlıksız ve sorumsuzlukla Marmara Depremini yaşadığımızda Türkiye’nin bir bütün olarak yaşamda kalması ve toparlanıp yeniden geleceğe güvenle bakması olanaksızdır.

  • Bu depremin olduğunu görmeden önce ölmek, tek dileğimdir.

Deprem ile ilgili yaptığım söyleşiden sonra pek çok telefon ve ileti aldım.
Yukarıda paylaştığım, aralarındaki en üzüntü verici olandı.
Bu kişi üst düzey konumu olan biri olarak yaşadıklarını paylaşmış. Daha binlercesi 6 Şubat depreminde yaşanmıştır. Marmara Depreminde ise yüzbinlerce benzer vaka yaşanacaktır.
Türkiye yaşamdan, yaşananlardan ders çıkarma becerisini bu iktidarla yitirmiştir.

Yukarıda size ilettiğim paylaşımı kendi gruplarınızla da paylaşmanız dileği ile…
====================
Sn. Amiral Özbey’e ulaşan çok sayıda dönütten “aralarındaki en üzüntü verici olan” diye nitelediği iletiyi aşağıda tıpkısıyla (aynen) veriyoruz.
Kaynak :

Opens profile photo
Yusuf Karlı
@Psibilim

PhD, Physicist, Musician. Cavendish Lab –

, Quantum things. alumni:

Coordinator

, youtu.be/PsiBilim

Cambridge, England yusufkarli.com

***

Depreme hazır değilsiniz.
Eviniz hazır olabilir, ama siz değilsiniz. Deprem sadece evinizde olan bir şey değil.

Bugün 17 Ağustos güneşli bir Cambridge cumartesi olsa da benim için “bugün” bunları size yazmak zorunda olduğum bir gün.
Çünkü çoktan depremleri yıl dönümünden yıl dönümüne hatırladığınız zamanlara geri döndünüz. Ben ise istikrarlı bir şekilde her gece uyumaya çalışırken depremle mücadele ediyorum.

Yazmam lazım çünkü değiştirilmesi gereken şeyler var.
Biliyorum gözünüzü kapatıp yokmuş gibi davranmak istiyorsunuz ama inanın bana ölümden daha beter şeyler var.
Kurumlarınızı düzeltmezseniz aylarca morg morg, mezarlık mezarlık gezip sevdiklerinizin cesetlerini arayabilir ya da enkazdan çıkıp SGK’ya gitmek zorunda kalabilirsiniz 🙂

Deprem size iyi insanı da kötü insanı da; iyi kurumu da kötü kurumu da gösterir. Ama gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, bu topraklarda iyi insanların sayısı kötülerden kat kat fazla.
Ama iyiler kimi zaman görece iyiyken, kötülerin hepsi her zaman oldukça kötü.

Peki ya kurumlar??

Daha iyi anlamanız için kısa bir mekanik özet vereyim.
4 şubatta bir konferans için Türkiye’ye gelmiştim, hazır gelmişken 1 yıldır görmediğim ailemi görmeye Adıyaman’a gideyim dedim. Ablamı da yanıma alarak 6 Şubat sabaha karşı depremden bi kaç saat önce eve girdik. Deprem oldu ev yıkıldı, enkaz altında kaldık. Annem yaralı, ben hareket edemeyecek şekilde ağır yaralı çıktım. Babam, Nenem, Amcalarım, halalarım öldü. Ablam yaralı çıkartılıp Ambulansa verildi ve cesedini iki ay sonra isimsiz bir mezarı zorla açtırarak DNA testinden bulduk.

Bir kuantum fizikçisi olarak istatistiğin önemini çok iyi biliyorum. “Bir günlüğüne geldiği şehirde depreme yakalanıp enkaz altında kalan” bilmem kaç milyonda bir ihtimal benim.

Şimdi gelelim kurumlara, bunlar sadece bazı örnekler.

-2023 senesinde kendisine teslim edilen yaralıyı kaybedip, cesedini DNA almadan isimsiz bir şekilde gömebilen bir kriz yönetimi var. Bir birey olarak ben kriz yönetemeyebilirim ama bir ambulans, bir hastane, AFAD bunlar “beklenmedik bir kaostu” diyemezler. Ayşegül KARLI, 6 Şubat günü enkazdan çıkartılıp bir ambulansa teslim edildi ve kaybedildi. Cesedi 2 ay sonra Adıyaman Mezarlığında isimsiz bir mezar var söylentisi üzerine annemin gidip savcıyla kavga dövüş bir şekilde zorla o mezarı açmaya ikna etmesi sonucu bulundu.
Ambulansa verilen Ayşegül ne zaman öldü? Nereye bırakıldı, kim oradan aldı mezarlığa götürdü ve isimsiz bir şekilde gömdü?
Bunların halen bir cevabı yok, bırak AFAD başkanını, Sağlık Bakanını, mezarlık müdürü veya çalışanı bile görevinden alınmadı ya da istifa etmedi.
Bir Cumhuriyet Kadını, ne insana, ne töreye, ne de kitaba yakışmayan bir şekilde onursuzca kayıt alınmadan, DNA alınmadan, kefensiz kıyafetleriyle bir leş gibi gömüldü.
Düşünebiliyor musunuz? Ayşegülü çıkartan akrabalarım “Keşke Ambulansa vereceğime, sırtımda taşırken sırtımda ölseydi de en azından yıkayıp, duasını okuyup gömseydim.” dedi.
Halen geç değil, bu cümlenin ağırlığını taşımak hiçbir makama değmez. Bireysel olarak suçunuz olsun olmasın, sorumluluk olan makamındır. Halen geç değil, istifa edin ve sorumluları görevden alın, bu lekeyi taşımayın. Çünkü bu bir hata değil bu bir “liyakatsizlik”.
What say you?

Diğer bir hastane problemi, bu sefer başrol benim.
– Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğum hâlde, sadece oturumum yurtdışında olduğu için bir depremzede olarak hastanede ortopedi ve plastik cerraha gitmeye çalışırken bana ücret çıktı. Cüzdanım enkazda kaldığı için arkadaşım benim yerime ödedi Sonra cerrahi profesör olur mu öyle şey saçmalamayın “depremzede Türk vatandaşı bu insan” diyerek isyan etti. Sonra ücret iadesini yaptılar acilden giriş açıp kons attılar (AS: Konsültasyon istediler). Ama bunun için bile YUPASS denilen bir şey lazımmış ve evet ayağımda inşaat demirinin açtığı deliklerle ve ayakta kırıklar vücutta ezikler içinde SGK’ya götürüldüm. Şaka yapmıyorum .
Avusturya’dan bir evrak gelmesi lazım dediler (A-TR3), Avusturya’daki sigorta şirketime üstümde hiçbir evrak olmadan mail attım durumu anlattım ve 30 dakika içinde evrağı gönderdiler ve “başın sağolsun, çok üzgünüz. Baktın olmuyor sen öde biz hepsini sana iade ederiz.” dediler. Ama yine polikliniğe giremedim, sadece her seferinde acilden rica minnet girip plastik cerrahi ve ortopediye kons attırdılar en az bi 10-15 kere yapılmıştır bu.
Bu noktada doktorların, personelin hiçbir şekilde sorun çıkarmadığını söylemeliyim, başhekim, il sağlık müdürü “sen vermeyeceksin gerekirse ben veririm” teklifinde bulundu ama sistemde sıkıntı var sistemde, kayıt açamıyor ödeme olmadan. Röntgen çekilecek, ödeme olmadan çekilemiyor. Sistemi tasarlayanlar oraya bir “acil durum” butonu koymamışlar, bypass edilemiyor. Şimdi düzelmiş midir bilmem ama yurt dışında yaşayanlar aklınızda bulunsun.

Gelelim meşhur telefon operatörlerimize 🙂
-Telefonum enkazda kaldı, ve simcard’ım babamın üstüneydi, babam da öldüğü için Vodafone yedek simcard vermedi. Durumu saatlerce anlatıp bakın banka hesaplarıma, mail hesaplarıma giremiyorum, hayati bir durum söz konusu DEPREM olmuş, onu aradım bunu aradım twitter’a yazdım bir simcard çıkartamadım. Olmazmış, mirası üstüne devral, babanın ölüm belgesini getir ancak öyle verebilirlermiş.
Hattı üstüme devralmak istiyorum dedim, bana suratıma bakarak “ablan da dahil tüm varisler gelmeden veremeyiz” dediler. Ablamın cesedi henüz bulunmadığı için sistemde ölü görünmediğini söyledim, yapacak bişi olmadığını söylediler.

-Yine bir operatör vakası, Ankara’da bir şubede babamın ve ablamın hatlarını iptal ettirmeye çalışırken yüksek iptal, cayma bedeli gibi şeyler aldılar, Twitter’a yazınca arayıp “bizle alakası yok şube yapmış diyerek özür dileyip iade ettiler.” Twitter’a yazamayan kaç kişi oldu acaba?

Peki o sırada Avusturya’da kullandığım simcard şirketim naptı biliyor musunuz? Durumu anlatan bir mail attım bir telefon numarası istediler görüntülü aradılar ben olduğumu onayladılar, baş sağlığı dileyip yeni simcard’ımı ücretsiz bir şekilde bana kargoladılar.

Yıllık sözleşmeli spor salonumu üyeliğimi iptal ettirmek için Avrupa’nın kurumsal spor salonlarından birisi olan Fitinn’e mail attım, sonuçta 3-4 ay tekerlekli sandalyede kalacaktım. Sözleşme cayma bedeli falan lafını bile etmeden, aynı gün çok samimi bir şekilde baş sağlığı dileyip iptal ettiler. (ekran resmi ektedir.)

Binalar ve zeminleriniz için bir şey yapamıyorsanız bile, Kamu kurumlarının ve iletişim gibi kritik noktalarda olan özel kurumların kriz yönetimine hazır olması için mücadele edin.
Ben mücadelesiz bir şekilde ölmekten korkuyorum. Vakitli ya da vakitsiz, bir gün bir yerde mücadele içinde ölmek dileğiyle, aksi geride bırakılanlara ihanet olur.

https://x.com/Psibilim/status/1824841607155249545?t=2t_69TfnENGpNZpGMifRxg&s=19

***
Dostlar,

İbret için biz de paylaştık.

Devlete ve ulusumuza sunmuş olduk.

Devleti – hükümeti öncelikle ve ivedi adımlar atmaya çağırıyoruz..

Dr. Ahmet SALTIK
20.08.2024, Ankara

KAFALARINI KOPARTACAĞIZ !

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Kurucu Genel Başkanı

Türk Milleti, Erdoğan’ın gerçek yüzünü bir türlü göremedi.

Erdoğan, insanlara nasıl tanıtıldıysa, haram paralar ile satın alınan medya grupları, onu nasıl gösterdilerse, öyle tanımayı tercih etti.

Biz yıllardır yazıyor, söylüyoruz. Erdoğan “DEMOKRAT” değildir!

Erdoğan, dikta heveslisi Siyasal İslamcıdır, İhvan’cıdır. Yalan söyler.
Söylediği yalanları alt alta yazın, 12 Ciltlik YALAN KÜLLİYESİ ANSİKLOPEDİSİ olur.

Bir örnek verelim :
16 Temmuz 2017’de CB Erdoğan, 15 Temmuz’un yıldönümünde canlı yayında konuşuyor :

  • “FETÖ ile bağlantısı tespit edilenler, mahkemeye Guantanamo’da olduğu gibi tek tip elbiseyle çıkarılacaktır. Önce bu hainlerin KAFALARINI KOPARTACAĞIZ.”

İşte, Erdoğan budur. Bir Cumhurbaşkanı düşünün ki;
Tüm dünyanın İŞKENCE MERKEZİ- İNSANLIK AYIBI kabul ettiği bir yeri örnek gösterebiliyor, henüz yargılanmamış insanların KAFALARINI KOPARTMAKTAN bahsedebiliyor!
Sanmayın ki Erdoğan sonradan böyle oldu, güç zehirlenmesine tutuldu!

Bir yüzüklük servetinden Belediye Başkanlığı ile 1 MİLYAR DOLAR servete ulaşan Erdoğan
o gün ne ise, bugün de aynı Erdoğan’dır!

Avrupa Basınına göre dünyanın en zengin 8 siyasetçisinden biri olan Erdoğan ne ise,
12 sene CIA Uşağı FETÖ Silahlı Terör Örgütünü Türk Devletinin “Harem-i İsmet’i” sayılan KOZMİK ODAYA, FETÖ elemanlarının girmesine izin veren de aynı Erdoğan’dır!

Hiçbir GÜVENLİK-HİJYEN-KİMLİK denetimi yapmadan 17 milyon İti-Uğursuzu-Türk Düşmanını vatana sokup, demografik bombayı içimize yerleştiren Erdoğan ne ise,
Suriye’de Fırat’ın doğusunda YPG/PKK’ya Kürt Devletinin ikinci parçasının
ABD tarafından kurulmasına engel olmayan aynı Erdoğan’dır!

Ve şimdi Türk Milletinin büyük çoğunluğu olan sizler;
Üyelerini kendisinin seçtiği Anayasa mahkemesi kararlarını tanımayan Erdoğan’ı,
Anayasa İhlal Suçu işleyen YSK’yı emir eri gibi kullanan Erdoğan’ı,
Yüksek Yargıyı Sadullah Ergin kanalıyla FETÖ’ya teslim eden Erdoğan’ı,
CHP’nin bu günkü yönetimiyle yenebileceğinizi mi umuyorsunuz?

Emperyalist Devletlerin Özel’e uzattıkları “Parlamenter Sistem ve Başbakanlık” havucunu, YUMUŞAMA sosuyla yutan Özgür Özel mi, Erdoğan’a karşı çıkacak?

Erdoğan’ın 3’ncü kez kazanması için, Sinan Oğan’ı “Koşu Tavşanı” olarak çıkarıp,
Türk Milliyetçilerinin oylarını çıkar karşılığı, Erdoğan’ın hanesine yazdıran çakma istihbaratçılarla mı Erdoğan’ı indireceksiniz?

Eğer bu kanıda iseniz, hiç kendinizi de bizleri de yormayın!
Nasılsa PKK ve Sığınmacı PİÇLERİ ormanlarımızı yakıyorlar, şimdi 15-50 yaş arası Iraklılar da gelecek, siz de alın elinize benzin bidonlarınızı, yakın Atatürk’ün emanetini…
***
Aziz Türk Milleti;
Parti, din değildir. Parti kötü amaçlı kişilerin eline geçti ise, onu terk edeceksiniz.
Beğendiğiniz parti mi yok? O zaman, ya yenisini kuracaksınız, ya da Kuvay-ı Milliye hareketini başlatacaksınız. Yani bizim gibi yapacaksınız!

Bizler, bu günlerin geleceğini sizlere 2007 yılından beri söylüyoruz.
Her dediğimiz doğru çıkmadı mı?

Önümüzde, toparlanıp başımızdaki düşman Eşbaşkanlarını defetmek için yaklaşık BİR Yıllık zaman kaldı.

Ya bir araya gelir, öz evlatlarınıza görev verir ve yanlarında kaya gibi durursunuz
ya da kaderinize razı olursunuz…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 20 Ağustos 2024

23 yıllık AKP Darbeciliği ve Yıkımı

Cumhuriyet gazetesinde köşe yazımız

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/23-yillik-akp-darbeciligi-ve-yikimi-2237776 15.8.24

23 yıllık AKP Darbeciliği ve Yıkımı

23 yaşını bitirdi AKP, çeyrek yüzyıl! Kuruluşu 14 Ağustos 2001, iktidara gelişi 3 Kasım 2002 seçimi.

Fas’ta da aynı adla bir siyasal parti var, 1998’de kuruldu (Parti de la Justice et du Développement, PJD).

Cezayir; Adalet ve Kalkınma Hareketi (Mouvement de la Justice et du Développement – MJD) 1990’lar. Ürdün; İslami Hareket Cephesi (IAF) genellikle Ürdün Müslüman Kardeşler’in siyasal kanadı olarak anılır ve resmi olarak böyle adlandırılmasa da Adalet ve Kalkınma Partisi adıyla ilişkilendiriliyor. (1992)

İlginç siyasal rastlantılar (!) olmalı bunlar.
***
Erdemliler Hareketi“nce R.T. Erdoğan önderliğinde, Türkiye’nin 39. partisi olarak siyasal yaşama atılan AKP, siyasal kulvarda 23 yılı geride bıraktı. Girdiği tüm genel seçimlerde 1. parti olmayı başardı. Çok partili siyasal yaşama geçtiğimiz 1946’dan beri iktidarda en uzun kalan parti oldu. 4 başbakan, 2 cumhurbaşkanı çıkardı. Kuruluşundan 15 ay sonra “Tek başına, iş başına” söylemiyle, siyasal yasaklı önderi Erdoğan’la girdiği 3 Kasım 2002 seçiminde %34,3 oyla 1. parti oldu ve A. Gül başkanlığında 58. TC Hükümetini kurdu.

Anayasa değişikliği ile siyasal yasak engeli kaldırılan RTE, (21 Ocak 2003 tarihli 4787 s. yasa, Erdoğan’ın önünü açtı ve istifa ettirilen bir vekil yerine, eşinin memleketi Siirt’te yenileme seçimlerinde) vekil seçildi. Anayasa değişikliği m.76’da yapıldı ve “affa uğramış olsalar bile, basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflâs gibi yüz kızartıcı suçlar ile kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından mahkûm olanlar milletvekili olamazlar.” hükmünden “affa uğramış olsalar bile koşulu kaldırıldı.

CHP Gn. Bşk. Baykal bu süreçte öncüydü.

Sabıkalı RTE, 14 Mart 2003’te 59. Başbakan oldu ve 2014’te CB seçilene dek kesintisiz 11+ yıl bu görevde kaldı. 2010 Anayasa değişikliği halk oylamasında %58 oy aldı. RTE 10 Ağustos 2014’te ilk kez doğrudan halkoylaması ile kıl payı CB seçildi (%51,8).

Üniversite diploması var mı? Hala belirsiz, sis kaldırılamıyor.

15 Temmuz 2016’da, haber alınan ama denetimli olarak izin verilen Batı destekli FETÖ darbesi yaşandı ve TSK’nin yurtsever güçleri eliyle bastırıldı.

AKP/RTE FETÖ ile ortaktı.

RTE, “Ne istediler de vermedik?!” diyecekti sonradan. İktidar kavgası ve Batı’nın aceleciliğiyle kanlı darbe girişimi sahnelendi. RTE 5 gün sonra OHAL ilan etti ve çok sayıda OHAL CBK ile rejim köktenci olarak değiştirildi. Yüz bini aşkın insan kamudan atıldı!

Anayasa 2017’de 5. kez değiştirildi: 2003, 2004, 2007, 2010, 2017. Tipik geri kalmış 3. dünya ülkesi! 16 Nisan 2017’de halkoylamasıyla onaylandı. %51,4 “evet” çıktı ama

  • Yaklaşık 2,5 milyon mühürsüz oyun oylama sürerken YSK tarafından kullanılmasına
    izin verilerek açık bir işlev zoralımı (fonksiyon gaspı) ile!
  • Tam yasasızlıkla, açık AKP-YSK darbesiyle.

Bu tablo hukuk dünyasında doğmamıştır!

Tüm sonuçlarıyla geçersiz-hükümsüzdür; “keenlemyekûn”dur eski Yargıtay Bşk. Prof. S. Selçuk’a birçok yetkin hukukçuya göre!

Dünyada örneği olmayan uydurma-ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi‘ne geçilmiş, Başbakanlık ve Bakanlar kurulu-Hükümet kaldırılmıştır.

CB hem devletin hem yürütmenin başıdır, yürütme yetkisi tek başına ondadır (md. 8).
Yasamaya ortaktır, CBK çıkarma yetkisi vardır. Partilidir ve TBMM-Yasama çoğunluğu da RTE’dedir.
AYM, Hakimler ve Savcılar Kurulu, Yargıtay, Danıştay üye atamalarında yetkisi belirleyicidir.
***

Türkiye, büyük bir hızla demokratik-laik-sosyal hukuk devleti olmaktan kurgulu olarak koparılmaktadır

9 Temmuz 2018’de Fetret devri başlamıştır. RTE artık, tek sözcükle kadife eldivensiz demir yumruktur.
Mayıs 2023 CB seçiminde YSK oyunu-darbesiyle, AY bir kez daha açıkça çiğnenerek RTE 3. kez aday olur.
2023, Cumhuriyet’in 100. yılında devletin resmi kutlaması yok gibidir,
RTE/AKP Cumhuriyetle kavgalıdır!

DİB iyice öne çıkarılır, akademi kurar, fetvalar savurur, Erbaş kılıçla vaaz verir..
AKP iktidar olduğunda 2,5 milyon olan kamu çalışanı sayısı iki katını aşar. Oysa toplam nüfus aynı dönemde 70,5 milyondan 85,3 milyona ulaştı %20 artışla. Yandaşlar, ölçüsüz bir kayırmacılıkla (nepotizmle) ve hızla kamuya dolduruldu.

DARBELER ÜLKESİ TürkiyeAKP/RTE eliyle

Elbette Batı desteğiyle! RTE, 14 Kasım 2002’de dönemin ABD Bşk. GW Bush tarafından,
daha milletvekili – başbakan bile değilken o protokolle kabul edilmişti.

Ülkemizde askeri vesayet, darbeler dönemini kapatmakla övünen ve böyle pazarlanan AKP/RTE, tam anlamıyla darbeci.

Hedef BOP ve Anadolu Federe İslam Cumhuriyeti!

RTE kezlerce, TV’ler önünde BOP eşbaşkanı (ABD Bşk. ile) olduğunu açıkladı.
BOP, Sevr’in 21. yy uyarlaması. Tablo çok ürkünç (vahim)!
***
Ancak                                              :
Taşeron siyasetle buraya dek, artık maske düştü!
Yetersizliğini, kötü niyetini yapay gündem din, beka, milliyetçilik.. söylemleri de örtemiyor.
Yıkım ve adaletsizlikler ters tepiyor, böyle gitmez elbet.
Yarın belki yarından da yakın, vatansever Atatürkçü, dürüst kadrolar işbaşına gelecek ve Türkiye’yi yeniden kuracak, olanlar tarihte kötü bir ders olarak kalacak..

CHP ulusal birliği acilen sağlamalı, kesin görevi bu!

==================================================
Makalemizin pdf biçimi : 25. 23 yıllık AKP Darbeciliği ve Yıkımı, 15.8.24

Dincilik afyondur

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
19 Ağustos 2024, Cumhuriyet

Türkiye’de normal geçen bir hafta yok. AKP iktidarında ülke her hafta anormal olaylara şahit (tanık) oluyor. Son bir haftada da durum değişmedi.

Önce İzmir’de sokak röportajında düşüncelerini ifade eden bir vatandaş tutuklandı.
Böylece vatandaşın neleri ifade edip edemeyeceğine de hükümet karar verdi,
AKP’nin faşist ruhu bir kez daha tescillendi (onaylandı).

Arkasından, TİP milletvekili Ahmet Şık TBMM’de kürsüde konuşurken, AKP “milletvekili”
Alpay Özalan’ın fiziki (bedensel) saldırısına uğradı. Böylece AKP’nin faşist ruhu bir hafta içinde ikinci defa (kez) tescillenmiş (onaylanmış) oldu.

  • Bu olaylar sayesinde, AKP’lilerin aslında ne denli korkak ve zavallı oldukları da
    bir kez daha ortaya çıktı.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde düşüncelerden, sözcüklerden, cümlelerden bu kadar korkan,
bu nedenle de düşüncelerini ifade edenleri hapishaneye atan veya onlara fiziksel saldırıda bulunan, düşünceye düşünceyle yanıt veremeyecek ölçüde alçalan ve özgüveni zayıf olan
bir başka hükümete nadir rastlanır.
***
Düşünceyi ifade özgürlüğüne vurulan bu darbelerin temelinde, AKP’nin teokratik ve monarşik bir düzen kurma amacı yatmaktadır. AKP gerçekte bu düzeni büyük ölçüde kurmuştur,
ancak bu süreci hala tam olarak arzu ettiği ölçüde tamamlayamamıştır.

Monarşi, Yasama, Yürütme, Yargı arasında güçler ayrılığının ve düşünceyi ifade, medya, örgütlenme özgürlüğünün olmadığı, yönetme yetkisinin tek kişide ve ailede toplandığı bir düzendir.

Teokrasi, laikliğin olmadığı, dinin, devlet, siyaset, hukuk, eğitim alanlarını tutsak aldığı
ve bu alanlara müdahale ettiği, din devletinin geçerli olduğu bir düzendir.

Dünyada, yaklaşık 200 ülke içinde, monarşiyle ve/veya teokrasiyle yönetilen çok az sayıda
ülke kaldı.

Krallık, çarlık, padişahlık gibi monarşik düzenler dünyadaki ülkelerin büyük çoğunluğunda ortadan kaldırıldı, birkaç ülkede de Yürütme yetkisi elinden alınarak simgesel bir konuma sokuldu.

Dünyada teokrasiyle yönetilen de çok az sayıda ülke kaldı. Suudi Arabistan, İran, Afganistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Vatikan bunlara ilişkin örnekler arasında sayılabilir. Malezya, Pakistan, Sudan, Somali, Mısır gibi ülkeler de yarı teokratik ülkeler olarak nitelendirilebilir.

Vatikan dışında, teokrasiyle yönetilen ülkelerin tümü İslam dininin yaygın olduğu coğrafyadadır. Hıristiyan dininin yaygın olduğu coğrafyada Vatikan dışında teokratik bir devlet kalmamıştır.

Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler hem teokratiktir
hem de monarşiktir.

  • Dünyada teokrasiyle ve/veya monarşi ile yönetilip gelişmiş olan tek bir ülke yok!

Bu ülkelerin tümü, demokraside, insan haklarında, bilimde, felsefede, sanatta geri kalmış ülkelerdir.

Bu ülkelerin içinde, petrol ve doğalgaz gibi doğal kaynaklara sahip Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri dışında, ekonomik açıdan gelişmiş tek bir ülke de yok.
***
AKP, dünya gerçeklerinden tümüyle kopuk yaşadığı ve çarpık zihnindeki bir hayalin peşinden inatla koşmayı sürdürdüğü için, Türkiye’yi ileri bir noktaya taşıması kategorik (ilkesel) olarak olanaksızdır.

  • Alman filozof Karl Marx, din sömürüye dayalı düzenlerin sürmesine katkı sağladığı için,
  • Din halkın afyonudur, uyuşturucusudur tezini ortaya atmıştı.

Laikliğin geçerli olduğu bir düzende, dinin siyasal bir zararının olmayacağı, kişinin özel ve öznel yaşamının bir parçası olacağı, vatandaşların kendi özgür iradeleriyle dindar veya dinsiz olmayı seçebilecekleri gerçeği dikkate alınacak olursa, Marx’ın bu sözü şöyle revize edilebilir (yenilenebilir) :

  • “Dincilik halkın afyonudur, uyuşturucusudur.”

Türkiye bu uyuşturucudan kurtulmadığı sürece, ne demokrasi ve insan hakları alanında,
ne bilim, felsefe, sanat alanında, ne de ekonomide, hiçbir ilerleme ve gelişme sağlayamaz.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Dincilik afyondur19 Ağustos 2024
Hamas gerçeği12 Ağustos 2024
AKP ve Hamas5 Ağustos 2024

Cenevre Sözleşmeleri’nden Gazze’ye

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan

Güncel16.08.2024, BİRGÜN

Bu kadar kötülüğe “modern dünya” nasıl seyirci kalabiliyor? Soru budur ve ucu her yönüyle kirlenmiş dünya düzenine varmaktadır. Bakalım.

Cenevre Sözleşmeleri’nin kabul edilişinin 75. yıl dönümü bu haftaydı. Silahlı çatışma koşullarında evrensel insani değerler için verilen mücadelenin köşe taşı ve Uluslararası İnsancıl Hukuk’un (International Humanitarian Law) temeli Cenevre Sözleşmeleridir.

Savaş berbat bir şeydir, kandır, göz yaşıdır, hastalıktır, ölümdür. İnsanlık yaşanan pek çok acıdan sonra savaşlardaki zulmü en aza indirip, ızdırabı azaltabilmek için kurallar koymaya çalışmıştır. Bu kurallar çatışmadaki tarafların kendi seçtikleri savaş yöntem ve araçlarını kullanma hakkını sınırlandırır, çatışmanın etkilediği ya da etkileyebileceği kişileri ve varlıkları korur. Savaşlara “insancıl kurallar” koyma çabaları çok eskiye dayanır, bu alandaki modern girişimlerin ilki 1820 yılında İspanya ile Kolombiya arasında “Savaşın Düzenlenmesi Anlaşması” sayılır. Sonrasında Amerikan İç Savaşı’nda ortaya çıkan 1863 Lieber Kuralları ve nihayet yaralı askerleri koruyan ilk çok taraflı anlaşma olarak 1864 Cenevre Sözleşmesi var. Cenevre Sözleşmeleri 1906, 1929 ve 1949’da gözden geçirilip yenilenmiştir.

İNSANLIĞIN ORTAK MİRASI SÖZLEŞMELER

1949 Cenevre Sözleşmeleri ve 1977 tarihli Ek Protokolleri yaklaşık 600 madde içerir.
1949 tarihli dört Cenevre Sözleşmesi var:
– Kara ve denizdeki silahlı kuvvetlere mensup yaralıların, hastaların ve kazazedelerin durumlarının iyileştirilmesi,
– savaş esirlerine yönelik muamele ve
– sivillerin korunması.

Cenevre Sözleşmeleri 2013 itibarı ile tüm dünya ülkelerince imzalanıp onaylandı, evrensel nitelik aldı. Buradaki önemli konu, bir çatışmanın tarafları her zaman sivilleri ve muharipleri doğru biçimde ayırt etmeli, sivil insanlara ve varlıklara zarar vermemelidir.

  • Sağlık personeli ve sağlık tesisleri, vasıtaları ve donanımlarına saldırılmamalıdır.
  • Beyaz bir fon üzerindeki Kızılhaç veya Kızılay amblemi (simgesi) bu tür kişileri ve nesneleri koruyan işaretlerdir ve bu işaretlere saygı gösterilmelidir.

Bu belgelerin geliştirilmesi ve kabul edilmesinde önemli kurum Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin başkanı Mirjana Spoljaric Cenevre Sözleşmelerinin 75. yılı nedeniyle yaptığı açıklamada tüm dünya liderlerini barışa, çatışmaları görüşmelerle çözmeye ve imzaladıkları uluslararası belgelere uymaya çağırdı.

Çağırdı da dinleyen kim?

Bugün dünyada devam eden 120 silahlı çatışma olduğu bildiriliyor ve ne yazık ki taraflar bu evrensel kurallara uymuyor. Dünya bir yanda bilimsel gelişmelerin göz kamaştırdığı, öte yanda eşitsizliklerin, fakirliğin, doğa katliamının alabildiğine arttığı, evrensel hukukun muktedirler tarafından iplenmediği, zorbalıkların, kötülüklerin hesabını sorabilenin olmadığı bir yer oldu.

GAZZE’DE BİTMEYEN KATLİAMLAR

Konu Cenevre Sözleşmeleri ve Uluslararası İnsancıl Hukuk olunca Filistin’de, Gazze’de dünyanın gözü önünde en ağır katliamlardan ve hak ihlallerinden birinin yaşanmasına özellikle dikkat çekmek gerekir.

Gazze ve Batı Şeria’daki gelişmeleri bildiren uluslararası yetkili kurum olan BM Filistinli Mülteciler Ajansı (UNRWA) tarafından son yayımlanan veriler 7 Ağustos 2024 tarihli. Buna göre, 7 Ekim 2023’den beri İsrail’in yürüttüğü askeri operasyonlar nedeniyle 1 milyon 900 bin Filistinli yerinden edildi, 39 bin 677 kişi öldü, 91 bin 645 kişi yaralandı. Ölenlerin 10 bin 600’ü çocuk, 5 bin 900’ü kadın, 2 bin 700’ü yaşlı. On binden fazla kişinin enkaz altında olduğu belirtiliyor. BM yapıları ve çalışanları bile hedefte. UNRWA kamplarına yapılan İsrail saldırılarında 563 kişi öldü, 1790 kişi yaralandı, 205 UNRWA çalışanı öldürüldü.

  • Sağlık hizmetlerine yönelik saldırılar akıl almaz boyutlarda.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre 7 Ekim 2023-30 Temmuz 2024 arasında Gazze’de sağlık hizmetlerine yönelik 500 saldırı oldu. Bu saldırılarda aralarında hekimlerin de bulunduğu 747 kişi yaşamını yitirdi, 970 kişi yaralandı. Saldırılarda 110 sağlık kurumu ve bölgedeki 36 hastanenin 32’si tahrip oldu, 20 hastane tümden kullanılamaz durumda. 115 ambulans etkilendi, 63 ambulans kullanılamaz hale geldi. DSÖ şu ana kadar Gazze’den 5 bin hastanın tahliye edildiğini, 10 bin hastanın tahliye edilmeyi beklediğini bildiriyor.

Sivil yapılar yerle bir edilmiş durumda. Yapıların yüzde 63’ü ağır ya da orta hasarlı olarak bildiriliyor.

Ne demeli?

  • İsrail Cenevre Sözleşmeleri’nin 75. yılında insanlığın biriktirdiği tüm değerleri ihlal ederek katliam yapıyor.

Bu katliamların emrini veren kişi de, en güçlü devlet ABD’nin Kongresi’nde kahraman gibi karşılanıp ayakta alkışlanıyor.

İnsanlık için iki yol görünüyor :

  1. Ya bu liderler ve dünya düzeni ile utancı yaşamaya devam edecek
  2. Ya da daha yaşanabilir dünya için adımlar atacak.

İkincisi için dünyanın dört bir yanındaki mücadeleler ve güzel örnekler geleceğin umudu olmaya devam ediyor.
=============================================
Yazarın Son Yazıları

TUNCELİ GEZİMİZİN DOĞA ve İNANÇ COĞRAFYASI AÇISINDAN BİZLERE ANIMSATTIKLARI

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı,
Halk ozanı

Tunceli’ni nasıl bilirsiniz??

Çivi ve Karabulut aileleri olarak(×), İzmir’den hareketle, Tunceli ilimizin doğa ve inanç coğrafyasını daha yakından tanıyabilmek için iki aile birlikte yaptığımız, 30 Temmuz – 07 Ağustos 2024 tarihlerini kapsayan özel bir gezinin Tunceli yöresindeki kesitinin bizlere öğrettikleri ve düşündürdüklerini sizlerle paylaşmak istedim…

Tunceli ya da Dersim yöresi, tarihsel, kültürel, dinsel, toplumsal, siyasal ve ideolojik olarak, belleklerimizde olumlu ya da olumsuz birçok çağrışımları harekete geçirir. Bu çağrışımların bir bölümü Osmanlı, önemli bir bölümü de Cumhuriyet dönemi ile ilgilidir. Bu çağrışımların çok önemli bir kesiti de 1937 ve 1938 yıllarında Devlet eliyle gerçekleştirilen askeri operasyonların, gerek Tunceli halkı ve gerekse Türkiye’nin hem iç ve hem de dış politikası açısından ürettiği siyasal ve sosyal etkiler ve bu etkiler üzerindeki tartışmalardır. Ancak, yapmış olduğumuz gezi açısından bu tarihsel olaylar konumuz dışındadır.

Bu yazının konusu Tunceli’ yöresinin büyüleyici vahşi doğası ve özellikle de inanç coğrafyası ile ilgili olacaktır.

Doğa Turizmi ya da ekoturizm, doğanın ve ve çevrenin jeolojik, ekolojik, biyolojik ve coğrafi değerler ve görsellikler açısından insanlara kendiliğinden sunduğu çeşitli güzellikleri kapsar. Bu açıdan, Tunceli coğrafyasının tümü, yüksek dağları, derin vadileri, geniş ormanları, bol akarsuları, geyikleri ve dağ keçileri ile süslenen bir yaban yaşamı ve sayısız bitki çeşitleri ile çok büyük bir zenginlik (AS: Flora ve fauna) ve görsellik barındırır. Tunceli coğrafyasının tümü, gözümüz gibi korunması gereken bir MİLLİ PARK‘tır ve öyle kalmalıdır.

Munzur Vadisi ve Munzur Suyu gözeleri, Pertek Kalesi ve Keban Baraj Gölü, Ovacık ve Karagöl, Pülümür Vadisi ve Kutu Deresi…sizlere hem benzersiz ve olağanüstü bir görsellik ve hem de baştan çıkarıcı derecede etkileyici bir biyolojik çeşitlilik sunar… yöreye özgü yemekler, yardımsever, sıcak ve cana yakın insanları da cabası…

İnanç Coğrafyası nedir?

İnanç coğrafyası, özellikle din sosyolojisi açısından, toplumsal inançlar ve dinsel uygulamaların (pratiklerin) yersel (mekânsal) dağılımını, bu dağılımın demografik, ekonomik, kültürel, tarihsel ve siyasal süreçlerle olan ilişkiler ve oluşumlarını ve yaşam biçimlerini kapsar. O coğrafyada yaşayan homojen (türdeş) ya da heterojen (türdeş olmayan) dinsel inanç kümelerinin yaşam biçimlerini inceler. Bir bölgede kutsal varsayılan mekânlar, dinsel yapılanmalar, türbeler, ziyaret yerleri, bu yapılanmaların mekânsal dağılımı, dinlerarası etkileşimler, inanç ve sosyal kimlik ilişkileri; ayrıca dinsel kaynaklı değerler sisteminin toplumun sosyo-kültürel ve özellikle de toplumsal ekonomik yaşam üzerindeki etkileri inanç coğrafyasının kapsam alanı içinde kalır…

Tunceli inanç coğrafyası, Alevi-Bektaşi inanç kimliğinin en önemli çıkış kaynağı ya da ana gözesi gibidir. Tunceli’de yaşayan çeşitli Alevi ocaklarını temsil eden Dede soylu insanlara, Tunceli’ne nereden geldikleri sorulduğunda, büyük oranda ” HORASAN’dan GELMİŞİZ” yanıtını verirler. Alevi inancı açısından büyük önem taşıyan bu inanç önderleri, Ehlibeyt, 12 İmam ve Hz. Ali soyundan geldiklerini söyler ve inanırlar.

Türkiye, ve Balkanlar’daki Alevi ve Bektaşi inancına mensup (bağlı) insanlarla derinlemesine bir sohbet (söyleşi) olduğunda, köklerini Tunceli’ne dayandırırlar. Başka bir tanımlama ile de şöyle söylenebilir. Tunceli Alevilerinin uluları, anayurtlarını nasıl ki Horasan kabul ediyorlarsa , Anadolu ve Balkan Alevi ve Bektaşilerinin anayurtları da Tunceli’dir. Yani Tunceli, Anadolu ve Balkan Alevi ve Bektaşiliğinin Horasan’ı olarak kabul edilebilir. Bu ortaklaşa inanç figürünün en önemli şahsiyetleri de, hem Anadolu ve hem de Balkan coğrafyasında aynı saygınlıkta tanınan SARISALTIK ve benzerleridir.

Gezimizde, Düzgün Baba, Sarısaltık ve Babamansur’un Alevilerce kutsal sayılan makamlarını ziyaret ettik…

Düzgün Baba’nın makamı Tunceli’nin NAZİMİYE ilçesindedir. Düzgün Baba Cemevi, Düzgün Baba Dağı’nın eteğinde, ziyaret makamı ise, yüksekliği kestirimle 3000 metreyi aşan aynı dağın doruğundadır. Her iki makama da bizzat ulaştık. Dağdaki ziyaret makamına ikibuçuk saatlik bir yaya tırmanışla ulaşabildik…

Halkın anlattığına göre, Düzgün Baba :
a- Baba Mansurun oğludur.
b- Hızır Aleyhisselamın oğludur.
c- Haz.Ali’nin oğludur (soyundandır).

Sarısaltık Makamı                          :

Tunceli’nin Hozat ilçesindedir. Makam, tıpkı Düzgün Baba gibi, kendi adı ile anılan ve yine olası yüksekliği 3000 metreyi aştığı söylenen Sarısaltık Dağı’nın doruğundadır.
Zirveye dek, cipler ve ufak otolarla ulaşma olasılığı vardır.

Sarısaltık tarihsel bir kişiliktir. Hacıbektaş Veli’nin halifesi olarak kabul edilir. Anadolu ve Balkan Coğrafyası, Bulgaristan’da da makamları vardır.

Sarısaltık Vakfı, 04 Ağustos 2024 günü, Zirvedeki Sarısaltık Makamı’nda yeni bir Sarısaltık Cemevi‘nin açılışını yapmıştır.

Babamansur Makamı, Tunceli ilinin Mazgirt ilçesindedir. Horasan’dan, önce Konya’ya, oradan da Tunceli Mazgirt’e gelen Seyit Mahmut Hayrani’nin oğlu, hatta bir söylenceye göre de Düzgün Baba’nın babası olarak kabul edilir. Daha sonraki yıllarda ise, bu oğlun mistik, dinsel ünü babasını aşmış kabul edilir.

Hiç kuşkusuz Tunceli’indeki kutsal makamlar bu üç Alevi Bektaşi ulusundan ibaret değildir. Başta Ağuçan ve Kureyşan dede ocakları olmak üzere birçok inanç merkezi daha vardır.

Bir önemli noktayı daha belirtelim. Alevi ocakları arasındaki rehber, pir ve mürşit sıralaması inançsal değil işlevseldir, görev gereğidir. Çünkü yine Alevi inancına göre “Yol cümleden uludur” ve ayrıca eri erden seçen kördür. İnsanlar arasındaki alt, üst farklılaşma, kibir ilişkisi hem Efsanevi “Kırklar Cemi” ve hem de “Rıza Şehri” söylencelerine aykırıdır.

Peki Tunceli inanç coğrafyasında, Düzgün Baba, Sarısaltık, Baba Mansur… gibi kurucu ocak ulularının halkın belleğindeki ortak özellikleri nelerdir?

Halk bunlara niçin hürmet eder, sever sayar, ziyaret eder ve tapınır…. bunları kısaca özetleyelim.

1- Din ulularından beklenen yol göstericilik, inanç ve düşünce rehberliği ve önderliği.
Manevi olarak temiz ve ahlaklı yaşamak.
2- Doğayla, çevreyle ve insanlarla ahlak, adalet, saygı, sevgi ve uyum içinde yaşayabilme isteği. Toplumsal barışı koruyabilmek.
3- Savaş, zulüm, doğal afetler, olumsuz ekonomik koşullar, kıtlıklar, baskıcı sosyal koşullar çeşitli etnik kültürel dışlanmalara karşı inanç ulularından manevi destek ve direnç gücü kazanmak. İnanç ulularından keramet ve yardım bekleyerek rahatlamak. Gelecek için umutlanmak…
4- Kendi inanç sistemi ile biçimlenen bir dünya görüşüne uygun bir kimlik kazanmak. Benzer kimliklerde olanlarla yardımlaşma ve dayanışma içine girerek güç devşirmek…
5- Hiç kuşkusuz toplumun inanma ve tapınç (ibadet) gereksinmelerini karşılamak.
……
Sonuç ve önemli bir öneri..

Tunceli yöresi, dağları akarsuları, derin vadileri, sayısız biyoçeşitliliği, zengin bitki örtüsü, yaban yaşamı, ormanları, yabanıl (vahşi) çıplak ve yüksek zirveleriyle… eşi ve benzeri az bulunur bir doğa harikasıdır. Ayrıca, Alevi ve Bektaşi inancı gibi

-evrensel değerlere uyum yanı ağır basan,
-kadın, erkek, ırk, din, mezhep, renk farkı gözetmeyen,
-demokratik, laik ve çağdaş yaşamla barışık,
-sevgi, saygı, ahlak, adalet, kardeşlik, eşitlik… temelli
-hiç kimseyi ötekileştirmeyen…

bir inanç havzası ve coğrafyasına sahiptir.

Peki bu doğa harikası ve özgün inanç coğrafyasının en önemli eksiklikleri nelerdir?

1- İnanç merkezlerine ve makamlarına giden yollar çok dar, kötü, hatta kimi kez ürpertici ve korkutucudur. Ulaşımı zordur.
2- Tunceli ve yakın çevresindeki konaklama tesisleri yetersizdir.
3- Tunceli halkını yöresel gerikalmışlık, ekonomik sıkıntılardan kurtarılması gerekmektedir

Çözüm nedir?
Tunceli yöresinde doğa ne denli güzel ve yabanıl (vahşi) ise üretim ve geçim koşulları bir o denli verimsiz ve kıttır. Yaşama olanakları fazla nüfus barındırmaya uygun değildir. Bu nedenle sürekli göç verir.

Tunceli yöresi için doğa ve inanç coğrafyasını birlikte bütünsel olarak planlamak, yol ve konaklama eksiklerini çağın araçları ve gereklerine uygun duruma getirmek, bölgeyi doğa ve inanç turizminin önemli bir havzasına dönüştürmek gerekiyor.. Merkez yöneticilerine, yerel yönetim birimlerine ve demokratik bir tasarım olabilmesi için de Tunceli halkına duyurulur.

Prof. Dr. Halil Çivi. 16 Ağustos 2024 Seferihisar/ İzmir

(×)- Söz konusu gezi programını, ben Halil ve eşim Mefaret Çivi; Karabulut ailesinden de H. Hüseyin ve Birgül Kabulut’larla bilikte yaptık. Bu gezi için Karabulut ailesine teşekkürümüz sonsuzdur.

HACIBEKTAŞ DESTANI…

Canlar,

Destanı yazan dostumuz A. Kadir Paksoy‘u kutlar ve kendisine teşekkür ederiz.

Ustalıkla seslendiren Sn. Murat Kara‘ya da..

Dinleyin özenle, Türkiye’nin ve dünyan insanlarının bu sevecen, şefkat dolu insancıl felsefeye ne çok gereksinimi var…

Barış için, adalet için, gönenç için, uygarlık için ve de insanın insanlaşması için..

İzlenmesi, paylaşılması, Hace Bektaş’ın aslanla ceylanı kucağında bir arada simgesel de olsa tutan “hikmet” inin kavranmaya çalışılması dileğiyle..

Bu arada, AKP iktidarının Alevi – Bektaşi inancını yozlaştırarak, başkalaştırarak güdümüne almaya çabalaması insan haklarına aykırıdır. İnsanların inançlarına saygılı olunuz. Asimilasyon vahşetini  terk ediniz. Alevi – Bektaşi yurttaşlar, Anadolu kültürünün ana taşıyıcı kolonudur.

Sevgi ve saygı ile. 17 Ağustos 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Hak ihlali ve Can Atalay

Dr. Enver Kumbasar / Yargıçlar / HukukbookDr. Enver Kumbasar
Yargıç

16 Ağustos 2024, Cumhuriyet

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/hak-ihlali-ve-can-atalay-enver-kumbasar-2238169 

Gezi davasından hükümlü olarak cezaevinde bulunduğu sırada 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılan milletvekilliği genel seçimlerinde Hatay’dan milletvekili seçilen Av. Can Atalay’ın yaptığı tahliye talepleri, davanın görüldüğü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi (ACM) ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından reddedilmesi üzerine, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yaptığı bireysel başvuru haklı bulunarak iki kez hak ihlali kararı verilmesine karşın, anayasanın açık, emredici ve bağlayıcı hükmüne (m. 153/6) aykırı olarak ve adeta anayasaya, hukuka ve vicdanlara meydan okurcasına AYM kararları gereği yerine getirilmemiş, tahliye edilmemiştir.

TBMM’nin 30.01.2024 tarihli 54. birleşiminde Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 03.01.2024 tarihli ve E.2023/12611 sayılı yazısının başkanlıkça Genel Kurul’da okunarak bildirilmesi işlemi ile Hatay milletvekili Atalay’ın milletvekilliğinin düşürüldüğü ilan edilmiştir.

Anayasa ve İçtüzük kuralları ile TBMM geleneklerine aykırı olarak yapılan bu işleme karşı hukuksuzluğun tespiti ve işlemin iptali için AYM’ye yapılan başvuru, Yüksek Mahkemenin 01.08.2024 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 22.02.2024 tarih ve 2024/43-65 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşmesinin yok hükmünde olduğunun tespiti ve anayasanın 85. maddesi uyarınca iptal talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. AYM’nin bu son kararından sonra Av. Can Atalay’ın tahliyesi için İstanbul 13. ACM’ye yapılan başvuru da ret edilmiştir. Hak ihlali sürmektedir. O arada TBMM, bu konuyu görüşmek üzere muhalefet milletvekillerince 16.08.2024 tarihinde toplantıya çağrılmıştır.

AYM KARARI VE MİLLETVEKİLLİĞİ

TBMM’nin sözü geçen işleminden sonra bu köşede 08.02.2024 tarihinde yayımlanan “Hak arama mücadelesi ve Can Atalay kararı” başlıklı yazıda (http://ahmetsaltik.net/2023/12/03/yarginin-cigligi-ve-insan-onuru/) Av. Can Atalay hakkında AYM’nin hak ihlali kararıyla birlikte ve o nedenle kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün (anayasa m.84/2) varlığından artık söz edilemeyeceğinden bahisle Yargıtay 3. Ceza Dairesinin yazısının TBMM Genel Kurulunda okunmak suretiyle milletvekilliğinin düşürüldüğünün ilanına ilişkin işlemin anayasa, içtüzük ve hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle yok hükmünde olduğunu belirtmiştik. AYM’nin son kararı bu görüşümüzü doğrular niteliktedir.

Milletvekili Av. Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürüldüğünü ilan eden işleminin yok hükmünde olduğunun tespitine ilişkin karar 22.03.2024 tarihinde alınmış ancak gerekçeli karar yaklaşık altı ay sonra, 01.08.2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu gecikme, AYM kararlarının Resmi Gazete’de hemen yayımlanacaklarına ilişkin anayasanın 153/6 hükmüne aykırı olduğu gibi, zaten hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutulan başvurucunun daha fazla mağdur edilmesine yol açtığı açıktır. AYM’nin bu geciktirmesini anlamak ve kabul etmek olanaklı değildir.

AYM karar gerekçesinde öncelikle, TBMM Genel Kurulunda okunan İstanbul 13. ACM’nin 27.12.2023 tarihli ek kararının bir mahkûmiyet kararı değil, Anayasa Mahkemesi’ne 27.12.2023 tarihli bireysel başvurunun daire tarafından değerlendirilmesi için dosyanın anılan daireye gönderilmesine ilişkin karar olduğunu belirtmiştir.

HUKUKA UYMAYA ÇAĞRI

AYM haklı ve yerinde olarak, milletvekilliğinin düşürülebilmesi için kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün varlığı gerektiğini (anayasa m. 84/2) hatırlattıktan sonra, AYM’nin daha önce verdiği hak ihlali kararları nedeniyle kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün varlığından artık söz edilemeyeceği tespitini yapmıştır. AYM devamla, ihlal kararlarının yerine getirilmemiş olmasının bu sonucu değiştirmediğine vurgu yapmıştır. AYM’nin ihlal kararını sadece mahkemeler değil, ihlal sonucunun oluşmasına yol açan veya ihlalin giderilmesi sürecinde etkin konumda bulunan diğer kamu otoriteleri de ihlal kararının gereğini yerine getirmek, ihlali gidermek ve ihlalin sürmesini önlemekle yükümlüdür.

‘YOK HÜKMÜNDE’

Bu bakımdan yasama organının da Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun 25.10.2023 tarihinde tespit ettiği ihlalin giderim sürecinin bir parçası olduğu kuşkusuz olup, söz konusu karar yasama organı yönünden de bağlayıcı niteliktedir. O nedenlerle, TBMM’nin milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin işlemi hukuksal dayanaktan yoksun olup yok hükmündedir. Ortada iptali gereken bir yasama işlemi bulunmamaktadır.

AYM’nin bu son kararı ile milletvekili Av. Can Atalay’ın hukuksuz olarak cezaevinde tutulmasının hak ihlaline (kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı) yol açtığı bir kez daha vurgulanmıştır. İhlalin, dolayısıyla Atalay’a yaşatılan bu ağır mağduriyetin giderilebilmesi için başta Hâkimler ve Savcılar Kurulu olmak üzere ilgili bütün yasama, yürütme ve yargı otoritelerini, anayasal görev ve sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz.