Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Adli yıl ve adil yargılanma hakkı

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

05.09.2024, BİRGÜN

2024-25 adli yıl açılış konuşmaları, 27 Ekim 2023 günü yayımlanan AYM kararından 16 Ağustos 2024 günü TBMM’de tanık olunan görüntülere uzanan işlem ve eylemler dizisi olarak anayasal düzeni ilga girişimini örtebilir mi?

Hak arama özgürlüğü ve düzgün/dürüst (adil ve hakkaniyete uygun) yargılanma hakkı, ancak yargı bağımsızlığına dayanan erkler ayrılığı düzeneğinde saygı görür.

Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, öteki hak ve özgürlüklerden iki özelliğiyle ayrılır: Öncelikle, bütün hak ve özgürlükler üzerinde güvence niteliği taşır. Eğer bir devlette etkili başvuru yolu varsa, kamu makamları ve/veya özel güçler, hak ve özgürlüklere saygıda özen gösterir. Çünkü ihlal (çiğnem) durumunda yaptırımla karşılaşacağını bilir.

İkinci olarak, başka hiçbir hak ve özgürlük yoktur ki, hak arama ve düzgün yargı derecesinde devlet örgütü yoluyla gerçekleşsin ve devlet için pozitif (olumlu) yükümlülükler doğursun.

Olumlu yükümlülükler gerektiren düzgün yargılanma hakkı, hak ve özgürlükler için kullanılan ayrım ölçütlerini de geçersiz kıldı. ‘Klasik özgürlükler gerçekleşmesi için devlete kaçınma yükümlülüğü yüklerken, sosyal haklar devlet için edim borcu doğurur’ yaklaşımı aşıldı; zira etkili başvuru hakkı, devlet bütçesinden en büyük payı alan bağımsız bir yargı erkini gerekli kılar.

Bu hakkın gerçekleşmesi, şu 7 koşula bağlı:
Mahkeme hakkı,
bağımsız ve tarafsız (yansız) mahkeme,
suçsuzluk varsayımı,
silahların eşitliği ilkesi,
savunma hakları,
çabukluk ve açıklık ilkesi,
kararları uygulama yükümlülüğü.

Bu hak ve özgürlüklerin gerekleri, Türkiye’nin anayasal düzenine içkindir. Ne var ki, etkili başvuru hakkı, ihlal ve sürekliliği bakımından ilk sırada. Bunun ilk nedeni, bütün yargı düzenlerini kapsamına alan adil yargılanma hakkı yasası” yokluğu. İkinci nedeni ise, “mahkemelerin bağımsızlığı” üzerine Anayasa madde 138 kurallarına, yargı süreci öncesi, sırası ve sonrasında, yargı dışı ve içi makam ve kişilerin müdahalesidir. Üçüncü ve asıl neden ise, 2017 Anayasa kurgusudur.

Şu sorulmalı: Eğer 2017 değişikliği ile hükümet yetkisi devlet başkanına verilmese ve o da parti başkanlığı görevini üstlenmese idi, Anayasa’nın üç ayrı hali ortaya çıkar mı idi ve Ekim 2023- Ağustos 2024 süreci yaşanır mıydı?

Hangi üç hal? Anayasa’nın demokratik hükümleri (genel esaslar, hak ve özgürlükler gibi), otoriter hükümleri (özellikle 2017 kurgusu ile özdeşleşen) ve her ikisi dışında kalan alan fiili durum (de facto) ve keyfi uygulamalar.

Mesela (Örneğin) parti başkanlığı veya çifte koalisyon fiili uygulamalar; bakanların siyaset yapması ve AKP için seçmenlerden oy dilenmesi, fiili ve keyfilik dizisinde yer alır.

Keyfilik, Anayasa’nın açıkça ihlali olup, anayasal düzeni ilga girişimi olarak nitelenebilecek işlemler ve eylemler dizisidir: AYM kararı karşısında İstanbul 13. ACM ve Yargıtay 3. CD’nin hukuken yok hükmünde metinleri, TBMM’nin C. Atalay milletvekilliğini keyfi olarak düşürme girişimi, 3. CD Başkanının C. başsavcısı olarak atanması, 16 Ağustos günü TBMM’de kaba güç kullanımı ve kan dökülmesi.

Bütün bu nedenlerle, adli yıl açılış töreni söylemleri, sözde anayasacılık sürecinde resmi anayasal dezenformasyondur.

Bu ortam ve koşullarda toplumsal huzur, milli dayanışma ve ADALET ANLAYIŞI içinde insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti (Any. md.2) savunanların üçlü hedefi güncel ve acil:

  1. Doğru ve gerçek bilgi yoluyla anayasal kamuoyu oluşturmak,
  2. Anayasa’ya saygı yol ve yöntemleri üzerinde direnme hakkını da kapsamına alacak biçimde çalışmak,
  3. TBMM önünde hesapverebilir bir Hükümet başta gelmek üzere Anayasa değişikliği ereğinde güçbirliği yapmak.

Bu süreçte, sav+savunma+ hüküm diyalektiğinde Barolara ve İstanbul Barosu’na düşen tarihsel görev ayrıca ele alınacak.
=========================================
Yazarın Son Yazıları

Kahraman Teğmenler

Dr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral, Hukukçu

Kara Harp Okulu’nun diploma töreninde bir grup teğmenin laik demokratik cumhuriyete bağlılık andı içerek Mustafa Kemal’in askerleriyiz demeleri, geleceğimiz için umut verici.

AKP iktidarının TSK’ya vurduğu darbelerle kendi ordusunu oluşturma çabalarına ve askeri okullarda cemaat yapılanmalarına karşın bu oyuna gelmeyeceklerini göstermiş olmaları sevindirici. Olay, karşı devrimcilerin tüm çabalarına karşın TSK’daki “Atatürkçü özün” kaybolmadığını (yitmediğini), kaybolmayacağını (yitmeyeceğini) göstermektedir.

Öncelikle bu teğmenleri iki bakımdan kutuluyorum:

  1. Atatürk’e sahip çıktıkları için,
  2. Bunu korkmadan açıkça gösterdikleri için

Böyle kahraman teğmenleri yetiştiren Harbiye’nin komutan ve öğretmenleri de kutlanmayı hak ediyor.

Neden Oldu?

  • Bu olay AKP’nin kendi ordusunu oluşturma cabalarına haklı bir tepki ve isyandır. ,

AKP, iktidarının ilk yıllarında “askeri vesayeti ortadan kaldırmak” bahanesi ile TSK’nın gücünü ve saygınlığını azaltıcı önlemler almış, 15 Temmuz (2016) hain darbe girişimi fırsata çevrilerek TSK’ya vurulan darbelerin şiddeti ve yoğunluğu artırılmıştır. Bu kapsamda:

  • FETÖ’nün düzmece davalarında pek çok birikimli, deneyimli Atatürkçü subay ve general/amiraller Ordu’dan çıkartılmış, yerlerine cemaat üyeleri yerleştirilmiştir.
  • Cumhurbaşkanı (AS: RTE!) bu tuzak (kumpas) davaların savcısı olduğunu söylemiştir!
  • Üst düzey emir-komuta ilişkisi anayasaya aykırı olarak değiştirilmiş, Genelkurmay Başkanlığı işlevsiz duruma getirilmiştir.
  • Yüksek Askeri Şura (YAŞ) sivilleştirilerek liyakata (yaraşırlığa) dayalı yükselme sisteminden sadakata dayalı yükseltme sistemine geçilmiş, Orduya siyaset sokulmuştur,
  • İç Hizmet Yasası değiştirilerek,
    TSK’nın “Cumhuriyeti koruma ve kollama” görevi kaldırılmıştır.
  • Askeri sağlık sistemi bozulmuştur (AS: dağıtılmıştır!).
  • Askeri adalet sistemi bozulmuştur (AS: Çok büyük ölçüde kaldırılmıştır..)
  • Askeri liseler ve astsubay hazırlama okulları kapatılmıştır.
  • Harp Okulları Kuvvetlerinden (AS: İlgili Kuvvet Komutanlığından) alınmış, Milli Savunma Üniversitesine bağlanmıştır.
  • Harp Akademilerinin statüleri değiştirilmiş, kurmay subay olmanın önemi azaltılmıştır.
  • Jandarma TSK’dan ayrılmıştır. (AS: Kır polisi diye İçişleri Bakanlığına bağlanmıştır.)
  • Askerlik süresi kısaltılarak ve bedelli askerlik getirilerek eğitim zafiyeti yaratılmıştır.
  • 26. Genelkurmay Başkanı (İlker Başbuğ) terör örgütü başı olmakla suçlanmış, hapsedilmiştir!
  • Yaşamlarını TSK’ya adamış generallere 28 şubat düzmece davası ile çok büyük haksızlık yapılmış, Onların kişiliğinde TSK’nın saygınlığı azaltılmıştır.
  • Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ve Sekreterliğinin işlevleri azaltılmış, Millî Güvenlik Akademisi kapatılmıştır.
  • Ulusal bayramlardaki görkemli törenler iptal edilmiştir.
  • Harp Okulları giriş yönetmeliği değiştirilerek cemaat üyelerinin girişi kolaylaştırılmıştır.  Üniversite ara sınıflarından mülakatla (görüşmeyle) öğrenci alınarak bu Okullarda cemaat yapılanması oluşturulmuştur. Bunun bir yansıması geçen yıl Tuzla Piyade Okulunda 10 Kasım töreninde Atatürk rozeti takmayan teğmenler de görülmüştür.

Bu liste uzatılabilir.
Bütün bunların amacı, AKP’nin kendi ordusunu oluşturarak ulusal güvenliği zayıflatmaktır.

TSK partinin değil, devletin ordusudur!

TSK üst komuta kademesi bu yapılanlara tepki göstermemiş, iktidarla uyumlu davranmıştır.

İşte “bu kahraman teğmenler”, bir bölümü sıralanan çok olumsuz gelişmelere tepki göstermiş ve Atatürk’ün okulundan mezun olmanın gururu ile O’na bağlı kalacaklarını haykırmışlardır.

Mustafa Kemal’in askeri olmak..

Bu bir siyasal söylem değil, TSK’nın varlık nedenidir.
Mustafa Kemal’in yolundan gitmek demek:
Anayasada belertilen laik-demokratik cumhuriyete sahip çıkmak;
Bilimin öncülüğünde Atatürk devrimlerini yaygınlaştırmak ve geliştirmek;
tam bağımsızlığa ve ülke bütünlüğüne duyarlı olmak demektir.

Teğmenler tam da bunları vurgulamışlardır.

Tepkiler

Teğmenlerin bu davranışına tepki gösterenler, yukarıdaki ilkeleri benimsemeyen karşı devrimcilerdir.

Olay, devrim-karşı devrim savaşımının bir parçasıdır.
Bu savaşım tarihin durdurulmaz akışıdır ve sürecektir.

Mustafa Kemal’in askerleri” bu tepkilerden etkilenmez, onlarla savaşımı sürdürür.

Yolları açık olsun!

‘Yumuşamanın’ ardındaki neden buymuş!

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr  Son Yazısı / Tüm Yazıları
06 Eylül 2024, Cumhuriyet

 

Anayasanın 101. maddesi diyor ki “Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir. Ancak cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.”

Erdoğan, cumhurbaşkanını halkın seçmesine ilişkin referandumun sonrasında ilk kez 2014’te doğrudan halk oyuyla cumhurbaşkanı oldu. Seçim öncesinde başbakanlıktan istifa etmesi gerektiği halde etmedi.

2018’de ikinci defa (kez) seçime girdi ve yine cumhurbaşkanı oldu. Geçen yıl cumhurbaşkanı seçimine girmesi anayasaya aykırıyken hukuk ayaklar altına alındı ve üçüncü kez seçime girdi! Seçimleri 14 Mayıs’ta yapacağını ilan etti ve “Çıkarın artık adayınızı” diyerek muhalefeti de yarışa davet etti.

Muhalefet ne yaptı? O sırada CHP Genel Başkanı olan Kılıçdaroğlu“Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığı anayasaya aykırı ama mağdur olmasın diye itiraz etmeyeceğiz, sandıkta yeneceğiz.” dedi. Baykal’ın 2003’te Erdoğan’a milletvekilliği ve sonrasında başbakanlık yolunu açmasından sonra böylece üçüncü kez cumhurbaşkanlığı yolunu da Kılıçdaroğlu açmış oldu.

GEÇMİŞTEN ALINMAYAN DERSLER

Ne var ki Erdoğan şimdi de dördüncü kez aday olmak istiyor! Üstelik partisi AKP’nin kamuoyu araştırmalarında ikinci parti konumuna gerilemiş olduğu görülse de hem yeni baştan anayasa yapmak hem de anayasaya aykırı bir şekilde bir kez daha cumhurbaşkanı olmak istiyor!

Peki yerel seçimlerle birlikte birinci parti konumuna yükselen CHP ne diyor? Bu kez CHP’nin başında Özgür Özel var ve o da “‘Erdoğan 23 yıl sonra aday olamadığı için gitti.’ denmesini istemem. 2026’nın baharında sandığı koysun, şüphem yok Erdoğan’ı sandıkta yenebiliriz.” diyerek yolu bir kez daha açıyor!

Daha önce Kılıçdaroğlu döneminde aynısı yaşanmamış gibi halk bir kere (kez) daha bu oyuna inandırılmaya çalışılıyor. Özel, seçimlerin yenilenmesine ilişkin anayasa maddesinden hareketle bunu söylüyor ama Erdoğan’ın geçen yıl üçüncü kez aday olmasının zaten anayasa aykırı olduğunu görmezden geliyor!

Sanki karşısında yasalara uyan biri, dürüst seçim yapan bir parti var da sandıkta O’nu yeneceğine güveniyor ve yaptığı hesabı şöyle anlatıyor: “Kendine güveniyorsa 2025 Kasım’ı en uygun zaman. Şartlarımıza (Koşullarımıza) uyuyor, aday olma imkânı (olanağı) varken oluyorsa 360 vekille erken seçim kararını birlikte alırız.” 

Demek ki yerel seçimden sonra estirilen “normalleşme”, “yumuşama” stratejisinin amacı buydu. Erdoğan, Özel’in bu konudaki yaklaşımını öğrenip istediğini alınca daha çok yumuşamaya da gerek kalmadı.

Özel’in “şartlarımıza uyuyor” dediği de belli ki yeni seçilen milletvekillerinin özlük hakları ile ilgili. Milletvekilliğinden emekli olabilme koşullarından biri, iki yıl milletvekilliği yapmak. CHP, bu süre dolunca erken seçim olsun diyor, üstelik bu tarih Erdoğan’ın tekrar (yeniden) aday olabilmesi için de uygun diyor!

ACABA HALK NE DİYOR?

Açlıktan, yoksulluktan kıvrananların sesi duyulmuyor mu? 

Reşit Kibar, Hopa’da Metin Lokumcu gibi doğayı korumak için mücadele ederken katledildiğinde atılan feryatlar duyulmuyor mu?

Tarikat cenderesine alınan ve intihar eden gençlerin haykırışları duyuluyor mu?

Sığınmacı istilası altında kalan Türkiye’nin öfkesi duyulmuyor mu?

Sokaklardaki şiddete kurban edilen kadınların, çocukların, hayvanların acısı duyulmuyor mu?!

Türkiye karşıdevrimcilerin elinde siyasal İslama teslim edilirken, insanlar ekonomik krizin dibine vurmuş bir ülkede bir gün sonra yiyecek bulma endişesi ile yaşamaya çalışırken “2025 Kasım’ı bize de Erdoğan’a da uygun demek” ve anayasaya aykırı bir biçimde cumhurbaşkanı olmuş birine yeniden yol açmak, bir ana muhalefet partisinin yöntemi olabilir mi?

Kuşkusuz CHP, tek başına erken seçim tarihini belirleyemez ancak toplumsal baskıyı artırabilir, zaten var olan seçim talebini (istemini) yükseltebilir ve bunu siyasetin 1 numaralı gündemi yapabilir.

Tabii isterse! Gerisi lafügüzaf!


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Halil Çivi şiiri : AHLAK BİR TANE

ŞİİR KÖŞESİ

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı,
Halk ozanı

 

AHLAK BİR TANE

Kitaplı, kitapsız inanç onlarca…
Din, ibadet çoktur, Ahlak bir tane.
Cemaat, tarikat, mezhep binlerce.
Din, ibadet çoktur, Ahlak bir tane.
Xxx
İnsan dinsiz yaşar, ahlaksız olmaz,
Hiçbir şey ahlakın yerini almaz,
Ahlaksız toplumlar yarına kalmaz,
Din, ibadet çoktur, Ahlak bir tane.
Xxx
Bütün inançların özü Ahlaktır,
Nebilerin gerçek sözü Ahlaktır,
Dört kitabın özgün yüzü Ahlaktır,
Din, ibadet çoktur, Ahlak bir tane.
Xxx
İbadetler bin bir şekle bürünür,
Kimi kıyam eder, kimi sürünür,
Kimi kutsal mekânlarda arınır,
Din, ibadet çoktur, Ahlak bir tane.
Xxx
Hiçbir etnikçilik Ahlaka sığmaz,
Hak, hukuk eşittir, can cana kıymaz,
İyilikten caymaz, kötüye uymaz,
Din, ibadet çoktur, Ahlak bir tane.
Xxx
Hiçbir nebi ahlaksız din kuramaz,
Ahlaksız ibadet işe yaramaz,
Ahlaksız yaşayan Hakka varamaz,
Din, ibadet çoktur, Ahlak bir tane.
Xxx
Ahlak evrenseldir, her çağda yaşar,
Ahlaktan ayrılan yanlışa düşer,
Özü dinbaz olan, ahlaktan şaşar,
Din, ibadet çoktur, Ahlak bir tane.
Xxx
Din, mezhep, cemaat… Ahlak içindir,
Her türlü ibadet Ahlak içindir,
Eğer Ahlak yoksa bunlar niçindir?
Din, ibadet çoktur, Ahlak bir tane.
Xxx
Ahlak; hak, adalet, hukuk demektir,
Helal kazanmaktır, helal yemektir,
Ahlaksız ibadet, boşa emektir,
Din, ibadet çoktur, Ahlak bir tane.
Xxx
Halil Çivi der ki; Ahlaktan sapma,
Sana zor geleni kimseye yapma,
Ahlakın, vicdanın dışına çıkma,
Din, ibadet çoktur, Ahlak bir tane.
Xxx


Halil Çivi
Seferihisar/ İZMİR

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 4 Eylül 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SUBAY

Rize’nin Pazar ilçesinde düzenlenen festivalin protokolünde, üç jandarma subayı, Belediye Başkanı Metin Gürbüz’ün eşi Özlem Gürbüz’ün elini sıkmadı.

Aydın Türk subayından yobaz subaya evrilme…

RANT

İBB Başkanı İmamoğlu’nun açıklamasına göre AKP döneminde 85 milyar Dolar rant geliri birilerinin cebine aktarılmış.

Birilerinin varlık nedeni…
(AS: İmamoğlu elindeki belgeleri neden açıklamıyor? İSTİNAF’ta AHMAK DAVASI ceza onayı kapıya gelince gündeme getirmesi ne denli etik??)

VERGİ

Mehmet Cengiz’in şirketi Cengiz Holding A.Ş.’nin 3 yıldır kurumlar vergisi ödemediği ortaya çıktı.

Milletin anasına ödetiyor…

HANİYE

Gaziantep’te Zafer Bayramı’nın kutlanacağı meydana Atatürk yerine Hamas lideri Haniye posteri asıldı. Vatandaş kaldırdı.

Haniye ülkemize çok değerli hizmetler verdi ya!…
(AS: Antep’te yarım milyonu aşkın Arap var! Her 5 kişiden 1’i)

HÜDA

Malazgirt’te, Cumhur ittifakı ortakları ve Hava ve Deniz Kuvvet Komutanları ile birlikte poz veren Hüda Par liderinin yardımcısı H. Yılmaz,

  • Sapıklık kültürünü taklit eden Kemalizm anayasadan arındırılmalıdır.” dedi.

Haydi eller birlikte havaya… (AS: Hava ve Deniz Kuvvet Komutanları kareye girerek tarihe geçti!?)

KEMALİM

Türk gençleri “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diye kükreyince;

Piri Reis Üniversitesi’nde protokol salonu terk etti,

Harbiyelilere karşı ne yapacaklarını şaşırdılar.

Bu ülkede ATATÜRK GENÇLERİnden kurtuluş yooook…

TEESSÜF

MSB’lığı, Teğmenlere Kara Harp Okulu’nca soruşturma açıldığı haberlerini yalanladı.

Soruşturmayı gerektirecek suç unsuru yoktur.” diyemeyen MSB Yaşar Güler’e teessüf ediyorum.

Mustafa Kemal’in askeri kal… (AS: Bence de!)

KUTLAMA

Erzurum Valisi Mustafa Çiftçi, Abdülhamit’in tahta çıkış yıldönümünü kutladı.

Cumhuriyet karşıtı Osmanlıcı gericilere selam… (AS: Açık havada alkollü içkiyi de yasakladı hafız!)

CHP’de tüzük ve program

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
02 Eylül 2024, Cumhuriyet

Bir siyasal partinin tüzüğü, o siyasi partinin nasıl yönetileceğine ve örgütleneceğine dair (ilişkin) ilkeleri, kuralları ortaya koyan hukuksal metindir.

Bir siyasal partinin programı da o siyasal partinin temel ilkelerini, ideolojisini ve Türkiye’nin her alandaki sorunlarına yönelik çözüm önerilerini ortaya koyan metindir.

Tüzük ve program, Kurultay tarafından belirlenir ve Kurultay delegelerinin onayıyla geçerli hale gelir.

CHP bu hafta içinde tüzük kurultayını gerçekleştirecek. Kurultayın sonunda da Program kurultayına yönelik ön çalışma toplantısı gerçekleştirilecek.

Aslında Tüzük kurultayında sadece (yalnızca) tüzüğe odaklanmak, program konusunu tümüyle Program kurultayına bırakmak en doğrusudur. Program, ideolojik tartışmaların en yoğun yaşandığı ve bir siyasal partinin ontolojik temellerini oluşturan alandır. Program, Tüzük kurultayına sıkıştırılamayacak kadar (ölçüde) önemli bir konudur.
***
Nitekim CHP eski genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu şimdiden bu fırsatı kullanarak, yönetimde olduğu dönemde yaptığı gibi, CHP’nin temel ilkeleri olarak bilinen Altı Oku tartışmaya açtı ve Altı Ok‘un çağdaş koşullara göre yeniden yorumlanması gerekliliğinden” söz etti.

Oysa Altı Okun yeniden yorumlanmaya değil, uygulanmaya ihtiyacı (gereksinimi) var.

Cumhuriyetçilik ve Halkçılık, monarşinin ve oligarşinin karşı tezidir.

Devletçilik, özelleştirmeciliğin ve neo-liberal ekonominin antitezidir (karşı tezidir).

Laiklik, teokrasinin antitezidir (karşı tezidir).

Milliyetçilik, ümmetçiliğin antitezidir (karşı tezidir).

Devrimcilik, statükoculuğun antitezidir (karşı tezidir).

  • AKP iktidarında monarşi, oligarşi, teokrasi, özelleştirmecilik, ümmetçilik, statükoculuk düzenin parçaları durumuna gelmiştir ve bunların çağdaşlıkla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı gibi, hepsi ilkelliğin göstergeleridir.

Dolayısıyla çağdaş dünyanın parçası olmak isteyen bir siyasetçi, Altı Ok‘u yeniden yorumlamak saçmalığını bir kenara bırakır, bu ilkeleri olduğu gibi uygular.

Çağdaşlık dünyanın her yerinde bu ilkelerin uygulanması sayesinde elde edilmiştir.

Sosyal demokrasi ve demokratik solculuk da özünde, Altı Ok ile çelişen değil, Altı Ok‘u tamamlayan ilkelerdir.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in ve onunla birlikte partideki Değişim hareketini başlatan İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun emperyalizmin bu tuzağına düşmeleri durumunda, CHP gerçek bir değişimi gerçekleştiremeyeceği gibi, bir daha asla seçim kazanamaz, 2024 belediye seçimlerinde CHP’nin yeni yönetimine seçmen ve parti üyeleri tarafından açılan kredi hızlı bir tükeniş sürecine girer, partide bölünmeler ve parçalanmalar oluşur, yeni bir siyasal partinin kurulması bile söz konusu olabilir.
***
Tüzük değişikliği sayesinde sağlanabilecek parti içi demokrasinin, partinin temel ilkeleri, ideolojisi ve programı ile dolaylı bir ilişkisi vardır. Çünkü parti içi demokrasinin sağlanması durumunda, partide, partiyi kurnazlıkla ele geçiren oligarşik güçler değil, üyeler egemen olur. Üyelerin egemen olduğu bir partide de oligarşik güçler, partinin temel ilkelerini, ideolojisini, altı oku, partinin ve devletin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ü tartışma konusu durumuna getiremezler. Çünkü CHP üyelerinin çoğunluğu, Atatürk’ü, Altı Ok‘u, partinin temel ilkelerini ve ideolojisini benimseyen kişilerdir.

12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra CHP’de parti içi demokrasinin bir türlü tesis edilmemesinin (kurulamamasının) temel nedeni de budur. Çünkü emperyalizmin uşağı olan alçak oligarşik güçler, medya, belediyeler ve delege ağalığı üzerinden, partiyi, özellikle son yıllarda, bu şekilde ele geçirmişlerdir.

Bu nedenle, CHP İlke ve Demokrasi Hareketi’nin, www.chpilkedemokrasi.org adresli web sitesinde yayınlanıp CHP’nin yetkili organlarına da sunulan önseçim, çarşaf liste, mahalle kongreleri, adaylaşma, parti içi eğitim, üyelik, parti meclisinin yetkileri gibi konulardaki tüzük değişikliği önerileri, hem CHP hem de Türkiye için yaşamsal öneme sahiptir.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Türkiye yok ediliyor26 Ağustos 2024
Dincilik afyondur19 Ağustos 2024

Mustafa Kemal’in askerleriyiz

Murat Ağırel
Murat AĞIREL
murat.agirel@cumhuriyet.com.tr
Son Yazısı / Tüm Yazıları
03 Eylül 2024, Cumhuriyet

(Ağırel’e dönük ölüm tehdidi için bizim katkımız yazının altındadır..)

Yeni mezun teğmenlerin “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” demesi ve Deniz, Kara ve Hava Harp Okulları’nı kadın teğmenlerin birincilikle bitirmesi Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı kesimleri rahatsız etti.

Ne diyordu teğmenlerimiz:

“And içeriz ki, laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına,
ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine,
aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller, karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır. Bizler Türk istikbalinin evlatlarıyız; şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacak ve şerefimizle öleceğiz.” 

Bu teğmenlerin çok uzun yıllardır ettiği yemin.

Hani arama motoruna yazdıklarında dahi binlerce haberin içinde de görülüyor. Ama yine kuyruğu birbirine değmeyen onlarca komplo teorisi devreye girdi.

Hele de üç kadın teğmenin üstün başarıyla birinci olarak okuldan mezun olmaları, kılıçlarını kaldırıp “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganları atmaları Atatürk düşmanlarını ayağa kaldırdı.

Kim bu düşmanlar, çok basit:

Maklubeye kaşık sallayanlar, maklubeye kaşık sallayanların yol arkadaşları, liboşlar, yetmez ama evetçiler, tarikatçılar, PKK’liler, Hizbullahçılar, Yeni Akit tayfası, fesli Kadir’in şürekâsı; kısacası Cumhuriyet düşmanları, emperyalizmin uşakları ve en önemlisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün düşmanları.

Hepsi aynı gerekçeler ile FETÖ’nün kumpaslarına çanak tutup alkışlamışlardı. Şimdi Atatürk ve Türk kelimelerini bir arada görenler yine kriz geçiriyorlar.

Hele genç teğmenlerin kılıçlı pozları memleketteki fareleri yuvalarından çıkardı. Ama siz Cumhuriyet nedir sorusuyla karşılaştığınızda tam olarak bu fotoğrafı gösterebilirsiniz.

Anadolu’da doğup büyümüş üstün zekâlı gençleri, ağır ve sıkı bir eğitimden geçerek dünyanın en elit subayları haline geliyor. Önceden FETÖ bu sisteme sızarak Anadolu çocuklarını zehirlemişti. Bu zehrin en büyük panzehirinin ise Mustafa Kemal Atatürk olduğu apaçık görüldü.

Halbuki başkaları bu panzehirin yerine sürekli başka tarikatları, başka uşakları koymaya çalıştı.

Anlamıyorum.

Bu çocuklar Şeyh Sait’in askerleriyiz, Sait Nursi’nin askerleriyiz, Öcalan’ın askerleriyiz,
FETÖ’nün askerleriyiz”
 vb. slogan atsalardı mutlu mu olacaklardı.

Daha dün, komutanlarla poz veren Hizbullah zihniyetinin yayın organlarına bakın.
İktidarın birkaç oy uğruna şımarttığı bu domuz bağcıların yazdıklarına bakın.

Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk kumpaslarına alkış tutanların hepsi ağızlarından köpük saça saça teğmenlere saldırıyor.

AKP’nin ideologları da sıkıntıda… 22 yıllık iktidar, yüzlerce imam hatip okulu, defalarca (kezlerce) değiştirilmiş müfredat, kanallardaki sansür ve propagandalar, tarikatlarla iş tutmuş bir milli eğitim programı derken 2000 doğumlu bir teğmen kılıcını havaya kaldırıp bütün bu sahte hegemonyayı yıkıyor.

İşte esas mesele bu. Bir türlü kafalarına işlemiyor.

  • Atatürk bu toprakların kendisidir. 

Yetim Mustafa…” deyince gözüm dolar.

Bu ordu, bu ülke, yetim Mustafa’nın kendi hayatından bir vazgeçişidir. Sağlığını, ailesini kendisini terk edişidir. Kendisini yok ederek bir vatan kurma meselesidir. Anlamıyorsunuz, yetim Mustafa’nın ordusundaki teğmenler tabii ki de Mustafa Kemal’in askeri olacak.

Mustafa Kemal’in askeri olmak, Anadolu’nun askeri olmaktır; bağımsızlığın, egemenliğin, Cumhuriyetin, ezilenlerin, yoksulların, dışlananların askeri olmaktır.

Mustafa Kemal’in askeri olmak sadece (yalnızca) cephede çarpışmak değil; selde, depremde, yangında vatanına vatandaşının yardımına koşmaktır.

Evet, teyakkuzda olmak, temkinli olmak iyidir. Ancak yarın bu bayrak ve topraklar uğruna şehit olmayı göze alan ve şehit olduklarında timsah gözyaşı dökeceğiniz insanları rahat bırakın.

Çok uzatmayayım.

  • Onlar gibi biz de Mustafa Kemal’in askerleriyiz.

==========================================================

M Ağırel’e dönük ölüm tehdidi için paylaştığımız X (tweet) iletisi aşağıda :

DEVLETİ GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ!

Bu kişi derhal bulunmalı ve tehdit sonlandırılmalıdır.
Devletin 1. görevi yurttaşlarının can güvenliğidir.
T.C. Devleti tehdidi önleyebilecek güçtedir.
Önlen(e)mezse;

1. Tehdit derin devlet kökenlidir.
2. Devlet gerçekten kahredici bir acze düşürülmüştür.

Her 2 durumda da bir yolu bulunmalı ve Murat AĞIREL’in can güvenliği sağlanmalıdır.

NOKTA.

**
Ayrıca, Devletin arşivinde tüm yurttaşların şöyle ya da böyle ses kayıtları var.
SES TANIMA sistemiyle, bu maskeli piyonun kimliği belirlenebilir..
MİT, Polis… daha nice yollara sahiptir.
Bu cinayet tehdidi önlenmezse, daha öncekilerde olduğu gibi kontr-gerilla / derin devlet cinayeti olarak kayıtlara geçecek
ve
AKP-MHP iktidarının sabıkalarına eklenecektir ne acı ki..
Sinan ATEŞ cinayeti vb. gibi

Image

 

Sivas Kongresinde Manda Sorunu

Cihangir Dumanlı - Medya SiyasetDr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral, Hukukçu, Strateji ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı (PhD)

Kurtuluş savaşımızın ilk evresi ordusu dağıtılmış bir ulusun  kendiliğinden ordulaşarak işgallere karşı direniş evresidir. Bu evrede  çoğu işgal edilmiş veya işgal tehlikesi altındaki bölgelerde 30 yerel kongre toplanmış ve Kuvayı Milliye örgütlenmesinin yapıldığı bu kongrelere 1396 kişi katılmıştır.[1]

Ancak Kuvvayı Millye Kongreleri yereldir ve kendi bölgesinin kurtuluşu ile  ilgilenmektedir. Oysa büyük önder Musafa Kemal bölgesel kurtuluş düşüncesine karşı çıkmakta, tüm yurdu bağımsızlığa kavuşturmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle yerel örgütlerin bir çatı altında toplanması ve güçbirliği ile ulusal savaşıma  katılmasına gereksinim vardır.

22 Haziran 1919’da yayınlanan Amasya Genelgesinden 4 gün önce Musafa Kemal, Trakya’da 1. kolordu komutanı Cafer Tayyar’a gönderdiği iletide; “Ulusal örgütlerin birleştirilmesine, Ulusun sesini bütün gürlüğü ile dünyaya duyurabilecek bir yer olan Sivas’ta birleşik ve güçlü bir kurul oluşturulmasına karar verdiğini” bildirmiştir. Nutuk’taki ifadesiyle “Eylemlerinin bir an önce kişisel olmak niteliğinden çıkarılması, bütün ulusun birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir kurul adına yapılması gerekmektedir.”[2]

Amasya Bildirisinde her sancaktan ulusun güvenini kazanmış üç kişinin gizlice Sivas’a gönderilmesi istenmiştir.

23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 arasında Erzurum’da yapılan  Doğu Anadolu Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Kongresinde “manda ve himaye kabul edilemez” kararı alınmıştır.

Amasya Bildirisinde yapılan çağrı üzerine Sivas kongresi 4-11 Eylül 1919’da Sivas Lisesi binasında 38 kişi ile toplanmıştır.

Kongrenin amacı doğu ve batı illerinin ve Trakya’nın birliğini sağlamaktır. Gündemde iki madde vardır:

  1. Erzurum Kongresi kararlarının görüşülmesi,
  2. Manda sorunu.[3]

Kongrenin ilk üç günü gündemle ilgisi olmayan konularla geçer. Dördüncü gün gündeme geçilir. İlk gündem maddesinde Erzurum Kongresi kararları kimi değişikliklerle kabul edilir. Değişikliklerin amacı Erzurum’da doğu illeri için verilmiş olan kararların tüm yurdu kapsayacak biçimde genelleştirilmesidir. Bu kapsamda Doğu Anadolu Müdafaayı Hukuk Cemiyeti’nin adı Anadolu Ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyeti olarak değiştirilmiştir. Erzurum Kongresinde doğu illerinin ülkenin ayrılmaz bir parçası olması vurgulanırken, Sivas’ta buna Rumeli illeri de eklenmiştir.

Gündemin 2. maddesi olan Manda sorunu üzerinde uzun tartışmalar yapılmıştır.

Manda Nedir?

Manda Fransızcadaki “mandat” (okunuşu manda) sözcüğünden gelmektedir. 1. Dünya Paylaşım Savaşından sonra Paris Barış Konferansında Milletler Cemiyeti (MC) (League of Nations) adıyla bir örgüt kurulması kararlaştırılmış ve yenik devletlerle yapılan barış anlaşmalarına MC Statüsü konulmuştu. Buna göre bağımsızlığa yeni kavuşmuş, kendi kendini yönetemeyecek olan devletlerinin MC’nin korumasına verilmesi öngörülüyordu ve buna “mandat” deniyordu.
MC’de  bu görevi “mandater” sıfatı ile gelişmiş bir devlete verebiliyordu.

Mandayı alan (Mandater) devlet, Manda (Mandated) devlet üzerinde ayrıcalıklara sahip olacak idi.

Mandater devletin Manda devlete yardımı gibi gösterilen bu düzen, gerçekte Mandater devletin Manda devleti daha çok sömürmesine, Manda devletin bağımsızlığını yitirmesine yol açar.

  • Manda rejimi emperyalizme yeni bir kılıftır.

Bu nedenle bir devletin Mandası altına girmek, Mustafa Kemal’in kurmayı planladığı tam bağımsız Türkiye hedefine aykırıdır. 1919’da Mandayı savunanlar, “Biz bu koşullarda kendi kendimizi yönetemeyiz, büyük devletlere bırakalım, bizi onlar yönetsin..” düşüncesini savunuyorlardı.

  • Mustafa Kemal ise Manda’nın tam bağımsızlık hedefine uymadığına,
  • Koşullar ne denli ağır olursa olsun
  • Türk ulusunun kendi kendini yönetebileceğine inanıyor ve
  • Mandacılığa kesinlikle karşı çıkıyordu.

Sivas Kongresinde Manda Sorunu

Galip (Yengin) devletler doğu Anadolu’yu Ermenistan’a vererek “Büyük Ermenistan” devleti kurmak istiyorlardı. Bu konuyu San Remo’da tartıştılar ve  “Büyük Ermenistan’ın” korunması için MC’ye başvurdular. MC, kuruluş sözleşmesi henüz imzacı devletlerce onaylanmamış olduğundan Cemiyet bunu kabul etmedi. Galip (Yengin) devletler bunun üzerine konuyu ABD’ye götürdüler. İngiltere Başbakanı Llyold George ABD Başkanı Wilson’a, Anadolu’nun (doğuda Ermenistan’a verilmesi düşünülen yerlerin) Mandasını almasını önerdi. Wilson bu öneri üzerine Anadolu’ya iki komisyon (kurul) göndermiştir. Bunlardan biri King-Crane komisyonu (Kurulu), öbürü General James Harbord başkanlığındaki Kuruldur.

7 Temmuz 1919’da İstanbul’a gelen ve 21 Temmuz’da dönen King-Crane Kurulu, raporunda ateşkes sınırları içinde kalan Osmanlı topraklarının; İstanbul ve dolayı, Ermenistan ve Anadolu’nun geri kalan bölümü olmak üzere üç bölgeye ayrılmasını ve bu üç bölgenin ABD Mandasına verilmesini önermiştir.[4]

Wilson, King-Crane önerisini Kongre’ye sunmuş ama öneri Kongre’de büyük çoğunlukla reddedilmiştir.[5]

Anadolu’nun Manda altına sokulmasını isteyen “Mandacı Türkler” de vardır!

Sivas Kongresi’nin açıldığı gün Mustafa Kemal, İstanbul’dan eski sadrazam (Başbakan) Ahmet İzzet Paşa’dan bir mektup alır. Paşa, Kongrede Amerikan Mandasının kabul edilmesini istemektedir. Albay İsmet (İnönü) de aynı görüştedir.[6]  Albay İsmet bey, 27 Ağustos 1919’da Kazım Karabekir’e yazdığı mektupta Amerikan Mandasını savunmaktadır.[7] Refet Bey (Paşa) da Sivas Kongresinde Amerikan Mandasını savunmuştur.[8] Bir kesim yazar ve siyasetçi de  Amerikan Mandasından yanadır. Bunlar arasında Halide Edip (Adıvar), Karakol Teşkilatı önderi Kara Vasıf,[9]  Bekir Sami (Kunduz), Ali Fuat Paşa’nın babası İsmail Fazıl Paşa [10] bulunmaktadır.

Kongreden önce Sivas’a gelen temsilcilerden 25’i, Amerikan Mandasının kabul edilmesini öngören bir öneri hazırlamışlardır. Sivas Kongresinde Manda konusundaki uzun tartışmalarda iki düşünce ortaya çıkmıştır:

  1. Amerikan Mandasına girelim, onlar bizi yönetsin.
  2. Hiçbir Manda ve koruma (himaye) altına girmeyelim, tam bağımsızlık için savaşım

Yukarıda adları belirtilen Mustafa Kemal’in yakın arkadaşları (Rauf Orbay, İsmet İnönü, Kara Vasıf, Bekir Sami, Refet, Halide Edip…) birinci düşünceden yana;

  • Mustafa Kemal ise tam bağımsızlığı savunmaktadır.

İstanbul tıp fakültesi öğrenci temsilcisi Tıbbiyeyli Hikmet, Sivas’a gelerek
gençliğin Mandaya karşı olduğunu, Mustafa Kemal bile istese karışı koyacaklarını bildirmiştir.

Sonunda iki görüş arasında bir orta yol bulunur. Önce ABD’nin Türkiye’nin Mandasını almak isteyip istemediği öğrenilmelidir. Bu amaçla ABD Senatosu’na bir mektup yazılarak Türkiye’ye Manda konusunu yerinde inceleyecek bir kurul göndermesi istenir.

Yukarıda sözü edilen M.C. kuruluş sözleşmesi bağıtlanmıştır (imzalanmıştır), ama ABD Kongresi bu Sözleşmeyi onaylamamıştır. Bu nedenle M.C. (Milletler Cemiyeti) Sözleşmesi ABD’yi bağlamamaktadır. Sonuçta Sivas Kongresinden gönderilen mektup, Amerikan Kongresi gündemine alınamaz ve yanıtsız kalır.

Manda konusu Sivas’ta kongre kararı durumuna getirilmemiş, böyle bir ara çözümle kapatılmıştır. Ancak Erzurum Kongresi kararlarının  onaylanması ile bu kapsamda “Manda ve himaye kabul edilemez kararı da onaylanmış olmaktadır.

Bundan sonra Mustafa Kemal’in önderliğinde tam bağımsızlık için savaşım düşüncesi yaşama geçirilecektir. Sivas’ta Mandayı savunanlar da Atatürk’ün yanında tam bağımsızlık için ulusal savaşıma  katılacaklardır.

Manda kabul edilseydi                        :

Biz Mandayı reddedip ulusal kurtuluş savaşı ile bağımsızlığa kavuşurken, Osmanlı’dan ayrılan Irak İngiliz Mandasını; Suriye Fransız Mandasını kabul etmiştir. Her iki devletin bugün içinde bulundukları olumsuz durum, Manda rejimi kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır.

Sivas’ta Manda kabul edilseydi, Türkiye de bugünkü Irak veya Suriye gibi olurdu.
Bu gerçek, Atatürk’ün ileri görüşlülüğünün açık bir göstergesidir.

Kaynaklar

[1] Bülent Tanör, Kurtuluş, Kuruluş, Cumhuriyet Yayınları, İstanbul, 2003, s. 63
[2] Nutuk, s.41
[3] Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2010, s. 298
[4] Andrew Mango, Atatürk, The Biography of Founder of Modern Turkey, Overlook Press,
New York.. 247

[5] Margareth Macmillan, Paris 1919, Random House, 2002, p. 444,
[6] Anrew Mango, a.g.e. p. 247
[7] Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, Merk Yayıncılık, İstanbul, 1988, s.165
[8] Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1981, s. 77
[9] Mango, a.g.e.
[10] a.g.e.

YERLİ ve MİLLİ DİYEREK

Suay Karaman 

Ege Denizi’nin kuzeydoğusunda Çanakkale’ye bağlı bir ilçe olan Bozcaada, bizim şirin bir adamızdır. Anakaraya 6 km uzaklıktadır, ulaşım özel bir firmanın feribotlarıyla sağlanmaktadır ve bu yüzden oldukça pahalıdır. Adanın yüzölçümü yaklaşık 39 km2′dir. Türkiye’nin 3. büyük adası ve köyü olmayan tek ilçesidir. Adada berrak deniziyle 12 koy bulunmaktadır ve çevresinde irili ufaklı 17 adacık vardır. Kış nüfusu yaklaşık 3.300 olan Bozcaada’nın yaz aylarındaki nüfusu yaklaşık 15.000 olmaktadır. 

Bozcaada’nın ekonomisinde turizm, balıkçılık ve şarap üretimi başı çekmektedir. Turizm özellikle 1990’lı yıllardan sonra hızla gelişmiş ve ilçe ekonomisinde sürükleyici bir rol oynamaya başlamıştır. Bozcaada açıklarındaki deniz, Ege Denizi’ndeki balıkların mevsimsel olarak göç ettiği yollardan biri olduğu için balıkçılık yıl boyunca yapılır ve deniz ürünleri her mevsim elde edilebilmektedir. Bugün başlıca şarap üretim bölgelerinden biri olan Bozcaada’da 6 adet şarap fabrikası bulunmaktadır. 

Bozcaada mimarisi, Türk ve Rum kültürlerinin izlerini taşır. Ada merkezi şu anda Cumhuriyet (Rum) ve Alaybey (Türk) Mahallesi olarak iki mahalleden oluşmaktadır. Adanın tamamı doğal ve arkeolojik sit alanı olması nedeniyle şimdilik çarpık yapılaşma görülmemektedir. 

Bozcaada, 2010’da dünyadaki en iyi seyahat dergileri arasında yer alan Condé Nast Traveller Dergisi tarafından dünyanın en güzel ikinci adası seçildi. 2011’de aynı dergide Avrupa’nın en iyi 10 adası için okuyucu listesinin zirvesindeydi. 2012 yılında da aynı dergi daha az kalabalık plajları ve konaklama yerleri nedeniyle Bozcaada’yı dünyanın en iyi 8 adasından biri olarak seçti. Bozcaada’da her yıl 2-3 Eylül günlerinde bağbozumu şenlikleri yapılmaktadır. 

Bozcaada’ya arabalarıyla ve turlarla akın akın gelen yerli turistin yanı sıra az sayıda yabancılar da gelmektedir. Bu şirin adada fiyatlar çok ucuz değil, ada merkezindeki ortalama fiyatlar şöyle: Çupra, levrek 9€, kalamar 9€, bira 4€, meşrubat 1,5€, İki kişi oda-kahvaltı konaklama 90€. Daha pahalı olan yerler de var. Yunan adalarıyla karşılaştırmak kolay olsun diye fiyatları € olarak yazdık. Yunan adalarındaki fiyatlar, ülkemize göre daha ucuzdur ve bizim ülkemizden daha temiz olduğu da bilinen bir gerçektir. Siyasal iktidarın tümden yanlış politikaları yüzünden ülkemizdeki fiyatlar şişirilmektedir. Bunun yanında haksız kazanç sağlamak isteyenler de bu durumu fırsata çevirmektedir. 

Halk, yabancı ülke görmek için ve fiyatların ucuz olması nedeniyle Yunan adalarına gitmektedir. AKP iktidarının Yunanistan ile anlaşma yaparak kapıda vize uygulamasını başlatması, ülkemizden Yunan adalarına girişi kolaylaştırdı. Vize ücreti 80€ ile 35€ feribot ücreti düşünüldüğünde yemek ve konaklama fiyatlarındaki ucuzluk havada kalmaktadır. Dış ilişkilerde “karşılıklılık” ilkesi gereğince, bizden vize isteyen ülkelerden bizim de vize koymamız gerekirken, yerli ve milli olamayan iktidarlar bu konunun üzerinde durmamaktadır. Halbuki böyle bir uygulama ile ülkemize büyük bir döviz girdisi olacağı gibi, ülkemizin prestijine de (saygınlığına da) önemli bir katkı sağlanacaktır. 

Bunların yanında Yunanistan bizim 22 adamızı işgal etmişken, ülkemize sürekli kin akıtırken, ulusal marşlarının sözlerinde Türk düşmanlığı ve nefreti anlatılırken böyle bir ülkeye gidip, döviz kazandırmak pek doğru değildir. İşte yerli ve milli olmak, burada önem kazanmaktadır. Yunan adalarına gidilebilir ama bunları da düşünmek gerekir. 

  • Bilinen bir gerçek siyasal iktidarın yerli ve milli söyleminin de içinin boş olduğudur.

Yerli ve milli diyerek, hiç üretim yapmadan yalnızca tüketerek ve özelleştirme adı altında ülkemizin kaynaklarını kurutanlar, bugünkü sürecin sorumlularıdır. İşte yaşadığımız sıkıntılar gerçekten yerli ve milli olamamanın sonucudur. Yerli ve milli olmak ülkeyi sevmekle başlar. 

Ülkemizde, devletin temel sorunları ile ilgilenip, fikir üretebilecek yurttaşlar yerine genellikle tüketim özentili, bireyci ve çıkarcı kişilikler oluşmaktadır; işte bu durum endişe yaratmaktadır. Her birimiz yeni baştan ve ilk yola çıktığımız noktadan bakarak, yine dünyanın çağdaş, saygın ve kalkınan ülkelerinden olabilme yolunun açılması için yeni bir ‘akıl’ geliştirmek zorundayız. Tüm bu sorunları aşmak için çok çalışmalıyız ve birlik olmalıyız. Serbest piyasa ekonomisi ile bu işlerin düzelmeyeceği belli olmuştur. Ulusal ekonomi ile her konuda ulusal kalkınma gereklidir; üretim koşuldur ve özellikle eğitim de zorunludur. Ulusal Eğitim, ulusal bilincin gelişmesine de katkı sağlayacaktır. 

Yurt dışını görmenin yeni ufuklar açacağı kuşkusuzdur; bilgi, görgü, kültür ve dünya görüşü için önemlidir. Ancak her köşesi ayrı güzellikte olan ülkemizi yeterince tanıyor muyuz? 

Azim ve Karar, 2 Eylül 2024

1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜNÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

01 Eylül 1945, 2. Dünya Paylaşım Savaşı’nın sonlandığı tarihtir. Bu savaşta yaklaşık 60 milyon insan ölmüştü. 01 Eylül gününün Dünya Barış Günü olarak kutlanması, bundan 79 yıl önce, o zamanki adıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği-SSCB‘nin (bugünkü Rusya) önerisi üzerine başlanmıştır.

Ayrıca, BM (Birleşmiş Milletler) Örgütü, 1981’de aldığı bir kararla, 1 Eylül gününü ULUSLARARASI BARIŞ GÜNÜ olarak duyurmuştur.

Dünya ya da uluslararası barış günü kutlamalarının temel amacı, ulusal ve evrensel ölçeklerde barışı özendirmek; her türlü savaş ve çatışmaların, başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere, ülkeler ve toplumlar üzerindeki kıyıcı ve yıkıcı etkilerine dikkat çekmektir. Yüce Önderimiz M.K. Atatürk,Kesin zorunluluk olmadıkça savaş bir cinayettir.” demişti.

Günümüzde, İsrail’deki ırkçı, siyonist iktidarın Filistin-Gazze’de yarattığı büyük insanlık dramı bize, ulusal, bölgesel ve evrensel ölçekte herkes için barışın ne denli önemli olduğunu göstermiştir.

  • Barış; herkes için olmazsa olmaz yani yaşamsal olan su, ekmek ve güneş ölçüsünde kaçınılmaz bir gereksinmedir.

Peki barışı sürdürmek ve korumak için neler yapılmalıdır?

1- İnsan önce kendi bedensel, tinsel (psikolojik, manevi) varlığıyla, etnik, sosyal, kültürel ve dinsel kimliğiyle, yani kendisiyle barışmalıdır. Kendisiyle barışık olmayan ve barış yanlısı olmayanlardan barışçı tutum ve davranışlar beklenemez.

2- Aile içi barış çok önemlidir. Aile içinde eşiyle, çocuklarıyla, aile büyükleriyle, kardeşleri, yakın akrabaları hısım ve arkadaşları ile barış, sevgi ve dostluk içinde yaşamak için çaba harcanmalıdır.

3- İnsanlar köy, kasaba, kent ve büyük kentlerde de yaşasalar, yine de resmi ya da resmiyet dışı olarak, komşuları ve yakın çevreleri ile iletişim kurmak ve yüz yüze gelmek zorundadır. Bu nedenle ırk, dil, din, mezhep, renk, cinsiyet, siyasal anlayış… farkı gözetilmeden komşuları ve yakın çevresiyle barış, sevgi ve dostluk içinde, birlikte yaşayabilmenin yolları aranmalıdır.

4- Gündelik toplumsal yaşamda, eğitim, üretim, sağlık, güvenlik, yargı, sanat, kültür, seyahat, spor, ibadet… vb. faaliyetler nedeniyle başka insanlarla yüz yüze gelmek kaçınılmazdır. Eğer güzel ahlak, adalet, eşitlik, kardeşlik, duygudaşlık (empati)… gibi çağdaş ve insancıl tutum ve davranışlar temel alınırsa barışa ve huzura (erince) daha çok katkı sunulmuş olur.

5- Evrensel temel haklar ve yaşamsal özgürlükler, anayasal düzen tehlikeye düşmediği sürece; insanın kendi devletiyle, rejimiyle, toplumuyla… her anlamda barış ve hukuka saygı içinde kalmaya ve yaşamaya çalışması bir yurttaşlık görevidir.

6- Evrensel boyutlarda, başka toplumların yaşama haklarına, toprak bütünlüğüne, inançlarına, etnik kökenlerine dillerine, bayraklarına, kutsallarına… karşı saygılı olmak ama aynı saygı, tutum ve davranışları başka uluslar ve toplumlardan da beklemek gerekir. Çünkü ulusal ve evrensel barış, bunların ikisi birlikte sağlanırsa daha kolay korunabilir.

Yüce Önderimiz M.K. AtatürkYurtta barış, dünyada barış” diyerek bize ulusal ve evrensel barışın doğru yolunu zaten göstermişti…

7- Son olarak da şunu söyleyelim :
Evrensel, bölgesel, ulusal ve yerel boyutta makro ve mikro ölçeklerde fikir ve siyaset üreten aktörlerin ayrıştırıcı, bölücü, kargaşa yaratıcı, şeytanlaştırıcı ve düşmanlaştırıcı siyasal argümanlar (önermeler) ve propagandalar üretmek yerine; evrensel ve ulusal boyutlarda hakkı, ahlakı, adaleti, demokrasiyi ve barışı… önceleyen, savaşlardan kaçınan adaletli siyasal politikalara yönelmeleri gerekir.

Siyasal önderler, her toplumda o toplumdaki bireylerin ikonları, rol modelleri olarak algılanır.

Bu yazılanları hayal (ütopya) olarak görenle de olabilir. Ancak hiç unutulmasın ki, insanlar hayal (düş) kurarak geleceği inşa edebilir (kurabilir) ve yaşayabilirler. Hayali (düşleri) olmayanların gelecek için ufukları karanlık olur.

Bu duygu ve dileklerle herkesin, tüm insanlık aleminin

  • DÜNYA BARIŞ GÜNÜ KUTLU OLSUN!