Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Causality in Medicine : Meaning & Critical Function

Dear Phase 1 Students, Research Assistants,
Residents of Atılım University Medical School
and general readers of our website..

2 hours lecture with the subject

Causality in Medicine : Meaning & Critical Function” 

will be conducted on 30th September 2024.

This presentation is consisted of 66 slides (4,2 MB) and can be downloaded by the following link in addition to Moodle media of Atılım University Medical School.

Causality in Medicine, Meaning and Critical Function

With the hope and expectations of being usefull..

I wish all of you enjoy this important topic… (29.09.2024)

Ahmet SALTIK, MD
Professor of Public Health
LLM in Health Law
BSc in Political Science & Public Administration
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

İmam hatip okulu dayatması

Zülal Kalkandelen
Zulal KALKANDELEN
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
27 Eylül 2024 Cumhuriyet

Göreve atanır atanmaz karma eğitimi hedefleyen, tarikatların “sivil toplum kuruluşu” olduğunu iddia eden ve Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile milli eğitimdeki dincileşmeyi körükleyen Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, yine tepki gören bir açıklama yaptı. Adapazarı Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin açılışındaki konuşmasında, “Öyle sunuyorlar ki ‘Türkiye’nin her tarafında imam hatip okulları var.’ Hayır toplumsal talep neyse onu karşılayacak şekilde imam hatip okulu açtık. Talep olduğu sürece de açmaya da devam edeceğiz” dedi.

Öyle bir sunuyor ki gerçekten talep var sanırsınız!

Oysa Liselere Geçiş Sistemi (LGS) sınavı sonrasında imam hatip ve Anadolu meslek liselerinde kontenjanı artırmalarına karşın ikinci nakil döneminde de bunu dolduramadılar. Çünkü MEB’in uyguladığı tercih kısıtlamalarına karşın, veli ve öğrenciler ısrarlı bir şekilde akademik eğitim talebini sürdürüyor.

TALEP YOK, ZORLAMA VAR!

Durum bu kadar açıkken Tekin’in “Talep olduğu sürece imam hatip okulu açacağız” demesinin nedeni, eğitimdeki dinci dayatmadır. AKP, yıllardır yüzlerce okulu imam hatip okuluna dönüştürmekle kalmadı, şimdi de çocukları baskıyla bu okullara kaydediyor. Çocuklarının dinsel eğitim almasını istemeyen aileler seçeneksiz bırakılarak bu duruma zorlanıyor. 

Unutanlara hatırlatalım. 2014’te Bilal Erdoğan’ın milli eğitim yöneticilerinin de bulunduğu bir toplantıda, “Bu imam hatip okullarının bütün mevcut içindeki oranını diyelim % 25’lere mi çıkarmak istiyoruz? Yoksa diğer tarafta, diğer %85 içinde güçlü bir yapıyı da oluşturmaya mı çalışmalıyız? Kısa sürede 1 milyon öğrenci olacak imam hatiplerde, yani şu anda bu kesin” dediği medyada yer almıştı.

Daha sonra ise bunun MEB’in hazırladığı beş yıllık stratejik planla hayata geçirilmesinin hedeflendiği ortaya çıkmıştı ve bir yıl içinde okul dönüşümlerinde en yüksek oran yaklaşık %73 artışla imam hatip liselerinde olmuştu.

DAYATMANIN ARDINDAKİ PLAN NE?

Atatürk’e ettiği hakaretlerle tanınan laik Cumhuriyet düşmanı Kadir Mısıroğlu (Fesli Kadir), 2 Şubat 2019’da yerel seçim öncesinde yayımladığı videosunda bu sorunun yanıtını şu sözleriyle vermiş.

  • “1950’de dünya şartları gerektirdi, bir dönüş oldu. Halkın eline rey silahı verildi. Halkın isteklerine nispeten cevaz veren Demokrat Parti (DP) çıktı ortaya. DP’deki dindarlık en asgariydi. Bir güneşin tutulması gibi ilk açılma anında saç teli kadar bir açıklık olur. DP buydu. Arkasından gelen Adalet Partisi o aydınlığı biraz daha kalınlaştırdı, ondan sonra Özal daha kalınlaştırdı. Tayyip Bey, daha da kalınlaştırıyor. Netice küfrün yıkılması, İslamın galebesidir. Bunu kimse önleyemez. Tutulan Güneş öyle kalmaz. Muhakkak tutulma bittikten sonra aksi istikamette açılma başlar. Öyleyse İslam güneşinin tutulması da böyle olacak. Bizim vazifemiz, bunu çabuklaştıracak olanları desteklemektir. Bugün Tayyip Bey’i desteklemek budur. Kendine göre o da bir hesap yapıyor. Hem Müslüman hem Kemalist geçinenleri celbedeyim diyor. Bir gün gelecek ki ona gerek kalmayacak. Onlar yavaş yavaş bize geliyor. İmam hatipler bunu yapıyor.”

Tekin’in, “Özellikle 2014’te proje okulu tanımlamasından sonra çok farklı projeler uygulayan imam hatip okullarımız var. Fen bilimleri, sosyal bilimler, fen ve teknoloji programı uygulayan, hafızlık projesi, İspanyolca programı uygulayan imam hatiplerimiz var. Dini musiki alanında, güzel sanatlar alanında, spor alanında proje uygulayan imam hatip okulumuz var.” demesinin nedeni budur.

  • AKP’nin Türkiye’yi siyasal İslamcı ideoloji doğrultusunda dönüştürmek için izlediği strateji budur.

Bu yıl 100. yılını kutladığımız “Üç Devrim Yasası”ndan biri olan Öğretim Birliği Yasası’nı (Tevhidi Tedrisat Kanunu) fiilen yürürlükten kaldırarak medrese sistemini geçerli kılmak için milli eğitime operasyon çekilmektedir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Nükleer savaşın eşiğinde dolaşmayı bırakın

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan

Güncel 27.09.2024, BİRGÜN

Gazetelerde Rusya’nın nükleer doktrinini gevşettiği, konvansiyonel silahlarla yapılacak saldırılara karşı da nükleer silah kullanabileceği açıklamaları yer alıyor. NATO ise geri adım atmıyor, Ukrayna’ya desteğini sürdüreceğini belirtiyor. Ukrayna üzerinden bir NATO-Rusya çatışması devam ediyor. Hayırlara vesile olmayacağı belli.

Nükleer silahların ve genel olarak nükleerin yarattığı tehdit azalmıyor, artıyor. Ölümü değil yaşamı savunanlar, insanı, hayvanı, bitkiyi, börtü böceği düşüneler de ısrarla akıl-fikir çağrısı yapmaya devam ediyor.

Bir yıl önce aralarında Lancet, British Medical Journal, New England Journal of Medicine ve JAMA’nın da bulunduğu en saygın yüzün üzerinde tıp dergisinin ortak çağrısını yazmıştım. Çok nadir ortak yazı yayımladıklarını, “nükleer silahlar bizi yok etmeden biz onları yok etmeliyiz” başlığıyla yaptıkları çağrının çok önemli olduğunu, mutlaka dinlenmesi gerektiğini hatırlatmıştım. Belli ki dünyada muktedirlerin, gözünü para ve güç hırsı, kan bürüyenlerin öncelikleri farklı, tehdit büyüyor.

Bir parantez, nükleer enerjiyi de nükleer silahlardan ayrı düşünmeyin. “Barışçıl nükleer” ya da “temiz enerji”, hatta iklim krizinin çözümü olarak propagandası yapılsa da birçok başlıkta bunlar etle tırnak gibidir.

NÜKLEER SAVAŞI KİMSE KAZANAMAZ

Önceki gün de Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Uluslararası Hekimler Birliği (IPPNW) öncülüğünde bir bildiri yayımlandı. İmzalayanlar arasında yine öncü hekimler, Nobel ödüllü bilim insanları, eski başbakanlar, sağlık meslek örgütü yöneticileri, eski milletvekilleri, askerler, tıp dergisi editörleri var. Başlığı:

  • “Nükleer Savaşın Eşiğinden Geri Adım Atmak İçin Acil Bir Çağrı”

Demek ki bir uçurumun kenarı, felaketin eşiğinde dolaşma hali var. Ukrayna savaşı, Filistin ve genel olarak Ortadoğu’daki savaşlar, Çin-ABD başta Asya’daki gerginlikler, çözülemeyen Hindistan-Pakistan sorunları, her yerde yaşanan çatışmalar tehlikeyi büyütüyor.

Bildiri son bir yılda nükleer savaş tehdidinin daha da arttığını, soğuk savaşın bitiminden bu yana en tehlikeli noktaya gelindiğini vurguluyor. Nükleer silah üreten dokuz ülkeyi milyarlarca insanı öldürecek ve modern uygarlığı yok edecek bu eşikten geri adım atmaya çağırıyor. Bu ülkeler, sayalım;

  • ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Pakistan, Hindistan, İsrail ve Kuzey Kore

öncelikle bu silahları kullanmayacaklarını açıklamalı, sonra bir araya gelip bu silahların imha edilmesi için program ve takvim belirlemeli.

Bir de Türkiye, İtalya, Belçika, Almanya, Hollanda gibi ABD’ye ait nükleer silahları ülkesinde bulunduran ülkeler var.

Bu ülkelerin hiçbiri BM’de karara bağlanan Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması’nı (TPNW) imzalamadı. Şu ana kadar yüzün üzerinde ülkenin onayladığı anlaşmayı imzalamamak, yaşama geçmesini engellemek artık yasa dışı olan bu silahları üretmek ve bulundurmak,
yaşama karşı düşmanlık anlamına geliyor.

Bildiri daha büyük bir tehlikeye de işaret ediyor.

Bu silahların devletlerin denetimi olmadan,
kazayla ya da dışarıdan müdahalelerle ateşlenme tehlikeleri de bulunuyor!

Nükleer silahların istem dışı fırlatılmasına yol açabilecek teknik arıza veya insan hatasına ilişkin birçok belgelenmiş olay yaşandığı anlatılıyor.

Tek çare, bu silahları ortadan kaldırmak.

Yaklaşan BM Gelecek Zirvesi’nin bunun tartışılması için fırsat olduğu, nükleer silah üreten ve bulunduran ülkeler üzerindeki baskının artırılması gerektiği belirtiliyor.

YAPAY ZEKANIN ASKERİ KULLANIMI

Tehlikeyi büyüten bir unsur da bu. Yapay zekanın askeri alanda kullanımı ile çatışmalarda karar almanın hızlandığı belirtilerek, nükleer silah kullanımının kolaylaşabileceğinden korkuluyor. Üstelik yapay zekanın ve yazılım teknolojilerinin gelişimi, nükleer silahların ateşlenmesine yol açabilecek siber saldırı ve terör faaliyetleri ihtimalini de güçlendiriyor.

İsrail’in Lübnan’da çağrı cihazları ve telsizleri uzaktan patlatması, insanların ölümüne, kör olmasına, yaralanmasına yol açması neyi gösteriyor? Başta nükleer silahlar olmak üzere, kitle imha silahlarını bulundurmanın güvenliğini sorgulatmıyor mu?

COVID-19 ve yeni pandemi olasılıkları, iklim krizi, azalan biyoçeşitlilik, yaşamı tehdit eden çok şey var. Nükleer tehdit de bunlardan biri, şakası yok.

Kapitalizm, sermayenin iktidarı ve doymak bilmez hırsı, bunun taşıyıcısı dünya liderleri…
Büyük insanlık bunların iktidarını sorgulamaz, itiraz etmezse felaketler yaşanmaya devam edecek.
Sorgular ve başka bir dünyayı gerçekten hedeflerse, hele bir de kurarsa o zaman barış içinde güzellikler yaşanacak.
=================================
Yazarın Son Yazıları

Basic Philosophy of Medicine & Health Services

Dear Phase 1 Students, Research Assistants,
Residents of Atılım University Medical School
and general readers of our website

A one hour lecture with the theme Basic Philosophy of Medicine & Health Services
was held on 27th September 2024.

This presentation is consisted of 52 slides (3,9 MB) and can be downloaded by the following link:

Basic_Philosophy_of_Medicine__Health_Services

This pdf file was also uploaded to the Moodle system of Atılım University Medical School.

With the hope and expectations of being useful..

I wish all of you a very successfull undergraduate medical education..


Ahmet SALTIK, MD

Professor of Public Health
LLM in Health Law
BSc in Political Science & Public Administration
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

Sağlıkta sorun büyüyor

ImageDr. Derya Uğur

Genel Sağlık-İş Genel Başkanı
Atatürk’ün izinde (Yurtta Barış Dünyada Barış)

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)

22 yıllık siyasal iktidar döneminde halkımızın sağlığı ve sağlık emekçilerinin refahı (gönenci) için çözülmesi gereken sorunlar çığ gibi büyümüştür.

  • Sağlık çalışanları, yoksulluk sınırının çok altında ücretlerle yaşamlarını sürdürmek zorunda bırakılmaktadır.

Genel Sağlık-İş’in yaptığı alan araştırması sonuçlarına göre; her 10 sağlık çalışanından 8’i gündelik yaşamın devamı (sürmesi) için borçlanmak durumunda kalmakta ve bu borçlanma, araştırmanın yapıldığı günden bu yana artarak sürmektedir.

  • Yaşam emanet edilen sağlık çalışanlarının, geçim derdi içinde bırakılması kabul edilemez.

Sağlık emekçileri, yoğun iş yükü altında çalışmak zorunda kalmaktadır.
Sağlık hizmeti sunan kamu kurum ve kuruluşlarındaki personel eksikliği, uzun çalışma saatleri ve aşırı iş yükü, çalışanları fiziksel ve zihinsel olarak yıpratmaktadır. Sağlık çalışanlarının çalışma koşulları elverişsizdir. Çalışanlar iş yaşamında fiziksel ve ruhsal sağlığı “çok olumsuz” etkileyen faktörlere maruz (etmenlere sunuk) kalınmaktadır.

ÖNLEMLER YETERSİZ

Sağlık çalışanlarının neredeyse tamamı şiddet olayları konusunda alınan önlemleri yetersiz görmektedir. Artık sağlık hizmeti veren kamu kurum ve kuruluşlarında şiddetsiz gün geçmemektedir. Çıkarılan “Sağlıkta Şiddet Yasasıyetersizdir ve mevcut (verili) durumuyla bile uygulanmamaktadır.

Siyasal iktidarın “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adı altında uyguladığı yanlış politikalar kışkırtılmış bir sağlık hizmeti talebi (istemi) doğurmuş, sağlık emekçileri itibarsızlaştırılmış ve sonunda, yaşam veren ellere kıyılır duruma gelinmiştir. Sağlık çalışanları, liyakatsiz yöneticilerin baskı, yıldırma ve mobbingi (bezdirisi) ile yüz yüzedir.

Sağlık emekçilerini köle olarak gören zihniyet neticesinde (anlayış sonunda), oturdukları koltukları kaybetmemek adına (yitirmemek için) idarecilerin (yöneticilerin) işbilmezlikleri,
sağlık emekçileri üzerinde baskıları artırmaktadır.

Bugüne değin sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin insan onuruna yaraşır yaşam ve çalışma koşullarına kavuşması için mücadele (savaşım) verdik ve vermeye devam edeceğiz (vermeyi sürdüreceğiz). Bunun için kimi temel istemlerin yerine getirilmesi gerekmektedir.

NE YAPILMALI?

  • Sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin ağır ve kötü çalışma koşulları acilen (ivedilikle) düzeltilmelidir.
  • Sağlıkta şiddete sıfır tolerans (hoşgörü) gösterilmeli ve bunu önleyecek etkili bir şiddet yasası çıkarılmalıdır.
  • Sabit ödeme/teşvik ödemesi/taban ödemesi gibi sağlık çalışanlarının mağduriyetine sebep (incinmesine neden) olan ve çalışma barışını bozan uygulamalara son verilmeli; en düşüğü yoksulluk sınırının üzerine olacak biçimde, kadro derecesine göre maaşlarda kademeli (aylıklarda basamaklı) artış yapılmalıdır. Maaş ödemelerinin tümü emekliliğe yansıyacak biçimde tek kalemde olmalıdır.
  • Sağlık emekçilerinin çocuk bakımı sorununun çözümü için haftanın 7 günü, 24 saat kesintisiz hizmet veren bakımevi, kreş ve anaokulu düzenlemesi yaşama geçirilmelidir.
  • Yeterli sayıda sağlık çalışanı istihdam edilmeli (işe alınmalı), personel (çalışan) açığı kapatılmalıdır.
  • Tüm sağlık emekçilerine, geçmişe etkili olarak yıllık 90 gün yıpranma payı hakkı verilmelidir.

Sağlığı piyasalaştıran politikalara son verilmeli,
Atatürk’ün başlattığı ulusal, kamucu ve halkçı sağlık politikaları yeniden yaşama geçirilmelidir.

HALKÇI POLİTİKA

Ulusal, kamucu, halkçı sağlık politikaları için;

Sağlıkta eşitlik esastır (temeldir).
Tüm bireylerin sağlık hizmetine eşit erişimi sağlanmalıdır.
Eşit, ücretsiz, ulaşılabilir ve nitelikli sağlık hizmeti herkesin hakkıdır.
Sağlık hizmetlerine yeterli kamu kaynağının ayrılmasını sağlayacak bir sistem (dizge) kurulmalıdır.

Sağlık harcamalarında (giderlerinde) ülkenin Epidemiyolojik yapısı dikkate alınarak
sağlığı koruyucu ve geliştirici hizmetleri önceleyen planlama yapılmalıdır.
Sağlık hizmetlerine olan kışkırtılmış talebi (istemi) olabildiğince ihtiyaç (gereksinim) ölçüsü ile sınırlayacak bir mekanizma (düzenek) geliştirilmelidir.
Birinci Basamak sağlık hizmetleri başta olmak üzere, sağlık hizmetlerine erişim olanakları iyileştirilmelidir.

Başta koruyucu sağlık, ana-çocuk sağlığı, ergen sağlığı hizmetleri olmak üzere,
Birinci Basamak sağlık hizmetleri güçlendirilerek yaygınlaştırılmalıdır.
Aile hekimliği modelinde etkili bir sevk zinciri kurulmalıdır.
Sağlık çalışanı yetiştirme politikaları bilimsel temellerle yeniden düzenlenmelidir.

Türkiye’de sağlık cihazlarına (aygıtlarına) yönelik sanayi gelişmektedir. İleri teknoloji gerektiren cihazlar ithal edilmektedir (dışalım). Yerli sanayi bu alanda üretim yapmaya teşvik edilmeli ve tıbbi cihaz üretimine ve kullanımına yönelik insangücü yetiştirilmelidir.

Yerli ilaç sanayisi teşvik edilmeli, dünya pazarlarına uyum konusunda desteklenmelidir.

Güvenli gıda, içinde yaşadığımız çevrenin korunması ve iyileştirilmesi bir sağlık sorunudur.

  • Küreselleşmenin gıda ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri ve bunların insan sağlığı üzerindeki riskleri, küreselleşmiş bir sağlık sistemi ile çözülemez.

Sağlığı birinci derecede etkileyen güvenli gıda ve çevre üzerinde oynanan oyunlara göz yumulmamalıdır.

Sağlık politikalarının belirlenmesinde halkın, meslek örgütlerinin ve sendikaların katılımı sağlanmalıdır.
======================================

Dostlar,

Meslektaşımız Dr. Derya Uğur’a bu özlü yazısı için teşekkür ederiz.
Sendikanın web sitesinde adının hemen altında yer alan

Atatürk’ün izinde (Yurtta Barış Dünyada Barış) söylemi de çok değerli.

Ama, yazıda kullanılan dili adeta Türkçeleştirmek gerekti..
Nasıl ayrımında olunmaz bu durumun, bu sorunun, anlamakta zorlanıyoruz.

Büyük ATATÜRK‘ün Dernek olarak kurduğu, akçalı desteğini de sağladığı Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu‘nun, ATA‘nın yasal bırakıt (vasiyet) hakkı çiğnenerek devletleştirilmesi böylesine ağıt bir görünüm oluşturdu. Anayasa’ya “yüksek” nitemiyle de (sıfatıyla) koysanız, bu 2 Kurum günümüzde işlevsiz.

  • Türk Dili de Türk Tarihi de sahipsiz ve fatura çok ağır.

Bir sağlık emekçisi hekim ve Dil Derneği üyesi olarak, olarak yakıcı sağlık sorunlarını ben de yaşıyorum, gözlüyorum ve yazıyorum. Yanı sıra, değindiğim çağrışımlarım da oldu ve burada paylaşmak istedim.

Dün Dil Bayramımız idi.. Türk Dil Kurumu’nun 1932’de kuruluşundan bu yana 94 yıl geçti.

DİL DERNEĞİ‘nde  Türkçemizi korumaya çabalıyoruz..

Harf Devrimi 1 Kasım 1928’de idi, 96 yaşına girdi.

Karşı devrimi durdurmak zorundayız.

Halk Sağlığında yaşanan yıkımlar da emperyalist karşıdevrim ürünü..

Dilimiz ve Tarihimizde de..

“Bizi biz yapan” tüm değerlerimiz, emperyalistler ve yerli taşeronları eliyle, SÖYLEV – NUTUK’un sonunda tarihe haykırılarak not düşüldüğü üzere ciddi kuşatma ve tehdit altında, hatta yok edilmek isteniyor.

Ulusça direnecek ve bu hayın dönemi de kapatacağız.

Sevgi ve saygı ile. 27 Eylül 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Değişmez hükümler ikiyüzlülüğü

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Güncel 26.09.2024, BİRGÜN

Değişmez anayasal hükümler dokunulamaz değil. Nitekim 1995 ve 2001 değişikliklerinde dolaylı da olsa dokunularak korunan alan pekiştirildi. Nasıl? Başlangıç metni ve madde 14 yoluyla.

Başlangıç’tan ırkçılığı çağrıştıran ibareler çıkarıldı (1995 ve 2001); “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” yeniden tanındı (md.14).

Irkçı çağrışım yapan öğelerin azaltılması ile madde 2’nin yollama yaptığı Başlangıç metni, “demokratik hukuk devleti” bağlamına yaklaştırıldı. “İnsan haklarına saygılı Devlet” kaydını öngören madde 2, “insan haklarına dayanan Devlet” olarak okunmaya başlandı.

Böylece, 2001’de Türkiye Cumhuriyeti ’nin (md.1) niteliği, ‘insan haklarına dayanan’ kaydı ile pekiştirilmiş oluyordu.

Özet: karşılaştırmalı anayasa hukuku verileri ışığında, değiştirilmez maddeler, kurucuların hedefini ileriye götürücü anlamda pekiştirilebilir.

Bununla birlikte, 2017 sonrası ve 1 Ekim 2024 öncesi, değişmez maddelere ilişkin düzenleme, uygulama ve söylemler, tersi yönde oldu ve bu durum sürüyor:

-Düzenleme olarak; 2017değişikliği, özü itibariyle ‘demokratik devlet’ niteliği ile bağdaşır değil: hesapverebilir hükümet ve siyasal sorumluluk kuralı kaldırıldı.

-Uygulama bakımından; dini siyasete alet etme yasağı (md. 24/son), sürekli çiğnenmekte. Dinsel inanca dayandırılan kur korumalı mevduat (KKM) düzenlemesi, bir dönüş eşiği.
Temel norm ihlaliyle anayasa bilimi ve iktisat bilimi yadsıması, Hazine’yi yuttu, halkı daha da yoksullaştırdı.

-Söylemler düzleminde; değişmez maddeler karşıtlığını açıkça dillendiren Hüda-Par, 1995 ve 2001’de yapılanların tam tersine değişmez maddelerin içeriğinin boşaltılması yönünde bir irade ortaya koydu. İşe madde 4’ten başlamanın kendince ‘akıllıca’ bir yaklaşım olduğunu düşünmüş olsa gerek ki, karşı çıkanlara ‘ahmak’ dedi. Arkasında, DİB-MEB-MSB ve cemaat-tarikat ekseninde oluşturulan akıl ve bilim dışı kuşatma hattı giderek kök salıyor.

İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik sosyal hukuk devleti”nin içeriğini, söylem, düzenleme ve uygulama bakımından boşaltma seferberliğindeki Cumhur İttifakı, “ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün” olan Türkiye Devleti’ni ülkesel yağma ve toplumsal ayrıştırma yoluyla madde 3’ü de ihlalde sınır tanımıyor.

Geriye, haliyle yine içeriği boşaltılan “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” (md.1) tanımı kalıyor.

  • Madde 4’ü sorgulamakla işe başlamak, aslında –Taliban ve Hizbut Tahrir hattında- Cumhuriyet’i hedef almaktır.

Yıkım faaliyeti, ‘otoriter hükümler’ (2017 düzenlemesi) ve ‘keyfi uygulama’ (2018-24) sarkacında yürütülüyor.

Keyfiliği Resmi Gazete ile tescillenen (onaylanan) 6 yıllık uygulamanın tümü, şekil yönünden de Anayasa’ya aykırı: Bakanların af talebi (istemi) ve kabulü.

“Kaynağını anayasadan almayan hiçbir devlet yetkisi kullanılamaz” yasağına karşın
(AY m.6), kendini Anayasa-üstü konumlandıran Cumhurbaşkanı, suç zanlısı Bakanları aklıyor, tam tersine görevini yapanları şaibeli kılıyor.

Bu egemenlik gaspı, yasama-yürütme-yargı ekseninde erkler ayrılığını felç ediyor. (Dahası, OHAL KHK’lerini çağrıştırıyor: KHK ek çizelgelerine adlarını yazdıkları kişilere yargı yolunu kapatarak işen atanlar, tersi yönde, “sorumsuzluk yasaları” ile kendilerine karşı yargı yolunu kilitledi.).

Bugün ise yargı, bir yandan, demokratik siyaset alanını daraltmak için muhalifleri tasfiye (E. İmamoğlu vak’ası) (olgusu); öte yandan, demokratik toplum aktörlerini susturma (düşünce ve siyasal suçlular hapiste iken, 26 suç kaydı bulunan katil serbest!) aracı olarak kullanılıyor.

Bu ortam ve koşullarda adil yargılanma hakkı (AYH), başat hak konumuna geliyor: En çok ihlal edilen (çiğnenen) ve merkeze oturtulması gereken bir hak. Barolar, AYH savunucuları ve bekçileri olarak dayanışma ve eylem halkalarını örebilmeli.

1 Ekim günü TBMM’nin açılışı vesilesiyle: darbe anayasası/sivil anayasa ikileminde ‘sahte anayasa’ söylem sahneleri karşısında “demokratik Cumhuriyetçi yurttaşlar” uyanık olmalı: Anayasal ve siyasal mirası yıkım sürecinde “toplum üzerinde akıl ve bilimdışı egemenlik” iştahı asla meşrulaştırılmamalı, kanıksanmamalı ve kategorik olarak reddedilmeli.

Üçlü hedef ise, asla gündemden düşürülmemeli:
1. Doğru ve gerçek bilgi,
2. Yürürlükteki Anayasa’ya saygı,
3. TBMM önünde sorumlu Hükümet için Anayasa değişikliği.
=====================================
Yazarın Son Yazıları

92. DİL BAYRAMI ve DİL DERNEĞİ 19. OLAĞAN KONGRESİNE ÇAĞRI

Dostlar,

Yarın, 26 Eylül… DİL BAYRAMI..

Dil Derneği Başkanımız Sayın Sevgi ÖZEL’in çağrıları aşağıda…

28 Eylül günü de 19. olağan genel kurulumuz var :
***

19.OLAĞAN GENEL KURULUMUZA ÇAĞRI

Değerli Üyelerimiz,

Kuruluşumuzdan bu yana geçen 37 yılda Harf ve Dil Devrimlerine karşı olan, bu iki devrim üzerinden Mustafa Kemal’e ve bütün devrimcilere savaş açan iktidarlara karşın tüzelkişiliğimizi koruduk. Son çeyrek yüzyılda bütün Atatürkçü kitle örgütleri zor günler yaşıyor; ancak iktidar Atatürk’le ve laik eğitimle hesaplaştığından, Derneğimizin yaşama alanı da iyice daraldı;
birçok üniversitenin, birçok resmi-özel okulla kamu kurumunun kapısı bize kapandı.

Hukukun üstünlüğünün, basın özgürlüğünün siyasallaştığı, eğitimin bütün kurum ve kurallarıyla tarikatlara açılarak dincileştirildiği, eğitim ve gelir düzeyi düşürülen toplumun Ortaçağa yürütüldüğü bu zor günlerde daha yakın olmalı, iş ve güç birliğimizi pekiştirmeliyiz.

Tüzüğümüze göre iki yılda bir genel kurul yapmak durumundayız; salgın sonrası Ankara İl Dernekler Müdürlüğünün yönlendirmesiyle 18. Olağan Genel Kurulu 30 Eylül 2023 günü yapmıştık; ancak 24.10.2023’de geçirdiğimiz İçişleri Bakanlığı denetimi sonrasında 19. Olağan Genel Kurulu 2024 içinde yapmamız bildirildi. Bu nedenle öneri ve eleştirilerinizle 19. Olağan Genel Kurula her zamankinden daha yoğun katılım sağlamanızı diliyoruz.

28 Eylül 2024 Cumartesi günü, Ankara dışından gelecek üyelerimiz de düşünülerek
saat 14.00’te
Türk Hukuk Kurumu salonunda (Adakale Sokak, no: 28/3, Ankara) yapılacaktır. 19. Olağan Genel Kurul gündemini saygıyla sunuyoruz:

  1. Açılış,
  2. Başkanlık Kurulunun seçimi,
  3. Başkanın konuşması,
  4. Konukların konuşması,
  5. Yönetim ve Denetim Kurulu yazanaklarının okunup görüşülmesi,
  6. Yönetim ve Denetim Kurullarının aklanması,
  7. Yeni dönem bütçe kestiriminin görüşülmesi,
  8. Tüzük değişikliklerinin görüşülüp oylanması,
  9. Seçimler,
  10. Dilekler, kapanış.

101 yaşındaki Cumhuriyetimiz, 96 yaşındaki Harf Devrimi, 92’inci yılındaki Dil Devrimi bizlere Atatürk‘ten bu yana Türk Devrimine emek verenlerin kalıtıdır.
Bu kalıtı sahiplenmek, 37 yıl önce söz verdiğimiz gibi bugün de namus borcumuzdur.

19. Olağan Genel Kurulumuzun başarılı, verimli geçmesini diliyoruz.

Sevgi Özel
Dil Derneği Yönetim Kurulu Adına

Genel Kurul çağrısının pdf biçimi : DİL DERNEĞİ GENEL KURUL ÇAĞRISI, 19. OLAĞAN, 28.9.24
***                                                                    

Sevgi ve saygı ile. 25 Eylül 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Dil Derneği Üyesi

Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

ANAYASAMIZIN İLK 4MADDESİ ile ILGİLİ TARTIŞMALAR ÜZERİNE SOSYOLOJİK ve TARİHSEL ANIMSATMA

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

(AS: Bizim katkımız yazının altında. Çok sayıda ülkede anayasada değiştirilemez maddelerini açıklayan 2 sayfalık bir pdf dosyası..
Okunması, dağıtılması dileğiyle..)

Olağan demokratik ülkelerde, Devlet bir ulu ağaçtır. Siyasal iktidarlar ise o ulu ağaç üzerindeki mevsimlik, geçici yeşil yapraklar ve çiçekler gibidir. Mevsimi geçince açan çiçekler solar ve dökülür, yeşil yapraklar kurur düşer, çürür ve toprağa karışır. Tıpkı bunun gibi, siyasal iktidarların da ömrü biter. Demokratik yöntemlerle yerine yenisi gelir. Devletlerin gerçek sahipleri gelip geçici siyasal iktidarlar değil; uluslar ya da toplumlardır. (AS: Tarihte Millet, anda Halk’tır.)

Mevsimler dönüp yeni mevsim gelince bu ulu ağaç yeniden yaprağa ve çiçeğe durur. Başka bir söylemle, demokrasilerde siyasal iktidar barışçı biçimde el değiştirir. İktidarlar değişir, ama Devlet yerinde kalır. Önemli olan Devletin ve rejimin geleceği açısından bu ulu ağacı sökmemek, kurutmamak, kurutturmamak ve söküp attırmamak ama yaşatmaktır…

  • Yüce önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti bizim ulu ağacımızdır.
  • Bu ulu ağacın ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek sahibi;
    O’nu, malını, kanını ve canını vererek kurmuş olan Türk Ulusu’dur.

Anayasamızın temel felsefesini ve devletin varlığı ve yaşamasını güvenceye alan kırmızı çizgilerine yani ilk dört maddesine göz dikerek bu ağacı kurutmaya ya da söküp yerine yenisini dikmeye hiç kimsenin hakkı hatta 4. maddeye göre haddi de yoktur.

7’den 70’e Atatürk’ün askerleri olan Türk Ulusu, anayasadan aldığı demokratik meşru gücünü kullanarak, buna asla izin vermeyecektir.

Kıssadan hisse                                                    :

Gerçek demokrasilerde siyasal iktidarlar geçici; devletler ise sürekli ve kalıcıdır.
Atatürk’ün, kendi ulusu ile birlikte kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti, Türk ulusunun evrensel onuru ve namusudur.
Ulus, kendi onuruna ve namusuna demokratik meşru yollarla mutla sahip çıkacaktır.
======================================================
Dostlar,

Çok sayıda ülkede anayasada değiştirilemez maddelerini açıklayan 2 sayfalık bir pdf dosyası aşağıda.. Okunması, bilgi edinilmesi, dağıtılması dileğiyle.
Gündem oyunlarına da gelmeden..

Anayasada değiştirilemez maddeler, değişik ülkelerde

Sevgi ve saygı ile. 25 Eylül 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 25 Eylül 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

EKONOMİST

Baba’dan sonra oğul Bilal de “ben ekonomistim” dedi.

Biri yetmişti…

ÖZGÜRLÜK

Anayasa’nın dördüncü maddesinin kaldırılmasını isteyen Cumhur İttifakı ortağı Hüda Par liderinin açıklamasına karşılık RTE, “Böyle bir sıkıntımız yok… Demokratik siyasette düşüncenin ifade edilmesine elbette engel olunamaz.” dedi.

  1. İki açıklama da sıkıntı,
  2. Düşünce açıklaması RTE‘ye karşı değilse demokratiktir!..

MÜDÜR

Bursa’da, “Okulda başı açık kız öğrenci olamaz. Herkesin başını kapatması gerek diyen İH Ortaokulu Müdürü Ergin Kaya Kırbıyık bu kez de kadın yardımcısının odasının kapısını kırdırdı.

İmam yöneticiler her alanda ülkeyi dibe sürüklüyor…

CAMİYE

Bakırköy İlçe Milli Eğitim Müdürü, öğretmenlere camide eğitim yaptırıyor.

Dinci Bakan sürekli gaz kaçırınca müdürleri ne yapar?..

LÜKS

Diyanetin lüks araç masrafları (giderleri) her yıl katlanıyor.

Cumhurbaşkanlığı geçen yıl, bir günde 1541 asgari ücret harcamış.

Vatandaş dünya (açlık!) sınavında, RTE ve militan Erbaş saltanatta…

TEMİZLİK

Bütçesini altı ayda tüketen Diyanet’te yedi kişiye bir hizmetli düşerken, Milli Eğitim’de beş okula bir hizmetli düşüyor.

Dinci Bakanlık sığınmacı öğrencilerin okuduğu okullara hizmetli alım ihalesi açmış.
Neden; AB istiyormuş.

  1. Diyanet har vurup harman savuruyor,
  2. İktidar, “emperyalizme karşıyım” diyor ama AB kıçı yalıyor.

Tarım arazilerinin kiralanması

Suna Türkoğlu | Yaşam ÖyküsüSUNA TÜRKOĞLU
EMEKLİ DANIŞTAY ÜYESİ

23 Eylül 2024, Cumhuriyet

 

2005 yılında toprağın korunması, geliştirilmesi, tarım arazilerinin sınıflandırılması, asgari tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüklerinin belirlenmesi ve bölünmelerinin önlenmesi gibi amaçlarla 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu çıkarılmış olup daha sonra bu yasada, dokuz ayrı yasa ve bir kanun hükmünde kararname ile esaslı değişiklikler yapılmıştır.

Tarım arazilerinin kiralanması konusu ise yasaya 2014 yılında eklenen “Tarımsal arazi edindirme iş ve işlemleri” başlıklı 8/K maddesine, 23 Mart 2023’te eklenen dört ayrı fıkra ile getirilmiştir.
Bir başka anlatımla, yasa 2005 yılında yürürlüğe girmiş, tarımsal arazi edindirme konusu 2014’te düzenlenmiş; kiralama konusu ise 2023 yılında yasaya girmiştir. Bu kronolojik  (zamandizinsel) belirleme, kiralama ile ilgili hükümlerin, ilgili yasanın yürürlüğe girmesinden tam 18 yıl sonra yasada yer aldığını gösterdiğine göre; bunca yıl sonra gelen bu düzenlemenin hangi gereksinimden doğduğunu ve getirilen düzenlemenin kamu yararına uygun olup olmadığını incelemek gerekir.

YÖNETMELİK DÜZENLEMESİ

Tarım ve Orman Bakanlığı, 22 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazetede, “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmeliği” yayımlayarak kiralama konusunu gündeme almış bulunmaktadır. İki yıl işlenmeyen tarım arazilerinin Bakanlık eliyle kiralanması istemlerinin  çiftçilerden değil, bu arazileri kullanmak isteyenlerden geldiğini basına da yansıyan demeçlerden anlamaktayız. Türkiye İhracatçılar Meclisi Tarım Kurulu başkanı, sektör olarak uzun süredir kiralama uygulamasıyla ilgili olarak Bakanlığa istemlerini ilettiklerini; tarım arazilerinin kiralanmasının önem arz ettiğini; çiftçilerin revaçta olan ürünleri ekmek istediklerini, bu durumun da gıdada arz-talep (sunu-istem) dengesini bozduğunu ifade ederek yıllardır ısrarla sürdürdükleri kiralama isteklerini açıkça ortaya koymaktadır.

İstanbul Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamülleri İhracatçı Birliği başkanının da
aynı doğrultuda ve sektör olarak uygulamaya sıcak baktıkları yolunda yaptığı açıklamalar;
isteğin köylü veya çiftçilerden değil, bu kesime ait arazileri kullanmak isteyenlerden geldiği düşüncesini doğrulamaktadır. Gıda ihracatçıları (dışsatımcıları) ve işlenmiş gıda üreticileri, kiralama uygulamasının hemen gerçekleşmesini beklerken, toprak sahiplerinin kiralanacak arazilerin ve kira bedellerinin belirlenmesinde söz sahibi olamamaktan kaynaklanan kaygı ve korkuları bulunmaktadır.

KİRALAMA KİME YARAR?

Uygulamanın topraksız çiftçiyi koruma ve köylüye toprak edindirme amacıyla değil,
tarım arazilerinin verimli değerlendirilmesini sağlamak amacıyla çıkarıldığı, düzenlemelerin amaç maddelerinde yer almaktadır. Tarım arazilerini daha verimli kullanmak, daha çok ürün almak kamu yararına olsa da, mülkiyet hakkına çok ciddi bir müdahale olan bu yasa ve yönetmelikte kaygı yaratan hükümler yer almaktadır.

Öncelikle düzenleme Hazine’nin özel mülkiyetinde veya devletin hüküm ve tasarrufunda olup işlenmeyen arazileri değil; mülkiyeti gerçek ve tüzel kişilere ait olan tarım arazilerini kapsamaktadır. İkincisi ise işlenmeyen tarım arazilerini belirlemek için oluşturulan “Arazi Tespit Komisyonları” ile rayiç (güncel) kira bedellerini belirlemek ve kiralama işlemlerini gerçekleştirmek için oluşturulan “Arazi Kiralama Komisyonları” nın salt kamu görevlilerinden oluşması,
toprak sahibi köylü veya çiftçi temsilcilerinin komisyonlarda yer almamaları konusudur.
Toprak sahiplerine, kiralama işlemleri ile ilgili olarak söz hakkı tanınmaması,
komisyon kararlarına itiraz vb. başvuru yollarının gösterilmemesi, düzenlemelerin eksik ve sakıncalı yönleri olarak ortaya çıkmaktadır.

Bir başka sakınca ise toprak sahibinin rızası olup olmadığının bir öneminin bulunmamasıdır. Hisseli, mülkiyeti ihtilaflı, parçalı, tarımsal faaliyete son verilen, göç veya başka bir nedenle
üst üste iki yıl işlenmeyen tarım arazileri yasanın kapsamına alınmış olup;
toprağın işlenememesinde sahibinin bir kusurunun olup olmadığı, düzenleme kapsamında
fark etmemektedir. Belirlen rayiç (güncel) kira bedelini toprak sahibinin kabul etmemesi
hususu da ancak açılacak bir dava sonucunda çözüme kavuşturulabilir ise de,
bütün bunların öncelikle yasal düzenlemelerde yer alması gereklidir.

İşlenmeyen toprağın ekonomiye kazandırılması önemli olmakla birlikte, rıza dışı kiralama müessesesinde, kamu yararı ile mülkiyet hakkına müdahale konularının anayasaya uygun bir biçimde dengelenmesi zorunludur.

Anayasa, ekonomik hükümleri arasında 171. maddesinde, ulusal ekonominin yararlarını dikkate alarak, öncelikle üretimin artırılmasını amaçlayan kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak önlemlerin alınmasını devlete görev olarak yüklerken; 166. maddesinde tarımın
yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesinin, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirmesini yaparak, verimli biçimde planlamakla olanaklı olacağını öngörüp,
Devleti bunu yapmakla yükümlü tutarken; tarımın geleceğinin kiralama ile düzene sokulabileceğini düşünmek; daha çok gıda ihracatçıları (dışsatımcıları) ile gıda sanayicilerine yarayacak bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır.

Önemli konuların çözümünün, kimi kesimlerin isteği doğrultusunda yapılan düzenlemeler sonrası bekleyip “uygulamayı bir görelim” diyerek değil; öngörü sahibi olarak ve anayasal çerçeve içinde kalarak, ciddi bir planlama ile olabileceğini bilmek iyi yönetimin gereğidir.