Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Öğrenci öğretmen oldu

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 14 Nisan 2025

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

CHP’nin cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun önce üniversite diplomasının hukuka aykırı biçimde iptal edilmesi, arkasından da tutuklanması üzerine, en büyük tepkiyi, üniversite öğrencileri ve gençler verdiler.

İstanbul Üniversitesi’nde görevli üç sözde “öğretim üyesi” hazırladıkları “raporla”, Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını iptal ettirerek, padişahlık sarayının emrinde anayasaya aykırı hareket eden sözde “savcılar”, “hâkimler”“valiler”“polisler”“bilirkişiler” örgütüne “öğretim üyelerinin” de katılmasını sağladıkları gibi, meslek ahlakını ve ilkelerini de ihlal ettiler.

Kumpas “davası” üzerinden tutuklama uygulamasıyla birlikte, bu hukuksuzluğa ve ahlaksızlığa karşı ilk etkili tepkiyi veren ise öğretim üyeleri değil, öğrenciler oldu!

Büyükler ve öğretim üyeleri, gençlere ve öğrencilere örnek olacaklarına, gençler ve öğrenciler, büyüklere ve öğretim üyelerine örnek oldular, herkese bir hak, hukuk, adalet, ahlak ve erdem dersi verdiler.

Öğrenciler ve gençler, sosyal medyada yaptıkları açıklamalarla tepkilerini ortaya koydular; Anayasanın 34. maddesinin tanıdığı izinsiz gösteri yürüyüşü ve toplanma hakkını kullanarak, meydanlarda, caddelerde, sokaklarda iktidarı protesto ettiler; örgütlü bir biçimde tüketici boykotu eylemleri gerçekleştirdiler.

Protesto eylemleri sırasında bazı polisler öğrencilere biber gazı sıktı, copla, tekmeyle, tokatla, yumrukla saldırdı, hakaret etti, işkence uyguladı; bununla da yetinilmedi, yüzlerce öğrenci gözaltına alındı ve tutuklandı.

Ancak öğrenciler ve gençler yılmadılar, korkmadılar ve cesur bir biçimde, hem kendi geleceklerine hem de ülkenin geleceğine sahip çıktılar.
***

AKP iktidarı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan,
halkın desteğini yitirdiği için, sözde “savcıların”, “hâkimlerin”, “valilerin”, “polislerin”, “bilirkişilerin”,
“öğretim üyelerinin” arkasına sığınarak iktidarını korumaya çalışmaktadır.

AKP’nin 2015 yılı Kasım ayındaki seçimlerde % 49 olan oyu, 2018 seçimlerinde %42’ye, 2023 seçimlerinde % 35’e düştü.

Yapılan tüm araştırmalara göre AKP’nin 18-19 Mart darbesinden önce oy oranı, bir yıl içinde, % 30’a kadar düşmüştü; 18- 19 Mart darbesinden sonra da, birkaç hafta içinde, %30’un da altına düştü ve CHP birinci parti olarak aradaki farkı açtı.

Kronik bir biçimde Anayasayı ihlal ettiği için, Siyasal Partiler Yasasına göre, siyasal bir parti olup olmadığı bile tartışmalı olan AKP’nin yönetim kademesinde ve medyadaki propagandistleri arasında bir fire oluşmasa ve herkes Erdoğan’a mutlak bir biçimde biat etse de, AKP, seçmen tabanında, yıllardır büyük fireler vermektedir.

AKP’nin muhalefet üzerindeki baskılarını artırmasının bir nedeni bu olsa da, bu baskıların daha da büyük oy kaybına neden olmasına rağmen, AKP iktidarının bu baskıları neden sürdürdüğü, başlı başına araştırılması gereken çok önemli bir konudur. (AS: Bastırabileceği umudu var!)

AKP iktidarının, Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ve tutuklanması karşısında halktan bu kadar büyük bir tepkiyi beklemediğine dair yorumlar inandırıcı değildir. Erdoğan gibi deneyimli ve kurnaz bir siyasetçinin bunu tahmin edememesi olanaksızdır. Erdoğan adımlarını bu tepkinin doğacağını bilerek atmıştır.

AKP’nin, yıllardır devam eden kronik oy kaybının önüne geçemeyeceğini anladığı için, Anayasaya aykırı daha da karanlık bir planın peşinde olduğu olasılığı konusunda herkes teyakkuzda olmalıdır.

Ekrem İmamoğlu’nun, CHP’li ilçe belediye başkanlarının, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın tutukluluk durumlarının ve gazetecilere, yazarlara, öğrencilere yönelik diğer hukuk dışı baskıların devam etmesi, AKP’nin kaybettiği oyları umursamaması ve bir daha serbest seçim olmayacakmış gibi davranması, gençlerin geleceğini daha da fazla karartacak bu olasılığı güçlendirmektedir.
========================================
Dostlar,

AKP=RTE‘nin bir daha seçim yapmama olanağı yok kanımızca. Anayasa m. 78 şöyle :

Seçimlerin geriye bırakılması ve ara seçimler

  • Madde 78 – Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkan görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir. Geri bırakma sebebi ortadan kalkmamışsa, erteleme kararındaki usule göre bu işlem tekrarlanabilir.

yeni seçimlerin yapılmasına imkan görülmezse” durumu salt “Savaş sebebiylesınırlıdır.
Yorum yoluyla genişletilmesi ve benzer nedenler türetilmesi olanaksızdır.
OHAL ilanı seçimlere engel değildir.

ANCAK                         :

“AKP=RTE savaş çıkartır mı?”  sorusu boşluktadır.
Erdoğan bu, gözünü karartmış koltuk için, hesap vermekten ödü patlıyor.
Dener mi, dener! Yapar mı, yapar!

Ama; Anayasa der ki :

Madde 92 – Milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilanına ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası andlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.

Böylesi kritik bir kararın, TBMM’den basit çoğunlukla geçmesi bile kolay değildir. Kaldı ki, böylesi bir kararın meşru olabilmesi için TBMM’den salt çoğunlukla bile değil (301), nitelikli çoğunlukla (3/5, 2/3, 3/4) gibi geçmesi gerekir.

Özetle “seçimlerin yapılmayacağı / yapılmayabileceği” düşüncesi gerçekçi değil bize göre.

Geriye seçimlerde hile kalıyor. AKP=RTE ve ortaklarına bunu yaptırmamak için elden gelen her şey yapılırsa, bu da engellenebilir. 2019 İstanbul Belediye Başkanı seçiminde CHP’li yurtseverler günlerce oy çuvallarının üstünde yatarak böylesi bir oyunu engellemişlerdi. Yeni seçime CHP çok daha hazırlıklı, güçlü girecektir. Tüm sandıklar denetlenebilecektir.

Özetle “Tarzan zorda, çoooooooooooook zorda“…
Aklını başına alıp geri adım atmalı / attırılmalı ve Parlamenter rejime dönmek üzere CHP ile uzlaşmalıdır. İki maddelik bir Anayasa değişikliği ile 16 Nisan 2027 öncesine dönülebilir.
RTE ve A takımı zaten Anayasa m. 105 ve 106 ile ölene dek çok sıkı korunuyor. Görevleri ile ilgili suçlardan yargılanabilmeleri 400 oy ile TBMM’de olanaklı. Bu bakımdan, çelik kalkan devrede ve çooook güçlü.

Sevgi ve saygı ile. 15 Nisan 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Hastaların ihtiyaçlarından sağlık sistemlerine

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan

Güncel  11.04.2025 BİRGÜN

Bir yıl önce OECD’nin bir ilk niteliğindeki çalışmasının ön sonuçlarına dair yazmıştım. Geçtiğimiz ay çalışmanın tümü yayımlandı. Raporun önemi, hasta odaklı geri bildirimleri pek çok ülkeden toplamasından, kronik hastalıklara ve birinci basamak sağlık hizmetlerine odaklanmasından kaynaklanıyor. Sağlık hizmetlerinin doğru yapılanmasında yol gösterici önemli bulgular içeriyor.

Hatırlatayım, çalışmanın adı: “Hasta Tarafından Bildirilen Gösterge Araştırmaları (Patient-Reported Indicator Surveys-PaRIS)”. Raporda 19 ülkeden, 45 yaş ve üzeri, 1800’den fazla sağlık merkezinden, 107 bin hastadan elde edilen veriler değerlendirilmiş.

Çalışmaya katılan ülkeler şunlar: Avusturya, Belçika, Kanada, Çekya, Fransa, Yunanistan, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, Romanya, Suudi Arabistan, Slovenya, İspanya, İsviçre, Amerika Birleşik Devletleri ve Galler. Nedendir bilinmez, Türkiye dünyaya örnek sağlık sistemi olduğunu bildirse de, en az parayı harcayarak en fazla hasta memnuniyeti elde ettiğini duyursa da bu çalışmaya katılmamayı tercih etmiş.

SAĞLIKLI OLABİLMEK VE KALABİLMEK

Çalışma esas olarak hipertansiyon, şeker hastalığı, kalp hastalığı, kanser, artrit gibi kronik hastalıkları olan ve birinci basamak sağlık hizmetlerini kullanan kişilerin deneyimlerini ve sağlık durumlarını araştırıyor. Yaşam süresi uzuyor ama bu daha iyi yaşadığımız anlamına gelmiyor. Katılımcıların %82’si en az bir, %27’si üç ve daha fazla kronik hastalığı olduğunu belirtiyor. Birden fazla kronik hastalığı olanların %yetmişten fazlası günde en az üç farklı ilaç kullanıyor. Araştırma DSÖ iyilik hali skalası(eşelini) kullanarak, ruh hali, canlılık ve tatmin duygusunu değerlendiriyor. Kronik hastalıklar arttıkça tüm bu yönlerden iyilik hali bozuluyor.

Sosyoekonomik durum sağlığı doğrudan etkiliyor.

İyi konutlarda oturma, güvenceli iş ve gelir sağlığın önemli belirleyenleri arasında. Yoksullar ve daha az eğitimliler daha erken hastalanıyor ve hastalandıklarında da sağlık hizmetlerinden daha az yararlanabiliyor. Geliri az olanlarda ruh sağlığı, iyilik hali ve sosyal işlevsellik ölçümleri iyi gelirli olanlara göre daha düşük. Yoksulların sağlık hizmetlerine güveni daha az.

Sağlığa daha çok kaynak ayıran ülkelerde sağlık sonuçları daha iyi olsa da, Çekya ve Slovenya örneğinde olduğu gibi, doğru planlamayla daha az kaynak ayırarak iyi sonuç alınabildiği belirtiliyor. Hastaların onda dördü sağlığını takip etmede yetersiz olduğunu, yine onda dördü sağlık sistemine güvenmediğini belirtiyor. Kadınların yaşam süresi daha uzun olsa da fiziksel ve ruhsal sağlığa dair geri bildirimleri daha olumsuz. İyilik hali skorları kadınlarda erkelere göre farklı ülkelerde %yüzde 3 ile 9 arasında daha düşük. Kadınların sağlık sistemine güvenleri daha az.

Hastaların yaşı arttıkça ve eğitimleri azaldıkça sağlık bilgilerini anlamakta ve dijital teknolojileri kullanmakta daha çok zorlanıyor, web sayfalarını kullanamadığını belirtiyor.

SAĞLIK HİZMETLERİNİ İYİLEŞTİRMEK İÇİN GEREKENLER

Hastaya yeterli zaman ayırmak çok önemli.

Sağlık çalışanlarının kendilerine yeterli zaman ayırdığını söyleyenlerde sağlık sistemine güven %64 iken yeterli zaman ayırmadığını söyleyenlerde %34’e düşüyor. Bizde, neden hastaların güvensiz olduğunu, doktor doktor gezip şifa aradığını anlıyorsunuz, değil mi? Son verilere göre yılda ortalama hekime başvuru sayımız 11,3. Bizden çok daha yaşlı ve zengin ülkelerde hekime başvuru bizim yarımız kadar. Çalışmada Birinci Basamak hekimi ile devamlılığı olan ilişki de çok değerli bulunuyor ve sağlık hizmetinin niteliğini artırıyor.

Sağlık hizmeti alırken yaşanan sorunlar güveni çok azaltıyor. Randevu alamama, yanlış tanı ya da iletişim sorunları yaşamış olanlarda sağlık hizmetlerine güven %45, bunları yaşamamış olanlarda %70.

Hastalar esas olarak kendi ihtiyaçlarına odaklanan bir sağlık hizmetini alabildiğinde fiziksel ve ruhsal olarak daha sağlıklı olduğunu söylüyor. Bu, bakımı bireysel ihtiyaçlara göre uyarlamanın, hastaları kendi sağlığını etkili bir şekilde takip edebilmek için gerekli bilgi ve becerilerle donatmanın önemini gösteriyor.

Başka çalışmalardan da biliyoruz, sağlıklı olabilmek ve yaşayabilmek için bir yandan eğitimi artırmak, sosyoekonomik eşitsizlikleri azaltmak gerekirken bir yandan da başta Birinci Basamak sağlık hizmetleri olmak üzere doğru yapılanma gerekiyor. OECD çalışması açık gösteriyor, güçlü Birinci Basamak sağlık hizmetleri sağlıkta eşitsizlikleri önleme ve nitelikli sağlık hizmetleri için temel niteliğinde. Türkiye’de aile hekimliği modeliyle tasfiye edilen sağlık ocaklarını, bölge tabanlı yapılanmayı hatırlamak, kaybettiklerimizi kazanmak ve geliştirmek gerekiyor.

  • Aile sağlığı merkezlerini kamusal mekanlara dönüştürmek, aile hekimlerinin çalışma koşullarını iyileştirmek ve bilimsel, akılcı olan sağlık sistemini kurmak şart.

Evet, boşuna söylemiyoruz, başka bir sağlık sistemi, başka bir Türkiye mümkün.

Yargıyı yargıçtan korumak!

Olaylar ve Görüşler

Av. Dr. Başar YALTI

Son Yazısı / Tüm Yazıları
Cumhuriyet, 14 Nisan 2025

Başlık, bundan 13 yıl önce 4 Nisan 2012’de tarafımdan yazılmış bir yazıdan alınmıştır. Yazıda, hukukun ışığının söndürülüp yargıyı karanlığa gömen dönemin anlayışı ele alınarak özel yetkili mahkemelerde yaptıkları hukuksuzluklardan ve adil yargılanma hak ve ilkelerini yok saymalarından o dönemin FETÖ yargıç ve savcılarının sorumlu olacağı dile getirilmişti. Nitekim 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişiminden sonra 4 bin 500 civarında yargıç ve savcı meslekten çıkartılarak cezalandırılmıştı.

Adil yargılanma hakkı, yargılama sürecinde yaşanan olumsuzluklara karşı uluslararası bir hak olarak, Türkiye’nin de tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. ve Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 14. maddesinde tanımlanmıştır. Adil yargılanma hakkı, bir kişinin suçlanmasıyla başlayıp infaz ile tamamlanan uzun bir süreci kapsamaktadır. Bu hak, 2001 yılında yapılan değişiklikle anayasanın 36. maddesinde kendisine yer bulmuş, 2004 yılında anayasanın 90. maddesine ekleme yapılması yoluyla ek güvenceye kavuşturulmuştur.

ADİL YARGILANMA HAKKI

Bağımsızlık, tarafsızlık ve yetkinlik niteliklerine sahip bir yargı organının varlığı, adil yargılanma hakkı bakımından başlı başına bir güvencedir. Ancak kimi durumlarda bizzat yargı yerleri hak ihlallerinin kaynağı hatta nedeni olabilmektedir. Yargı yerleri siyasal iktidarın denetim ve etkisine girebilmekte, görünür şekilde toplumu ve siyasal hayatı kontrol eden, hatta düzenleyen bir mekanizma haline gelebilmekte, bağımsızlık ve tarafsızlığını yitirebilmekte, adil ve hakkaniyete uygun yargılama bakımından yetersiz kalabilmektedir. Bu nedenlerle adil yargılanma hakkı, kişileri, yargıç ve savcıların keyfi davranışlarından, önyargısından ve kayıtsızlığından koruyan temel bir haktır.

Anayasa gereğince, savcılar ve yargıçlar, ilgili kişiler hakkında soruşturma ve kovuşturma yaparlarken adil yargılanma hakkının gereklerine uygun şekilde davranmak zorundadırlar. Bu, yargıç ve savcılar için aynı zamanda yargı etiğinden kaynaklanan bir sorumluluktur. Mahkemelerin bağımsızlığı ve kimsenin yargıçlara emir ve talimat veremeyeceği (m.138/1) ilkesi, bu amaç için anayasada yer almıştır. Temel hak ve özgürlüklerin korunmasıyla ilgili anayasanın 40. maddesine ise ne yazık ki işlerlik kazandırılmamıştır.

Adil yargılanma hakkının ihlali halinde başvurulacak yer, sadece üst mahkemeler değil, asıl olarak Hâkimler Savcılar Kurulu (HSK) olmalıdır. Ancak HSK, siyasallaşmış yapısı nedeniyle böyle bir işlevden uzak olduğu gibi günümüzde, hak ihlallerinin bizzat sebebi de olabilmektedir.

‘HÜKÜM VEREN DEĞİL HÜKMEDEN’

HSK, tarafsız davranan ve karar veren yargıçları koruyacağı yerde onlara yaptırım uygulamakta, yargıç ve savcılar üzerinde Demokles’in kılıcı gibi durmaktadır. Bunun sonucu olarak, adeta FETÖ dönemi taklit edilircesine, adil yargılanma hakkının ihlaline ilişkin onlarca örnek gözlerimizin önünde yaşanmakta, görev ve yetkilerini kötüye kullanarak hak ihlali yaratan yargıç ve savcılara herhangi bir işlem yapılmamaktadır. Sabaha karşı baskın şeklinde yapılan gözaltılar, haksız ve hukuka aykırı tutuklamalar, savunma hakkının kısıtlanması, tutuklamanın bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılması, gizli tanık, hukuka aykırı delillere dayanılması, düşman ceza hukukunu andıran uygulamalar günümüzde de aynen devam etmektedir.

Bu durumu yaratan sistem ve sisteme uygun yeni yargıç tipi 13 yıl önceki yazıda şu şekilde tanımlanmıştı: “Bu yargıç, siyasal iktidara/cemaate yüzü dönük durmakta, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını önemsememekte, ön yargılarıyla hareket etmekte, toplumun bir kesimini düşman olarak algılamakta, avukatı sevmemekte, adaleti dünyevi bir olgu olarak değil öteki dünyaya hazırlayıcı bir sonuç olarak görmektedir. Yeni yargıç, anayasal haklara karşı aldırışsızdır. Tartışmaktan, itirazdan ve felsefeden hoşlanmamaktadır. Sorgulamayan, yaratıcı ve evrensel düşünemeyen yeni yargıç bilge değildir. Bir hukuk teknisyenidir. Entelektüel birikimi yetersizdir. Yorum yapmaya, gerekçe yazmaya üşenen yeni yargıç, düşünce kekemesidir. Çelişki içindeki yeni yargıç, hüküm veren değil hükmeden bir anlayıştadır. Yargı, bu yargıçtan kurtarılmalıdır.”

Elbette ki tüm yargıç ve savcılar yukarıda tanımlanan özellikte değildir. Ancak mevcut yargı sistemine karakterini veren görüntü, 13 yıl öncesinin karanlığından farksızdır. Bu nedenle yargı sistemi bütün nitelikleriyle, halka güven veren gerçek kimliğine bir an önce kavuşturulmalıdır. Bunun yolu, her şeyi, bu arada HSK’yi de belirleyen tek adam rejiminden kurtulmaktan geçmektedir.

Çözüm siyasettedir. Halkın, “hak, hukuk, adalet” istemiyle sokaklara çıkmasıyla bu yol açılmış gözükmektedir.

Climate Disaster & Public Health

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and The Media,

On 14th April 2025, we’ll conduct a 2 hours lecture for Phase 3 Students of Atılım Univ.
Medical School 
with a subject of CLIMATE DISASTER & PUBLIC HEALTH

Image

Here is the 56 slides PDF file (4,4 MB) :  Climate Disaster & Public Health

At the end of this lecture students will be able to :

  • Define the concept of “Climate disaster
  • Describe the concept of “Public Health Disaster
  • Understand mutual relationships between Climate disaster & Public Health problems
  • Develop awareness and responsibility on emerging & re-emerging Public Health problems due to climate disaster
  • Conceive the counter-measures how to tackle this global problem

– Climate disaster is not a distant threat.
It’s a current, accelerating crisis reshaping global health.
– As future medical professionals, your role is critical:
– To understand, anticipate, and respond to these intertwined threats.
– Climate action is health action!
And building resilience now is the only cure for what may otherwise become an overwhelming public health emergency.
Reducing population growth rate is an absolute mandate.
We can no longer separate planetary health from human health.
Every degree of warming means more suffering, particularly for the world’s poorest and most vulnerable.
– But there is hope through knowledge, preparedness, and action, we can mitigate the damage.
Your role is critical: As the next generation of medical professionals, You are not just caregivers,
– Climate change – a risk multiplier
– You are guardians of health in a changing climate.
Everyone, has to minimize his/her carbon footprint; go green!

Humanity should get rid of capitalistic-imperialist inhuman order.

– 1 child for 1 family! Urgent must..

Ahmet SALTIK, MD
Professor of Public Health
BA, Political Sciences & Public Administration
LLM, Health Law
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X : @profsaltik

Ülkede kâbus, Saray’da mutluluk

Cumhuriyet,13 Nisan 2025

Bir yanda…
Seçme ve seçilme hakları ellerinden alınanlar…
En temel anayasal haklarını savunurken dehşet verici şiddete uğrayanlar…
Demokratik gösteri haklarını kullandıkları için hapse atılanlar…
Gazetecilik yaptıkları için evlerine düzenlenen şafak baskınıyla gözaltına alınanlar…

FETÖ savcılarının adalet sistemimize soktuğu gizli tanık iftiralarıyla tutuklanan seçilmiş belediye başkanları ve kayyım atanarak el konulan belediyeler…
Sosyal medyada yaptıkları bir paylaşım nedeniyle tutuklanarak gelecekleri yakılanlar…
İktidarı eleştirdikleri için “terörist” diye damgalanan muhalifler…
Sefalet ücreti ile ayı çıkaramadıkları için muhtaç konumuna düşürülen emekliler…
Açlıkla sınanan milyonlar…
Totalitarizmin ezdiği emekçiler…
Devletin başındaki partili cumhurbaşkanı tarafından sürekli hakaret edilen muhalif yurttaşlar!

DİĞER YANDA…

Bunca insana bu zulmü yıllardır yaşatan iktidar ile aylardır “flört eden”
Onların iftar sofralarına oturup Menderes’i saygıyla anan…
İktidarın küçük ortağı Bahçeli’ye övgüler düzen…

İnsanlar, 19 Mart darbesi karşısında hak, hukuk, adalet talebiyle meydanlara akın etmişken “Biz CHP’nin eylemci kitlesi değiliz” diyerek uzak duran DEM’liler!

Bir yanda…
Tümüyle yıkılan hukuk devleti…
Yerli ve yabancı sermayeye peş keş çekilen Cumhuriyet birikimi…
Adım adım kurulan faşizm…

Diğer yanda…
Saray’ı ziyaret edip gülücükler içinde poz veren…
AKP’li cumhurbaşkanı ile “son derece olumlu, yapıcı, verimli ve geleceğe dair umut verici bir atmosferde” görüştüklerini açıklayan DEM’liler var!

Bir yanda…
Adalet istediği için sırtında Atatürklü bayrak taşırken hunharca dövülüp hapse atılan öğrenciler var.

Diğer yanda…
Diyarbakır’da Nevruz kutlamasında rahatça Öcalanlı PKK bayrağı açanlar var.

Bir yanda…
Mustafa Kemal’in askeriyiz!” dedikleri için ordudan atılan teğmenler var.

Diğer yanda…
Tüm hakları verilerek emekli edilen tarikat üyesi cüppeli amiral var!

TARAFINI BELİRLE!

Ancak bu korkunç tezatları hiç sorgulamayıp susanların ve korkanların yanında adaletsizliğe isyan eden cesur yurttaşlar da var!

Birileri emperyalizm destekli tezgâhı kurarken, o tezgâhın ardındaki planı ortaya çıkaran yurtseverler de var!

AKP’nin istediği anayasa değişikliğine çanak tutan muhalefet partileri var, açıkça AKP anayasa yapamaz!” diyenler var.

Erdoğan’ın dördüncü kez cumhurbaşkanlığı seçimine girmesine yol veren muhalefet partileri var, bunun anayasaya aykırı olduğunu açıkça haykıranlar var.

1923 Cumhuriyetini sırtından bıçaklayanlar var, ona sahip çıkıp
tam bağımsızlık için mücadele edenlerin önünde diz çöken yurtseverler var!

Anayasayı ve yasaları tanımayan Saray rejimi ülkenin her yerinde halkı nefessiz bırakırken, aynı rejimin ülkenin doğusuna bahar getireceğini sananlar var. Ülkenin her yerinde kâbus yaşanırken Saray’da mutluluk yaşayanlar var.

Bir yanda toplumun üzerine çöken kara bulutu dağıtmaya çalışanlar var,
diğer yanda Saray’da mutluluk tablosu çizenler var.

Bir yanda laik, ilerici Cumhuriyetçiler var,
diğer yanda tarikatlarla kucaklaşan dinci gericiler!

Ya Cumhuriyet Devrimi’nden yanasınız ya da karşıdevrimden!
Ya halkın yanındasınız ya da sömürücü sermaye iktidarının.
Ya tam bağımsızlıktan yanasınız ya da emperyalizmle işbirliğinden.

Bunun ortası yok.
Kimsenin 23 yıl sonra bu kadar net bir kutuplaşma ortamında ortacılara kanacak hali de yok!
Tarafınızı belirleyin!

Türkiye’de Tıbbi Malpraktis ve Hekim Hakları

Dostlar,

9 Nisan 2026 günü, akademik çalışanlara, Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilimsel Tartışma Dizisi Konferansları düzenli bilimsel sunumlar kapsamında bir sunum yaptık. Konu,

  • Türkiye’de Tıbbi Malpraktis ve Hekim Hakları” idi.

Malpraktis” sözcüğü bileşik bir sözcük. “Mal” ve “praktis” sözcüklerinden oluşmakta ve
hatalı, kötü uygulama” anlamına gelmektedir.

Tıbbi” sözcüğü başa getirilince tıpta “hatalı, kötü uygulama” anlatılmaktadır ve başlıca sorumlu özne Hekimler-Tıp Doktorlardır.

Doğallıkla her sorumluluk alanı, madalyonun öbür yüzünde “hakları” da dengeli olarak
somut hukuk normlarıyla düzenlemek zorundadır.

58 yansı ile konuyu bilimsel olarak ve kapsamlı biçimde irdeledik. Ulusal işleyişin yanı sıra uluslararası örnekler de sunduk. Hukuksal düzenlemede nazik denge bozulursa, ödenen bedel büyüyor. Hekimler aleyhine ağır yapılandırma ile ödenen maddi giderimler (tazminatlar) gereksiz şişiyor ve sağlık hizmetlerinin bedeli yükseliyor. Keza hekimler “savunmacı tıp” davranışı sergiliyor ve komplikasyon riski yüksek, dolayısıyla dava edilmeleri olasılığı fazla olan karmaşık olguları (vakaları) sağaltmaktan (tedavi etmekten) kaçınıyorlar.
Bu durumda da halk ağır bedel ödüyor ve halk sağlığı ciddi tehdit altına giriyor.

Sorun karmaşık ve çok yönlü çözümler gerektiriyor.
Öncelikle “kurban” olarak hekimleri ayrıştırma politikası terk edilmeli.

Tarafların ortaklaşa sorumluluğu ile kamu öncülüğü ve sorumluluğunda akçal (mali) havuz oluşturulmalı.

Yargı alanında da “Yargısal malpraktis” kurumu mutlaka etkin kılınmalı. Yıllar önce, bir Tıbbi Malpraktis bilimsel toplantısında Yargıtay üyesi bir yüksek yargıca sorduğumuz soruya aldığımız yanıt çok çarpıcıdır :

  • Bana yargı malpraktisi yaptırımı dayatırsanız, benden hiç ağır cezalar beklemeyin..

Yansıları görmek için pdf dosyası erişimini tıklayınız : Türkiye’de Malpraktis ve Hekim Hakları

X (twitter) hesabımızdan da erişilebilir : https://x.com/profsaltik/status/1911212954185269288

Yararlı olmasını dileriz.

Sevgi ve saygı ile. 13 Nisan 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 9 Nisan 2025

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SUÇ MU?

Protestodan (toplantı ve gösteri hakkı) sonra (iktidar yasaları gereğince) boykot da suç oldu.

AKP binasına arkamızı dönüp gaz çıkarsak?..

ÇIRPINIŞ

Vatan Partisi yayın organı Ulusal Kanal’ın değerli yorumcusu yandaş Cem Küçük hedef gösterdi, TRT bazı dizi oyuncuları boykotu destekledikleri için kadrodan çıkardı. NOW TV dizi oyuncusu aynı nedenle gözaltına alındı.

CHP’nin ve gençlerin boykot çağrısını kötüleyen RTE ve DİB Erbaş, kendilerinin yaptıkları çağrıları unutmuşlar.

Bakanlar, görev gereği alışveriş görüntüsü verdiler.

Çırpınıyor Karadeniz…

MAL

Çine Gençlik ve Spor İl Müdürü, boykotu destekleyen sanatçıları ”mal “olarak nitelemiş.

AKP’ye biatla hizmet eden “mal“ların ayırdına varsa…

TÜİK

TÜİK Mart enflasyonunu ENAG’ın yarısı düzeyinde gösterdi.

Mart’ta Şubat’tan daha başarılı…

TEHDİT

Bahçeli, “Şayet sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz’da olduğu gibi başkaları dikilirse, kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek, olayların önüne nasıl geçilecektir?​” dedi.

Halkı, halkla tehdit eden milliyetçi!.. 

ÇÖKÜŞ

RTE’nin eski metin yazarı, eski AKP Milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, “Tüm imtiyazlar geride kalmıştır. Yeni duruma alışacaksınız, Anadolu ihtilalini kabulleneceksiniz, milletin ve milli iradenin önünde diz çökeceksiniz.

Ünal biliyor, bir kişinin önünde diz çökenler sonunda milletin önünde diz çökecek

MÜFTÜ

Din adamı kılığının ardına saklanan bir yaratık, Kuzeyin Oğlu için “geberdi” dedi. DİB’lığı zorlama ile soruşturma açtı.

Bu iktidar sürse Erbaş’ın yerine geçer…

BAHÇELİ

İki ay Çarli’yi oynayan Bahçeli ortaya çıktı. Sağlığına laf edemeyiz de RTE,
“Daha birlikte yapacağımız çok şey var.” demez mi!

Yetmedi mi?..

İNSANCIL

AFAD, Hatay’da depremzedeler için kurduğu konteyner kentte İmamoğlu’na imza verenlerin çıkarılacağını duyurdu.

AKP Devletinin adalet, demokrasi, insanlık anlayışının “güzel” (!) bir örneği!..

TUTUKLU ve HÜKÜMLÜLERİN SAĞLIK HAKKI

Cumhuriyet, 11 Nisan 2025, Ahmet Saltık: Tutuklu ve hükümlülerin sağlık hakkı

https://x.com/profsaltik/status/1910199532584948179?t=eQKi3x0lTbGj10xuzNpTng&s=19

Yaşam hakkı en temel insan hakkıdır.

Sağlık Hakkı”, ilkini olanaklı ve anlamlı kılan temel haktır ve ulusal – uluslararası hukuk metinlerinde güvenceye alınmıştır. Anayasa m.56, sağlık hakkını özel olarak netlikle tanımlar :

Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

17. md. ise “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” der.

Tutuklu-hükümlüler de bu koruma ve güvenceden yararlanır. Çünkü Türkiye, –kağıt üstünde de olsainsan haklarına saygılı ve dayanan bir devlettir (AY m.2 ve 14). BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, “Hiç kimse işkence, zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı işleme ya da cezaya tabi tutulamaz.” der (m.5). Aynı Bildirge, 25. maddesinde tıbbi bakım hakkını tanımlar.

AİHS de 2. maddesinde yaşam hakkını ve ayrılmaz önkoşulu sağlık hakkını tanır. Dünya Sağlık Örgütü Anayasası kapsamlı sağlık tanımı verir. Bu tanım Türkiye’yi de bağlar (AY m.90/5).
İç hukuka kattığımız Biyotıp Sözleşmesi m.2, insan yaşamı ve sağlığının, bilimsel ya da sosyal hiçbir gerekçeyle geriye atılamayacağını vurgular.

AİHS, m.3 uyarınca, “hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı muameleye tabi tutulamaz.” İHAM, cezaevinde gerekli sağlık hizmetlerinin sunulmamasını, bu maddeye aykırılık olarak değerlendirmektedir. AYM-Anayasa Mahkemesi birçok kararında, sağlık hizmetine erişimin kısıtlanmasının kötü muamele yasağını ihlal edebileceğini belirtmiştir. Yaptırımlar Türk Ceza Yasasındadır; iyi bilinmektedir, bilinmelidir ve çok ağırıdır.

Bir devletin hukuka ve insan haklarına olan bağlılığı, cezaevindeki insanlara nasıl davrandığı ile ölçülebilir. Sağlık hakkı, yaşam hakkının ayrılmaz parçasıdır ve yaşam hakkı, duvarların ardında bile dokunulmazdır. Hekimler için mahpus (hükümlü ve tutuklu) hastalara hizmet etik yükümdür. Özgürlüğü kısıtlı kişilerin, sağlık bakımından da sınırlanmaları “çifte ceza” anlamına gelir. Örn. cezaevinde ağır kalp hastasının etkin sağaltıma (tedaviye) erişememesi, bir mahpusun acil servise yineleyen sevkine karşın yatırılarak etkili hastane hizmetine ulaşmasının sağlanmaması / engellenmesi yalnızca basit bir ihmal değil, kasta varan açık hak ihlali ve suçtur.

5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun hükümleri çok nettir :

Md.16: Ağır hasta ve engelli hükümlülerin cezası ertelenebilir.
Md.71: Hükümlülerin sağlık hizmetlerinden yararlanması ve düzenli muayenesi zorunludur.
Md.105/a: Ceza infazının hastalık nedeniyle ertelenmesi olanaklıdır.

Cezaevleri, yalnızca özgürlükten yoksun bırakma alanları değil; aynı zamanda kişi haklarının, insan onurunun ve hukuk devletinin sınandığı yerlerdir. Özellikle sağlık hakkı, tutuklu ve hükümlüler açısından hem yaşamsal hem de en kırılgan alanlardan biridir. İnsan hakları hukukunun temel ilkelerindendir : Bir insanın cezaevine girmesi, onun insan olmaktan kaynaklanan haklarını yitirmesi anlamına gelmez. Onlar Devlete emanettir. Masumluk karinesi unutulamaz! Sağlık hakkı, yaşama hakkının ayrılmaz parçası hatta onun özü ve önkoşuldur.
***

Mahir Polat, tutuklu bir kamu görevlisi yurttaştır. Koroner damarlarında altı stent vardır ve hipertansiyon hastasıdır. Kan basıncı denetlenememekte ve tehlikeli sınırlara çıkmakta, ciddi ölüm riski oluşturmaktadır. Zaten dolaşımı çok sorunlu kalp kası, yüksek kan basıncı ile iyice zorlanmakta ve ani ve ağır kalp krizine, kalp yetmezliğine zemin hazırlanmaktadır. Böylesi bir hastanın özel diyeti, egzersizi, spor planı… olmalıdır. Sayın Polat’ın durumundaki bir hasta için en tehlikeli durum strestir. Avukatı ve ailesinin olağanüstü çabası ile hastaneye sevk edilmiş ancak, anlaşılmaz biçimde hastaneden Adli Tıp Kurumuna yönlendirilmiştir. Bu sevk yanlış ve yersizdir. İlgili hastane gerekirse hastayı yatırarak sağaltıma (tedaviye) alacak ve tıbbi rapor düzenleyecektir. Bu raporlar önce ara raporlar olacak, tablo yerleşince son durum raporu düzenlenecektir. Anılan hastane raporları Adli Tıp Kurumu’na onay için yollanacaktır. Bu onay kural olarak biçimseldir.

İnfaz yargıçlığı, hükümlülerin kesinleşen cezalarının infazı aşamasında yukarıda sayılan 5275 s. yasa normlarını yürütmekle yükümlüdür. Ancak Sayın Polat halen kesin hüküm almadığından, tedbir olarak Sulh Ceza Yargıçlığı tarafından, soruşturma savcısı istemiyle tutukludur. İddianame hazır değildir ve kovuşturmaya geçilmemiştir. Bu aşamada haksız ve hukuksuz tutukluluğa itiraz makamı görevli sulh ceza yargıçlığıdır. Yargıçlık, kendisine ulaştırılan tıbbi raporları dikkate alarak, itirazda tutukluluk kararını kaldırabilir. Yargılama, iddianame tamamlanıp yetkili mahkemece kabul edildiğinde tutuksuz sürdürülebilir (kovuşturma aşaması). Soruşturma savcısı da şüphelinin avukatları, ailesi, kendisi eliyle ulaştırılan Adli Tıp Kurumu onaylı ya da değil, resmi tıbbi raporlara dayalı olarak, tutuklama kararı veren sulh ceza yargıçlığından bu tedbirin (önlemin) kaldırılmasını isteyebilir, istemelidir. Olağan dışı bir yaşam hakkı güvencesi olarak AY m.104/16, Cumhurbaşkanına sürekli hastalık, sakatlık ve kocama nedeniyle kişilerin cezasını hafifletme veya kaldırma yetkisi bile tanımıştır.

Yaşanan tablo Türkiye’ye hiç yakışmıyor.

Derhal, insan haklarına dayalı ve bağlı hukuk devleti olmalıyız.

Yazının pdf biçimi : 42. Tutuklu ve Hükümlülerin Sağlık Hakkı

BOŞ ZAMAN SOSYOLOJİSİ; TOPLUMSAL YAPILAR ve GELİŞME DÜZEYİNE ETKİLERİ

 Prof. Dr. Halil Çivi
10 Nisan 2025

Fransa’da yaşadığım 1970’li yıllarda, boş zaman sosyolojisi, (Fransızca “sociologie de loisir”) kavramıyla ilk kez karşılaştığımdan beri, boş zaman etkinlikleri konusu hiç belleğimden silinmedi. Farklı toplumsal yapılarda, boş zamanın nasıl kullanıldığı konusunun toplumsal, ekonomik ve ekinsel (kültürel) gelişmelerle yakın bağ ve bağlantılar içinde olduğunu ayrımsadım (fark ettim).

Çeşitli nedenlerle, geri kalmış ya da yeterince gelişememiş toplumların boş zamana yükledikleri anlam ve boş zaman etkinlikleri ile gelişmiş toplumlar arasında kimi önemli farklı tutum ve davranışlar olduğunu gözlemledim.

Örneğin, gelişmiş ülkelerin emeklileri neden ulusal ve uluslararası turistik ya da kültürel gezilere katılır ya da topluma yararlı üretken, sosyal ve sanatsal hobilerle uğraşırlarken; Türkiye’deki emekliler neden çoğunlukla kahvehanelerde kağıt, okey vb. oyunlarla zaman öldürüyorlar?
Sizler de bu vb. soruları çoğaltabilir ve kendinizce farklı nedenler üretebilirsiniz…

Acaba Sosyoloji bilimi açısından boş zaman konusu nedir, nasıl yorumlanabilir? Farklı toplumsal yapılarla nasıl ilişkilendirilebilir? Şimdi önce Sosyoloji bilim dalı açısından aşamalı olarak konumuza yanıt aramaya çalışalım. Öyleyse öce Sosyoloji bilimini tanımlayalım.

Sosyoloji bilimi nedir?

Sosyoloji biliminin konusu; toplumların kendisidir. Toplumsal yapılar, toplumsal kurumlar, toplumsal ilişkiler ve bu ilişkilerden doğan toplumsal gelişme ve değişmeleri kapsar. Her bilim dalı gibi, Sosyoloji bilimi de çeşitli alt ve yan dallara ayrılır. Boş zaman sosyolojisi de genelde kültür sosyolojisinden türetilen bir alt bilim dalıdır.

 Kültür sosyolojisi nedir?

Kültür sosyolojisi bir toplumda, tarihsel zaman süreci içinde oluşan nesnel ve moral değerlerin, tapınmaların, törelerin, alışkanlıkların, normların ve simgelerin (sembollerin) toplum içindeki önemlerini, rollerini, etkilerini ve değişimlerini inceleyen bir bilim dalıdır. Kültürel yapılar toplumların aynasıdır, fotoğrafı ya da resmidir. Çünkü her toplumun kendine özgü, o toplumu öbürlerinden ayıran, az-çok farklı özel bir yapısı vardır.

Yüce Önderimiz M. K. Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” demişti. Ayrıca kültürler de tıpkı ekonomi, siyaset… ve hukuk kurumları gibi değişime uğrar. Kurumlar, yapılar, ilişkiler, inançlar ve normlar değiştikçe kültürler de değişir. Eğer kültürel dinamikler olumlu yönde değişirse kültürel yapılar da olumlu yönde değişir. Aksine, olumsuz etkenlerin oluşturduğu tersine değişmelerde toplum ya tersine değişir ya da geri kalır.

Bir toplumdaki üretim kültürü ölçüsünde, tüketim kültürü ve bu arada boş zaman etkinlikleri de kültür sosyolojisinin kapsamı içine girer.

Peki boş zaman sosyolojisi nedir?

Boş zaman sosyolojisi; öğrenci, çalışan, emekli, mahkum, her yaşta, her diliminde ve her meslekteki insanların olağan iş, görev, çalışma saatlari dışında kalan boş zaman dilimindeki bireysel tutumları ve etkinliklerini konu edinir. Kişilerin dinlenme, yemek ve uyku saatlari boş zaman sayılmaz.
Boş zaman, olağan çalışmalar ve görevler tamamlandıktan sonra arta kalan zamandır.

Boş zaman sosyojisi açısından, insanların ve toplumların, olağan iş ve çalışma etkinlikleri dışında kalan boşa, açığa çıkan zaman dilimlerini nasıl değerlendirdikleri ya da değerlendirebildiklerine bakılır. Bir kişinin gerçek boş zamanlarında, elinde fırsat varken tembellik edip hiçbir şey yapmamak, tersine kitap okumak, arkadaşları ile buluşmak, oyun oynamak, sosyal etkinliklere başlamak, resim, müzik, yontu (heykel) kurslarına katılmak, dinlenceye (tatile) gitmek, ülke ya da dünya turuna çıkmak ya da para getiren işlere istekli olmak; suç örgütlerine, suçlular kervanına katılmak, birer boş zaman etkinliği kabul edilir.

Ancak insanların olağan işlerini, görevlerini ya da ödevlerini savsaklamak ya da onları savsaklamak (ihmal etmek) boş zaman değildir. Dolu zamanı kötüye kullanmaktır. Boş zamanları doğru üretken ve etkin kullanan insanların hem kendileri hem aileleri ve hem de ülkeleri bundan kazançlı çıkar. Çünkü insan ve toplum yaşamındaki zaman, yeniden üretilmesi, kazanılması, geri getirilmesi olanaksız olan tek şeydir. Zamanın durdurulması ve geri vitesi de yoktur. Zaman durdurulamaz.

-Küçük çocuklar açısından boş zamanı etkin kullanmak, onları eğitici, sosyalleştirici ve geleceğe iyi hazırlayıcı oyunlarla meşgul etmektir. Çocuk yuvalarında (Kreşlerde) anaokullarında onları doğru ellerde ve geleceğe daha iyi hazırlayabilmek için nitelikli olarak eğitmek gerekir. Eğitim bir kamu görevi olmalıdır. Okul öncesi çağdaki eğitim olanaklarından şu ya bu nedenle yaralanamayan çocuklar, okul çağına geriden başlamış olurlar. Fırsat eşitliği bozulur.

Okul çağı öğrencileri için boş zamanı etkin kullanmak, hem ders ve ödevlerine dolaylı katkılar sağlayan, okuma, spor yapma, dostluk ve arkadaşlık ilişkilerini geliştirme fırsatı, aileye yardım, sosyal etkinliklere katılma… demektir. Ancak, sahte boş zamanlar üreterek, derslere girmeme, ödevlerini yapmama değildir. Sigara, alkol ve özellikle de uyuşturucu (AS: ve uyarıcı!) kullanma, çetecilik ya da mafyatik işlerin bir parçası olma gençleri, gençliği ve toplumu büyük sorunlara sürükleyebilir.

– İş yaşamında olan ve çalışan insanların boş zamanları, sınırlı olsa da yine vardır. Onlar da tatil, gezme, okuma, yeni hobiler edinme, sosyal çevrelerini genişletme, kültür ve sanat turizmine katılma gibi alışkanlıklar edinebilirler. Ancak uzun süre işsiz ve parasız kalanların boş zamanlarını yararsız, hatta topluma zararlı, yasadışı etkinlik alanlarına yönetme olasılığı yüksektir.

Emeklilere gelince : Boş zaman sosyolojisi açısından, hastalıklardan artakalan zaman dışında,
en çok boş zamanı olan insan kesimi emeklilerdir. Çünkü etkin üretim yaşamından çekilmişlerdir. Daha çok zamanları vardır. Emekliler boş zamanlarında kendilerince eksik kalan eğitim özlemlerini tamamlayabilirler. Çeşitli kurslara, toplumsal etkinliklere katılabilirler. Mesleksel bilgi ve toplumsal (sosyal) yaşam deneyimlerini, çeşitli yararlı kuruluşlar aracılığı ile topluma aktarabilirler. Uzun soluklu olarak, kültür turizmine katkı vererek, ülke ve dünya turuna çıkabilirler. Yeni hobiler, üretken alışkanlıklar edinip daha nitelikli ve yararlı işler yapabilirler, ancak önemli bir sorun var. İşin parasal boyutu söz konusu. Akçelemesi (Finansmanı) olmayan bir boş zaman etkinliği planlamak ve etkin, hatta zararsız kullanmak çok zordur.

Boş zamanın akçelemesi (finansmanı) nasıl olur?

Son sözü ekonomi söyler ya da her etkinlik için zaman gibi para da gereklidir denir. Ancak yitirilen para yeniden kazanılabilir, ama yitik zaman yerine konamaz. Ancak boş zamanı devreye sokan, bedelini ya da değerini artıran yine paradır. Çünkü vakit nakit olarak bilinir.

Yukarıda saydığımız çocuk, öğrenci, çalışan, mahkum ve emekli gibi her türlü sosyal kümenin boş zamanın nitelikli, verimli ve üretken geçebilmesi için yeterli paraya gerek vardır. Para olmadan gazete-kitap alınamaz, yemeğe çıkılamaz, geziye gidilemez, dinlence (tatil) yapılamaz… Ancak parasız, işsiz ve aç olanların tutum ve davranışlarını yasa dışı etkinliklerden alıkoymak o denli kolay değildir.

Eğer gerekli parasal gücü yoksa, aile küçük çocuğunu yuvaya (kreşe), anaokuluna gönderemez. Öğrenci olan çocuklarına harçlık veremez. Sosyalleşmesine katkı sunamaz. Hatta okula, yükseköğretime gönderemez. Toplumsal ve ekonomik yarışmada (rekabette) çocuğunun geri kalmasına neden olur.

Eğer ücret düzeyi düşükse, çalışan aile babası, ailesi ve çocukları ile dışarı çıkıp yemek yiyemez. Ekinsel (Kültürel) etkinliklere, turistik gezilere katılamaz. Dinlence (Tatil) yapamaz. Hatta o boş zamanında yeni parasal getirili ikinci iş peşinde koşmak zorunda kalabilir. Ayrıca bir de işsiz kalmışsa, sosyal güvencesi yok ya da yetersizse, yoksulluğa ve sefalete mahkum olabilir. Yaşamını sürdürebilmek için yasa dışı, devlete ve topluma zararlı işlere katılabilir. Aile ilişkileri bozulabilir…

Görünüşte, farklı uğraşlar için, emeklilerin boş zamanı çok gibi görünebilir. Fakat emeklinin gelir düzeyi çok düşük ve boş zamanlarını akçalayacak (finanse edecek) parası yoksa, emeklilik için düşlediği hiçbir özlemini gerçekleştiremez. Hatta geçinebilmek için, ilerlemiş yaşına ve süreğen (kronik) rahatsızlıklarına karşın, bulabilirse, az ücretli ve zor da olsa ek iş arama peşine bile düşebilir. Kağıt toplayıcılığı yapabilir. Kağıt mendil, su, yara bandı.. satıcılığı yapabilir. Yeteneği varsa sokak müzisyenliğine soyunabilir ve hatta dilenebilir. Yasa dışı işlere bile yönelebilir…

Boş zaman ve ekonomik gelişme düzeyi ilişkisi

Gelişmiş bir ekonomik ve toplumsal yapı halkın gönenç (refah) düzeyini yükseltir. Yaşamını kolaylaştırır ve yaşam niteliğini (kalitesini) artırır. Eğer bir ülke ekonomik toplumsal (sosyal), ekinsel (kültürel) ve hukuksal boyutları ile iyi gelişmişse, kişi başına düşen ulusal gelir yüksekse, gelir dağılımı adilse, sosyal güvenlik şemsiyesi yeterliyse, orta sınıf güçlüyse, kamu ve özel sektör ücretleri yaşam standartlarına uygunsa, emekli aylıkları tasarrufa fırsat yaratabiliyorsa, her basamaktaki (kademedeki) boş zaman akçelemesi (finansmanı) için yeterli parasal kaynak var demektir. Aileler çocuklarının, çalışanlar ailelerinin ve emekliler kendilerinin boş zamanlarını akçeleyebiliyor (finase edebiliyor) ve ekonomik etkinliklerin canlanmasına katkı sunuyorlar demektir.

Ekonomik ve toplumsal açıdan azgelişmiş ya da yeterince gelişememiş, enflasyon, işsizlik ve yoksullukla boğuşan toplumlarda halkın gönenç (refah) düzeyi düşüktür. Bu tür toplumlar arasında gelişme farkı olmakla birlikte, azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerdeki durum yukarıda tanımlanan gelişmiş ülkelerin tersinedir. Bu ülkelerdeki ekonomik, toplumsal, siyasal, ekinsel (kültürel), eğitimsel ve hukuksal yapılar yeteli gelişme ve olgunluğun gerisindedir. Ulusal gelirin büyüklüğü yetersizdir. Kişi başna gelir düşüktür. Sosyal güvenlik şemsiyesi dardır. Orta sınıf azdır. Gelir dağılımı bozuktur. İşsizlik ve enflasyon oranları yüksek ve süregendir (kroniktir). Özel sektör, kamu sektörü ve emekli ayklıkları olması gerekenin çok altındadır.

Sonuç olarak              : Bu tür ülkelerde, boş zaman sosyolojisi açından akçeleme (finasman) olanakları ya yoktur ya da çok kısıtlıdır.

Şu soru sorulabilir : Peki Türkiye’de durum nasıldır? Bu konuda elimizde sayılara dayalı bir veri kümesi (seti) ya da veri bulmak çok zordur. Ancak, kişi başına gelir ölçüşüne, ulusal gelirin dağılımdaki adaletsiz duruma, orta sınıfın eritilmiş olmasına, süregen yüksek enflasyon ve işizlik oranlarına, kamu-özel sektör ortalama ücret düzeyinin ve emekliler aylık ortalamasının gelişmiş Batı ülkelerinin oldukça gerisinde olmasına bakılırsa; boş zaman etkinliklerinin akçelenmesinde de (finasmanında) Türkiye’deki durumun çok iyi olduğu söylenemez. Daha çok zamana, çabaya , olumlu ve yapıcı politikalara gerek vardır.

Genel sonuç                      :

Bir toplumdaki boş zamanın etkin ve tutarlı kullanımı çok önemli bir konudur. Toplumların gelişmişlik derecesi ile de sıkı ilişki içindedir. Ülkeler, çağın gereklerine uygun ve nitelikli olarak geliştikçe boş zamanın akçelenmesi de (finansmanı) artar. Bu durum toplumsal ekinsel (kültürel) ve ekonomik yapıyı her yönden olumlu etkiler.

Boş zaman sosyolojisi açısından, bir ülkedeki boş zaman etkinliklerinin akçelenmesi (finansmanı) önemli bir konudur. Bu ekinliklerin yeterli ve sürekli olarak akçelenememesi o toplumun bireysel, ailesel, toplumsal, ekonomik ve ekinsel (kültürel) yaşamın nitelik ve niceliğini olarak olumsuz etkiler.

Türkiye’nin konumu boş zamanın akçelenmesi (finansmanı) açısından çok iç açıcı değidir. Siyasal iktidarlara, çoğu alanda olduğu gibi, bu alanda da çok iş düşmektedir. Tutarlı, etkin, sürdürülebilir ve kalıcı politikalar üretip gereğinin yapılması beklenir.

Ama çok kötümser olmaya da gerek yok. Yeter ki toplumsal, ekonomik, siyasal, hukuksal, eğitimsel ve ekinsel (kültürel) gerekleri yapılabilsin.

ANAYASA ve VESAYET…

Dr. Necmi Akyalçın

ÖZDEN SÖZE : Çanakkale Olay Gazetesi, 11 Nisan 2025

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır)

Mehmet Metiner‘in 2015’te söylediği “Anayasayı paramparça edeceğiz” sözleri, son günlerde yeniden gündem oldu. Anayasamızın paramparça edilme gerekçesi ise; “vesayetin son kalesi” olmasıymış. Güzel ülkemizin, son günlerde gerek iç politikada gerekse dış politikada yaşadığı bu yoğun günlerde, bir de Sayın Metiner’in bu sözleri bomba etkisi yapmış olsa gerek. Çünkü hemen herkes bu sözleri konuşuyor, TV kanalları bu sözleri yorumluyor. Arapçadan dilimize girmiş olan, Vesayet, Vasilik, Vasi sözcükleri ne anlamı içermektedir acaba? TDK Türkçe Sözlük: Vesayet yazınca, bizi vasilik sözcüğüne yönlendiriyor. Vasilik: Vasi olma durumu; vesayet. Vasinin yaptığı iş; vesayet. Vasi: Bir yetimin veya akılca zayıf, hasta birinin malını yöneten kimse. Ölen bir kimsenin vasiyetini yerine getirmekle yükümlü olan kimse. Açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, bir kimsenin, başka kimse adına yükümlülükleri, yapılması gerekenleri yerine getirmeyi üstlenmesi işidir vesayet.

Aynı Sözlüğe göre Anayasa nedir? Bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargılama güçlerinin nasıl kullanılacağını gösteren, yurttaşların kamu haklarını bildiren temel yasa; kanun-u esasi, temel yasa.

Türk hukuk tarihine bakıldığında, karşımıza beş anayasa çıkmaktadır. Bunlar 1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarıdır. Türkiye Cumhuriyeti tarihine bakıldığında ise durumu şöyle değerlendirebiliriz :

Cumhuriyetimizin ilan edildiği 29 Ekim 1923’te yürürlükte olan 1921 Anayasası, Ulusal Bağımsızlık Savaşı yıllarında işgale karşı verilen savaşın gölgesinde hazırlanmış 23 madde ve bir ayrık maddeden oluşan, bir başka adı da Teşkilat-ı Esasiye Kanunu olan, bir çerçeve anayasa niteliğindeki belgedir. 105 madde ve bir geçici maddeden içeriyordu ve 1924 Anayasası ile yürürlükten kaldırılmıştı. 1924 Anayasası, Cumhuriyetle birlikte ülkemizde başlatılan çağdaşlaşma ve aydınlanma sürecinin de -eksikliklerine karşın- yasal çerçevesi niteliğindeydi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 37 yıl (27 Mayıs 1960’ta TSK’nin yönetime el koymasıyla her ne denli
yürürlük dışı bırakılsa da, 20 Temmuz 1961’e dek bu Anayasayla yönetilmiştir.

27 Mayıs 1960’ta TSK’nin yönetime el koymasıyla ülkemizde yeni bir sayfa açılmıştır. Dolayısıyla yeni Anayasa çalışmaları başlatılmıştır. 27 Mayıs 1961’de Kurucu Meclisçe kabul edilen yeni Anayasa, 9 Temmuz 1961’de halkoyuna sunulmuştur. %61.7 evet oyuyla kabul edilen, 157 asıl,
11 geçici maddeden oluşan ve 1961 Anayasası olarak anılan Anayasa, 20 Temmuz 1961’de yürürlüğe girmiştir. Her ne denli Askerlerin yönetime el koyması ile hazırlanmış olsa da,
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, insan hak ve özgürlüklerine en geniş yer veren Anayasa olduğu
yaygın kabul edilen 1961 Anayasası, 12 Eylül 1980 askeri darbesine dek yürürlükte kalmıştır.

12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri darbe ile Türkiye Cumhuriyeti devleti yönetimine el koyan generaller, yürürlükten kaldırdıkları 1961 Anayasası yerine yeni Anayasa çalışması başlattılar.

1982 Anayasası olarak anılan son Anayasa, 7 Kasım 1982 halkoylamasında %91.37 evet oyuyla kabul edilerek 2709 sayılı yasayla ve 177 asıl maddesiyle 9 Kasım 1982’de yürürlüğe girdi.
Çeşitli tarihlerde çok sayıda maddesi değiştirilen bu Anayasa, yazımızın yayınlandığı 11 Nisan 2025’e dek, 43 yıldır yürürlüktedir. İşte Mehmet Metiner’in, “vesayet Anayasası olarak değerlendirdiği ve paramparça edeceğiz dediği Anayasa, bu Anayasadır. Kabul edilişinden
günümüze dek neredeyse ¾’ü değiştirilen veya güncellenen bu Anayasanın neresinden rahatsızdır acaba bu Metiner?

Mehmet Metiner’in TV’lerde yaptığı benzer konuşmalara girmeyeceğim. Bugün yürürlükte olan ve Mehmet Metiner’in “vesayet Anayasasıdır, paramparça edeceğiz” dediği;

  • T.C. Anayasası’nın değiştirilmesi önerisi bile yapılamayacak ilk 4 maddesi şöyledir        :

1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde,
insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
​3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.
Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Milli marşı “İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara’dır.
4- Anayasanın 1. maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile
2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi hükümleri değiştirilemez ve
değiştirilmesi teklif edilemez.

Şimdi hepimizin sorması gereken sorular şunlar olmalıdır:

  • Bu maddelerle kimin, ne sıkıntısı olabilir?
  • Bu maddelerle sıkıntısı olanların gerçek niyeti nedir?
  • Bu maddelerle sıkıntısı olanlar, gerçekten bu toprakların insanı mıdır?

Öyle ya, Graham Fuller (CIA elemanı) vb. de bu Anayasadan, özellikle ilk 4 maddeden rahatsızlar.

Güzel ülkemizde milletvekili de olabilen ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde Ülkemizin bölünmez bütünlüğü ile Anayasaya sadakat yemini edenlerin, bugün çıkıp, sadık kalacağına namus ve şerefi üzerine yemin etmiş olmasına karşın, “o Anayasayı paramparça edeceğiz” demesinin anlamını, siz değerli okurlarımıza bırakıyorum. Herkese iyi bir hafta sonu diliyorum…
=========================================
Dostlar,

Dilbilimci dostumuz Sn. Dr. Necmi Akyalçın, Çanakkale’de uzun yıllar ADD Şube başkanlığı yaptı. ADD Genel Merkez Yönetiminde de üst düzey sorumluluklar üstlendi.
Üniversite’de Türkçe’mize çok değerli bilimsel katkılarının yanı sıra, Çanakkale yerel Olay gazetesinde de aydın sorumluluğunu sürdürüyor. Üstteki uyarıcı yazısını paylaşmak istiyoruz.
Biz ayrıntılı teknik bilgi ekleyelim :
***
ANAYASADA DEĞİŞİKLİKLER..

​1982 Anayasası, 9 Kasım 1982’de yürürlüğe girmesinden bu yana birçok kez değişikliğe uğradı.

Toplam Anayasa değişikliği sayısı : 21 kez
Anayasada değişiklik gören madde sayısı : 177 maddenin 113’ü değişikliğe uğramıştır. ​
Yinelenen (tekrarlanan) değişiklik gören madde sayısı da hiç az değildir.

 Anayasa Değişikliği İçin Yapılan Halkoylamaları

1982 Anayasası’nda yapılan değişiklikler kapsamında 4 kez halkoylaması (referandum) düzenlenmiştir:

  1. 7 Kasım 1982: Anayasa’nın kabulü için yapılan halkoylaması.
  2. 6 Eylül 1987: Geçici 4. maddenin kaldırılması ve siyasal yasakların sona erdirilmesi.
  3. 12 Eylül 2010: Yargı reformu ve AYM’ye bireysel başvuru hakkı gibi değişiklikleri içeren halkoylaması.​

16 Nisan 2017… Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişi öngören anayasa değişikliği halkoylaması.
Ki bu oylama HUKUK DÜNYASINA DOĞMAMIŞ, YOK HÜKMÜNDEDİR!
AKP iktidarı meşruluğunu bütünüyle yitirmiştir ve bu durum
neredeyse 8 yıldır Türkiye’ye eylemli (de facto) dayatılmaktadır.

Türkiye, hukuk dünyasında yitik / sanal bir ülkeye indirgenmiştir.
Bu durum asla kabul edilemez ve daha çok sürdürülemez!

Geriye ne kaldı??
Hala askeri vesayet ya da darbe anayasası mı?
21 kez anayasa değişikliği ile 113 / 177 madde yeniden düzenlendi.
Hala başaramadınız mı vesayet / darbe anayasasından (!) kurtulmayı?
22. değişiklikle nasıl başaracaksınız bu amacınızı? Hangi maddeler hedefte?
Derdiniz, AKP’li Mehmet Metiner‘in 2015’te söylediği “Anayasayı paramparça edeceğiz” mi?
Zaten ülkede halen Anayasa askıda! AYM ve AİHM kararlarını tanımayan hukuk devleti olur mu?

Anayasayı paramparça edeceğiz” hedefi, ilk 4 maddeye biçimsel olarak dokunmasa bile,
içini boşaltarak etkisizleştirme ve RTE’ye ölene dek halife-sultanlık hedeflidir; hepsi bu!

Takke düşmüş, kel görünmüştür epeydir.

  • Ulusumuz bu dinci-gerici ve Atatürk düşmanı karşıdevrime geçit vermeyecektir!

Sevgi ve saygı ile. 12 Nisan 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com 
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik