İbrahim Türkeş
Hukukçu, Felsefeci
Türkiye, yatay ve dikey çizgilerle dörde bölünmüş, böylece oluşan eğitim coğrafyasında Cumhuriyet Devrimi’nin kültürel altyapısını oluşturmak için her eğitim coğrafyasına beş Köy Enstitüsü kurulmuş. Toplumda yaygın olan düşünce dinamiklerinin çağdışı, akıldışı, bilimdışı olduğu yıllar. Bir yanda temelini anlamını bilmeden bir din kitabını ezberlemede bulan “hafızlık” geleneği ve onu kuşanmış olan dogmatik düşünce, öbür yanda tarih boyunca her türlü baskısına isyan etmiş olduğu dogmatizmi reddeden yaratıcı ve canlı aklın eseri olan çağdaş uygarlık. Bir yanda çözülemeyen ve çözümü de giderek zorlaşan sorunları karşısında Allah’a sığınmaktan başka çıkar yolu kalmamış yoksul, çaresiz köylüler; öbür yanda 258 köye hükmeden, gücüne ve toprağına ortak istemeyen Kinyas ağalar, aşiret beyleri…
TÜRK RÖNESANSI
Türk Rönesansı da denilen Cumhuriyet Devrimi ve onun kültürel altyapısını örgütleyen Köy Enstitüleri, yurt düzeyinde Anadolu insanına Aydınlanmayı taşımak, okuryazar olmayan bir toplumdan düşünen, tartışan, sorgulayan, üreten aydın ve çağdaş insanlar yetiştirmek gibi bir tarihsel yüklenimle doğmuştur. “Nasıl bir eğitim?” değil, “eğitimin ne olduğu” sorusundan yola çıkarak eğitime çağdaş, laik, akılcı bir içerik kazandırmıştır. “Nasıl bir eğitim?”, politik tercihlere bağlı, siyasetçiye egemen olan dünya görüşüne göre kurgulanan bir eğitim izlencesi olup, gelenin keyfine göre değiştirilebilen bir öznelliği içerir. Türkiye’de eğitimin yazboz tahtasına dönüşmesinin, her gelenin kendine göre bir eğitim sistemini uygulamaya koymasının nedeni, değerli felsefecimiz Nermi Uygur’un kurucu soru dediği “nedir” sorusuna doğru yanıt verilmeden, “nedir”e verilecek yanıtın ardından işlevsel olabilecek “nasıl?” sorusu ile işe başlanmasıdır. Köy Enstitülerinde önce çağdaş bir eğitimin ne olduğu, sonra bunun nasıl gerçekleştirileceği ön planda tutulmuştur.
BUGÜN
Köy Enstitülerinde uygulanan ve artık hepimizin belleğine kazınmış olan
- Eğitim ilkeleri iş içinde, demokratik, katılımcı, üretime dayalı eğitimdir.
- Bu sistem UNESCO tarafından dünyanın geri kalmış ülkelerine eğitim modeli olarak önerilmiştir.
- Biz ise bu sistemi toprağa gömdük.
Bugün AB’nin eğitim konusunda ortaya koyduğu yeni örgütlenme modeli, bizim gömdüğümüz Köy Enstitülerinde uygulanan eğitimi çevreye açma modeli üzerinde yoğunlaşmış görünmektedir. Buna göre, eğitim yalnızca sınıfta olup biten bir etkinlik olarak değil, içinde yaşanılan çevrenin üretim merkezleri ve endüstriyel birimlerine doğru genişletilerek yapılması gereken bir etkinlik olarak değerlendirilmekte; böylece öğrenilenler ile uygulamalar arasında tutarlı bir davranış bütünlüğü oluşturma hedeflenmektedir. Tıpkı Köy Enstitülerinde olduğu gibi.
Öğretmen okuluna dönüştürüldükten sonra 1960’lı yıllarda öğrencisi olduğum Isparta Gönen İlköğretmen Okulu’nda bizden önceki Köy Enstitülü öğrencilere elektrik kesintileri sırasında bir kondansatörün nasıl devreye sokulacağının uygulamalı olarak öğretildiği, Gönen’deki eğitimi yansıtan özgün anılarımdan biridir.
- Bugün yeniden dogmatik, irrasyonel, metafizik ve dinsel içerik kazandırılmış eğitim izlencesi ile çıkmaza sürüklenen Türkiye’nin
eğitimde yeniden verimliliği artırabilmesi, insan kaynaklarını en akılcı ve verimli bir biçimde kullanabilmesi için eğitimde de rasyonel (ussal – akılcı) bir zemine dönme dışında bir seçeneği yoktur.
7 coğrafi bölgemizde kurulan (her coğrafi bölgeye 3 okul) 21 Köy Enstitüler fabrika gibi çalışıp her safhada üretim yaparken, başta ABD’nin işine gelmedi. 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen DP’nin toprak ağası Başbakan Adnan Menderes, doğudaki toprak ağaları Kinyas Kartal, imamlar vd bu Köy Enstitülerini kapatarak ülkeyi hem üretimsiz, hem karanlık bir döneme soktular. 1950’den sonra iktidara gelenler ülkemizi bu duruma getirdiler!
Köy Enstitüleri kapatılmasaydı Türkiye’miz bu karanlık ve yoksul duruma düşmeyecekti… Hiç kimse Almanya’ya çalışmaya gitmeyecekti… Yazık!
D. Aydoğmuş 28.04.2024