29 Ekim 2023 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılı kutlanacak.
Böylesine önemli bir tarihte, bir yandan Cumhuriyetin anlamını, bir yandan da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamak, herkes için yaşamsal önemde bir konudur.
13. yüzyılda kurulup 20. yüzyılda çöken Osmanlı İmparatorluğu’nda monarşi, teokrasi ve feodalizm geçerliydi.
Başka bir deyişle Osmanlı’da egemenlik, padişahta, ruhban sınıfında ve toprak ağasında idi.
Cumhuriyet ise halkın egemenliğine dayalı yönetim biçimidir.
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte egemenlik, padişahtan, halifeden şeyhülislamdan, ulemadan, tarikattan, cemaatten ve toprak ağasından alınıp, halka devredildi.
***
Ancak Cumhuriyet düşmanı karşıdevrimci odaklar, daha Cumhuriyetin kurulma süreciyle birlikte, Cumhuriyet yönetimini yıkmak için devreye girdiler.
Çok partili serbest seçimli düzene geçildikten sonra ortaya çıkan sağ görüşlü siyasal hareketler ve partiler ne yazık ki, Cumhuriyete sahip çıkmadılar, aksine, Cumhuriyetin yıkılmasını amaçlayan odaklara büyük bir altyapı hazırladılar ve büyük tavizler (ödünler) verdiler.
Demokrat Parti, Adalet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Anavatan Partisi, Doğru Yol Partisi bu siyasal partilerin arasında yer aldılar.
Onların hazırladığı ortamın sonucunda, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi, Yeniden Refah Partisi gibi, Cumhuriyeti yıkmayı temel amaç durumuna getirmiş siyasal partiler türediler.
***
Laiklik, Cumhuriyetin özünde olan temel ilkelerden birisidir.
- Laikliğin olmadığı bir yerde cumhuriyet olmaz.
Laikliğin olmadığı yerde ruhban sınıfının, halifenin, şeyhülislamın, ulemanın, tarikatların, cemaatlerin egemenliği olur.
- Laikliğin olmadığı yerde cumhuriyet ve demokrasi olmaz, teokrasi olur.
Bu nedenle kendisini kâğıt üzerinde, resmi biçimde, cumhuriyet olarak nitelendiren teokratik yönetimler, aslında ve fiilen bir cumhuriyet değildir.
Laiklik karşıtı olan MSP, RP, AKP, YRP gibi siyasal partilerin cumhuriyeti savunmaları da, kategorik olarak olanaksızdır.
***
Laiklik dinin, devlet, siyaset, hukuk, eğitim işlerine karışmaması ve devletin de bu koşulla, dindar vatandaşın dinsel inanç ve ibadet özgürlüğünü ve dindar olmayan vatandaşın dünya görüşünü ve yaşam biçimini güvence altına almasıdır.
Atatürk, laiklik olmadan Cumhuriyetin yaşayamayacağını kavrayacak ölçüde bilgili ve akıllı olduğu için, laik bir düzenin sağlanması için birçok önlem aldı ve devrim gerçekleştirdi.
Bu çerçevede, 1924 yılında halifelik kaldırıldı; ayrıca tüm vatandaşların laik ve bilimsel bir eğitim sisteminden yararlanmasını sağlayan Öğretim Birliği Yasası kabul edildi.
1925 yılında, tarikatların ve cemaatlerin yuvalandığı tekkeler, zaviyeler ve türbeler kapatıldı ve bunlarla bağlantılı unvanlar (sanlar) yasaklandı.
1926 yılında, Medeni Kanun ile kadınların ve erkeklerin hukuk önünde eşit olması sağlandı ve şeriata dayalı tüm yasalar ortadan kaldırıldı.
1928 yılında, 1876 Osmanlı anayasasından kalan “Devletin dini İslamdır” ifadesi anayasadan çıkartıldı; böylece devletin, tüm dinlere, mezheplere ve dünya görüşlerine eşit uzaklıkta durması ve din konusunun vatandaşın özgür iradesine bırakılması sağlandı.
1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.
1937 yılında laiklik bir anayasa maddesi haline geldi.
***
Atatürk’ün gerçekleştirdiği bu devrimler ve laiklik ilkesinin önemi anlaşılmadan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını kutlamanın da hiçbir anlamı yoktur.
Bu çerçevenin dışında gerçekleşecek tüm kutlamalar, Cumhuriyetin özüne ve ruhuna aykırıdır.
Bu güzel yazınızın önemini tüm yurttaşların okumalarını dilerim…Teşekkür ederim.CHP genel başkanlık yarışında başarılar diliyorum…..teşekkürler.
Her tümcesi ve sözcüğü HAKLI VE TEMELLİ, GEREKLİ VE GEREKÇELİ, SOMUT VE NESNEL, YURTSEVER VE BİLİMSEL, ÖNEMLİ VE DEĞERL tek sözle ve özetle GERÇEK ATATÜRK’CÜ VE MÜKEMMEL teşhisler, saptamalar, irdelemeler, yorumlar, teşhirler, sonuçlar, öngörüler. Çok değerli yazarı sevgili hocamız Prof.ÖYMEN’i derin saygılar ve en iyi dilekler sunarak kutlamak gerek.