Başlıktaki ifadeyi, yani memleketin geldiği noktayı tanımlamaya yarayacak bu tabiri doğrulayacak o kadar çok şey oluyor ki bugünlerde, her gün gazete birinci sayfalarını hazırlamaya çalışanlar, TV ve radyo haber bültenlerinde neyi öne çıkaracağına karar verenlerin işi çok zor.
Hani hep deriz ya:
“Bu ülkede gazetecilerin işi hem zor hem de çok kolay” diye…
Kolay, çünkü manşet sıkıntısı çekmiyoruz hiç. Bir gün içinde bazen 4 – 5, hatta daha fazla manşetlik haber var elimizde.
Zor, çünkü hangisini en tepeye koyarsak, diğerini “küçük ya da önemsiz göstermiş gibi olmaktan” çekiniyoruz.
20 yılını dolduran ama gidişinin de artık çok yakın olduğu anlaşılan, daha doğrusu kendi gidişini hızlandırmak için de elinden geleni yapan rejimin her icraatı, geçmişe (ve tabii ki bugüne) ait ortaya çıkan her türlü “yamuk-yumuk işleri”, bizlere neredeyse her dakika hatırlatıyor bu “ayıplı çıplaklığı”…
Bir yandan, her türlü hak arayışının, her türlü eleştirinin ve her dozda / her tonda muhalefetin karşısına tüm şiddetiyle dikilen, copunu, yumruğunu, gazını, tazyikli suyunu, ters kelepçesini, kötü muamelesini, işkencesini, mahkûmiyetini, zindanını esirgemeyen bir yönetim (daha doğrusu yönetememe) anlayışı ile karşı karşıyayız.
Diğer yandan, devasa bir enkaz haline getirdikleri ekonomik gerçeklerden kaynaklanan biçimde, halkın yaşamını dayanılmaz hale getiren bir sömürü ve pahalılık düzeni, her geçen gün “mengeneleri sıkıştırmakla” meşgul.
Bunlara paralel olarak, ağzımızı açmak ve en temel doğruları söylemek dahil, hemen tüm özgürlüklerin kullanımına yönelik yasak ve baskılar giderek artıyor. Basının gerçekleri söyleyecek cesareti bulan kesimi, yasak ve baskılarla adeta kepenk kapatmaya zorlanıyor. Rejim destekçisi yobazların ve özgürlük düşmanlarının iki satır dilekçesi ile yasaklanan konser, festival ve benzeri etkinlikler, insanların bir araya toplanmalarından nasıl ürktüklerini, nasıl korktuklarını da gözler önüne seriyor.
Korkuyorlar, çünkü özgürlüklerin kullanımının “önünü alamayacakları endişesi” ile yatıp kalkıyorlar. Ellerinden gelse, değil konser ya da festivali, neredeyse çocukların okullara gitmesini, insanların alışveriş için dahi sokağa çıkmasını engelleyecekler. Zira okula giden öğrenci rejimin tüm hukuksuz engellemeleri ve baskıları ile her dakika yüz yüze geliyor. Alışverişe, çarşıya pazara giden vatandaş boğazına kadar borcuna altına girdiği, faturalarına yetişemediği bir pahalılık yükü tarafından ezildiğini görüyor. Maça gidenlerin, konsere gidenlerin, bunlara karşı toplu şekilde haykırmasından ödleri patlıyor.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, gazeteyi eline alan, TV’nin kumanda düğmesine basan, radyosunu açan herkes, her sabah rejimin, sistemin bir başka kirliliği, bir başka kepazeliği, bir başka ayıbı ile tanışıyor. İnsanlara “Serbest piyasa ekonomisi” diye yutturulmaya çalışılan bir soygun ve hırsızlık düzeni, “Borsa -Sermaye piyasası” diye tanıtılan bir “İzmir işi torba sistemi”, sözde “fırsat eşitliği” diye yutturulmaya çalışılan bir “sömürü ve yoksullaştırma çarkı“ daha da ezici biçimde kendini gösteriyor.
İçinde, devlet insanından her düzeyde siyasetçi ve bürokratına, danışman kılıklı arabulucu hırsızlarından mafya babalarına, iş insanı kılıklı madrabazlarından, iktidar partisi mensubu “iş hokkabazlarına” kadar her türden oyuncunun bulunduğu bir ayıplı – kirli oyunun gizli kalmış senaryoları ortalığa saçılıyor. Bir arada gayet iyi geçinir ve milleti büyük ve arsızca bir iştahla soyarken, bir gün bir nedenle işi bozulan bu oyunun bazı aktörleri, diğerinden kazığı yediği anda, feryat etmeye ve (amiyane tabirle) “ötmeye” başlıyor.
İyi de oluyor.
Mafya babası “Beni kullandınız kenara attınız. Ben de size bunu ödetmez miyim ulan? Parça parça koparacağım etlerinizi” diye, elinde ne varsa fırlatıyor eski yol arkadaşlarının üstüne.
Hırsızlık düzeninin gönüllü aktörleri “Ne güzel yiyorduk, ama siz pastanın büyük dilimlerini önümden kaptınız, tabağımdan çaldınız. Bunu size yedirmem” diye basıyor feryadı.
Çarkına çomak sokulan, «Beni devre dışı bıraktınız. Trenden aşağı attınız. Yara bere içinde kaldım» diye intikam almaya soyunuyor.
Bütün bunlar aslında, bu ülkenin “bu kirli düzenin dışında kalan ve rejimin mağduru olan” on milyonlarca masum insanının işine yarıyor.
Olup biteni izleyip “Kral’ın da Rejim’in de çıplak” olduğunu daha yakından görmüş oluyoruz. Kapitalizmin ve faşizmin gerçek yüzünü görüyor yani insanlar. Alternatifin olduğunu, pekâlâ “Temiz ve adil bir dünyanın mümkün olduğunu” bunun da dayanışma içinde bir mücadele ile pekâlâ gerçekleşebileceğini kavramaya başlıyor.
Teşekkürler.
Kral çıplak, hem de çırılçıplak, kokuşmuş düzenin çarkları dönmüyor. Milyonlar aç, milyonlar işsiz ve enflasyonla baş edemiyor. Bakın ne diyor büyük şairimiz Nazım;
KORKUYORLAR
Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robson
İnci dişli, zenci kardeşim
Kartal kanatlı kanaryam
Türkülerimizi söyletmiyorlar bize
Korkuyorlar Robson, şafaktan korkuyorlar,
Görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar
Yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan
Sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhat gibi sevmekten
Sizin de bir Ferhatınız vardır elbet Robson, adı ne
Tohumdan ve topraktan korkuyorlar
Akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar
Ne iskonto, ne komisyon, ne veda isteyen bir dost eli
Sıcak bir kuş gibi, gelip konmamış ki avuçlarının içine
Ümitten korkuyorlar Robson, ümitten korkuyorlar Ümitten
Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam
Türkülerimizden korkuyorlar.
Nâzım Hikmet, Bursa Cezaevi
DAHIYANE bir teşhis, analiz, sentez, teşhir. Sevgili Zafer ARAPKRLİ’nin DAHİ yüreğine ve eline sağlık.