AKP ile nasıl mücadele edilmez?
Şiddet, sadece maruz kalanın ruhunu örselemez. Şiddete tanık olanlarda yarattığı korku daha yıkıcıdır. Şiddetin bu etkisini en iyi zalimler bilir ve kullanır. Zalim, tanık olanlar, zulmettiklerinden daha çok korksunlar ve hizaya gelsinler diye şiddet uygular.
Özellikle “devlet şiddeti” nin temel amacı suçluları bulmak ve cezalandırmak değil, toplumun tümünü her an suçlu bulunabilirim endişesine sürüklemektir. Sistematik devlet şiddetiyle güvenlik ve adalet sistemi bütünleştiğinde, sıradan insan, korku bataklığında soluk alamaz hale gelir. Her an tutuklanabileceği, işkence görebileceği ve sesini duyuramayacağı bir “denetim ve gözaltı” dünyasında içe kapanır, edilginleşir ve “korunmak için zalime benzemeye başlar”!
Ömer Uğur’un, Eve Dönüş filmi bu süreci olağanüstü doğrulukta yansıtır. Apolitik, okey oynayıp arkadaşlarıyla geyik yapmaktan başka bir özelliği olmayan bir işçiden (Mehmet Ali Alabora, mükemmel oynar) kurtulmak isteyen ev sahibi, onu ihbar eder. Günlerce ağır işkence görür. Bırakıldığında eski arkadaşlarının hepsi ondan uzaklaşırlar. Artık “mimlidir”. Arkadaşlarının uzaklaşması onun suçlu olduğuna inanmalarından değildir; bir kere suçlanmış olanın yanında görülüp kendilerini riske atmaktan korkmalarındandır.
Türkiye insanına değil, insana özgü bir ruhsal dinamiktir. Bir kadın tecavüze maruz kaldığında da aynı süreç işler. Saldırgan alçaktan çok kadın suçlanır. Oraya gitmeseydi, öyle giyinmeseydi, öyle gülmeseydi vs vs. Tecavüz öyle korkutucudur ki, ondan korunmanın en kolay yolu saldırganın dokunmayacağı biri gibi olmak, dahası saldırganın tarafındaymış gibi yapmaktır. Hele de zaten kendisini güçsüz, çaresiz, yalnız hisseden için, saldırgandan yana olmak koruyucudur.
Şiddet siyaseti güden otoriter yönetimler altında yaşayan sıradan insanın edilgen boyun eğişi aynı süreçle ilişkilidir. Zalim açık fiziksel şiddet ile yapısal şiddeti bir arada yürütür.
- Açık fiziksel şiddet gözaltı, tutuklama ve işkencedir.
- Yapısal şiddet ise eşitsizlik, işsizlik, eğitimsizlik, güvencesizlik, işten atılma, sağlığa erişememedir.
Yapısal şiddet koşullarında her an fiziksel şiddete maruz kalabilirim korkusu yaşayan, her gün çevresinde fiziksel şiddete maruz kalan benzerlerine tanık olan insanlar, varkalabilmek için zalimden yanaymış gibi görünmekten başka yol bulamazlar.
Onlara başka bir yolun mümkün olduğunu göstermeye politik eylem diyoruz.
Ama, zalimin zulmü politik karşıtlarını da yetersizlik, çaresizlik çukuruna düşürürse ya da bizatihi yetersizlerse, onlar da zalimin postuna bürünürler. Sanki zalimle elbirliği yaparmışcasına, ona boyun eğenlere öfke kusmaya başlarlar.
Nasıl oluyor da hala onu destekliyorsunuz, nasıl oluyor da hala ona oy veriyorsunuz, nasıl oluyor da hala ona inanabiliyorsunuz, nasıl oluyor da isyan etmiyorsunuzla başlayıp, siz o zaman müstehaksınız, demek siz de onun gibi yalancı, ahlaksızsınızla devam eden aşağılayıcı bir dile sığınıp, kendi korkularını ve yetersizliklerini inkar etmeye çalışırlar.
Erdoğan zulmünün (ve yapısal neo-liberalizmin) en büyük becerilerinden biri politik karşıtlarını kendisine benzetebilmesi. Hepimiz (!) kendi başarısızlıklarımızın, hatalarımızın sorumluluğunu karşı tarafa kolayca yıkmayı öğrendik. Onunla özdeşleştik. Yapamadım demektense senin yüzünden yapamadım demenin, kandım demektense kandırdın beni demenin, sana kötülük yaptım demektense senin yüzünden sana kötü davrandım demenin koruyuculuğuna sığınıyoruz.
Politik eylemden sorumlu olanların politika yapmaktan anladıkları ise ya Erdoğan’a boyun eğenleri suçlamak ya da Erdoğan yöntemlerini kullanmak; içinde bulundukları yapılarda Erdoğan gibi bir güce ve yönetme tarzına sahip olmak.
Erdoğan da bir fani, elbet bir gün hak tecelli edecek ama zulüm altındaki toplumu Erdoğan gibi olarak kurtarmak mümkün değil.
Aksi halde herkesin hemfikir olduğu en aşağılarda biriken çaresizlik ve öfke Erdoğan’a değil onun karşıtıymış gibi yapanlara yönelir. AKP-MHP örgütünün “halk” tarafından alaşağı edileceğini umanlara hatırlatmak istedim. Kurtarmaya çalışıyoruz, akıllarını başlarına getirmeye çalışıyoruz dedikleri insanların öfkesi can havliyle Erdoğan’a değil onlara yönelebilir.
Çok basit bir güncel örnek bu sürecin kanıtı. Devlet, Covid- 19 salgınında üzerine düşeni yapmıyor ve vatandaşını suçluyor ama vatandaş öfkesini devlete değil sağlık çalışanlarına yöneltiyor. TTB, TMMOB, Eğitim-Sen’e yönelik iktidarın saldırısına ve bu örgütlerin içinden yönetimlere yönelik saldırılara bakın, aynı dinamiği göreceksiniz.
Bir toplumsal sendrom ya da sendromlar zinciri bu kadar güzel anlatılır.
Pekiyi Hocam! bu kısır döngüden nasıl çıkılır?