Gıda krizi, pandemi, gıda egemenliği

ÖZGE GÜNEŞ

Gıda krizi, gıda sisteminin işleyişinin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Gıda sistemi, tohumdan sofraya kadar olan süreçlerin tümünün dayandığı politik, ideolojik örgütlenme modeli olarak tarif edilebilir. Mevcut gıda sistemi tohumu çoğaltmadan tutun, ondan elde edilen ürünün pazara ulaşmasına kadar olan tüm süreçlerin, gıdayı yaşam için gerekli temel bir ihtiyaç olmaktan çıkaracak biçimde işleyişine dayanıyor. Tüm süreçler için belirli standartlar tanımlayarak ve bunları endüstrileştirerek gıdayı, ondan kar elde etme anlamında bir verimliliğe indirgiyor.

Böylece gıda üretiminin, çiftçi bilgisinden uzaklaşmasına ve gıdanın yönetim ve denetiminin şirketlere emanet edilmesine neden oluyor. Sonuçta gıdayı, şirketler lehine olacak biçimde küresel serbest piyasaya teslim ediyor. Bu da gıdayı üreten aktörleri, toplumsal yapıyı ve kültürü değiştiriyor. Çiftçi, köylü tecrübesine dayanan üretim modeli terk ediliyor. Üreticiler şirketler karşısında güçsüzleştiriliyor. Üreticiyi doğrudan küresel serbest piyasanın adaletsiz, acımasız koşullarıyla baş başa bırakıyor.

Bunun bir tarım politikası olarak benimsenmesi, şirketlerin toprak, su gibi her türlü doğal kaynağı gasp etmesinin önünü açıyor. Buna kırsalı hedef alan kentleşme, maden, enerji, inşaat ve turizm yatırımları gibi toprak özelleştirmeleri de eklenince ortaya ciddi bir ekolojik yıkım çıkıyor. Bu tarım politikasının bir diğer sonucu da, çiftçilerin üretimden kopması olarak kendini gösteriyor. Ayrıca gıda dağıtımının, aracıların ve market zincirlerinin hâkimiyeti altına girmesiyle kentlerde yaşayanlar için nitelikli gıdaya erişim gittikçe zorlaşıyor. Bunların hepsi gıda krizinin bugünkü karşılıklarının özetleri olarak ele alınabilir.

Karantina sürecinde ise gıda krizi kendini, gıda üretiminin tüm dünyada neredeyse durmasıyla gösterdi. Sağlıklı kalabilmek için belki de hiç olmadığı kadar çabaladığımız bir dönemde sağlıklı gıdaya ulaşmakta zorluk çektik. Hükümetlerin bu tür bir krizle baş etmeye yönelik bir kapasitesi olmadığını gösterdi. Çiftçi örgütlerinin, acil önlemleri alma çağrılarına, tarımsal üretimi planlama taleplerine karşılık verilmedi. Örneğin ülkemizde çiftçinin patatesini, soğanını pazara ulaştıramadığını gördük.

Küçük çiftçiler seyahat yasakları, yaş sınırı gibi nedenlerle topraklarına erişemedi veya sağlıklı pazar yerlerinin olmaması gibi nedenlerle ürünlerini tüketicilere sunamadı. Büyük, zincir marketler gıda tedarikini ve fiyatlarını daha rahat kontrol eder hale geldiler. Üretimdeki durma hali, stoklama ve fiyat artışı gibi spekülatif sonuçlar doğurdu. Gıdaya erişimi daha da güçleştirdi. Özellikle de büyük şehirlerde ciddi sıkıntılar yaşandı. 65 yaş üzeri vatandaşların gıdaya erişimini dayanışma ağları sağladı.

Tüm bunların bir sonucu olarak denebilir ki;

  • pandemi süreci, gıda sisteminin kriz yaratan şirket egemen işleyişinin
    toplum için ciddi bir tehdit oluşturduğunu ve gıda egemenliğinin aciliyetini bize gösteriyor.
  • Piyasa yanlısı politikalardan ve doğal kaynaklar ile tarım alanlarını gasp edip enerji, maden vb. yatırımlara açmaktan vazgeçilmesi gerektiğini,
  • çiftçilerin şirketlerden bağımsız agro-ekolojik üretim yapmalarının önünün açılması gerektiğini
  • ve gıda tedarikini aracılardan kurtarmak gerektiğini gösteriyor.

    Sonuçta bugün gıda politikalarının, toplumun temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek, piyasa dışı, nitelikli ve devamlılığı sağlanabilir şekilde düzenlenmesi ciddi bir aciliyet olarak karşımızda duruyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir