Bursa Şehir Hastanesi’yle 25 Yıllık Kabusa Hazır Mısınız?
Bursalılar 16 Temmuz sabahına uyandıklarında “kamu sağlık” hizmetleriyle ilgili “zorlu, sancılı” bir sabaha uyanmış olacak. “Uyanma” sözcüğünü teknik olarak düşünebilirsiniz, “gerçekten” uyanmaları ve gerçekleri yaşayarak daha iyi görmeleri için biraz zamana ihtiyaçları olacak. Ama bu “acı” bir uyanma olacak. Açıkçası bu uyanma konusu Türkiye halkı için, hepimiz için biraz sancılı, acı bir deneyime dönüşmüş durumda..
Şöyle geriye dönüp, örneğin son 20 yıla baktığınızda milyonları, toplumun tümünü yakından ilgilendiren kamu hizmet alanlarının nasıl çökertildiğini, acı bir deneyime dönüştüğünü görebilirsiniz… Örnek mi?
Ulaştırma politikaları…
Halkın yararına olmayacaksa, milyonlarca insan yararlanmayacaksa, yolları, köprüleri, tünelleri, hava limanlarını niye yapıyorsunuz ki! Osmangazi Köprüsü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Avrasya Tüneli, İstanbul Havalimanı ve halen inşaatı süren 1915 Çanakkale Köprüsü gibi irili ufaklı onlarca proje…
Ortalama 20-25 yıllık sözleşmelerle uluslararası konsorsiyumlara yaptırılan, “enflasyon ve dövize” endekslenmiş, zarar etmenin imkansız, karın ise çılgınca boyutlara ulaştığı projeler…
- Türkiye halkı için karşılığı: Paranız yoksa kullanamadığınız, ama vergilerinizle bu rant düzenini finanse etmeye mecbur bırakıldığınız bir kabus sistem…
Bir başka örnek mi? Eğitim politikaları…
Türkiye halkı için, anne babalar için tam bir kabusa dönüşmüş bir başka temel kamu alanı… Kamu neredeyse tamamen nitelikli eğitim kurumu yatırımından elini çekmiş vaziyette. 2014 yılından beri “özel eğitim kurumu teşvikleriyle” devlet herkese sağlamakla yükümlü olduğu “nitelikli eğitim” görevini, doğası gereği herkes için sağlayamayacak olan “özel sektöre” devretmiş vaziyette.
Nitelikli kamu okul yapımı, nitelikli kamu öğretmeni yetiştirilmesi, çağdaş eğitim müfredatlarının geliştirilmesi terk edilmiş, zorunlu hizmetler dışında ciddi kamu eğitim yatırımları terk edilmiş durumda. Kamu okulları yönetimleri de “siyasi” karar ve dayatmalarla “liyakatsiz, vasıfsız” yöneticilere teslim edilmiş halde.
Çocuklarına nitelikli eğitim aldırma kaygısı taşıyan milyonlarca anne baba da çareyi özel okullara akın etmekte buldu. Ama kuralsız ve kontrolsüz bir biçimde sayıları çığ gibi artan bu özel okulların da çok ezici bir bölümü “yatırım, maliyet, kar” döngüsü içerisinde çırpınmaya başladı. Ayrıca çoğu apartmandan bozma, fiziksel koşulları uygun olmayan, asgari ücretle öğretmen çalıştıran, bir eğitim politikası olmayan sıradan birer ticari işletmeye dönüşen “özel okullar” öğrenciler, veliler ve hatta eğitim sistemi açısından kabusa dönüştü.
Nitelikli eğitim veren çok az sayıda özel okul ise çok yüksek ücretler talep ediyor ki, bu ücretleri ödemesi mümkün olmayan milyonlarca veli ve öğrenciyi göz önüne aldığınızda sorunun büyüklüğünü görebiliyorsunuz.
- Türkiye halkı için karşılığı: Paranız yoksa eğitim alamadığınız, ama vergilerinizle bu rant düzenini finanse etmeye mecbur bırakıldığınız kabus bir sistem…
Başka örnekler mi istiyorsunuz? Alın enerji politikaları… Elektrik ve doğalgaz dağıtımında kamu elini ayağını çekti, Türkiye bölge bölge, özel şirketlere ve konsorsiyumlara terk edildi… Halk çok yüksek bedellerle, şirketlerin yüksek kar beklentilerini karşılamak zorunda kalıyor.
Alın telekom ve iletişim politikaları…
Türk Telekom özelleştirmesinin ve kamu üzerine maliyetini herkes biliyor… Koskoca ülke 3 özel şirketin iletişim ve teknoloji yatırımının ve kar hırsının inisiyatifine terk edildi. Türkiye halkı dünyanın en yüksek fiyatlarıyla iletişim, internet hizmetlerinden yararlanmak zorunda bırakıldı.
Alın tarım politikaları… Başlı başına bir felaketler alanı…
Ve kamunun çökertildiği, milyonlarca insanın ortak yararına, ihtiyaçlarına uygun hizmet üretilmesi gereken nice alanlar… Ama bu kamu alanlarından her halde en müstesna olanı insan yaşamındaki kıymetinin vazgeçilmez önceliği nedeniyle “sağlık” alanı… Türkiye halkının sağlığı da diğer kamu alanlarında olduğu gibi özellikle son 17 yılda adım adım özel sektöre ve “ranta” teslim edildi.
- Herhalde bu adımların zirvesi “şehir hastaneleri” projesi oldu…
Çıplak bakışla bir “kamu projesi”, ama ayrıntılarıyla baktığınızda tam bir “özel sektör projesi” olan “şehir hastaneleri”, eğer kısa sürede müdahale edilmediği taktirde muhtevası gereği önümüzdeki 20-25 yıl boyunca sağlık alanında milyonlarca insan için yine kabusa dönüşecek.
“Ticari sır” gerekçeleriyle “şartnameleri ve sözleşmeleri” halktan gizlenen “şehir hastaneleri” projesinin gerçekleri ortaya çıkarıldıkça, halk için “sağlık üretme mekanizmasından” ziyade, yerli ve uluslararası şirketler için bir “rant üretme makinesi” olarak tasarlandığı görülüyor.
Epeydir bu konuda kurumsal olarak Türk Tabipler Birliği, Bursa Tabip Odası dikkat çekmeye, kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Bursa Tabip Odası’nın yayın organı Hekimce Bakış son sayısında kapağını da “şehir hastanesine” ayırdı ve yeni sistemin getireceği ciddi sorunları bir kez daha paylaştı. Üşenmeden okumanızı tavsiye ederim. Online dergi formatında buradan okuyabilirsiniz…
Bu konuyla ilgili bireysel olarak da Prof.Dr. Kayıhan Pala deyim yerindeyse yıllardır çırpınıyor.
Hatta “Şehir Hastaneleri – Türkiye’de Sağlıkta Kamu Özel Sektör Ortaklığı” ismiyle çok değerli bir kitap da yazdı. Ne yazık ki, şehir hastaneleri konusu gündemde yeterince yer bulamadı… Şimdi Bursa’da da tam olarak bitirilememesine karşın konsorsiyumun sıkıştırmasıyla “Bursa Şehir Hastanesi” 16 Temmuz’da hizmete açılıyor. Şehir Hastanesi ile birlikte Bursa merkezdeki bazı hastaneler de kapısına kilit vurularak, binlerce hasta şehrin kilometrelerce dışındaki bir hastaneye mahkum ediliyor. Kapatılacak hastanelerin şunlar olacağı kaydediliyor:
Muradiye Devlet Hastanesi, Ali Osman Sönmez Onkoloji Devlet Hastanesi, Prof. Dr. Türkan Akyol Göğüs Hastalıkları Hastanesi ve Zübeyde Hanım Doğumevi Hastanesi.
Kayıhan Pala, 19 Haziran’da Karaman Dernekler Yerleşkesi’nde çok güzel bir sunum yaparak “Şehir Hastaneleri”kabusunu gözler önüne serdi. Kayıhan Pala’nın bu sunumda anlattıklarını büyük bir “üzüntü ve kaygıyla” dinledim. Prof. Pala, yaklaşık bir yıl önce de yaklaşan tehlikenin boyutlarını net biçimde anlatmıştı. Pala’nın sunumda da aktardığı bilgilerin birçoğunu bu haberdeki linkten de okuyabilirsiniz… Hatta önümüzdeki 25 yıla damga vuracak korkunç tablonun boyutunu görmek için mutlaka okumalısınız da…
Ama Kayıhan Pala hocanın vurguladığı şu bilgileri burada sizinle paylaşmakla yetineyim:
“Hastane açıldıktan sonra Sağlık Bakanlığı ihaleyi alan şirketlere 2 ana başlıkta ödeme yapıyor. Birincisi kira ve bakım onarımı içeren kullanım bedeli. Bu ihalede belirlenmiş sabit tutar ve 25 yıl ödenecek. Bu tutar dolar bazında belirlendiği için dövizdeki kur farkından etkilenecek, ayrıca paranın değeri analizi adını verdikleri analize göre kur farkı dışında enflasyondan da etkilenecek. Ankara Bilkent Şehir Hastanesi bu yöntemle değil klasik ihale yöntemiyle yapılsa 2 milyar TL’ye mal olacaktı. Şimdi 25 yıl boyunca ödenecek kirayı topladığımızda yaklaşık 25 milyar TL ödenecek.
Hesaplarımıza göre 3.5-4 yıllık kiralarla bu hastanelerin tamamı klasik ihale yöntemiyle yapılabilir. Temel itirazımız modelin çok yüksek maliyet içermesine. Kalkınma Bakanlığı 2016 yılı raporunda da 18 şehir hastanesi yatırım bedelinin 10.3 milyar dolar, ödeyeceğimiz kira bedelinin 30 milyar dolar olduğunu ortaya koyarak bizi doğruladı. Bu sağlıkta özelleştirmenin yeni yöntemi. Tümüyle uluslararası sermaye için yeni sermaye birikim aracı ve yeni kar maksimizasyonu modeli.
Bir hesap yaptık. Sağlık bakanlığı 2018 bütçesine açılmış olan 4 şehir hastanesi ve bu yıl açılacak hastaneler için 2.6 milyar TL kira ödeme bedeli koydu. Bu 2.6 milyarla hastane yapsak arsalar hazineden 150 yataklı tam teşekküllü 64 hastane yapardık. Bir yıllık kira ile 150 yataklı 64 hastane yapabiliyorsak neden 25 yıl boyunca kira ödeyelim.”
Bursa Şehir Hastanesi 16 Temmuz 2019’da faaliyete geçtiğinde nelerle karşılaşacağız? Yine Kayıhan Pala hocanın aktarımından başlıklar halinde özetleyelim…
- Hastalar şehirden 18 kilometre uzaklıkla, üstelik doğru düzgün yolu olmayan bir yere gitmek zorunda kalacak. Geliş gidiş için en az bir saat fazla yolculuk yapılacak.
- Türkiye’de şu ana dek açılan 9 şehir hastanesindeki gözlemlere göre 112 acil vakaları şehir hastanelerine yönlendiriliyor. Hastanenin konumu ve ulaşım sorunları dikkate alınırsa bu acil hastalar için ciddi riskler oluşturuyor.
- Bursa Şehir Hastanesi’ne personel ve hastalar taşınıyor. Hastanelerde milyon dolarlarla kurulan yoğun bakım, acil servis ve hasta odaları kendi kaderine terk ediliyor.
- Şehir Hastanesi’nde mekanın büyük, personel sayısının az olması nedeniyle sağlık çalışanlarının iş yükü artıyor.
- Bursa Şehir Hastanesi’ni CEO yönetecek. Başhekim göstermelik olarak var. Hastanede yalnızca kar etme perspektifiyle hizmet sunan bir yöneticinin bulunması sağlık hizmetinin doğasına aykırı.
- Hastanenin büyüklüğü nedeniyle hastalar poliklinik ve servisler arasında kaybolacak. Özellikle konsültasyon hizmetlerinde ciddi sıkıntılar yaşanacak.
- Şehir hastanesi yerleşkesindeki çiçekçi, pastane gibi ticari gelirlerin tümü şirketlere bırakılıyor.
- Ayrıca görüntüleme, laboratuvar işlemleri gibi tıbbi destek hizmetleri ve temizlik, yemek, güvenlik gibi destek hizmetleri de bu şirketler tarafından sunulacak.
- Şirketlere %70 yatak ve diğer hizmetlerde doluluk garantisi veriliyor.
- Kira bedel ve artışları enflasyon ve döviz kurlarındaki artışa bağlı olacak.
- ‘Ticari sır’ gerekçesiyle şartnameler ve sözleşmeler kamuya açıklanmıyor. Bazı bilgilere davalar aracılığıyla ulaşılabiliyor.
- Hukuksal uyuşmazlıklarda Türk mahkemeleri geçerli olmayacak. Olası uyuşmazlıklarda davalar Londra’daki mahkemelerde görülecek.
Yine “şehir hastanelerinin” maliyetine ilişkin gerçekleri öğrenmek istiyorsanız Kayıhan Pala’nın açıklamalarına kulak vermenizi öneririm…
Şimdi yeniden yazının başına dönelim. Bursalılar 16 Temmuz sabahına uyandıklarında “kamu sağlık” hizmetleriyle ilgili “zorlu, sancılı” bir sabaha uyanmış olacak, dedik. Peki, uyanacak mıyız? Hayır…
“Uyunma ve uyandırma” sürecimiz devam ediyor. Özellikle ulaştırma, enerji, sağlık gibi alanlarda on yıllarca sürecek milyarlarca dolar borç yükünün altında ülke ve yurttaşlar daha fazla “yoksullaşıp, daha fazla yoksunlaştıkça”, acı çekerek uyanma (ayıkma) sürecimiz devam edecek.
Ekonomik kriz, işsizleşme ile birlikte kamu alanındaki bu çöküşün anlamı daha net ortaya çıkacak, görünür olacak. Gerçekleri, yaşamlarımızla, geleceğimizle bedel ödeyerek öğreneceğiz… Elbette, siyasi olarak Türkiye halkı bu sürece “dur” deme iradesini gösterene, kaderini kendi ellerine alana kadar… Bunu da bize gelecek ve tarih gösterecek…