Yeliz Koray: Saray

Saray 

Yeliz Koray
ABC Gazetesi,
7.9.18

1917’de doğdu, hukuk fakültesini bitirdi.
Babasına rakip olacağını düşündüğü bir siyasetçiyi öldürdüğü iddiasıyla 1 yıl hapis yattı. İşte bu onun dönüm noktası oldu.
Hayatı boyunca bu mağduriyeti kullanarak yükseldi.
Baktı ki mağdur edebiyatı kıyak iş, Japonlara esir düşüp sağ kurtulmayı başardığını anlattı bu kez.
Hem mağdur hem kahraman!
*
Bu yalanı sonra ortaya çıksa da işleri bozulmadı. Devlet başkanı oldu.
Etiketinin karizmasıyla güzellik kraliçesi seçilen bir kadınla evlendi.
İkisi de lükse düşkündü. Halk yoksulluktan kırılırken O, kendine saray yapmakla meşguldü…
*
Oturduğu saray dışında bir de yazlık saray yaptırmıştı. Muhaliflerin “millet aç sen saray mı yaptırıyorsun?” eleştirilerinin gölgesinde seçime girdi. Ezici çoğunlukla yine kazanınca bir saray daha yaptırdı kendine. Çok sevdiği bir dağın sırf manzarasını seyretmek için üç katlı görkemli bir saray…
*
Eşi de en az onun kadar şatafat içindeydi. Özellikle ayakkabı hastalığı vardı. Şimdi ülkede sergilenen 3 bin çift ayakkabısı ve mücevher tutkusundan dolayı hatırı sayılır bir koleksiyonu vardı.
Ülkenin ekonomisi çökmüş, halk evlerinden bile olup parklarda yatmaya başlamıştı ki bir seçim dönemi daha geldi. Seçmen kitlesi fakirlerdi. Onlara sürekli ülkenin büyüdüğünden, yaptığı yollardan, çok yakında dünyaya hakim olacaklarından bahsetti. Muhaliflerin, gazetecilerin ve aydınların seslerinin daha çok yükseldiği o dönemde yine kazandı.
*
Hemen sıkıyönetim ilan etti. Uzun süre ülkeyi bu şekilde yönetirken Anayasayı değiştirip tüm güçleri kendisinde topladı. En korktuğu şey orduydu. Önce çeşitli bahanelerle ordunun içini boşalttı, sonra da kendisini eleştiren kim varsa hapse tıktı. Hapishaneler gazeteci, siyasetçi, öğrenci doldu…
*
Güzellik kraliçesi eşi zenginliğin nimetlerinden sıkılmış olacak ki çalışmaya karar verdi. Kendisini önce başkent valiliğine, sonra da Çevre Bakanlığı’na atadı (!)
Bununla da yetinmedi, ülkenin en stratejik kademelerine kardeşlerini, amcalarını, yeğenlerini, kuzenlerini yerleştirdi. Haliyle yolsuzluk mu rant mı iddia ediliyor?
Dümenden payını alan eş, dost, akraba olayların üstünü kapatıyor, yazacak gazete kalmadığı için de halkın ruhu bile duymuyordu!
*
Fakirliği canına tak edip de eyleme kalkışan olursa, anında yaka paça içeri atılıyor, sorgusuz sualsiz ülkede hain ilan ediliyordu. O artık bir devlet başkanı değil, diktatördü! Ve tüm yaşananları yazlık ya da dağ manzaralı sarayında izliyor, servetine servet katıyordu…
Dile kolay… Tam 21 yıl böyle yönetti ülkeyi.
Ta ki muhalefet güçlenene kadar…
*
Geçirdiği son seçimde kaybetti ama yaptığı hilelerle yeniden başkanlığını ilan etti. Güçlü muhalefetle başa çıkamayacağını anlayınca adeta kendisine yandaş yarattığı orduya sığındı. Muhalif taraflarla ordu arasındaki iç çatışmalara son noktayı en güvendiği ülke koydu!
Amerika, kendisinden desteğini çekince seçimlerde hile yaptığı ortaya çıktı.
Hazırlıklıydı; özel uçağına atlayıp kaçmak zorunda kaldı.
Yanına saraylarını alamadı ama 24 çanta içinde külçe altın, elmas ve paraları ile İsviçre ve Amerika bankalarındaki milyon dolarlık hesap cüzdanlarını aldı.

O gittikten sonra Marcos ailesinin Filipinler ekonomisini milyarlarca dolar zarara uğrattığı, halkın varlık içinde yokluk çektiği anlaşıldı. Öyle ki Filipinler, hala Ferdinand Marcos ve ailesinin borçlarını ödüyor, tarihi eser olan saraylara baktıkça sefalet günleri akıllarına geliyor.

Şimdi diyeceksiniz ki eee ne çıkartalım bundan?
Ee’ si şu; Ana fikirlerle dolu gerçek bir hikaye bu.
Varın siz hangisini istiyorsanız onu çıkartın!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir