Ilımlı İslam Vehhabilik ve Suudi Arabistan
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Modern Suudi Arabistan, yaklaşık 200 yıllık bir dini ve siyasi çabanın ürünüdür. Özü itibarıyla üçüncü Suudi Vehhabi devletidir. İlk yapılanması, 1744’de Muhammed b. Abdül Vehhap ile Suud ailesinin başı Muhammed b. Suud arasındaki anlaşmayla başlar. Literatürde birinci Suud Devleti ya da emirliği diye geçer. 18. yy Arabistanı’nın siyasi otorite boşluğundan doğar. Özellikle 18. yüzyılın sonundan itibaren Hicaz ve Ahsa gibi temel bölgeler başta olmak üzere, tüm Arabistan’da hak iddiasında bulunmuşlardır. Bu doğrultuda, önce 1795’te Ahsa’yı, 1803’ten itibaren kısa zaman içinde Hicaz’ın tümünü ele geçirmişler ve Osmanlı’dan gelen hac kafilelerinin (sürre alaylarının) hac vazifelerini yerine getirmelerini engellemişlerdir. Zira bu siyasi dini yapı, Osmanlı’yı da Müslüman olarak görmemektedir. Suudi Vehhabilerin bu hareketine doğrudan karşılık veremeyen Osmanlı hükümeti, Mısır eyaletindeki Mehmet Ali Paşa’dan bu hareketi bastırmasını istemiş ve Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa öncülüğündeki Mısır kuvvetleri tarafından, 1818 tarihinde kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Suudi Vehhabilerin merkezi olan Dir’iyye/Riyad yerle bir edilmiş ve Suud ailesinin lideri İstanbul’a götürülerek infaz edilmiş, Vehhabi uleması ise dağıtılmıştır.
İKİNCİ VEHHABİ DEVLETİ
İkinci emirlik 1822’de kurulur. 1840’dan sonra Mısır’ın Arabistan’dan çekilmesiyle (1840 Londra Antlaşması) birlikte ivme kazanmış; 1840-65 arası Faysal b. Türki iktidarında, Arabistan’da yeniden merkezi bir güç olmuştur. Fakat bu merkezi otorite 1865 yılında, Faysal’ın ölümüyle, oğulları arasındaki iktidar kavgası yüzünden ciddi bir yara almıştır. Bu iç savaş esnasında, kardeşine üstün gelme çabasında olan Abdullah, Osmanlı’dan yardım ister. Abdullah’ı zaten kaymakam ilan etmiş olan İstanbul, onu siyaseten kullanabilme ümidiyle bu yardımı kabul eder. 1870-71 yılında, iki kardeş arasındaki iç savaşa askeri bir müdahalede bulunarak, Mithat Paşa ve onun emrindeki Nafiz Paşa komutasında askeri bir operasyonla, Ahsa ve Necid bölgesi ele geçirilir. Bu tarihten sonra bölgenin Necid Mutasarrıflığı olarak, 1874 yılına kadar idare edilmeye çalışıldığını görürüz. 1874’den sonra merkezi hükümet mevzubahis mutasarrıflığının askeri kuvvetini bölgeden çeker. Etkisini yitiren Osmanlı, yerel güçleri birbirine karşı oynama yoluna gider, Suud ailesine ve Vehhabilere karşı Raşidileri destekler. İki aile arasındaki uzun mücadeleden sonra, Raşidilerin, 1891 yılında tüm Suud ailesini Arabistan’dan kovduğunu görürüz. Bu ise ikinci Suud emirliğinin sonudur.
SUUDİ ARABİSTAN
Suud ailesi 1902 yılına kadar Kuveyt’te mülteci olarak yaşar. Günümüz modern Suudi Arabistan’ı ise 1902-1932 yılları arasındaki mücadelelerin sonucunda kurulmuştur. 1902’de Kuveyt’ten dönen Abdülaziz b. Suud, Suud ailesinin merkezi otoritesini Arabistan’da yeniden tesis etmek ister. Bu doğrultuda 1912’de İhvan hareketini kurar. (Mısır’daki İhvan-ı Müslimin ile karıştırılmasın.) 1912’den sonra, bu bedevi kökenli ihvan, Suud ailesinin temel askeri gücü olmuştur. Böylece, Suudilerin Raşidilere üstün geldiğini, başkentleri olan Hail’i, 1925 yılında ise Hicaz’ı ele geçirdiklerini görürüz. Fakat tam da bu sırada ihvan hareketi, Suudilere karşı ayaklanacak ve kraliyet ailesini tekfir edecektir. Kurucusu Abdülaziz b. Suud’la savaşmayı dahi göze alacaktır. Ve yirmili yılların sonunda, ancak bir savaş sonunda ihvan isyanı bastırılacaktır.
VEHHABİLİK VE TEOKRASİ
Suudi-Vehhabi hareketinin ve kurdukları emirliklerin, bir teokrasi olup olmadığı tartışılır. Literatürde teo-monarşi olarak geçer. Abdülvehhab’ın dini doktirinden yola çıkarak Vehhabilik’in oldukça sert bir tevhit inancına dayandığını söyleyebiliriz. Vehhab’a göre tevhidin (Tanrı’nın tekliği ve birliği) gelenek adına öyle ya da böyle sekteye uğratılması tekfir (dinden çıkarma- aforoz) mekanizması işletilmesi için yeterlidir. Buradaki temel öge bidat kavramıdır. Kabir ziyareti, kutsal sayılan yerlerin ziyaretleri Vehhabilerce hoş karşılanmayıp bidat (dinde olmayan yenilik) sayılır ve tekfir mekanizması işletilir; gördüğümüz refleks ise cihattır. Namaz kılmamanın cezası ölümdür. Ayetler yorumlanamaz, literal anlamda ne diyorsa odur.
Vehhabiler için Vehhabi olmak demek; hem Müslüman olmak demektir, hem de Suud ailesinin liderliğini kayışız şartsız kabul etmek demektir. Bu rijit anlayış Eyüp Sabri Paşa tarafından İslam tarihinin ilk yüzyıllarındaki, Haricilere ve Karmatilere benzetilmiştir.Yukarda bahsettiğimiz birinci devlette bu doktrin geçerlidir. 1818 travmasından sonra, Vehhabi ulaması içe kapanır ve başlarına gelen felaketi anlamlandırma çabası içine girer. İkinci Suud emirliğindeki ulema, ilkine göre az da olsa etkisini yitirecektir. 19. yy boyunca Müslüman sayılmayan topraklara (yani Osmanlı topraklarına!) ziyaret dahi yasaklanmıştır.
GÜNÜMÜZ VEHHABİLİĞİ
Günümüzde ise devletin modernleşmesi, kraliyet ailesine olan bağlılıklar, az ya da çok seküler eğitimin yükselmesi, uluslararası ticaret ve petrol ilişkileri gibi nedenlerden dolayı Vehhabi ulemasının rolü oldukça zayıflamıştır. Ancak kriz zamanlarında; iç savaş ya da 1964’deki iktidardan düşürme olayı; Vehhabi ailesinin iktidara meşruiyet zemini sağlama bağlamında önemini yer yer koruduğunu söyleyebiliriz.
Suudi Arabistan ve kraliyet ailesi, kendisini, İslam dininin kayıtsız şartsız lideri olarak görür. Bu rolü oynamaya soyunan herhangi bir devletin önünü kesmeye çalışır. Türkiye ile mesafeli ilişkileri ya da Nasır’ın Mısır’ından çekinmeleri ve daima bölgede Amerikan çıkarlarını savunmaları tam da bu nedenledir.Yine aynı sebeple 1979’daki İran-İslam devriminden de tedirgin olmuşlar; liderliği İran’a kaptırmaktan korkmuşlardır. Burada, İran’ın Şiilerin nüfus olarak yoğun oldukları Ahsa bölgesinde yaptıkları propaganda da etkilidir. Ayrıca Humeyni, Arabistan Şiilerini kraliyet ailesine karşı ayaklanmaya sıkı sık davet etmiştir. Haliyle Suudi Arabistan, nüfusu dâhilindeki Şii azınlıktan İran nedeniyle korku duymuş ve özellikle devrimden sonra, zaten tutucu olan siyasi manevralarını sertleştirmiştir. Amerika’dan yapılan toplu silah alımlarının başlıca sebeplerinden biri de budur. Mısır’da Mursi’ye karşı Sisi’yi desteklemesi de böyle açıklanabilir. Zira Mursi, siyasal İslam adına, Mısır’ın elini, Suudi Arabistan’ın aleyhine güçlendirebilirdi. Oysa nispeten de olsa seküler bir siyaset güden Sisi’nin böyle bir ajandası yoktur. Haliyle Suudi Arabistan Sisi’yi Mursi’ye tercih etmiştir.
ILIMLI İSLAM MESAJLARI
Veliaht Selman’ın son siyasi manevralarına gelecek olursak; Suudi Arabistan’ın modern dünyaya son sürat eklemlenme çabasıdır. Globalizmin ortaya koyduğu bir kavram olan ılımlı İslam modelini seçmesi hiç de tesadüf değildir. Basına verdiği röportajlarda Suudi Arabistan’ın son otuz yıllık siyasetini, İran karşısında alelacele ve korkuya dayalı bir savunma refleksi olarak açıklamıştır. Genç veliahta göre zaman artık Suudi Arabistan’ın normalleşme zamanıdır. Bu amaçla, Vehhabi ulemasına rağmen, ülkede pek çok reform yapılacağı açık. Bu reformların içinde yeni kurulacak sanayi ve teknoloji kentleri de var. Bu kentlerde özellikle modern bilim okutulacağı anlaşılıyor. Ayrıca bu kentlere her türlü özgürlüğe sahip olacak yabancı ülkelerden çalışmak üzere insanlar da getirilecek. Veliaht Selman’ın tüm bu gelecek hedefleri, yukarıda belirttiğimiz üzere Vehhabi ulemasının hoşuna gitmeyecek reformlardır. Bakalım Suud ailesiyle Vehhabi uleması arasındaki üç asra yaklaşan, koruma ve meşruiyet sağlamaya dayalı ortaklık, bu yol ayrımında nasıl bir şekil alacak? Önümüzdeki günler bunu gösterecek. (SÖZCÜ, 13 Kasım 2017)
=========================================
Dostlar,
Suudi Arabistan’da oldukça önemli değişimler – dönüşümler yaşanmakta.
Prens Salman, babası Kral’dan aldığı yetkiyle sahnededir, etkindir, köktencidir (radikaldir) ve hızlıdır ve fakat artık KÖKTEN DİNCİ değildir. Hanedan Suud ailesi ülkeyi dönüştürerek “ılımlı islami” rejme taşıyacaktır.
Girişimin politik, mali, güvenlik, ekonomik ve ticari boyutları öne çıkmaktadır. 1 trilyon & gibi muazzam bir büyüklüğe erişen yolsuzluk savı ile sayıları onları bulan Prens, Bakan gibi üst düzey görevliler gözaltına alınmış ve servetlerine tedbir getirilmiştir. Denebilirse –ki bize göre denebilir– Reform ve / veya restorasyon girişimi stratejik bir zorunluk durumunu almıştır.
Hiç kuşku yok, bölgesel ve uluslararası konjonktür, fosil enerji kaynaklarının yakın geleceğine ilişkin içaçıcı olmayan veriler ve iç kamuouyundaki Vehhabi İslamın koyu teokratik – şeriatçı dayatmasına biriken içten içe tepki sürecin çok etmenli öbür dinamikleridir. Dileriz bu ülkede insan haklarına dayalı laik demokratik bir rejim inşa edilsin ve ülke – halk uluslararası toplumdan soyutlanmasını sonlandırsın. Bir bölümü Batı – Atlantik patentli de olsa İslami terör örgütlerinin küresel ölçekteki denetlenemeyen kimi terörist eylemleri Batı’da, İSLAMOFOBİ‘yi beslemiş ve neredeyse bir paranoya düzeyine taşımıştır.
Kaygımız, 18 Aralık 2010’da Tunus’ta başlatılan ve sonu getirilemeyen Arap Baharı‘nın S. Arabistan’da kanlı bir boyut kazanması ve tümüyle ABD güdümüne girmesidir.. Bu olgunun asıl yitireni uygar – özgür bir yönetim bekleyen S. Arabistan halkı olacaktır. Körfezde özgürleşme, S. Arabistan merkezli bir olası liberal dalganın enerjisi daha baştan sönümlenebilecektir.
- Oysa İslamda Reform artık kaçınılmaz bir aşamaya gelmiştir ve başta İslamiyet olmak üzere tüm dünyalıların yararına olacaktır.Bu arada AKP = RTE de Türkiye’de rejimi giderek dincileştirme ve bir uyduruk Türkiye şeriatı dayatması kumarına der-hal son vermelidirler..Çünkü 21. yy’ın şafağında İslami şeriata dayalı bir ülkeye yeryüzünde gerçekten yer yoktur!
Not : Suudi Arabistan’da bu bağlamdaki değişim – dönüşüm kapsamında son 1 hafta – 10 gün içinde sitemizde yayınladığımız öbür makalelere de bakılması dileğiyle..
(Örn. http://ahmetsaltik.net/2017/11/09/suudide-olanlar-3-donem-sancisi/
Sevgi ve saygı ile. 18 Kasım 2017, AnkaraDr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com