YENİ TÜRKİYE’NİN VALİSİ
Zeki Sarıhan
5 Nisan 2015
1977 yılının Ocak ayı idi. İnebolu Ortaokulu Türkçe öğretmeni olarak
İmam Hatip Lisesinde de ücretli olarak Türkçe dersine giriyordum.
Ders kitabında bulunan Türk gazeteciliğinin 100. yılı nedeniyle yazılan bir metni işliyordum. Yazıda Abdülhamit döneminde basına uygulanan sansür konusu da geçiyordu. Bunu anlattıktan sonra basın üzerindeki sansürün yalnız yasaklarla değil,
ekonomik ambargolarla, siyasal baskılarla günümüzde de sürdüğünü anlatıyordum…
Ki, sınıfın kapısı açıldı. İçeri 4–5 kişi girdi. Okul müdürü bana bunlardan birinin Kastamonu Valisi, birinin Millî Eğitim Müdürü olduğunu söyledi. Öbürleri de
valiye eşlik edenler olmalıydı. Vali “okulu ziyarete gelmişken” herhangi bir sınıfta
ders dinlemek istemiş. Rastlantı bu ya!
Vali, öğretmen kürsüsüne oturdu, ötekiler sınıfın birer köşesinde mevzi tuttular.
Bana hangi konuyu işlediğimi sordular ve benden derse devam etmemi istediler.
Konuyu söyledim ve derse devam ettim. Tabii, basın üzerindeki sermaye baskısı konusunda anlattıklarıma devam etmedim. Ne olur ne olmazdı? Ders kitabının
dışına çıkıyor, siyaset yapıyor sayılabilirdim! Kitapta anlatılanlara döndüm.
Ders bitti. Vali ve yanındakiler hiçbir şey söylemeden ayrıldılar…
Meğer Vali İnebolu’ya kapsamlı bir operasyon için gelmiş. O, ilçeden ayrılır ayrılmaz TÖB-DER arandı ve kapısına kilit vuruldu. Beş köy öğretmeni arkadaşımızın evlerinde arama yapıldı. Eşimle ben de valilik emrine alındık. (Valiliğin açığa alma hakkı üç aydır. Bu süre içinde Bakanlık müfettişleri hakkımızda soruşturma yürüttüler.
Suçlanmamızı kanıtlayacak bir suç bulamadılar. Valilik bizi göreve iade etmek
zorunda kaldı ama bu kez de Bakanlık görevine alındık. Neyse, uzun öykü.)
Kastamonu Valisi, bizi cezalandırmıştı ama hiç değilse sınıfta, öğrencilerin önünde
bana hakaret etmemiş, hatta bir eleştiri bile yöneltmemişti. Öğretmenlik mesleğinin öğrenci üzerindeki otoritesini biliyor olmalıydı. Olasılıkla Osmanlılardan beri gelen
bir menkıbeyi de duymuş olmalıydı.
PADİŞAH: HOCA BENİ BİLE DÖVER!
Sonradan İstanbul’u alarak “Fatih” unvanını kazanacak olan İkinci Mehmet,
altı yaşındayken Molla Gürani kendisine öğretmen olarak atanır. Şehzade O’nu saymaz
ve şımarık davranışlarda bulunur. Gürani, o zamanın terbiye usulleri gereği O’na iki tokat atar. Şehzade koşa koşa babası İkinci Murat’a gelerek hocasından yakınır ve Padişah babasının hocaya haddini bildirmesini ister. Padişah, oğlunun elinden tutarak
Molla Gürani’ye gider ve
“Sen benim şehzademi nasıl döversin!” diye çıkışır.
Molla Gürani “Sen benim işime nasıl karışırsın?” diye Padişah’ı şehzadenin yanında odasından kovar. Molla Gürani’nin Padişah’ı odasından kovması, öğretmenin otoritesini anlatmak için ikisi arasında kurgulanmış olmalıdır. Fatih, daha sonra “Hocamın atının ayağından sıçrayan çamur, benim üstümde süstür..” diyecektir. Meslekteki otoritemizin büyüklüğünü anlatmak için öğretmenlerimiz bize dersimize cumhurbaşkanının bile
izinsiz giremeyeceğini anlatırlardı.
Türkçe okuma kitaplarında yar alıyordu. Doğu’da bir eşkıyayı bir türlü ele geçiremezler. Adam, üzerine gönderilen jandarmaları perişan eder. Çaresiz kalırlar. Bir gün O’na öğretmenini göndermek akıllarına gelir. Tek başına dağa çıkan öğretmen, şakiyi elinden tuttuğu gibi getirip hükümete teslim eder. Bu şakiye hapishanede sorarlar :
“Üzerine gönderilen bunca kuvvete direndin de bir öğretmen seni nasıl alıp getirdi?”
Şöyle yanıt verir:
Valiye karşı geldik, kaymakama karşı geldik, bir de hocaya mı karşı gelseydik yani!
BİR ÖĞRETMEN İÇİN ÖLÜMDEN BETER!
Yalova Valisi, bu kıssaları bilmiyor olmalıdır. Dersine girdiği Matematik öğretmenini sınıfta öğrencilerin önünde kılığından ötürü aşağılaması, O’nu dilenciye benzetmesi,
hızını alamayıp bu yoldaki sözlerine öğretmenler odasında da devam etmesi karşısında insanın aklına,
“Acaba bugünkü kimi yöneticiler pek mi bilgisiz ve saygısız??” sorusunu getiriyor.
Hükümetin O’nun gibi düşünmeyen ve davranmayan bütün valileri bundan
tenzih etme görevi vardır fakat Yalova valisini görevden almak koşuluyla.
Bir öğretmen için, hangi nedenle olursa olsun, öğrencilerinin karşısında azar işitmek, aşağılanmak ölümden beterdir. Matematik öğretmeninin, meslektaşları bu olayı
kınamak için yaptığı bir yürüyüş sırasında kalbine yenilmesi de bunu doğruluyor.
Yalova’daki olayı düşündükçe, beni 38 yıl önce görevden alan valiyi şükranla anasım geliyor! Eski Türkiye’nin ne de olsa öğretmeni sınıfta azarlamayan valisi idi.
Yeni Türkiye’nin adabına da bir hal olmuş… (5 Nisan 2015)
Öğretmen
Halil Serkan Öz