Yılmaz Özdil : Macellan müezzindi


Macellan müezzindi

portresi_kravatli
Yılmaz Özdil
SÖZCÜ Gazetesi, 18.11.2014
Facebook: yozdilsozcu
Twitter: yilmazsozcu
E-mail: yozdil@sozcu.com.tr


Asrın lideri izah etti:
“Amerika’yı Kolomb keşfetmedi.”

*

Ki, daha önce Malazgirt’i izah etmişti…

“Romen Diyojen batarya batarya, gülle gülle saldırırken, Sultan Alparslan
Allah Allah diye saldırıyordu..”
demişti. Gerçi, 1071’de batarya-top filan henüz yoktu, barut anca 250 sene sonra toplarda kullanılmaya başlanmıştı ama, olsun varsındı, tarihçiler daha iyi bilecek değildi.

*

Bilahare, İstanbul’u izah etti…

“İstanbul’un tarihçesini bilmiyorlar, tarih bilseler konuşmaya yüzleri olmaz,
öyle elinde mercekle Romen Diyojen gibi dolaşılmaz.”
dedi. Mercekle dolaşan, düşsel roman kahramanı Sherlock Holmes’tü. Mercek yerine fenerle dolaşan Diyojen’in, İstanbul’la alakası yoktu, Sinoplu filozoftu. Romen Diyojen desen, zaten mercekle, fenerle alakası yoktu, Malazgirt’te tutsak düşen Bizans imparatoruydu.
1500 senelik sapma yapmış, Diyojenleri karıştırmış, Sherlock Holmes’le harmanlamış, gene de denk getirememişti ama, gayet güzel izahattı, ayakta alkışlandı.

*

Bi ara, Osmanlı’yı izah etti… “Kanuni’nin 30 senesi at sırtında geçti” dedi.
Kanuni 13 kez sefere çıkmıştı, toplam 10 yıl 3 ay seferde kalmıştı. Demek ki,
30 yıla tamamlamak için, sarayda da 20 yıl at üstünde oturmuştu!

*

Bizans’ı izah etmeyi de ihmal etmedi…

“Bizans’ın hanımları Fatih Sultan Mehmet’i karşılarken, başımızda kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz demişlerdir..” dedi.
O lafı söyleyen, Bizanslı hanımlar değildi, o lafın özgün biçimi öyle değildi,
söylendiği tarih de 1453 değildi, 10 yıl önceydi. Her şeye karşın durumumuza şükretmeliydi, Bizanslı hanımlar Fatih’i görünce “Cüneyt Arkın da geldi mi?”
diye sorabilirlerdi.

*

Bizans, Osmanlı derken, Selçuklu’yu da izah etti. Ankara, Selçuklu başkenti” dedi. Profesör İlber Ortaylı, “Ankara Selçuklu başkenti filan değildir, Selçuklu başkenti Konya’dır.” dedi ama, bu İlber hocanın cahilliğinden de bıkmış usanmıştık gari.

*

Yunan tarihiyle alakalı gerçekleri, Olimpiyat Komitesi Başkanı’na izah etti. “Olimpiyatlara adını veren dağ, Antalya’daki Olimpos dağıdır, olimpiyat meşalesinin kaynağı da, Olimpos dağındaki Çıralı’dır” dedi. Olimpos dağı, Türkiye’de değil, Selanik’te… Bizdeki Olimpos, dağ değil, carettaların yavrulama alanı… Olimpiyata adını veren yer, Yunanistan’daki antik kent Olimpiya…
Olimpiyat meşalesinin Çıralı’yla alakası yok, ilk kez 1928’de Amsterdam Olimpiyatı’nda yakıldı, diyenlere bakmayın siz… Bütün dünya yanlış biliyordu.

*

Yalnızca kıtaları değil, denizleri de izah etti. İki lisanda, İngilizce-Türkçe izah etti. “Akdeniz, beyaz deniz, White Sea olarak adlandırılır” dedi.
White Sea’nin Rusya’nın kuzeyinde olduğunu iddia edenler, müfteriydi.

*

Medeniyetler İttifakı’nda medeniyetleri komple izah etti :

“Almanların Goethe’si varsa, İspanyolların Sokrates’i var” dedi.
Yunan’ı İspanyol yaptı. Sokrates’le Cervantes arasında iki bin yıl vardı.

*

En son, Amerika’yı izah etti.
“Kolomb keşfetmedi” dedi.

*

Marko Polo müftüydü.
Pasifik okyanusunda ilk iftarı Macellan verdi.
Vasco dö Gama, Piri Reis’in imam hatipten sınıf arkadaşıydı.

===========================================

Kalemine sağlık Yılmaz Özdil kardeşim..

Bizim millet kendine benzeyeni seçip başına getiriyor..

Bunu da biz ekleyelim..

Sevgi ve saygıyla.
18.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Yılmaz Özdil : Macellan müezzindi” hakkında bir yorum

  1. Perihan Aysal

    Ahmet Bey,
    Konu hakkında çok güzel bir yazı daha,
    Ümit KIVANÇ’dan:

    AL O KEŞFİ TURŞUSUNU KUR
    18 Kasım 2014 Salı
    “Pınar (Öğünç) lafı ağzımdan aldı: “Sömürgeciye direnene değil, sömürgeciye talip”.
    Mevzu, “Amerika’yı biz daha önce keşfettik” iddiası. Tarihin gördüğü en büyük zulme sahne veya yatak olmuş bir süreç, “Amerika’nın keşfi”. Daha doğrusu “fethi”. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı herhalde keşfe fetih de denebilmesi heveslendirmiştir.

    Bu tartışmaya girmek gereksiz. Bir yere daha önce gitmek, orayı “keşfetmek” anlamına gelmez, bu bir. Amerika kıtasının neresine kimin kimden daha önce gittiği henüz herkes ve her durum için kesin söylenemez, bu iki. Küba’da tepede cami falan yok, üç.

    Pınar “Amerika’yı önce keşfettik” iddiasının gerisinde yatan psikolojiyi ve “Küba’ya cami yakışır” densizliğinin boyutlarını güzelce anlatıyor; lütfen okuyun. Ancak, “Amerika’nın keşfi/fethi” denen hadiseye sahip çıkmanın boyutları ve manası iyice kavransın istediğimden birkaç şey ekleyeceğim. Hazır elimin altında varken (bu bilgileri 16 Ton filmi için derlemiştim).

    “Kaşif”lerin, keşfettikleri topraklarda yaşayan insanların ne kadarını yok ettiği, ne kadarının -beraberlerinde getirdikleri mikroplar yüzünden- ölümüne yolaçtığı üzerinde bilim insanları kesin anlaşmaya varamıyor. 1500’lerin başında Meksika nüfusu 25 milyondu. 100 yıl sonra 1 (bir!) milyona inmişti, diyenler var. En temkinli tahminlere göre bile yok edilen/olan nüfusun oranı dörtte birden az değil.) Dünya nüfusu 400 milyon kadarken, “Keşifler Çağı”nda Avrupalıların Güney Amerika’da yolaçtığı telefata dair yapılan tahmin, 70 milyon insan!

    İspanyol katiller kapılarına dayandığı sırada Azteklerin başkenti Tenochtitlan, dünyanın en büyük şehirlerinden biriydi. O sırada sadece Konstantinopolis’in daha büyük olduğu düşünülüyor. Tenochtitlan’ın nüfusu, 60 ile 350 bin arasında tahmin ediliyor. “Kaşiflerin” en büyük şehri Sevilla’nın nüfusu 30 bini anca buluyordu.

    Batı edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük yazarlarından William Shakespeare (1564-1616), 38 oyun, 154 sone ve iki uzun manzum anlatıyı toplam 24 bin kelime kullanarak yazmıştı. Avrupalıların yok ettiği Aztekler’in dili Nahuatl, 27 bin kelime içeriyordu. Shakespeare’in doğumundan yaklaşık 45 yıl önce İspanyollar Meksika’ya girdi ve bunun sonucu olarak bugün dünyada Aztek dilini biraz olsun bilen sadece bir milyon kişi var. Yalnız bu dille anlaşanların sayısıysa 100 bin kaldı. Nahuatl, hayli nüanslı bir dildi. Hitap edileni de kapsayan “biz” ile, muhatabı kapsamayan “biz” için ayrı kavramları vardı meselâ. Kakao, çukulata, domates (tomato) gibi pek çok kelime bu dilden gelmedir.

    Günümüzde bilim insanları, yılı 365.2422 gün olarak hesaplıyorlar. Gregoryen takvimine göre bu rakam 365.2425. Avrupalılar yakıp yıkmadan önce Meksikalılar aynı hesabı 365.2420 gün olarak yapmışlardı.

    İspanyol ve Portekizli zalimler, yüzyıllar sonra insandaki “kötülük” üzerine araştırma yapacak olanlara bol bol malzeme ve sorular sundular, Güney-Orta Amerika pratikleriyle. Yerlileri madene sokup öldüresiye çalıştırmak veya karşı gelenin gözlerini oymak veya kadınlarına tecavüz etmek gayet sıradan ve “anlaşılır” eylemlerdi de, meselâ, akşama kadar istenen miktarda madeni çıkaramayan adamı yatağın altına bağlatıp üzerinde karısının ırzına geçmek için insan denen yaratıkta para hırsından öte bazı özellikler bulunmalıydı. Zaten atlarınla korkuttuğun, tüfeklerinle beşer onar öldürebildiğin insanları köpeklere parçalatıp bunu seyretmek için de keza, şeytan değil insan olmak yeterliydi. O zaman insan nasıl bir yaratıktı? İnsanlar bunlara ciddi ciddi kafa yordu, yoruyor. (Gravürcü Theodorus de Bry, “keşiften” dönenlerin anlattıklarına dayanarak, işlenen korkunç suçları resmetti, bir yerde belgeledi.)

    Sidik yarıştırdığın Kolumbus da, altın ve köle peşindeki aşağılık bir sömürgeciden başka bir şey değildi.

    Pınar’ın sözleriyle bitireyim:

    “Halkların tarihini anlatırken Kolomb’dan önce kıtada Müslümanlar var mıydı diye sormak abes, evet olabilir de. Malum tüm insanlık o anlamda göçmen. Önemli olan sizin tarihte kimin yerini kendinize münasip gördüğünüz. Kendinden öncekileri kesip biçene, sömürgeciye “Ben senden önce geldim. Aslında sen değil, ben keşfettim” mi diyorsunuz?
    Sömürülenle, köleleştirilenle mi ruhdaşsınız?”

    Cevapla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir