GÜNEYDOĞU GAZİLERİNDEN KAMUOYUNA AÇIK MEKTUP
Ey bizi yönetenler!
Ey her daim mağdur gözükenler!
Ey ağlaklar; muktedirler!
Ey gözlerimizin içine baka baka yalan söyleyenler!
Ey vicdansızlar; insafsızlar!
Ey vatan hainleri!
Sizler!
Vatanseverliğin, kahramanlığın, ülke için, millet için can vermiş olmanın,
bacakları, kolları, gözleri vatan toprağına bırakmış olmanın anlamını bilmezsiniz!
Siz olsa olsa doların tatlı sıcaklığını bilirsiniz!
Ayakkabı kutularını ağzına kadar parayla doldurursunuz ancak vatan uğruna
ölümü göze alanları asla düşünmezsiniz.
Rüşvet ve yolsuzluk paralarını kasalara istiflerken,
Gazilerin en temel gereksinimlerini bile dert edinmezsiniz.
Ancak unutmayın ki, vatanı koruyanlar olmazsa çocuklarınızın gemiciklerine dikilecek Bayrak da olmayacak!
Gemiciklerinizin bağlanacağı liman bulunmayacak!
Hatta sizi muktedir kılacak tebaanız da olmayacak!
Tam 1 yıl önce bir bölücübaşı,
bir teröristbaşının mesajı Diyarbakır meydanında okundu.
Adı “açılım” kondu.
“Şehitler gelmiyor – Analar Ağlamıyor” diye sevindirik olundu.
22 Mart 2014 günü AKP’nin onayıyla Diyarbakır’da teröristbaşı,
bölücübaşı Devlete meydan okudu.
AKP ve onun yardakçıları “Çözüm süreci sürüyor, şehitler gelmiyor..” dediler.
Ama yaşanan “çözüm sürecinde” son 1 yıla baktığımızda;
-PKK, silah bırakmak, çekilmek yerine kentlere yığıldı…
-“Milis güçleriyle” yol denetimleri başladı…
-Sözde “şehitlikler” törenlerle açıldı…
-Vatandaş haraca bağlandı.
-PKK’nın istediği valiler, kaymakamlar, müftüler atandı…
-Vergi birimleri, mahkemeler kuruldu…
-Suriye’deki PKK (AS: PYD) için terörist toplantı…
-Barzanigiller Diyarbakır’dan Van’a uzandı…
–PKK’nın yeni partisi Fethiye’yede açıldı…
Başka?
-Devlet, teröristbaşıyla pazarlık masasını büyüttü…
-Haftalık olağan ziyaret ve demeç imkânıyla İmralı karargâhı kuruldu…
-MİT, PKK postacısı oldu…
-Teröristbaşının “seçim posterleri” için poz poz fotoğrafları çekildi…
–Güvenlik güçleri “meşru müdafaa” dışında kışla ve karakollara hapsedildi…
-Demokratikleşme paketleriyle,
PKK ve “paralel devlet” KCK mensupları parti parti serbest bırakıldı...
–Yerleşim yerlerinin adları PKK’nın istediği şekilde değiştirildi…
Geriye ne kaldı?
PKK’nın terör örgütü olmaktan çıkarılması…
“Özerkliğin” ilânı…
Ancak AKP burnumuzun dibinde kurulan PKK devletini görmeyelim diye
bayraklı reklam filmleriyle, dombralı seçim müzikleriyle halkı kandırmaya
devam ediyor.
Ancak bölücübaşının ve PKK’nın kimi yöneticilerinin Nevruz günü Diyarbakır’da okunan mektubu ve izletilen görüntüleri, PKK’nın büyük çaplı bir çatışmaya hazırlandığını göstermektedir.
AKP’nin ödüncü politikaları, PKK’yı daha da cüretli kılarak
“Ya müzakere ya da savaş!” naraları atmasına neden olmuştur.
Bu vahim tablonun sorumlusu, AKP ve Başkan Tayyip Erdoğan’dır.
Terör örgütüyle pazarlık yapanlar,
teröre teslim olanlar bu ülkeye barış değil savaşı getirirler.
Vatan için bedenini ortaya koyan Gaziler olarak Türk halkına sesleniyoruz :
– Yalancı baharlara kanmayın!
– Kara propagandaya inanarak AKP ve PKK’nın barış getireceğine inanmayın!
– AKP’nin bu ülkeye getirebileceği tek şey yıkım, PKK’nın ise kan ve gözyaşıdır.
- Türk Milleti tarihin kendisine verdiği büyük sorumlulukla,
ülkesine ve birliğine sahip çıkmak zorundadır.
Şanlı tarihimiz her bölücüye gerçeği hatırlatmak için yeterlidir!
Saygıdeğer Hocam,
Dediğiniz gibi, sonuçlar ortada. Sizden farklı olarak, Türk Ulusu’nun içinde bulunduğu
ahlaksal çöküntü ve Durkheim’ın deyimiyle “anomi” karşısında sonuçlara bilimsel bir soğukkanlılıkla yaklaşabilmem en azından şu anda olanaklı gözükmüyor.
Yalnızca seçim sonuçlarının ortaya koyduğu tablo değil beni karamsar bir ruh haline iten;
buna ek olarak, Türk Ulusu’nun demokratik olgunluktan ne denli uzak olduğunu bir kez daha görmek…
Bu karamsar ruh hali içinde, Woody Allen’ın Oscar ödüllü ünlü filmi “Annie Hall”un en bilindik sahnelerinden birini anımsamaktan kendimi alamadım, aşağıda YouTube erişkesini bulacaksınız.
(“The life is divided into two categories: The horrible and the miserable”)
Woody Allen’ın canlandırdığı Max karakteri gibi ben de olan biteni ancak bu iki kategoriden
birine sokabiliyorum – ki bu sınıflandırmadaki ehven-i şer bile nerdeyse şerlerin en kötüsü!
https://www.youtube.com/watch?v=udoh1DZ7JKw
Ben kendimi bildim bileli okuyor, tartışıyor, düşünüyor; içinde yaşadığı toplumu anlamaya ve
ona yer yer eleştiri getirmeye çaba gösteriyorum. Bunun yanı sıra küçük yaşlardan başlayarak
Batı Uygarlığını da tanıma fırsatım oldu. Çok farklı milletlerden insanlar tanıdım; hatta onları tanımakla kalmayıp onlarla birlikte yaşadım, onların öğrencisi oldum. Özetle, ben bu denli düşük bir ahlak, bu denli çürümüş bir toplumsal yapıyı ne gördüm, ne de duydum!
Bugün özel yaşamın gizliliğine saldırıdan dem vuran devlet büyüklerimiz, daha düne dek,
onların o ağdalı biçemiyle söylemek gerekirse, bu ülkenin şerefli subaylarının “harem-i ismetine” girilirken neredeydiler? Bildik medyada, bırakınız telefon konuşmalarını, genelkurmay başkanlarının şecereleri manşetlere taşınırken bıyık altından gülen; ana muhalefet genel başkanının nasıl sızdırıldığı üzerindeki giz perdesi halen kalkmayan görüntüleri seçim propagandasına alet edilirken sesi çıkmayan güruh; nasıl oldu da daha düne dek tek bir çizgi oldukları yol arkadaşlarını “paralel”likle suçlamaya başladı ve halkımız da bunu afiyetle yedi?
Çok değil, daha 3+ yıl önce, sandıkları patlatırcasına referanduma “evet” mührünü basanlar,
kendi elleriyle hukuku teslim ettikleri kimselerin gerçek yüzlerini yeni gördüklerini söylüyor
ve kandırıldıklarını savlıyor. Soylu milletimiz ise, bugün her nasılsa yine “mağdur” rolünü kapmayı başarmış kişileri yeniden bağrına basıyor.
Ben hiçbir toplumda bu denli yoğun bir kavram karmaşası olabileceğini düşleyemiyor;
bu rezilliklerinin nedeni olan iktidarın sürmesine izin veren “ahalinin”, ona yaraşır olduğundan öte bir yorum getiremiyorum.
Bektaşi Dedesinin, iki şaraptan hangisinin iyi olduğu sorulduğunda verdiği yanıtı anımsayın: İlkinden bir yudum alır ve hemen “Öbürü daha iyi.” der. Nedeni sorulduğunda ise
“Bundan daha kötüsü olamaz.” diye yanıtlar.
Seçim sonuçları, Ulusumuzun enaz us yürütme yeteneğinden bile yoksun olduğunun
bir göstergesidir.
Türk Ulusu’nun -bünyesinde böylesine derin kutuplaşmalar barındıran bir topluluğa ne ölçüde “ulus” denebileceği tartışmalı olsa da- birlikte yaşama istenci gösterebilmesi bana kalırsa son derece düşük bir olasılıktır. Seçim alanlarında kullanılan söylem fay hatlarını derinleştirmekten başka hiçbir işe yaramamış, seçim sonuçlarıyla birlikte de bölünme taslağımız ayyuka çıkmıştır.
Buluşabileceğimiz asgari müştereklerin sayısı günbegün azalmakta, toplumun her kesimi
“düşman” bellediği öbür kesimlere karşı bilenmektedir.
Devlet fiilen iflas etmiş durumdadır.
Şöyle böyle de olsa liyakat ve hakkaniyete dayalı terfi sisteminin yerini,
tüm kritik devlet kurumlarında siyasal değerlendirmeler ve adam kayırmacılık almış;
askeri ve sivil bürokrasi yaşamsal önem taşıyan “yansızlığını” yitirmiştir.
Haklarında son derece ciddi suçlamalar bulunan devlet büyükleri, hukuk önünde aklanmak yerine, ucuz bir popülizmle sandığı kutsamış ve halk katında bu tutum kabul görmüştür.
Yukarıda elimden geldiğince özetlediğim genel durum karşısında, Ulusum adına duyduğum utançla yerin dibine geçiyor ve yarına ilişkin, her geçen gün derinleşen bir kaygı duyuyorum.
Duygularımı sizinle de paylaşmak istedim. Umarım canınızı sıkmamışımdır.
Saygılarımla, 1.4.14
Arda CİVELEK
ardahcivelek@gmail.com
Sevgili Arda,
1. Tüm fatura halka çıkarılamaz; önemli ölçüde seçim hilesi olasılığı ciddidir.
2. İhmal edilen, SORU SORMA ÖĞRETİLMEYEN toplumun “tekmesi” pek olur.
3. Halk opportünist ve çıkarcı kılındı, ahlaksızlığa ortak edildi; asıl tehlike bana göre bu.
4. Dikotomi dayatması beni çıldırtıyor. Kesin olarak reddediyor ve münazara mantığını
lanetliyorum; 3. seçenek her zaman olabilir, özellikle ve mutlaka aranmalıdır.
5. Toplumlar çok yavaş ve güç değişir ama değişirler; umutsuzluk yersizdir.
6. “AYDIN” ın duygusal kategori “umutsuzluk – karamsarlık” hakkı yoktur;
bu davranış bilim dışıdır ve Emperyalizmin en yüce umudu ve yatırımıdır.
Aydın, bilimsel öngörüde – kestirimde bulunabilir ancak; hepsi o denli..
Son söz : Sabır ve sükunet her zaman ama her zaman iyidir..
Türkiye’nin orta – uzun erimde yolu kesinlikle açıktır.
ATATÜRK’ün aydınlığını bu topraklarda söndürmeye GENÇLİK asla izin vermeyecektir.
Sen de onlardan birisin..
Sayarsan ben de.. (Ben sayıyorum!)
Gözlerinden öperim..
Sevgi ve saygı ile.
2 Nisan 2014, Ankara
Dr. Ahmet Saltık
http://www.ahmetsaltik.net