İkinci Şehzade Mustafa Vak’ası
PROF.DR. KEMAL ARI
(-Geçmişi Değiştiremeyiz Ama Geleceği Kurgulayabiliriz)
Evet, tam bir tarihsel vak’a yaşandı Türkiye’de…
Dikkat edin, Türkiye’de diyorum, Osmanlı Devleti’nde demiyorum.
Osmanlı Devleti’nde yaşanan vak’a belli… Hürrem Sultan’ın ve O’nun yandaşlarının sürekli olarak Kanuni’yi doldurmaları ve özellikle de Rüstem Paşa’nın fitne fücur siyaseti sonrası Kanuni’nin buna inanması üzerine büyük bir trajedi yaşanmıştır. Gözden düşürülen şehzade, Osmanlı Devleti’nin bilge yöneticileri ve
gözde ordu güçleri tarafından desteklenmesine karşın; Kanuni bu karalamaların etkisinde kalmış ve
kendi öz oğlunu, gözden çıkararak onu taht sevdalısı biri olarak gördüğü için öldürtmüştür.
Hem de nasıl?
Kanuni’nin artık yaşından dolayı sefere çıkamadığı, O’nun yerine Ordunun başı olarak Şehzade Mustafa’yı görmek istediği dedikoduları içinde; babasının kendisine bu kötülüğü asla yapmayacağı inancında olan Şehzade Mustafa bir oyunun içine düşmüş ve sefere çıkan babasının elini öperek, O’na bağlılık duygularını sunmak istediğinde; Kanuni’nin 1553 yılında Ereğli Ovasında kurdurduğu sultan çadırının içine girmiş, burada babasıyla buluşacağını sanırken üzerine atılan 6-7 kişilik bir dilsiz cellat grubunun tuzağına düşmüştür. Bu tuzağa karşı yiğitçe direnmiş hatta bir ara cellatların elinden kurtularak kaçmaya çalışmış ancak sinsice vurulan darbelerin etkisiyle Osmanlı Devleti’nin en gözde şehzadesi kanı akıtılmadan boğularak, cesedi bir külçe yığını gibi bir İran halısının üzerine atılmıştır.
Bu bilindik öyküdür.
Osmanlı tarihinin en dramatik olaylarından biridir.
Anası Mahidevran Sultan, oğlunun öldürülmesi ve Bursa’ya götürülerek orada defnedilmesinden sonra yaşama küsmüş; Bursa’ya, oğlunun naşının bulunduğu yere gitmiş ve uzun süre yoksul bir yaşam sürmüştür. Ta ki Kanuni ölene ve kardeşi sarhoşluğu ve içkiseverliğiyle ün salmış yeni Sultan II. Selim’in, Mahidevran Sultan’a maaş bağlamasına dek… Ve sonunda Kanuni’nin Hürrem’den önce en gözde eşlerinden olan bu asil kadın, ölünce oğlunun yanına gömülmüştür.
Bir babanın oğlunu öldürmesi, oğulun babası tarafından boğdurulması gibi duygular, elbette insan odaklı bakıldığında son derece dramatiktir. Ve hele ki Kanuni Sultan Süleyman ile Şehzade Mustafa’nın mektuplaşmalarına ve yine Mustafa’nın öldürülüşünden sonra O’na gönül veren yoldaşlarının ve destekçilerinin yanıp kül olan yüreklerinden dökülen mersiyelere bakıldığı zaman, bu acı derhal görülür.
Malum dizinin finali gerçekleştiğinde kendisi de artık bir tarihçi olan bir öğrencim, kendini diziye o denli kaptırmış ki; telefonda hüngür hüngür ağlıyordu:
-“Şehzade Mustafa öldü hocam; Şehzade Mustafa öldü… Bu dünya ne zalim bir dünya!”
Aynı duyguyu ben de Ankara Devlet Tiyatrosu’nda, “Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe” adlı oyunu izlerken yaşamıştım. Ayten Gökçer’in Hürrem’i, Cüneyt Gökçer’in Kanuni’yi, Ergin Orbey’in de Şehzade Mustafa’yı oynadığı o görkemli oyun bende böyle duygular bırakmıştı.
Evet, bu dünya zalim bir dünya…
Taht, servet; babayı oğula, oğulu babaya düşman edebiliyor…
Eşitliğin ve haklılığın olmadığı, çoğu zaman güçlünün ve fitne fücurla uğraşanların kazandığı bir dünya…
Bu bilinmedik bir şey değil.
Ancak dizi, o denli insanlar üzerinde bu son bölümüyle etkili olmuş ki; sosyal medyada esen rüzgarlara bakıldığında, gerçekten İkinci Bir Şehzade Mustafa Vak’ası yaşanmış…
Buna bir şey denemez, insancıl duygular elbette…
Tıpkı Şehzade Korkut ve Şehzade Beyazıt vak’alarında da olduğu gibi…
Geçmiş geçmişte kaldı.
Ondan ancak ders çıkarabiliriz.
Ölen öldü, Allah Rahmet eylesin.
Hele kim haklı, kim haksız tartışmaları ise bütünüyle anlamsız.
Bunun yerine şuna bakmalıyız:
İşte devri saltanat dediğimiz mutlak yönetimler böyle bir şey… Bu keyfilik bugün, değişik zorbaların
iş başında bulunduğu yerlerde yok mu? Demokrasinin olmadığı ülkelere bakın; elli bin türlüsünü ve
daha ağırını göreceksiniz… O zaman geriye ne kalıyor?
Bireyin özgürleşme süreci ve kendini kul gören toplumun ulus kimliğiyle ulusal egemenlik dediğimiz
kavramı elde edişi…
Yani zorbalığı alt üst edip, ulusun istencini öne çıkaran o muazzam dönüşüm…
Ne dersiniz?
Günümüze bakarak geçmişi anlasak, sonra da ağlayıp sızlamak yerine bu tür keyfiliklerin her an her yerde, kimi zaman yanıbaşımızda ve hatta kimi zamanlar da her an ensemizde olduğunu düşünerek, bundan bir sonuç çıkarsak daha iyi değil mi?
O nedenle bu olaylara bakarak şunu diyelim:
“Yaşasın Cumhuriyet!”
Unutmayalım; geçmişi değiştiremeyiz ama geleceği kurgulayabiliriz… (18.2.14)