Kıbrıs Müzakerelerinin Düşündürdükleri
Kıbrıs’ta müzakereler yeniden başladı. Kıbrıs Rum kesimi ve Yunanistan ciddi siyasi ve ekonomik güçlükler içerisinde olduğu dönemde görüşmelere ara verilmişti. Şimdi Kıbrıs’lı Türkler üzerindeki ambargolar devam ederken, Türkiye, ekonomi, siyaset ve hukuk alanlarında sıkıntı içine girmişken, dünya basınındaTürkiye’nin itibarını sarsacak yazılar neredeyse bir kampanya halini almışken, İsrail’le Kıbrıs’lı Rumlar stratejik işbirliğine girip bölgedeki doğal gaz kaynaklarını kendi çıkarları için değerlendirme yoluna gitmişken ve bunların korunması için ortak askeri tatbikat yaparken müzakerelerin yeniden başlaması dikkat çekici.
Diplomaside kuraldır, böyle önemli müzakereler yapacaksanız bunu en güçlü olduğunuz zamanda yapacaksınız. Belli ki, bu kural şimdi sadece Rum-Yunan tarafı için geçerli. Diğer bir kural da taviz istediğiniz tarafı müzakerelerden önceki aşamada, ekonomik ve siyasi önlemler ve basın yoluyla yıpratacaksınız. Türkiye’ye yapılan da budur. Kredi notu düşürülüyor, Avrupa’dan soğuk rüzgarlar esiyor, ABD Başkanı ile görüşme kapıları uzun süredir kapalı. Bütün bunlardan sonra müzakereler başlar başlamaz Amerika’dan Türk Hükümetine övgüler gelmesi anlamlı değil mi?
Türk tarafının yıllarca üzerinde en büyük duyarlık gösterdiği konu tarafların egemen eşitliğiydi. Türk tarafının bundan vaz geçtiği anlaşılıyor. Şimdi üzerinde mutabakata varılan ilke “Tek devlet, tek vatandaşlık, tek egemenlik”. Türk tarafının böyle bir tavizi vermeyi kabul etmesi müzakerelerin nasıl sonuçlanabileceği konusunda fikir veriyor.
Kofi Annan Planı Türk tarafı için acı bir reçeteydi. Toprakların büyük bir bölümü Rum tarafına veriliyor, geride kalan sınırlı toprakların içine 80,000 Rum yerleştiriliyor, Türk askerlerinin 650 kişilik bölümü hariç, gerisi çekiliyor, kalanlara da Kıbrıs Türklerini koruma görevi verilmiyordu.
Siyasi düzenlemeler özünde Rum tarafının esas söz sahibi olmasına olanak verecek cinstendi. Planın özeti buydu. Kofi Annan Planı birçok bakımdan Kıbrıs Devletini kuran 1960 tarihli Londra ve Zürih Antlaşmalarının gerisine gidiyordu. O antlaşmalarla kurulan düzenin Türkler açısından en önemli teminatı Türk Cumhurbaşklan Yardımcısının bütün yasalar ve uluslararası antlaşmalar üzerinde veto hakkında sahip bulunmasıydı. Kofi Annan Planı bu önemli güvenceyi sulandırmış ve egemen eşitlik hakkını vermemişti.
Bu plan, düzenlenen referandumda, dış baskılara ve propagandalara Ankara tarafından boyun eğmek zorunda bırakılan Kıbrıs Türkleri tarafından kabul edildi. Daha da fazlasını alabileceğini düşünen Rumlar tarafından ise reddedildi. Şimdi Türk tarafı evvelce kabul ettiği bir plandan daha fazlasını elde edebilir mi? Rum tarafı kendisi açısından Kofi Annan Planından daha azını kabul edebilir mi?
Kıbrısta CTP ve bazı partiler şimdi varılan ilke mutabakatnı olumlu karşılıyor, İktidar ortağı DP ve Ana Muhaklefet Partisi UBP kuşkulu ve tereddüdlü.
Bu ortamda Türkiye ne yapacak? İktidarın bu gelişmeyi seviçle karşıladığı görülüyor. Evvelce Kofi Annan Planına karşı çıkan muhalefet partileri, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin, başta egemen eşitlik olmak üzere, temel haklarını savunabilecek mi? Evvelce “ver de kurtul lobisine” büyük ölçüde desek vererek Kofi Annan Planını savunan büyük medya kuruluşlarının bu defa ulusal çıkarlarımızı koruyan bir tutum izlemesini beklemek aşırı iyimserlik olmaz mı?.
Bu gidişle Kıbrıs’ta neler olabileceğini merak edenler Girit’in tarihini okumalı ve kazandığımız bir savaşın sonucunda Girit’i dış baskılarla nasıl feda etmek zorunda bırakıldığımızıi hatırlamalıdırlar.
Umarız ki, Kıbrıs Türkleri Kıbrıs davasını ömrü boyunca kahramanca savunan Rauf Denktaş’ın kemiklerini sızlatacak bir adım atmaz ve Türkiye’de Ecevit’in hatırsına saygı duyan siyasetçi ve aydınlar da tarihimize kara bir leke sürülmesine karşı sessiz kalmazlar.
Onur Öymen