TÜRKİYE’NİN İŞSİZLİK ORANI GERÇEĞİ GÖSTERMİYOR

TÜRKİYE’NİN İŞSİZLİK ORANI GERÇEĞİ GÖSTERMİYOR

Prof. Dr. Cihan DURA

Ülkelerin can alıcı sorunlarından biri de işsizliktir. Bir ekonominin, bir hükümetin başarısını ölçmek mi istiyorsunuz, her şeyden önce ülke insanlarına iş alanı açma derecesine, bunun için de örneğin “işsizlik oranı”na bakmanız gerekir. İşsizlik basit bir tanımla “çalışabilecek durumda olan ve çalışmak isteyen insanların, iş bulamaması olgusu”dur. İşsizlik oranı “işsiz olanların sayısı, toplam işgücü sayısına bölünerek” elde edilir. Eğer işsizlik oranı yüksekse, artıyorsa o ekonomi, o hükümet başarısız demektir. Çünkü modern toplumda, işsizlik; insanın hayatını idame için gerekli araçlardan yoksun olması demektir. İşsizlik muhtaçlık, yoksulluk kaynağıdır. Yoksulluk da cehaletin, mutsuzluğun, sosyal çatışmanın, dışa bağımlılığın kaynağıdır.

Bu sebeple dünyada Millî İrade’ye saygılı her hükümetin ilk hedeflerinden biri ülkedeki işsizliği azaltmak, kabul edilebilir bir düzeye çekmek olmalıdır.

I) Türkiye’de (2011) resmî işsizlik oranı % 10, (AKP’nin iktidara geldiği 2002’de de yüzde 10’du), işsiz sayısı 2.6 milyondur. Oran 2009’da % 14’e kadar çıkmıştı.
Krizle boğuşan Avrupa’da ortalama işsizlik %10… İspanya % 23’le ilk sırada. Yunanistan’ınki %20, İrlanda ve Portekiz’inki %14…

Bu veriler aslında AKP iktidarının işine geliyor, kendine pay çıkarabiliyor çünkü. Ekonomist Mustafa Sönmez’in ifadesiyle “İkide bir, AB’deki işsizliğe, hele ki İspanya’da % 23’ü bulan işsizliğe gönderme yaparak sahte bir başarı öyküsü yazıyor hükümet. Oysa işin aslı çok farklı…”

Gerçekte, işsizlik derecesi bakımından, işsizlik oranı çok yüksek, % 23 olan İspanya’dan farklı değil durumumuz. O zaman sormak gerekiyor: Madem öyle, Türkiye’de işsizlik oranı İspanya’ya kıyasla neden bu kadar düşük? Ne yazık ki farklılık Türkiye’nin başarılı olmasından, yurttaşlarına iş bulmakta büyük beceri göstermesinden değil, hesaplama ile ilgili bir kavramın oluşumundaki farklılıktan ileri geliyor.

Ne demek bu? Aşağıda açıklıyorum:

Bir ülkenin işgücü (L) yurttaşların üç niteliğine bakılarak belirleniyor: y, s, p.

y: 15 yaşın üzerinde olmak.
s: eli ayağı sağlam, iş tutabilir olmak.
p: iş gücü piyasasına çıkmış, iş arar durumda olmak.

Bu üç niteliğe göre hesaplanan işgücü (L) ise, ikiye ayrılıyor:

-İş bulmuş olup fiilen çalışanlar, yani istihdam edilenler,
-İş bulamamış olup çalışmayanlar, yani işsizler (İ)
Yukarda belirttiğim gibi, işsizlik oranı ekonomideki işsiz sayısı işgücü sayısına bölünerek hesaplanıyor:

i = İ / L
(i: işsizlik oranı, İ: işsiz sayısı, L: işgücü sayısı)

Şimdi, açıktır ki İ’yi oluşturan ögelerdeki değişmeler farklı işsizlik oranları elde edilmesine yol açacaktır. Örneğin 15 yaş yerine -14 veya 16 gibi- farklı bir yaş esas alınabilir. “Eli ayağı sağlam, iş tutabilir olma” özelliği de sübjektif uygulamalara imkân verebilir. Fakat asıl önemli olan üçüncü özellik (p): “İş gücü piyasasına çıkmış, iş arar durumda olmak.” Bu niteliğe sahip olmayanlar diğer iki özelliğe sahipse, iş piyasasına çıkmamış, iş arar durumda olmadıkları için, işsiz sayılmayacak, “istihdam edilenler” gibi işlem görecektir. Bunların miktarı ne kadar fazla ise, işsizlik oranı o kadar düşük çıkacaktır, bunun tersi de doğrudur. İş arar oldukları ölçüde, işsiz sayısını artıracaklardır. Türkiye’nin işsiz sayısı, işte bu yüzden İspanya’nınkinden düşük çıkıyor. Başka bir deyişle Türkiye’de işsizlik oranı yüzde 10 değil, gerçekte yüzde 20’ler civarındadır.

II) Olay somut veriler kullanılarak belki daha iyi açıklanabilir. İktisatçı Mustafa Sönmez’in bir makalesinde[1] bu mahiyette bir açıklamayı bulabiliyoruz, özetliyorum:
Çalışabilir, eli ayağı sağlam nüfusun (s) işgücü piyasasına çıkma derecesi (p), işsizlik oranını da belirliyor. Bizde, eli iş tutabilecek 15 yaş üstü nüfusun ancak yüzde 50’si işgücü piyasasına çıkıyor. İşsizlik oranı 2011’de Türkiye için yüzde 10’dur. Ancak burada önemli olan, 15 yaş üstü nüfusun yarısının işgücü piyasasına çıkmaması… İşsiz sayısının düşük görünmesinin sebebi işte budur. İş aramaktan yorulanlar, ümidi kırılanlar, ev kadınları…, bunlar “işgücü” piyasasına çıkmayan, dolayısıyla resmen “işsiz” de sayılmayan insanlar… Oysa, mesela İspanya’daki kadar çıkmış olsalardı, “işgücü” sayılacaklar, bundan dolayı da “işsiz” sayısı çok yüksek görünecekti.

İspanya’nın %23’lük rekor işsizliği, ekonomisindeki daralmadan olduğu kadar çalışmak için işgücü piyasasına çıkan nüfusun yüksekliğinden kaynaklanıyor. İspanya’da 15 yaş üstü nüfusun yüzde 60’ı işgücü piyasasına çıkıyor, yani bizden 10 puan fazlası. Bizde de, 15 yaş üstü nüfusun yüzde 60’ı piyasaya çıksaydı, yani iş arar konumda olsalardı, ne olurdu? İşte bu durumda “iş aradıkları” için işsiz sayılacaklar; sayıları da bugün olduğu gibi 2.6 milyon değil 8 milyonu bulacak, işsizlik oranı da bugünkü gibi yüzde 10 değil, % 25 görünecekti!

Daha da önemlisi şu ki; İspanya ile Türkiye’nin işgücüne katılım oranları arasında 10 puan farkı daha ziyade kadınlar yaratıyor. İspanya’da kadınlar, evlerinden iş aramaya daha fazla çıkıp işgücüne katılıyorlar. Bu ülkede kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 53’ü buluyor, Türkiye’de ise sadece yüzde 30… Eğer, Türkiye’de de kadınların yüzde 30’u yerine, İspanya’daki gibi yüzde 53’ü işgücü piyasasına çıkıp “iş arıyor” görünselerdi, bugün 1 milyonu bulmayan resmî işsiz kadın sayımız 7.5 milyonu, bugün yüzde 11.3 görünen kadın işsiz oranımız da yüzde 51’i geçecekti. Kadını eve kapatmakla işsizliğin nasıl gizlendiğini bu rakamlardan anlayabiliriz.

M. Sönmez yazısının sonunda İspanya’ya şu ilginç tavsiyede bulunuyor:
Avrupa’nın en işsiz ülkesi olarak görünmek istemiyorsanız, siz de Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP’si gibi kadınları evde tutan muhafazakâr politikalar izleyin, hatta eğitim sisteminizi değiştirip kız çocuklarınızı erkenden eve çekin. Sizin de işsizlik oranınız birden aşağılara iner, imajınız ise tavan yapar!

III) Bir ülkenin gerçek sorunları vardır, tabii Türkiye’nin de. Bunlar toplumu bilime dayandırma, gelişmedir, akıllı kaynak kullanımıdır, insan yetiştirmedir, sosyal ahlaktır. Biri de yurttaşlara iş alanları açmaktır. Bir hükümet önce bunları sağlamak için çalışmalıdır. Bilinçli bir millete önce bu alanda yaptıklarının hesabını vermelidir.

Doğrusu, AKP iktidarı halktan gerçek sorunları gizlemeyi, onu “demokrasi, özgürlük” masalları ile avutmayı çok iyi biliyor. Bu marifetinin en parlak örneklerinden biri işsizliktir. İşsizliğe çözümler bulma bakımından AKP iktidarına not vermek gerekse, alacağı not kocaman bir sıfırdır.

http://www.altayli.net/articles.php?article_id=2528, 22.7.12

NOT : Yazıya ilişkin kapsamlı yorumumuzu aşağıda okumanız dileğiyle..
________________________________________
[1] M. Sönmez, “Gerçek İşsizlikte İspanya’yı Sollarız”, Cumhuriyet, 19.3.2012.

TÜRKİYE’NİN İŞSİZLİK ORANI GERÇEĞİ GÖSTERMİYOR” hakkında bir yorum

  1. Ahmet SALTIK Yazar

    Dostlar,

    Çok değerli Prof. Cihan Dura hocamızın yazdıklarına ek çağrışımlarımı paylaşmak istiyorum izninizle..

    Bunlara ek perdeleme oyunları da var..

    1. Gerçek nüfus yaklaşık %10 fazla ülkemize.. 2011’in son gününde
    TÜİK tarafından açıklanan rakam 74,724 milyon idi ve ülke nüfusuna 2011 sonunda 1 030 000 kişi daha eklenmişti. Her şeyde kayıt dışı olur da nüfusta olmaz mı? Örn. İstanbu’lda önceki yıl TÜİK-MERNİS nüfus tabanı verilerinden 160 bin daha fazla olmak üzere çocuk nüfus varlığını Aile Hekimleri saptamış ve izlemeye (ne kadar olacaksa??) almışlardı. Yani bu nüfus kayıt dışı. Devletin, 160 bin çocuğundan haberi yok!

    2008 TNSA’da (Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması*) Doğu-Güneydoğu’da
    0-5 yaş diliminde 400 bin çocuğun kayıt dışı olduğu belgelendi!

    Böyle devlet olabilir mi?

    Bu kayıtdışı kesim toplumun en alt katmanı.. Çok büyük ölçüde işsizler ama TÜİK’in “işsiz” tanımına uymadıklarından, örn. son 1 hafta içinde iş aramadıklarından (haftalar-aylardır hatta yıllardır arayıp umutlarını kestikleri için!) istihdam dışı sayılmıyorlar! Karanlık kaynaklardan beslenen kimi tekke-türbeler onlara “geeel geeel; bize gel” çağrısı yapıyor..

    Kayıtdışı 7,5 milyon insanın en az yarısının işgücüne katılabileceği düşünülürse (bu oran ülke genelinde 2/3’tür) 4 milyona yakın işgücü arzı (labor force) istihdam dışıdır. Tek başına bu rakam, açıklanan remi işsizlik rakamlarının 1,5 katıdır.

    2. Ülkemizde açıkça post-modern köle olarak çalıştırdığımız Sudan, Moldavya, Etyopya (eski Habeşistan) gibi ülkelerden gelen 1 milyona yakın çooook ucuz işgücü var. Sermaye bunları ağır biçimde sömürerek “küresel rekabet” yapıyor.
    El yakan (!) asgari ücretler karşısında sermayenin sigortası bu paryalar!..

    Devlet buna da göz yumuyor. Bu insanlar,ev işlerinden fuhuşa, suç örgütlerne dek hemen her alanda kullanılıyorlar. BM ve Mülteciler Yüksek Komiserliği de öbür örgütler de göz yumuyor.. Örn. Avrupa Konseyi ve AİHM. Benzer bir durum ABD’nin güney eyaletlerinde yaşanıyor çok uzun yıllardır. Meksika sınırından geçmesine göz yumulan “wet back” ler (sırtının teri kurumayanlar!), ayda 100 (yüz!) Dolara ABD çiftliklerinde boğaz tokluğuna en geniş anlamda sömürülüyorlar. Kayıt dışı insan çalıştırılıyor..

    Fakat bu tablonun reel bir matematiği de var :
    SGK’nın açıkları.. Kayıtdışı çalıştırılan milyonlar ve işverenleri ne SGK primi
    ne de gelir vergisi ödüyor!

    Bütçe de SGK da dev açıklar veriyor.. 2012 bütçesinde öngörülen açık 21 milyar TL. SGK’nın 141 milyar TL tutan 2012 bütçesinin yarısı (69 milyar TL) genel bütçeden aktarılıyor. Bir bölüm işveren ve uzantısı (İş yasasında bunlara alt işveren = taşern deniyor!) milyonlarca insanı kayıt dışı çalıştırıp devlete vergi vermiyor. Bu açığı ücretliler yükleniyor. Sermaye bununla da yetinmiyor, bütçe açıkları için devlete borç veriyor.. Dikkat, vergi olarak vermediğini “borç” olarak veriyor. Devlet tahvilleri, iç-dış borçlanma senetleri karşılığında da güzel güzel faizler alıyor..

    Bu emme-basma harami-bezirgan düzeninin adı da haşa huzurdan ”
    Devlet” oluyor!

    Kapitalizm illeti aklımızı oynatacak maazallah!

    Devlet bu işsiz-yoksullara asgari düzeyde de ols sağlık-sosyal güvenlik hizmeti vermeden de yapamadığından (sosyal patlama ve kaos kaçınılmaz sonuç!), yoksulluk tanımını çok ilginç biçimde yapıyor.. 940,5 TL brüt asgari ücretin (18+ yaş için) 1/3’ünün altında aylık geliri olanı yoksul sayıyor ! Bu rakam 940,5 / 3 = 313,5 TL!

    Not düşelim tarihe : 1 Temmuz 2012 – 31 Aralık 2012 arasında, Türkiye Cumhuriyeti’nde ayda 324 TL kazancınız varsa yoksul değilsiniz ve SGK’ya prim (=ek vergi) ödeyeceksiniz!

    Sonra da SGK’yı bunların peşine salıyor.. Harcama denetimi yaptırarak,
    314 TL’yi aşan kayıt içi harcamanız varsa hemen enseleniyorsunuz..

    Yoksulunuza devlet olarak çifte press uyguluyorsunuz.
    Hem bir kez daha kayıt dışına itiyorsunuz hem de biat kültürüne diz çöktürme!
    Ama varlıklınızdan-sermayeden vergi-prim alabilecek düzen kurmaya devlet aklınız yetmiyor..

    Sevsinler seni kapitalizmin zavallı oyuncağı Türkiye!

    Sonra da kalkıp, hiç sıkılmadan “Kemalizm müflis proje..” diyebiliyorsunuz.

    Kemalizmin ılımlı devletçiliği-vahşi liberalizm karşıtlığı tam da bunların karşıtı idi.

    “Ayrıcalıksız-sınıfsız kaynaşmış bir kitle olacağız.. ” hedef idi.

    “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesi..” idi

    Dolayısıyla merkezi yönetim bütçesi (eski terimle genel bütçe) ve SGK bütçesinin açıkları “sürdürülebilir” değil. Geçen hafta İngiliz vatandaşı Maliye Bakanı “Mr. Mehmet Simsek” açıkladı; bütçe açığı “fena” idi ve her türlü tedbir alınacaktı.. Açalım : Zam ve vergi.. Kime vergi? Özellikle ücretliye, tutulan kaza!

    En azından, açıklamasanız bile, ürkünç işsizlik rakamlarını AKP olarak bildiğinize göre, neden bir de üstüne üstlük kalkıp en az 3, oda yetmez 5 çocuk yapmasını halka dayatıyorsunuz?

    İşte asıl oyun buarada :

    Kadını çocuk yaşta gelin yapmak, 4+4+4’il ilk 2 diliminde beynini yıkayıp çocuk yaşta gelin edip bol çocuğa boğmak..

    Böylelikle toplumsal yaşamdan çekmek..

    Beyni din adına hurafelerlerle yıkanmış annenin yetiştireceği çocuklar ne ölçüde aydın olabilir ki?

    Buradan kalkarak;

    -Kalabalık
    -Niteliksiz
    -Yoksul
    -İşsiz
    -Dinci yobaz

    Ve de bağımlı bir kitle yaratmak..

    Bir yandan sahaya inen/indirilen Diyanet’in safsataları, bir yandan post-modern molla “mele”ler, bir yandan Gayr-ı Milli MEB okulları, bir yandan yüzbinlerve İmam Hatip ortaokulları ve liseleri, İlahiyat Fakülteleri, alkışlanacak TRT ve RTÜK ile güdümlü medya..

    “Hedef 2023” tariflidir, bellidir.

    Bu çok yönlü kuşatma ile 10 yıla kalmaz toplum çooook köktenci biçimde dönüştürülebilir. Kalabalık ve niteliksiz yığınlar sadaka kültürü ile müritleştirilir ve biat ederler; milyonlarca “oy deposu” olurlar. Kimi partiler böylece, özledikleri ve hep sorguladıkları gibi, örn. Mısır’da Mübarek’in eriştiği gibi % 80-90 blok oylarla seçim kazanır, mutlak iktidar olurlar..

    Günümüzde “biz % 50 oy aldık, bizim dediğimiz olacak..” diyebilenelerin,
    4+4+4 yasasında, Deniz Feneri davasında… TBMM Komisyonlarında CHP’lileri döverek salondan atanların, o günlerde azınlıkta kalan ülkenin aydınlık kesimlerine yaşam hakkı bile tanımayacağı çok nettir. Bugün hiç olmazsa kimi mahkemeler araç olarak kulanılıyor. O zaman buna da gerek kalmayacak.. Ortadan esrarengiz biçimde yok edilecek öncü aydınlar.. Cesetleri bile bulunamayacak.. Ya da şeriat mahkemelerinde infaz edilecekler..

    Devlet Başaknı mı?

    “Türkiye İslam Cemahiriyesi”nin Ayetullahı, ömrü vefa ederse Pensilvanya’daki zat olacaktır. “Ölümüne” karar mı verildi (ya da gerçekten öldü!?) elbet hazırlanan veliahtlar vardır. Birileri Afgan tarikat şeyhinin dizinin dibinden kaldırılarak tepepye çıkarılmadı mı?

    Peki, bu tür rakam oyunları ve medya alıklaştırmaları ile yaşamın gerçeğini değiştirebilir misiniz?

    Ve de sadaka kültürü ile toplumu nereye dek oyalayabileceksiniz?

    Tüm hesap, İslami rejim kurana dek zaman kazanmak ve sonra
    çağdışı, ABD maşası Suudi Arabistan benzeri bir rejimi yaşama geçirip halkı faşist baskı altına alıp sindirmek mi?

    Dostlar;

    “İŞSİZLİK” olgusunun (bilerek “sorun” demiyorum..) taktik-stratejik bağlamda böylesine kullanıldığını açık seçik görüyorum.

    Uyarmak haddim değil ama, en azından herkesle paylaşmak istiyorum..

    Bu meş’um (lanetli) senaryoyu ülkemizin aydınlık güçlerinin görmesi ve tersine çevirebilmesi gerek. Bu dönüşüm kendiliğinden ve hamasetle olmayacak..

    Çok ama çok ciddi uğraş verilmesi gerek.

    Bir toplumun idraki sonsuza dek tutsak alınabilir mi?
    Tarihte örneği yok.. Ancak bu süreler epey uzayabiliyor da.

    Sosyal determinizmin serin sularında bopulmayalım!

    Heeey, CHP.. Atatürk’ün partisi.. Kurmay politikacılar..
    Bu analize ne diyorsunuz?

    Karşı politikalarınız nedir ??

    Geç kalmadan kamuoyuna anlatınız.. bir şeyler yapınız..

    Bir şeyler yapınız..

    Bir şeyler yapınız; hem de elinizi pek çabuk tutarak..

    “Tüm toplumsal muhalefeti” örgütleyiniz ve birleştiriniz..

    Duyuyor musunuz??

    Kasırganın altında hepimiz kalacağız..

    Sevgi ve saygı ile.
    22 Temmuz 2012, Ankara

    Dr. Ahmet Saltık
    http://www.ahmetsaltik.net

    * Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması-TNSA; Sağlık Bakanlığı ve DPT’nin de katıldığı resmi bir devlet araştırmasıdır ve 5 yılda bir yinelenmektedir. 2013’te yeni verileri çook merak ediyoruz..

    Cevapla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir