AYLARDIR tek tümce konusunda bir türlü anlaşamadılar. Sonuçta, “yeni anayasa” denen bir metin taslağı hazırlamaktan ibaretti görevleri. Çalışmalar önce hayli hızlı gitti ama sonra yavaşladı ve sıra “vatandaşlık” maddelerine gelince duruverdi. Şimdi
o aşamadayız ve öyle anlaşılıyor ki, bu eşik aşılmadan pek ilerleme olmayacak.
Oysa, hepsi Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları. Kendi durumlarını tanımlamada
ve kurallaştırmada güçlük çekmemeliydiler. Eskiden beri o durumun içindeler; vatandaşlık da anayasa hukukunun klasik konularından biri.
Basit bir anlatımla işin içinden çıkmak varken, neden böyle zıtlaştıklarını anlamak zor.
- “Türk vatandaşlığı, dili ve inancı ne olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık hukukuyla bağlı olan herkesin ortak kimliğidir.”
diyen bir tanımlamaya gidilse, onda kabul edilemeyecek ne olabilir?
“Türk” sözcüğü mü?
Bunun çok kişide “etnik” bir kayırma izlenimi bırakacağı, belirli bir ırkı ya da soyu
öne çıkardığı, başka etnik unsurları da barındıran bir devletin vatandaşları için böyle
bir etiketin yanlış olacağı elbet söylenecektir. Buna karşılık, ülke adının bile bu etnik sözcükten kaynaklandığı falan gibi bin dereden su getirerek ülke ile Türklük arasındaki bağlantıdan söz etmenin de başkalarını ikna etmeye yetmeyeceği bilinmelidir.
Ama başkaları ne derse desin, bütün bunlar Türk sözcüğünü bırakıp elverişli
başka kimlik aramak gibi bir sersemleyişe sürüklememeli bizi.
Sayısal ya da aritmetik açıdan da düşünülse, ulusal kimlik olarak Türk vatandaşlığı ndan daha doğru bir başka ortak payda bulunamaz. Fransızından Almanına kadar herkes böyle yapıyor. Onlarda da başka etnik gruplar yok mu?
Aslına bakılırsa, bu konuda bütün sorun “ulus” kavramını benimseyip benimsememe noktasında düğümleniyor.
Ulus, yani millet.
Yani ümmet ya da cemaat değil.
Sadece, dilleri, inançları farklı da olsa aynı ülkenin insanları olarak
bağımsız yaşamak isteyenlerin bilinçli birlikteliğidir ulus.
Bu olabilirse, dil ve inanç türü farklılıklara saygı göstermek, hatta onları korumak kolaylaşır.