ARŞİVİMİZDEN…
ABD’nin Zayıflamasının Sonuçları
Doç. Dr. Barış DOSTER
ABD’nin inişte olduğunu, bizzat bu ülkenin en seçkin diplomasi, ekonomi ve strateji uzmanları görüyorlar. Ama Türkiye göremiyor. Oysa dünyanın gördüğünü bir de Türkiye görse, neler olmaz ki? ABD’nin zayıflaması, dünyayı rahatlatır. Onun koruyucu şemsiyesi altında yaşayıp, sağa sola sataşan, saldıran İsrail başta olmak üzere Gürcistan’dan Ermenistan’a, Güney Kore’den Körfez’deki Arap ülkelerine dek pek çok ülke, kendilerini daha savunmasız, daha az güvende hissederler.
Bu nedenle saldırganlıktan vazgeçerler. Bu durum bölgesel tedirginlikleri azaltır. Zayıflayan, içe kapanan ABD, dünya jandarmalığını bırakır. Bu da bölgesel işbirliği arayışlarını güçlendirir, ittifakları hızlandırır. ABD’nin kışkırttığı, zemin hazırladığı, desteklediği etnik, dinsel, mezhepsel, bölgesel anlaşmazlıklar, çatışmalar, ABD destekli darbeler ortadan kalkarsa, pek çok ülkede istikrar artar. Savunma ve güvenliğe ayrılan bütçeler yatırıma, eğitime, sağlığa, bilim ve teknolojiye yönelir. Toplumsal refah yükselir. Gelir dağılımı adaletsizliği, bölgeler arası gelişmişlik farkı azalır, demokrasi, katılım güçlenir.
Batı, yalnızca siyasal olarak değil, iktisadi olarak da gerilemektedir.
- ABD ekonomisi iyi değildir.
Aynı durum Euro bölgesi için de geçerlidir. Beklenen, umulan toparlanma bir türlü gerçekleşmemiştir. Fransa, Yunanistan gibi ülkelerdeki seçim sonuçları da halkın ekonomik gidişata olan öfkesini yansıtmıştır. Yüksek kamu borcu olan ülkelerde halk, kemer sıkmayı öneren sosyal demokrat ve liberal partilere karşı öfkelidir. AB içinde zengin kuzey ve yoksul güney ülkeleri arasında ayrışma yaşanmaktadır. Güçlü ve eski üyeler ile zayıf ve yeni üyeler arasındaki uçurum derinleşmektedir. AB’nin en güçlü ülkesi olan Almanya’da bile, birliğin geleceğine olan güven ve Euro’ya duyulan sadakat azalmaktadır. Almanların bir bölümü para birimi olarak mark’a dönmeyi konuşmaktadırlar.
Euro’nun varlığını korumak için bu kadar büyük sıkıntılara katlanmanın gerekli olup olmadığını tartışmaktadırlar. Sokaktaki Alman, AB üyesi ülkeler arasındaki dengesizliğin, uçurumun, sıklet farkının maliyetine daha fazla katlanmaya karşıdır.
Dolar ve Euro, yani dünyanın en yaygın iki para birimi üzerinde kara bulutlar dolaşırken, başta Çin olmak üzere milli, halkçı, devlet güdümlü, planlamacı ekonomiyle öne çıkan ülkeler, kendi ulusal para birimleriyle ticareti yaygınlaştırmaktadırlar. Çin, pek çok ülkeyle, ticarette ulusal para birimlerinin kullanılması için anlaşmalar yapmıştır.
İnişte olan ABD’nin, yakın – uzak coğrafyalardaki siyasi, iktisadi, askeri varlığına, hatta işgallerine karşın, Çin ve Rusya’nın, bu haldeki bir ABD’nin liderliğinin sürmesine daha uzun yıllar razı olmaları beklenemez. İkisinin de, ABD’nin tek süper güç ve dünya lideri olarak devam etmesine de, eşitler arasında birinci güç olmasına da güçlü itirazları vardır. Nitekim Rusya, razı olmayacağını ilan etmiştir. Yakın bölgesinden başlayarak bu yönde adımlar atmaya başlamıştır. 2008 Ağustos ayında Gürcistan ile Rusya arasında yaşanan savaşı ABD ile Rusya arasındaki bir gerilim olarak yorumlamak gerekir. Bu durum, inişte olan ABD’nin bu yeni duruma kolayca boyun eğmeyeceğinin göstergesi olduğu kadar, Rusya’nın da yeni, çok kutuplu bir dünya düzeni istediğinin kanıtıdır. Çin çok kutuplu dünyanın gerekliliğinden bahsetmektedir. Afrika’da yumuşak gücünü devreye sokmuştur. Askeri gücünü geliştirmektedir. Zamanın kendi lehine işlediğinin farkındadır.
- Pekin ve Moskova hem kendi aralarındaki ilişkiyi,
hem öbür ŞİÖ ve BRICS ülkeleriyle olan ilişkilerini güçlendirmektedir. - Çin 2025 en geç 2030 yılında dünyanın en büyük ekonomisi olacaktır.
2020’de dünyada yalnızca gelişmiş ülkelerin değil, BRISC ülkelerinin de sözünün
daha çok geçeceği öngörülmektedir. Çin ve Rusya, AB’nin lokomotifi olan Almanya ile ilişkilere özel önem vermektedir.
Son yıllarda ise ABD karşıtlığıyla öne çıkan Latin Amerika ülkeleriyle de yakınlaşmaktadır.
Bu ataklarında Rusya enerji zenginliğini, Çin ise mali gücünü dış politika kartı olarak kullanmaktadır.
Dış şoklara karşı kırılgan, özellikle enerji açısından dışa bağımlı olan Çin, bu sorunlarını gidermek için önemli adımlar atmaktadır.
ABD’nin İran ve Suriye’yi silahla tehdit etmesi, Asya’da anti balistik bir füze savunma sistemi kuracağını açıklaması, Malatya Kürecik’e füze kalkanı radarı yerleştirmesi, Avustralya’ya yeni füze savunma sistemleri konuşlandırması, Filipinler’den deniz üssü istemesi, Güney Kore, Japonya, Afganistan’daki askeri varlığı, zayıflamakta olduğunu kabullenmekte güçlük çeken bir süper gücün fotoğrafıdır.
Çok kutuplu bir düzene kesinlikle karşı olan ABD, Rusya ve Çin’in kendi liderliğine rıza göstermelerini sağlamak için dünyayı “Ben olmazsam, kaos olur” diyerek tehdit etmektedir. Ancak bu nafile bir çabadır. Zira Moskova ve Pekin arasındaki yakınlaşma, artan silah ticareti, yapılan ortak askeri tatbikatlar önemlidir.
Rusya, silah harcamalarında İngiltere ve Fransa’yı geçip, ABD ve Çin’in arkasından üçüncülüğe yükselmiştir. Yılda en az 250 milyar dolar hacmi olduğu bilinen Ortadoğu silah pazarının büyük oyuncularındandır. Almanya, Çin-Rusya yakınlaşmasını yakından izlemekte, kendisi de bu iki ülkeyle yakınlaşmaktadır.
Türkiye, ABD’nin zayıflamasından en olumlu etkilenecek ülkelerdendir. Öncelikle,
Irak ve Suriye örneklerinde görüldüğü gibi, kriz bölgelerine müdahale gücü olmaktan kurtulur. Batının dilindeki “güvenlik tüketen değil, güvenlik üreten ülke” pozisyonundan sıyrılır. Daha açık söylemek gerekirse, George Soros’un dediği gibi, “en iyi ihraç malı ordusu olan” bir ülke görünümünden çıkar. Kısacası, Mehmetçiğin kanını satmaz.
Oysa şimdiki halde vatan toprakları parayla satıldığından, bu gidişle uğrunda ölecek toprak yani vatan kalmayacaktır. Türk askeri de emperyalistler için ölecektir. Çünkü Türkiye’nin bu görevini tamamlayan bir diğer görevi daha vardır. O da, bölgesel bir güç olan ve Avrasya jeopolitiğinde ABD’nin en amansız muhalifi olarak öne çıkan İran’ı dengelemektir.
Günümüzde Türkiye hem Ortadoğu’da İran’ı dengelemek adına, hem de bu ülkeye ve Sünni Araplara ılımlı, uyumlu, ABD destekli İslam’ı model olarak sunmak adına
Batı açısından kullanılmaktadır. Bu rol, BOP’taki görevinin gereğidir.
Türkiye, bu görevini eksiksiz yapabilsin diye ABD denetiminde İsrail’le danışıklı dövüş oynamış, iyi polis – kötü polis oyununu sahneye koymuştur. Mısır başta olmak üzere Arap dünyası, özellikle Körfez ülkeleri bu konuda Türkiye’ye bir süre için yardımcı olmuşlardır. Dışa bağımlı Türk ekonomisine Körfez ülkelerinden sıcak para gelmesinin nedenlerinden biri de budur. Arapların Türkiye’ye büyük miktarda para getirmesi, sadece iktidarla olan düşünsel yakınlıklarına dayanmaz. Türkiye’nin “hızlı büyüyen istikrarlı ekonomi” olmasıyla da açıklanamaz.
Türkiye, ABD nezdinde stratejik ortaklıktan model ortaklığa geçerken, İran’ın Şii hilaline karşı Sünni blok oluşturma görevini de üstlenmiştir. Ancak, komşularla sıfır sorun politikası çökmüştür. Suriye’yle ilişkiler gergindir. İran’a karşı füze kalkanı konuşlandırılmıştır. Ülkesinin bütünlüğünü ve bölge merkezli politikaları savunan Irak başbakanı Maliki’yle ilişkiler soğuktur. İran ve Rusya, füze kalkanı radarını tehdit olarak gördüklerini defalarca açıklamışlardır. Irak, Türkiye’nin düşmanca davrandığını belirtmiştir. Suriye ise Türkiye’yi emperyalizmin taşeronluğunu yapmakla suçlamıştır.
- Kısacası, dünyadaki gelişmeleri görememenin bedelini Türkiye çok ağır ödemektedir. (15 Haziran 2012 – İlk Kurşun )
===============================
Dostlar;
Yetenekli ve birikimli, yurtsever genç akademisyen Doç. Dr. Barış Doster’den çok değerli bir yazı..
Arşivimizden aktardık.. Yeniyıl armağanı gibi..
Dün bu yazının öncülünü yayımlamıştık..
Teşekkürler sevgili Barış..
Sevgi ve saygı ile.
02.01.14, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net