BÜYÜK TAARRUZ VE BAŞKOMUTANLIK MEYDAN MUHAREBESİ
Selçuk UÇAL
25.8.12, e-ileti
selcukattila@windowslive.com
Bugün, ulusal kurtuluş savaşımızı kesin zaferle sonuçlandıracak Büyük Taarruzun başlangıcının,
90 ıncı yıldönümünü kutluyoruz. Ulusumuza kutlu olsun.
Sakarya zaferi sonrasında, yurdu işgal kuvvetlerinden tümüyle temizlemek amacıyla,
kesin sonuçlu bir taarruza hazırlanılmış ve yaklaşık bir yıllık süre boyunca,
Ordumuzun her türlü gereksinimi, halkın da büyük özverisi ile tamamlanmıştır.
Bu süre içinde TBMM hükümeti, savaşa gerek kalmadan ülkedeki yabancı güçlerin çekilmesi için her türlü siyasi ve diplomatik girişimlerde bulunmuş ancak sonuç alınamayınca askeri harekâttan başka seçenek kalmamıştır.
Büyük taarruzun kısa bir süre içinde tam anlamıyla başarıya ulaşmasının temelinde
Sakarya Savaşında kazanılan zafer bulunmaktadır. Bu savaşta, Yunan ordusunun önemli
bir kısmı imha edilerek taarruz yeteneği tümüyle kırılmıştır. Halk, Meclis ve Ordu;
başta Başkomutan Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, başta bulunan komuta kademesi ile
zaferin geleceğine inanmış, ulusal bilinç uyanmış ve moral üst seviyeye ulaşmıştır.
Bunun yanında ordunun başarısızlığı halinde ortaya çıkmak için fırsat bekleyen içteki
kimi unsurların da ümidi kırılmıştır.
Askeri güç; ülkenin ulusal hedeflerine ulaşabilmek amacıyla her zaman elde bulundurulması ve kuvvetli tutulması gereken, vazgeçilmez biricik silahlı ögedir. Aynı zamanda yurdun sınırlarına tecavüz etmeye niyetli düşman ülkeler için de caydırıcıdır. Orduyu güçlü ve
her zaman hazır tutmak ise iktidarın görevidir.
Kurtuluş Savaşı, askeri gücü, siyasal hedefi yerine getirebilmek amacıyla,
yerinde, zamanında kullanabilmenin becerisini gösteren birçok örnekle doludur.
Bunların en görkemlisi ise Büyük Taarruzdur.
Kurtuluş olmadan kuruluş olamazdı. Bugün, bütün olumsuzluklara karşın bir vatana
ve bayrağa sahip olabilmemizi, Ordumuzun zaferi sonrasında, Atatürk ve arkadaşlarınca kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne borçluyuz.
Türk Silahlı Kuvvetleri, halkın içinden gelen ve iyi yetişmiş kadrolarıyla,
son döneme dek ülkemizin ve cumhuriyetimizin güçlü bir koruyucusu olmuştur.
Son 10 yılda; Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) peşindeki ABD ve önde gelen batı ülkelerinin,
bölgede amaçlarını gerçekleştirmekte ulusal duruşuyla engel olarak gördükleri
Türk Silahlı Kuvvetlerini güçsüzleştirme ve yıpratma faaliyetlerine, ne acıdır ki
içteki özel amaçlarını gerçekleştirmek uğruna siyasal iktidar da katılmıştır.
Sözde Ergenekon ve Balyoz davaları ve burada kullanılan terör örgütü üyesi itirafçı
gizli tanıklar vasıtasıyla, Ordunun en üst ve değişik kademelerinde görev yapmış/yapan, görevdeki ve emekli general ile subaylar hapsedilmiştir. Mevcut kadrolara verilen gözdağı ve terörle mücadele araçlarının ortadan kaldırılmasıyla, bölünme tehlikesinin sınırına gelinmiştir.
Siyasal iktidar; 2002’de sıfır düzeyinde devraldığı terör sorununu, bugün, Suriye’deki rejime şekil verme savı ve içeride “açılım” adıyla sürdürdüğü ayrıştırıcı politikası ile içinden çıkılmaz bir duruma getirmiş ve sorun; Türkiye Cumhuriyeti’ni bölünmenin ve
çağdışı bir rejimin kıyısına getirmiştir.
İrtica; kamu ve eğitim başta olmak üzere her alanda somut gelişmelerle kendisini göstermektedir.
Mevcut kargaşa ortamında “yeni” anayasa çalışmaları devam etmektedir.
Yakın gelecekte iktidar, her sorunun çözümünü, getirilecek “yeni” anayasaya bağlar ve
bu yönlü propagandaya başlarsa şaşmamak gerekecektir. Bu anayasa getirilecek olursa, muhtemelen Türkiye Cumhuriyetinin bölünmesi ve laik yaşamın sonu belgesi olacaktır.
Ülkesini kendi özel amaçları uğruna bölünmenin eşiğine getiren bu iktidar;
-Suriye üzerinde, emperyalist devletlerle tehlikeli oyunlar oynamaktan vazgeçmeli,
isyancılarla değil, doğrudan muhataplarıyla bir “devlete” yaraşır ilişkiler kurmalı,
-Türkiye’nin ve ordusunun zedelenen onurunu iade etmeli,
-Bölünme anayasası çalışmasından, vatanı ve milleti,
sonu olmayan maceralara sürüklemekten bir an önce vazgeçmelidir.