Etiket arşivi: Bir dildeki sözcük sayısı o dilin zenginliğidir

Dil ve yaratıcılık..

Dil ve yaratıcılık

Dil; insanın konuşma ve düşünmesinin temel aracıdır.
İsmini ağızdaki organdan alır, bu Türkçede olduğu gibi başka dillerde de benzerdir.
Dil organının konuşmadaki önemine uygun olarak dille yapılan iletişim de dil adını almıştır.
Dil hem bir iletişim aracı hem de düşünceyi oluşturan temel maddedir.

    Prof. Dr. Mustafa Yıldız
    Kocaeli Üniv. Tıp Fak. Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı

    myildiz60@yahoo.com

    İnsan içinde doğduğu toplumun dilini öğrenir, ailesinden duyduğu ve öğrendiği dil anadilidir. İlk seslerden ilk sözcüklere, ilk cümlelere, ilk kavramlara hep anadili ile öğrenir ve konuşur. Dünyayı, kendisini ve çevresini agılaması anadili ile oluşur. Temel öğrenmeler, temel tepkiler, temel duygulanımlar, temel inançlar hep anadilde şekillenir. Beynindeki düşünce kalıpları, zaman ve mekân algısı, dilbilgisi ve yorum biçimi anadili ile oluşur. Kendi toplum ve ekin yapısına uygun olarak anadili ile oluşturduğu kendisi ile dünyada o topluma ve ekine özgü bir varlık olarak kimlik kazanır. Kişinin dili onun ruhudur ve aynı zamanda kendisinin ve ulusunun tarihidir.

    Toplumlar doğaları gereği kapalı kalamadıklarından dilleri de kapalı devre çalışmamıştır. İlişkide olduğu başka dillerden sözcük, kavram ve deyimler almış onlara da kendinden vermiştir. Dil durağan, oluşmuş bitmiş bir varlık değil, kendisini yenileyen, sürekli çoğalan ve zenginleşen bir varlıktır. İnsan düşüncesi geliştikçe dil de gelişecektir. Ne var ki bu gelişim kendisini kullananlar aracılığıyla olacaktır, kendisini kullanan olmadığında da tarihin raflarında yerini alacaktır.

    Dillerin birbirlerine üstünlükleri yoktur. Her dil onu kullanan topluluklar için en iyi dildir. Kendi toplumsal doğasına özgün bir gelişim göterdiği için o toplumun bireyleri için en güzel dil kendi anadilidir.

    Binlerce yıllık geçmişi olan anadilimiz Türkçe ulusumuzun farklı uygarlıklarla birlikte yaşamları sonucunda Arapçadan, Farsçadan, Moğolcadan, Çinceden, Yunancadan, Fransızcadan, İtalyancadan, İngilizceden ve diğer dillerden etkilenmiş bir dildir. Yüzyıllar içerisinde zenginleşen Türkçe, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerindeki ağır etkilenmeler ve ihmale rağmen kendi özgün yapısını korumuş, zengin eylem hazinesi ve türetme gücü ile varlığını sürdürmüştür.

    KENDİNE GÜVENSİZLİK

    Bir dildeki sözcük sayısı o dilin zenginliğidir, ancak gerçek zenginlik sözcüklerin taşıdığı anlamların zenginliğidir. Sözcükler taşıdıkları, tarihten getirdikleri anlamlar ve kendilerine yüklenen yeni anlamlarla düşünceyi zenginleştirirler. Dilin güzel ifade edilmesi, özgün düşünceler üretmesi, çokça kullanılması, bilim, teknik ve sanat alanlarında varlık göstermesi, meslek öbeklerinin özel terimlerini anadilden oluşturması o dili zenginleştirir ve yayar.

    Kullandığı dilin zenginliği kişiyi de varsıl yapar. Kişinin özgüveni neredeyse anadilinin kimliğinde tuttuğu yer kadar artar ya da azalır. Kendi diliyle varsıllaşan bir birey daha fazla söz üretir ve çevresini de zenginleştirir. Yaşadığı ortamda kendi dili giderek daha az kullanılan bir birey de fakirleşmeye başlar.

    Özgüveni azalır ve sanki “ben yokum, başkaları çokça varlar, beni de onlar yönetiyorlar” düşüncesine kapılır. Ben zengin değilim, başkaları çok zengin, başkalarının düşünce gücü ve mali gücü benden çok fazla, ben onların yanında bir hiçim duygusu ya da düşüncesinin yerleşmesi (aşağılık karmaşası) o ulus için yokoluşa geçişin başlangıcıdır. O zaman başka dillerde eğitim yapma düşüncesi ağırlık kazanır, çünkü onlar zengindir, bizim dilimiz yetersizdir dolayısıyla bizler yetersizizdir. Günlük hayatta kullanılmayan bir dilin yeterli olduğunu nasıl iddia edebilirsiniz?

    Büyük işletmeleriniz başkaları tarafından işletiliyorsa, içinde sizler çalışsanız bile, mali açıdan bağımsız olduğunuzu söyleyebilir misiniz? Kendi düşünür ve yazarlarınızı okutamadığınız genç kuşaklara başka ulusların düşünür ve yazarlarını okutuyorsanız ekin olarak bağımsız olduğunuzu söyleyebilir misiniz?

    Kurduğunuz devlet dizgesinde kendinize özgü yöntemler kullanmıyorsanız, bakanlıklarınız başka ulusların ya da uluslararası kuruluşların önerileri ile çalışıyorlarsa bağımsız olduğunuzu ve kendinize yetebildiğinizi söyleyebilir misiniz? Üniversitelerinizde (düzgün olmayan Türkçe ile) çeviri kitaplar okutuyor, bilimsel çalışmalarınız başkalarının yaptığı çalışmaları taklit etmekten öteye geçemiyorsa özgün bilimsel varlığınızdan söz edebilir misiniz?

    Caddelerinizde dolaşan milyonlarca taşıt aracını siz üretmiyorsanız, savaş araçlarınızın programlarını siz yapamıyorsanız, dünyada ses getirecek özgün sanat eserleri ortaya çıkaramıyorsanız bağımsız ve kimlikli bir duruştan bahsedebilir misiniz?

    YARATAMIYORSANIZ YOK OLURSUNUZ

    Eğer yaratamıyorsanız yok olursunuz. Başkalarının yarattıkları arasında kaybolur gidersiniz. Dünyada etkin bir öğe değil edilgen bir varlık halinde yaşarsınız. Türk ulusu binlerce yıllık güçlü varlığına rağmen bugünlerde malesef dünyadaki etkinliğini yitirmek üzeredir. Dil kirlenmesi bu durumun en önemli nedenlerinden aynı zamanda sonuçlarından birisidir. Çünkü insan dille varolur, dille düşünür, dille üretir, dille yaratır.

    Özgün düşünceler kişinin kendi benliğinden yani özgün dilinden çıkar. Başka sözcük ve kavramlarla düşünenler ezberci bir zihin tembelliğine tutulurlar. Ve sadece çevirmekten ve başkalarının peşinde koşmaktan kurtulamazlar. Siyasetçileri ve devlet adamları tam olarak anlayamadıkları ve kavrayamadıkları terimlerle konuşmaya devam ettikçe, bilimcileri halkının anlayamayacağı dili kullanmayı sürdürdükçe Türkiye’de bilimsel bir anlayışın ve ileri düzey bir siyasal anlayışın gelişmesini beklemek de hayalcilik olur.

    Burada günlük yaşamda sıkça kullanılan üç temel kavramı hatırlatarak konuya açıklık getirmek istiyorum. Demokrasi, kültür ve depresyon. Bizler gerçekten demokrasiyi içine sindiremeyen, ileri uygarlıklar düzeyinde kültürlenemeyen ve de sıkça depresyona giren bir milletizdir.

    Peki neden? Çünkü demokrasi sözcüğü Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının zihninde bir şey çağrıştırmaz. Ne demo ne de krasi Türkçe değildir ve ancak sözcük ezberlenerek öğrenilebilir. Ezber de kullanılmazsa çabuk unutulur.

    Sağcısıyla solcusuyla yurttaşlarımızın gerçek bir demokrat olamamalarının nedeni demokratlık kavramının onların zihinlerinde tam olarak oturmaması ve başka anlam çağrışımları yapmamasındandır.

    Ama bir Türk cumhuriyetçi olabilir. Kısa cumhuriyet tarihi geçmişimizle biraz da olsa cumhuriyetçi olabilmemizin nedeni ise bir Türkün zihin yapısında cumhuriyet sözcüğünün cumhur/halk deyimiyle anlamlı bir çağrışım yapmasıdır. Cumhuriyetin halkın yönetimde etkili olması anlamına geldiğini herkes kolayca öğrenebilmekte, günlük yaşamında kullanabilmekte ve cumhuriyetçiliği savunabilmektedir.

    Ve bir Türk adaletli olmayı, eşitlikçi olmayı, toplumcu olmayı öğrenilebilir içine sindirebilir ve uygulamaya geçirebilir. Çünkü bu terimleri daha çocukluğundan öğrenmiştir. Kültür konusu bizde hiç bitmeyen bir yaradır. Bir türlü genel kültürümüz gelişemez, yayılamaz. Kültür Bakanlığı bile kurmuş olmamıza rağmen bir türlü yeterince kültürlenemeyen bir ulusuzdur.

    Çünkü kültür sözcüğü de bizim zihnimizde bir çağrışım yapmaz. Kül ve tür farklı çağrışımlar yapar. Onu da ezberlemişizdir. Ekin ekmek, üretmek anlamına gelen kültür sözcüğüne Fransızların tanıdığı terim olma hakkını biz en güzel sözcüklerimizden olan ekin sözcüğüne tanımamışız.

    Nedense kültür sözcüğünü alıp aynen benimsemişiz. Halbuki ekin eken ulusumuz aynı zamanda iyi ürün almak için tarlayı bellemektedir. Yani ekinin gelişmesi ile bellek arasındaki ilişki doğal olarak zihinde canlanmaktadır.

    DEPRESYON ÇÖKÜNTÜ DEMEKTIR

    Gelelim depresyona. Depresyon çöküntü demektir. İnsan ruhsal alanda çöküntü yaşayabilir, çöküntü hissedebilir ve bu çöküntüsünü de tedavi ettirebilir. Yıllarca depresyon diye öğrettiğimiz halkımız her doktora gidişinde “depresyon ne demektir” diye sormaktan kendisini alıkoyamaz.

    Çünkü depresyon sözcüğü onun zihninde hiçbir çağrışım yaptırmaz. Çöküntü giderici ilaçlar yerine de yine ne demek olduğunu bilmediği antidepresan ilaçları almaya devam eder.

    Ne yazık ki çöküntü sözcüğüne terim olma hakkı tanımamış olduğumuz için de “depresyondayım” şarkı sözü oluverir. Günlük yaşamda çokça kullanılan bu kavramlara bile karşılık bulmamış, kendi diline yeterince güvenmeyen, yabancı terimleri halkına ezberletmekten çekinmeyen siyasetçilerin, bilimcilerin ve aydınların (ya da aydıncıkların) olduğu bir ülkede özgün düşüncelerin üretilmesi, yeni yaratıların ortaya çıkması ve yeni keşiflerin olması beklenebilir mi?

    Kendi diliyle yazıp konuşamayan, kendi dilinden terimler türetemeyen, üniversitelerinde yapılan ya da öğretilen bilimi halkına yansıtamayan bir ulus gerçekten de yalnızca bir taklit ulus olabilir.

    Bilimin dili evreseldir, onu herkes anlayabilir, sadece yapılması gereken kendi diliyle düşünmeye ve yazmaya başlamaktır. Toplumun her bireyi genel bilgiyi öğrenip düşünmeye başladığı zaman da o toplumun düşünür ve yazarları daha fazla düşünme ve çaba gösterme gereği duyacaklardır. Çünkü eleştiri geleneği de böylece yayılacak ve bilgi toplumuna geçiş mümkün olabilecektir.

    Özgün yaratıya ve bağımsızlığa geçişin en önemli yolu özgün düşüncenin geliştirilmesidir. Bunun için yapılacak tek şey de Türkçe kullanmanın yaygınlaştırılması ve Türkçenin bilim, siyaset ve ekin dili olarak günlük yaşamda canlı kalmasının sağlanmasıdır.

    Ancak Türkçe sözcüklerle ve terimlerle üretilen düşünceler zihinlerde yeni çağrışımlara ve yaratılara yol açabilir. Bunlar gerçekleştiğinde üniversitelerde eğitim dili İngilizce olsun mu olmasın mı tartışması da kendiliğinden ortadan kalkacaktır. (Cumhuriyet Bilim Teknik 05.10.2012)