Cumhur Utku
Em. Albay
Laikliğin kilit taşı olduğunu ve irticanın bin yıl süreceğini unutmuştuk. Balık belleğimiz neleri unutmadı ki? 28 Şubat 1997 günkü Milli Güvenlik Kurulu’nun kararlarından önce Genelkurmay Başkanlığı tarafından cumhurbaşkanına sunulan brifingi, MİT Müsteşarlığı’nca sunulan raporları unuttuk.
İlköğretimdeki sekiz yıllık kesintisiz eğitimi kimlerin istemediğini, Aczimendi rezaletini, Bankasya’nın açılış fotoğraflarını, kasten sürdürülen türban gerginliğini, şeriatı öven nutukları, Rafsancani’nin ziyaretini, Libya’daki çadırı, başbakanlık konutunda şeyhlerin, müritlerin, dervişlerin ağırlanmasını unuttuk.
Sözde milli görüş partisinin, aşırı İslamcı radikal örgütlerle yasal ya da yasadışı temaslarını, ticarete din kisvesi bulaştırıp helalle haramın karıştığını, Ordudan ihraç edilen tarikat mensuplarının milli görüşçü ya da Nurcu ticari kuruluşlarda istihdam edildiğini, Fethullah’ın yurtdışındaki yüzlerce okulunu, onlarca şirketini, Zaman gazetesinin yurt dışı dahil bedava dağıtıldığını, Sincan’daki Kudüs gecesini, ertesi gün Ecevit, Baykal ve Mesut Yılmaz’ın canhıraş beyanatlarını (demeçlerini) unuttuk.
Dile kolay, tam 27 yıl geçmiş. Aklımızda yalnızca, Kudüs tiyatrosundan dört gün sonra Sincan’dan geçen tanklar, bir generalin 28 Şubat kararlarına “Postmodern darbe denilebilir” demesi ve başka bir generale de haksız yere atfedilen “demokrasiye balans ayarı” sözü kaldı.
NE OLDU?
“Alışamadım!” diyen teğmenden “Atatürk’ü sevmek zorunda değilim!” diyen teğmene gelirken o günlerde “Ben Hizbullahım. Türkiye’nin %90’ı Hizbullahtır. Hizbullah olmayanlar ise Hizbulşeytandır” diyen Şevki Yılmaz’dan “Osmanlı’yı süren soysuzları lanetliyorum” diyen Şevki Yılmaz’a geldik.
Medyada 28 Şubat’a “darbe” kelimesi eklenerek belleklerde yanlış kaldı. “Darbe” kelimesi mahkeme tutanaklarında ve savcılık iddianamelerinde bile bu kadar fazla geçmemişti. Bu yanlış algı halen devam etmektedir. İnternette “28 Şubat” yazdığınızda birçok doğrunun arasına pek çok yalan ve yanlışın sıkıştırıldığını görürsünüz. Nedeni, MGK kararlarının 2018’deki yıldönümünde, zamanın başbakanının şu sözlerinde saklıdır: “Hukuk içinde hak ettikleri en ağır cezayı alacaklardır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın!” İşin ilginç yanı, bu sözlere şimdiye dek hiç kimse hangi hukuk, hangi ağır ceza, hangi şüphe diye sormamış, soramamıştı.
AÇILAN DAVALAR
Koalisyon partileri içinde çekişme devam etti. İrtica odaklarının eylem ve söylemleri devam etti. Batı Çalışma Grubu kuruldu. Yasaldı. Başbakanlıkta, İrticayı Sürekli İzleme Merkezi (SİM) kuruldu. Yasaldı.
O günlerin partisiz cumhurbaşkanı (AS: S. Demirel);
- “Şimdi 28 Şubat’a darbe diyorlar. Neresi darbe? Ne olmuş 28 Şubat’ta? Parlamento fesih mi edilmiş? Hükümet alaşağı mı edilmiş? Siyasi partiler mi kapatılmış? Milletvekilleri mi tutuklanıp götürülmüş? Ne yapılmış? Milli Güvenlik Kurulu toplanmış, kararlar almış. Bunları herkes imzalamış ve sonra da uygulanmış. Hükümet görevinin başında kalmış. Dört ay sonra istifa etmiş. Anayasaya göre yenisi kurulmuş. Buna darbe denilmez.” demişti.
Açılan intikam mahkemelerinde tanıklık yapan siyasilerin hepsi MGK kararının doğal olduğunu, kendilerine silah zoruyla bir şey imzalatılmadığını açıkça beyan etmişler (bildirmişler).
O günlerden sonra yeni atanan Genelkurmay başkanı “İrticayla mücadele irtica bitene kadar, gerekirse bin yıl devam eder” demişti. (AS : Eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu)
Yıllar sonra verilen bir dilekçeyle başlatılan soruşturma sonunda iddianame hazırlandı ve 2 Eylül 2013’te “28 Şubat” davası adıyla 103 sanık, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak”la suçlandı. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Nisan 2018’de 103 sanıktan 21’i hakkında müebbet (yaşam boyu) hapis cezası verdi. 68 sanık beraat etti (aklandı). 10 sanık için zamanaşımının dolması, dört sanık için de hayatlarını kaybetmiş (yaşamlarını yitirmiş) olmaları nedeniyle dava düşürüldü. Bir numaralı sanık olan dönemin Genelkurmay başkanı 26 Mayıs 2020’de temyiz süreci devam ederken yaşamını yitirdi. (AS : Eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı)
Yargıtay 9 Temmuz 2021’de 14 sanık hakkında verilen müebbet hapis cezalarını onadı. Davada hüküm giyen emekli generallerin rütbeleri, Genelkurmay Başkanlığı’nın kararıyla söküldü.
Bir general 22 Aralık 2022’de tutuklu bulunduğu Sincan Cezaevi’nde demans hastalığı nedeniyle yaşamını yitirmişti. Altı general sağlık nedeniyle tahliye edildi (salıverildi).
Yaşı sekseni aşan, beden ve akıl sağlıkları yerinde,
beş Türk generali 925 gündür zindandadırlar.
Onlar, TSK İç Hizmet Kanunu‘nun 35. maddesi gereğince görevlerini yapan komutanlarının verdikleri yasal emirleri yerine getirmişlerdi. Siyaset adamlarının çoğu 35. maddenin askerlere müdahale hakkı verdiğini sanıyor ama komutanlar, müdahaleye yasal ve vicdani hakları olmadığını onlardan daha iyi biliyorlardı. Müdahalenin ne menem bir şey olduğunu, geçmiş her müdahaleyi yaşamış olan o günün komutanları yalnızca yasal uyarı görevlerini yerine getirmişlerdi. MGK Genel Sekreterliği 28 Şubat 1997 günü o tavsiye kararı ve 18 maddelik ekini hazırlamasaydı, tarih önünde görevi savsaklama ve kötüye kullanmakla suçlanacaklardı.
SONUÇ : 28 Şubat kararları, askeri bir darbe ya da müdahale değildir!
Bu kararlar din istismarcılarının, gericilerin Cumhuriyet düşmanlığını ortaya çıkartıp siyasal iktidarın önüne koyan bir sorumluluğun sonucudur. Askerler bu sorumlulukta davranmayıp görevlerini savsaklasalardı, 15 Temmuz kalkışması daha erken yıllarda olurdu.
O günlerden bu güne yaşadıklarımız 28 Şubat’ın bitmediğini göstermektedir.
Mücadele sürecinin bittiğini sananlar yanılırlar. Tarikatlar her gün, her ortamda pusudalar. Saklandığı yerden çıkıp açıkça saldırıya geçenlerin, hangi mevzilerden korunduğu ve nereden desteklendiği bellidir.
Din bezirgânlığı, sözde toplu mağduriyetler ve eli kılıçlı fetvalar sürmektedir.
Halkın kanını emen din tüccarlarından yararlananların eylemlerinin bin yıl süreceği varsayılarak, halk aydınları tetikte bulunmalıdır.
==============================================================
Dostlar,
Aşağıdaki tweet iletisini de biz ekleyelim… (Sn. Zafer Arapkirli’nin)
Bir de Barış TERKOĞLU‘nun bir makalesinden alıntı yapacağız (Erdoğan mı Netanyahu mu? Cumhuriyet, 27 Kasım 2023, Barış Terkoğlu: Erdoğan mı Netanyahu mu? (cumhuriyet.com.tr)
“… Bugün dava kapsamında hapiste 5 emekli general bulunuyor. Çetin Doğan 83, Fevzi Türkeri 82, Yıldırım Türker 82, Cevat Temel Özkaynak 78, Erol Özkasnak 77 yaşında.
İçeridekiler bakanın söylediği gibi birer birer Adli Tıp’a sevk edildi.
Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu, generallere ayrıntılı bir sağlık taraması yaptı. Bir dizi gel gitin ardından
5 generalin de sürekli hastalık ve kocama halleri çıktı. Raporlar nisan-mayıs aylarında savcılıklara gönderildi. Doktorlara göre de 5 general hapiste kalamazdı.
Örnek olsun. Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu, Çetin Doğan’ın hastalıklarını şöyle sıraladı:
Diabetes mellitus, hipertansiyon, koroner arter hastalığı, opere lomber dar kanal, sağ peroneal sinir hasarı, sağ düşük ayak, işitme kaybı. Doğan için oybirliği ile “kocama hali” raporu verildi.
Doğan’ın dosyası 6 Nisan’da savcılığa gönderilmiş.
İNTİKAM İÇİN İMZALAMIYOR
Dosyalar infaz savcılıklarından Adalet Bakanlığı’na oradan ise Cumhurbaşkanlığı’na iletildi.
Buradan sonrası aslında bir takdir değil, sadece görevdi. Hasta ve kocamışlığı kanıtlanmış bir mahkûm için cumhurbaşkanı “Bence öyle değil” diyemezdi. İmzayı atacak, generaller adreslerinde hayatlarının son evresini geçirecekti. Herkes de buna hazırdı. Generallerin tahliyesi sonrası kalacakları adresin tespiti bile karakollar tarafından yapılarak dosyaya eklendi.
Gelgelelim her ne olduysa burada süreç durdu. Mezarevlerde günahsız insanları işkenceyle öldüren Hizbullah davası sanığı 71 yaşındaki Mehmet Emin Alpsoy’un, Saadet Partili sandık görevlilerini katleden 75 yaşındaki Hacı Sülük’ün, Sivas’ta yazarları diri diri yakan 75 yaşındaki Hayrettin Gül’ün hapisliklerini hasta ve yaşlı diye hızla kaldıran cumhurbaşkanı, hapisteki generallerin dosyasını
6 aydır bekletiyor. (AS: Bu gün 9 ay bitti!) Bir yıl önce Vural Avar’ın ölümünün ardından başlayan süreç bir türlü ilerlemiyor. Yaklaşık 50 yıl TSK üniformasını taşımış askerlerin çocukları ise her sabah
“Babam öldü mü” endişesiyle uyanıyor.
Nedenini tahmin etmek güç değil. Zira savaşın bile bir hukuku varken, bu hukuk Hamas-Netanyahu tarafından bile bir buçuk ayda tanınırken, bizimkilerin intikam duygusu hiçbir kural bilmiyor. İçerideki generaller için de Katar’ın ya da Sisi’nin devreye girmesi mi lazım?
İntikam önce sahibini kör eden bir zehir gibi. Herkes biraz içse gerçekler görünmez olurdu.”
Sevgi ve saygı ile. 28 Şubat 2024, Ankara
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik