23 yıllık AKP Darbeciliği ve Yıkımı

Cumhuriyet gazetesinde köşe yazımız

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/23-yillik-akp-darbeciligi-ve-yikimi-2237776 15.8.24

23 yıllık AKP Darbeciliği ve Yıkımı

23 yaşını bitirdi AKP, çeyrek yüzyıl! Kuruluşu 14 Ağustos 2001, iktidara gelişi 3 Kasım 2002 seçimi.

Fas’ta da aynı adla bir siyasal parti var, 1998’de kuruldu (Parti de la Justice et du Développement, PJD).

Cezayir; Adalet ve Kalkınma Hareketi (Mouvement de la Justice et du Développement – MJD) 1990’lar. Ürdün; İslami Hareket Cephesi (IAF) genellikle Ürdün Müslüman Kardeşler’in siyasal kanadı olarak anılır ve resmi olarak böyle adlandırılmasa da Adalet ve Kalkınma Partisi adıyla ilişkilendiriliyor. (1992)

İlginç siyasal rastlantılar (!) olmalı bunlar.
***
Erdemliler Hareketi“nce R.T. Erdoğan önderliğinde, Türkiye’nin 39. partisi olarak siyasal yaşama atılan AKP, siyasal kulvarda 23 yılı geride bıraktı. Girdiği tüm genel seçimlerde 1. parti olmayı başardı. Çok partili siyasal yaşama geçtiğimiz 1946’dan beri iktidarda en uzun kalan parti oldu. 4 başbakan, 2 cumhurbaşkanı çıkardı. Kuruluşundan 15 ay sonra “Tek başına, iş başına” söylemiyle, siyasal yasaklı önderi Erdoğan’la girdiği 3 Kasım 2002 seçiminde %34,3 oyla 1. parti oldu ve A. Gül başkanlığında 58. TC Hükümetini kurdu.

Anayasa değişikliği ile siyasal yasak engeli kaldırılan RTE, (21 Ocak 2003 tarihli 4787 s. yasa, Erdoğan’ın önünü açtı ve istifa ettirilen bir vekil yerine, eşinin memleketi Siirt’te yenileme seçimlerinde) vekil seçildi. Anayasa değişikliği m.76’da yapıldı ve “affa uğramış olsalar bile, basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflâs gibi yüz kızartıcı suçlar ile kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından mahkûm olanlar milletvekili olamazlar.” hükmünden “affa uğramış olsalar bile koşulu kaldırıldı.

CHP Gn. Bşk. Baykal bu süreçte öncüydü.

Sabıkalı RTE, 14 Mart 2003’te 59. Başbakan oldu ve 2014’te CB seçilene dek kesintisiz 11+ yıl bu görevde kaldı. 2010 Anayasa değişikliği halk oylamasında %58 oy aldı. RTE 10 Ağustos 2014’te ilk kez doğrudan halkoylaması ile kıl payı CB seçildi (%51,8).

Üniversite diploması var mı? Hala belirsiz, sis kaldırılamıyor.

15 Temmuz 2016’da, haber alınan ama denetimli olarak izin verilen Batı destekli FETÖ darbesi yaşandı ve TSK’nin yurtsever güçleri eliyle bastırıldı.

AKP/RTE FETÖ ile ortaktı.

RTE, “Ne istediler de vermedik?!” diyecekti sonradan. İktidar kavgası ve Batı’nın aceleciliğiyle kanlı darbe girişimi sahnelendi. RTE 5 gün sonra OHAL ilan etti ve çok sayıda OHAL CBK ile rejim köktenci olarak değiştirildi. Yüz bini aşkın insan kamudan atıldı!

Anayasa 2017’de 5. kez değiştirildi: 2003, 2004, 2007, 2010, 2017. Tipik geri kalmış 3. dünya ülkesi! 16 Nisan 2017’de halkoylamasıyla onaylandı. %51,4 “evet” çıktı ama

  • Yaklaşık 2,5 milyon mühürsüz oyun oylama sürerken YSK tarafından kullanılmasına
    izin verilerek açık bir işlev zoralımı (fonksiyon gaspı) ile!
  • Tam yasasızlıkla, açık AKP-YSK darbesiyle.

Bu tablo hukuk dünyasında doğmamıştır!

Tüm sonuçlarıyla geçersiz-hükümsüzdür; “keenlemyekûn”dur eski Yargıtay Bşk. Prof. S. Selçuk’a birçok yetkin hukukçuya göre!

Dünyada örneği olmayan uydurma-ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi‘ne geçilmiş, Başbakanlık ve Bakanlar kurulu-Hükümet kaldırılmıştır.

CB hem devletin hem yürütmenin başıdır, yürütme yetkisi tek başına ondadır (md. 8).
Yasamaya ortaktır, CBK çıkarma yetkisi vardır. Partilidir ve TBMM-Yasama çoğunluğu da RTE’dedir.
AYM, Hakimler ve Savcılar Kurulu, Yargıtay, Danıştay üye atamalarında yetkisi belirleyicidir.
***

Türkiye, büyük bir hızla demokratik-laik-sosyal hukuk devleti olmaktan kurgulu olarak koparılmaktadır

9 Temmuz 2018’de Fetret devri başlamıştır. RTE artık, tek sözcükle kadife eldivensiz demir yumruktur.
Mayıs 2023 CB seçiminde YSK oyunu-darbesiyle, AY bir kez daha açıkça çiğnenerek RTE 3. kez aday olur.
2023, Cumhuriyet’in 100. yılında devletin resmi kutlaması yok gibidir,
RTE/AKP Cumhuriyetle kavgalıdır!

DİB iyice öne çıkarılır, akademi kurar, fetvalar savurur, Erbaş kılıçla vaaz verir..
AKP iktidar olduğunda 2,5 milyon olan kamu çalışanı sayısı iki katını aşar. Oysa toplam nüfus aynı dönemde 70,5 milyondan 85,3 milyona ulaştı %20 artışla. Yandaşlar, ölçüsüz bir kayırmacılıkla (nepotizmle) ve hızla kamuya dolduruldu.

DARBELER ÜLKESİ TürkiyeAKP/RTE eliyle

Elbette Batı desteğiyle! RTE, 14 Kasım 2002’de dönemin ABD Bşk. GW Bush tarafından,
daha milletvekili – başbakan bile değilken o protokolle kabul edilmişti.

Ülkemizde askeri vesayet, darbeler dönemini kapatmakla övünen ve böyle pazarlanan AKP/RTE, tam anlamıyla darbeci.

Hedef BOP ve Anadolu Federe İslam Cumhuriyeti!

RTE kezlerce, TV’ler önünde BOP eşbaşkanı (ABD Bşk. ile) olduğunu açıkladı.
BOP, Sevr’in 21. yy uyarlaması. Tablo çok ürkünç (vahim)!
***
Ancak                                              :
Taşeron siyasetle buraya dek, artık maske düştü!
Yetersizliğini, kötü niyetini yapay gündem din, beka, milliyetçilik.. söylemleri de örtemiyor.
Yıkım ve adaletsizlikler ters tepiyor, böyle gitmez elbet.
Yarın belki yarından da yakın, vatansever Atatürkçü, dürüst kadrolar işbaşına gelecek ve Türkiye’yi yeniden kuracak, olanlar tarihte kötü bir ders olarak kalacak..

CHP ulusal birliği acilen sağlamalı, kesin görevi bu!

==================================================
Makalemizin pdf biçimi : 25. 23 yıllık AKP Darbeciliği ve Yıkımı, 15.8.24

Dincilik afyondur

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
19 Ağustos 2024, Cumhuriyet

Türkiye’de normal geçen bir hafta yok. AKP iktidarında ülke her hafta anormal olaylara şahit (tanık) oluyor. Son bir haftada da durum değişmedi.

Önce İzmir’de sokak röportajında düşüncelerini ifade eden bir vatandaş tutuklandı.
Böylece vatandaşın neleri ifade edip edemeyeceğine de hükümet karar verdi,
AKP’nin faşist ruhu bir kez daha tescillendi (onaylandı).

Arkasından, TİP milletvekili Ahmet Şık TBMM’de kürsüde konuşurken, AKP “milletvekili”
Alpay Özalan’ın fiziki (bedensel) saldırısına uğradı. Böylece AKP’nin faşist ruhu bir hafta içinde ikinci defa (kez) tescillenmiş (onaylanmış) oldu.

  • Bu olaylar sayesinde, AKP’lilerin aslında ne denli korkak ve zavallı oldukları da
    bir kez daha ortaya çıktı.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde düşüncelerden, sözcüklerden, cümlelerden bu kadar korkan,
bu nedenle de düşüncelerini ifade edenleri hapishaneye atan veya onlara fiziksel saldırıda bulunan, düşünceye düşünceyle yanıt veremeyecek ölçüde alçalan ve özgüveni zayıf olan
bir başka hükümete nadir rastlanır.
***
Düşünceyi ifade özgürlüğüne vurulan bu darbelerin temelinde, AKP’nin teokratik ve monarşik bir düzen kurma amacı yatmaktadır. AKP gerçekte bu düzeni büyük ölçüde kurmuştur,
ancak bu süreci hala tam olarak arzu ettiği ölçüde tamamlayamamıştır.

Monarşi, Yasama, Yürütme, Yargı arasında güçler ayrılığının ve düşünceyi ifade, medya, örgütlenme özgürlüğünün olmadığı, yönetme yetkisinin tek kişide ve ailede toplandığı bir düzendir.

Teokrasi, laikliğin olmadığı, dinin, devlet, siyaset, hukuk, eğitim alanlarını tutsak aldığı
ve bu alanlara müdahale ettiği, din devletinin geçerli olduğu bir düzendir.

Dünyada, yaklaşık 200 ülke içinde, monarşiyle ve/veya teokrasiyle yönetilen çok az sayıda
ülke kaldı.

Krallık, çarlık, padişahlık gibi monarşik düzenler dünyadaki ülkelerin büyük çoğunluğunda ortadan kaldırıldı, birkaç ülkede de Yürütme yetkisi elinden alınarak simgesel bir konuma sokuldu.

Dünyada teokrasiyle yönetilen de çok az sayıda ülke kaldı. Suudi Arabistan, İran, Afganistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Vatikan bunlara ilişkin örnekler arasında sayılabilir. Malezya, Pakistan, Sudan, Somali, Mısır gibi ülkeler de yarı teokratik ülkeler olarak nitelendirilebilir.

Vatikan dışında, teokrasiyle yönetilen ülkelerin tümü İslam dininin yaygın olduğu coğrafyadadır. Hıristiyan dininin yaygın olduğu coğrafyada Vatikan dışında teokratik bir devlet kalmamıştır.

Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler hem teokratiktir
hem de monarşiktir.

  • Dünyada teokrasiyle ve/veya monarşi ile yönetilip gelişmiş olan tek bir ülke yok!

Bu ülkelerin tümü, demokraside, insan haklarında, bilimde, felsefede, sanatta geri kalmış ülkelerdir.

Bu ülkelerin içinde, petrol ve doğalgaz gibi doğal kaynaklara sahip Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri dışında, ekonomik açıdan gelişmiş tek bir ülke de yok.
***
AKP, dünya gerçeklerinden tümüyle kopuk yaşadığı ve çarpık zihnindeki bir hayalin peşinden inatla koşmayı sürdürdüğü için, Türkiye’yi ileri bir noktaya taşıması kategorik (ilkesel) olarak olanaksızdır.

  • Alman filozof Karl Marx, din sömürüye dayalı düzenlerin sürmesine katkı sağladığı için,
  • Din halkın afyonudur, uyuşturucusudur tezini ortaya atmıştı.

Laikliğin geçerli olduğu bir düzende, dinin siyasal bir zararının olmayacağı, kişinin özel ve öznel yaşamının bir parçası olacağı, vatandaşların kendi özgür iradeleriyle dindar veya dinsiz olmayı seçebilecekleri gerçeği dikkate alınacak olursa, Marx’ın bu sözü şöyle revize edilebilir (yenilenebilir) :

  • “Dincilik halkın afyonudur, uyuşturucusudur.”

Türkiye bu uyuşturucudan kurtulmadığı sürece, ne demokrasi ve insan hakları alanında,
ne bilim, felsefe, sanat alanında, ne de ekonomide, hiçbir ilerleme ve gelişme sağlayamaz.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Dincilik afyondur19 Ağustos 2024
Hamas gerçeği12 Ağustos 2024
AKP ve Hamas5 Ağustos 2024

Cenevre Sözleşmeleri’nden Gazze’ye

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan

Güncel16.08.2024, BİRGÜN

Bu kadar kötülüğe “modern dünya” nasıl seyirci kalabiliyor? Soru budur ve ucu her yönüyle kirlenmiş dünya düzenine varmaktadır. Bakalım.

Cenevre Sözleşmeleri’nin kabul edilişinin 75. yıl dönümü bu haftaydı. Silahlı çatışma koşullarında evrensel insani değerler için verilen mücadelenin köşe taşı ve Uluslararası İnsancıl Hukuk’un (International Humanitarian Law) temeli Cenevre Sözleşmeleridir.

Savaş berbat bir şeydir, kandır, göz yaşıdır, hastalıktır, ölümdür. İnsanlık yaşanan pek çok acıdan sonra savaşlardaki zulmü en aza indirip, ızdırabı azaltabilmek için kurallar koymaya çalışmıştır. Bu kurallar çatışmadaki tarafların kendi seçtikleri savaş yöntem ve araçlarını kullanma hakkını sınırlandırır, çatışmanın etkilediği ya da etkileyebileceği kişileri ve varlıkları korur. Savaşlara “insancıl kurallar” koyma çabaları çok eskiye dayanır, bu alandaki modern girişimlerin ilki 1820 yılında İspanya ile Kolombiya arasında “Savaşın Düzenlenmesi Anlaşması” sayılır. Sonrasında Amerikan İç Savaşı’nda ortaya çıkan 1863 Lieber Kuralları ve nihayet yaralı askerleri koruyan ilk çok taraflı anlaşma olarak 1864 Cenevre Sözleşmesi var. Cenevre Sözleşmeleri 1906, 1929 ve 1949’da gözden geçirilip yenilenmiştir.

İNSANLIĞIN ORTAK MİRASI SÖZLEŞMELER

1949 Cenevre Sözleşmeleri ve 1977 tarihli Ek Protokolleri yaklaşık 600 madde içerir.
1949 tarihli dört Cenevre Sözleşmesi var:
– Kara ve denizdeki silahlı kuvvetlere mensup yaralıların, hastaların ve kazazedelerin durumlarının iyileştirilmesi,
– savaş esirlerine yönelik muamele ve
– sivillerin korunması.

Cenevre Sözleşmeleri 2013 itibarı ile tüm dünya ülkelerince imzalanıp onaylandı, evrensel nitelik aldı. Buradaki önemli konu, bir çatışmanın tarafları her zaman sivilleri ve muharipleri doğru biçimde ayırt etmeli, sivil insanlara ve varlıklara zarar vermemelidir.

  • Sağlık personeli ve sağlık tesisleri, vasıtaları ve donanımlarına saldırılmamalıdır.
  • Beyaz bir fon üzerindeki Kızılhaç veya Kızılay amblemi (simgesi) bu tür kişileri ve nesneleri koruyan işaretlerdir ve bu işaretlere saygı gösterilmelidir.

Bu belgelerin geliştirilmesi ve kabul edilmesinde önemli kurum Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin başkanı Mirjana Spoljaric Cenevre Sözleşmelerinin 75. yılı nedeniyle yaptığı açıklamada tüm dünya liderlerini barışa, çatışmaları görüşmelerle çözmeye ve imzaladıkları uluslararası belgelere uymaya çağırdı.

Çağırdı da dinleyen kim?

Bugün dünyada devam eden 120 silahlı çatışma olduğu bildiriliyor ve ne yazık ki taraflar bu evrensel kurallara uymuyor. Dünya bir yanda bilimsel gelişmelerin göz kamaştırdığı, öte yanda eşitsizliklerin, fakirliğin, doğa katliamının alabildiğine arttığı, evrensel hukukun muktedirler tarafından iplenmediği, zorbalıkların, kötülüklerin hesabını sorabilenin olmadığı bir yer oldu.

GAZZE’DE BİTMEYEN KATLİAMLAR

Konu Cenevre Sözleşmeleri ve Uluslararası İnsancıl Hukuk olunca Filistin’de, Gazze’de dünyanın gözü önünde en ağır katliamlardan ve hak ihlallerinden birinin yaşanmasına özellikle dikkat çekmek gerekir.

Gazze ve Batı Şeria’daki gelişmeleri bildiren uluslararası yetkili kurum olan BM Filistinli Mülteciler Ajansı (UNRWA) tarafından son yayımlanan veriler 7 Ağustos 2024 tarihli. Buna göre, 7 Ekim 2023’den beri İsrail’in yürüttüğü askeri operasyonlar nedeniyle 1 milyon 900 bin Filistinli yerinden edildi, 39 bin 677 kişi öldü, 91 bin 645 kişi yaralandı. Ölenlerin 10 bin 600’ü çocuk, 5 bin 900’ü kadın, 2 bin 700’ü yaşlı. On binden fazla kişinin enkaz altında olduğu belirtiliyor. BM yapıları ve çalışanları bile hedefte. UNRWA kamplarına yapılan İsrail saldırılarında 563 kişi öldü, 1790 kişi yaralandı, 205 UNRWA çalışanı öldürüldü.

  • Sağlık hizmetlerine yönelik saldırılar akıl almaz boyutlarda.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre 7 Ekim 2023-30 Temmuz 2024 arasında Gazze’de sağlık hizmetlerine yönelik 500 saldırı oldu. Bu saldırılarda aralarında hekimlerin de bulunduğu 747 kişi yaşamını yitirdi, 970 kişi yaralandı. Saldırılarda 110 sağlık kurumu ve bölgedeki 36 hastanenin 32’si tahrip oldu, 20 hastane tümden kullanılamaz durumda. 115 ambulans etkilendi, 63 ambulans kullanılamaz hale geldi. DSÖ şu ana kadar Gazze’den 5 bin hastanın tahliye edildiğini, 10 bin hastanın tahliye edilmeyi beklediğini bildiriyor.

Sivil yapılar yerle bir edilmiş durumda. Yapıların yüzde 63’ü ağır ya da orta hasarlı olarak bildiriliyor.

Ne demeli?

  • İsrail Cenevre Sözleşmeleri’nin 75. yılında insanlığın biriktirdiği tüm değerleri ihlal ederek katliam yapıyor.

Bu katliamların emrini veren kişi de, en güçlü devlet ABD’nin Kongresi’nde kahraman gibi karşılanıp ayakta alkışlanıyor.

İnsanlık için iki yol görünüyor :

  1. Ya bu liderler ve dünya düzeni ile utancı yaşamaya devam edecek
  2. Ya da daha yaşanabilir dünya için adımlar atacak.

İkincisi için dünyanın dört bir yanındaki mücadeleler ve güzel örnekler geleceğin umudu olmaya devam ediyor.
=============================================
Yazarın Son Yazıları

TUNCELİ GEZİMİZİN DOĞA ve İNANÇ COĞRAFYASI AÇISINDAN BİZLERE ANIMSATTIKLARI

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı,
Halk ozanı

Tunceli’ni nasıl bilirsiniz??

Çivi ve Karabulut aileleri olarak(×), İzmir’den hareketle, Tunceli ilimizin doğa ve inanç coğrafyasını daha yakından tanıyabilmek için iki aile birlikte yaptığımız, 30 Temmuz – 07 Ağustos 2024 tarihlerini kapsayan özel bir gezinin Tunceli yöresindeki kesitinin bizlere öğrettikleri ve düşündürdüklerini sizlerle paylaşmak istedim…

Tunceli ya da Dersim yöresi, tarihsel, kültürel, dinsel, toplumsal, siyasal ve ideolojik olarak, belleklerimizde olumlu ya da olumsuz birçok çağrışımları harekete geçirir. Bu çağrışımların bir bölümü Osmanlı, önemli bir bölümü de Cumhuriyet dönemi ile ilgilidir. Bu çağrışımların çok önemli bir kesiti de 1937 ve 1938 yıllarında Devlet eliyle gerçekleştirilen askeri operasyonların, gerek Tunceli halkı ve gerekse Türkiye’nin hem iç ve hem de dış politikası açısından ürettiği siyasal ve sosyal etkiler ve bu etkiler üzerindeki tartışmalardır. Ancak, yapmış olduğumuz gezi açısından bu tarihsel olaylar konumuz dışındadır.

Bu yazının konusu Tunceli’ yöresinin büyüleyici vahşi doğası ve özellikle de inanç coğrafyası ile ilgili olacaktır.

Doğa Turizmi ya da ekoturizm, doğanın ve ve çevrenin jeolojik, ekolojik, biyolojik ve coğrafi değerler ve görsellikler açısından insanlara kendiliğinden sunduğu çeşitli güzellikleri kapsar. Bu açıdan, Tunceli coğrafyasının tümü, yüksek dağları, derin vadileri, geniş ormanları, bol akarsuları, geyikleri ve dağ keçileri ile süslenen bir yaban yaşamı ve sayısız bitki çeşitleri ile çok büyük bir zenginlik (AS: Flora ve fauna) ve görsellik barındırır. Tunceli coğrafyasının tümü, gözümüz gibi korunması gereken bir MİLLİ PARK‘tır ve öyle kalmalıdır.

Munzur Vadisi ve Munzur Suyu gözeleri, Pertek Kalesi ve Keban Baraj Gölü, Ovacık ve Karagöl, Pülümür Vadisi ve Kutu Deresi…sizlere hem benzersiz ve olağanüstü bir görsellik ve hem de baştan çıkarıcı derecede etkileyici bir biyolojik çeşitlilik sunar… yöreye özgü yemekler, yardımsever, sıcak ve cana yakın insanları da cabası…

İnanç Coğrafyası nedir?

İnanç coğrafyası, özellikle din sosyolojisi açısından, toplumsal inançlar ve dinsel uygulamaların (pratiklerin) yersel (mekânsal) dağılımını, bu dağılımın demografik, ekonomik, kültürel, tarihsel ve siyasal süreçlerle olan ilişkiler ve oluşumlarını ve yaşam biçimlerini kapsar. O coğrafyada yaşayan homojen (türdeş) ya da heterojen (türdeş olmayan) dinsel inanç kümelerinin yaşam biçimlerini inceler. Bir bölgede kutsal varsayılan mekânlar, dinsel yapılanmalar, türbeler, ziyaret yerleri, bu yapılanmaların mekânsal dağılımı, dinlerarası etkileşimler, inanç ve sosyal kimlik ilişkileri; ayrıca dinsel kaynaklı değerler sisteminin toplumun sosyo-kültürel ve özellikle de toplumsal ekonomik yaşam üzerindeki etkileri inanç coğrafyasının kapsam alanı içinde kalır…

Tunceli inanç coğrafyası, Alevi-Bektaşi inanç kimliğinin en önemli çıkış kaynağı ya da ana gözesi gibidir. Tunceli’de yaşayan çeşitli Alevi ocaklarını temsil eden Dede soylu insanlara, Tunceli’ne nereden geldikleri sorulduğunda, büyük oranda ” HORASAN’dan GELMİŞİZ” yanıtını verirler. Alevi inancı açısından büyük önem taşıyan bu inanç önderleri, Ehlibeyt, 12 İmam ve Hz. Ali soyundan geldiklerini söyler ve inanırlar.

Türkiye, ve Balkanlar’daki Alevi ve Bektaşi inancına mensup (bağlı) insanlarla derinlemesine bir sohbet (söyleşi) olduğunda, köklerini Tunceli’ne dayandırırlar. Başka bir tanımlama ile de şöyle söylenebilir. Tunceli Alevilerinin uluları, anayurtlarını nasıl ki Horasan kabul ediyorlarsa , Anadolu ve Balkan Alevi ve Bektaşilerinin anayurtları da Tunceli’dir. Yani Tunceli, Anadolu ve Balkan Alevi ve Bektaşiliğinin Horasan’ı olarak kabul edilebilir. Bu ortaklaşa inanç figürünün en önemli şahsiyetleri de, hem Anadolu ve hem de Balkan coğrafyasında aynı saygınlıkta tanınan SARISALTIK ve benzerleridir.

Gezimizde, Düzgün Baba, Sarısaltık ve Babamansur’un Alevilerce kutsal sayılan makamlarını ziyaret ettik…

Düzgün Baba’nın makamı Tunceli’nin NAZİMİYE ilçesindedir. Düzgün Baba Cemevi, Düzgün Baba Dağı’nın eteğinde, ziyaret makamı ise, yüksekliği kestirimle 3000 metreyi aşan aynı dağın doruğundadır. Her iki makama da bizzat ulaştık. Dağdaki ziyaret makamına ikibuçuk saatlik bir yaya tırmanışla ulaşabildik…

Halkın anlattığına göre, Düzgün Baba :
a- Baba Mansurun oğludur.
b- Hızır Aleyhisselamın oğludur.
c- Haz.Ali’nin oğludur (soyundandır).

Sarısaltık Makamı                          :

Tunceli’nin Hozat ilçesindedir. Makam, tıpkı Düzgün Baba gibi, kendi adı ile anılan ve yine olası yüksekliği 3000 metreyi aştığı söylenen Sarısaltık Dağı’nın doruğundadır.
Zirveye dek, cipler ve ufak otolarla ulaşma olasılığı vardır.

Sarısaltık tarihsel bir kişiliktir. Hacıbektaş Veli’nin halifesi olarak kabul edilir. Anadolu ve Balkan Coğrafyası, Bulgaristan’da da makamları vardır.

Sarısaltık Vakfı, 04 Ağustos 2024 günü, Zirvedeki Sarısaltık Makamı’nda yeni bir Sarısaltık Cemevi‘nin açılışını yapmıştır.

Babamansur Makamı, Tunceli ilinin Mazgirt ilçesindedir. Horasan’dan, önce Konya’ya, oradan da Tunceli Mazgirt’e gelen Seyit Mahmut Hayrani’nin oğlu, hatta bir söylenceye göre de Düzgün Baba’nın babası olarak kabul edilir. Daha sonraki yıllarda ise, bu oğlun mistik, dinsel ünü babasını aşmış kabul edilir.

Hiç kuşkusuz Tunceli’indeki kutsal makamlar bu üç Alevi Bektaşi ulusundan ibaret değildir. Başta Ağuçan ve Kureyşan dede ocakları olmak üzere birçok inanç merkezi daha vardır.

Bir önemli noktayı daha belirtelim. Alevi ocakları arasındaki rehber, pir ve mürşit sıralaması inançsal değil işlevseldir, görev gereğidir. Çünkü yine Alevi inancına göre “Yol cümleden uludur” ve ayrıca eri erden seçen kördür. İnsanlar arasındaki alt, üst farklılaşma, kibir ilişkisi hem Efsanevi “Kırklar Cemi” ve hem de “Rıza Şehri” söylencelerine aykırıdır.

Peki Tunceli inanç coğrafyasında, Düzgün Baba, Sarısaltık, Baba Mansur… gibi kurucu ocak ulularının halkın belleğindeki ortak özellikleri nelerdir?

Halk bunlara niçin hürmet eder, sever sayar, ziyaret eder ve tapınır…. bunları kısaca özetleyelim.

1- Din ulularından beklenen yol göstericilik, inanç ve düşünce rehberliği ve önderliği.
Manevi olarak temiz ve ahlaklı yaşamak.
2- Doğayla, çevreyle ve insanlarla ahlak, adalet, saygı, sevgi ve uyum içinde yaşayabilme isteği. Toplumsal barışı koruyabilmek.
3- Savaş, zulüm, doğal afetler, olumsuz ekonomik koşullar, kıtlıklar, baskıcı sosyal koşullar çeşitli etnik kültürel dışlanmalara karşı inanç ulularından manevi destek ve direnç gücü kazanmak. İnanç ulularından keramet ve yardım bekleyerek rahatlamak. Gelecek için umutlanmak…
4- Kendi inanç sistemi ile biçimlenen bir dünya görüşüne uygun bir kimlik kazanmak. Benzer kimliklerde olanlarla yardımlaşma ve dayanışma içine girerek güç devşirmek…
5- Hiç kuşkusuz toplumun inanma ve tapınç (ibadet) gereksinmelerini karşılamak.
……
Sonuç ve önemli bir öneri..

Tunceli yöresi, dağları akarsuları, derin vadileri, sayısız biyoçeşitliliği, zengin bitki örtüsü, yaban yaşamı, ormanları, yabanıl (vahşi) çıplak ve yüksek zirveleriyle… eşi ve benzeri az bulunur bir doğa harikasıdır. Ayrıca, Alevi ve Bektaşi inancı gibi

-evrensel değerlere uyum yanı ağır basan,
-kadın, erkek, ırk, din, mezhep, renk farkı gözetmeyen,
-demokratik, laik ve çağdaş yaşamla barışık,
-sevgi, saygı, ahlak, adalet, kardeşlik, eşitlik… temelli
-hiç kimseyi ötekileştirmeyen…

bir inanç havzası ve coğrafyasına sahiptir.

Peki bu doğa harikası ve özgün inanç coğrafyasının en önemli eksiklikleri nelerdir?

1- İnanç merkezlerine ve makamlarına giden yollar çok dar, kötü, hatta kimi kez ürpertici ve korkutucudur. Ulaşımı zordur.
2- Tunceli ve yakın çevresindeki konaklama tesisleri yetersizdir.
3- Tunceli halkını yöresel gerikalmışlık, ekonomik sıkıntılardan kurtarılması gerekmektedir

Çözüm nedir?
Tunceli yöresinde doğa ne denli güzel ve yabanıl (vahşi) ise üretim ve geçim koşulları bir o denli verimsiz ve kıttır. Yaşama olanakları fazla nüfus barındırmaya uygun değildir. Bu nedenle sürekli göç verir.

Tunceli yöresi için doğa ve inanç coğrafyasını birlikte bütünsel olarak planlamak, yol ve konaklama eksiklerini çağın araçları ve gereklerine uygun duruma getirmek, bölgeyi doğa ve inanç turizminin önemli bir havzasına dönüştürmek gerekiyor.. Merkez yöneticilerine, yerel yönetim birimlerine ve demokratik bir tasarım olabilmesi için de Tunceli halkına duyurulur.

Prof. Dr. Halil Çivi. 16 Ağustos 2024 Seferihisar/ İzmir

(×)- Söz konusu gezi programını, ben Halil ve eşim Mefaret Çivi; Karabulut ailesinden de H. Hüseyin ve Birgül Kabulut’larla bilikte yaptık. Bu gezi için Karabulut ailesine teşekkürümüz sonsuzdur.

HACIBEKTAŞ DESTANI…

Canlar,

Destanı yazan dostumuz A. Kadir Paksoy‘u kutlar ve kendisine teşekkür ederiz.

Ustalıkla seslendiren Sn. Murat Kara‘ya da..

Dinleyin özenle, Türkiye’nin ve dünyan insanlarının bu sevecen, şefkat dolu insancıl felsefeye ne çok gereksinimi var…

Barış için, adalet için, gönenç için, uygarlık için ve de insanın insanlaşması için..

İzlenmesi, paylaşılması, Hace Bektaş’ın aslanla ceylanı kucağında bir arada simgesel de olsa tutan “hikmet” inin kavranmaya çalışılması dileğiyle..

Bu arada, AKP iktidarının Alevi – Bektaşi inancını yozlaştırarak, başkalaştırarak güdümüne almaya çabalaması insan haklarına aykırıdır. İnsanların inançlarına saygılı olunuz. Asimilasyon vahşetini  terk ediniz. Alevi – Bektaşi yurttaşlar, Anadolu kültürünün ana taşıyıcı kolonudur.

Sevgi ve saygı ile. 17 Ağustos 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Hak ihlali ve Can Atalay

Dr. Enver Kumbasar / Yargıçlar / HukukbookDr. Enver Kumbasar
Yargıç

16 Ağustos 2024, Cumhuriyet

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/hak-ihlali-ve-can-atalay-enver-kumbasar-2238169 

Gezi davasından hükümlü olarak cezaevinde bulunduğu sırada 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılan milletvekilliği genel seçimlerinde Hatay’dan milletvekili seçilen Av. Can Atalay’ın yaptığı tahliye talepleri, davanın görüldüğü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi (ACM) ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından reddedilmesi üzerine, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yaptığı bireysel başvuru haklı bulunarak iki kez hak ihlali kararı verilmesine karşın, anayasanın açık, emredici ve bağlayıcı hükmüne (m. 153/6) aykırı olarak ve adeta anayasaya, hukuka ve vicdanlara meydan okurcasına AYM kararları gereği yerine getirilmemiş, tahliye edilmemiştir.

TBMM’nin 30.01.2024 tarihli 54. birleşiminde Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 03.01.2024 tarihli ve E.2023/12611 sayılı yazısının başkanlıkça Genel Kurul’da okunarak bildirilmesi işlemi ile Hatay milletvekili Atalay’ın milletvekilliğinin düşürüldüğü ilan edilmiştir.

Anayasa ve İçtüzük kuralları ile TBMM geleneklerine aykırı olarak yapılan bu işleme karşı hukuksuzluğun tespiti ve işlemin iptali için AYM’ye yapılan başvuru, Yüksek Mahkemenin 01.08.2024 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 22.02.2024 tarih ve 2024/43-65 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşmesinin yok hükmünde olduğunun tespiti ve anayasanın 85. maddesi uyarınca iptal talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. AYM’nin bu son kararından sonra Av. Can Atalay’ın tahliyesi için İstanbul 13. ACM’ye yapılan başvuru da ret edilmiştir. Hak ihlali sürmektedir. O arada TBMM, bu konuyu görüşmek üzere muhalefet milletvekillerince 16.08.2024 tarihinde toplantıya çağrılmıştır.

AYM KARARI VE MİLLETVEKİLLİĞİ

TBMM’nin sözü geçen işleminden sonra bu köşede 08.02.2024 tarihinde yayımlanan “Hak arama mücadelesi ve Can Atalay kararı” başlıklı yazıda (http://ahmetsaltik.net/2023/12/03/yarginin-cigligi-ve-insan-onuru/) Av. Can Atalay hakkında AYM’nin hak ihlali kararıyla birlikte ve o nedenle kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün (anayasa m.84/2) varlığından artık söz edilemeyeceğinden bahisle Yargıtay 3. Ceza Dairesinin yazısının TBMM Genel Kurulunda okunmak suretiyle milletvekilliğinin düşürüldüğünün ilanına ilişkin işlemin anayasa, içtüzük ve hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle yok hükmünde olduğunu belirtmiştik. AYM’nin son kararı bu görüşümüzü doğrular niteliktedir.

Milletvekili Av. Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürüldüğünü ilan eden işleminin yok hükmünde olduğunun tespitine ilişkin karar 22.03.2024 tarihinde alınmış ancak gerekçeli karar yaklaşık altı ay sonra, 01.08.2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu gecikme, AYM kararlarının Resmi Gazete’de hemen yayımlanacaklarına ilişkin anayasanın 153/6 hükmüne aykırı olduğu gibi, zaten hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutulan başvurucunun daha fazla mağdur edilmesine yol açtığı açıktır. AYM’nin bu geciktirmesini anlamak ve kabul etmek olanaklı değildir.

AYM karar gerekçesinde öncelikle, TBMM Genel Kurulunda okunan İstanbul 13. ACM’nin 27.12.2023 tarihli ek kararının bir mahkûmiyet kararı değil, Anayasa Mahkemesi’ne 27.12.2023 tarihli bireysel başvurunun daire tarafından değerlendirilmesi için dosyanın anılan daireye gönderilmesine ilişkin karar olduğunu belirtmiştir.

HUKUKA UYMAYA ÇAĞRI

AYM haklı ve yerinde olarak, milletvekilliğinin düşürülebilmesi için kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün varlığı gerektiğini (anayasa m. 84/2) hatırlattıktan sonra, AYM’nin daha önce verdiği hak ihlali kararları nedeniyle kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün varlığından artık söz edilemeyeceği tespitini yapmıştır. AYM devamla, ihlal kararlarının yerine getirilmemiş olmasının bu sonucu değiştirmediğine vurgu yapmıştır. AYM’nin ihlal kararını sadece mahkemeler değil, ihlal sonucunun oluşmasına yol açan veya ihlalin giderilmesi sürecinde etkin konumda bulunan diğer kamu otoriteleri de ihlal kararının gereğini yerine getirmek, ihlali gidermek ve ihlalin sürmesini önlemekle yükümlüdür.

‘YOK HÜKMÜNDE’

Bu bakımdan yasama organının da Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun 25.10.2023 tarihinde tespit ettiği ihlalin giderim sürecinin bir parçası olduğu kuşkusuz olup, söz konusu karar yasama organı yönünden de bağlayıcı niteliktedir. O nedenlerle, TBMM’nin milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin işlemi hukuksal dayanaktan yoksun olup yok hükmündedir. Ortada iptali gereken bir yasama işlemi bulunmamaktadır.

AYM’nin bu son kararı ile milletvekili Av. Can Atalay’ın hukuksuz olarak cezaevinde tutulmasının hak ihlaline (kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı) yol açtığı bir kez daha vurgulanmıştır. İhlalin, dolayısıyla Atalay’a yaşatılan bu ağır mağduriyetin giderilebilmesi için başta Hâkimler ve Savcılar Kurulu olmak üzere ilgili bütün yasama, yürütme ve yargı otoritelerini, anayasal görev ve sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz.

Gelişmek ya da geri kalmak 

PROF. DR. ÇAĞATAY GÜLER
Halk Sağlığı ve Çevre Sağlığı Uzmanı

14 Ağustos 2024, Cumhuriyet

 

Gelişmiş ülkeler genellikle şeffaf ve erişilebilir yargı sistemleri bulunan yerleşik yasal çerçevelere sahiptir. Yasalar tutarlı bir şekilde uygulanır ve yüksek derecede yasal kesinlik vardır. Sonuçta hukukun üstünlüğü ilkesine güçlü bir biçimde uyulur, yani yasalar adil bir şekilde uygulanır ve hükümetler bundan sorumlu tutulur. Hukuk sistemine olan güven yüksek düzeydedir. Geri kalmış ülkelerde hukuksal çerçeveler zayıftır, yasalar tutarsız veya yetersiz bir şekilde uygulanır. Adalete erişim, özellikle ayrımcılık gören ve marjinal gruplar için sınırlıdır. Hukukun üstünlüğü tam sağlanamamıştır; yolsuzluk, yargıya siyasal müdahale ve hesap verebilirliğin olmaması gibi sorunlar daha yaygındır.

SOSYAL HAKLAR

Gelişmiş ülkelerdeki mahkemeler genellikle siyasal etkiden bağımsızdır, adil yargılamayı ve bireysel hakların korunmasını sağlar. Geri kalmış ülkelerdeki yargı siyasal baskılarla karşı karşıya kalabilir, bu da tarafsız karar alma gücünü baskılayabilir.

Gelişmiş ülkeler insan haklarını korumak için güçlü yasal çerçeveler, etkin sivil toplum ve uluslararası sözleşmelerle desteklenen güçlü sistemlere sahiptir. Geri kalmış ülkelerde insan haklarının korunması daha az güvenlidir ve keyfi gözaltı, sansür ve ayrımcılık gibi kötüye kullanım riski yüksektir. Yasal korumalar zayıf, uygulama tutarsızdır.

Gelişmiş ülkelerde konuşma, toplanma, inanç vb. özgürlükler yüksek düzeyde korunur. Geri kalmış ülkelerde bu özgürlükler kısıtlıdır; özellikle ifade, basın ve toplantı özgürlüğü üzerindeki sınırlamalar yaygındır.

Gelişmiş ülkeler başta eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hakları olmak üzere gelişmiş sosyal haklara sahiptir. Geri kalmış ülkelerde eğitim ve sağlık hizmeti gibi sosyal haklara erişim sınırlıdır, bunlarla ilgili önemli eşitsizlikler vardır.

Gelişmiş ülkelerde vatandaşlar genellikle özgür ve adil seçimler, basın özgürlüğü ve siyasal partiler kurma ve bunlara katılma hakkı gibi çok çeşitli siyasal özgürlüklerden yararlanır. Geri kalmış ülkelerde seçim sahteciliği, basın özgürlüğü ve siyasal muhalefet üzerindeki kısıtlamalar çok fazladır.

KİŞİSEL ÖZGÜRLÜKLER

Gelişmiş ülkelerde gizlilik hakkı, seyahat (gezi) özgürlüğü ve ayrımcılık görmeme gibi kişisel özgürlükler iyi korunur. Geri kalmış ülkelerde kişisel özgürlükler daha az güvenlidir; hükümet gözetimi, seyahat (gezi) kısıtlamaları ve ayrımcılık fazladır. Ekonomik özgürlükler daha zayıf; mülkiyet hakları, yolsuzluk ve gelişmemiş piyasa kurumları nedeniyle kısıtlıdır.
***
Halk Sağlığı Sorunları

  • Bir ülkedeki halk sağlığı sorunlarının temelinde
    gelişmiş ve geri kalmış ülkeler arasındaki bu farklılıklar yatar.

Gelişmiş ülkeler tıbbi hizmetlere yaygın erişim, daha yüksek yaşam beklentisi ve daha düşük bebek ölüm oranları ile gelişmiş sağlık sistemlerine sahiptir. Sanitasyon, temiz su ve yaygın aşılama programları dahil güçlü bir kamu sağlığı altyapısı vardır.

Farklılıklar bulunsa da farklı toplum kesimleri arasında sağlık hizmetlerine erişim daha iyidir. Geri kalmış ülkelerdeki bulaşıcı hastalık oranları daha yüksek, yaşam beklentisi daha düşük, bebek ölüm oranları daha yüksektir. Kamu sağlığı altyapısının yeterince gelişmemesi nedeniyle sanitasyon, temiz suya erişim ve sağlık hizmeti sunumuyla ilgili sorunlar fazladır. Sağlık hizmetlerine erişim oldukça eşitsizdir, kentsel ve kırsal alanlarla, farklı sosyoekonomik gruplar (kesimler) arasında önemli farklılıklar vardır.

Bu nedenle;

  • Halk Sağlığının önceliği,
  • Yukarıda sıralanan ve çoğu halk sağlığı ile ilgisiz sanılan farklılıkların Halk Sağlığı sonuçları konusunda farkındalığı artırmaktır.

FLASH HABER TV Programımız : DÜNYADA M-POKS SALGINI ALARMI

Dostlar,

Dün, 15 Ağustos 2024 günü, Flash Haber TV‘de başarılı programcı Sn. Burcu Uğur‘un konuğu olduk. Konumuz

  • DÜNYADA M-POKS SALGINI ALARMI

Yaklaşık 25 dakika Sn. Uğur’un sorularını yanıtladık ve “Maymun Çiçeği / M Çiçeği” hastalığı hakkında bilimsel bilgileri aktardık.

Ülkemizde ve dünyada izlenmesi gereken Epidemiyolojik stratejileri açıkladık.
Önceki gün konuyu web sitemizde yazmıştık. (http://ahmetsaltik.net/2024/08/14/dso-m-cicegi-virusu-uluslararasi-oneme-sahip-bir-halk-sagligi-acil-durumu/)

Ayrıca X hesabımızda da 10 öneri sunmuştuk (https://x.com/profsaltik/status/1823814297950044567).

Önerilerimiz                                 :

1. Sağlık Bakanlığı, bir Bilim Kurulu oluşturarak sorunu özenle izlemeye almalıdır.
2. Riskli kümelerde tarama ile sürveyans yapmalı ve olguları erken bulmalıdır.
3. Olgular ve değinenleri (temaslıları) ayırmalı olguları sağaltmalıdır (tedavi etmelidir).
4. Aşı konusunda Bilimsel Kurul hızla karar vermelidir.
5. Demokratik Kongo Cumhuriyeti başta olmak üzere bu ülkeye komşu ve m çiçek’in (m pox’un) görüldüğü ülkelerden gelenler hemen sağlık kuruluşlarına çağrılarak taranmalıdır.
6. Bu ülkelerden ülkemize gelenlerden sağlık raporu, aşı belgesi istenmeli ve sınır kapılarında hekimlerce muayene edilmelidir.
7. Ülkemizden söz konusu ülkelere gidecekler bilgilendirilmeli, erteleme önerilmeli, koruyucu sağlık eğitimi verilmeli, aşı konusu düşünülmelidir.
8. Ulusa dengeli, sağlıklı ve güvenilir, sürekli bilgi verilmeli, saydam olunmalıdır.
9. Hekim ve öbür sağlık emekçilerine hastalığın epidemiyolojik yönetimine ilişkin rehberler yayınlanmalıdır.
10. Tarama, sürveyans, tanı ve sağaltım (tedavi) için lojistik sağlanmalıdır.

İzlemek için lütfen tıklayınız :
https://x.com/flashhabertvcom/status/1824378553443524913?t=TJjQyheTYXnYMZFu6VdTTw&s=08



Sn. Burcu Uğur ve Flash Haber TV’ye program için teşekkür ederiz.

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile. 16 Ağustos 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Aydınlanma TV Programımız : Tıkanan Sağlık Sistemi, Yıkıma Sürüklenen Türkiye

Dostlar,

Önceki gün, saygın TV programcısı Gülgûn Feyman Budak‘ın program konuğu olduk.

Aydınlanma TV‘de

  • Tıkanan Sağlık Sistemi, Yıkıma Sürüklenen Türkiye”,
    konusunu işledik (13.8.24).

Sn. Feyman’ın da katkılarıyla, 47 dakika süren bir söyleşimiz oldu Youtube ortamında canlı yayın ile.

Aşağıdaki görseli tıklayarak izleyebilirsiniz.

İzlenmesi ve paylaşılması, yararlı olmasını dileriz. Sn. Feyman-Budak’a fırsat verdiği için teşekkür ederiz.

 

 

Sevgi ve saygı ile. 16 Ağustos 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Anayasa icra yargısı

Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarının uygulanması, anayasal adil yargılanma hakkı ilkelerinin sonucu ve geçerlilik ölçüsüdür. İcra yargısı, kararların doğrudan etkisi olarak uygulama ve uygulatma, kararların nesnel işlevi ve bu çerçevede kamusal makamların yükümlülüğünü kapsamına alır.

Anayasa Mahkemeleri, kararlarına saygı ve kararlarını uygulatmak için kendine özgü yetkilerle donatılmış bulunuyor ve bu yetkiler giderek çeşitleniyor. AYM kararlarının uygulanmasına karşı özellikle kurumsal direnmeleri aşmak ve sorumlulara yaptırım uygulamak için “anayasal icra yargısı” geliştirilmektedir.

Anayasa Mahkemesi kararları… yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” (md. 153/son) hükmü açık olmakla birlikte birçok devlet Anayasası, böyle bir düzenlemenin ötesine geçerek kararların kimler tarafından ve nasıl uygulanacağına ilişkin açıkça kurallar öngörmekte. Anayasa Mahkemesi, doğası gereği, Anayasa’nın ve öbür resmi makamlarca yapılan yorumların nihai (sonal) yorum merciidir (yeridir); özellikle öbür makamların yorumlaması, Anayasa’ya aykırı olduğu zaman. Bu da, Anayasa Mahkemesi’nin yorum alanındaki üstünlüğünü doğrular.

Sorumluluk, Anayasaya aykırı işlem sahibine veya AYM kararını uygulamayana yöneltilmektedir. Yaptırım konusunda Anayasa Mahkemelerine tanınan yetkiler giderek artmakta. Ekvator Anayasası’na göre, eğer kamu görevlileri karara uygun hareket etmezler ise, “yargıç, görevden çıkarılmalarını emredebilir…”. AYM’nin, anayasal yargı kararlarını uygulamayanlara yaptırım uygulama yetkisi vardır.

İspanya’da, bu konuda 2015’ten bu yana somut ve oldukça ayrıntılı bir düzenleme yürürlüktedir. Kararının ihlalinin saptanması durumunda Anayasa Mahkemesi, kendiliğinden veya taraflardan birinin istemi üzerine, kararı uygulamakla yükümlü kurumları, makamları, görevlileri ve özel kişileri, uygulamaya ve belirlediği süre içinde kendisini bilgilendirmeye zorlayabilir. Mahkeme, kararının kısmen (bir ölçüde) veya tümden yerine getirilmediğini saptarsa, para cezasından ceza yaptırımına uzanan önlemlerden birini kararlaştırabilir. Bireysel başvuru yoluyla “etkili bir korunma hakkı” veya etkili bir hukuksal korumadan yararlanma hakkı da öngören İspanya Anayasası’na göre eğer olağan yargıç, Anayasa’yı AYM’nin öngördüğü biçimde uygulamaz ise, bu direnmeye karşı başvuru olanağı vardır. Bu durumda Anayasa yargıcı, “yargıçlar yargıcı” konumuyla karar veriyor.

Peru, Kostarika, Meksika ve Rusya’da benzeri düzenlemeler var. Kolombiya Anayasa Mahkemesi’nin yetkileri ve yükümlülükleri yargı aşamasıyla sınırlı olmayıp, kararların icra aşamasını da kapsar. Kostarika, AYM kararlarını uygulamayanlar veya uygulatmayanlar için hapis cezası öngörüyor. Meksika’da, kararların icra edilmemesi durumunda sorumluları görevden alma yaptırımı da öngörülüyor. Rusya’da AYM kararının uygulanmaması, kötü uygulanması veya uygulanmasına engel olunması, ceza yaptırımı uygulanması sonucunu doğuruyor.

Gana Anayasası ise, ”ağır cezalı ve siyasi yasaklı” bir suç öngörüyor (md.2): ”Bu Anayasa gereğince, Mahkeme kararına saygı duymama veya gereklerini yerine getirmeme ağır bir suç oluşturur…”.  Bu suçu işleyen kişi, 10 yıla dek hapis cezasına çarptırılabilir ve hapis cezasını çektikten sonra on yıl geçmedikçe seçilemez veya kamu görevine gelemez. Mozambik, Moldavya, Arnavutluk ve Letonya’da benzer yaptırımlar öngörülmüştür.

Anayasa Mahkemesi, Avrupa modeli ekseninde Avusturya, İtalya ve Almanya’dan sonra 1961 Anayasası ile kurulduğu sırada, adı geçen devletlerin hemen hiçbirinde anayasa yargısı yoktu. Son dokuz aydır, kararlarını uygulamama bir yana, kararları nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne karşı söylem, eylem ve işlemler, “anayasal düzeni ilga girişimi” olarak nitelenebilecek bir eşiğe ulaştı. Öyle ki, bu eylem ve işlemlerin öncülüğünü yapan kişi, savcılıkta en üst makama atanarak ödüllendirdi. Ödüllendirme, Yargı-Yürütme ve Yasama üçlüsünde yapıldı. Sistematik Anayasa ihlalleri ile “anayasal düzeni ilga girişimi” de Cumhuriyet’in temel organları üçlüsünde gerçekleşmiş oldu.

Bu nedenle, 16 Ağustos günü (2024) TBMM’nin Anayasa Mahkemesi (Can Atalay) kararını uygulaması, demokratik hukuk devletine ve Anayasal düzene dönüş adımını oluşturacak.
==========================================
Yazarın Son Yazıları