Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 11 Eylül 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

İNKAR (Yadsıma)

Mısır Devlet Başkanı Sisi’ye darbeci, diktatör sıfatları ile seslenip, ”Bir  araya gelirsem kendimi inkar ederim.” diyen RTE kendini inkar etti. (AS: yadsıdı)

Görüşmek doğru, önce söylenenler yanlış…

ÇER-ÇÖP

Saray danışmanı jöleli yiğit, yemin eden teğmenlere, “Çer-çöp” dedi.

Onlar dönüşüm çöplerinden değil gerçek yiğitlerdir…

AKÇELEBİ

Teğmenlerin andı ile ilgili olarak AKP’li Çelebi,

Türk Silahlı Kuvvetlerimizi herhangi bir tartışmanın, iç siyasetin parçası yapacak eylemlerden uzak durulmalı, gerçek Atatürkçülüğe zarar verecek her hareketten kaçınılmalıdır.” diyerek ortaya karışık açıklama yaptı ve

  • Atatürkçü anti-emperyalist duruşun Cumhur İttifakı’nda vücut bulduğunu yumurtladı.

Ergenekon’da Nutuk’u kime karşı savundun Akçelebi?

Dön bir geriye, bir de altına bak Akçelebi…

ENERJİ

40 yıl hapisle yargılanan Polat çifti salıverildi.

Cüzdan enerjisi mi?…

ADALET

Dünya Adalet Ligi’nde 173 ülke arasında 148 inciyiz.

Enerjiii!..

TEMİZLİK

RTE, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen teğmenler için,

“O kılıçları kime çekiyorsunuz? Oradaki birkaç tane kendini bilmez de temizlenecek.” dedi.

Kadıköy Anadolu Lisesi öğrencileri de İzmir’de milli maç seyircileri de toplu olarak aynı sloganı attı.

Haydi oraları da – onları da temizleyin!..

TUVALET

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın tuvaletleri 24 milyon liraya, Diyanet’in tuvaletleri 6 milyon liraya yenileniyormuş.

Yiyin yiyin, tasarruf tedbirlerinin de, milletin parasının da içine…

Antiemperyalizm, Atatürk ve subaylık

Hamdi Yaver AKTAN | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLMHAMDİ YAVER AKTAN
YARGITAY ONURSAL DAİRE BAŞKANI

10 Eylül 2024, Cumhuriyet

1973 yılında Milliyet gazetesinde Ali Gevgilli’ nin yönettiği açık oturumlardan birinde İdris Küçükömer, Kurtuluş Savaşının antiemperyalist bir savaş olmadığını ileri sürmüş, katılımcılardan Şevket Süreyya Aydemir, “bu görüşün bundan sonra bizim siyasal edebiyatımıza gireceğini” söylemiştir.

Küçükömer’in tezi esasen (gerçekte) bir bakıma önceki görüşlerinin devamıydı. 1969 yılında yazdığı ve sonra “Düzenin Yabancılaşması” ismiyle kitaplaşan yazı dizisinde de Türkiye’deki sağ-sol ayrımını tersine çeviriyordu. Yalçın Küçük ise Londra’dan gönderdiği “Empresyonist Bir Tablo” başlıklı yazı ile Küçükömer’e yanıt veriyordu.

Düşünür ve aynı zamanda eylem adamı, unutulmaz Doğan Avcıoğlu, Kurtuluş Savaşımızın antiemperyalist bir savaş olduğunu açıklamak için Küçükömer’e karşı dört ciltlik “Milli Kurtuluş Tarihi”ni yazar. Birinci kitabın alt başlığı “Emperyalizm Karşısında Türk Aydınının Aymazlığı ve Tam Bağımsızlık”tır.

Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist savaş olmadığı görüşünün devamının “Keşke Yunan galip gelseydi” gerici düşüncesine ulaştığı bilinmektedir.

Mustafa Kemal Paşa ne diyordu daha 7 Ekim 1922’de?

  • “Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Çünkü müdafa ettiği, bütün mazlum milletlerin bütün Doğu’nun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle birlikte olan Doğu milletleriyle beraber yürüyeceğinden emindir.”

Başkomutan Mustafa Kemal, beraberindeki komutanlarla İzmit’te denetlemelerde bulunurken. (1923)

İKİ TAŞIYICI SÜTUN

Fransız yazar Pierre Benoit, Doğu uluslarının uyanışındaki etkiyi Kudüs’te gözlemler ve İngiliz askerleri karşısında toplanan on binlerce Arap’ın “Yaşasın Mustafa Kemal Paşa!” diye haykırdıklarını anlatır.

Ulusal Kurtuluş Savaşımızın büyük önderi ve devletimizin kurucusu önce askerdir; ulusçuluk ideolojisi ile yetişmiştir; kendisini yetiştirmiştir. Türk ulusunun gücüne inancı tartışılmaz!
Ulusa inanmakta, ulusun da içinden çıkan ordusuna güvenmektedir.

Bilindiği üzere ulusal devletin iki taşıyıcı sütunu vardır:

  • Milli ordu, milli eğitim!..

Kurtuluş Savaşı günlerinde, milli eğitime ne denli önem verdiği anımsanmalıdır. Bu yazının konusunu taşırmamak için Ordu ile ilgili değerlendirme yapıldığında hemen söylenmesi gereken: Ordunun yönetilmesidir. Ordu, subaylarca yönetilir. Klasik yazın yapıtlarında da subayların konumları önde oluşları yetkin bir biçimde işlenir. Yalnızca Dostoyevski ve Tolstoy okumaları bile yeterlidir!..

Türk subayının ne denli özverili olduğu tarihten sayısız örnekle gösterilebilir. Sakarya Meydan Savaşı’nın “Subay Savaşı” olduğunu söylemek bile en çarpıcı örnektir. Emperyalizmin işbirlikçi çetesi 21. yüzyılın başında Türk subaylarını her rütbeden Bekirağa Bölüğü/Silivri vb. yerlere göndermişti. Neden mi?

‘ORDUNUN RUHU’

Mustafa Kemal Paşa, Afyonkarahisar Kolordusunda 31 Temmuz 1921’de ne demişti:

  • “Arkadaşlar! İngilizler ve yardımcıları (emperyalistler anlaşılmalıdır!) milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir.(…) Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak (…) icap eder. Kuvvet ordudur. (…) İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için pek tabii olarak evvela onu mahrum etmek çarelerine giriştiler. Ordu ise… ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; ordunun ruhu subaylardadır. Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibarıyla, (…) bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler.(…) Onun (subayın) yaşamak için bir çaresi vardır: Şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır… Dolayısıyla subay için ‘ya istiklal, ya ölüm’ vardır.”

Subaya verilen görev, Mustafa Kemal Paşa’nın sözlerinde açıklanmıştır.
Tereddüt mü (Çekince mi) vardır?

Değişmeyen CHP

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
09 Eylül 2024 Cumhuriyet

CHP tüzük kurultayı geçtiğimiz hafta gerçekleşti. “Değişim kurultayı” adı verilen kurultayda ne yazık ki parti içi demokrasi doğrultusunda yeterli bir değişim sağlanamadı. “Değişim” söyleminin içeriği ciddi bir değişim eylemiyle doldurulmadığında, bunu değişim olarak tanımlamak olanaklı değildir.

Usul ile ilgili iki sorun vardı.

Birincisi, kurultaydan önce oluşturulan tüzük komisyonunda 81 il başkanı ve birkaç PM ve MYK üyesi yer alıyordu. Tüzük konusunda il başkanlarının görüşünün mutlaka alınması gereklidir. Ancak bir tüzük komisyonu ağırlıklı olarak il başkanlarından oluşursa, komisyonda, partide yöneticilik görevi olmayan hukukçular ve bu konuda çalışma gerçekleştiren uzmanlar yer almazsa, tarafsız, nesnel, adil ve demokratik bir tüzük ortaya çıkartmak olanaklı değildir.

İkincisi, bu komisyonun hazırladığı, 81 il başkanının oybirliğiyle kabul edilen ve kurultay delegelerinin onayına sunulan tüzük taslağı, görüşmeler ve oylamalar başlamadan yaklaşık yarım saat önce delegelere ulaştırıldı. Bu kadar (denli) kısa bir sürede delegelerin 24 sayfalık bir metni okuması, özümsemesi, değerlendirmesi olanaklı değildir. Bu metin dijital (sanal) ortamda delegelere bir gün önceden ulaştırılabilirdi.
***
Esasla ilgili olarak da CHP demokratik bir tüzüğe kavuşamadı ve tarihsel bir fırsatı bir kez daha kaçırdı.

Birincisi, milletvekili ve belediye başkanı adaylarının, yargı denetiminde tüm parti üyelerinin katıldığı bir önseçimle belirlenmesi zorunlu kılınmadı, mevcut (eldeki) tüzükte olduğu gibi seçeneklerden biri olarak kaldı ve parti meclisinin kararına bırakıldı; adayların önseçimle belirlenmesi durumunda da, genel merkeze % 15 kontenjan tanındı.

Eğer önseçim tek ve zorunlu aday belirleme yöntemi olarak kabul edilseydi ve genel merkeze de %5 gibi daha düşük bir kontenjan tanınsaydı, partinin üyeleri aday belirleme sürecinde daha etkin olacaklardı.

İkincisi, kurultayda ve kongrelerde her parti üyesinin aday olmasını sağlayan çarşaf listeyle seçime gidilmesi kolaylaştırılmadı; aksine, delegelerin onda birinin önerisiyle blok liste ile seçime gidilmesi yolu olduğu gibi korundu.

Eğer blok liste ortadan kaldırılsaydı, çarşaf liste zorunlu kılınsaydı veya blok listeyle seçime gidilmesi için delegelerin üçte ikisinin önerisi gerekli olsaydı, adaylık konusunda parti üyelerinin yolu büyük ölçüde açılacaktı.

Üçüncüsü, parti üyelerinin oy kullanabildiği tek kongre olan ve ilçe kongrelerinde oy kullanacak olan delegelerin seçildiği mahalle/ muhtarlık bölgesi kongrelerinin, ilçe ve il kongreleri formatında yapılması, demokratik bir ortamda gerçekleşmesi, bu kongrelerde yargı denetimi olmadığı için, bu konuda iç denetim mekanizmalarının (düzeneklerinin) kurulması konusunda, tüzükte hiçbir madde yer almadı.

Mahalle kongrelerinde seçilen ilçe delegeleri il delegelerini, il delegeleri kurultay delegelerini, kurultay delegeleri de genel başkanı ve parti meclisi üyelerini seçtiği için, mahalle kongrelerindeki anti-demokratik (demokrasi karşıtı) uygulamaların kurultaya dek giden süreci baştan sona etkilemesi geleneği de böylece korundu.

Dördüncüsü, tüzüğe göre parti meclisi, kurultaydan sonra partinin en üst karar organı ve partinin politikalarını, stratejilerini karara bağlayan organ olduğu halde, merkez yürütme kurulunun PM’nin alanına giren kimi yetkileri sınırlandırılmadı.

Beşincisi, üyeliklerin nitelikli bir yapıya kavuşturulması için yaşamsal önemde olan parti içi ideolojik ve siyasal eğitim zorunlu kılınmadı, parti üyeleri için sadece (yalnızca) bir seçenek olarak kabul edildi, bu eğitimlere katılmayanlara yönelik disiplin cezası yaptırımı getirilmedi.
***
Özetle; Cumhuriyeti ve demokrasiyi, yani halkın egemenliğini savunan CHP, parti üyelerinin partide egemen olmasını engelleyerek, kronikleşmiş (süregenleşmiş) çelişkisinden ve oligarşik yapısından yine kurtulamadı.
=======================================
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Değişmeyen CHP9 Eylül 2024

MUSTAFA KEMAL’in ASKERLERİ

Suay Karaman 

2018 yılının Ocak ayında CHP İstanbul eski il başkanı Canan Kaftancıoğlu, “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözünün militarizm koktuğunu söylemişti ve bunun yerine “Mustafa Kemal’in Yoldaşlarıyız” sözünü kullanmıştı. Aslında Kaftancıoğlu ve benzerlerinin kimlerin yoldaşları olduğu belliydi, çünkü emperyalizm böylelerini maşa olarak kullanıyordu. 

30 Ağustos 2024 günü Kara Harp Okulu’nun mezuniyet (bitirme) töreninden sonra yeni teğmenlerin kılıçlı yemin töreni ülkemizin gündemine oturdu. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyerek laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü korumak için ant içen yeni teğmenler, büyük övgü aldı. Toplum, bunun bir senaryo olmadığına inanmak istiyor. 

İçilen ant metni, 1961 tarihli Silahlı Kuvvetler İç Hizmetler Kanunu’nda yer alan resmi bir metindir ve şöyledir:

  • “Ant içeriz ki laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller, karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır.
    Bizler Türk istikbalinin evlatlarıyız.
    Şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacağız.
    Ne mutlu Türküm diyene.”

Her askerin Silahlı Kuvvetlere katılırken içtiği bu ant metnine nasıl karşı çıkılır? 

Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözü, yediden yetmişe Türk ulusuna mal olmuştur ve bu sözü söyleyerek ülkeyi çınlatanların içinde siviller de vardır, askerler de. Mustafa Kemal’in askeri olmak; Atatürk’ün izinde gitmektir, yolunda yürümektir, ilke ve devrimlerine sahip çıkmaktır. Mustafa Kemal’in askeri olmak; emperyalizme karşı olmaktır, yurttaşlar arasında ırksal ve mezhepsel hiçbir ayrım yapmaksızın tüm yurttaşları kucaklamaktır, ulusunun çıkarlarını küresel çıkarların üstünde tutmaktır, tam bağımsızlıktır.

Yapılan büyük Türk Devrimi‘nin ve ilkelerin askeri olmak hepimiz için büyük bir onurdur. 

Durum böyleyken “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözünden rahatsızlık duymak niyedir?

Bu sözden Atatürk ve Kemalizm karşıtları, etnikçiler, mezhepçiler, bölücüler, dinciler, numaracı cumhuriyetçiler, sosyal demokrat ve liberal cephede bulunanlar ile emperyalizmin maşası olanların rahatsızlık duyması doğaldır. Çünkü “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözünün içinde tam bağımsızlık vardır, emperyalizm karşıtlığı vardır, Cumhuriyet’in ilke ve devrimleri vardır. 

Yeni teğmenlerin “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözlerinden siyasal iktidar rahatsız oldu; yandaşları tarafından ‘darbenin ayak sesleri olarak yorumlandı’ ve günlerdir teğmenler hedef olarak gösterilmektedir. AKP yöneticileri bu olaya doğrudan karşı çıkmaksızın, MHP’nin tepkilerini desteklemektedir. MHP genel başkanı Devlet Bahçeli “yasal yemin dışındaki yeminin üzeri Aziz Atatürk’le örtülmemeli ve gizlenmemelidir. 30 Ağustos’u gölgeleyen, ülkemizi meşgul eden, hasımları ümitlendiren, istismar lobisini heyecanlandıran ikinci yemin hadisesinin her bakımdan netliğe kavuşması zorunludur.” derken, MHP genel başkan yardımcısı İsmail Özdemir ile genel başkan basın danışmanı Yıldıray Çiçek yaptıkları açıklamalarla teğmenlerin yanında yer aldılar. Bu açıklamalarla MHP’nin her zamanki çelişkili durumu gözler önüne serilirken, ülkemizin gündeminin değiştirilmesine de katkı yapılmaktadır. (AS: AKP’nin gündem tuzağı sürüyor!) 

AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan, olaydan sekiz gün sonra 7 Eylül 2024 Cumartesi günü İmam Hatipliler Kurultayında yaptığı konuşmada “Geçenlerde mezuniyet töreninde, bazı istismarcılar ortaya çıkmak suretiyle kılıçlar çektiler. Bu kılıçları kime çekiyorsunuz? Şimdi bunlarla ilgili olarak da birkaç tane kendini bilmez, bunlar da temizlenecek. Bunların Ordumuzun içinde bulunması mümkün değil.” ifadelerini kullandı. Ant metni özümseyerek okunursa, o kılıçların kime çekildiğini net olarak anlamak mümkündür. Her olayın ardından darbe çıkaranlar, kendi yaptıkları sivil darbeyi perdelemek istemektedir. Şimdi gündemi değiştirmek için yeni planların peşinde koşmaktadırlar. 

Bu olay üzerine Milli Savunma Bakanlığı tarafından 2 Eylül’de (2024) bir açıklama yapılarak soruşturma yok denildi. Ancak 5 Eylül’de yeni bir açıklama yapılarak, “disiplin incelemesi sürüyor, mevzuat kapsamında kastı, kusuru, ihmali olan personel hakkında işlem yapılacaktır” denildi. Bu çelişkili tutum da ülkemizin nasıl yönetildiğini göstermektedir. Milli Savunma Bakanlığı, Ege’deki adalarımızı işgal eden ve geçtiğimiz aylarda Lozan Andlaşması’nı ihlal eden Yunanistan’ın yaptıklarını görmezden gelmektedir. 26 Ağustos’ta (2024) Ahlat’ta generallerin, terör örgütü Hizbullah’ın TBMM’deki temsilcisi Hüda-Par’ın genel başkanıyla poz vermesi hakkında tepkisiz kalanların “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözleri üzerine soruşturma açması düşündürücüdür. Geçtiğimiz 10 Kasım 2023 anmasında da Atatürk rozeti takmayı kabul etmeyen teğmenlerle ilgili sorun olmuştu. 

Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sözü, emperyalizme karşı Atatürk’te somutlaşan savaşım (mücadele) fikrini ateşlemektir ve kazanılan utkunun coşkusudur. “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” çıkışıyla ülkemizin gündemine oturan yeni teğmenleri kutluyor, Atatürk’ün gösterdiği yolda vatan ve millet için yapacakları görevlerinde başarılar diliyoruz.

Atatürk’e karşı çıkanlar, Mustafa Kemal’in yolundaki taş olurlar ve sonları; ezilerek, geldikleri gibi gitmektir. Bizler Mustafa Kemal’in Askerleri olmaktan onur duymaktayız, üstelik terhis olmaya da, emekli olmaya da hiç niyetimiz yoktur; hep mücadelenin içinde kalacağız ve yine, yeniden başaracağız… 

Azim ve Karar, 9 Eylül 2024

9 Eylül 1922; Türk süvarileri İzmir’de!

Doğu Silahçıoğlu Kur'ân yaktırmış - YENİ ASYADOĞU SİLAHÇIOĞLU
EMEKLİ TÜMGENERAL

09 Eylül 2024, Cumhuriyet

9 Eylül Süvariler Günü nedeniyle, toprak olmuş tüm süvarilere ve onların cefakâr atlarına ithaf olunur…

102 yıl önce bugün, Osmanlı İmparatorluğu’nun elde kalan son toprak parçası Anadolu, tarihsel bir olaya sahne oldu. Türk ulusunun işgalci düşmana, onunla birlikte hareket eden saraya, sultana, hükümete ve yerli işbirlikçilere karşı “Mustafa Kemal” önderliğinde sürdürdüğü “Kurtuluş Savaşı” zaferle sonuçlandı.

TARİHSEL SÜREÇ

En geniş sınırlarına XVII. yüzyılda ulaşan imparatorluk zamanla dağılma sürecine girmiş ve yalnızca Abdülhamit döneminde (1876-1909) bugünkü Türkiye’nin iki misli (katı) büyüklüğünde (1.6 milyon km2) toprak kaybına uğramıştı. Daha sonra Trablusgarp Savaşı (1911-12) ve Balkan Savaşı (1912-13) yaşanmış; ardından I. Dünya Savaşı (1914-18) başlamıştı. Savaşın sonuna doğru Meclis’i kapatan, yayılmacı ve sömürgeci devletlerin işgalini onaylayan Vahdettin’in hükümete imzalattırdığı “Mondros Ateşkesi” (30 Ekim 1918) yıkımın son aşamasını oluşturmuş; ülke toprakları İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetlerince işgal edilmişti.

Hıristiyan Batı dünyasının XI. yüzyılda başlattığı “Türkleri Anadolu’dan atma” girişimleri, sonuca ulaşabilecek bir noktaya varmıştı. XIX. yüzyıl İngiliz siyasetçilerinden William Gladstone’un söylemi, yayılmacı ve sömürgeciler için artık bir rehberdi:

  • “Türkler gayri medeni bir millettir. Geldikleri yere, Orta Asya’ya geri gönderilmelidirler. Onlar, insanlığın insan olmayan numuneleridir. Medeniyetimizin bekası için onları
    Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu’da yok etmeliyiz. Türklerin yaptıkları kötülükler, yalnızca bir suretle ortadan kaldırılabilir. O da onları yok etmekle!”

Türk ordusu İzmir’e girdiğinde yanmış, harap olmuş bir kentle karşılaştı.

MİLLİ MÜCADELE

Anadolu’da işgalci devletlerin egemenliği sürerken 15 Mayıs 1919’da onların desteklediği Yunan kuvvetleri İzmir’e çıktı. 19 Mayıs 1919’da “Mustafa Kemal” “Milli Mücadele”yi başlattı. 1920 Eylül’üne dek Bursa, Balıkesir, Uşak; 1921 Temmuz’una dek Afyon, Kütahya ve Eskişehir Yunan eline geçti.

  • Vahdettin’in, Osmanlı hükümetinin ve İngilizlerin ardında durduğu isyan ve ayaklanmalar
    tüm yurdu sarmıştı.

Ordu “Sakarya Nehri” doğusuna çekilmişti. 1921’in 22 Ağustos’unda düşman tüm cephe boyunca saldırdı. Türk savunma hattı birden yarıldı. Nehir günlerce kıpkızıl aktı. 10 Eylül’de Türk karşı taarruzu başladı. 13’ünde Yunan ordusu kayıplarını savaş alanında bırakıp kaçtı. Kazanılmıştı “Sakarya Savaşı”… İnanmıştı “Mustafa Kemal”… Düşman Anadolu’dan atılacaktı!

BÜYÜK TAARRUZ

Hazırlıklar bir yıl sürdü. “5’inci Süvari Kolordusu” kuruldu. 26 Ağustos 1922 sabah alacakaranlığında “Başkomutan” “Büyük Taarruz”u başlattı. Süvariler “Ahır Dağı” üzerinden “Sincanlı Ovası”na ulaştılar. 30 Ağustos’ta sel olup coştular. Yalın kılıç “Dumlupınar”ı aştılar.

  • 14 gün 14 gece at üstünde durmadan, dinlenmeden doludizgin “ilk hedef” Akdeniz’e doğru koştular.

9 Eylül sabahıydı “güzel İzmir”e kavuştular. İkinci Süvari Tümeni 4. Alay 4. Bölük en öndeydi. “Halkapınar Köprüsü”nden geçerken “uç mangası” bir ateş içine düştü. İlk anda süvarilerden dördü vuruldu. Kahraman atlarıyla kanatlanıp yedi kat göğe uçtular. Sonra Yunan Alsancak’ta denize döküldü. Konak’ta göndere Türk bayrağı çekildi. İhanet yanlıları ve düşman yenilmiş; “Kurtuluş Savaşı” utkuyla taçlanmıştı.

ÖZGÜR VATAN

Cepheden cepheye koşmuştu onlar; “Antalya Kızılsaray köyünden Ömer oğlu Hakkı Çavuş, Akşehir Hamit köyünden Bekir oğlu Mehmet Çavuş , Nevşehir İğneli köyünden Er Ahmet oğlu Seyit Mehmet, Nevşehir Avanos’tan Er Ahmet oğlu Ahmet !..”

  • Toprağın altında yatıyorlar koyun koyuna şimdi. “İzmir Halkapınar İstiklal Şehitliği”nde.

Bir mermer taş üstünde parlıyor isimleri… Dalga dalga yayılıyor ıssız boşlukta sesleri.

Yere kadar ulaşır gelir ta yedi kat gökten; seslenirler bize yokluğun derinliğinden:

  • “Kadınlarımız dul kaldı;
  • çocuklarımız yetim!
  • Olsun; ama geride bir özgür vatan bıraktık!
  • Biz helal ettik hakkımızı sana!
  • Sen de helal et memleketim!”

Adli yıl ve adil yargılanma hakkı

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

05.09.2024, BİRGÜN

2024-25 adli yıl açılış konuşmaları, 27 Ekim 2023 günü yayımlanan AYM kararından 16 Ağustos 2024 günü TBMM’de tanık olunan görüntülere uzanan işlem ve eylemler dizisi olarak anayasal düzeni ilga girişimini örtebilir mi?

Hak arama özgürlüğü ve düzgün/dürüst (adil ve hakkaniyete uygun) yargılanma hakkı, ancak yargı bağımsızlığına dayanan erkler ayrılığı düzeneğinde saygı görür.

Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, öteki hak ve özgürlüklerden iki özelliğiyle ayrılır: Öncelikle, bütün hak ve özgürlükler üzerinde güvence niteliği taşır. Eğer bir devlette etkili başvuru yolu varsa, kamu makamları ve/veya özel güçler, hak ve özgürlüklere saygıda özen gösterir. Çünkü ihlal (çiğnem) durumunda yaptırımla karşılaşacağını bilir.

İkinci olarak, başka hiçbir hak ve özgürlük yoktur ki, hak arama ve düzgün yargı derecesinde devlet örgütü yoluyla gerçekleşsin ve devlet için pozitif (olumlu) yükümlülükler doğursun.

Olumlu yükümlülükler gerektiren düzgün yargılanma hakkı, hak ve özgürlükler için kullanılan ayrım ölçütlerini de geçersiz kıldı. ‘Klasik özgürlükler gerçekleşmesi için devlete kaçınma yükümlülüğü yüklerken, sosyal haklar devlet için edim borcu doğurur’ yaklaşımı aşıldı; zira etkili başvuru hakkı, devlet bütçesinden en büyük payı alan bağımsız bir yargı erkini gerekli kılar.

Bu hakkın gerçekleşmesi, şu 7 koşula bağlı:
Mahkeme hakkı,
bağımsız ve tarafsız (yansız) mahkeme,
suçsuzluk varsayımı,
silahların eşitliği ilkesi,
savunma hakları,
çabukluk ve açıklık ilkesi,
kararları uygulama yükümlülüğü.

Bu hak ve özgürlüklerin gerekleri, Türkiye’nin anayasal düzenine içkindir. Ne var ki, etkili başvuru hakkı, ihlal ve sürekliliği bakımından ilk sırada. Bunun ilk nedeni, bütün yargı düzenlerini kapsamına alan adil yargılanma hakkı yasası” yokluğu. İkinci nedeni ise, “mahkemelerin bağımsızlığı” üzerine Anayasa madde 138 kurallarına, yargı süreci öncesi, sırası ve sonrasında, yargı dışı ve içi makam ve kişilerin müdahalesidir. Üçüncü ve asıl neden ise, 2017 Anayasa kurgusudur.

Şu sorulmalı: Eğer 2017 değişikliği ile hükümet yetkisi devlet başkanına verilmese ve o da parti başkanlığı görevini üstlenmese idi, Anayasa’nın üç ayrı hali ortaya çıkar mı idi ve Ekim 2023- Ağustos 2024 süreci yaşanır mıydı?

Hangi üç hal? Anayasa’nın demokratik hükümleri (genel esaslar, hak ve özgürlükler gibi), otoriter hükümleri (özellikle 2017 kurgusu ile özdeşleşen) ve her ikisi dışında kalan alan fiili durum (de facto) ve keyfi uygulamalar.

Mesela (Örneğin) parti başkanlığı veya çifte koalisyon fiili uygulamalar; bakanların siyaset yapması ve AKP için seçmenlerden oy dilenmesi, fiili ve keyfilik dizisinde yer alır.

Keyfilik, Anayasa’nın açıkça ihlali olup, anayasal düzeni ilga girişimi olarak nitelenebilecek işlemler ve eylemler dizisidir: AYM kararı karşısında İstanbul 13. ACM ve Yargıtay 3. CD’nin hukuken yok hükmünde metinleri, TBMM’nin C. Atalay milletvekilliğini keyfi olarak düşürme girişimi, 3. CD Başkanının C. başsavcısı olarak atanması, 16 Ağustos günü TBMM’de kaba güç kullanımı ve kan dökülmesi.

Bütün bu nedenlerle, adli yıl açılış töreni söylemleri, sözde anayasacılık sürecinde resmi anayasal dezenformasyondur.

Bu ortam ve koşullarda toplumsal huzur, milli dayanışma ve ADALET ANLAYIŞI içinde insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti (Any. md.2) savunanların üçlü hedefi güncel ve acil:

  1. Doğru ve gerçek bilgi yoluyla anayasal kamuoyu oluşturmak,
  2. Anayasa’ya saygı yol ve yöntemleri üzerinde direnme hakkını da kapsamına alacak biçimde çalışmak,
  3. TBMM önünde hesapverebilir bir Hükümet başta gelmek üzere Anayasa değişikliği ereğinde güçbirliği yapmak.

Bu süreçte, sav+savunma+ hüküm diyalektiğinde Barolara ve İstanbul Barosu’na düşen tarihsel görev ayrıca ele alınacak.
=========================================
Yazarın Son Yazıları

Kahraman Teğmenler

Dr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral, Hukukçu

Kara Harp Okulu’nun diploma töreninde bir grup teğmenin laik demokratik cumhuriyete bağlılık andı içerek Mustafa Kemal’in askerleriyiz demeleri, geleceğimiz için umut verici.

AKP iktidarının TSK’ya vurduğu darbelerle kendi ordusunu oluşturma çabalarına ve askeri okullarda cemaat yapılanmalarına karşın bu oyuna gelmeyeceklerini göstermiş olmaları sevindirici. Olay, karşı devrimcilerin tüm çabalarına karşın TSK’daki “Atatürkçü özün” kaybolmadığını (yitmediğini), kaybolmayacağını (yitmeyeceğini) göstermektedir.

Öncelikle bu teğmenleri iki bakımdan kutuluyorum:

  1. Atatürk’e sahip çıktıkları için,
  2. Bunu korkmadan açıkça gösterdikleri için

Böyle kahraman teğmenleri yetiştiren Harbiye’nin komutan ve öğretmenleri de kutlanmayı hak ediyor.

Neden Oldu?

  • Bu olay AKP’nin kendi ordusunu oluşturma cabalarına haklı bir tepki ve isyandır. ,

AKP, iktidarının ilk yıllarında “askeri vesayeti ortadan kaldırmak” bahanesi ile TSK’nın gücünü ve saygınlığını azaltıcı önlemler almış, 15 Temmuz (2016) hain darbe girişimi fırsata çevrilerek TSK’ya vurulan darbelerin şiddeti ve yoğunluğu artırılmıştır. Bu kapsamda:

  • FETÖ’nün düzmece davalarında pek çok birikimli, deneyimli Atatürkçü subay ve general/amiraller Ordu’dan çıkartılmış, yerlerine cemaat üyeleri yerleştirilmiştir.
  • Cumhurbaşkanı (AS: RTE!) bu tuzak (kumpas) davaların savcısı olduğunu söylemiştir!
  • Üst düzey emir-komuta ilişkisi anayasaya aykırı olarak değiştirilmiş, Genelkurmay Başkanlığı işlevsiz duruma getirilmiştir.
  • Yüksek Askeri Şura (YAŞ) sivilleştirilerek liyakata (yaraşırlığa) dayalı yükselme sisteminden sadakata dayalı yükseltme sistemine geçilmiş, Orduya siyaset sokulmuştur,
  • İç Hizmet Yasası değiştirilerek,
    TSK’nın “Cumhuriyeti koruma ve kollama” görevi kaldırılmıştır.
  • Askeri sağlık sistemi bozulmuştur (AS: dağıtılmıştır!).
  • Askeri adalet sistemi bozulmuştur (AS: Çok büyük ölçüde kaldırılmıştır..)
  • Askeri liseler ve astsubay hazırlama okulları kapatılmıştır.
  • Harp Okulları Kuvvetlerinden (AS: İlgili Kuvvet Komutanlığından) alınmış, Milli Savunma Üniversitesine bağlanmıştır.
  • Harp Akademilerinin statüleri değiştirilmiş, kurmay subay olmanın önemi azaltılmıştır.
  • Jandarma TSK’dan ayrılmıştır. (AS: Kır polisi diye İçişleri Bakanlığına bağlanmıştır.)
  • Askerlik süresi kısaltılarak ve bedelli askerlik getirilerek eğitim zafiyeti yaratılmıştır.
  • 26. Genelkurmay Başkanı (İlker Başbuğ) terör örgütü başı olmakla suçlanmış, hapsedilmiştir!
  • Yaşamlarını TSK’ya adamış generallere 28 şubat düzmece davası ile çok büyük haksızlık yapılmış, Onların kişiliğinde TSK’nın saygınlığı azaltılmıştır.
  • Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ve Sekreterliğinin işlevleri azaltılmış, Millî Güvenlik Akademisi kapatılmıştır.
  • Ulusal bayramlardaki görkemli törenler iptal edilmiştir.
  • Harp Okulları giriş yönetmeliği değiştirilerek cemaat üyelerinin girişi kolaylaştırılmıştır.  Üniversite ara sınıflarından mülakatla (görüşmeyle) öğrenci alınarak bu Okullarda cemaat yapılanması oluşturulmuştur. Bunun bir yansıması geçen yıl Tuzla Piyade Okulunda 10 Kasım töreninde Atatürk rozeti takmayan teğmenler de görülmüştür.

Bu liste uzatılabilir.
Bütün bunların amacı, AKP’nin kendi ordusunu oluşturarak ulusal güvenliği zayıflatmaktır.

TSK partinin değil, devletin ordusudur!

TSK üst komuta kademesi bu yapılanlara tepki göstermemiş, iktidarla uyumlu davranmıştır.

İşte “bu kahraman teğmenler”, bir bölümü sıralanan çok olumsuz gelişmelere tepki göstermiş ve Atatürk’ün okulundan mezun olmanın gururu ile O’na bağlı kalacaklarını haykırmışlardır.

Mustafa Kemal’in askeri olmak..

Bu bir siyasal söylem değil, TSK’nın varlık nedenidir.
Mustafa Kemal’in yolundan gitmek demek:
Anayasada belertilen laik-demokratik cumhuriyete sahip çıkmak;
Bilimin öncülüğünde Atatürk devrimlerini yaygınlaştırmak ve geliştirmek;
tam bağımsızlığa ve ülke bütünlüğüne duyarlı olmak demektir.

Teğmenler tam da bunları vurgulamışlardır.

Tepkiler

Teğmenlerin bu davranışına tepki gösterenler, yukarıdaki ilkeleri benimsemeyen karşı devrimcilerdir.

Olay, devrim-karşı devrim savaşımının bir parçasıdır.
Bu savaşım tarihin durdurulmaz akışıdır ve sürecektir.

Mustafa Kemal’in askerleri” bu tepkilerden etkilenmez, onlarla savaşımı sürdürür.

Yolları açık olsun!

‘Yumuşamanın’ ardındaki neden buymuş!

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr  Son Yazısı / Tüm Yazıları
06 Eylül 2024, Cumhuriyet

 

Anayasanın 101. maddesi diyor ki “Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir. Ancak cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.”

Erdoğan, cumhurbaşkanını halkın seçmesine ilişkin referandumun sonrasında ilk kez 2014’te doğrudan halk oyuyla cumhurbaşkanı oldu. Seçim öncesinde başbakanlıktan istifa etmesi gerektiği halde etmedi.

2018’de ikinci defa (kez) seçime girdi ve yine cumhurbaşkanı oldu. Geçen yıl cumhurbaşkanı seçimine girmesi anayasaya aykırıyken hukuk ayaklar altına alındı ve üçüncü kez seçime girdi! Seçimleri 14 Mayıs’ta yapacağını ilan etti ve “Çıkarın artık adayınızı” diyerek muhalefeti de yarışa davet etti.

Muhalefet ne yaptı? O sırada CHP Genel Başkanı olan Kılıçdaroğlu“Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığı anayasaya aykırı ama mağdur olmasın diye itiraz etmeyeceğiz, sandıkta yeneceğiz.” dedi. Baykal’ın 2003’te Erdoğan’a milletvekilliği ve sonrasında başbakanlık yolunu açmasından sonra böylece üçüncü kez cumhurbaşkanlığı yolunu da Kılıçdaroğlu açmış oldu.

GEÇMİŞTEN ALINMAYAN DERSLER

Ne var ki Erdoğan şimdi de dördüncü kez aday olmak istiyor! Üstelik partisi AKP’nin kamuoyu araştırmalarında ikinci parti konumuna gerilemiş olduğu görülse de hem yeni baştan anayasa yapmak hem de anayasaya aykırı bir şekilde bir kez daha cumhurbaşkanı olmak istiyor!

Peki yerel seçimlerle birlikte birinci parti konumuna yükselen CHP ne diyor? Bu kez CHP’nin başında Özgür Özel var ve o da “‘Erdoğan 23 yıl sonra aday olamadığı için gitti.’ denmesini istemem. 2026’nın baharında sandığı koysun, şüphem yok Erdoğan’ı sandıkta yenebiliriz.” diyerek yolu bir kez daha açıyor!

Daha önce Kılıçdaroğlu döneminde aynısı yaşanmamış gibi halk bir kere (kez) daha bu oyuna inandırılmaya çalışılıyor. Özel, seçimlerin yenilenmesine ilişkin anayasa maddesinden hareketle bunu söylüyor ama Erdoğan’ın geçen yıl üçüncü kez aday olmasının zaten anayasa aykırı olduğunu görmezden geliyor!

Sanki karşısında yasalara uyan biri, dürüst seçim yapan bir parti var da sandıkta O’nu yeneceğine güveniyor ve yaptığı hesabı şöyle anlatıyor: “Kendine güveniyorsa 2025 Kasım’ı en uygun zaman. Şartlarımıza (Koşullarımıza) uyuyor, aday olma imkânı (olanağı) varken oluyorsa 360 vekille erken seçim kararını birlikte alırız.” 

Demek ki yerel seçimden sonra estirilen “normalleşme”, “yumuşama” stratejisinin amacı buydu. Erdoğan, Özel’in bu konudaki yaklaşımını öğrenip istediğini alınca daha çok yumuşamaya da gerek kalmadı.

Özel’in “şartlarımıza uyuyor” dediği de belli ki yeni seçilen milletvekillerinin özlük hakları ile ilgili. Milletvekilliğinden emekli olabilme koşullarından biri, iki yıl milletvekilliği yapmak. CHP, bu süre dolunca erken seçim olsun diyor, üstelik bu tarih Erdoğan’ın tekrar (yeniden) aday olabilmesi için de uygun diyor!

ACABA HALK NE DİYOR?

Açlıktan, yoksulluktan kıvrananların sesi duyulmuyor mu? 

Reşit Kibar, Hopa’da Metin Lokumcu gibi doğayı korumak için mücadele ederken katledildiğinde atılan feryatlar duyulmuyor mu?

Tarikat cenderesine alınan ve intihar eden gençlerin haykırışları duyuluyor mu?

Sığınmacı istilası altında kalan Türkiye’nin öfkesi duyulmuyor mu?

Sokaklardaki şiddete kurban edilen kadınların, çocukların, hayvanların acısı duyulmuyor mu?!

Türkiye karşıdevrimcilerin elinde siyasal İslama teslim edilirken, insanlar ekonomik krizin dibine vurmuş bir ülkede bir gün sonra yiyecek bulma endişesi ile yaşamaya çalışırken “2025 Kasım’ı bize de Erdoğan’a da uygun demek” ve anayasaya aykırı bir biçimde cumhurbaşkanı olmuş birine yeniden yol açmak, bir ana muhalefet partisinin yöntemi olabilir mi?

Kuşkusuz CHP, tek başına erken seçim tarihini belirleyemez ancak toplumsal baskıyı artırabilir, zaten var olan seçim talebini (istemini) yükseltebilir ve bunu siyasetin 1 numaralı gündemi yapabilir.

Tabii isterse! Gerisi lafügüzaf!


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 4 Eylül 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SUBAY

Rize’nin Pazar ilçesinde düzenlenen festivalin protokolünde, üç jandarma subayı, Belediye Başkanı Metin Gürbüz’ün eşi Özlem Gürbüz’ün elini sıkmadı.

Aydın Türk subayından yobaz subaya evrilme…

RANT

İBB Başkanı İmamoğlu’nun açıklamasına göre AKP döneminde 85 milyar Dolar rant geliri birilerinin cebine aktarılmış.

Birilerinin varlık nedeni…
(AS: İmamoğlu elindeki belgeleri neden açıklamıyor? İSTİNAF’ta AHMAK DAVASI ceza onayı kapıya gelince gündeme getirmesi ne denli etik??)

VERGİ

Mehmet Cengiz’in şirketi Cengiz Holding A.Ş.’nin 3 yıldır kurumlar vergisi ödemediği ortaya çıktı.

Milletin anasına ödetiyor…

HANİYE

Gaziantep’te Zafer Bayramı’nın kutlanacağı meydana Atatürk yerine Hamas lideri Haniye posteri asıldı. Vatandaş kaldırdı.

Haniye ülkemize çok değerli hizmetler verdi ya!…
(AS: Antep’te yarım milyonu aşkın Arap var! Her 5 kişiden 1’i)

HÜDA

Malazgirt’te, Cumhur ittifakı ortakları ve Hava ve Deniz Kuvvet Komutanları ile birlikte poz veren Hüda Par liderinin yardımcısı H. Yılmaz,

  • Sapıklık kültürünü taklit eden Kemalizm anayasadan arındırılmalıdır.” dedi.

Haydi eller birlikte havaya… (AS: Hava ve Deniz Kuvvet Komutanları kareye girerek tarihe geçti!?)

KEMALİM

Türk gençleri “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diye kükreyince;

Piri Reis Üniversitesi’nde protokol salonu terk etti,

Harbiyelilere karşı ne yapacaklarını şaşırdılar.

Bu ülkede ATATÜRK GENÇLERİnden kurtuluş yooook…

TEESSÜF

MSB’lığı, Teğmenlere Kara Harp Okulu’nca soruşturma açıldığı haberlerini yalanladı.

Soruşturmayı gerektirecek suç unsuru yoktur.” diyemeyen MSB Yaşar Güler’e teessüf ediyorum.

Mustafa Kemal’in askeri kal… (AS: Bence de!)

KUTLAMA

Erzurum Valisi Mustafa Çiftçi, Abdülhamit’in tahta çıkış yıldönümünü kutladı.

Cumhuriyet karşıtı Osmanlıcı gericilere selam… (AS: Açık havada alkollü içkiyi de yasakladı hafız!)

CHP’de tüzük ve program

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
02 Eylül 2024, Cumhuriyet

Bir siyasal partinin tüzüğü, o siyasi partinin nasıl yönetileceğine ve örgütleneceğine dair (ilişkin) ilkeleri, kuralları ortaya koyan hukuksal metindir.

Bir siyasal partinin programı da o siyasal partinin temel ilkelerini, ideolojisini ve Türkiye’nin her alandaki sorunlarına yönelik çözüm önerilerini ortaya koyan metindir.

Tüzük ve program, Kurultay tarafından belirlenir ve Kurultay delegelerinin onayıyla geçerli hale gelir.

CHP bu hafta içinde tüzük kurultayını gerçekleştirecek. Kurultayın sonunda da Program kurultayına yönelik ön çalışma toplantısı gerçekleştirilecek.

Aslında Tüzük kurultayında sadece (yalnızca) tüzüğe odaklanmak, program konusunu tümüyle Program kurultayına bırakmak en doğrusudur. Program, ideolojik tartışmaların en yoğun yaşandığı ve bir siyasal partinin ontolojik temellerini oluşturan alandır. Program, Tüzük kurultayına sıkıştırılamayacak kadar (ölçüde) önemli bir konudur.
***
Nitekim CHP eski genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu şimdiden bu fırsatı kullanarak, yönetimde olduğu dönemde yaptığı gibi, CHP’nin temel ilkeleri olarak bilinen Altı Oku tartışmaya açtı ve Altı Ok‘un çağdaş koşullara göre yeniden yorumlanması gerekliliğinden” söz etti.

Oysa Altı Okun yeniden yorumlanmaya değil, uygulanmaya ihtiyacı (gereksinimi) var.

Cumhuriyetçilik ve Halkçılık, monarşinin ve oligarşinin karşı tezidir.

Devletçilik, özelleştirmeciliğin ve neo-liberal ekonominin antitezidir (karşı tezidir).

Laiklik, teokrasinin antitezidir (karşı tezidir).

Milliyetçilik, ümmetçiliğin antitezidir (karşı tezidir).

Devrimcilik, statükoculuğun antitezidir (karşı tezidir).

  • AKP iktidarında monarşi, oligarşi, teokrasi, özelleştirmecilik, ümmetçilik, statükoculuk düzenin parçaları durumuna gelmiştir ve bunların çağdaşlıkla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı gibi, hepsi ilkelliğin göstergeleridir.

Dolayısıyla çağdaş dünyanın parçası olmak isteyen bir siyasetçi, Altı Ok‘u yeniden yorumlamak saçmalığını bir kenara bırakır, bu ilkeleri olduğu gibi uygular.

Çağdaşlık dünyanın her yerinde bu ilkelerin uygulanması sayesinde elde edilmiştir.

Sosyal demokrasi ve demokratik solculuk da özünde, Altı Ok ile çelişen değil, Altı Ok‘u tamamlayan ilkelerdir.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in ve onunla birlikte partideki Değişim hareketini başlatan İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun emperyalizmin bu tuzağına düşmeleri durumunda, CHP gerçek bir değişimi gerçekleştiremeyeceği gibi, bir daha asla seçim kazanamaz, 2024 belediye seçimlerinde CHP’nin yeni yönetimine seçmen ve parti üyeleri tarafından açılan kredi hızlı bir tükeniş sürecine girer, partide bölünmeler ve parçalanmalar oluşur, yeni bir siyasal partinin kurulması bile söz konusu olabilir.
***
Tüzük değişikliği sayesinde sağlanabilecek parti içi demokrasinin, partinin temel ilkeleri, ideolojisi ve programı ile dolaylı bir ilişkisi vardır. Çünkü parti içi demokrasinin sağlanması durumunda, partide, partiyi kurnazlıkla ele geçiren oligarşik güçler değil, üyeler egemen olur. Üyelerin egemen olduğu bir partide de oligarşik güçler, partinin temel ilkelerini, ideolojisini, altı oku, partinin ve devletin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ü tartışma konusu durumuna getiremezler. Çünkü CHP üyelerinin çoğunluğu, Atatürk’ü, Altı Ok‘u, partinin temel ilkelerini ve ideolojisini benimseyen kişilerdir.

12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra CHP’de parti içi demokrasinin bir türlü tesis edilmemesinin (kurulamamasının) temel nedeni de budur. Çünkü emperyalizmin uşağı olan alçak oligarşik güçler, medya, belediyeler ve delege ağalığı üzerinden, partiyi, özellikle son yıllarda, bu şekilde ele geçirmişlerdir.

Bu nedenle, CHP İlke ve Demokrasi Hareketi’nin, www.chpilkedemokrasi.org adresli web sitesinde yayınlanıp CHP’nin yetkili organlarına da sunulan önseçim, çarşaf liste, mahalle kongreleri, adaylaşma, parti içi eğitim, üyelik, parti meclisinin yetkileri gibi konulardaki tüzük değişikliği önerileri, hem CHP hem de Türkiye için yaşamsal öneme sahiptir.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Türkiye yok ediliyor26 Ağustos 2024
Dincilik afyondur19 Ağustos 2024