Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

O’nun izinde…

Prof. Dr. Soyaslan: Yalçınkaya kararı bağlayıcı ve emsaldir; yargılamalar  yenilenmeli ve sanıkların beraatine karar verilmelidir - Tr724Prof. Dr. Doğan Soyaslan

20 Eylül 2024, Cumhuriyet

Eylül ayının başında yapılan Kara Harp Okulu’ndaki yemin töreninde genç teğmenler “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” haykırışında bulundular. Bunun anlamı, Mustafa Kemal’in eylem ve söylemlerini kendilerinin de uygulayacak olmalarıdır. Neden “Mustafa Kemal’in askerleriyiz?”, tarihe bir bakalım.

Mustafa Kemal’in eğitim yılları etnik milliyetçiliğin yoğun olduğu Balkanlar’da geçti. 1899’da Manastır Askeri İdadisini, 1902’de Harbiye’yi bitirdi. 1905’te kurmaylık öğrenimini tamamladı. Şam’a tayin oldu; Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurdu. 1907’de Selanik’e tayin edildi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. Ordunun politikaya girmesine karşı olduğu için İttihatçılarla uyuşamadı. İstibdada karşıydı. 1909’da Hareket Ordusu’nda görev aldı. 1911’de Trablusgarp’a gönüllü gitti. Gözüne şarapnel isabet etti. İtilaf Devletleri 1915’te Çanakkale Boğazı tabyalarına saldırdı. Mustafa Kemal’in komutasında saldırı püskürtüldü. Ardından Doğu Cephesi’ne atandı. Ağustos 1916’da Muş ve Bitlis’i Ruslardan geri aldı. 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı. İstanbul ve tüm ülke işgal edilmeye başlandı. Yunanlar 1919’da İzmir’e asker çıkardılar. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı ve oradan Amasya’ya geçti. 21-22 Haziran 1919’da “vatanın bütünlüğü ve milletin istiklalinin tehlikede olduğunu, milletin istikbalini milletin azim ve kararlılığının kurtaracağını“, bunun için Sivas’ta bir kongre toplanması gereğine ilişkin bir tamim (genelge) yayımladı.

MUSTAFA KEMAL’İN MÜCADELESİ

Önce Erzurum, sonra Sivas Kongresi toplandı. 1920’de İstanbul işgal edildi. 23 Nisan 1920’de TBMM kuruldu. Batı Anadolu’da Yunan ordusunun işgali sürüyordu. Kuvayı Milliyeciler düzenli orduya dönüştürüldü, Batı Cephesi Komutanlığı kuruldu. Temmuz 1921’de Kütahya ve Eskişehir düştü. 4 Ağustos 1921’de gizli oturumda TBMM, tüm yetkilerini üç ay süreyle Mustafa Kemal’e devretti. 23 Ağustos’ta Yunan güçleri, Sakarya savunma hattına dayandılar. 22 gün süren Sakarya Meydan Savaşı’ndan sonra Mustafa Kemal, büyük bir saldırı ile Yunan’ı denize dökmeyi düşünüyordu. Bunun için bir yıl hazırlanmak gerekti. Meclis, Temmuz 1922’de Başkomutanlık yetkisini süresiz uzattı. 26 Ağustos 1922’de taarruz (saldırı) emri verildi. 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar savaşından sonra Türk ordusu 9 Eylül 1922 günü İzmir’e girdi.

1 Kasım 1922’de Saltanat kaldırıldı. Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasının ilk adımı atıldı. Vahdettin Kasım 1922’de İngiliz zırhlısı ile İstanbul’dan ayrıldı.  24 Temmuz 1923’te Lozan Andlaşması imzalandı. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. Mustafa Kemal, Cumhuriyetin insanlara devlet idaresi için sorumluluk yükleyen en ideal rejim olduğuna inanıyordu. Cumhuriyetten vazgeçilemezdi. Cumhuriyetin korunmasını gençliğe emanet etmişti. 3 Mart 1924’te Hilafet kaldırıldı; eğitim ve öğretim (AS: salt “öğretim” olacak) birleştirildi. Medrese eğitimine son verildi. Bilime dayanan eğitim sistemine geçildi. 1926’da Türk Medeni Yasası kadın ve erkeğin eşitliğini getirdi. Mustafa Kemal’e göre kadın ve erkek bir bütünün parçalarıdır ve beraber yükselebilirlerdi. 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. Devletin akıl ile toplumsal ihtiyaçlara göre yönetileceği esası benimsendi.

  • Mustafa Kemal gücünü Türk ulusundan alıyordu.

SONUÇ

Görülüyor ki; Mustafa Kemal, ekonomik yokluk içinde canı pahasına, ülkesi elinden alınmak istenen bir halka önderlik etmiş, düşmana teslim olmuş bir ortaçağ saltanatını kaldırmış,
yerine akıl ve özgürlüğe dayanan laik, modern bir cumhuriyet kurmuştur. Avrupalıların 100-200 yılda kurabildikleri laik Cumhuriyeti, Mustafa Kemal 15-20 yıl içinde kurmuştur.

Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diyen teğmenler, bu ülkenin toprak bütünlüğünü, milletin bağımsızlığını ve laik Cumhuriyeti kanları pahasına koruyacaklarına yemin etmektedirler.

İnsan aklının özgürlüğü ve Cumhuriyetler, insanlığın kanlı mücadelelerle yavaş yavaş geldiği
son aşamadır.

Özgürlükten ve Cumhuriyetten vazgeçmek, milletin yeniden karanlığa gömülmesi demektir.

  • Cumhuriyete sahip çıkmak salt teğmenlerin değil, tüm halkın görevidir.

Özgürlük ve sorumluluk toplumsal ilerlemenin temelidir.
Cumhuriyete bağlılık siyasal iktidarın meşruluk nedenidir.
AKP, Cumhuriyetin sağladığı olanaklarla iktidara gelebildi.
Cumhuriyet değerlerinden epeyce uzaklaşıldı ama Cumhuriyet yıkılmadı.
Cumhuriyet herkese gereklidir.

  • Cumhuriyete bağlılık yemini edenlere karşı kimse soruşturma açamaz, açmamalıdır.

Emek için mücadele

DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu Manavgat'a Geliyor | Manavgat GerçekDr. Arzu Çerkezoğlu
DİSK Genel Başkanı

20 Eylül 2024, Cumhuriyet

Türkiye tarihinin en ağır geçim krizlerinden biriyle karşı karşıyayız. Milyonlarca işçi, emekçi, emekli, yani bu ülke nüfusunun çalışan, üreten çoğunluğu, durmak bilmeyen zamların ve ağır vergilerin yükü altında ayakta kalmaya çalışıyor. Yüksek enflasyon koşullarında reel gelir kayıplarının telafi edilmemesi ve adaletsiz vergi düzeni ile işçi sınıfından sermayeye, yoksuldan zengine büyük bir gelir transferi (aktarımı) yapılıyor. Yani yaşadığımız geçim krizinin en önemli nedeni bölüşümdeki eşitsizliğin devasa artışı.

2016’da gayrisafi katma değer içinde emeğin payı %36.3 iken 2022’de bu pay % 26.3’e geriledi. Sermayenin payı ise % 47.5’ten % 53.7’ye yükseldi. Üstelik emeğin bölüşümden aldığı paydaki bu gerileme, orta sınıfın eridiği hızlı bir işçileşme sürecinde, yani ücretliler sayısal olarak artarken gerçekleşti.

Toplumun büyük bir çoğunluğu asgari ücrete, asgari emekli maaşına, kısacası asgari bir yaşama mahkûm edildi. Sendikal hakların önündeki engeller, toplu pazarlık kapsamının daraltılması asgari yaşamaya mahkûmiyetin en güçlü dayanağı oldu. Türkiye’de toplu iş sözleşmesi kapsamı %10 ve asgari ücret kapsamı % 50 dolayındayken AB’de ortalama toplusözleşme kapsamı %60, asgari ücret kapsamı % 4’tür.

Türkiye işçi sınıfı asgari ücret civarında (dolayında) ücretlere mahkûm edilirken, on milyonlarca insanımızın geliri açlık sınırının altına inerken vergi yükü de işçilerin, emekçilerin, emeklilerin sırtına yüklenmiş durumda. Vergi gelirlerinin en büyük bölümü % 75’le dolaylı vergilerden oluşmakta ve en zenginlerle en yoksullar çarşıda, pazarda, markette bu vergileri eşit oranda ödemektedir. Bu da yetmiyor, ülkeyi yönetenler vergi dilimlerini bile isteye artırmayarak biz işçileri yıl içinde zenginleşmişiz gibi üst vergi dilimine sokmaktadır. Yani gelirdeki adaletsizlik vergideki adaletsizlikle perçinlenmektedir.

‘KULLAN-AT İŞÇİLİĞİ’

Bölüşüm ilişkilerinin olağanüstü bozulduğu bu düzen hakkımızı, hukukumuzu ve hatta anayasayı bile tanımayan olağanüstü baskıcı bir rejim tarafından koruma altına alınmış ve
tüm demokratik hak arama yolları tıkanmışken mücadele etmek hepimiz için yaşamsal bir zorunluluk.

Orta Vadeli Programda ücretlerin daha da baskılanacağının, güvencesiz çalışmanın “kullan-at” işçiliği olarak yaygınlaştırılacağının ilan edilmesi, kıdem tazminatına göz konulması karşısında kora kor bir mücadele süreci bizleri bekliyor.

DİSK olarak iki yılı aşkın bir süredir “Gelirde adalet, vergide adalet” başlığıyla bir mücadele yürütüyoruz. Türkiye’nin dört bir yanında işyerlerinde, meydanlarda; İstanbul’dan Ankara’ya gerçekleştirdiğimiz yürüyüş boylarında sesimizi yükselttik, yükseltmeye de devam ediyoruz.
Bu çabalarımızın meyvesini de alıyoruz ve işçi sınıfı yüzünü DİSK’e dönüyor, ona güveniyor ve üyesi oluyor. Temmuz ayındaki istatistiklerde de açığa çıktığı üzere, üye sayımızda ciddi artış
söz konusu ve sendikalarımız önümüze konan antidemokratik barajları birer birer yıkıp geçiyor.

Tabii ki bu çabalarımızın bir anlamı var ancak sendikalaşma oranı hâlâ olağanüstü düşük.
Bu koşullar altında bir yandan örgütlenme çabalarımızı hızlandırmalı öte yandan da kendi üyelerimizin çok değerli hak mücadelelerini kapsayan ancak onu da aşan bir mücadele çizgisini hızla inşa etmeye çalışmalıyız.

ÜLKEDE ADALET ÇAĞRISI

Evet, nüfusun artık çok büyük bir bölümünü oluşturan işçi sınıfının bu ülkenin kaderini (yazgısını) eline alma vakti çoktan geldi. Ülkemizin işçi sınıfının sözüne, mücadelesine gereksinimi var.
Ve bunu yerine getirebilecek en önemli özne ise tarihsel birikimi, o birikimden süzülen bilinci
ve anlamlı bir başlangıç noktası olabilecek güncel örgütlenme düzeyi ile elbette DİSK’tir.
Türkiye’nin dört bir yanında ve tüm iş kollarındaki örgütlenmemizi ve işçi sınıfının güncel yaşam mücadelesini bu adaletsiz düzene karşı topyekûn bir mücadeleye dönüştürerek büyütmek zorundayız.

Bizler bu tarihsel sorumluluğun bilinciyle “Gelirde adalet vergide adalet” mücadelemizin yeni bir dönemi için yola çıktık. “Şimdi tek başına yaşam savaşı vermenin değil, hep birlikte adalet mücadelesini büyütmenin zamanı” diyerek Türkiye’nin dört bir yanında üyemiz olsun olmasın tüm işçiler, emekçiler, emeklileri, gençleri, kadınları meydanlarda buluşmaya çağırıyoruz. Gelirde ve vergide adalet mücadelemizi “ülkede adalet” mücadelesi olarak büyütüyoruz.

22 yıllık AKP iktidarının sınıfsal ve siyasal tercihlerinin bu kara tabloya yol açtığını ifade etmekle yetinmeden, bu büyük yoksullaşmanın, bu büyük adaletsizliğin sorumlularından hesap sormak için şimdi omuz omuza meydanlara çıkma vaktidir.

BÜYÜK İŞÇİ BULUŞMALARI

Geçtiğimiz ay ülkenin dört bir yanında yüzlerce noktada işyerlerinde ve sokaklarda mücadele hedeflerimizi içeren bildirileri okuduk. Şimdi de bölgesel büyük işçi buluşmalarımızda bir araya geliyoruz. 13 Eylül’de Mersin’deki buluşmamızın ardından, bugün İzmir Cumhuriyet Meydanı’nda Ege bölgesinden gelen üyelerimizle ve sınıf kardeşlerimizle bir araya geliyoruz.
İzmir’i, İstanbul ve Ankara’daki “büyük işçi buluşmaları” takip edecek.

Bu buluşmalarda ülkenin tüm değer ve güzelliklerini üretenlerle birlikte, ülkenin dört bir yanında örgütlü olmanın, örgütlü mücadelenin önemini konuşacak, konuşmakla kalmayıp, itirazlarımızı, bu kara tabloyu tersine çevirecek çözüm önerilerimizi, istemlerimizi haykıracak ve hakkımız olanı alıncaya dek mücadeleyi büyüteceğiz.

İşçileri emeği ve ekmeği için, gençleri gelecekleri için; kadınları hem işte hem evde hem de sokakta yaşadığımız eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için; emeklileri yılların alın teri 12 bin 500 TL’ye mahkûm edildiği için; asgari ücretlileri her şeyin fiyatı artarken bir tek kendi gelirleri artırılmadığı için; beyaz yakalıları, plaza çalışanlarını parlak binaların sönük maaşlıları durumuna dönüştürüldükleri için bu mücadeleye katılmaya çağırıyoruz. Sendikalı olsun olmasın, DİSK üyesi olsun olmasın, “Bu sistemden, bu düzenden mağdur oldum” diyen herkesi DİSK çatısı altında sesimizi yükseltmeye ve gücümüze güç katmaya çağırıyoruz.

Bilim ve kazanımları karşıtı güçbirliği

Siyaset, 19.09.2024, BİRGÜN

Anayasal ve siyasal kazanımlara karşı sistematik savaş cephesi sürekli genişliyor.

ÖZGÜRLÜK VE YASAK

Vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetini güvenceleyen madde 24, bu özgürlüğün sert çekirdeği olarak mutlak koruma alanı ile birlikte mutlak yasağı da öngörür:

  • “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” (md.24/son).

Dünyevi metin olarak Anayasa’nın doğası ile özdeşleşen bu kural, laikliğin olumsuz tanımıdır: Dinsel inançlar değil, toplumsal gereksinimler hukukun kaynağını oluşturur.

Aşağıdaki kısa alıntılar, bu kuralın sistematik bir biçimde ve sürekli olarak ihlal göstergeleri.
İhlal, aslında değişmez nitelik taşıyan madde 2 için de geçerli.

GENİŞLEYEN HALKA

“Son iki asırdır çok ince ve sinsi bir kuşatmayla karşı karşıyayız. Bu milletin iman kalesinde gedik açmak için pervasızca saldırıyorlar. Bir dönem camilerimizi ahıra çevirerek yaptılar, bir dönem Kuran-ı Kerim’lerimizi toplatarak yaptılar, bir dönem alimlerimizi cezaevine atarak yaptılar, bir dönem imam hatip okullarının kapısına zincir vurarak, bir dönem Kuran kurslarına saldırarak, bir dönem Diyanet camiamıza saldırarak manen bu milleti çökertmeye çalıştılar.” (CB Erdoğan).

“Eğitimin amacı bilgi değildir; Allah korkusu ve kuldan utanmaktır.” (TBMM MSK Bşk. H. Akar).

“Unutmayalım ki bir gün mizan kurulur, bütün defterler dürülür, hesabı bizlerden sorulur. Yanlışlardan kaçınalım,…” (AYM Başkanı  K. Özkaya).

Böylece, TBMM’de vekillere parmak sallayıp, “Tarikat-cemaatleri sivil toplum” olarak niteleyen MEB Y. Tekin ve minbere kılıçla çıkan DİB Erbaş hattında oluşturulan Anayasa ve bilim dışı halka, AYM ve Genel Kurmay eski başkanı açıklamaları ile genişletiliyor.

Saray ve CB ise, genel çatı işlevi görüyor.

İMAN SÖMÜRÜCÜLERİ

Parti olarak, HÜDA-PAR ve MHP, aynı halkada şu farkla yer alıyor:

HÜDA-PAR, madde 2 ve 24/sona karşı olduğunu açıkça ortaya koyuyor;
MHP ise, bu maddeleri sahiplenir görünmekle birlikte, sürekli ve sistematik ihlaller ortağı.

CB, başından beri Osmanlı-Cumhuriyet modernleşmesine karşı:
2017’de anayasal-siyasal ayağını kırdı; şimdi sıra toplumsal egemenlik alanında.

Saltanat ve şatafat kurumuna çevirdiği DİB yoluyla din ve inanç  istismarında (sömürüsünde)
s
ınır tanımayan Erbaş ise, kılıçla İslamofobi faktörü de.

 “Anayasa, dünyevidir” hatırlatması ile AYM Başkanına, I. Kant’ın sorusu ile yanıt: 

  • “Başka bir dünya vardır diye mi iyi ve erdemli olmalıyız?”

H. Akar’a soru : Allah korkusu, darbe ihbarı için GKB’ye gelen MİT Müsteşarının ayrılışından saatler sonra Fetöcülerin ters kelepçesi sırasında mı, yoksa genç teğmenlerin laiklik andı üzerine mi oluştu?

Köylerde okullaşma yerine kentlerde bütün okulları imam hatipleştirme ve her mahalleye  Kuran kursu yarışmasındaki MEB ve DİB, Tavşantepe kolektif cinayeti konusunda ne düşünür; yetişkin sözde dini bütün ailelerin, Narin çocukların yaşamlarına canavarca hisle kıymaları karşısında?

ANAYASA SAHTEKARLARI

Darbe anayasası” nakaratı gölgesinde HÜDA-PAR’ın cesur (!) çıkışları, siyaset mühendisliği sonrası, toplum mühendisliği için yol temizliği taşeronluğu mu?

Ya sözde sivil anayasacılar? AKP ve MHP ortak paydası, madde 24’ü askıya alarak, madde 2’yi sürekli ve sistematik ihlaldir.

  • Sahte anayasacılar, aslında (gerçekte) ‘sivil söylemi’ ile yürürlükteki Anayasa’ya karşı savaş açmış bulunuyor.

Din/inanç ve vicdan özgürlüğünün ancak dünyevi ortak yaşam normu olan Anayasa ile korunabileceği gerçeğinden hareketle, Anayasa ve siyaset bilimi karşıtı cepheye bilgi-dayanışma-eylem yoluyla dur deme zamanı geldi ve geçmekte.

Demokratik cumhuriyetçiler uyana!
=====================================
Yazarın Son Yazıları

ÜBD DÖNGÜSÜ

Suay Karaman 

Genelkurmay eski Başkanı, Milli Savunma eski Bakanı ve AKP Kayseri milletvekili emekli orgeneral Hulusi Akar, Anadolu illerini ziyaret ederken tarihi ve yeri bilinmeyen bir etkinlikte eğitim üzerine yaptığı bir konuşmada çok düzeysiz fikirler ileri sürdü. Konuşması şöyle:

  • Eğitimin amacı ne? Eğitim bilgi değil arkadaşlar. Bilgi üniversitede oluyor. Bilgi meslekte oluyor. Eğitimin amacı bir, Allah korkusu, iki kuldan utanma. Eğer biz dört – on iki yaş arasındaki insanlara, çocuklarımıza Allah korkusunu verirsek, Allah’tan korkmayı, kuldan utanmayı verirsek, efendim vatan sevgisini verirsek, millet sevgisini verirsek, bayrak sevgisini verirsek, bu başkaları için iyilik yapmayı öğretirsek ve diğer milli ve manevi değerlerimizi onlara yüklediğimiz takdirde, ondan sonra bu çocuk nereye giderse gitsin, dünyanın her yerine gitsin, bu çocuktan korkmayın.
  • Eğer bu verilemezse, bazı sıkıntılarımız var eğitimcilerimizin yakından bildiği gibi, şimdi gördüğünüz tablo; bu sefer ateistle mi uğraşacaksınız, deistle mi uğraşacaksınız, LGBT ile mi uğraşacaksınız, uyuşturucu ile mi uğraşacaksınız, şaşırırsınız. Şaşırırsınız.
  • Şimdi analar çok veballi. Çok veballi. Çocuklar küçükken daha sabah namaza kalkamaz, daha okula gidemez, daha eğitime gidemez, camiye gidemez vesaire. Yatsın uyusun. Babası gitsin diyor, anası gitmesin diyor. Bunu diyen anne aradan on sene geçiyor, on beş sene geçiyor. Çocuk laf dinlemez oluyor. Bu sefer de ‘ben bu çocuğu ne yapacağım’ diyor. Ablacığın başında bunu düşünecektin. Başında düşünecektin bunu. 

Türk Silahlı Kuvvetlerinin en üst kademesinde görev almış ve Cevdet Sunay’dan sonra, ordu komutanlığı yapmadan Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevine getirilen ikinci kişi olan bir orgeneralin bu konuşması tüyler ürperticidir. Ülkemizin nasıl karanlıklara götürüldüğünü göstermektedir. Bu konuşma ile Hulusi Akar’ın karanlık ortaçağın derinliklerinde yaşayan kafa yapısı ortaya çıkmıştır. Kayseri Lisesi’nde okurken Abdullah Gül ve Hulusi Akar, Büyük Doğu Cemiyeti Kayseri şubesinde Necip Fazıl Kısakürek’in toplantısına katılmışlardı. Büyük Doğu Cemiyeti, Necip Fazıl Kısakürek’in çıkardığı İslami bakış açısına sahip ‘Büyük Doğu’ adlı dergi etrafında (çevresinde) örgütlenmiş gerici bir yapıydı. 

1977 yılında üsteğmen iken, 42 gün izin alarak Londra’ya giden Hulusi Akar, Abdullah Gül, Şükrü Karatepe, Fehmi Koru ile birlikte günler geçirmişti. Tümgeneral rütbesindeyken Kara Harp Okulu Komutanı olarak görev yapan Hulusi Akar, 25 Şubat 2005 günü, “Artık Avrupa Birliği standartlarında çalışmak durumundayız.” diyerek, bundan böyle Kara Harp Okulu’nda, Avrupa propagandasının yapılmasını koşul koyan AB Sokrates Programı’nın uygulanacağını ilan etmişti.

4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de 11 askerimizin başına çuval geçiren ve
60 saat gözaltına alan ABD generali Ray Odierno’dan, 27 Ocak 2015’te
“ABD Liyakat Lejyonu Madalyası” alan Hulusi Akar’dan ne beklenebilir?

ABD DePaul Üniversitesi Biyoloji Fakültesinde okuyan Hulusi Akar’ın kızı, biyoloji fakültesiyle tıp fakültesinin eşdeğer olmadığının üniversite ve fakülte yönetimleri tarafından bilinmesine karşın, 16 Temmuz 2003’te Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesine yasal olmayan biçimde yatay geçiş ile kabul edildi ve 2009 yılında doktor oldu! 

İstanbul Sarıyer’de bulunan 3. Kolordu Komutanı iken Hasdal Askeri Cezaevindeki tutuklu kahraman subayları 2010 yılında ziyaret eden Hulusi Akar’ın verdiği tavsiyeler şöyleydi:

“Arkadaşlar hapiste ÜBD döngüsüne girmeyin.
Nedir ÜBD döngüsü?
Üzülmeyin-Büzülmeyin-Düzülmeyin.
Üzülürseniz büzülür, büzülürseniz düzülürsünüz.
Sonra ne olur? Yine üzülürsünüz.” 

Ne denli basit ve düzeysiz bir öneri!! Acaba bugün yaşananlar için Hulusi Akar da üzülmüş müdür? Hulusi Akar’a göre üzülmenin sonu kötü, çünkü. İşte Hulusi Akar’ın aldığı eğitimin sonucu budur… 

15 Temmuz 2016 tarihli senaryoda esir (tutsak) alınan, yerlerde süründürülen bir Genelkurmay Başkanının, o gün görevden el çektirilmesi gerekirken, ödüllendirilip Milli Savunma Bakanı yapılması ilginç olduğu ölçüde gizemlidir de. 2017 yılının Aralık ayında Hulusi Akar’ın Kayseri’de mezarlık girişinde bir cami yaptırdığı ortaya çıktı. Hulusi Akar’ın değeri 3 milyon Türk Lirası’nı (670.000 Euro) bulan camiyi hangi parayla yaptığı, parayı nereden bulduğu büyük tartışma konusu oldu. Ancak Hulusi Akar’dan ses çıkmadı.

Atatürk düşmanı Nuri Pakdil başta olmak üzere birçok İslamcı kişileri ziyaret eden Hulusi Akar, böylece gerçek kimliğini de açıklamış oldu. 

Getirildiği konumun liyakatini (yaraşırlığını) taşımadığı herkesçe çok iyi bilinen Hulusi Akar’ın “eğitimin amacı bilgi değil Allah korkusu ve kuldan utanmaktır” içerikli açıklamasına karşın, kızı biyoloji bölümünden tıp fakültesine haksız ve hukuksuz geçtiği için kimden korkmuş, kimden utanmıştır? 

  • Eğitimin en önemli amacı özgürce düşünebilen, korkusuzca sorgulayabilen insanlar yetiştirebilmektir.

Düşünebilen ve sorgulayabilen insan, yeni bilgiler üretir, yeni teknolojiler geliştirir.

Ülkesine ve insanlığa yararlı olmak için sürekli özveriyle çalışır.
Eğitim, düşünmek için aklın eğitilmesidir.
Eğitim, bireyi özgürleştiren, sorgulama yetisini geliştiren, aklı (usu) ve bilimi öne çıkaran bir süreçtir.
Eğitim, dinci inançlar üzerinden biçimlenirse, toplumlar karanlığa sürüklenir;
bilgi çağının dışında kalırlar.
 

  • AKP genel başkanının, milletvekillerinin, bakanlarının ettikleri yemine sadık (bağlı) kalarak laik ve demokratik cumhuriyetimize, Atatürk ilke ve devrimlerine,
    hukuka bağlı olmaları gerekmektedir.

Ancak bu sorumluluklarını yerine getirmedikleri için, ülkemiz başta siyasal olmak üzere çok çalkantılı, zorlu bir dönem içindedir. 

Kısaca “eğitim bilgi değildir, çocuğu sabah beşte namaza göndermezsen pislik olur” diyen bir Genelkurmay Başkanı da görmüş olduk.

Hulusi Akar’ın sözleri cumhuriyetimizin en temel kazanımlarından olan laik, çağdaş ve bilimsel eğitim anlayışına doğrudan bir saldırıdır; gericiliğin, dinciliğin simgesidir.

Toplum olarak çürümenin her boyutunu yaşadığımız bugünlerde AKP iktidarı, ulusal eğitimi dincileştirme baskılarını hızlandırarak, ÇEDES projesi (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) (!!?) ve Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli (!!??) ile eğitim sistemimizi tümüyle gerici bir yola ve içeriğe sokmaktadır. Bu nedenle laik, çağdaş ve bilimsel eğitimin ne denli önemli olduğunu bir kez daha anlamalı, anlatmalı, özümsemeli ve gereğini yapmalıyız. 

Azim ve Karar, 16 Eylül 2024

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 18 Eylül 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KORKU

Hulusi Akar, eğitimin amacının bilgi değil Allah korkusu ve kuldan utanmak olduğunu söyledi.

  1. Ülkeyi yönetenlerin bir bölümü dindar geçinip devleti, milleti soyuyor; hepsi eğitimsiz mi?
  2. Bunca cami, din adamı, din eğitimi, Kur’an kursu varken bu denli ahlaksızlık neden?..

TEKMECİ

301 madencinin hayatını kaybettiği (yaşamını yitirdiği) Soma faciasında kazazede (kazalanan) yakınını tekmeleyen Yusuf Yerkel, yurt dışı görevinden dönüşte Futbol Federasyonunda görevlendirilmiş.

Tekme atma yeri sonunda bulunmuş.

Tekme atana itaat ödülü, liyakatin ölümü

İNŞA

RTE’nin memleketi Güneysu’da 4-6 yaş Kuran Kursu açılışında konuşan Rize Valisi İ. Selim Baydaş, ”4-6 yaş kurslarımızı gelecek nesillerin inşa edilmesi adına önemli bir hizmet olarak görüyorum.” dedi.

Biat kültürünün inşası… (ezberleterek Beyin yıkama!)

AHMAK

Hüda Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, “Ahmağa anlatır gibi anlatıyorum, Anayasa’nın ilk dört maddesi değil dördüncü maddesi değişsin istiyoruz.” dedi.

Başkalarını ahmak sanıp, dördüncü maddenin değişmesiyle gerici ahmakların önünün açılmak istendiği hiç anlaşılmıyor!.. (Kötü polis Zekeriya / iyi polis RTE.. sahibinin sesi tiyatrosu sürüyor..)

KAYMAK

1 milyon 900 bin kişi iş bulmak için KPSS ‘ye girerken, Kilis Belediyesi’nden “bankamatik memuru” olduğu için atılan AKP İl Gençlik Kolları Başkanı Musa Kara valilik özel kalem müdürlüğüne atandı.

Hulusi Akar’ın tanımıyla; kul hakkı yemekten utanmayı öğrenmiş eğitimli AKP’liler…

AİLE

RTE, kendi kız çocuklarını katleden aile ile ilgili medyada yazılanları tenkit etti (eleştirdi).
Aile kurumunun değerini vurguladı.

Ne aile ama!

Oy potansiyeli var ya, korunmalı… (Feodaliteyi sürdürerek ilkel oy avcılığı!)

“Allah Korkusu”

Dr. Cihangir DUMANLI
Em. Tuğgeneral, Hukukçu, uluslararası ilişkiler uzmanı

(AS: Yazının sonunda bizim de Bay H. Akar’a bir sorumuz var..)

Eski Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar bir vaiz gibi konuşarak “Eğitimin amacı bilgi değildir, 4-6 yaşlarındakisi çocuklara Allah korkusu vermektir. Allah korkusu olmazsa çocuk ateist, deist, LGBT’ci, uyuşturucu kullanıcısı ı olur..” dedi.

Bilimsel niteliği olmayan üstelik bilime aykırı bu sözleri yorumlamaya değer bulmuyorum. Asıl üzerinde durulması gereken konu, bu ülkede harp okulu komutanlığı, harp akademisi komutanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Genelkurmay Başkanlığı yapmış bir kişinin böyle konuşabilmesidir.

Adı geçen, TSK’nın üst yönetiminde bulunduğu süre içinde AKP’nin siyasal İslamcı anlayışını TSK’ya uygulayan davranışlarda bulunmuş, en azından sessiz kalarak desteklemiştir.

  • Hulusi Akar, Karşı devrimin TSK’daki uygulanmasında AKP ile işbirliği yapmıştır.

Bu kapsamda:

  • Harp Okulu Komutanı iken Atatürkçü öğrencilere sistemli baskı uygulamış,
  • Harp Okulları giriş yönetmeliğini değiştirerek ve mülakatla öğrenci alarak tarikat / cemaat üyelerine Harbiye kapısını açmış,
  • Orduya türbanı sokarak üniforma, birlik ruhu ve disiplini bozmuş,
  • Orduevlerine türbanlı, sakallı kıyafetle girilmesini serbest bırakmış,
  • Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde, Genelkurmay Başkanı Üniforması ve askeri helikopterle Abdullah Gül’ün evine giderek siyasal bir görev üstlenmiş,
  • AKP’nin toplantılarında üniforma ile konuşma yapmış,
  • Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarını ziyaret etmekten çekinmemiş,
  • Kuvvet Komutanlarını yanına alarak, resmi elbise ile, Ankara’da başka cami yokmuş gibi, sabah namazında sarayın camisine giderek gösteriş yapmıştır.

Bunların yanında yine bu kişi, TSK’nın üst yönetimde iken, AKP iktidarı ile işbirliği halinde TSK’ya önemli darbeler vurulmuştur. Bu bağlamda:

  • FETÖ’nün düzmece davalarında pek çok Atatürkçü, birikimli subay ve general / amiraller TSK’dan çıkartılmış, Akar’ın önü açılmıştır.
  • Üst düzey komuta yapısı anayasaya açıkça aykırı olarak bozulmuş,
    Genelkurmay Başkanlığı işlevsiz hale getirilmiştir.
  • Yüksek Askeri Şura (YAŞ) yasaya aykırı KHK ile sivilleştirilerek Orduya siyaset sokulmuştur.
  • Askeri sağlık sistemi ve askeri adalet sistemi bozulmuştur.
  • Askeri liseler kapatılarak, harp okulları kuvvet komutanlıklarından alınarak ve harp akademilerinin konumu değiştirilerek subay ve kurmay subay eğitiminin niteliği düşürülmüştür.
  • Kurmay olmayanlar çoğunlukla generalliğe yükseltilerek kurmay olmanın önemi azaltılmıştır.
  • Askerlik süresi kısaltılarak ve bedelli askerlik kalıcı duruma getirilerek eğitim zayıflatılmıştır.
  • Sivillere generallik statüsü verilmiş, generallik önemsizleştirilmiştir.
  • Ulusal bayramlardaki görkemli geçit törenleri iptal edilmiştir.

Bütün bunların sonucunda TSK’da disiplin, birlik ruhu, komutanlara güven, ordu-ulus bütünleşmesi örselenmiştir.

Amaç TSK’yı Atatürkçü çizgiden uzaklaştırmak ve
AKP’nin siyasal islamcı çizgisine çekerek AKP ordusu yapmaktır
.

Hulusi Akar bu süreçte AKP iktidarı ile işbirliği yapmış ve siyasal islamcı Adnan Tanrıverdi’nin projelerini uygulamıştır. ABD’nin bölgedeki planlarında en önemli engel olarak gördüğü Atatürkçü Türk ordusunu siyasasl İslamcı çizgiye getirmeye çalışmıştır.

Eğitim konusundaki son açıklaması da yukarıdaki eylemleri ile uyumludur.

Hayatta en  gerçek yol gösterici ilimdir, fendir.” diyen Atatürk’ün tersine, “en gerçek yol gösterici Allah korkusudur..” diyerek AKP’nin laikliğe aykırı din odaklı bakış açısını yansıtmıştır.

Bütün bunlara karşın 2024 yılı Kara Harp Okulu mezunları (bitirenleri) kahraman teğmenler Mustafa Kemal’in askerleriyiz! diye haykırarak TSK’daki Atatürkçü özün yitmediğini ve yitmeyeceğini; Ordunun kurucusu ve ebedi (sonsuz) Başkomutanına bağlılığını göstermişlerdir.

Umut vericidir.

Ulusal güvenliğimizi ilgilendiren TSK’daki karşı devrimci değişiklikler muhalefet tarafından öncelikle gündeme getirilmeli, düzeltici önlemler ve sorumlulardan hesap sorulması planlanmalıdır.
==============================================
Dostlar,

Bay Akar’ın kızı, basından öğrendiğimize göre, ABD’de Biyoloji okurken, nasıl olmuş da Tıp eğitimi dengi sayılmış ve Hacettepe Tıp Fakültesine yatay geçiş yapmıştır?

Hulusi beyin “Allah korkusu ve kuldan utanma” önerisi kendisi dışındakiler için korkarız!?

Dr. Ahmet SALTIK
16.9.24

Asker

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
16 Eylül 2024, Cumhuriyet

 

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üyesi olan askerler hem siyasetçiler hem de sözde entelektüeller tarafından sık sık horlanmıştır, dışlanmıştır, ötekileştirilmiştir, aşağılanmıştır, küçümsenmiştir.

Oysa asker halkın bir parçası olduğu gibi, halkın güvenliği için zor koşullarda fedakârlık yapan (özveride bulunan) ve bu uğurda ölümü bile göze alan insandır.

Halk ve vatan için ölümü göze alan siyasetçiye ve entelektüele az rastlanır. Ama Türkiye’de halkı ve vatanı için ölümü göze alacak cesarete ve erdeme sahip yüz binlerce asker vardır. Bu nedenle, askerine ve ordusuna sahip çıkmayan birisinin, halkının ve ülkesinin geleceğine sahip çıktığından da söz edilemez.

Devletin her kademesinde (basamağında) olduğu gibi, TSK’de de bir yozlaşma yaşanmıştır. Ancak bu durum, asker ve ordu hakkında toptancı bir anlayışla genelleme yapılmasına, askerin ve ordunun olumsuz sıfatlarla damgalanmasına yol açmamalıdır.
***
Türk Silahlı Kuvvetleri, Kurtuluş Savaşı’nın lideri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Aydınlanma Devrimlerinin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuştur.

Atatürk asker kökenlidir ve insanlık tarihindeki en erdemli, adil, cesur siyasetçilerden ve devrimcilerden biri olarak tarihe geçmiştir. Günümüzde O’nun yerine göz diken AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın çapı veya kapasitesi, Atatürk’ün binde biri kadar bile değildir.

Atatürk, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ölümsüz başkomutanıdır.

  • TSK’nin her üyesinin Mustafa Kemal’in askeri olmasından daha doğal ve doğru
    bir şey de yoktur. 

Mezuniyet (Bitirme) töreninde, Anayasada ifade bulan demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin korunması için ant içen ve Mustafa Kemal’in askerleri olduklarını vurgulayan teğmenler hakkında soruşturma başlatılması, Erdoğan’ın teğmenleri hedef alması, en hafif tabirle (deyimle) anayasanın ve devletin temel ilkelerine karşı meydan okumak anlamına gelmektedir.

Erdoğan yıllardır, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, Ümmetçi Silahlı Kuvvetleri’ne, AKP Silahlı Kuvvetleri’ne, Tarikat/Cemaat Silahlı Kuvvetleri’ne dönüştürmeye çalışmaktadır! 

Anayasaya ve demokratik, laik, sosyal hukuk devletine sadık kalacağına dair (ilişkin) namusu ve şerefi üzerine yemin ettikten sonra, anayasanın 2., 6., 7., 8., 9., 11., 14., 24., 25., 26., 28., 34. ve 138. maddelerini defalarca ihlal eden (kezlerce çiğneyen) Erdoğan’ın, anayasaya ve devlete bağlılık konusunda askerlere verecek hiçbir dersi olamaz!
***
AKP içindeki kimi odakların, teğmenlerin yemin törenindeki andını, darbe çağrısına benzetmeleri, halkı kandırmaktan başka bir şey değildir.

  • Anayasanın birçok maddesini yıllarca ihlal ederek (çiğneyerek) sivil darbe gerçekleştiren, teokratik ve monarşik bir düzen kuran, AKP hükümetinin kendisidir. 

Ayrıca, Cumhuriyetin yakın tarihindeki askeri darbelerin ve darbe girişimlerinin çoğu, ABD emperyalizminin desteğinde, Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerini ortadan kaldırmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri bunların en çarpıcı örnekleridir. AKP de bu darbelerin bir ürünüdür ve uzantısıdır. AKP bu darbelerin sağladığı ortam sayesinde 22 yıl iktidarda kalmıştır.

15 Temmuz 2016 tarihindeki askeri darbe girişimi de, tescilli Atatürk düşmanı Fethullah Gülen çetesinin TSK’ye sızması sonucunda gerçekleşmiştir. Bu çetenin TSK’ye sızması ve TSK’de kök salması, büyük ölçüde AKP iktidarında gerçekleşmiştir. 
***
Gerçekler böyle iken, AKP’nin TSK’yi siyasal parti, tarikat, cemaat ordusuna çevirmeye çalışması nasıl açıklanabilir?

Önümüzdeki seçimleri yitirdikten sonra, askeri darbe gerçekleştirmek için olabilir mi?

Olabilir de, olmayabilir de.

İlk deneyecekleri şey, Ekrem İmamoğlu’nu, uyduruk ve sahte bir “dava” ile bertaraf etmek ve seçimdeki rakiplerini belirlemek olacaktır.

Bu da zaten yeni bir sivil darbeden başka bir şey değildir!

BİREY, AİLE ve TOPLUMLUMSAL YAŞAMI ETKİLEYEN BEŞ TEMEL ETMEN

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

1-Akıl ve bilim kuşku (şüphe) duymayı gerektirir; Bilimsel Kuşkuculuk (scientific sceptisizm). Eğitir ve doğru bilgileri buldurur ve öğretir. Teknoloji, iş, çalışma, üretim, ticaret… ve paylaşım buradan doğar. Günümüzdeki tüm gelişmiş demokratik ve uygar ülkeler akıl ve bilim / bilimsel akılcılık açısından üst düzeyde olan ülkelerdir.

2- İnançlar ise insanları ve toplumları ya cehennemle korkutarak ya da cennetle müjdeleyerek ve tapındırarak koşullar. Din güdümlü bir ahlak öğütler. Bu sistem, eğitim ve öğretim düzeyleri yeterince gelişmemiş toplumlarda siyasal, yönetsel, dinsel ve ticari açılardan kolayca kötüye kullanılabilir.

3- Duygular ise ya sevdirerek ödüllendirir ya da nefret ettirerek ötekileştirir. İnançlar ve duygular akıl ve bilimden daha güçlü yönlendiricilerdir. İçgüdülerse daha çok hayvansal ve biyolojiktir, mutlaka denetlenmesinin öğretilmesi gerekir. Her türlü etnik ve dinsel ayrımcılık daha çok halkın vatan, ulus, bayrak… gibi kutsallarını kötüye kullanma olasılığı ile ilintili olarak ortaya çıkar.

4- Töreler, gelenek ve görenekler ise toplumca doğruluğuna inanılan kalıplaşmış tutum, davranış ve alışkanlıklardır. Düğün, bayram, sünnet, kirvelik, doğum günü kutlamaları… böyledir. Ancak asla unutmamak gerekir ki; zaman değiştikçe töreler, gelenek ve görenekler de değişim ve dönüşümden kurtulamaz.

5- Siyaset kurumu ise can, mal ve yaşam güvenliğinin korunması, kalkınma ve adaletin sağlanması için gerekli ekonomik, yönetsel… ve hukuksal yapıyı oluşturur.

Bu beşinci etmen, doğrudan devletin yetki ve koruması altındadır.
Genelde devletler ya havuç ya sopa ya da ikisinin karışımı bir yöntem kullanırlar.

Havuç politikası, toplumu eğitip ikna ederek ve olumlu yaptırım araçlarını kullanarak yönetme ilkesine dayanır. Hukukun üstünlüğüne ve temel insan haklarına dayalı demokratik rejimlerin yöntemidir. Gelişmiş toplumlar böyledir.

Sopa politikası ise otoriter, totaliter, sultanist… ve diktatör rejimlerin toplumu yönetme yöntemidir. Temelinde korkutma, zorla boyun eğdirme, boyun eğmeyenlere şiddet kullanma politikasına dayanır. Geri kalmış toplumlar da bu sınıfa girerler.

Havuç ve sopa politikasını bir arada kullanan devletler ise karma (melez / hibrit) rejimli toplumlardır. Bunlara Sosyoloji dilinde geçiş dönemi toplumları denilir. Bu tür çalkantılı ve karma rejimlerde eğitim, ekonomi, üretim, hukuk, adalet, din anlayışları ve kültürel, sosyal organizasyonlar net olarak yerli yerine oturmamıştır. İdeolojik ve dinsel açıdan bir uçtan bir başka uca kolayca savrulabilirler.

Karma (Hibrit – Melez) rejimlerle yönetilen ülkelerdeki siyasal önderler genelde us ve bilimi değil duyguları ve inançları harekete geçirerek demagoji yani halk avcılığı yaparlar.

Sizce Türkiye hangi sınıfta, rotası ne yöne ve nasıl yönetiliyor?
Karar sizin aklınızın duruluğuna, bilimsel ve ahlaksal vicdanınıza aittir.
***

Çürüme, Çöküş ve Erdoğan’a çağrı

Çürüme, Çöküş ve Erdoğan’a çağrı
(Cumhuriyet gazetesi köşe yazımız)

3 Kasım 2002-12 Eylül 2024.. 22 yıl bitmek üzere. Erdoğan-AKP, büyük ve çok önemli bir ülke olan Türkiye’nin yönetiminde tek başına iktidar olarak söz ve karar sahibi oldu. Hele 9 Temmuz 2018’den bu yana, siyaset biliminde yeri olmayan ucube cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile totaliter-otokrat TEK ADAM!

Ulusu aşağılıyor, ağır hakaret ediyor, “Al ananı da git lan!” bile diyebiliyor!? Çok dava açıyor.

22 yıl, 3. Binyıl başında, bilimsel-teknolojik ilerlemelerin baş döndürücü hız kazandığı Sayısal (Dijital) Devrim çağında çook uzun bir süre. Zamanın akışı hızlandı apaçık. Birçok ülke büyüme-gelişmesini ikiye katladı nerdeyse. Çin başta, birçok Afrika-Asya ve G. Amerika ülkesi daha demokratik ve gönençli oldu.

Ülkemize durum tam tersine! 130 milyar $ dış borç dört katını aştı. Peş keş çekilerek özelleştirilmeyen KİT vb. kurum kalmadı. TCMB tarihinde ilk kez dev açık verdi.
Kamu kadrolarına 2,5 milyonu aşkın yandaş, liyakat dışı dolduruldu.
Gene de işsizlik, Yunanistan nüfusunu aşkın, 10 milyon gibi korkunç düzeyde.
Orta gelir tuzağını aşamadık, RTE-AKP hedefi 2023’te ekonomik balkımdan ilk 10 ülke arasına girmek ve 25 bin+ $ / yıl kişi başına gelire erişmekti. Olmadı, daha da geriledik. Gelir dağılımı en adaletsiz olan dünyadaki son birkaç ülke arasına düştük. Yatay ve dikey Yoksullaşma dayanılmaz kertede. Yükseköğretimde yüzbinlerce öğrenci okula ara veriyor, üniversite sınavını kazananlar kayıt yaptıramıyor.

Eğitimde laik-bilimsel-ulusal-kamucu olmaktan çıktık, okulları tarikat-cemaatlara, MEB’i DİB’e terk ettik. Üniversite özerkliği kalmadı, medreseleştik, bilim üretemiyor, teknoloji geliştiremiyor, patent alamıyoruz. Güzel sanatlarda, sporda varlık gösteremiyoruz. RTE konsere, tiyatroya, baleye.. sergilere gitmiyor!?

Sağlıkta, “Sağlıkta Dönüşüm” maskesiyle neo-liberal küresel vahşete teslim olduk, insanlarımız hacamat, sülük, cinci hocalara teslim ve “badelenmekte”!

  • Doktorlarımız göç etmekte, olmadı intihar etmekte!

KÖO-KÖİ (Kamu Özel Ortaklığı-İşbirliği) tuzağı ile şehir hastanelerinden otoyollara, köprülerden hava alanlarına dek, nedense gerçek bedelinin birkaç katına yapıtlar edindik ama çocuklarımızın gelirlerini bile ipotek ederek bir avuç yandaş ve yabancı sermayeyi akıl almaz ölçüde zengin ettik.

Yargı, HSK ve AYM’den başlayarak tümü ile RTE atamalarıyla yandaş oldu, tarafsız-bağımsızlığını yitirdi.

Kolluk, Polis-Jandarma iktidar sopasına dönüştürüldü ve kendi halkına kabul edilemez şiddet uyguluyor.

Artvin’de Lokumcu ve Kibar apaçık öldürüldüler!

İstanbul Sözleşmesi’nden Anayasa çiğnenerek çekildik ama kadın öldürmeleri her yıl 400’ü buluyor. İş cinayetleri, çocuk işçilik ve ölümleri durmuyor, artıyor.

Kuran kursları çok erken yaşlara alındı, hafızlık destekleniyor ama buralarda çocuk istismarı bitmiyor.

Çevre yıkımı dayanılmaz ve geri döndürülemez boyutta. Açık maden aramaları ve rant için ormanlar yakılıyor, HES’ler dereleri kurutuyor, yüzeysel sular tükendi, toprak çöküyor (obruklar), su kıtlığı kapıda!

Dört milyon hektarı aşkın tarımsal alan yapılaşmaya açıldı, dört milyon ton/yıl buğday üretimi eksildi. Tarım-hayvancılık can çekişiyor, gıda fiyatları dünyada düşerken ülkemizde her yıl katlanıyor.

  • Milyonlarca insan AÇLIK sınırında!

Asgari ücret komik, 500$, milyonlarca emekli 400$ aylıklı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve belediyelerin desteğine bağımlı yoksul yığınlar çığ gibi artıyor! Yaşam çok ama çok pahalı!

Halkın anayasal toplantı-gösteri yürüyüşü, sokak söyleşileri, işçi grevleri sermaye yararına engelleniyor. Evlere sabah baskınları ve yersiz ters kelepçe, hukuksuz gözaltı ve tutuklamalarla adeta faşizm yaşıyoruz!

Dış politikada, akıl almaz hatalarla ABD-AB çıkarları için Suriye’de Esat’ı devirmeye kalktık, BOP batırdı. 2011’den bu yana başta Suriyeliler, 10 milyonu aşkın insan ülkemize demografik operasyonla sokuldu. Bu korkunç bir yıkım tasarımı! Ulus devletten ümmete, federalizme ve Anadolu şeriat devletine koşuş!

Yasama notere döndürüldü. Bütçe hakkı yok, gensoru – güvenoyu hakkı yok, soru önergeleri yanıtsız.

Yürütme – bürokrasi kapıkuluna dönüştürüldü. Yürütme yetkisi tek başına RTE’de ama tam sorumsuz!

Hükümet yok, Bakanlar Kurulu yok, sözde CB kabinesi var, Bakanlar RTE’nin memuru.

RTE sicil amiri!

Köylü ürünlerini toplayamıyor, ederine satamıyor, yollara döküyor, yağmaya açıyor, traktörü ile ağırbaşlı protesto ediyor, RTE-AKP duymuyor. 6360 s. Büyükşehir Belediye yasası altımıza konan bir dinamitti, patladı 12 yıl sonra. Kırsal nüfus %7’nin altında, köyler boşaldı, imam kaldı, okullar kapatıldı.

  • DİB, yalınkılıç hutbelerle kurucu atamız ATATÜRK’e utanmadan hakaret etti.
  • RTE, “2 ayyaş” diyebildi!

Ama birkaç yüz genç teğmenin mezuniyet coşkusuna zalim infaz! TSK’nın tepe komutanları tam teslim!?
***
Bu acı örnekler daha da artırılabilir. Ülkemiz içte-dışta tıkandı. H. Yazıcı ve Hüdapar A’den Z’ye yeni Anayasa çığlığı atıyor, ülke anayasasızlaştırılmış iken.

RTE giderek daha çok şiddete başvuruyor, tükenme ve çöküş!
***

RTE’ye önerimiz                                       :

Kemal-i edeple görevi bırak!
Parlamenter rejime dön,
AKP-MHP vd. iktidarda kalsın.
Korkma, TBMM’nin seni Yüce Divan’a yollaması için 400 vekil gerek, bu olanaksız.
Dokunulmazlık mutlak!
=================================================
Yazımızın PDF biçimi : Çürüme, Çöküş ve Erdoğan’a çağrı 12.9.24

İki 12 Eylül / iki kılıç ve üç Anayasa hali

Siyaset 12.09.2024 BİRGÜN

İki 12 Eylül: 12 Eylül 1980 ve 12 Eylül 2010.

İki kılıç:  namaz kılıcı ve asker kılıcı.

Üç Anayasal hal: demokratik, otoriter ve keyfi

İKİ 12 EYLÜL

Tarihimizin en acımasız ve kalıcı etkileri olan 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası hazırlanan 1982 Anayasası, Aralık 1983’te yürürlüğe girdi.

Güvenlikçi ve otoriter Anayasa, darbe üzerinden 7, yürürlüğe girişi üzerinden 4 yıl geçtikten sonra değiştirilmeye başlandı. ‘Sınırlı iktidar ve güvenceli özgürlük’ ereğinde değişiklikler 2004’e dek sürdü: Hukuk devletinin onarımı.

12 Eylül 2010’da halka sunulan Anayasa değişikliği için, iktidar partisi AKP, ‘Fetö kumpası idi’ dedi. Ortağına ilişkin bu iddia, hukuken geçerli değil; çünkü Anayasal görev, yetki ve sorumluluk, TBMM’de çoğunluğu bulunan Parti ve Hükümetine ait. Buna karşın eğer iddia doğru ise, siyasal iktidar görevini yapmadı: Fiili koalisyon ve keyfi yönetim.

Darbe ile hesaplaşmak adına (için) halkoyu tarihini 12 Eylül olarak belirleyenler, 7 yıl sonra “Anayasal ve siyasal mirası ret” (2017) için, eski ortağın başarısız darbe girişimini itici güç olarak kullandı.

Yıkımın 7. yılında bu gün, 2017 aktör ve antrenörü, kişisel iktidarını kalıcı kılmaya yönelik anayasal ve tarihsel dezenformasyonda sınır tanımıyor.

İKİ KILIÇ

Anayasal amacı “milletçe dayanışma ve bütünleşme” olduğu halde Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), camilerde ibadet sırasında kılıçla temsil ediliyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensubu teğmenler, mezuniyet töreninde kılıç çatarak and içiyor.

ÜÇ ANAYASAL HAL

Demokratik / otoriter / fiili-keyfi sıfatları, üç hali ifade ediyor (durumu anlatıyor).

-Genel esaslar, 1982 Anayasası’nın ilke olarak demokratik hükümleri.

-“Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir.” hükmü (md.104/2017) çerçevesinde yapılan düzenlemeler, çoğunlukla otoriter nitelikte.

CB’nin Parti başkanı olması ve bu sıfatı da kullanarak söylem, eylem ve işlemleri, çoğunlukla ‘fiili ve keyfi’. Teğmenler için “mutlaka temizlenecek” ifadesi (söylemi), güncel tipik örnek.

DİB/ İHL /TSK

TSK mensupları için yaptırım ve İmam Hatip Lisesi (İHL) mezunları için ödül söylemi eşzamanlı. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı eşliğinde and içen teğmenlerin  “süratle temizlenmesi için adımlarımızı atıyoruz” diyen Cumhurbaşkanı, İHL için hedef de gösterdi:

  • “Bir tek rütbem var, o da imam hatipli olmak” ve “Bayrağı sizler teslim alacaksınız”.

Mezuniyet (Bitirme) töreninden 8 gün sonra 7 Eylül’de teğmenlere yaptırım beyanı (açıklaması) iki nedene bağlanıyor: Kılıç ve And.

Kılıçları çatma, askeri bir eylem.

Sözler ise, “demokratik Anayasa” yelpazesi içinde ve değiştirilemez hükümler (md.2 ve 3) bağlamında ifade özgürlüğünün toplu kullanımı.

Suçsuzluk karinesi ihlali ve yaptırım söylemi ise, bir suç kurgusu olarak keyfilik yelpazesi.

Bu kurgu, imam hatiplik rütbesi ve “bayrak teslim” söylemi ile yeni bir paralel yapılanma mecrası (alanı) için meşruluk kaynağı…

DİB ve MEB üzerinden eğitimde paralel yapılanmalar,
İHL üzerinden TSK paralel yapılanma halkası ile genişletiliyor.

Bütün bunların anlamı ne?

Siyasal İslam palazlanması, iki 12 Eylül köprüsü. Sonrası ise, Anayasa değişikliği bakımından faktör (15 Temmuz darbe girişimi) ve aktör (16 Ekim D. Bahçeli konuşması), antrenör için otoriterlik ve keyfilik hattı yarattı. Temizleme! operasyonu, DİB/MEB/Saray üçlüsünde ‘Türkiye yüzyılı’ için antrenörün yol haritası: Dinsel bilgi kirliliği (İslamofobi faktörü kılıç), bilimsel bilgi kirliliği (Cemaat-tarikatı sivil toplum örgütü olarak niteleme), anayasal ve siyasal sistem bilgi kirliliği ve mühendisliği (Saray).

Bugün, bilgi kirliliği eşliğinde 12 Eylül ve darbe anayasası söylemi ile örtülmeye çalışılacak olan Devlet çürümesi, toplum ve ülke ile tamamlanıyor:

Narin utancı, toplum çürümesi…

Ülke yağması ise, devlet ve toplum çürümesinin ortak paydası…
====================================================
Yazarın Son Yazıları