Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Sağlıkta sorun büyüyor

ImageDr. Derya Uğur

Genel Sağlık-İş Genel Başkanı
Atatürk’ün izinde (Yurtta Barış Dünyada Barış)

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)

22 yıllık siyasal iktidar döneminde halkımızın sağlığı ve sağlık emekçilerinin refahı (gönenci) için çözülmesi gereken sorunlar çığ gibi büyümüştür.

  • Sağlık çalışanları, yoksulluk sınırının çok altında ücretlerle yaşamlarını sürdürmek zorunda bırakılmaktadır.

Genel Sağlık-İş’in yaptığı alan araştırması sonuçlarına göre; her 10 sağlık çalışanından 8’i gündelik yaşamın devamı (sürmesi) için borçlanmak durumunda kalmakta ve bu borçlanma, araştırmanın yapıldığı günden bu yana artarak sürmektedir.

  • Yaşam emanet edilen sağlık çalışanlarının, geçim derdi içinde bırakılması kabul edilemez.

Sağlık emekçileri, yoğun iş yükü altında çalışmak zorunda kalmaktadır.
Sağlık hizmeti sunan kamu kurum ve kuruluşlarındaki personel eksikliği, uzun çalışma saatleri ve aşırı iş yükü, çalışanları fiziksel ve zihinsel olarak yıpratmaktadır. Sağlık çalışanlarının çalışma koşulları elverişsizdir. Çalışanlar iş yaşamında fiziksel ve ruhsal sağlığı “çok olumsuz” etkileyen faktörlere maruz (etmenlere sunuk) kalınmaktadır.

ÖNLEMLER YETERSİZ

Sağlık çalışanlarının neredeyse tamamı şiddet olayları konusunda alınan önlemleri yetersiz görmektedir. Artık sağlık hizmeti veren kamu kurum ve kuruluşlarında şiddetsiz gün geçmemektedir. Çıkarılan “Sağlıkta Şiddet Yasasıyetersizdir ve mevcut (verili) durumuyla bile uygulanmamaktadır.

Siyasal iktidarın “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adı altında uyguladığı yanlış politikalar kışkırtılmış bir sağlık hizmeti talebi (istemi) doğurmuş, sağlık emekçileri itibarsızlaştırılmış ve sonunda, yaşam veren ellere kıyılır duruma gelinmiştir. Sağlık çalışanları, liyakatsiz yöneticilerin baskı, yıldırma ve mobbingi (bezdirisi) ile yüz yüzedir.

Sağlık emekçilerini köle olarak gören zihniyet neticesinde (anlayış sonunda), oturdukları koltukları kaybetmemek adına (yitirmemek için) idarecilerin (yöneticilerin) işbilmezlikleri,
sağlık emekçileri üzerinde baskıları artırmaktadır.

Bugüne değin sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin insan onuruna yaraşır yaşam ve çalışma koşullarına kavuşması için mücadele (savaşım) verdik ve vermeye devam edeceğiz (vermeyi sürdüreceğiz). Bunun için kimi temel istemlerin yerine getirilmesi gerekmektedir.

NE YAPILMALI?

  • Sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin ağır ve kötü çalışma koşulları acilen (ivedilikle) düzeltilmelidir.
  • Sağlıkta şiddete sıfır tolerans (hoşgörü) gösterilmeli ve bunu önleyecek etkili bir şiddet yasası çıkarılmalıdır.
  • Sabit ödeme/teşvik ödemesi/taban ödemesi gibi sağlık çalışanlarının mağduriyetine sebep (incinmesine neden) olan ve çalışma barışını bozan uygulamalara son verilmeli; en düşüğü yoksulluk sınırının üzerine olacak biçimde, kadro derecesine göre maaşlarda kademeli (aylıklarda basamaklı) artış yapılmalıdır. Maaş ödemelerinin tümü emekliliğe yansıyacak biçimde tek kalemde olmalıdır.
  • Sağlık emekçilerinin çocuk bakımı sorununun çözümü için haftanın 7 günü, 24 saat kesintisiz hizmet veren bakımevi, kreş ve anaokulu düzenlemesi yaşama geçirilmelidir.
  • Yeterli sayıda sağlık çalışanı istihdam edilmeli (işe alınmalı), personel (çalışan) açığı kapatılmalıdır.
  • Tüm sağlık emekçilerine, geçmişe etkili olarak yıllık 90 gün yıpranma payı hakkı verilmelidir.

Sağlığı piyasalaştıran politikalara son verilmeli,
Atatürk’ün başlattığı ulusal, kamucu ve halkçı sağlık politikaları yeniden yaşama geçirilmelidir.

HALKÇI POLİTİKA

Ulusal, kamucu, halkçı sağlık politikaları için;

Sağlıkta eşitlik esastır (temeldir).
Tüm bireylerin sağlık hizmetine eşit erişimi sağlanmalıdır.
Eşit, ücretsiz, ulaşılabilir ve nitelikli sağlık hizmeti herkesin hakkıdır.
Sağlık hizmetlerine yeterli kamu kaynağının ayrılmasını sağlayacak bir sistem (dizge) kurulmalıdır.

Sağlık harcamalarında (giderlerinde) ülkenin Epidemiyolojik yapısı dikkate alınarak
sağlığı koruyucu ve geliştirici hizmetleri önceleyen planlama yapılmalıdır.
Sağlık hizmetlerine olan kışkırtılmış talebi (istemi) olabildiğince ihtiyaç (gereksinim) ölçüsü ile sınırlayacak bir mekanizma (düzenek) geliştirilmelidir.
Birinci Basamak sağlık hizmetleri başta olmak üzere, sağlık hizmetlerine erişim olanakları iyileştirilmelidir.

Başta koruyucu sağlık, ana-çocuk sağlığı, ergen sağlığı hizmetleri olmak üzere,
Birinci Basamak sağlık hizmetleri güçlendirilerek yaygınlaştırılmalıdır.
Aile hekimliği modelinde etkili bir sevk zinciri kurulmalıdır.
Sağlık çalışanı yetiştirme politikaları bilimsel temellerle yeniden düzenlenmelidir.

Türkiye’de sağlık cihazlarına (aygıtlarına) yönelik sanayi gelişmektedir. İleri teknoloji gerektiren cihazlar ithal edilmektedir (dışalım). Yerli sanayi bu alanda üretim yapmaya teşvik edilmeli ve tıbbi cihaz üretimine ve kullanımına yönelik insangücü yetiştirilmelidir.

Yerli ilaç sanayisi teşvik edilmeli, dünya pazarlarına uyum konusunda desteklenmelidir.

Güvenli gıda, içinde yaşadığımız çevrenin korunması ve iyileştirilmesi bir sağlık sorunudur.

  • Küreselleşmenin gıda ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri ve bunların insan sağlığı üzerindeki riskleri, küreselleşmiş bir sağlık sistemi ile çözülemez.

Sağlığı birinci derecede etkileyen güvenli gıda ve çevre üzerinde oynanan oyunlara göz yumulmamalıdır.

Sağlık politikalarının belirlenmesinde halkın, meslek örgütlerinin ve sendikaların katılımı sağlanmalıdır.
======================================

Dostlar,

Meslektaşımız Dr. Derya Uğur’a bu özlü yazısı için teşekkür ederiz.
Sendikanın web sitesinde adının hemen altında yer alan

Atatürk’ün izinde (Yurtta Barış Dünyada Barış) söylemi de çok değerli.

Ama, yazıda kullanılan dili adeta Türkçeleştirmek gerekti..
Nasıl ayrımında olunmaz bu durumun, bu sorunun, anlamakta zorlanıyoruz.

Büyük ATATÜRK‘ün Dernek olarak kurduğu, akçalı desteğini de sağladığı Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu‘nun, ATA‘nın yasal bırakıt (vasiyet) hakkı çiğnenerek devletleştirilmesi böylesine ağıt bir görünüm oluşturdu. Anayasa’ya “yüksek” nitemiyle de (sıfatıyla) koysanız, bu 2 Kurum günümüzde işlevsiz.

  • Türk Dili de Türk Tarihi de sahipsiz ve fatura çok ağır.

Bir sağlık emekçisi hekim ve Dil Derneği üyesi olarak, olarak yakıcı sağlık sorunlarını ben de yaşıyorum, gözlüyorum ve yazıyorum. Yanı sıra, değindiğim çağrışımlarım da oldu ve burada paylaşmak istedim.

Dün Dil Bayramımız idi.. Türk Dil Kurumu’nun 1932’de kuruluşundan bu yana 94 yıl geçti.

DİL DERNEĞİ‘nde  Türkçemizi korumaya çabalıyoruz..

Harf Devrimi 1 Kasım 1928’de idi, 96 yaşına girdi.

Karşı devrimi durdurmak zorundayız.

Halk Sağlığında yaşanan yıkımlar da emperyalist karşıdevrim ürünü..

Dilimiz ve Tarihimizde de..

“Bizi biz yapan” tüm değerlerimiz, emperyalistler ve yerli taşeronları eliyle, SÖYLEV – NUTUK’un sonunda tarihe haykırılarak not düşüldüğü üzere ciddi kuşatma ve tehdit altında, hatta yok edilmek isteniyor.

Ulusça direnecek ve bu hayın dönemi de kapatacağız.

Sevgi ve saygı ile. 27 Eylül 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Değişmez hükümler ikiyüzlülüğü

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Güncel 26.09.2024, BİRGÜN

Değişmez anayasal hükümler dokunulamaz değil. Nitekim 1995 ve 2001 değişikliklerinde dolaylı da olsa dokunularak korunan alan pekiştirildi. Nasıl? Başlangıç metni ve madde 14 yoluyla.

Başlangıç’tan ırkçılığı çağrıştıran ibareler çıkarıldı (1995 ve 2001); “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” yeniden tanındı (md.14).

Irkçı çağrışım yapan öğelerin azaltılması ile madde 2’nin yollama yaptığı Başlangıç metni, “demokratik hukuk devleti” bağlamına yaklaştırıldı. “İnsan haklarına saygılı Devlet” kaydını öngören madde 2, “insan haklarına dayanan Devlet” olarak okunmaya başlandı.

Böylece, 2001’de Türkiye Cumhuriyeti ’nin (md.1) niteliği, ‘insan haklarına dayanan’ kaydı ile pekiştirilmiş oluyordu.

Özet: karşılaştırmalı anayasa hukuku verileri ışığında, değiştirilmez maddeler, kurucuların hedefini ileriye götürücü anlamda pekiştirilebilir.

Bununla birlikte, 2017 sonrası ve 1 Ekim 2024 öncesi, değişmez maddelere ilişkin düzenleme, uygulama ve söylemler, tersi yönde oldu ve bu durum sürüyor:

-Düzenleme olarak; 2017değişikliği, özü itibariyle ‘demokratik devlet’ niteliği ile bağdaşır değil: hesapverebilir hükümet ve siyasal sorumluluk kuralı kaldırıldı.

-Uygulama bakımından; dini siyasete alet etme yasağı (md. 24/son), sürekli çiğnenmekte. Dinsel inanca dayandırılan kur korumalı mevduat (KKM) düzenlemesi, bir dönüş eşiği.
Temel norm ihlaliyle anayasa bilimi ve iktisat bilimi yadsıması, Hazine’yi yuttu, halkı daha da yoksullaştırdı.

-Söylemler düzleminde; değişmez maddeler karşıtlığını açıkça dillendiren Hüda-Par, 1995 ve 2001’de yapılanların tam tersine değişmez maddelerin içeriğinin boşaltılması yönünde bir irade ortaya koydu. İşe madde 4’ten başlamanın kendince ‘akıllıca’ bir yaklaşım olduğunu düşünmüş olsa gerek ki, karşı çıkanlara ‘ahmak’ dedi. Arkasında, DİB-MEB-MSB ve cemaat-tarikat ekseninde oluşturulan akıl ve bilim dışı kuşatma hattı giderek kök salıyor.

İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik sosyal hukuk devleti”nin içeriğini, söylem, düzenleme ve uygulama bakımından boşaltma seferberliğindeki Cumhur İttifakı, “ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün” olan Türkiye Devleti’ni ülkesel yağma ve toplumsal ayrıştırma yoluyla madde 3’ü de ihlalde sınır tanımıyor.

Geriye, haliyle yine içeriği boşaltılan “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” (md.1) tanımı kalıyor.

  • Madde 4’ü sorgulamakla işe başlamak, aslında –Taliban ve Hizbut Tahrir hattında- Cumhuriyet’i hedef almaktır.

Yıkım faaliyeti, ‘otoriter hükümler’ (2017 düzenlemesi) ve ‘keyfi uygulama’ (2018-24) sarkacında yürütülüyor.

Keyfiliği Resmi Gazete ile tescillenen (onaylanan) 6 yıllık uygulamanın tümü, şekil yönünden de Anayasa’ya aykırı: Bakanların af talebi (istemi) ve kabulü.

“Kaynağını anayasadan almayan hiçbir devlet yetkisi kullanılamaz” yasağına karşın
(AY m.6), kendini Anayasa-üstü konumlandıran Cumhurbaşkanı, suç zanlısı Bakanları aklıyor, tam tersine görevini yapanları şaibeli kılıyor.

Bu egemenlik gaspı, yasama-yürütme-yargı ekseninde erkler ayrılığını felç ediyor. (Dahası, OHAL KHK’lerini çağrıştırıyor: KHK ek çizelgelerine adlarını yazdıkları kişilere yargı yolunu kapatarak işen atanlar, tersi yönde, “sorumsuzluk yasaları” ile kendilerine karşı yargı yolunu kilitledi.).

Bugün ise yargı, bir yandan, demokratik siyaset alanını daraltmak için muhalifleri tasfiye (E. İmamoğlu vak’ası) (olgusu); öte yandan, demokratik toplum aktörlerini susturma (düşünce ve siyasal suçlular hapiste iken, 26 suç kaydı bulunan katil serbest!) aracı olarak kullanılıyor.

Bu ortam ve koşullarda adil yargılanma hakkı (AYH), başat hak konumuna geliyor: En çok ihlal edilen (çiğnenen) ve merkeze oturtulması gereken bir hak. Barolar, AYH savunucuları ve bekçileri olarak dayanışma ve eylem halkalarını örebilmeli.

1 Ekim günü TBMM’nin açılışı vesilesiyle: darbe anayasası/sivil anayasa ikileminde ‘sahte anayasa’ söylem sahneleri karşısında “demokratik Cumhuriyetçi yurttaşlar” uyanık olmalı: Anayasal ve siyasal mirası yıkım sürecinde “toplum üzerinde akıl ve bilimdışı egemenlik” iştahı asla meşrulaştırılmamalı, kanıksanmamalı ve kategorik olarak reddedilmeli.

Üçlü hedef ise, asla gündemden düşürülmemeli:
1. Doğru ve gerçek bilgi,
2. Yürürlükteki Anayasa’ya saygı,
3. TBMM önünde sorumlu Hükümet için Anayasa değişikliği.
=====================================
Yazarın Son Yazıları

92. DİL BAYRAMI ve DİL DERNEĞİ 19. OLAĞAN KONGRESİNE ÇAĞRI

Dostlar,

Yarın, 26 Eylül… DİL BAYRAMI..

Dil Derneği Başkanımız Sayın Sevgi ÖZEL’in çağrıları aşağıda…

28 Eylül günü de 19. olağan genel kurulumuz var :
***

19.OLAĞAN GENEL KURULUMUZA ÇAĞRI

Değerli Üyelerimiz,

Kuruluşumuzdan bu yana geçen 37 yılda Harf ve Dil Devrimlerine karşı olan, bu iki devrim üzerinden Mustafa Kemal’e ve bütün devrimcilere savaş açan iktidarlara karşın tüzelkişiliğimizi koruduk. Son çeyrek yüzyılda bütün Atatürkçü kitle örgütleri zor günler yaşıyor; ancak iktidar Atatürk’le ve laik eğitimle hesaplaştığından, Derneğimizin yaşama alanı da iyice daraldı;
birçok üniversitenin, birçok resmi-özel okulla kamu kurumunun kapısı bize kapandı.

Hukukun üstünlüğünün, basın özgürlüğünün siyasallaştığı, eğitimin bütün kurum ve kurallarıyla tarikatlara açılarak dincileştirildiği, eğitim ve gelir düzeyi düşürülen toplumun Ortaçağa yürütüldüğü bu zor günlerde daha yakın olmalı, iş ve güç birliğimizi pekiştirmeliyiz.

Tüzüğümüze göre iki yılda bir genel kurul yapmak durumundayız; salgın sonrası Ankara İl Dernekler Müdürlüğünün yönlendirmesiyle 18. Olağan Genel Kurulu 30 Eylül 2023 günü yapmıştık; ancak 24.10.2023’de geçirdiğimiz İçişleri Bakanlığı denetimi sonrasında 19. Olağan Genel Kurulu 2024 içinde yapmamız bildirildi. Bu nedenle öneri ve eleştirilerinizle 19. Olağan Genel Kurula her zamankinden daha yoğun katılım sağlamanızı diliyoruz.

28 Eylül 2024 Cumartesi günü, Ankara dışından gelecek üyelerimiz de düşünülerek
saat 14.00’te
Türk Hukuk Kurumu salonunda (Adakale Sokak, no: 28/3, Ankara) yapılacaktır. 19. Olağan Genel Kurul gündemini saygıyla sunuyoruz:

  1. Açılış,
  2. Başkanlık Kurulunun seçimi,
  3. Başkanın konuşması,
  4. Konukların konuşması,
  5. Yönetim ve Denetim Kurulu yazanaklarının okunup görüşülmesi,
  6. Yönetim ve Denetim Kurullarının aklanması,
  7. Yeni dönem bütçe kestiriminin görüşülmesi,
  8. Tüzük değişikliklerinin görüşülüp oylanması,
  9. Seçimler,
  10. Dilekler, kapanış.

101 yaşındaki Cumhuriyetimiz, 96 yaşındaki Harf Devrimi, 92’inci yılındaki Dil Devrimi bizlere Atatürk‘ten bu yana Türk Devrimine emek verenlerin kalıtıdır.
Bu kalıtı sahiplenmek, 37 yıl önce söz verdiğimiz gibi bugün de namus borcumuzdur.

19. Olağan Genel Kurulumuzun başarılı, verimli geçmesini diliyoruz.

Sevgi Özel
Dil Derneği Yönetim Kurulu Adına

Genel Kurul çağrısının pdf biçimi : DİL DERNEĞİ GENEL KURUL ÇAĞRISI, 19. OLAĞAN, 28.9.24
***                                                                    

Sevgi ve saygı ile. 25 Eylül 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Dil Derneği Üyesi

Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

ANAYASAMIZIN İLK 4MADDESİ ile ILGİLİ TARTIŞMALAR ÜZERİNE SOSYOLOJİK ve TARİHSEL ANIMSATMA

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

(AS: Bizim katkımız yazının altında. Çok sayıda ülkede anayasada değiştirilemez maddelerini açıklayan 2 sayfalık bir pdf dosyası..
Okunması, dağıtılması dileğiyle..)

Olağan demokratik ülkelerde, Devlet bir ulu ağaçtır. Siyasal iktidarlar ise o ulu ağaç üzerindeki mevsimlik, geçici yeşil yapraklar ve çiçekler gibidir. Mevsimi geçince açan çiçekler solar ve dökülür, yeşil yapraklar kurur düşer, çürür ve toprağa karışır. Tıpkı bunun gibi, siyasal iktidarların da ömrü biter. Demokratik yöntemlerle yerine yenisi gelir. Devletlerin gerçek sahipleri gelip geçici siyasal iktidarlar değil; uluslar ya da toplumlardır. (AS: Tarihte Millet, anda Halk’tır.)

Mevsimler dönüp yeni mevsim gelince bu ulu ağaç yeniden yaprağa ve çiçeğe durur. Başka bir söylemle, demokrasilerde siyasal iktidar barışçı biçimde el değiştirir. İktidarlar değişir, ama Devlet yerinde kalır. Önemli olan Devletin ve rejimin geleceği açısından bu ulu ağacı sökmemek, kurutmamak, kurutturmamak ve söküp attırmamak ama yaşatmaktır…

  • Yüce önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti bizim ulu ağacımızdır.
  • Bu ulu ağacın ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek sahibi;
    O’nu, malını, kanını ve canını vererek kurmuş olan Türk Ulusu’dur.

Anayasamızın temel felsefesini ve devletin varlığı ve yaşamasını güvenceye alan kırmızı çizgilerine yani ilk dört maddesine göz dikerek bu ağacı kurutmaya ya da söküp yerine yenisini dikmeye hiç kimsenin hakkı hatta 4. maddeye göre haddi de yoktur.

7’den 70’e Atatürk’ün askerleri olan Türk Ulusu, anayasadan aldığı demokratik meşru gücünü kullanarak, buna asla izin vermeyecektir.

Kıssadan hisse                                                    :

Gerçek demokrasilerde siyasal iktidarlar geçici; devletler ise sürekli ve kalıcıdır.
Atatürk’ün, kendi ulusu ile birlikte kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti, Türk ulusunun evrensel onuru ve namusudur.
Ulus, kendi onuruna ve namusuna demokratik meşru yollarla mutla sahip çıkacaktır.
======================================================
Dostlar,

Çok sayıda ülkede anayasada değiştirilemez maddelerini açıklayan 2 sayfalık bir pdf dosyası aşağıda.. Okunması, bilgi edinilmesi, dağıtılması dileğiyle.
Gündem oyunlarına da gelmeden..

Anayasada değiştirilemez maddeler, değişik ülkelerde

Sevgi ve saygı ile. 25 Eylül 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 25 Eylül 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

EKONOMİST

Baba’dan sonra oğul Bilal de “ben ekonomistim” dedi.

Biri yetmişti…

ÖZGÜRLÜK

Anayasa’nın dördüncü maddesinin kaldırılmasını isteyen Cumhur İttifakı ortağı Hüda Par liderinin açıklamasına karşılık RTE, “Böyle bir sıkıntımız yok… Demokratik siyasette düşüncenin ifade edilmesine elbette engel olunamaz.” dedi.

  1. İki açıklama da sıkıntı,
  2. Düşünce açıklaması RTE‘ye karşı değilse demokratiktir!..

MÜDÜR

Bursa’da, “Okulda başı açık kız öğrenci olamaz. Herkesin başını kapatması gerek diyen İH Ortaokulu Müdürü Ergin Kaya Kırbıyık bu kez de kadın yardımcısının odasının kapısını kırdırdı.

İmam yöneticiler her alanda ülkeyi dibe sürüklüyor…

CAMİYE

Bakırköy İlçe Milli Eğitim Müdürü, öğretmenlere camide eğitim yaptırıyor.

Dinci Bakan sürekli gaz kaçırınca müdürleri ne yapar?..

LÜKS

Diyanetin lüks araç masrafları (giderleri) her yıl katlanıyor.

Cumhurbaşkanlığı geçen yıl, bir günde 1541 asgari ücret harcamış.

Vatandaş dünya (açlık!) sınavında, RTE ve militan Erbaş saltanatta…

TEMİZLİK

Bütçesini altı ayda tüketen Diyanet’te yedi kişiye bir hizmetli düşerken, Milli Eğitim’de beş okula bir hizmetli düşüyor.

Dinci Bakanlık sığınmacı öğrencilerin okuduğu okullara hizmetli alım ihalesi açmış.
Neden; AB istiyormuş.

  1. Diyanet har vurup harman savuruyor,
  2. İktidar, “emperyalizme karşıyım” diyor ama AB kıçı yalıyor.

Tarım arazilerinin kiralanması

Suna Türkoğlu | Yaşam ÖyküsüSUNA TÜRKOĞLU
EMEKLİ DANIŞTAY ÜYESİ

23 Eylül 2024, Cumhuriyet

 

2005 yılında toprağın korunması, geliştirilmesi, tarım arazilerinin sınıflandırılması, asgari tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüklerinin belirlenmesi ve bölünmelerinin önlenmesi gibi amaçlarla 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu çıkarılmış olup daha sonra bu yasada, dokuz ayrı yasa ve bir kanun hükmünde kararname ile esaslı değişiklikler yapılmıştır.

Tarım arazilerinin kiralanması konusu ise yasaya 2014 yılında eklenen “Tarımsal arazi edindirme iş ve işlemleri” başlıklı 8/K maddesine, 23 Mart 2023’te eklenen dört ayrı fıkra ile getirilmiştir.
Bir başka anlatımla, yasa 2005 yılında yürürlüğe girmiş, tarımsal arazi edindirme konusu 2014’te düzenlenmiş; kiralama konusu ise 2023 yılında yasaya girmiştir. Bu kronolojik  (zamandizinsel) belirleme, kiralama ile ilgili hükümlerin, ilgili yasanın yürürlüğe girmesinden tam 18 yıl sonra yasada yer aldığını gösterdiğine göre; bunca yıl sonra gelen bu düzenlemenin hangi gereksinimden doğduğunu ve getirilen düzenlemenin kamu yararına uygun olup olmadığını incelemek gerekir.

YÖNETMELİK DÜZENLEMESİ

Tarım ve Orman Bakanlığı, 22 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazetede, “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmeliği” yayımlayarak kiralama konusunu gündeme almış bulunmaktadır. İki yıl işlenmeyen tarım arazilerinin Bakanlık eliyle kiralanması istemlerinin  çiftçilerden değil, bu arazileri kullanmak isteyenlerden geldiğini basına da yansıyan demeçlerden anlamaktayız. Türkiye İhracatçılar Meclisi Tarım Kurulu başkanı, sektör olarak uzun süredir kiralama uygulamasıyla ilgili olarak Bakanlığa istemlerini ilettiklerini; tarım arazilerinin kiralanmasının önem arz ettiğini; çiftçilerin revaçta olan ürünleri ekmek istediklerini, bu durumun da gıdada arz-talep (sunu-istem) dengesini bozduğunu ifade ederek yıllardır ısrarla sürdürdükleri kiralama isteklerini açıkça ortaya koymaktadır.

İstanbul Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamülleri İhracatçı Birliği başkanının da
aynı doğrultuda ve sektör olarak uygulamaya sıcak baktıkları yolunda yaptığı açıklamalar;
isteğin köylü veya çiftçilerden değil, bu kesime ait arazileri kullanmak isteyenlerden geldiği düşüncesini doğrulamaktadır. Gıda ihracatçıları (dışsatımcıları) ve işlenmiş gıda üreticileri, kiralama uygulamasının hemen gerçekleşmesini beklerken, toprak sahiplerinin kiralanacak arazilerin ve kira bedellerinin belirlenmesinde söz sahibi olamamaktan kaynaklanan kaygı ve korkuları bulunmaktadır.

KİRALAMA KİME YARAR?

Uygulamanın topraksız çiftçiyi koruma ve köylüye toprak edindirme amacıyla değil,
tarım arazilerinin verimli değerlendirilmesini sağlamak amacıyla çıkarıldığı, düzenlemelerin amaç maddelerinde yer almaktadır. Tarım arazilerini daha verimli kullanmak, daha çok ürün almak kamu yararına olsa da, mülkiyet hakkına çok ciddi bir müdahale olan bu yasa ve yönetmelikte kaygı yaratan hükümler yer almaktadır.

Öncelikle düzenleme Hazine’nin özel mülkiyetinde veya devletin hüküm ve tasarrufunda olup işlenmeyen arazileri değil; mülkiyeti gerçek ve tüzel kişilere ait olan tarım arazilerini kapsamaktadır. İkincisi ise işlenmeyen tarım arazilerini belirlemek için oluşturulan “Arazi Tespit Komisyonları” ile rayiç (güncel) kira bedellerini belirlemek ve kiralama işlemlerini gerçekleştirmek için oluşturulan “Arazi Kiralama Komisyonları” nın salt kamu görevlilerinden oluşması,
toprak sahibi köylü veya çiftçi temsilcilerinin komisyonlarda yer almamaları konusudur.
Toprak sahiplerine, kiralama işlemleri ile ilgili olarak söz hakkı tanınmaması,
komisyon kararlarına itiraz vb. başvuru yollarının gösterilmemesi, düzenlemelerin eksik ve sakıncalı yönleri olarak ortaya çıkmaktadır.

Bir başka sakınca ise toprak sahibinin rızası olup olmadığının bir öneminin bulunmamasıdır. Hisseli, mülkiyeti ihtilaflı, parçalı, tarımsal faaliyete son verilen, göç veya başka bir nedenle
üst üste iki yıl işlenmeyen tarım arazileri yasanın kapsamına alınmış olup;
toprağın işlenememesinde sahibinin bir kusurunun olup olmadığı, düzenleme kapsamında
fark etmemektedir. Belirlen rayiç (güncel) kira bedelini toprak sahibinin kabul etmemesi
hususu da ancak açılacak bir dava sonucunda çözüme kavuşturulabilir ise de,
bütün bunların öncelikle yasal düzenlemelerde yer alması gereklidir.

İşlenmeyen toprağın ekonomiye kazandırılması önemli olmakla birlikte, rıza dışı kiralama müessesesinde, kamu yararı ile mülkiyet hakkına müdahale konularının anayasaya uygun bir biçimde dengelenmesi zorunludur.

Anayasa, ekonomik hükümleri arasında 171. maddesinde, ulusal ekonominin yararlarını dikkate alarak, öncelikle üretimin artırılmasını amaçlayan kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak önlemlerin alınmasını devlete görev olarak yüklerken; 166. maddesinde tarımın
yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesinin, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirmesini yaparak, verimli biçimde planlamakla olanaklı olacağını öngörüp,
Devleti bunu yapmakla yükümlü tutarken; tarımın geleceğinin kiralama ile düzene sokulabileceğini düşünmek; daha çok gıda ihracatçıları (dışsatımcıları) ile gıda sanayicilerine yarayacak bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır.

Önemli konuların çözümünün, kimi kesimlerin isteği doğrultusunda yapılan düzenlemeler sonrası bekleyip “uygulamayı bir görelim” diyerek değil; öngörü sahibi olarak ve anayasal çerçeve içinde kalarak, ciddi bir planlama ile olabileceğini bilmek iyi yönetimin gereğidir.

YENİ EĞİTİM-ÖĞRETİM DÖNEMİ

Suay KARAMAN

Yaşadığımız süreçte ülkemizdeki sorunların en büyüğü eğitimdir.
Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda yeni eğitim-öğretim yılının başlamasıyla birlikte sorunlar da gündemdeki yerini almaya başladı. Toplumsal yaşamı kuran ve yön veren eğitim-öğretim, günümüzde
siyasal iktidar tarafından gerici ve dinci bir yöne doğru sürüklenmektedir.
 

Demokratik ve laik cumhuriyetimizi dinci kurallarla yönetmeyi hedefleyen siyasal iktidar, hazırladığı yeni Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adını verdikleri programla çocuklarımızın
bilimsel ve laik eğitim hakkını zorla ellerinden almaktadır. Dayatılan bu yeni öğretim programının omurgasını temel bilimsel dersler değil, çok sayıda din dersi ve kavramlar oluşturmaktadır.
 

“Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) projesiyle (!?),
hiçbir pedagojik formasyonu olmayan imamları ve hafızları sınıflara sokan Milli Eğitim Bakanlığı,
şimdi Öğretmenlik Mesleği ve Milli Eğitim Akademisi yasa tasarısını gündeme getirmektedir. Bu taslak, öğrencilerin ve toplumun imam hatipleşmesini daha da kolaylaştırarak, siyasal iktidarın istediği biçimde öğretmen yetiştirmeyi amaçlamaktadır. AKP iktidarda olduğu sürece bilimsellik, çağdaşlık ve laiklikle bağdaşmayan konular sürekli gündeme getirilecek, dayatılacaktır.

Yaklaşık 20 bin köy okulu kapalıdır ve sürekli artan öğretmen açığı vardır. Tasarruf önlemleri nedeniyle taşımalı eğitimin kapsamı 50 km’den 30 km’ye düşürülmüştür; bu durum çocukların eğitim haklarının engellenmesi anlamına gelmektedir. Gerçekte bu işin doğrusu, her köyde
(ya da çok yakın birkaç köyde) okul olması zorunluluğudur. Zaten atama bekleyen yüz binlerce öğretmen bulunmaktadır.

Hemen hemen her köyde imam-hatip-müezzin var ama öğretmen yok!? Neden acaba??
***
Bunun yanında 100 bine yakın öğretmen çok düşük ödemelerle ücretli olarak çalıştırılmaktadır. Ücretli öğretmenlik, sözleşmeli öğretmenlik gibi uygulamalarla öğrenciler, yarını belli olmayan güvencesiz öğretmenlere teslim edilmiş ve nitelikli eğitim alma hakları da ortadan kaldırılmıştır. Bu da büyük bir hukuksuzluk ve eşitsizliktir.
 

Bunların yanında okullarda temizlik sorunu da vardır. Yeterli temizlik görevlisi olmadığı için, kimi okullarda veliler temizlik yapmaktadır. Okullarda güvenlik çalışanı açığı da bulunmaktadır. Temizlik ve güvenlik emekçisi eksiklikleri hem eğitimin niteliğini, hem de öğrencilerin sağlığını ciddi biçimde tehdit etmektedir. Temizlik ve güvenlik çalışanının kalıcı kadrolu emekçilerle ivedilikle sağlanması gerekmektedir. Ancak siyasal iktidarın çıkardığı İşgücü Programlarının Yürütülmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ile kamu kurumlarında kalıcı istihdam yerine geçici ve düşük ücretli çalışmanın önü açılmıştır. Bu Yönetmeliğe göre haftanın 3 günü 8.447 TL’ye çalıştırılacak kişilerle okulların ne güvenliği ne de temizliği sağlanabilir.
Bunun açık adı emek sömürüsüdür!
 

Milli Eğitim Bakanlığınca 20 bin yeni öğretmen atamasına ilişkin görüşme (mülakat) yapıldı ve sonuçlar açıklandı. Ancak açıklanan sonuçlar 30 dakika içinde sistemden kaldırıldı ve hiçbir açıklama yapılmadı. Milli Eğitim Bakanlığı kimi bilgilerin öğrenilmesini istemeyerek, hangi yandaşlara torpil (kayırma) yapıldığını gizlemeye çalışmaktadır. Bu durumda yandaş (torpilli) öğretmenlerin seçileceği bellidir. (AS: Bu kabul edilemez, kokuşmuş bir nepotizm örneğidir!)
***
Dünyada birçok ülkede okullarda ücretsiz yemek verilirken, ülkemizde çocuklar bu haktan da yoksundur. Yalnızca “Beşli Çete“nin silinerek alınmayan vergileriyle bile okullardaki yemek sorunu çok rahatlıkla çözülebilir.
***
Bursa’nın Yıldırım ilçesinde bulunan Mahmut Celalettin Ökten İmam Hatip Ortaokulu müdürünün öğrenci velilerine “başı açık öğrenci istemiyorum” dediği konuşması gündemde yerini korurken, şimdi aynı müdür kendi okulundaki kadın müdür yardımcısının kapısını ‘kilitli olduğu ve tuvaletlere girişi engellediği gerekçesiyle’ kırdırdı. Arkasında siyasal güç olanlara öğretmenlik ve yöneticilik yaptırılmasının sakıncaları görülmektedir. Bu müdür şimdilik göstermelik olarak açığa alınmıştır ama hakkında ‘kamu malına zarar vermek’ ve ‘eğitimciye yakışmayan davranış’ gibi gerekçelerle yasal işlem yapılması, hak ettiği yaptırımı görmesi gerekmektedir Cezasızlık suçu artırıyor! 

Siyasal iktidarın dayattığı politikalarla dinci eğitim tam gaz ilerlemiş ve tüm sisteme egemen olmuştur. Zaten iktidar sorgulayan, düşünen, laik, çağdaş ve bilimsel eğitim istememektedir. Çünkü sorgulayan ve düşünen eğitim, karanlıklara geçit vermez; yönü aydınlıktan, çağdaşlıktan yanadır. 

Nitelikli eğitim ile sağlıklı-güvenli okul hem öğrenciler için, hem de tüm eğitim emekçileri için temel bir haktır ve bu hakkın sonuna dek kullanılması gerekmektedir. Ülkemizi aydınlığa ve çağdaşlığa ulaştırmak için laik ve bilimsel eğitimin vazgeçilmez önemi sürekli olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda eğitim sendikaları, demokratik kitle örgütleri ve öğrenci velileri
bir araya gelerek örgütlü demokratik eylemler yapmak zorundadır. Çok doğallıkla, bu eylemlere zaman ayırabilirlerse muhalefet partilerinin de katılması önemlidir.
(Azim ve Karar, 23 Eylül 2024)
 

Türkiye, TSK ve anayasa

Örsan K. Öymen
Örsan K. Ömen
23 Eylül 2024, Cumhuriyet

 

Türkiye çok açık ve seçik bir biçimde uçurumdan aşağı yuvarlanıyor!

Eğitimin dinselleşmesiyle (AS: dincileştirilmesiyle) ve toplumun cehalete sürüklenmesiyle, Türkiye bir sömürge devletine dönüştürülüyor.

Bilimsel ve laik eğitim düzenine sahip olmayan bir ülkenin bağımsızlığını koruması ve ileri uygarlık düzeyini yakalaması olanaksızdır. Bunu en iyi bilen kişi de Kurtuluş Savaşı’nın önderi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Aydınlanma Devrimlerinin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Eğitimin demokrasinin değil, teokrasinin bir parçası durumuna gelmesiyle, gelecek kuşaklar ortaçağ karanlığına mahkûm edilirken, bir yandan da, yine Atatürk’ün kurduğu

  • Türk Silahlı Kuvvetleri dinselleştiriliyor (AS: dincileştiriliyor!) ve din, mezhep, etnik kimlik üzerinden bölünüp parçalanıyor. 

TSK’deki Kuvvet Komutanlarının, şeriat ve federasyon isteminde bulunan, anayasaya ve siyasal partiler yasasına göre kapatılması gereken bölücü örgüt HÜDA PAR’ın önderi Zekeriya Yapıcıoğlu ile aynı fotoğraf karesinde poz vermeleri; mezuniyet töreninde, Anayasada belirtilen demokratik, laik, sosyal hukuk devleti için ant içen ve Mustafa Kemal’in askerleri olduğunu vurgulayan vatansever teğmenler hakkında soruşturma açılması; Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı olarak görev yapmış olan AKP milletvekili Hulusi Akar’ın,

  • “Eğitimin amacı bilgi edinmek değildir, Allah korkusunu vermektir…” 

diyerek köktendinci Afganistan, İran, Suudi Arabistan yönetimlerini aratmaması;
TSK’nin trajik durumunu gözler önüne sermektedir.

Bugünkü durumun, ABD ve CIA destekli Fethullah Gülen çetesinin AKP iktidarında TSK’nin üst yönetimine sızdığı dönemden hiçbir farkı yoktur. Adlar değişmiştir ancak yapılan iş aynıdır.

  • Emperyalizm, TSK üzerindeki operasyonunu,
    AKP’deki işbirlikçileri üzerinden sürdürmektedir!

***
Böylesine kritik bir dönemde, AKP ve onun destekçisi MHP, Anayasa değişikliği konusunda ısrar ederek, teokratik ve monarşik bir düzen kurmayı, Cumhuriyeti ve onun özündeki ilkelerden birisi olan laikliği yok etmeyi amaçlamaktadır.

AKP destekli HÜDA PAR’ın, Anayasanın ilk dört maddesini tartışmaya açması bir aldatmacadır. Amaç pazarlığı yüksekten başlatıp, halka ve muhalefete ölümü gösterip, onu sıtmaya razı etmektir. Amaç, söz konusu dört maddeyi korumakla birlikte, 2. maddede yer alan laiklik sözcüğünün içini dolduran, anayasanın 14., 24., 42., 103. ve 136. maddesi gibi maddelerini değiştirmektir (AS: 8 Devrim Yasasının kalkanı olan m. 174’ü de biz ekleyelim).

Böylece Laiklik, Anayasanın 2. maddesinde içi boş bir sözcük olmaktan ibaret kalacak, Anayasanın ilk dört maddesine dokunulmadan, laik Cumhuriyet resmen yıkılmış olacaktır.

Anayasanın 14. maddesinde,

  • “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. ifadesi;

Anayasanın 24. maddesinde,

  • “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa,
    din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla
    her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz
     ifadesi;

Anayasanın 42. maddesinde de,

  • “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkilapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” ifadesi yer alır.

Anayasanın 103. maddesinde, Cumhurbaşkanının laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağına ilişkin ant içmesi; Anayasanın 136. maddesinde de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, “laiklik ilkesi doğrultusunda” görevlerini yerine getirmesi gerektiği ifade edilir.

CHP yönetimi, ilk dört maddeye odaklanıp tuzağa düşmek yerine, anayasanın laiklikle ilgili öbürr maddelerine sahip çıkmalıdır!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Asker16 Eylül 2024
Değişmeyen CHP9 Eylül 2024

İNSANLIK NE ZAMAN ÖLÜR?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk ozanı

Başka insanlara karşı dil, ırk, bölge, mezhep, cinsiyet, renk, uyruk, mevki, statü, varsıllık, servet, iş, meslek… ayrımcılığı yaparak onların yaşama haklarına, din ve vicdan özgürlüklerine, eğitim, öğretim fırsatlarına olumsuz müdahale etme, ötekileştirme, düşmanlaştırma ve saldırma… hakkını kendinde bulduğun zaman insanlık ölür.

Bunları yapanlar da insanlıktan uzaklaşmış olurlar.

Eğer bir kişi elindeki fiziksel, siyasal, yönetsel, dinsel, ekonomik… çoğunluk gücüne sığınarak adaletsiz, hukuksuz ve vicdansız davranırsa, yine insanlık ölür.

Dinsel, etnik, kültürel, ekonomik, siyasal ve toplumsal (sosyal) yaşamın her alanında ve
her konusunda duygudaşlık (empati) kuramayan insanlar boşuna eğitim görmüş olurlar. İnsanları insanlığa, ahlaka ve adalete yaklaştırmaya yönelik olmayan eğitim yalnızca hamaset, kibir, kof öğünme, düşmanlık, cebir ve şiddet üretir.

Eğitilmek kişinin olumsuz, yanlış ve kötü davranışlardan kurtularak çağın tutum, davranışları ve değerlerini öğrenmek, benimsemek ve içsellestirmektir;

a- aklın ve bilimin yolunda yürüyerek iyi insan olmak, insanlaşmak,
b- meslek öğrenmek,
c- kültürlenmek,
d- doğa, çevre, aile, toplum ve meslektaşlarla bilinçli ve tutarlı bir şekilde yaşamayı öğrenmek,
e- Başka ulusların kutsallarına düşman olmadan kendi ulusunu, bayrağını yurdunu,  halkını… yürekten sevmektir.

Ne diyor büyük ozan Yunus Emre?

Kendine ne sanırsan ayruğa da aynı san;
Dört kitabın manası budur, eğer var ise..

Harbiye Ruhu

Dr. Cihangir DUMANLI
Em. Tuğgeneral, Hukukçu, uluslararası ilişkiler uzmanı

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Geçtiğimiz 30 Ağustos’ta Harp Okulları 2024 mezunlarını verdi. Genç teğmenler zorlu bir eğitimin ardından büyük coşku ve gururla Türk Silahlı Kuvvetlilerinin (TSK) subay kadrolarına katıldılar. Kutluyoruz.

Harp Okulları subay adaylarına salt savaş tekniklerini öğretmez; onlara cesaret, özveri,  sorumluluk duygusu, zor koşulara dayanma ve mücadele için gerekli yeteneği de kazandırır. Buna Harbiye Ruhu” diyoruz.

27 Ağustos 1922’de başkomutan Mustafa Kemal’e söz verdiği zamanda Çiğil Tepe’yi alamayan 57. Tümen komutanı Yarbay Reşat’ı intihar ettiren Harbiye Ruhudur.

Dört gecedir uykusuz ve hasta olduğu halde10 Ağustos 1915’te 7. Tümenin en önüne geçerek kamçı işaretiyle birliğini süngü hücumuna kaldıran ve bu hücumda yaralanan Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal’e bu gücü ve cesareti veren Harbiye Ruhudur.

Kurtuluş Savaşında yoktan var edilen ulusal ordunun genç subay gereksinimini karşılamak için okullarından kaçıp cepheye katılan askeri öğrencilere bunu yaptıran Harbiye Ruhudur.

Sakarya Meydan Muharebesinde erbaş ve erlere örnek olmak için hücum taburları kurarak, verdikleri büyük yitiğe karşın düşmana saldıran subaylara bu gücü veren Harbiye Ruhudur.

Mondros Ateşkesinden (30.10.1918) sonra Ermenilerle birlikte yurdumuzun güneyini işgal eden Fransızlara karşı Ocak 1919 başında direniş örgütünü kurarak Fransızlara Kurutuluş Savaşımızın ilk kurşununu atan Hatay’ın Dörtyol ilçesinin Karaköse köyünden Teğmen Kara Hasan,
Harbiye Ruhu ile hareket etmiştir.

İngilizlerin Samsun’a çıkmasına tepki olarak 17 Mart 1919’da birliği ile dağa çıkarak İngilizleri telaşa düşüren makineli tüfek bölük komutanı Teğmen Hamdi, Harbiye Ruhu ile hareket etmiştir.

Sakarya Meydan Muharebesinde 10 Eylül’de (1921) başlayan karşı saldırımızın (taarruzumuzun) nehrin batısına geçmesi için ölüm tehlikesini göze alıp, ateşleme düzeni düşmanın elinde olan patlayıcıları söküp nehre atarak köprüyü emniyete (güvenliğe) alan 35. süvari alayından
Teğmen Bekir’e bunu yaptıran Harbiye Ruhudur.

Gece görüş eğitimi yokken ve helikopteri gece uçuşuna uygun değilken, yaralı arkadaşını
gece helikopterle hastaneye yetiştiren pilot da Harbiye Ruhunun gereğini yapmıştır.

Kardak adamıza kendi bayraklarını diken Yunanları kovalayarak Türk bayrağını diken
SAT komandoları da bunu Harbiye Ruhu ile yapmışlardır.

Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat gibi düzmece davalarda başlarını öne eğmeyen, teslim olmayan subaylar da Harbiye Ruhu ile hareket etmişlerdir.

Ölümcül hastalığına karşın doğru bildiği yolda Ergenekon davasındaki mücadelesini sürdüren, azmini hiç azaltmayan rahmetli sınıf arkadaşım Muzaffer Tekin’e bu gücü veren Harbiye Ruhudur. Teğmen Muzaffer Tekin, Kıbrıs Barış Harekâtında komando takım komutanı olarak Harbiye Ruhu ile savaşarak, kendi adı verilen Zafer Tepe’yi ele geçirmişti.

Mezun olduktan 50 yıl sonra bile, Harp Okulu marşını dinlerken gözyaşı döktüren şey de Harbiye Ruhudur.
***
Diploma töreninde laik demokratik Cumhuriyet’i koruyacaklarına ant içerek
Mustafa Kemal’in okulundan mezun olmanın gururu ile “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen 2024 mezunu teğmenler de Harbiye Ruhuna sahip olduklarını göstermişlerdir.

Bu örnekler çoğaltılabilir.
***
Yukarıdaki örneklerde Teğmen Muzaffer Tekin, Teğmen Kara Hasan, Teğmen Hamdi ve
Teğmen Bekir, Harbiye Ruhu ile yetişen teğmenlerin neler yapabileceğini göstermektedir.

Harbiye Ruhu askeri liselerde başlar, Harbiye’de tamamlanır. Askeri liselerin ve Harp Okullarının örgütlenmesi, altyapısı, eğitim programı, komutan ve öğretmenlerinin atanması öğrencilere bu ruhu verecek biçimde tasarlanmıştır.

Ordunun silah sistemleri teknolojik olarak ne denli gelişmiş olursa olsun, onları kullanacak subaylarda Harbiye Ruhu, yoksa o ordu başarılı olamaz.

Harbiye Ruhu kuvvet çarpanıdır.

AKP iktidarınca                                                            ;

– Askeri liseler kapatılmış,
– Harp Okulları Kuvvetlerinden alınarak sivil rektör yönetiminde Milli Savunma Üniversitesine bağlanmış,
– Önceden Tuğgeneral – Tuğamiral olan Harp Okulu komutanlıklarına sivil profesörler dekan olarak atanmış, subay eğitiminin niteliği düşürülmüştür.

Bu yanlış adımlar hızla ve mutlaka geri alınmalı, subaylarımız önceden olduğu gibi katıksız
Harbiye Ruhu ile yetiştirilmelidir.

Bu konu, yaşamsal önemde ve ivedi (acil) ulusal güvenlik sorunudur.
===================================================
Dostlar,

Yurtsever General Cihangir Dumanlı, sağlığı hiç de elverişli olmamasına karşın, deyim yerinde ise canını dişine takarak, “tek eliyle” son derece nitelikli makaleler yazmaktadır.

Bilindiği gibi Kara Harp Okulu, Akademisi….. çok nitelikli profesyonel askerlik eğitimine ek olarak
Hukuk Fakültesi mezunudur.

Ayrıca Uluslararası İlişkiler alanında Doktora (PhD) yapmıştır!
Ülkemiz, bu seçkin asker – aydın – bilim insanından en üst düzeyde yararlanmak zorundadır.
Cumhuriyet gazetesi 2. sayfada da arada önemli makaleleri yayınlanmaktadır.
Lütfedip bize yolladığı tüm yazılarını keyifle yayınlıyoruz, O’ndan çok öğreniyoruz.

Birkaç gün önce bize yolladığı çok anlamlı fotoğrafı aşağıda paylaşmak isteriz..
***

Diyelim ki, FETÖ darbe girişimi (15.7.16) öncesinde TSK’ye de önemli sızmalar olmuştu.
AKP=RTE gerçekte bu sürece göz yumdu hatta stratejik ortaklık yaptı FETÖ ile. Tüm uyarılar göz ardı edildi. Deniz Harp Okulu Komutanı Tuğa.
Türker Ertürk istifa etti!
AKP=RTE, ağzıyla itiraf etti, “Ne istediler de vermedik!” diye. “18 Üniversiteyi verdik.” dedi! ABD güdümlü FETÖ darbe girişimi TSK’nin yurtsever – Kemalist subaylarınca bastırıldıktan sonra, artık normalleşme dönemine girilmeli ve TSK’yi adeta felç eden adımlar mutlaka geri alınmalıdır.

Ne var ki, AKP=RTE, Bu bize Allah’ın bir lütfu” diyerek ABD güdümlü FETÖ darbe girişimini sonuna dek, tepe tepe kullanarak ülkemizi baştan sona dönüştürerek otokratik – totaliter,
çağ dışı bir TEK ADAM REJİMİ kurmuştur.

Eğer içtenlikli iseler, artık o olağanüstü önlemlere gereksinim kalmadığı için, başta TSK ve Üniversiteler olmak üzere rejim normalleştirilmeli,
demokratik parlamenter düzene dönülmelidir.

Bu, AKP=RTE için net bir turnusol kağıdıdır.
Ancak AKP=RTE bu adımları asla atmayacaktır kanımıza göre.
Çünkü niyet başka başkadır; iyi biliyoruz. Ancak deniz de bitmiştir 22 yılın sonunda.
BOP Eşbaşkanlığı özgörevi (misyonu) Erdoğan’ın boynundadır, kendi isteğiyle tutsaktır.

  • Erdoğan, Türkiye’nin ulusal gücünü karşısına değil yanına alarak bu makus talihten,
    yok edici kısır döngüden kurtulabilir. Öyle de yapmalıdır. Başka hiçbir şansı kalmamıştır.

Bu inadına gidiş Erdoğan’ı bitirir; kozasını kendi elleriyle kör hırsının kurbanı olarak ördü..
Türkiye çok yara alır, almıştır ama küllerinden gene doğar.
Erdoğan’a, hala geç değilken ulusa sığınıp geri dönmezse, yargıda hesabı mutlaka sorulur.

Sevgi, saygı, kaygı ama UMUT ile. 21 Eylül 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik