Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Çifte demokrasi sınavındaki CHP

  • Siyasi partiler, demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.” (AY md.68/2)
  • Siyasi partilerin faaliyetleri, parti içi düzenlemeleri ve çalışmaları demokrasi ilkelerine uygun olur.” (md.69/1)

Bu hükümler, makro ve mikro demokrasinin Anayasal güvenceleridir.

Mikro demokrasi sürecini işletmeye çalışan CHP Kurultayı, makro demokrasi sınavında: 2017’de içi boşaltılan “demokratik hukuk devleti” normuna (md.2) uyumlu Anayasal düzenleme sınavı.

6 OK

Cumhuriyet Anayasaları, CHP ilkelerinin çağdaş ve evrimci okuyuşuna açık:

1937’deki “Cumhuriyetçi” ilkeyi, 1961 ve 82 Anayasaları, Cumhuriyet’in nitelikleri ile genişletti ve 6 Ok’u, açılımlarıyla Anayasa bütününe yaydı. Anayasal kural, -‘sol’ dâhil- ilke ve değerler, hak ve özgürlükler bütünü ışığında 2012’de parti tüzüğüne de aktarıldı.

Bunlar, CHP’nin yönü: Hukuk, Demokrasi, İnsan Hakları, Eşitlik, Laiklik.

Parti içinde ‘ideoloji ve hukuk yoluyla demokrasi’ tartışması yapılabildiği ve  ‘emek/uzmanlık/liyakat’ saygı gördüğü ölçüde, ülke için eşitlik/özgürlük/yurttaşlık ekseninde kamucu/katılımcı/toplumcu politikalar geliştirilebilir.

Bütün üyelerin katılımı ile başlayan önseçim dahil, mikro-demokrasi (parti içi) yoksa makro-demokrasi vaadi inandırıcı olamaz.

Eğer hukuk devleti ereğinde erkler ayrılığı ve yasama özerkliği savunulamıyorsa, sol ideoloji için normatif temel olan sosyal devlet istemi etkili olmaz.

6 SAPTAMA

1. OHAL ortam ve koşullarında halkı yanıltarak, mühürsüz oylarla dayatılan 2017 Anayasa değişikliğinin ağır bedelini Türkiye, halkı ve Cumhuriyeti ödüyor.

2. Devlet ve Hükümet yetkilerini parti başkanı olan kişinin ellerinde toplayan kurgu, demokrasi dışıdır.

3. Bu kurgunun neden olduğu eşit olmayan seçim yarışı, serbest ve eşit oy ilkesini zedeledi.

4. Üçüncü kez adaylık ve başkaca Anayasa ihlallerini seyir ile yetinen 6’lı Masa’nın amaç-araç tutarsızlığı ve siyaset hataları, 14 ve 28 Mayıs hezimeti ile sonuçlandı.

5. CHP’nin YSK’ye sunduğu ve 14 Mayıs sonuçlarını belirleyen aday listesi, üçlü zaaf ile sakattı: Bırakınız gelsinler ve geçsinler! (CHP ilke ve değerlerine yabancı beş parti adayları); yeter ki girsinler! (Yasama etkinliklerine katılmayan vekiller ve eş-dostları); defolup gitsinler! (nitelikli yasama yolunda en özverili katkılar sunan vekiller için). Fail belli: 9 Nisan CHP MYK’si.

6. 2023 seçimlerine giderken, belirlenen amaçla tutarlı yol izlemek yerine, 2017’nin açtığı mecraya (alana) sürüklenme, beş yılı daha kaybettirdi. Dahası hezimet, teslimiyete neden oldu.

6 ÖNERİ

Çöküşten çıkış için CHP Kurultayı, dünü doğru okumalı ve bugünü tanılamalı: 1987-2004 arası Anayasa değişiklikleri hukuk devleti onarımı; 2007-17 arası değişiklikleri ise ‘kopuş’ oldu.

1. Anayasa’ya saygı: Anayasa’nın, 2. madde ışığında yorumlanması, saygı görmesi ve uygulanması, sürekli istenmeli ve izlenmeli.

2. Saygı ile uyumlu siyaset: Hezimet sonucu teslimiyet, kitlelere hiç güven vermez. Mikro demokrasi başarısı, makro demokrasi üzerine daha güçlü bir söylem için meşru zemin oluşturur.

  • İlk ve öncelikli soru, özeleştiri eşliğinde, hezimetin yarattığı teslimiyet duygusundan sıyrılma iradesinde düğümleniyor.

3. Tuzağa düşmemek: Anayasa istismarı ve fırsatçılığı ile siyasal egemenlikten toplumsal egemenliğe geçiş zorlamaları seyir ile geçiştirilemez.

4. Anayasal demokrasi : Demokratik hukuk devleti hedefi konulmadığı sürece,  ‘Kişi+Parti+devlet’ birleşmesi kanıksanmış ve meşrulaştırılmış olur.

5. Hesap verebilir Hükümet : Hükümetin ve siyasal sorumluluğun kaldırılması, Devlet ve kamu yönetiminde çöküşe götürdü; ülke yağmalandı ve toplumsal doku zedelendi. Bu nedenle, hesap verebilir bir Hükümet eşliğinde ve yargı bağımsızlığı temelinde erkler ayrılığı öngörmeyen Anayasa değişikliğine yönelik her adım kesinlikle reddedilmeli.

6. Saltanatın kaldırılışı yok : Yıldönümleri ile bezeli TBMM ajandalarının 1 Kasım sayfaları boş. Anayasa değişikliği ile yıkılan Cumhuriyet yerine  ‘parti başkanlığı yoluyla saltanat’ kurulduğu için mi?

Bu tuzak, ancak dünyevi söylem ve toplumsal seferberlik eşliğinde öncelikli bir Anayasa değişikliği ile aşılabilir.
=======================================
Yazarın Son Yazıları

Başkomutanlık

 

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Başkomutanlık

Giriş
Başkomutanlık kavramı öbür kimi temel kavramlar gibi gerçek anlamından çok farklı biçimde anlaşılmakta ve uygulanmaktadır. Kimi kesimlerce Cumhurbaşkanının Başkomutan olduğu ileri sürülmektedir. Bu yazıda Başkomutanlık kavramının tarihsel geçmişi ve gerçek anlamı incelenecektir.

Başkomutanlık nedir?
Türk Dil Kurumu’nun (TDK) hazırladığı Türkçe sözlükte başkomutan ve başkomutanlık şöyle tanımlanmıştır:

Başkomutan : Savaşta bir devletin bütün kara, deniz ve hava kuvvetlerine komuta eden en büyük komutan, Başkumandan, serdar.” (1)

Başkomutanlık : Başkomutan görevi veya makamı” (2)

Anayasamızda da ”Genelkurmay Başkanının savaşta başkomutanlık görevini cumhurbaşkanı adına yerine getireceği” belirtilmektedir (Md. 117).

Bu tanımlardan anlaşılacağı gibi başkomutanlık ancak savaş durumunda söz konusu  olabilmektedir. Barışta “başkomutanlıktan” söz etmek, “başkomutanlık” iddiasında
bulunmak doğru değildir. Barışta başkomutan yoktur, Silahlı Kuvvetlerin komutanı vardır o da Genelkurmay Başkanıdır (AY md 117).

Tarihsel Geçmiş :

Başkomutanlık anayasada düzenlenen bir kurum olduğundan, tarihsel geçmişi de anayasal düzeyde incelenecektir.

1876 Anayasası :
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk anayasası olan 1876 anayasası, başkomutanlık yetki ve sorumluluğunu savaş durumu ile sınırlandırmış ve padişaha vermiştir (Md. 7).

1921 Anayasası :
Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş döneminde Birinci Meclis tarafından 20 Ocak 1921’de kabul edilen 1921 anayasası, Kurtuluş Savaşının ağır
koşulları gereği Yasama ve Yürütme erklerini tek elde (BMM’de) toplayan “Güçler Birliği” (Meclis Hükümeti) sistemini benimsemiştir. 1921 anayasasının temelini oluşturan ve “Halkçılık Programı” olarak bilinen metinde Silahlı Kuvvetlerin görevi, konumu ve başkomutanlık şöyle tanımlanmıştır :

“Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin hayat ve istiklaline (bağımsızlığına) suikast eden (öldürmeye çalışan) emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzatına (saldırılarına) karşı müdafaa (savunma) ve bu maksada aykırı hareket edenleri tedip (yola getirme) azmiyle kurulmuş bir orduya sahiptir. Emir ve kumanda selahiyeti (yetkisi) Büyük Millet Meclisi’nin şahsiyeti maneviyesindedir (tinsel kişiliğindedir).” (3)

Buna göre Mondros’la lağv edilen Osmanlı ordusunun yerine BMM Hükümeti tarafından 1920’lerde kurulan bugünkü TSK’nın tarihten gelen asıl görevi, ulusu emperyalist ve kapitalist düşmanların saldırılarından korumak ve işbirlikçileri yola getirmektir.
Emperyalistlerin amacına hizmet emek değildir!

1921 Anayasasını 2. maddesi şöyledir:

“İcra kudreti (Yürütme gücü) ve teşri salahiyeti (Yasama yetkisi) milletin yegâne (tek) ve hakiki (gerçek) mümessili (temsilcisi) olan Büyük Millet Meclisi’nde tecelli ve temerküz
eder (toplanır).” (4)

O günlerde en önemli ve öncelikli Yürütme (İcra ) görevi, Kurtuluş Savaşının başarı ile yönetilmesi ve iç isyanların bastırılması idi. Bu nedenle savaşın yönetimi yani
başkomutanlık yetkisi de doğal olarak BMM’ne verilmiştir. Sonraki anayasalarda “Başkomutanlık, TBMM’nin manevi varlığından ayrılamaz.” hükmünün kaynağı, 1921
anayasasıdır. (4)

Başkomutanlık Yasası (5 Ağustos 1921)

Kurtuluş savaşımızın en kritik muharebeleri Afyon-Kütahya-Eskişehir muharebeleridir. Birinci ve İkinci İnönü Muharebelerinde düş kırıklığına uğrayan Yunan ordusu
seferberliğini tamamlamış ve 10 Temmuz 1921’de bu kez Bursa – Eskişehir yönünde değil, ağırlık merkezi ile Kütahya ve Afyon ekseninde ve Eskişehir’i güneyden
kuşatmak amacıyla büyük çaplı yeni bir saldırı başlatmış, 17 Temmuz’da Kütahya’yı ele geçirmiştir. Ertesi gün (18 Temmuz) sabah saat 05:00’te TBMM Başkanı Mustafa Kemal Eskişehir’e Gelerek Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü) ile durumu değerlendirmiştir. Komutanlar, Orduyu kurtarmanın arazi yitirmekten daha önemli olduğu düşüncesi ile düşmanla olan arayı açmak, düşmanı ikmal merkezlerinden uzaklaştırmak ve sonraki muharebeyi bizim seçtiğimiz hazırlıklı mevzide kabul etmek amacıyla Sakarya nehrinin doğusuna çekilme kararı vermişlerdir. (5)

Böylesi büyük bir çekilme ile vatan topraklarının düşmana kaptırıldığını düşünen kimi milletvekilleri BMM’de Mustafa Kemal aleyhinde büyük bir kampanya başlatmışlar
ve Mustafa Kemal’in sorumluluğu üstlenmesini istemişlerdir. Uzun tartışmalardan sonra kürsüye çıkan Mustafa Kemal Paşa sorumluluğu almaya hazır olduğunu söylemiş ve bu yönde bir takrir (yasa önerisi) vermiştir. 5 Ağustos 1921’de kabul edilen yasaya göre:

  • “Başkomutan, Ordunun maddi ve manevi gücünü azami surette çoğaltmak ve yönetiminin bir kat daha sağlamlaştırılması konusunda BMM’nin bu yoldaki yetkisini
    Meclis adına fiilen kullanmaya izinlidir. (6)

Mustafa Kemal kendi kurdurduğu BMM’ne ve demokrasiye saygısını göstermek için bu yetkinin üç aylık süre için sınırlı olmasını (üç ayda bir Meclise hesap vermeyi) de istemiştir. “Başkomutanlık Yasası” olarak bilinen bu yasada da görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, BMM’nin tüm yetkilerini değil, yalnızca Ordunun güçlendirilmesi ve savaşın yönetimi ile ilgili yetkilerini almıştır. Yani başkomutanlık, savaş koşullarında ve savaşla ilgili bir kurumdur. Mustafa Kemal, bu yetkiye dayanarak yayınladığı ulusal
yükümlülük (Tekalifi Millye) emirleri ile Ordunun lojistik seferberliğini tamamlamış, bir “taarruz ordusu” oluşturmuştur.

Mustafa Kemal’e üçer aylık sürelerle verilen başkomutanlık yetkisi; 30 Ekim 1921, 4 Şubat 1922 ve 6 Mayıs 1922’de üçer aylık ve son olarak da 20 Temmuz 1922’de
süresiz uzatılmıştır. (7) Bu nedenle Atatürk ebedi başkomutanımz olmuştur. Mustafa Kemal Paşa başkomutanlığı döneminde Sakarya Meydan Muharebesi ile düşmanın Sakarya ırmağının doğusuna geçerek Ankara’yı işgaline engel olmuş ve 30 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi ile düşmana kesin sonuçlu darbeyi indirerek yurdu işgalcilerden temizlemiştir.

Atatürk, Başkomutanlığı saraylarda, konferans salonlarında, mitinglerde veya (6) törenlerde değil; Dua Tepe’de, Çiğil Tepe’de, Zafer Tepe’de uygulamıştır.

1924 Anayasası

Cumhuriyetimizin ilk anayasası olan 20 Nisan 1924 tarihli anayasanın 40. maddesi başkomutanlık konusunu şöyle düzenlemiştir:

“Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yüce varlığından ayrılamaz ve cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur (yerine getirilir değil! C.D.). Harp kuvvetlerinin
komutası barışta özel kanununa göre Genelkurmay Başkanlığı’na ve seferde Bakanlar Kurulu’nun teklifi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından tayin edilecek (atanacak)
kimseye verilir. (8)

Görüldüğü gibi 1924 anayasası da 1921 anayasası gibi başkomutanlığı TBMM’nin manevi (yüce) varlığından ayırmamıştır. Çünkü 1924 anayasası da önceki anayasa gibi Yasama ve Yürütme güçlerini TBMM’de toplayan “güçler birliği” hükümet sistemini benimsemişti (md.5). Bu anayasa da savaşta başkomutanlık görevinin cumhurbaşkanınca değil, onun atayacağı başka bir kişi tarafından yapılmasını düzenlemiştir. Mustafa Kemal 1924 anayasasının kabulünden önce 29 Ekim 1923’te Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Ancak son olarak 20 Temmuz 1922’de süresiz olarak uzatılan başkomutanlık yetkisi de (ayrı bir yasayla kaldırılmadığı için) sürmektedir. Bu nedenle Mustafa Kemal aynı zamanda hem Başkomutan (7) hem Cumhurbaşkanıdır. Başkomutanlık yetkisinin cumhurbaşkanı tarafından temsil edilmesi o günkü koşulların doğal bir sonucudur.

9 Temmuz 1961 tarihli anayasa da başkomutanlığı kendisinden önceki iki anayasaya benzer biçimde düzenlemiştir. 1961 anayasasının 110. maddesi şöyledir:

“Başkomutanlık Türkiye büyük millet Meclisi’nin manevi varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur. Milli güvenliğin sağlanmasından ve silahlı kuvvetlerin savaşa hazırlanmasından TBMM’ne karşı Bakanlar Kurulu sorumludur.
Genelkurmay Başkanı barışta silahlı kuvvetlerin komutanıdır.” (9)

1982 Anayasası :

1982 anayasasında da başkomutanlık konusunda önceki anayasalara benzer düzenleme yapılmıştır.

“ Md117: Başkomutanlık ve Genelkurmay Başkanlığı: (8)

Başkomutanlık Türkiye büyük Milet Meclisi’nin manevi varlığından ayrılamaz ve cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur.
Milli güvenliğin sağlanmasından ve silahlı kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından TBMM’ne karşı Bakanlar Kurulu sorumludur.
Genelkurmay Başkanı silahlı kuvvetlerin komutanı olup, savaşta başkomutanlık görevini cumhurbaşkanı namına (adına) yerine getirir.
… Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan’a karşı sorumludur.” 10)

2017 anayasa Değişikliği :
2017 anayasa değişikliği ile “Bakanlar Kurulu” ve “Başbakan” yerine “Cumhurbaşkanı” ibaresi getirilmiş ve 117. madde şöyle olmuştur:

“…Milli güvenliğin sağlanmasından ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt savunmasına hazırlanmasından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı Cumhurbaşkanı sorumludur.”

Cumhurbaşkanı’nın TBMM’ne karşı sorumlu tutulması asıl başkomutanın kendisi değil, TBMM olmasının doğal sonucudur.

Değerlendirme:

Yürürlükteki anayasa dahil anayasalarımızın hiçbirinde Cumhurbaşkanı’nın başkomutan olduğuna ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Cumhurbaşkanı başkomutan değil, başkomutanlığın temsilcisidir. Bu da 1921 anayasasından kaynaklanmaktadır. Barışta Silahlı Kuvvetlerin komutanı olan Genelkurmay Başkanı, savaşta da başkomutanlık görevini yerine getirecektir.

  • Bu nedenle Cumhurbaşkanı’nın başkomutanlığı, simgesel olmanın ötesine geçmez.

Silahlı Kuvvetlerin yönetilmesi, / savaşın yönetimi bu konuda özel bir eğitim ve deneyim isteyen ağır bir görevdir. Bizim cumhurbaşkanlarımız ise (asker kökenliler dışında)
böyle bir eğitim ve deneyime sahip değillerdir. Cumhurbaşkanı olmak için 40 yaşını doldurmak, yükseköğrenim görmek ve milletvekili seçilme koşullarına sahip olmak yeterlidir (AY md.101).

Anayasa koyucu bunu düşünmüş olmalı ki, savaşta başkomutanlık görevini
Cumhurbaşkanı’na bırakmamış Genelkurmay Başkanı’na vermiştir.

Bir komutanın en önemli görevleri astlarının haklarını korumak, askerliğin ve Türk sancağının onurunu yüceltmektir. Başkomutanlığın gerektirdiği birikimi olmayan
mevcut Cumhurbaşkanı; FETÖ’nun düzmece davalarında astlarının haklarını korumamış, darbe girişiminden yararlanarak TSK’nın gücünü ve saygınlığını azaltan pek çok düzenlemeye imza atmıştır. (10)

Genelkurmay Başkanının başkomutanlık görevini (Cumhurbaşkanı adına) yerine getirmesi, savaş durumuna sınırlı kılınmıştır. Ancak 31 Temmuz 2016 tarihli 669 s. KHK ile Kuvvet Komutanlıkları Genelkurmay Başkanlığı’ndan ayrılarak Milli Savunma Bakanına bağlanmıştır. Genelkurmay Başkanı, barışta komuta edemediği, harbe
hazırlıklarını geliştirip denetleyemediği birlikleri savaşta sevk idare etmek durumunda bırakılmıştır. Anayasaya göre savaşta emir-komuta sorumluluğu olmayan Milli Savunma
Bakanı’na Kuvvet Komutanlıkları bağlanarak üst düzey emir-komuta ilişkileri karmaşık duruma getirilmiştir.

Savaşta Kuvvet Komutanlıklarını hangi komutan yönetecekse, aynı komutanın barıştan başlayarak o Kuvvetlere komuta etmesi, harbe hazırlıklarını geliştirmesi, denetlemesi
ve tanıması savaş ilkelerinden biri olan “komuta birliği ilkesi“nin gereğidir.

Sonuç :
1. Cumhurbaşkanı’nın başkomutan olduğu söyleminden vazgeçilmelidir.
2. Milli Savunma Bakanı komuta zincirinden çıkartılmalı, Kuvvet Komutanlıkları anayasaya uygun olarak Genelkurmay Başkanlığı’na bağlanmalıdır.

Sonuçlar :
1. Barış durumunda başkomutanlık söz konusu olamaz. Başkomutanlık savaşta yapılır.
2. Cumhurbaşkanı başkomutan değildir. Ancak asıl başkomutan olan TBMM’nin temsilcisidir. Bu temsilcilik de kurtuluş savaşı koşullarında hazırlanan 1921
anayasasından gelmektedir.
3. Başkomutan olduğunu iddia eden Cumhurbaşkanı, bu görevin gerektirdiği donanıma sahip değildir ve başkomutanlık görevlerinin gereğini yapamamaktadır.
4. KHK İle Kuvvet Komutanlıklarının Genelkurmay Başkanlığı’ndan ayrılıp M.S. Bakanı’na bağlanması, savaşta başkomutanlık görevini yerine getirecek olan Genelkurmay Başkanı’nın bu görevi gerektiği gibi yapmasını zorlaştırır.
5. Yürürlükteki anayasada var olan ve KHK ile daha da karmaşık duruma getirilen en üst düzeydeki emir-komuta sistemi, yapılabilecek bir anayasa değişikliğinde basit, akılcı, sade ve emir-komuta birliği harp ilkelerine ve TSK’nın geleneklerine uygun, anayasa ile uyumlu, yetki ve sorumlulukların açıkça belirleneceği biçimde yeniden düzenlenmelidir. Anayasaya göre emir-komuta yetkisi ve sorumluluğu bulunmayan Milli Savunma Bakanı
komuta zincirinden çıkartılmalıdır.

Bu, yaşamsal bir ulusal güvenlik sorunudur.

Kaynaklar
1 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1982cit 1, s.154.
2 a.g.e.
3 Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, YKY yay. İstanbul, 1998, s.248
4 Kili S, Gözübüyük Ş, a.g.e. s.91.
5 Lord Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Türkçesi Necdet Sender, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 25. Basım Haziran 2013, s.315
6 Lord Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Türkçesi Necdet Sender, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 25. Basım Haziran 2013, s.323.
7 KİNROS, a.g.e. syf.362
8 Kili S, Gözübüyük Ş, a.g.e. s.118.
9 a.g.e. s.203.
10 a.g.e. s.291

Türkiye’nin Efsane İsimleri-4: Prof. Dr. Ahmet Saltık

R. Bülend KIRMACI

R. BÜLEND KIRMACI

Türkiye’nin Efsane İsimleri-4: Prof. Dr. Ahmet Saltık

Türkiye’nin Efsane İsimleri-4: Prof. Dr. Ahmet Saltık

Ticari Hayat gazetemizde Türkiye’nin yetiştirdiği, alanında efsane adların yaşam ve çalışma verimini esas alarak derlediğim yazı dizisinin dördüncü konuğu, Prof. Dr. Ahmet Saltık.

Başlamadan, bu yazı dizisinin amacını bir kez daha yinelemekte yarar görüyorum. Türkiye gibi nüfusu oldukça genç ve “geçiş toplumunun özelliklerinin yaşandığı” (değerler karmaşası) bir ülkede özellikle yeni kuşaklara esin verebileceğini düşündüğümüz “adların” bu ortamda paylaşılması bence önemlidir. Bu yazımızın konuğu Ahmet Saltık da son derecede etkin bilimsel kariyerinin yanı sıra Atatürk devrim ve ilkelerine bağlılığı, toplumsal sorunların çözümüne duyarlığı ile gerçek idealist bir rol modeli oluşturmaktadır.

Yaşam Boyu Öğrenen ve Öğreten Hoca!

Ahmet Saltık, “ömür boyu öğrenmenin” bir örneğidir. İstanbul Tıp Fakültesini bitirdikten (1977) ve Halk Sağlığı Uzmanı olduktan (1981) yıllar sonra hem mesleğinde akademik basamakları hakkıyla tamamlamış hem de Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi-Mülkiye’yi ve ardından Ankara Hukuk Fakültesini de bitirerek tıp alanındaki uzmanlığına “sağlık hukuku” alanında tezli master yaparak zenginlik katmış bir akademisyendir. Bu niteliğiyle kendisi “disiplinlerarası” deneyimin bir temsilcisi olarak akademik eğitimini aldığı alanları da “disiplinlerarası yorumlama” derinliğine sahip ülkemizdeki ender insanlardan biridir Dr. Saltık.

Cumhuriyet’in Kazanımlarını İlerletmek

Ahmet Saltık, Cumhuriyet’in Birinci Basamak “koruyucu sağlık hizmetlerine” verdiği önemin toplumumuz ve ekonomimiz, dahası çalışma yaşamında üretkenliğimiz açısından değerini en iyi kavrayan ve savunan bir bilim insanıdır. O Cumhuriyet ki, salgın hastalıklarla başarıyla mücadele etmiş, Hıfzıssıhha Okulu ve Enstitüsü‘nü kurmuş, çocuklarını ve gençlerini aşı üretimiyle korumuş, köylere varıncaya dek sağlık hizmeti götürmüş bir Cumhuriyet’tir.

Bütün bunlar olurken de Türkiye’nin üst üste kalkınma hızında dünya rekorları kırması, denk bütçeler tutturması asla rastlantı değildir. Bu anlayıştan ayrılıp on yıllardır sözüm ona liberal ekonomi izlenerek “her şeyin satıldığı” ülkemizde, sağlık hizmetlerinin de paraya endekslenmesiyse dramatik bir sonuçtur. İşte Prof. Dr. Ahmet Saltık ve O’nun gibi düşünen değerli hekimler, sağlıkta kamuculuğu savunan ve sağlık hizmetlerinin gebelik öncesinden başlayarak yaşamın her aşamasında parasız olması düşüncesinde kararlılık sergilemiş insanlardır.

İlaç İthalinden “Hekim İhracına”

Gerçekten Türkiye yıllarca “ilaç ve tıbbi malzemeler ithal eden bir ülke” olmasının yanı sıra “yeni bir açılımla” “hekim ihraç eder –‘giderlerse gitsinler’-” noktasında bir ülke durumuna düşürülmüştür. Bu noktaya bir “Halk Sağlığı Uzmanı” hekim olarak “bir siyaset bilimci” olarak bir “sağlık hukuku” uzmanı olarak Ahmet Saltık’ın itiraz etmesinden daha doğal ne olabilir?

Prof. Dr. Saltık, sağlıkta ulusalcı, kamucu, halkçı bir siyasetin, ulusun tümünün esenliği için yaşamsal olduğu düşünüşünden asla ödün vermeyen bir akademisyendir. O’nun gibilerin düşünce yolundan gidilse, belki Türkiye bugün daha çok ilaç üretebilen, dahası patenti kendisinden kaynaklı ilaçları dünya ile paylaşabilen, yurt genelinde temel sağlık hizmetlerinin ulaşmadığı hiçbir beldesi kalmayan, insanların hastanelerin kapısını “Cebimde param, arkamda yakınım var mı” diye sormadan güvenle çalabildiği bir ülke olurdu.

Düşündüğü gibi Yaşayan Hekim Ahmet Saltık

1953’te Elazığ’da doğan, Van Atatürk Lisesini birincilikle bitiren, 1971’de Hacettepe Tıp Fakültesine giren Ahmet Saltık, 1981’de Halk Sağlığı Uzmanı olmuştur. 1981-82 arasında Elazığ Lepra (Cüzzam) Hastanesi Başhekimliği ve sonrasında Kocaeli Sağlık Müdür Yardımcılığı görevini üstlenen Dr. Saltık, 1986’da ABD Texas School of Public Health’te eğitim aldı. 1988’de Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’na yardımcı doçent olarak atandı ve bu Anabilim Dalını kurarak 16 yıl yönetti. Ekim 1990’da doçent, Ocak 1996’da profesör oldu. 4 yıl Türk Tabipleri Birliği (TTB) Yüksek Onur Kurulu Üyeliği yaptı (1992-96). Prof. Saltık, 2004-2020 arasında 16 yıl Ankara Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi olarak çalıştı. Hâlen Ankara Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak akademik yaşamını sürdürmektedir.

Toplumsal Örgütlenmeler ve Ahmet Saltık

Prof. Saltık mesleksel alanda etkili bir akademisyen olduğu ölçüde, toplumsal alanda da birçok kurumun kurucusu ve katılımcısıdır. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Edirne Şube Başkanlığını 1996-2000 arasında yürüten Dr. Saltık, hâlen genel merkez bilim kurulu başkan vekili olduğu aynı derneğin genel başkan vekilliğini de (2004-2006 yıllarında) üstlenmiştir. Ahmet Saltık, aynı zamanda Türk Anayasa Hukuku Derneği üyesi ve Türk Hukuk Kurumu Onur Kurulu üyesidir.

“Okuyan”, “Yazan”…“Konuşan Saltık”!

Ulusal ve uluslararası bilimsel ödüllerine ek olarak Dil Derneği 2021 Onur Ödülü ve
Atatürkçü Düşünce Derneği Sağlık-2021 Ödülü sahibi olan Prof. Dr. Ahmet Saltık, birçok akademisyenin ülke gerçekleri hakkında çaba gösterme şevk ve niyetlerinin günden güne azaldığı günümüzde; yıllardır bıkmadan, usanmadan, doğrultu tutarlılığı içinde, ülkemiz ve yerkürenin sağlık, ekonomi, üretim ve paylaşım sorunları, insan hak ve özgürlükleri üzerine kafa yoran, yazarak konuşarak düşüncelerini toplumla paylaşan bir aydındır (www.ahmetsaltik.net). Kendi deyimiyle,

  • Okumayı, yazmayı, tıp eğitimi vermeyi, Türk halkının hak ettiği eşit ve nitelikli sağlık hizmetlerine erişmesi ve yüce Atatürk’ün açtığı Aydınlanma yolunda sonsuza dek ilerlemesi için bilimsel akılcılıkla ve örgütlü çaba göstermeyi,
    yaşamının başlıca keyfi ve amacı” saymaktadır.

1996’dan bu yana yurt içi ve dışında 1915 Aydınlanma Konferansı vererek kırılması çok güç bir rekorun sahibidir.

Uzmanlık alanında 338 bilimsel yayın sahibidir.
Ankara ve Atılım Hukuk Fakültelerinde Türkçe-İngilizce Sağlık Hukuku dersleri vermekte ve

Sağlık Hukuku davalarında yetkili bilirkişi olarak uzman görüşü/mütalaası yazmakta olan Prof. Saltık,

özellikle gençlerin örnek alabileceği gerçek “halkçı bir hekim” olarak yaşam ve akademik kariyer çizgisiyle saygıyı fazlasıyla hak etmektedir. (Cumhuriyet gazetesi köşe yazarıdır.)

Yazarın Diğer Yazıları

==============================================

Okuyucularımıza                               :

Saygın dostumuz, “insancıl sol” web sitesinde yıllarca birlikte yazılar yazdığımız, politik savaşımlar verdiğimiz… gerçek bir yurtsever olan Sn. Bülend R. Kırmacı, epey zamandır “Ticari Hayat” gazetesine çok önemli irdelemeler içeren makaleler yazmakta. Geçtiğimiz haftalarda bize bir tasarımından söz etti. Kendince, son yıllarda ülkemize alanlarında en çok katkısı olan 5 (beş) insanımıza derin bir “vefa borcu” duymaktaydı. Onların “kavgalarını” yazacaktı. Tıp alanında da bizi “ilk 5’e” yaraşır bulmuştu ve bu amaçla bizden “izin istedi (!?).. Değerbilirliği için şükran doluyuz. Bu gün sıra bize gelmiş..

  • Nemiz varsa “Mustafa Kemal ATATÜRK” ün mazlum Cumhuriyetine borçluyuz.

Ve o “namus borcu” öylesine bir borç ki, öde öde, son nefese dek “ödenesi değil“!

Gelişmekte olan yarı sömürge bir ülkede “aydın olma çabası“, hep benzetilir, ateşten gömlektir. İnanınız hiç abartılı değil, hatta eksik bile. “AYDINLANMA” çok acılı – yakıcı bir tarihsel süreç.

  • Bu yolda “vefalı dostlarımız”, gönlümüzde açan devrim çiçekleridir!

Sevgi, saygı ve engin şükran ile. 02 Kasım 2023

Dr. Ahmet SALTIK

ÇARŞAMBA İĞNELERİ : 1 Kasım 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

YARDIM

Cumhurbaşkanı RTE imzasıyla Somali’ye 30 milyon dolarlık yeni hibe sağlandı.

Dışardan para dilen, emekline yardımı kısıtla, vatandaşa vergiyi yükle, dışarıya hava at.

Halktan çalarak itibar!..
(A. Saltık : 30 milyon $ X 28,3 TL = 849 milyon TL (01 Kasım 2023)
849 milyon TL / 5 bin TL = 169 800 emekliye daha 5’er bin TL “RTE ulufesi” dağıtılabilirdi..
KYK yurtlarında asgari bakım yapılır, gencecik evlatlarımız asansör cinayetine kurban olmazdı!?)

VİZYON

AKP Sözcüsü Ömer Çelik, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Orta Doğu ziyaretlerine ilişkin olarak, “Bölge turu yaparken Türkiye gibi ağırlık merkezine uğramaması ortaya koyduğu faaliyetin ne kadar vizyonsuz olduğunu göstermiştir.” dedi.

AKP vizyonunun ülkenin saygınlığını getirdiği nokta…

İMAM

İslam Ünv. mezunu Katar Büyükelçisi Mustafa Göksu, düğün düğün gezerken Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal etti.

Külliye imamına uymuş…

YETMEZ

RTE, ”Nüfusumuzun 85 milyon olması yeterli değil. Çok daha yüksek bir nüfusa ihtiyacımız var.” dedi.

Sığınmacı kabulüne bahane hazırlanıyor.

Din kıskacında aklını unuttuktan sonra 185 milyon olsa ne yazar!..
(AS: Ülkede kaç milyon AÇ İNSAN var??)

NARKOZ

AKP Gaziantep milletvekili Ali Şahin, kaleye Filistin bayrağı asılmasına tepki gösterenler için,”100 yıllık narkoz uykusundan uyandırmaya çalışıyorum” dedi. Sonra, gizli Sykes-Picot Andlaşmasını kastettiğini söyledi. Kıvırtamadı.

Ümmetçilik narkozundan uyansa dünyayı anlayacak…

YUMURTLAMA

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı son klibinde, Cumhuriyetimizin 80 yılını başarısız, salt AKP dönemini başarılı gösterdi.

Altun, bu kez altın yumurtlayamamış…

DİYANET

DİB’lığının bayram haftası hutbesinde “Cumhuriyetimiz” denirken önceki milli günlerde olduğu gibi yine Atatürk adı anılmadı.

Eyyy Erbaş; o Cumhuriyet, Atatürk’ün emanet ettiği Türk gençliğinin… (AS: Yuh olsun!)

AYRIMCI

AKP Ankara milletvekili Zehranur Aydemir, askeri geçit fotoğraflarını paylaşarak “Siz zumba ve valslerle oyalanırken biz buradan devam” diyerek ulusu ayrıştırıcı dil kullandı.

Milletin vekili mi?..
(AS: TSK’yı “majestelerinin Ordusu yaptık” demeye getiriyor kendince..)

SON SÖZ TV konuşmamız : HARF DEVRİMİ 95 YAŞINDA!

Dostlar,

Bu akşam 17:00’de SON SÖZ TV‘den Sn. Ebru Güngör‘ün konuğu olduk.

Bize, 95. yılında HARF DEVRİMİ‘mizi sordu program sahibi Sayın Güngör.
1 Kasım 1922.. 1 Kasım 2023
Bildiklerimizi paylaştık.
Kendisine ve SON SÖZ TV‘ye şükranlarımızı sunuyoruz yurtsever bilinçleri, yayıncılık anlayışları ve bizi konuk ettikleri için..

Bir de 1 Kasım 1922 tarihi var.. çok kritik bir tarihsel kırılma günü.
Birkaç tümce ile ona da değindik.
30 Ağustos 1922 büyük utkusunun ardından Mudanya Ateşkesi (11.10.1922) ve Lozan barış görüşmelerine 1. BMM Hükümeti yanı sıra Osmanlı Padişahlığı (hain Vahdettin!) de çağrılınca, film kopar. Kurtuluş savaşını baltalayan, M. Kemal Paşa için idam fermanı veren, Yunan işgalini “hayırlı” niteleyen… daha geride 10 Ağustos 1920’de Sevr Andlaşmasını kabul eden (ki 1. BMM bu Andlaşmayı tanımamış ve imza koyanları lanetlemişti!).. Saltanat nasıl muhatap / taraf olurdu bu görüşmelerde!?
1. Meclis 1 Kasım 1922’de Saltanatı kaldırarak Batı’nın oyununu köktenci biçimde bozdu ve 1299’da kurulan Osmanlı devleti resmen bu tarihte tarihe karıştı. İki hafta sonra ise, son Padişah Vahdettin, İstanbul’daki işgal güçleri komutanına bir dilekçe vererek İngiltere’ye sığınma istedi can güvenliğinin kalmadığı gerekçesiyle. 17 Kasım 1922’de, İngiliz Kraliyet donanmasın zırhlısı Malaya ile ülkesini terk etti..
***
HARF DEVRİMİ için özetle şunları kaydettik :

1 Kasım 1928’de gerçekleşen Harf Devriminin amacı, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimden kısa bir süre önce yapmış olduğu şu açıklamada açıkça belirtilmektedir:

  • ‘’Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz.
    Bizim güzel, ahenkli, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan bu yana kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak anlaşılmayan
    ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bu lüzumu anlamak mecburiyetindeyiz. Lisanımızı muhakkak bir surette anlamak istiyoruz.
    Bu yeni harflerle behemehâl pek çabuk bir zamanda mükemmel bir surette anlayacağız.’’

LATİN ALFABESİNE GEÇİŞİN NEDENLERİ

  • Arap abecesinin (alfabesinin) Türkçe’ye uygun olmaması.
  • Arap abecesinin (alfabesinin) okuma ve yazılmasında zorluklar.
  • Avrupa ile ilişkileri kolaylaştırmak ve geliştirmek.
  • Sovyet Rusya (SSCB) bünyesinde bulunan Türk devletlerinin Latin abecesi kullanması ve Türkiye’nin bu kardeş devletlerle yakınlaşma planı.
  • Latin abecesi dışında daha iyi bir seçeneğin olmayışı.
  • Arap abecesi harflerinin Türkçe sesleri tam olarak karşılayamaması…………….
    …………………………

İzlemek için lütfen tıklayınız… (29,5 dk.)

https://youtu.be/ifGBRbkfNxw

Twitter : https://x.com/profsaltik/status/1719788234656358908?s=20

Sevgi ve saygı ile. 01 Kasım 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

 

Cumhuriyetin ikinci yüz yılına açık alınla çıkabiliyor muyuz?

Doç. Dr. İhsan TAYHANİ
Cumhuriyet Tarihçisi
28 Ekim 2023, Bağlıköy – Lefke / KKTC

Cumhuriyetin ikinci yüz yılına açık alınla çıkabiliyor muyuz?

Cumhuriyet, düşünceli, bilgili, kültürlü, sağlıklı ve yüksek karakterli koruyucular ister.” (Mustafa Kemal ATATÜRK/ 25.07.1924)

Cumhuriyetin onuncu yıl dönümü nedeniyle Giresun mebusu Hakkı Tarık Bey ve dört arkadaşı, TBMM’ye bir yasa önergesi vererek kapsamlı bir kutlama programı yapılması isteminde bulunurlar. Verilen önerge, Meclis görüşmeleri sonunda 11 Haziran 1933’te kabul edilir ve 26 Haziran 1933 tarihli Resmi Gazetede yayımlanır. Anılan yasa; “Cumhuriyetin onuncu yıl dönümünün üç gün boyunca kutlanacağı, bu sürede resmi dairelerin tatil olacağı, kutlama işlerini düzenlemek üzere merkezde Başvekâlete (Başbakanlık) bağlı bir yüksek Kurul, vilayetlerde komite ve heyetlerin oluşturulacağı ve bu örgütlenmenin haberleşmesinin ücretsiz yapılacağı” yolundaki pek çok çalışma alanını kapsar.

Öngörülen komisyon çalışmaları sırasında; “Cumhuriyetin on yıllık başarılarına sevinen ve devrimin heyacanıyla coşan gönüllere, bu sevinci hep bir ağızdan haykırma olanağı verecek” bir marşın hazırlanması düşüncesi de genel kabul görür ve dönemin birkaç şairine bir “marş güftesi” hazırlama görevi verilir. Böylece ortaklaşa güftesi, Faruk Nafiz Çamlıbel ile Behçet Kemal Çağlar’a, bestesi ise Cemal Reşit Rey’e ait olan olağanüstü güzellikteki “Onuncu Yıl Marşı” kabul görür.[1]

“Çıktık açık alınla on yılda her savaştan; On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan” gibi gerçekçi ve gurur aşılayan dizelerle başlayan onuncu yıl marşındaki; “Türküz: Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi” ve “Bir hızda kötülüğü geriliği boğarız” ya da “Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız” şeklinde, gelecek kuşaklara kararlılık aşılayan ve özgörev yükleyen dizelere özellikle dikkat edilmeli ve bir söylem çözümlemesi yapılmalıdır.

Atatürk’ün Türk ulusuna emanet ettiği en büyük eseri Cumhuriyetin, ikinci yüzyılına ulaşmış bulunuyoruz. Bir devletin, onuncu yıl benzeri katlamalı yıl dönümleri kuşkusuz önemlidir. Hele bu devlet, 620 yıllık bir monarşiden sonra büyük bir devrimle erişilmiş, laik-demokratik bir Cumhuriyetin yüzüncü yıldönümü ise çok daha önemlidir ve önemli olmalıdır. Ne ki, anayasa izin vermese de yasaları kişilere uydurarak iktidarda tutulan, Cumhuriyetle, Cumhuriyetin kazanımları ile kavgalı, tek kişiye indirgenmiş bugünkü siyasal iradenin – son yirmi yılda olduğu gibi – söz konusu öneme ilişkin herhangi bir kaygısı yoktur. Önemli günlerdeki anma ve / veya kutlamalardan kaçınmak için şimdiye değin yaratılan sıradan gerekçelere, şimdi bir yenisi eklenmiş ve 7 Ekim’de başlayan kanlı Gazze-İsrail Savaşı, Cumhuriyetin yüzüncü yıldönümü kutlamalarından kaçışın başka bir gerekçesi yapılmıştır.

Durum bu iken, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı sayfasındaki yüzüncü yıl sekmesine bakıldığında; Atatürk’ün adının geçirilmediği, Cumhuriyetin niteliklerine değinmeyen, aksine Türkiye Yüzyılı temasının (mottosunun) öne çıkarıldığı, yüz yıllık Cumhuriyetin yalnızca son yirmi yılına vurgu yapan, ayrıca cumhurbaşkanına özgü bir serginin açılacağını bildiren açıklamalara yer verildiği ve iktidarın düşünsel yapısını yansıtan kimi olası etkinliklerin düzenlenmiş olduğu görülüyor.

Eğer İletişim Başkanlığı internet sayfasında yer alan söz konusu duyurularda Cumhuriyetimizin, akla ve bilime dayalı olup dogmatik hiçbir dinsel, ırksal ya da siyasal ideolojiye dayanmadığı, Cumhuriyetin ana niteliğinin laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olduğu, ülke sınırları içinde yaşayan herkesi kucaklayan, birleştirici, toparlayıcı, vatan sevgisini önde tutan bir ulusalcılığın (milliyetçiliğin) benimsendiği, katılımcı, gerçek bir demokrasinin savunulduğu vurgulanıp; Cumhuriyetin kuruluş felsefesine bağlılıktan ve kurucu babaya saygıdan söz edilmiyor ve arkasında durulmuyorsa, o Cumhuriyet, kuruluş felsefesinden koparılmış demektir.

Zaten Cumhuriyetimizin nereye doğru evrildiğini görmek için, yüz yüze kaldığımız kimi toplumsal, ekinsel (kültürel) ve siyasal yozlaşma  ve özden uzaklaşma örneklerine bakmak yeterlidir.

Büyük Atatürk henüz Cumhuriyeti ilan etmeden, 1922 yılında, ‘Ulusumuzun bugünkü yönetimi, gerçek niteliğiyle bir halk hükümetidir.[2] demiştir. Bugün olduğu gibi “Devlet benim” diyenler de çıkabilir, ancak bu, Cumhuriyetin gerçek sahibinin -Atatürk’ün söylemiyle- tüm halk olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu nedenledir ki; Cumhuriyetin yüzüncü yıl coşkusu, Cumhuriyet kazanımlarının ayırdında olan toplumun en azından yarısını haftalardır sarıp sarmalamış bulunuyor. Yönetim erkini elinde bulunduranlar, tarihin belleğine bir bir kaydettiği tutum ve davranışlarını sürdüredursunlar, kendi Cumhuriyetine sahip çıkan halk, bayraklarını astı, caddeler ve meydanlardaki anlamlı etkinliklere katıldı ve katılıyor, yüzüncü yıla ulaşmanın olanca coşkusu ile Cumhuriyetini kutluyor ve bundan sonra da kutlayacak.

Ne var ki, yalnız kutlamak yetmiyor! Özellikle bölgesinde ayrıcalıklı bir yeri olan Atatürk Cumhuriyeti’ni korumak da gerekir! Gerçekte şimdiye değin korumak gerekirdi! İşte bize göre, bir türlü anlaşılmayan ve görmezden gelinen yakıcı sorun budur! Söz söyleyerek, bildiri imzalayıp yayımlayarak, toplantılara ve söyleşilere katılarak veya yazıp çizerek Cumhuriyete yeterince sahip çıkılamıyor! Belki kaygılar öteleniyor, dolayısıyla vicdanlar bir parça rahatlatılıyor. Ancak bir yere varılamıyor, sonuç alınamıyor ve aşınma önlenemiyor! Cumhuriyetin tuğlaları birer birer yerlerinden sökülüyor -acıdır ki- laiklik ve ulusalcılık (milliyetçilik) gibi taşıyıcı kolonları yavaş yavaş kesiliyor!

Atatürkçü, Cumhuriyetçi pek çok saygın kişinin dillendirdiği, kuşkusuz bizim de katıldığımız; “Cumhuriyet güçlüdür, yıkılmaz” diye geliştirilen bir söylem var. Atatürk’ün de altını çizdiği doğru bir savdır. Cumhuriyetimizin temelleri sağlam atıldığı için yıkıl(a)maz! Ancak günümüzdeki bu yaklaşımın, psikolojide yeri olan “insanın kendinden kaçışı” kuramı uyarınca sergilendiğine ilişkin bir kaygımızın olduğunu da söylemeliyiz. Büyük kopuşların ve onulmaz siyasal yanlışların arasından geçerek bugünlere geldiğimiz unutulmamalıdır. Savunma tepkisinin (refleksinin) yitirildiği, Cumhuriyeti kollama odaklarının (mevzilerinin) birer birer yitirildiği, bir geri çekilme sürecine girildiği, temel kurum ve kuruluşlardaki aşınmanın giderek ivme kazandığı nasıl görmezden gelinir?

Onuncu Yıl Marşı’nda öğüt niteliğinde yer alan dizeler bağlamında; “göğsümüzü Cumhuriyetin siperi” yapamadığımızı, “kötülüğü, geriliği boğamadığımızı” ve -şimdilik kaydıyla- “karanlıkların üzerine güneş gibi doğamadığımızı” da kabul etmek durumundayız. Bu kabul, yenilginin veya umutsuzluğun körükleyicisi değil, aksine umudun ve Atatürk Cumhuriyetine yeniden kavuşmanın itici gücü olacaktır.

Cumhuriyetimizin mimarı Büyük Atatürk ile Cumhuriyetin harcını karan O’nun yol arkadaşlarına sonsuz gönül borcumuzu sunuyor, onları saygı ile anıyoruz. Varlık nedenimiz Cumhuriyetimizin, daha nice yüz yıllara akmasını diliyor ve Türk ulusunun bu en büyük bayram coşkusunu yürekten paylaşıyoruz.

[1] Geniş Bilgi için bkz. Hülya Toker, “10. Yıl Marşı”, Atatürk Ansiklopedisi, https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/ (Erişim: 26. 10. 2023)
[2] Atatürk (3.1.1922), A.S.D. II, TTK, 1959, Ankara, s. 28

ADD Erdek Şubesi Konferansımız…

Dostlar,

29 Ekim 2023 günü Erdek ADD Şubesinde çağrılı konuşmacı idik. Konu şöyle idi :

  • Türkiye Cumhuriyeti 100 Yaşında : Dünya Uygarlığı İçin Büyük Kazanımdır. 

Sabah 09:00 otobüsü ile yola koyulduk. 16:20’de Bandırma’dan Şube Başkanımız Sn. Berrin Atasoy ve eşi Cezmi bey bizi aldılar ve saat 17:00’de Erdek’te konferansımıza başladık. 1996’dan bu yana (ADD Edirne Şb. Bşk. seçilmemiz), 27 yılda yurt içi ve dışı toplam 1914. Aydınlanma konferansımızı vermiş olduk.

ADD Genel Başkanı Sn. Dr. M. Hüsnü Bozkurt‘un selam ve kutlama dileklerini ilettik. 28 Ekim 2023 günü Ankara’da, ADD öncülüğünde yapılan görkemli kutlamadan söz ettik.

Deniz kıyısında bir kafenin kapalı bölümünde, hazırladığımız 53 yansıyı perdeye yansıtarak sunumumuzu yaptık.

Çok ilgili bir kitle idi ve kafe dolu idi. Yaklaşık 1,5 saat boyunca yansı içeriklerini açarak ve geçmişten – güncelden örneklerle birbirine bağlayarak aktardık.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bizler için önemi ve anlamı ortada. Ancak Kurtuluş Savaşımız dünyaya, mazlum sömürge uluslara da örnek oldu. Dolayısıyla Dünya uygarlığı için de büyük kazanım.

İlk yüzyılı tamamlayıp 2. yüzyıla geçerken sorunlarımızı, nasıl aşabileceğimizi de vurguladık. Özellikle UNESCO‘nun Atatürk‘ün 100. doğum yılı 1981 için kabul ettiği (156 ülke oyu ile!) armağan karar metni çok değerliydi. Aşağıda, yinelemeyelim, yaygın paylaşılsın lütfen.

Çokça fotoğraflar çekildi, hızla yenen bir akşam yemeğinin ardından gene otobüsle döndük.
Sabah 06:00’ya yakın evde idik ve birkaç saat sonra işimizin başındaydık.

Konferans eşzamanlı olarak INSTAGRAM ortamında canlı yayınlandı, izlemek için tıklayınız.

https://www.instagram.com/reel/Cy_REhEthVs/?igshid=NjZiM2M3MzIxNA==

Yansıları pdf olarak görmek için tıklayınız (53 yansı, 6 MB) :

Erdek Konf. 29.10.23

ADD Erdek Şubemizi, başarılı ve özverili düzenlemeleri nedeniyle Başkan Sn. Berrin Atasoy‘un kişiliğinde kutluyoruz. Coşku ile katılanlara da, ev sahibi kafe sahibi ve emekçilerine de çok teşekkür ederiz.

  • Atatürk, gururla, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” buyurdu.
  • Bu güvenç, emanet ve öngörü asla boşa çıkarılmamalı, tüm gerekleri yapılmalıdır; yapılacaktır, yapılmaktadır. Ulus, iktidara karşın Cumhuriyete-Atatürk’e coşku ve kararlılıkla sahip çıkmaktadır.
  • 2. yy’da geldiğimiz kritik aşamada, Yeniden Kuvvay-ı Milliye” tek seçenektir.
  • Cumhuriyetimizi yine Ulusumuzun azim ve kararlılığı koruyacak ve kollayacaktır.
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yaşı kutlu ve mutlu olsun; şan ve şerefle yaşasın!
  • Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın Cumhuriyet!
  • Yaşatacağız, yaşatacağız, yaşatacağız!!!

Sevgi ve saygı ile. 31 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
ADD Bilim Kurulu Başkan V.
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Not : Bu dosya ADD Genel Merkez web sitesinde de “Makaleler” bölümünde yayınlanmıştır; Prof.-Dr.-Ahmet-Saltik.pdf (add.org.tr)

100 yıl geride olmak

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
30 Ekim 2023, Cumhuriyet

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılında, cumhuriyetin ne anlama geldiğini bilen kaç kişi vardır acaba?

İnsanlar “cumhuriyet” sözcüğünü duyduklarında veya telaffuz ettiklerinde, zihinlerinde canlanan şey nedir?

Örneğin, kendileri için bir yaşam alanı mı, bir mekân mı, etrafı sınırlarla çevrili bir toprak parçası mı geliyor akıllarına? Bununla birlikte bir de bayrak mı geliyor akıllarına?

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk hakkında insanlar neleri biliyorlar? Mavi gözlü bir insan, savaşta vatanı kurtaran kahraman bir asker, baloda dans eden birisi mi geliyor akıllarına?

Aydınlanmanın ne anlama geldiğini ve Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerinin neler olduğunu; Cumhuriyetin kurucu ilkelerinin neler olduğunu ve bu ilkelerin ne anlama geldiğini kaç kişi biliyor?

Bırakın vatandaşları, vatandaşları eğitmekle görevli öğretmenlerin kaçı bunları biliyor? Halka örnek olmakla yükümlü siyasetçilerin kaçı bunları biliyor? Ülkeyi yönetmekle sorumlu kaç kişi bunları biliyor?
***
Cumhuriyetin, halkın egemenliğine dayalı bir yönetim biçimi olduğunu; cumhuriyet ile demokrasinin aynı şey olduğunu; halkın egemen olabilmesi için monarşinin, teokrasinin, oligarşinin, ümmetçiliğin, kapitalizmin ve emperyalizmin yıkılması gerektiğini kaç kişi biliyor?

Bunların Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Ulusçuluk ve Devrimcilik ilkeleriyle, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin Altı Ok”u ile yıkılabileceğini, kaç siyasetçi, akademisyen, eğitimci, yazar, gazeteci, medya üyesi biliyor?

Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni neden kurdu? Saltanatı ve halifeliği neden kaldırdı? Cumhuriyeti neden kurdu? Öğretim Birliği Yasası’nı ve Medeni Kanun’u neden çıkardı? Kadınlara neden seçme ve seçilme hakkını tanıdı? Din konusunu neden vatandaşın özgür iradesine bıraktı? Bilim, sanat, felsefe, eğitim alanında neden devrimler yaptı? Laiklik ilkesini neden bir anayasa maddesi haline getirdi?

Bunların yanıtlarını ve uygarlık tarihi bağlamında bu devrimlerin önemini kaç kişi biliyor?

Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerinin John Locke, Jean-Jacques Rousseau, Denis Diderot, Paul D’Holbach, François Arouet, Charles-Louis Montesquieu, David Hume, Immanuel Kant, Auguste Comte gibi filozofların kuramlarıyla bağlantısını kaç kişi biliyor?

Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerinin, 1776 Amerikan Devrimi, 1789 Fransız Devrimi ve 1917 Rus Devrimiyle bağlantılarını ve kesişme noktalarını kaç kişi biliyor?

Atatürk’ün, hem Kurtuluş Savaşı sırasında hem de Cumhuriyet kurulduktan sonra, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği-SSCB ile yakın işbirliğini kaç kişi biliyor? Atatürk’ün Vladimir Lenin’e ve Lenin’in Atatürk’e yazdığı mektupları kaç kişi okumuştur?
***
Atatürk’ün En gerçek kılavuz bilimdir sözü ne anlama gelmektedir? Atatürk neden bir eğitim ve kültür devrimi gerçekleştirmiştir? Türk Dil Kurumu’nu ve Türk Tarih Kurumu’nu neden kurmuştur? Bunları kaç kişi biliyor?

Atatürk eğitimde, sağlıkta, tarımda, sanayide, ulaşımda, iletişimde, ekonomide neden devletçi ve kamucu bir siyaset yürütmüştür? Atatürk neden toprak reformunu gerçekleştirmiştir? (AS: Bu 1929 reform yasası beklenen amaca ulaşmamıştır; toprak reformu yapılmış sayılamaz..)  Bunları kaç kişi biliyor?

Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’ndan farklı olarak, neden yayılmacı ve emperyalist bir dış politika izlememiştir? Atatürk, Osmanlı’daki monarşik, feodal ve teokratik yapıyı neden sert biçimde eleştirmiştir? Bugün bunları kaç kişi biliyor?

Aradan 100 yıl geçtiği halde bütün bu soruların yanıtlarını çok az kişi biliyorsa, bu durum, Türkiye’nin 100. yılında, 100 yıl geride olduğu anlamına gelmektedir.
==========================================
Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

VAZGEÇMEYEN, VAZGEÇİLMEYEN BİR CUMHURİYETÇİNİN PORTRESİ : MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Dostlar,

Bu gün, 28 Ekim 2023 günü, kısa adı “Yüksek Ticaretliler Derneği” olan dostlarımızın örgütünde bir “İkili Konferans” verdik.

Onur Üyesi kabul edildiğimiz bu Derneğin Sn. Başkanı Davut Özdemir, Prof. Dr. D. Ali Ercan ve bizden, Cumhuriyetimizin 100. yılı anısına böylesi bir etkinlik istediler. Belirledikleri konu,

  • “VAZGEÇMEYEN, VAZGEÇİLMEYEN BİR CUMHURİYETÇİNİN PORTRESİ : MUSTAFA KEMAL ATATÜRK” idi.

Oturumu Dr. Taner Şahin yönettiler. Biz de aşağıdaki pdf dosyasında sunduğumuz yansılarla sunumumuzu yaptık (50 yansı, 5,33 MB)

Vazgeçilemeyen ATATÜRK 28.10.23

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile. 28 Ekim 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Cumhuriyet ‘kurtarılabilir’ mi?

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset  28.10.2023, BİRGÜN

Cumhuriyet’in nitelikleri üç katmanlı bir anayasal yazım tarzını yansıtmakta:

-Ana üçlü; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti.

-İkinci halka, ana üçlüyü belirleyen özellikler: insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanma.

-Üçüncüsü, ilk iki halkanın ortam ve koşullarına ilişkin: toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı.

Bunları somutlaştırdıktan sonra md. 2’nin ne ölçüde saygı gördüğünü uygulama bakımından test edip, 2. Yüzyıla dönük çözüm önerileri sıralanacak.

NİTELİKLER

Demokratik devlet, Yasama ve Yürütmenin seçimler yoluyla belirlendiği devlet değil yalnızca. Yerel yönetimler ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile üniversiteler de bu özellikte. Hepsi için altyapı niteliğindeki demokratik toplum ise kişi güvenliği ve özgürlüğü, düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne saygıyı gerekli kılar.

  • Laiklik din, inanç ve vicdan özgürlüğünün güvence altına alınmasını gerekli kılar;
    dinin siyasete alet edilmesini yasaklar; devlet, bütün din ve inançlara eşit davranır.

Sosyal, “insan haysiyetine yaraşır bir yaşam” için, Devletin fırsat ve olanak eşitliğini sağlayıcı, hak ve özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırma yükümlülüğü öngörür.

ÖZELLİKLER

İnsan haklarına saygı: “İnsan haklarına saygılı Devlet”, “insan haklarına dayanan Cumhuriyet” yazımı sonucu (2001) insan hakları, devletin varlık nedenine dönüştü.

Atatürk milliyetçiliği: Akıl ve bilim ışığında belirlenen ulus ve yurtseverlik.

-Başlangıçta belirtilen temel ilkeler: Anayasa bütününü esinleyen Devlet örgütlenmesine ve kişi özgürlüklerine ilişkin ilkeler olup, 1995 ve 2001 Anayasa değişikliklerinde ırkçılık çağrışımı yapan öğeler kısmen ayıklandı.

İLKE ve DEĞERLER

Toplumun huzuru: İnsan haysiyeti ile bağdaşır asgari yaşam gerekleri, toplumsal huzurun öncülü. Huzur, yaşam kalitesi ve gelir bakımından büyük dengesizliklerinin bulunmadığı toplumsal yapıda sağlanır.

Milli dayanışma, kederde ve kıvançta ortak bir gelecek için paylaşılabilecek duygu ve düşüncelere sahip olunması ölçüsünde sağlanır.

Adalet, mahkeme önünde adalet, toplumsal adalet ve çevresel / ülkesel adalet biçiminde geniş yelpazelidir.

Nitelikler, özellikler ve değerler, toplumsal, siyasal ve hukuksal öğelerle Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal düzlemde tasarlanma tarzı (biçimi) olarak ileriye açıktır.

UYGULAMA: 100. Yılında Türkiye devleti, -ülkesi, toplumu ve yurttaşları ile- Cumhuriyet’in niteliklerinin neresinde yer alıyor?  Anayasa madde 2 ne ölçüde saygı görüyor, uygulanıyor ve gerekleri yerine getiriliyor? Şimdi kısaca buna bakalım:

1.- Anayasal düzlem: Önce, madde 2 üzerine siyaset ve hukukun karşılıklı rövanşı:

-2008: AKP’nin yaptığı türban için Anayasa değişikliği, Anayasa Mahkemesi’nce madde 2’ye aykırılık gerekçesi ile iptal edildi.

-2017: AKP-MHP, Anayasa değişikliğinde madde 2’ye dokunmadı, ama özünü boşalttı.

  • Bu nedenle Cumhuriyet’in 100. yılında ‘ikili anayasal düzen’ geçerli:

-Madde 2 ile uyumlu hak ve özgürlükler düzeni.

-Madde 2 ile bağdaşmayan Cumhuriyet’in temel kurumlarının yapılanma tarzı.

2.- Yasalar: Madde 2 gereklerine aykırı yasalar hep yürürlükte oldu; ama bunlar, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) döneminde zirve (tepe) yaptı. Öyle ki kimi yasalar, bir değil, sayılan 9 öğenin birçoğuna aykırı. Kur Korumalı Mevduat örneği, sosyal ve laik devlet özelliği, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı başta gelmek üzere, Cumhuriyet ile bağdaşmaz.

 3.- Keyfi ve yasakçı uygulama: Kamu makamları, Anayasa’ya aykırılıklar içeren ama yine de yurttaşlar için asgari güvenceler öngören yasalar yokmuş gibi keyfi ve yasakçı uygulamaları yaygınlaştırmış bulunuyor.

4.- Nefret söylemi: Özellikle yönetici konumda olan ve sözleri ile toplumu etkileme gücü bulunan kişilerin söylemleri, Cumhuriyet üçlüsüne tümüyle yabancı: ”dindar ve kindar nesil” söyleminden “illet ve zillet ittifakı” nakaratına dek, -terör ve ihanet yaftası dahil- kendinden olmayanı ötekileştiren ve hedef gösteren süreklilik taşıyan öfke yüklü ifadeler.

5.-Sansür: Cumhuriyet’i çürütme eşiğine sürükleyen keyfi yönetim, kamu yöneticilerinin de bulaştığı “pislikleri” örtmek ve gerçekleri öğrenme hakkını bile engellemek için Saray ve çevresi,  yasama ve yargıyı da kullanıyor.

 6.- Hukuk dışı alanlar: Hükümet yokluğu, siyasal sorumsuzluk ve yaptırımsızlık, hukuk dışı alanları genişletti.

7.- Bellek tahribi: Anayasal ve siyasal yıkımın ardından, tarihsel, kültürel ve doğal dokuyu yok etme  seferberliği hiç hız kesmedi: havaalanından hastanelere, tarihsel eserlerden doğal mekanlara bozucu ve yok edici işlemler ve eylemler dizisi, Cumhuriyet dönemi toplumsal belleği de silmeye yöneliyor.

 ÖNERİLER: 100. yıl önce, Kurtuluş ve Kuruluş süreci eşzamanlılığı ile gerçekleştirilen kurumlar ve kurallar, 21. Yüzyıl gerekleri ışığında yeniden nasıl kazanılabilir?

1.- Anayasa: Cumhuriyet’in niteliklerini benimseyenler için, içi boşaltılmış olsa da madde 2, belirleyici itici güç. Bu bilinçle Anayasal geleceğe bakmak gerek.

2.- Demokratik toplum: Anayasal hak ve özgürlükler sahiplenilmeli ve kararlılıkla savunulmalı.

3.- Nitelikli ülke: Anayasa, ekosistemi koruyucu yönde okunmalı ve uygulanmalı.

4.-  Demokratik Cumhuriyet: Düşünce-hukuk-eylem üçlüsünde savunulmalı.

5.-  Doğru bilgi: Cumhuriyet’in kazanımları ve eksikleri üzerine, Devlet yönetimindeki çürüme ve toplumun karşı karşıya bulunduğu sorunlar üzerine hep doğru bilgi ağı genişletilmeli.

6.- Meşruluk ve kanıksama sorunu: PBDBY’yi asla kanıksamadan, Cumhuriyet’in niteliklerini, demokrasi dışı 2017 kurgusunu aşmanın kaldıracı olarak kullanmada amaç ve araç tutarlılığı sürekli gözetilmeli.

7.- Siyasal münavebe:  Siyasal partiler, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum örgütleri ve tüm toplumsal kesimler, “mutlak çürümeye” karşı, -Anayasa değişikliği dahil- seçenekler önerme sürecine zaman yitirmeden başlamalı, iktidarın eldeğiştirme yolunu tıkayan düzenleme ve uygulamalara sürekli ve kararlı biçimde karşı çıkmalı.

8.- Toplumsal seferberlik: İleriye götürülmeye açık ‘nitelikler/özellikler ve değerler’ olarak Cumhuriyet ortak paydasının asgari gerekleri, yurtseverlerce toplumsal sahiplenmeye dönüştürülebildiği ölçüde, 2. Yüzyılında ‘iç hasımlarına karşı’ kurtuluş umudu doğar.

Kutlu olsun!