Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi (AYM) kararına uymama ve üstelik AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunma kararı, Anayasal düzeni sorgulamanın hayli ötesine geçti. Bu yazının öncelikli amacı, Anayasa Adaleti tarihinde bir ilk olan Devlet krizini doğru tanılamaktır. Çözüm yolları ve geleceğe yönelik öneriler, muhtemelen ayrı bir yazının konusu olacaktır. Bu yazının amacı;
Yargıtay Kararı ve Anayasal Yokluk Hali
- Türkiye’nin Yargı Düzeni ve Anayasa Adaleti
- Anayasa Mahkemesi Kararı
- Adli Yargı: İst. 13 ACM / Yargıtay Başsavcılığı / 3. Ceza Dairesi
- Yürütme: Hakem veya Taraf Değil, “Yükümlü”
- TBMM Başkanı’nın Sessizliği ve Demokratik Muhalefet
- Anayasa’nın Emredici ve Yasaklayıcı Hükümleri
- Yoruma Kapalı ve Açık Hükümler
- Anayasa: Aykırılık, İhlal ve Suç
- Demokratik Toplum ve Siyaset Bakımından Kriz
başlıkları altında Devlet krizinin aşılmasına yönelik anayasal bilgilenme hakkına katkı sağlamaktır.
I.
TÜRKİYE’NİN YARGI DÜZENİ VE ANAYASA ADALETİ
İlk kez 1961 Anayasası ile kurulan Anayasa Mahkemesi, Avusturya, İtalya ve Almanya’dan sonra Anayasa adaleti Avrupa modeli olarak kurulan merkezi denetim yetkisini kullanan anayasal düzen güvencesi bir yüksek mahkemedir.
Oluşumu, görev ve yetkileri ile işleyişi -özellikle konumuz bakımından- üç başlıkta ele alınabilir:
1.- AYM’NİN DÖRT DÖNEMİ
1961 Anayasası, yasaların Anayasa’ya uygunluğu denetiminde merkezileşmiş denetimle tekelci ve belirleyici yetkiye sahip olmakla birlikte, yaygın denetim yoluyla AYM ve derece mahkemeleri arasında göreceli de olsa bir paylaşımı öngörmüştü. İtirazda bulunan mahkemenin kendi kanısına göre Anayasaya aykırılık iddiasını çözümlemesi, bunun tipik örneği idi.
1982 Anayasası ise, yaygın denetimi Anayasa Mahkemesi ile sınırlı tutup merkezi denetim ağırlıklı bir düzenleme öngördü. Böylece, normların Anayasa’ya uygunluk denetiminde AYM, genel yargı düzeni karşısında daha farklı ve bir üst konuma taşınmış oldu. Adli ve idari yargı düzeninde yer alan mahkemeler için de, Anayasa’ya uygun karar verme yükümlülüğü sürmekle birlikte, Anayasa’ya uygunluk denetiminde işlevleri, Anayasa’ya aykırılık itirazı ve beş ay içinde AYM’den yanıt gelmez ise, yasayı uygulamakla sınırlı kılınmış oldu.
2010 Anayasa değişikliği ile tanınan bireysel başvuru yolu, Anayasa Mahkemesinin konumunu öteki yargı düzenlerine göre daha farklılaştırdı ve “eşitler arası birinci” konumundan “eşitler arası üstün” konumuna taşıdı. Zira, ulusal düzeyde başvurulabilecek son merci durumuna getirildi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvuru öncesi ulusal “süzgeç işlevi” ile donatıldı.
2017 Anayasa değişikliği, üyelerinin belirlenmesinde Cumhurbaşkanı (CB)’nın yetkisini artırmış olsa da, AYM’nin yetki alanına dokunmadı. Bununla birlikte Hükümetin kaldırılması sonucu gensoru da kalktığı ve Meclis soruşturması işlevsiz kılındığı için, Anayasa Mahkemesinin önemi daha da arttı. Haliyle, Anayasanın üstünlüğünü sağlama bakımından Anayasa Mahkemesi, merkezi bir konuma yerleşti.
2.- KURUMSAL ve İŞLEVSEL BAKIMDAN AYM’nin KONUMU
Anayasa Adaleti, adli ve idari yargı düzenlerinden, biri kurumsal öteki işlevsel olmak üzere iki açıdan ayrılır:
-Kurumsal: Yüce Divan ve Uyuşmazlık Mahkemesi.
Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını…, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay başkan ve üyelerini Yüce Divan sıfatıyla yargılar.
Uyuşmazlık Mahkemesinin başkanlığını Anayasa Mahkemesince, kendi üyeleri arasından görevlendirilen üye yapar. Diğer mahkemeler ve Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır.
–İşlevsel: 1987-2004 yılları arasında ve 2007-2017 yılları arasında 1982 Anayasası, usul ve içerik bakımından “asimetrik anayasa değişikliği” sürecine tabi kılındı. Şöyle ki; TBMM’de uzlaşma yoluyla 1987-2004 arasında gerçekleştirilen değişiklikler demeti, özgürlükleri pekiştirici ve iktidarı sınırlayıcı bir çizgiyi yansıtır. Buna karşılık, sandık araçsallaştırılarak gerçekleştirilen 2007-2017 çizgisindeki değişiklikler, iktidarı pekiştirici ve kişisel iktidarı kurucu bir süreci yansıtır.
3.- “ASİMETRİK ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ” IŞIĞINDA AYM’nin ARTAN İŞLEVİ
Bu nedenle, Anayasa Mahkemesinin işlevi, 9 Temmuz 2018’de uygulamaya konulan Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) döneminde çok daha öne çıktı. AYM, yasalar ve Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri (CBK) üzerinde denetimi sırasında, Cumhuriyet’in temel organlarına ilişkin hükümlere aykırılık yanı sıra, sıkça hak ve özgürlüklere aykırılıklar da saptamaktadır. Bu süreçte şu değişim gözardı edilmemeli: 2017’de ilgili maddelerinde değişiklik yapılmamış olmakla birlikte PBDBY kurgusundan doğrudan etkilenen özgürlükler vardır. Bunların başında siyasal partilere ilişkin madde 66 ve 67 gelmektedir. Siyasal partilerin eşit koşullarda yarışmıyor olması, seçme ve seçilme haklarını düzenleyen madde 67’yi de etkilemiş bulunmaktadır. AYM, denetimi sırasında hak ve özgürlük özneleri arasındaki eşitsizliği dengeleyici ölçütler kullanmalıdır. Konuya hak ve özgürlükler açısından bakıldığında, 1987-2004 ekseninde yapılan değişiklik maddelerinin içerik ve sistematik olarak nihai yorum yetkisi de Anayasa Mahkemesi’ne ait bulunmaktadır. Madde 13 (hak ve özgürlüklerin güvenceleri) ve madde 14 (hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılamaması) tipik örneklerdir. 2010’da tanınan bireysel başvuru yolu da, Anayasa Mahkemesini, Özgürlükler Anayasa Hukuku oluşumunda baş aktör durumuna getirmiştir.
Özetle, Anayasa Mahkemesinin, yargı düzenleri üzerinde hiyerarşik konuma sahip olup olmadığı tartışması yerindesiz olup, konuya Anayasal görev, yetki ve işlevler açısından yaklaşma gereği vardır.
4.- MİLLETVEKİLİ CAN ATALAY DOSYASI
14 Mayıs 2023 yasama seçimlerinde, henüz hakkındaki yargı kararı onanmayan (yani bir “hükümlü” olmayan) “tutuklu sanık” Can Atalay, Türkiye İşçi Partisinden Hatay milletvekili seçildi; avukatları, Atalay’ın mazbatasını Hatay Adliyesinden aldıktan sonra tahliyesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurdular. 13 Temmuz’da Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Atalay’ın tahliyesi ve hakkındaki yargılamanın durması istemini reddetti.
Atalay’ın avukatları bir hafta sonra (20 Temmuz) Bireysel Başvuru Hakkından yararlanarak “seçilme ve siyasal faaliyette bulunma” hakkının, tahliye talebinin reddedilmesi nedeniyle de “kişi hürriyeti ve güvenliği” hakkının ihlâl edildiğini öne sürerek Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) Atalay adına başvuruda bulundu.
28 Eylül 2023’te Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Atalay’ın da aralarında bulunduğu sanıkların mahkumiyetlerini onadı.
25 Ekim’de ise AYM, Atalay’ın “seçilme hakkı” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği” haklarının ihlâl edildiğine karar vererek, tahliye kararını uygulamaya koyması için kararını İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise 30 Ekim’de dosyada karar verme yetkisinin Yargıtay’da olduğunu belirterek dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi.
Yargıtay 3. Ceza dairesi ise, 8 Kasım 2023 günlü kararı ile Anayasa Mahkemesi kararına uymama ve AYM’nin karara katılan üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunma kararı verdi.
Bunları kısaca gözden geçirelim:
II.
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Anayasa Mahkemesi, 27 Ekim 2023 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan kararında, yasama dokunulmazlığı vesilesiyle yargı kararı-yasa ilişkisini de somutlaştırmıştır[1].
1.- NORMUN ANLAMI: ANAYASAL NORM ve KANUNİLİK
“Anayasa’nın 14. maddesi bir taraftan temel hak ve özgürlüklerin hangi amaçlarla kullanılabileceğine, diğer taraftan Anayasa hükümlerinin temel hak ve özgürlükleri Anayasa’nın öngördüğünden daha geniş sınırlandıracak şekilde yorumlanmasını engellemeye ilişkin genel hükümler içermektedir. Maddeyle engellenmek istenilen faaliyetlerin, suç oluşturan eylemlerle sınırlı olmadığı, maddenin suç teşkil etsin (oluştursun) ya da etmesin belli amaçlarla yapılacak tüm faaliyetleri içerecek geniş bir kapsama sahip olduğu anlaşılmaktadır. Asıl amacı yasama dokunulmazlığının kapsamı dışında bırakılan suçları belirlemek olmayan Anayasa’nın 14. maddesinin genel ifadeler içeren metninden hareketle Anayasa’nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar” ibaresinin yargı organlarınca belirliliği ve öngörülebilirliği sağlayarak anlamlı bir şekilde yorumlanması mümkün görünmemektedir.”[2]
Madde 13’te yer alan “kanunilik” kavramını özerk olarak yorumlayan Anayasa Mahkemesi’ne göre, Anayasa için de normun niteliğine ilişkin özellik gerekir: “temel hak ve özgürlüklere müdahale, belirli ve öngörülebilir bir yorum ve uygulama yapmaya elverişli olan bir Anayasa normuna dayanmışsa müdahalenin kanuniliği şartı sağlanmış olacaktır”.
Kanunilik ölçütü, maddi bir içeriği de gerektirir. Bu anlamıyla kanunilik ölçütü, sınırlamaya ilişkin kuralın erişilebilirliğini ve öngörülebilirliği ile kesinliğini ifade eden belirliliğini garanti altına alır. Aynı şekilde, sınırlama doğrudan bir Anayasa kuralına dayanıyorsa, söz konusu kuralın da, belirli ve öngörülebilir olarak yorumlanıp yorumlanamayacağını değerlendirmek gerekir. Anayasal hükümlerin, genel niteliği nedeniyle bunlardan beklenen kesinlik düzeyi kanunlardan düşüktür. “Anayasanın 13. maddesinin aradığı anlamda kamu gücünü kullanan organların keyfi davranışlarının önüne geçen ve kişilerin hukuku bilmelerine yardımcı olacak “öngörülebilirlik ve belirlilik” ölçütlerini karşılayan kaliteli bir kanunun bulunmadığı ve bu nedenle …yapılan müdahalenin kanunilik şartını karşılamadığı sonucuna varmıştır”[3].
2.- “ANCAK KANUNLA SINIRLANABİLİR” ve “KANUNLA DÜZENLENİR” KAYITLARI
Belirliliği sağlama görevi yasa koyucunundur: “Yargı organı kural koyucu bir organ gibi olmadığı için, yorum yolu ile yasama dokunulmazlığının ve dolayısıyla seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının kapsamını belirleyemez”[4].
AYM’ye göre; “TBMM’nin iradesi olan bir kanun bulunmaksızın, temel hak ve özgürlüklerin Anayasa Mahkemesi veya diğer mahkeme içtihatları ile sınırlanması” mümkün değildir. Bunun dayanağı md.13’tür: “ancak kanunla” (C. Atalay, & 84 ve orada belirtilen kararlar)… Yasa kaydı, bunun biçimsel anlamda hukuk devletinin bir gereği olmasıdır. Kanun, TBMM’nin iradesinin ürünü ve Anayasa’da öngörülen usullere uyularak yapılan bir yasama işlemidir. Bu anlayış temel hak ve özgürlükler alanında önemli bir güvence sağlar (Halk, Radyo ve Tv…&36). Bu sayede yürütme ve yargı organlarının, yasamanın belirlediği ilke ve çizdiği sınırlara bağlı kalması ve hukuk düzeninde Anayasa’nın öngördüğü usule uygun olarak çıkarılan kanunların alt kademelerinde yer alan düzenlemelerle temel hak ve özgürlüklerin kolaylıkla sınırlandırılabilmesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. AYM, temel hak özgürlüklerin sınırlandırılmasında şekli anlamda bir kanunun yokluğunu Anayasa’ya aykırılığın ağır bir biçimi olarak kabul etmektedir. Madde 7’nin anlamı, kanun yapma yetkisinin başka bir mercie devredilemeyeceği ve bunun doğal sonucu olarak da Anayasa’ya göre kanunla yapılması zorunlu olan bir düzenlemenin başka bir merci tarafından yapılamayacağıdır”[5].
Madde 138, 9, 13 ve 6’yı birlikte yorumlayan AYM’ye göre; “temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının ancak kanunla yapılacağına ilişkin Anayasa’nın 13. maddesinin amir hükmü, bir kanun hükmü olmaksızın mahkemelerin bir hak ve özgürlüğü ilk elden sınırlamasına izin vermez. Anayasa’nın açıkça yasama organına verdiği bir yetkinin mahkemelerce ilk elden kullanılması Anayasa’nın “Egemenlik” kenar başlıklı 6. maddesinde yer alan “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.” Ve “Hiçbir kimse veya organ kaynağının Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” hükümlerine açık aykırılık oluşturacaktır.”[6].
Anayasa Mahkemesi’ne göre; “Kanun koyucuya Anayasa’yı yorumlarken belirli bir esneklik aralığı bırakan soyut anayasal normlar, “Anayasa Koyucunun bilinçli olarak bıraktığı boşluklar” olarak nitelendirilemez. Temel hak ve özgürlükleri düzenleyen Anayasa normlarının yorumu eğer bir sınırlama niteliğinde ise, yargı kararları ile değil Anayasa’nın 13. maddesinin amir hükmü gereği ancak kanun koyucu tarafından “doldurulabilir”[7].
3.- ANAYASAL DÜZENDE YEKNESAKLIK
”Anayasa’nın yeknesak bir biçimde yorumlanmasını ve uygulanmasını sağlama” görevi AYM’ye verilmiştir[8]. “Anayasa’nın nihai yorum yetkisine dayanarak Anayasa Mahkemesinin ortaya koyduğu içtihatlara kamu gücünü kullanan organların ve bilhassa mahkemelerin aykırı davranmaları yorum karmaşasına yol açar ve Anayasa’nın üstünlüğüne dayanan bir hukuk düzeninde kabul edilemez.” (&74). AYM’nin bireysel başvuru üzerine verdiği kararlarından sonra, kamu gücünü kullanan organların işlem ve eylemlerini, mahkemelerin mevcut içtihatlarını Anayasa’nın 138. maddesi gereğince özellikle Anayasa’ya uygun karar verme yükümlülüğü karşısında yeniden gözden geçirmeleri gerekir. Anayasal düzenin yeknesak bir biçimde işlemesinin başka türlü sağlanması mümkün değildir.
“Kamu gücünü kullanan organlar, Anayasa Mahkemesince ihlalin saptandığı andan başlayarak, Mahkemenin benzer davalarda ihlal tespitlerini yinelemesine gerek kalmadan, onu telafi etmek için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Mevcut başvuruda olduğu gibi yapısal bir sorun tespit edilmişse, Anayasa Mahkemesi kararının objektif etkisinin çok daha kuvvetli olduğu kabul edilmelidir. Farklı bir kabul halinde, hakkında Anayasa’ya aykırılığı hükmen saptanmış bulunan aynı hukuksal durumda kişilerden yalnızca bir kısmının hukuki korumadan yararlanabileceği ve bunun ise anayasanın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği kabul edilmelidir…Kamu gücünü kullanan organların Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamaları, yahut kararlarda varılan sonuçları gözardı etmeleri bu organların kararlarının anayasal meşruluğuna gölge düşüreceği gibi, demokratik bir hukuk devletinde anayasa yargısının temel amacı olan ve kamu gücünü kullanan tüm aktörlerin Anayasa’da belirtilen ilke ve normlara göre hareket etmesini ifade eden anayasanın üstünlüğü ilkesini de işlevsiz hale getirir”[9] .
4.-YORUM TEKELİ YOK; NİHAİ YORUM YETKİSİ VAR
“Anayasa Mahkemesi Anayasa hükümlerini yorumlama konusunda yegane makam değildir. Anayasa hükümlerini uygulamak, temel hak ve özgürlükleri korumak ve uyuşmazlıklarda somutlaştırmak diğer yargı organlarının ve kamu gücünü kullanan tüm organların da yükümlülüklerindendir… Anayasa’da yer alan kuralların, temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence ve ölçütlerin yorumlanması bakımından bütün anayasal organların yetkisi bulunmakla birlikte, norm denetiminde olduğu gibi bireysel başvuru yolunda da Anayasa maddelerinin nihai yorum yetkisi Anayasa Mahkemesine aittir”.
Anayasa Mahkemesi, “Anayasa’nın 14. maddesini dar, özgürlükler lehine ve nihai bir şekilde yorumlamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin … tespitleri, o başvurucuya benzer durumdaki diğer bireyler yönünden de geçerlidir.
AYM’ye göre bireysel başvurunun objektif işlevi, kamu makamları ve derece mahkemeleri için olumlu yükümlükler yaratmaktadır: “Böylece Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlükleri yorumlarken, diğer organlar ve kişilerin uygun davranmakla yükümlü oldukları bir hukuk düzeni yaratarak objektif bir işlev üstlenir”.
AYM, insan haklarına saygı gösteren ve insan haklarına dayanan Devlet’in yükümlülüğü bakımından objektif işlevi şöyle somutlaştırmaktadır: “Anayasa Mahkemesi kararlarının genel olarak Anayasa’yı yorumlama ve uygulama şeklinde ortaya çıkan objektif işlevinin sübjektif işlevine göre ön planda olduğu kabul edilmelidir. Bunun sebeplerinden biri, Anayasa’nın 2. maddesinde ifade edildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerinden birinin “insan haklarına saygılı” demokratik bir hukuk devleti olmasının ve Anayasa’nın 14. maddesinde ifade edildiği üzere devletin “insan haklarına dayanan demokratik” bir devlet olmasının doğal sonucu olarak Anayasa Mahkemesince tespit edilen bir ihlalin altında yatan sorunları giderme yönünde devletin bir yükümlülüğünün bulunmasıdır. İnsan haklarına saygı gösterme ve dayanma yükümlülüğü devlete, Anayasa’daki bütün hak ve özgürlükleri yetki alanı içindeki herkese sağlama ve hak ihlallerini önleme sorumluluğu getirir” [10].
İkincillik ilkesi bağlamında, temel hak ve özgürlüklerin ilk elden kamu makamları ve derece mahkemeleri tarafından korunması gerekir. Zira, Anayasa Mahkemesi kararlarının öncelikli işlevi, anayasal haklar ve özgürlüklerin yorumlanmasıdır. Böylece bireysel başvuru yolu somut bir başvuru ile başlatılmış olmasına rağmen, sonuçları itibariyle objektif bir niteliğe bürünmektedir ve bu anlamda aynı zamanda objektif bir hukuk koruması aracı durumuna gelmektedir.”.
5.- OBJEKTİF İŞLEV ve BİREYSEL BAŞVURUNUN ETKİLİLİĞİ
AYM’ye göre, aynı soruna ilişkin tüm uyuşmazlıkların Anayasa Mahkemesi önüne taşınması sonucunun doğmaması için objektif işlev, bireysel başvuru açısından yaşamsaldır. AYM’ce çözümlenmiş sorunlara ilişkin tüm uyuşmazlıkların yeniden bireysel başvuruya konu edilerek AYM’ce karara bağlanmasının beklenmesi, bireysel başvuruyu sürdürülemez kılar. “Bireysel başvuru yolunun işlerliğini devam ettirmesinde Anayasa Mahkemesinin Anayasa’yı yorumlamasının kritik önemi vardır. Bu işlevi en iyi şekilde yerine getirebilmesi ise, –her bir başvuruda adaleti sağlamaktan ziyade- Anayasa Mahkemesinin daha önce Anayasa’yı yorumlamadığı meselelere odaklanmasına bağlıdır”.
Bu bağlamda Atalay kararı tipik bir örnektir[11]: ”Anayasa Mahkemesince tespit edilen ihlalin altında yatan sorunları giderme yönünde kamu gücünü kullanan makamların genel bir yükümlülüğe sahip olmasına karşın Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi içtihadına aykırı davranmış, benzer ihlalleri önleme yükümlülüğünü yerine getirmemiş; aksine başvurucunun anayasal haklarını -Anayasa’nın Parlamentoya verdiği bir yetkiyi kullanarak- daraltıcı bir şekilde yorumlamak suretiyle ihlal etmiştir”.
“Gerek yasama dokunulmazlığını koruma altına alan Anayasa’nın 83. maddesi ve gerekse temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasını yasaklayan Anayasa’nın 14. maddesi ancak demokrasinin korunması bağlamında ve hak eksenli yorumlandıkları takdirde işlevlerini tam olarak yerine getirebilir. Mahkemeler söz konusu anayasal hükümleri özgürlükler lehine yorumlamadıkları gibi, onları böyle bir yorum yapmaya sevk edecek esasa ve usule ilişkin güvencelerin bulunduğu bir siyasal sistem de bulunmamaktadır”.
AYM, “başvurucunun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını koruyan temel güvencelere sahip, belirliliği ve öngörülebilirliği sağlayan anayasal veya yasal bir düzenlemenin bulunmaması nedeniyle, seçilme ve siyasal faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır….”[12].
6.- İHLALİN GİDERİLMESİ
“Başvurucu yargılandığı dava kapsamında bireysel başvuru anında tutuklu statüsünde iken mahkümiyet hükmünün onanmasıyla hükümlü haline gelmiştir (bkz.&12). Bu durumda başvurucu, milletvekili seçildiği halde tutuklu yargılanmaya devam edilmiş ve hakkındaki mahkümiyet hükmü de onanmıştır. Buna göre Anayasa Mahkemesince başvuru hakkında tespit edilen hak ihlallerinin sonlandırılmasına ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yönelik olarak;
i. Yeniden yargılama işlemlerine başlanması,
ii. Mahkümiyet hükmünün infazının durdurulması ve ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması,
iii. Başvurucunun hükümlü statüsünün sona erdirilmesi,
iv. Yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi
İşlemlerinin yerine getirilmesi zorunludur”[13]
III.
ADLİ YARGI: İSTANBUL 13 ACM / YARGITAY BAŞSAVCILIĞI / 3. CEZA DAİRESİ
1.- İSTANBUL 3. ACM BAŞKANI HAVALESİ (30 EKİM)
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi (ACM), 6216 sayılı Kanun md.50/1 ve 2’ye yollama yaparak AYM kararının Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderilmesi gerektiği gerekçesiyle Başkanın havale yazısı ile Yargıtay’a gönderdi.
2.- YARGITAY BAŞSAVCILIĞI MÜTAALASI (3 KASIM)
3. Daire, Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan mütalaa istedi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 03.11.2023 tarihli mütalaasında; ”…Çözümlenmesi gereken temel sorunun, Anayasanın 14. maddesinin Devletin Güvenliğine karşı işlenen eylemleri kapsayıp kapsamadığı, 3. fıkrasında öngörülen yasal düzenlemenin TBMM tarafından yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplandığı anlaşılmaktadır…. Halbuki, 5237 sayılı TCK’nın 302 ila 308. maddelerinde ‘Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar’ ile 309 ila 316. maddelerinde ‘Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar’ın Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 14. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gereken suçlar arasında yer aldıklarında kuşku yoktur. (…)
Anayasa Mahkemesi soyut anayasal kuralların muhtevasını belirleme noktasında o kadar etkin bir konuma sahiptir ki, bu normlara anayasa koyucunun gerçek iradesi ile çelişen yorumlar yapılmaması, yorum yaparken anayasanın içeriğini belirleyen kararlar vermesi gerekir. Aksi halde yorumun bağlayıcı etkisinin temeli ve meşruluğu ortadan kalkar. Tutarlı bir yorum teorisi geliştirilerek anayasal ilkeler arasındaki hiyerarşiyi nedensellik bağlarını vurgulayan ‘anayasanın bütünlüğü ilkesi’ni esas alarak ilmi ve objektif kriterlere, şeffaf denetlenebilir ölçütlere göre yorumlanması gerekmektedir. Anayasa yargısının, anayasallık denetimi kapsamında sahip olduğu anayasal yetki alanı ‘hukukilik denetimi’ yapmakla sınırlıdır. Şöyle ki, Anayasal demokratik bir rejimde, AYM’nin aktif olmasının meşru görülebileceği alan, sadece kişisel ve siyasi haklar alanıdır. Yasamanın üstünlüğü ilkesinin, yürütmenin eylem ve işlemleri ile yargısal uygulamalar sırasında oluşacak hak ihlallerinin önüne geçilmesi bağlamında bu alandaki görev ve yetkilerinin istisnasını teşkil edecek iptal ve ihlal kararı verme yetkisine haiz AYM’nin, anayasal demokratik meşruiyetini temin edecek en önemli husus, temel hak ve hürriyetlerin anayasallık denetimi yoluyla korunmasıdır. AYM, soyut hukuki kurallardan somut hukuk üreterek, önüne getirilen kuralların anayasaya uygunluğunu denetlemektedir. Ancak bu durum kendi içinde zorluklar içermekte, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ihlali, sonuçlarına neden olabilmektedir. Bu bağlamda; Anayasal normlara uygunluğun denetlenmesi oldukça zorluk arz etmektedir. Bu zorluklardan ilki, anayasalarda yer alan hükümlerin birçoğunun genel, soyut, belirsiz, yorumlamaya ihtiyaç duymasıdır. Yorum, insanoğlunun, farklı manalara gelme ihtimali bulunan metin ya da kavramların ne manaya geldiğini belirlemeye yönelik gerçekleştirdiği bir zihni faaliyettir. (…)””
3.- YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ KARARI (8 KASIM)
1- Anayasa Mahkemesi’nin 2023/53898 numaralı, Şerafettin Can Atalay’ın bireysel başvurusu hakkında 25.10.2023 tarihli ihlal kararına hukuki değer ve geçerlilik izafe edilemeyeceği cihetle, bu bağlamda Anayasa’nın 153. maddesi kapsamında uygulanması gereken bir karar bulunmamakla; keza Şerafettin Can Atalay hakkında verilen mahkumiyet kararının temyizi üzerine yapılan temyiz incelemesi sonucu 28.09.2023 tarihinde Dairemizin 2023/12611 esas 2023/6359 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen ve infazı kabil bir hükmün mevcudiyeti karşısında; Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararına UYULMAMASINA,
2-Şerafettin Can Atalay hakkındaki mahkumiyet hükmünün 28.09.2023 tarihinde Dairemiz tarafından onanması ile hükümlü sıfatını kazandığı ve Anayasa’nın 84/2. maddesinde milletvekilliğinin düşmesi sebeplerinden biri olarak ”kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinin” düzenlenmiş olduğu, Anayasa’nın 76. maddesinde sayılan milletvekilliği ile bağdaşmayan suçlardan kurulan mahkumiyet hükmünün milletvekilliğini düşüreceği, Anayasa’nın 84/2 maddesi yönünden Anayasa Mahkemesi’ne müracaat imkanı tanınmadığı ve Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda inceleme yetkisinin de bulunmadığı gözetilerek; hükümlü Şerafettin Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik işlemlere başlanması için kararın bir örneğinin TBMM Başkanlığı’na GÖNDERİLMESİNE,
3-Anayasa hükümlerini ihlal eden ve kendisine verilen yetki sınırlarını yasal olmayacak şekilde aşarak hak ihlalinin kabulü yönünde oy kullanan ilgili Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında gereğinin takdir ve ifası için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda BULUNULMASINA,
08.11.2023 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
4.- YARGITAY BAŞKANLIĞI BİLDİRİSİ (10 KASIM)
Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarının ardından Yargıtay da açıklama yaptı: (…)
Bizatihi Anayasayı korumak amacıyla kurulan Anayasa Mahkemesi, tartışmalara konu olan davada, anayasa koyucunun iradesini yok sayarak Anayasa’nın 83’üncü maddesindeki atıf nedeniyle somut olaya uygulanması gereken 14’üncü maddesini işlevsiz bırakmıştır. Anayasal düzene uymayan bu bakış açısının etkisi ile bazı kararlarda yüksek mahkeme olan Yargıtay ve Danıştay’ın derece mahkemesi olarak nitelendirilmesi, tartışmalara konu olan Şerafettin Can Atalay dosyasında olduğu gibi terör suçlarına bakan ve tamamen yargısal bir görev ifa eden Yargıtay 3. Ceza Dairesinin ‘88. Anayasa Mahkemesince tespit edilen ihlalin altında yatan sorunları giderme yönünde kamu gücünü kullanan makamlar genel bir yükümlülüğe sahip olmasına karşın Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi içtihadına aykırı davranmış, benzer ihlalleri önleme yükümlülüğünü yerine getirmemiş; aksine başvurucunun anayasal haklarını -Anayasa’nın Parlamentoya verdiği bir yetkiyi kullanarak- daraltıcı bir şekilde yorumlamak suretiyle ihlal etmiştir.’ biçimindeki sözlerle anayasayı ihlal suçunu işlediği ithamında bulunularak hedef gösterilmesi gibi son derece vahim, kabul edilemez hukuki hatalar, bireysel başvuru kararlarının vazgeçilmez dili olmuştur. (…)
Hukuki güvenliğin, toplumsal barışın ve hukuki öngörülebilirliğin sağlanması bakımından Anayasa’dan aldığı yetkiyle Yargıtay, bireysel başvurunun mevcut haliyle uygulanmasının doğurduğu sorunların giderilmesi ve karşılaştırmalı hukukta kabul edilen standartlara göre geliştirilmesi konusunda ihtiyaç duyulan, anayasal ve yasal çalışmalarda gerekli desteği sağlamaya her zaman hazırdır.”
IV.
YÜRÜTME: HAKEM VEYA TARAF DEĞİL, “YÜKÜMLÜ”
Cumhurbaşkanı, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder.” (Any., md.104/2).
Yürütme yetkisini de, Devletin başı sıfatıyla tek başına Cumhurbaşkanına veren 2017 Anayasa değişikliği, Anayasa’yı “gözetme” yetkisini “temin” yükümlülüğüne çevirdi.
CB andı ise aynı: Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye… namusum ve şerefim üzerine and içerim” (md.103).
CB’nin temin yükümlülüğü, AYM’nin C. Atalay kararına Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin uymama kararı karşısında en belirgin bir biçimde gündeme gelmiş bulunuyor.
Tam tersine, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yargıtay’dan yana tutum aldı [14]:
– “AYM bu noktada maalesef birçok yanlışları da arka arkaya yapar hale geldi. Bu da bizi ciddi manada üzmektedir. Şu an itibarıyla Yargıtay’ın aldığı karar asla bir kenara atılamaz, itilemez”[15].
-“Parlamentomuz da bu konularda ağır hareket ediyor. Birçok terörist parlamentoda dokunulmazlıkların kaldırılması süreci geciktiği için kaçtılar, yurt dışına çıktılar”.
– “Partimizdeki arkadaşlar da yanlış yapıyor”.
Bununla birlikte, aynı gün yaptığı bir konuşmada Erdoğan, “Biz tartışmada taraf değil hakem konumundayız” dedi ve TBMM’yi göreve çağırdı:
“Yargının iki kurumu arasındaki yetki tartışmasının çözüm yeri anayasadır, yasalardır. Ancak mevcut anayasamız ve yasalarımız, bu konuda yetersiz kalmaktadır.
“Bu sorunun çözüm yeri yasalardır. Ancak yasalarımız bu konuda da yeteriz kalmaktadır. Ülkemizi bir an önce yeni anayasaya kavuşturmanın gerekliği ortaya çıkıyor. Yeni anayasa meselesini ısrarla gündemde tutmamızın, günlük siyaset söylemi değil, hayati bir konu olduğu, bu vesileyle herhalde daha iyi anlaşılmıştır İnşallah bu hususta yeni anayasa çalışmaları en kısa sürede başlatılır.”.
Oysa Anayasa md.104/2 gereği Cumhurbaşkanı, “Mahkeme kararlarına uyulması Anayasa emridir” şeklinde bir tavır koymalı idi.
11 Kasım’dan itibaren anayasal ve siyasal tartışmalara katılan Adalet Bakanı, -bürokrat statüsünü de unutarak- “Anayasa’nın emredici hükmüne kimse karşı çıkamaz” deme yerine Yargıtay’ı destekleyici açıklamalar ile, dava sürecinde yaptığı üzere “bilgi kirliliği yaratma” ya yönelik açıklamalarına ivme kazandırdı.
“Yasal düzenlemeler, Anayasa Mahkemesinde tersyüz edildi” açıklaması[16]:
AYM’nin yasalar ve CBK’leri üzerinde icra ettiği denetimden duyulan rahatsızlığın dışavurumudur.
“Anayasa Mahkemesi önünde 135 bin dosya var, bunu 15 kişi nasıl çözer?” açıklaması (CB’nin konuşmasını izleyen saatlerde Adalet Bakanı), Anayasa Mahkemesi’ni tümüyle etkisizleştirme iradesinin dışavurumudur.
TBMM Grup toplantısında Cumhur İttifakı ortağının “Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır” sözünü yineleyerek AYM başkan ve üyelerine yönelik suçlayıcı konuşma yapması[17], PBDBY’nin nereye sürüklenmek istendiğinin açıkça göstergesidir.
V.
TBMM BAŞKANI’NIN SESSİZLİĞİ ve DEMOKRATİK MUHALEFET
Yargıtay 3. Ceza dairesi TBMM’ye adeta had bildirme şeklinde ağır eleştiriler yöneltti: Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde adeta talimat verdi. Söz konusu suçlamaların doğrudan ve ilk muhatabı olduğu halde TBMM Başkanı sessiz kaldı ve aradan günler geçmesine karşın herhangi bir açıklama yapmadı.
Fikir ve eylem olarak CHP, yasama haysiyetini ve anayasal düzeni savunma öncülük işlevini üstlendi; yaptığı Grup toplantısı ile kararlılık tavrını ortaya koydu ve yol haritasını belirledi. Adalet nöbeti, TBMM çatısı altındaki başlıca direnme etkinliği olarak sürmektedir.
Öte yandan, Türkiye Baroları, Barolar Birliği öncülüğünde Yargıtay’a kadar Adalet yürüyüşü yaparak savunma meslek mensupları olarak tepkilerini kurumsal düzlemde fikir ve eylemle ortaya koydular.
VI.
ANAYASA’NIN EMREDİCİ ve YASAKLAYICI HÜKÜMLERİ
Madde 11, kesin saygı gereği dışında hiçbir seçenek tanımayan emredici ve yasaklayıcı Anayasa hükümleri için çerçeve nitelik taşır: “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”
Madde 153/son, EMİR ve madde 6/son, YASAK hükümlerine tipik örnek oluşturur:
-Anayasa Mahkemesi kararları, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.
-Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.
Bu kurallar tıpkı, “suçluluğu mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” veya “kimseye işkence ve eziyet yapılamaz”, ya da, “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” hükümleri gibi istisna öngörmeyen düzenlemelerdir.
Bu hükümler olmasa bile, mahkeme kararlarının uygulanması, adil yargılanma hakkının (md.36) gereği olup, Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi kararını uygulamak yerine, uygulamayacağını açıkça beyan etmenin ötesinde, kendisi açısından bağlayıcı karar vermiş olan Anayasa Mahkemesi üyeleri için suç duyurusunda bulunduğu kararı, Anayasa açısından yok hükmündedir[18].
VII.
YORUMA KAPALI ve AÇIK HÜKÜMLER
Anayasa’nın yasaklayıcı ve emredici nitelikte olmayan hükümleri yorumu gerekli kılabilir. Örneğin, ‘hak ve özgürlükler ancak kanunla sınırlanabilir ve bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna aykırı olamaz’ kaydında yer alan (md.13) ‘Anayasa’nın ruhu’, yorumunu gerekli kılsa da “kanun”, yoruma muhtaç değil. Benzer şekilde, “Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir” hükmünde (md.14/son) yer alan ‘faaliyet’, yorumu gerekli kılar; ama “kanunla düzenlenir” kaydı yorumu gerekli kılmaz. Görüldüğü üzere, norm (Anayasa’nın ruhu) veya eylem (faaliyet) üzerine yorum gereği, “kanun” kaydı için geçerli değil; çünkü bu konuda “münhasır yetki” söz konusudur.
Buna karşılık, 1982’de yazılan “Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme veya kısıtlama halinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesiyle olur” kuralı (md.84/2), 2010 Anayasa değişikliği ile tanınan bireysel başvuru yolu ışığında, kesinleşme anının yeniden değerlendirilmesini gerekli kılar[19]. Bu bir yorum faaliyetidir. Ya da, “Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir.” (md.154) hükmü, yine 2010 Anayasa değişikliği ışığında değerlendirilmek gerekir. Çünkü, AYM’nin ihlal kararı, “son inceleme mercii” kaydını göreceli kılmıştır. Şöyle ki; Yargıtay’ın hak ihlali yaratmayan kararları açısından “son inceleme mercii” olması tartışma dışıdır; ancak, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararı, yeniden yargılama gibi dosya üzerinde başlatılan yeni süreç, “kesinleşme” kaydı açısından da durma anlamına gelir.
Öte yandan, Yargıtay’ın Anayasa madde 153/son ile madde 83 ve 14 arasında düştüğü açık çelişkiye de dikkat çekmek gerekir. Madde 83’te yasama dokunulmazlığı bakımından öngörülen istisna kaydını yorumlamak için “kendini yasa koyucu yerine koymak” suretiyle “yorum yoluyla suç ihdas” etmeye girişen Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin madde 153/sonu yok sayması, cehaletten kaynaklanmadığına göre, hukuka inançsızlığının belirgin bir göstergesidir.
VIII.
ANAYASA: AYKIRILIK, İHLAL ve SUÇ
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararının hak ihlali yarattığına karar verdi. Yargıtay 3. Ceza dairesi ise, “uymama” yönünde karar vermek suretiyle, başta madde 153/son gelmek üzere birçok Anayasa maddesini ihlal etti. “Uymama” beyanı ile yetinmeyen Daire, ihlal kararına olumlu oy veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda da bulundu. Böylece, kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetisi kullanma girişiminde bulunmuş oldu.
Yürütme yetkisini tek başına elinde tutan Cumhurbaşkanı, 3. Ceza Dairesi’nin açıkça Anayasa ihlali olan kararını açıklamalarıyla destekledi. Ardından, Yargıtay Başkanlığı da bir açıklama yaparak aynı kararı destekledi[20].
Adli yargı ve Yürütme’nin bu tavırları ışığında 3. Daire kararı ve destekleyicileri için “Anayasayı ihlal suçu” ve “suç ortaklığı” ceza hukuku ve Anayasa Hukuku öğretisinde tartışılmalıdır[21].
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin C. Atalay dosyasını dört ay bekletip, AYM’nin gündemine almasının tartışıldığı bir sırada kararını vermiş olması, İstanbul 13. ACM, AYM kararının gereğinin yerine getirilmesi için gerekli kararları alarak tahliye için İnfaz hakimliğine de bildirimde bulunması yerine Başkanı’nın Yargıtay 3. Ceza dairesine havale yazısı, Ceza Dairesi’nin ise anında Yargıtay Başsavcılığından görüş istemesi, Başsavcılığın da iki gün içinde “Anayasa mütalaası”! vermesi ardından Ceza Dairesi’nin yalnızca iki gün sonra uymama-suç duyurusu ve TBMM’ye ihtar kararı vermesi, Cumhur İttifakı’na mensup siyasilerin ve bürokratların “Anayasa ihlal iradesini dışavuran kararı” açıkça destekleyen art arda açıklamaları, üstelik bütün bunların Cumhuriyet’in 100. Yılını idrak edişimizi izleyen 10 günde gerçekleşmiş olması, bir rastlantı olmamalı.
Bunlar, ‘Anayasa’yı ihlal suçu’na giden halkalar olup, hepsi birlikte göz önüne alındığında, tıpkı 2016’da yapıldığı üzere, yeni bir Anayasa operasyonunun hazırlık çalışmalarıdır. Hatırlayalım: “Türkiye’de fiili bir durum vardır ve bu çözülmelidir. Ülke yönetimi yasa ve Anayasa’ya uygun değildir. Ve de suç işlenmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı, fiili başkanlık yapmaktadır. Bu durum Anayasa’ya aykırıdır…”[22].
Bugün tanık olduğumuz süreç, 2017 kurgusunun aktör ve antrenörünün öncülük ettiği, Anayasa yoluyla demokrasiyi, hukuku ve toplumsal barışı dinamitleme harekatıdır.
Bu nedenle, gerek başsavcılık mütalaasında gerekse Daire kararında yanlış olarak kullanılan aktivizm, yerindelik denetimi ve öteki kavramları düzeltmeye burada girmeyeceğim.
- Aslında bunlarla amaç, bilgi kirliliği yaratarak “Anayasa ihlali” ve “anayasal düzeni ortadan kaldırma girişimi”ni örtbas etmektir.
Şu kadarını belirtmekle yetineyim: AYM ile çatışan ve Anayasa’yı yadsıma eşiğine sürüklenen Yargıtay, eğer mesaisini adil yargılamaya odaklamış olsa ve adli yargı düzeninin asgari gerekleri doğrultusunda “hukuku dile getirme” yükümlülüğünü gözetse idi, sayıları 500 bini aşan yurttaş, Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak zorunda kalmazdı.
IX.
DEMOKRATİK TOPLUM ve SİYASET BAKIMINDAN KRİZ
Cumhuriyet’in 2. yüzyılının ilk iki haftasında, Anayasa madde 2’nin öngördüğü Cumhuriyet’in niteliklerini ortadan kaldırmaya yönelik işlem, eylem ve söylemler, “siyasal denge ve denetim düzeneklerinden arındırılmış bulunan anayasal düzeni, yargısal denetimden de arındırma tasarımı” karşısında bulunduğumuzu ortaya koymuştur.
Hesap verebilir hükümetin olmadığı bir Anayasal kurguda amacın, demokratik toplum ve demokratik siyaset alanını daraltarak siyasal münavebe yollarını tıkayarak Cumhur İttifakı iktidarının sürekliliğini sağlamak olduğu açıktır. Demokratik toplum açısından; dosyanın konusu -demokrasinin post-modern mantığını yansıtan- Gezi olduğu için –Gezi hıncını sürdürme ötesinde- geleceğe yönelik olarak toplu özgürlüklerin kullanımını üzerinde caydırıcı etkiler yaratma hedefi de ihtimal dışı değildir. Demokratik siyaset bakımından; Anayasa Mahkemesi’nin devre dışı tutularak, yerel yönetimlerde veya ulusal ölçekte seçimleri kazanma potansiyeli bulunan adayları tasfiye hedefi de gözardı edilmemelidir.
Bu nedenle öncelikli sorun, resmi dezenformasyona karşı uyanıklıktır; çünkü sorun Anayasa’dan değil, Anayasa’nın bilerek ve isteyerek ihlalinden ve hukuken yok hükmündeki metnin belli siyasal çevrelerce sahiplenilmesinden kaynaklanıyor.
- Bu durum karşısında acil olan, Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasıdır.
Kuşkusuz asıl olan, bu amaçla Cumhuriyet’in temel organları olarak Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin, “demokratik hukuk Devleti” (md.2) ekseninde ortak tavır koymasıdır.
Anayasa değişikliği söylemine gelince :
- ‘Anayasa ihlali’ yoluyla yaratılan ve Anayasal düzenin bütününe ilişkin olan kriz,
- Anayasa’dan kaynaklanmadığı için,
- Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerine dokunmayı öngören Anayasa değişikliğine kesinlikle karşı çıkmak gerekir.
Anayasa’ya saygı için, “bilgi-dayanışma ve direnme” üçlüsünü, siyasetten sivil topluma doğru genişletme örneğini Türkiye Barolar Birliği ve Barolar verdi. Anayasal kamuoyu ve toplumsal seferberlik, demokratik hukuk devletini sahiplenmenin başlıca yoludur.
Kaynaklar
[1] AYM Kararı (GKK), Şerafettin Can Atalay Başvurusu (2), 2023/53898, 25./10/2023; R.G.: 27 Ekim 2023-32352.
[2] Atalay-41, (Gergerlioğlu-95’ten alıntı). Anayasa madde 83 ve 14, nitelik olarak da birbirinden tümüyle bağımsız iki farklı düzenleme olduğunu belirtmek gerekir.
[3] Atalay, & 34, 36; Ö.F. Gergerlioğlu, & 76 ve orada belirtilen diğer kararlar.
[4] Atalay, & 47 vd.
[5] Atalay, & 49-50; T. Arslan, & 85, 98.
[6] Atalay, &, % 51.
[7] Atalay, & 55.
[8] Anayasa madde 148 gerekçesi, md.153/son.
[9] Atalay, & 73, 75.
[10] Atalay, & 77.
[11] Hatırlanacağı üzere, 14. Maddenin yorumuna ve seçme ve seçilme hakkının kapsamına ilişkin benzer bir sorun, Gergerlioğlu kararında Anayasa Mahkemesi’nce çözüme bağlanmıştı.
[12] Atalay, & 106.
[13] Atalay, & 112.
[14] 10 Kasım 2023 sabahı Orta Asya dönüşü uçakta yaptığı açıklama
[15] AKP’nin Cumhur İttifakı ortağı MHP Genel başkanı D. Bahçeli de, “HDP’nin kapatılması kadar Anayasa Mahkemesi’nin de kapatılması artık ertelenemez bir hedef olmalıdır” demişti (31 Mart 2021).
[16] CB Erdoğan’ın, Riad dönüşü 13 Kasım 2023 sabahı uçakta açıklaması.
[17] MHP Genel Başkanı D. Bahçeli, 14 Kasım.
[18] Bu yokluk hali, adı geçen Daire açısından yeni bir hukuki durum yaratmış olup, daha önce karara bağladığı dosyalara da, adil yargılanma hakkı bakımından gölge düşürmüş bulunmaktadır.
[19] Milletvekillikleri düşürülen ve Anayasa Mahkemesi tarafından hak ihlali kararı verilmesi ardından TBMM’ye dönen Enis Berberoğlu (2, GK, B.no:2018/30030, 17.9.2020) ve Ö. Faruk Gergerlioğlu (GK, B.no:2019/10634, 1/7/2021) kararları tipik örneklerdir.
[20] Saray bürokratları da mesajları ile yok hükmündeki kararı destekledi.[21] “Anayasayı ihlal suçu” için aranan “cebir ve şiddet” (TCK, md.309) koşulu, Devlet’in zor kullanma araçlarını elinde tutan, ancak Anayasayı ihlal edici işlem ve eylemleri süreklilik taşıyan makamlar açısından yeniden yorumlanmaya muhtaçtır.
[22] MHP Genel Başkanı D. Bahçeli, 16 Ekim 2016.