Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

İNANÇLI OLMAK İYİ Mİ, KÖTÜ MÜ?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. Eski İİBF Dekanı

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

İnançlı, dindar, olmak kötü değildir.

Ancak inancı ya da dini kötüye kullanmak kötüdür.

Dinden çıkar, makam, şöhret, gelecek (istikbal), saltanat ya da iktidar… devşirenlerin eylemleri dindarlık değildir.

Dini kötüye kullanmaktır.

Dini kötüye kullananlara da DİNDAR değil, DİNBAZ denir.

Kör cehalat yolunu tıkadığı için, dinbazlar akılcı, bilimsel ve laik eğitime her koşulda karşı olurlar.

Din afyondur” diyenlerin söylemek istedikleri de dinbazların, halkın cehaletinden yararlanarak dinleri her yönden halkı sömürme aracı olarak görüp kullanmaları ile ilgilidir.
===============================
Dostlar,

Sn. Prof. Hali Çivi bu kez oldukça kısa yazmış.
Oysa “inançlar” konusu oldukça zor (netameli) ve kapsamlı bir konu Felsefede.
Öncelikle insanların duyuşsal alanında kaldığı için, inançlar oldukça öznel (subjektif), neredeyse kişiye özgü.
İkinci güçlük, bize göre öznel “inanç alanı” nın tartışmaya açık olmayışı ama “kabul, saygı” istemi.
İnsanlar inançları bağlamında çok katı, direngen hatta tepkisel olabiliyorlar.

Oysa bilimsel yöntemle erişilecek değer bilgisi ile kararlar üretmek ve öznel değer yargılarını geriye çekmek çatışma çözümünde, yarışan değerler sorunsalında vargılarımızı temellendirmek için en sağlıklı yol.

İnsanlara Felsefe, Mantık öğretilmeli. Doğru düşünme ve sorgulama yöntemleri öğretilmeli.
İnsan beyni bir donanıma benzetilebilir. Gereksindiği yazılım ise “bilimsel akılcılık” tır.

Dolayısıyla “inançlar”ı ya da “inanç alanını” belli nitemlerle (sıfatlarla) nitelemeden, dokunulmaz kılıp tabulaştırmadan önce, yukarıda yazageldiğimiz adımlarla ilerlenmesinde yarar var.
İnsanları şu ya da bu biçimde oluşturdukları inanç temelli konfor alanından dışarıya davet etmek gerek. “İnançları” dahil sorgulamayı yaşam biçimine dönüştürmek..

Neden? Niçin? Nasıl? Başka seçenek olabilir mi?
gibi soruların çengellerini beyin kabuğu (korteks) oluklarına çengellemek gerek.

Uygarlığın anahtarı bu sorgulama eylemi.

Peşin (a priori) “inançlarınıza saygılıyım” söylemi de bu sözün sahibi için bir konfor alanı.
“İnançlarınıza saygılıyım, ama..” yaklaşımının her 2 özne için de en doğrusu olduğunu düşünürüm.
Koşullandırma (Empozisyon) yapmadan, insan aklını düşünmeye, sorgulamaya çağırmak da aydın sorumluluğu kapsamında kanısındayız.

“Aklı dürten” sorularla..

İnanç kulübesini yıkmadan ama bir “saray inşa edip” (!) oraya çağırarak..
***
“Din afyondur”, söylemine (mottosuna) gelince..

Sözüz özü Karl Marx‘a aittir :

  • “Kapitalizm, dini bir afyon gibi kullanıyor.”

Karşıtları ise bu çok güçlü saptamayı püskürtmek için akıl almaz biçimde çarpıtarak,

  • “Marx, dinimize afyon dedi..”

savunusuna geçtiler. Oysa Karl Marx çok yalın bir gerçekliği vurguladı.
İnsanları acımasız kapitalizmin yabanıl (vahşi) ve çok yönlü sömürüsünden kurtaracak adımlar bu kabulden geçiyor.
***
Biz yaşamımızda “inanma” fiilini hemen hemen hiç kullanmıyoruz.
Şu, şu, şu… verilerle çıkarımım böyle.
Şu, şu, şu… gerekçelerle şöyle düşünüyorum… kiplerini / kalıplarını kullanmayı yeğliyoruz.

Bilim gerekirci (deterministik)..
İnsanları inanç kulübelerine hapseden, olgular hakkında yeter bilimsel bilgiye sahip olmamak değil mi!

Büyük ATATÜRK‘ün uyardığı üzere, yaşamda en gerçek yol gösterici “akıl ve bilim” ya da bireşimi (sentezi) “bilimsel akılcılık“..

İnsanlığın kurtuluşunun biricik aydınlık yolu bu : “Bilimsel akılcılık

Sevgi ve saygı ile. 29 Kasım 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

CHP’yi bekleyen devasa sorunlar 

Gani AŞIK

Emekli Müftü
Cumhuriyet, 28 Kasım 2023

 

Mahalle delegeliğinden başlayarak örgüt yöneticiliği, milletvekilliği, yüksek disiplin kurulu ve PM üyeliğine kadar hemen her kademesinde görev yaptığım CHP’nin 65 yıllık üyesiyim. Partinin arşivi ve hafızasıyım dersem bu abartı sayılmamalı. Ulus gazetesinin basım ve yayımının yasak olduğu yıllarda gizlice basılan ve satılan gazeteyi bir biçimde temin eder, polisin görmemesi için her önlemi alırdım. Himmetdede ve Yeşilhisar olaylarının içinde bulundum. Amacım, kendim için güzelleme yapmak değil, yazacaklarımın CHP’nin tarihsel izdüşümü ile tutarlı ve uyumlu olacağını vurgulamak içindir.

Partinin sorumluluğu 

Kasım ayı başında yapılan büyük kongrede CHP’de genel başkan dahil önemli bir kadro değişikliği yaşandı. Bu köklü değişiklik, yeni genel başkan ve yönetiminin şahsında umutların tomurcuklanması ve sorumluluk yükümlülüğünü de beraberinde getirdi.

Devletin hem soyulması hem de çürütülmesi ile uyumlu olarak halkın yüz kızartan sefaleti yeni CHP’nin başlıca sorumluluk alanını oluşturmaktadır. CHP lideri Özgür Özel’i ve yeni kadroyu bekleyen devasa sorunları özetlemek isterim:

Ağır hasarın onarımı

Doğal olarak öncelik çok yakın olan yerel seçimler olacaktır. Laik devletin bir beş yıl daha siyasal İslama hediye edilmesi ile yerel seçimler muhalefet, özellikle de CHP için yaşamsal bir anlam ifade eder duruma gelmiştir, maruz bırakıldığı ağır hasarın onarımı ve derin yaralarının sarılması açısından.

CHP Mart 2024 sınavından başarı ile çıkabilmeli ki güçlü bir moral ve mücadele gücü ile, Cumhuriyeti sarmalına alan cahil ortaçağ artıklarına karşı etkin bir siyasal cephe açabilsin. Henüz erken olmakla birlikte ilk izlenimler, yeni genel başkan ve kadrolarının bu demokrasi ve Cumhuriyet, başka bir ifade ile uygarlık kavgasına hazırlıklı, kararlı ve yürekli olduklarını gösteriyor.

İnönü ve Ecevit

Bu tablo, şimdiki CHP’nin, tramvaydan inme zamanı geldiğine inanan siyasal İslamın pervasızlaşan şeriat hamlelerini, İnönü ve Ecevit dönemleri gibi halkı arkasına alan karşı bir hamle ile püskürteceği; muhalefet modelini haftada bir gün grup konuşması ile sınırlı tutmayacağı, sendikalara, sivil toplum kuruluşlarına ve geniş halk kesimlerine öncülük edip demokratik muhalefeti kitleselleştirerek bir dönemi kapatacağı anlaşılmaktadır.

Atatürk mucizesi

Boş mide ve çıplak ayakla donanımlı düşmanı bu kutsal topraklardan kaçtığı yere kadar kovalayan dedelerimize komuta eden Gazi Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve silah (AS: ve dava) arkadaşlarının Batı Anadolu’da ortaya koydukları ve dünyayı hayrete düşüren mucizedir CHP.

Mahatma Gandhi’nin, “Mustafa Kemal yeninceye kadar İngilizleri Tanrı sanırdım” dediği bilinir.

CHP gibi bir partinin salt üyesi olmak bile büyük bir siyasal onurdur.

CHP’nin tarihinden utananlardan da ben utanıyorum.

SULTANİZM DEĞİL FAŞİZM

OĞUZ OYAN

BİRGÜN PAZAR, 26 Kasım 2023

Arjantin’de sağ popülizm ile halk (sosyal haklar) düşmanlığını ve ABD/emperyalizm yanlılığını birleştiren bir söylemle devlet başkanlığı seçimini ikinci turda kazanan siyasi-pervasız Javier Milei’den sonra bu defa da Hollanda’da ırkçı-faşist kimliğini hiç gizlemeyen Geert Wilders’in partisinin genel seçimlerden birinci çıkması ve ufukta onun başbakanlığında aşırı sağ çekişli bir koalisyonun kurulma olasılığının belirmesi, yeni yorumları gerektiriyor.

Faşizan Sağın Yükselişi

Bir kere, kapitalist sistem içinde dünyanın (Kuzey ve Güney’in) farklı coğrafyalarında ortaya çıkan faşizan-popülist yönelimlerin dönemin ruhuna uygun ortak paydaları olduğunu farkedebilmek gerekiyor. En genel ortak payda olarak da, kapitalizmin bugünkü neoliberal düzenleme evresinde, ekonomik temel ile siyasi/hukuki üstyapı arasındaki uyumsuzlukların giderek çoğalması ve burjuva demokratik modelin (güçler ayrılığı eksenli modelin) bugünkü birikim rejiminin ihtiyaçlarını karşılamakta sadece yetersiz değil aynı zamanda sistemin egemen gücü sermaye tarafından bir ayakbağı olarak da görülmeye başlanması anlaşılabilir. Bu da sistemin üstyapısında yeni siyasi/idari/hukuki dönüşüm arayışlarını pekiştirmektedir.

İkincisi, gelir, servet ve refah eşitsizliklerinin giderek derinleştiği, emekçi sınıflar yanında dünya kaynaklarının da aşırı sömürüldüğü, iklim krizinin pervasızca tetiklendiği bu çıkışı olmayan birikim rejiminde, ülkelerin/toplumların ve dünya ekonomik/siyasi sisteminin yönetilmesi giderek güçleşiyor. Bu koşullarda, sisteme yönelik sınıfsal tepkilerin mutlaka önlenebilmesi gerekiyor. Bu da ülkelerin/halkların ve emekçi sınıfların birbirine düşürülmesinden; milliyetçiliklerin, ırkçılığın, yabancı düşmanlıklarının körüklenmesinden; emekçi sınıfların kazanılmış haklarının hukuken geriletilmesinden ve hak arama pratiklerinin fiilen baskılanmasından geçiyor. Bütün bunlar da bir sınıfsal baskı rejimi olan faşizme giden süreçleri besliyor.

Üçüncüsü, bir zamanlar siyaset sahnesini -konjonktürün elvermesiyle- Keynesci/bölüşümcü politikalarla işgal eden sosyal demokrasinin, daha sonra sermayenin neoliberal politikalarına angaje olarak boşalttığı alanları sağ popülist-faşizan hareketlerin doldurması, kırk yıldır süren bir dönüşüm süreci olarak çalışıyor. Sovyetlerin çöküşü sonrasında dünyada rakipsiz kalan kapitalist sistemin siyaset yapıcılarının da sağ siyasetlere savrulmada daha fütursuzca davranabilme olanakları ortaya çıkmış bulunuyor. Bu nedenle, “Dünyanın bütün demokratları birleşin” türünden naifliklerin/koflukların, sermayenin anti-demokratik gelişmelerde oynadığı tayin edici rolün yadsınmasının veya görmezden gelinmesinin ne gibi çarpıtmalara yol açtığının görülebilmesi gerekiyor. Bunun için,  “demokrat” kimliği yapıştırılanların, Filistinlilerin militarist-dinci-faşist İsrail rejimi tarafından katledilmesi karşısındaki suskunluğu hatta işbirlikçiliği, bir turnusol kâğıdı işlevi görmüş olmalı. “Sosyal-demokrat” etiketli SPD’nin başkanı ve Almanya’nın şansölyesi Olaf Scholz’un İsrail’in katliamları konusundaki aktif destekçiliği, Ukrayna savaşını bahane ederek Almanya’nın yeniden militarizasyonunu hedeflemesi, hatta ABD’nin Pasifik (Çin) politikalarına destek açıklaması, sahte sola ve onun uluslararası örgütlerine (Sosyalist Enternasyonal ve türevlerine) güvenilemeyeceğinin işaretlerinden sayılmalı.

Nihayet, dördüncüsü, ABD ve genel olarak Batı (G-7) hegemonyasının giderek zayıfladığı bu süreçte, Güney’in en güçlü temsilcisi ve yeni hegemonya adayı olarak Çin’in sahneye çıkması ve Batı’da bir hegemonya transferi “tehlikesinin” paranoyaya dönüşmesinin tetiklediği küresel savaş tehditleri büyüyor. Böyle bir hegemonya transferinin Anglosakson ülkeler (Büyük Britanya-ABD) arasında olduğu gibi pasifik yoldan gerçekleşmesi mümkün görünmüyor. (Kaldı ki, İngiltere hegemonyasının iki küresel savaşla kırıldığını, yeni hegemon gücün ortaya çıkmasında katalizör güç olarak kullanılan Alman militarizminin bu savaşlarda yenilgiye uğratılmasında ABD’nin oynadığı hesaplı askeri/iktisadi rolün kullanıldığını, yani gerçekte pasifist bir geçişten de tam olarak söz edilemeyeceğini eklemek gerekebilir).

Burada sayılan ve sayılmayan tüm nedenlerle, dünya çapında örnekleri sıklaşmaya başlayan despotik siyasi rejimlerin ve henüz bu aşamaya geçmemiş “demokrasilerdeki” ırkçı-faşist hareketlerin/partilerin yükselişi, insanlığın geleceğine yönelik tehlike çanlarının hiç susmamasına yol açıyor. Bu cehennemi döngüden çıkışın tek mümkün yolu olan sosyalizmin bir iktidar alternatifi olarak geniş kitlelerin bilincinde henüz yer etmemiş veya öncelik kazanmamış olması da kötümserlikleri besliyor. Ama gene de sosyalizmin güçlenmesi ve uluslararası dayanışmasının pekiştirilmesinden başka çözüm yolu bulunmuyor.

“Sultanizm”, Bilimsel bir Kavram Kategorisi Değil

Buraya kadar yazılanlar, dünya sahnesinde giderek yaygınlaşan çeşitli faşizan eğilimlerin genel bir kategorizasyonunun yapılmasının şart olduğunu söylüyor. Başka deyişle, bunu yapmaktan bizi alıkoyabilecek partikülarist yaklaşımların kısırlığına ve çarpıtıcı özelliklerine dikkati çekmemize vesile oluyor. Bu partikülarist yaklaşımlarından biri de Türkiye’yi bu genel yönelişlerin dışına çıkararak ona tamamen kendine özgü (sui generis/nevi şahsına münhasır) bir nitelik atfetmek olurdu. AKP/Erdoğan rejimini “neo-patrimonyal sultanizm” olarak adlandırmak tam da buna denk düşüyor.

“Neo-patrimonyal sultanizm” kavramı, Osmanlı’dan sonra Türkiye’yi de bir “sui generis” vaka olarak değerlendirme yanlışını içeriyor. Kavramı Osmanlı’nın ayrıksılığını tanımlamak için ilk kullanan M. Weber’dir. Marksizme alternatif kavramlar ve analizler üretme çabasında çok heveskâr olan Weber ve Sombart ekolünden çok da hayırhah çalışmalar çıkmasını beklemek herhalde hayalcilik olurdu. (Bu konuda Maurice Dobb 1946’da ilk kez yayınlanan Kapitalizmin Gelişmesi Üzerine İncelemeler başlıklı kitabında -Türkçesi, Belge Yayınları, 1992- bu sosyologlar hakkında erkenden eleştirel konumunu yansıtmıştı. Biz de şu çalışmamıza gönderiyoruz: “Vergi-Ordu Sistemleri ve Geçiş Tartışmaları”, Yordam Kitap, 2023, s.203-210). Daha sonra siyasal İslamcılarda demokratikleştirici bir keramet gören ve bizdeki “ikinci cumhuriyetçilerin” esin kaynaklarından biri olan Şerif Mardin’in sarıldığı bir kavramdır “patrimoniyal sultanizm”. Osmanlı toplumu incelemelerinde sui generis’çi/partikülarist yorumu benimseyenler ile Asyagil Üretim Tarzı savunucuları arasındaki yakınlaşmaların nesnel ve öznel koşulları da böylece hazırlanmıştı. Son yıllarda, AKP/Erdoğan rejimini açıklayıcı “bilimsel bir kavram” olarak yeniden piyasaya sürülmesi ise oldukça anakroniktir. Bu kavram, sosyal bilimciyi siyasal üstyapının (sosyolojik yapıyla uyumlu veya uyumsuz) özgünlüğüne kilitlemekte, ardındaki sınıfsal dayanakları, sermayenin belirleyiciliğini arka plana itmektedir.

Kuşkusuz her ülkenin kaçınılmaz tarihsel ve toplumsal özgünlükleri bulunur. Bunlar inkâr edilemez ve analiz dışı bırakılamaz. Ama sosyal bilimlerin, toplumların gelişme dinamiklerinde belirli dönemlerde uluslararası ölçekte ortaya çıkan eğilimlerle benzeşen yönelişlerini çözümleme araçlarının bu “sui generis” yakıştırmalarıyla önemli ölçüde aşındırıldığını da görmezden gelemeyiz. Çünkü bu “sui generis” metodolojisinin sınırları dışına çıkılamadığında/çıkılmak istenmediğinde, “bilimsel görecilik” sahneye çıkabiliyor ve giderek “bilinemezcilik” gibi postmodern kavramlara yer açılabiliyor. Sınıfsal analiz yöntemine yer bırakmadan, süslü kavramların ardına sığınıp “özgün analiz” yapmanın cazibesine kapılarak gerçekte derinliği olmayan analizlere savrulmanın telafisi bulunmuyor. Marksist analizin tam olarak karşı çıktığı da bu bilim-dışı kavramlar, önkabuller ve yöntemlerdir.

Sonuç

Faşizm yolunda ilerleyen süreç AKP döneminde hızlanarak çalışıyor. Ergin Yıldızoğlu’nun “süreç olarak faşizm” olarak adlandırdığı siyasi yöneliş, Merdan Yanardağ’ın “İslamo-faşizm” olarak nitelediği formatta ilerliyor. Bu neo-faşist sürecin belirli bir aşamada duracağını, kazanımlarını yeterli görerek mevcut siyasi sistemi daha fazla zorlamayarak bir uzlaşma arayacağını düşünmek ham hayaldir. Yeni CHP yönetiminin bu süreçle başetmesini beklemenin de şu an için ham hayal olarak gözükmesi gibi.

Sosyalist sol, neo-faşizm yolunu kararlılıkla tıkayabilecek yegâne güçtür. Bu gücünün farkında olması ve gücünü büyütmesi gerekiyor. Elbette toplumdaki tüm Cumhuriyetçi, laik ve bağımsızlıkçı unsurları da kavrayarak…

Ukrayna ve Filistin

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
27 Kasım 2023, Cumhuriyet

 

Birleşmiş Milletler geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği tarihten ve savaşın başlamasından bu yana, yaklaşık 1.5 yıl içinde, yaklaşık 10 bin sivil vatandaşın yaşamını yitirdiğini açıkladı.

NATO’nun genişlemesi stratejisiyle, Rusya’nın, uluslararası hukuka aykırı biçimde, Ukrayna’yı işgal etmesi için gerekli ortamı hazırlayan ve Ukrayna’da yaşanan trajediden dolayı, Rusya hükümeti kadar sorumlu olan ABD, Britanya ve AB ülkeleri hükümetleri; bununla da yetinmediler, Ukrayna’ya silah yardımı yaparak, savaşın uzamasına ve genişlemesine neden oldular.

ABD, Britanya ve AB ülkelerinin hükümetleri, kendi ülkelerindeki devlet dairelerine ve yurtdışındaki büyükelçiliklerine ve konsolosluklarına, Ukrayna’nın bayrağını asacak kadar şuursuz (bilinçsiz) hareketler içine girdiler, savaşın açık tarafı durumuna geldiler.

ABD’deki, Britanya’daki ve AB ülkelerindeki medya organları, kamu hizmeti veren kitle iletişim araçları olmaktan çıktılar, hükümetlerin güdümündeki propaganda aygıtlarına dönüştüler, Rusya medyasını aratmadılar.
***
Ukrayna’da yaklaşık 1.5 yıl içinde yaşamını yitiren yaklaşık 10 bin sivil için dünyayı ayağa kaldıran ABD, Britanya ve AB ülkeleri hükümetleri, Filistin’de yaklaşık 1.5 ayda yaklaşık 13 bin sivilin yaşamını yitirmesini, satır aralarına sıkıştırılmış kınama ve endişe mesajlarıyla geçiştirdiler!

7 Ekim 2023’te köktendinci terör örgütü Hamas’ın, yaklaşık 1300 İsrailli sivili ve askeri katletmesinden sonra, İsrail hükümeti askeri operasyon başlattı; ancak Filistin topraklarının bir parçası olan Gazze’de hastaneleri, okulları, mülteci (sığınmacı) kamplarını ve sivil yerleşim yerlerini de bombalayarak, binlerce çocuğun, kadının ölmesine yol açarak, savaş suçlarından yargılanmayı gerektirecek ölçüde büyük bir katliam (kırım) gerçekleştirdi.

İsrail hükümeti böylece, haklı bir konumdayken, haksız bir konuma düştü. Ancak ABD, Britanya ve AB ülkeleri hükümetleri, Rusya’ya karşı verdikleri tepkiyi, İsrail’e karşı vermeyerek, ne denli emperyalist, iki yüzlü, önyargılı ve ırkçı olduklarını ve dış politikayı çifte standartlar üzerinden yürüttüklerini, bir kere (kez) daha kanıtladılar.
***
Türkiye’de ise AKP hükümeti, Rusya ve Ukrayna konusunda daha dengeli ve makul bir dış politika izlerken, Filistin konusunda ayrı bir dengesizliğe savruldu. AKP genel başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan, Hamas’ın bir terör örgütü olmadığını, ülkesini savunan bir “mücahitler grubu” olduğunu söyleyerek, skandal bir ifadeye imza attı.

Erdoğan böylece dış politikasını, iç politikadaki laiklik karşıtı uygulamalarıyla tutarlı bir biçimde sürdürmüş oldu. Ayrıca iktidara geldiğinden beri Hamas ile ilişkilerini geliştiren Erdoğan, Hamas’ı bir terör örgütü olarak nitelendirseydi, terör örgütünü yıllarca desteklemiş bir kişi konumuna düşecekti. Erdoğan, Hamas’ın terör örgütü olmadığını iddia ederek, kendisini de aklamaya çalışmış oldu.

Oysa Hamas’ın 1990’lı yıllarda gerçekleştirdiği sivillere karşı otobüs bombalama eylemlerinin de, 7 Ekim 2023 eylemlerinin de, terör eylemleri olduğu açıktır. Hamas’ın bir siyasal kanadının, bir de “askeri” kanadının olması, Gazze’de seçimle iktidara gelmesi ve Filistin topraklarının bir kısmının (bölümünün) işgal altında olması bu gerçeği değiştirmez.

İsrail, Gazze’yi abluka altına almış olsa da, Gazze’deki işgali yıllar önce sonlandırmıştı, Gazze’deki Filistin halkının kendi kendisini yönetmesini kabul etmişti. Hamas ise buna rağmen (karşın), terör eylemleri gerçekleştirmek için silahlanmayı sürdürdü; İsrail’in meşru sınırlarını açık ve seçik bir biçimde tanımadı.

İsrail’in işgal ettiği Batı Şeria’dan, Doğu Kudüs’ten ve Golan Tepelerinden çekilmesi ve Filistin devletini tanıması; Hamas ve Hizbullah gibi terör örgütlerinin ve İran gibi ülkelerin de, İsrail’in Birleşmiş Milletlerce kabul edilmiş meşru sınırlarını tanıması, kalıcı barış için tek çaredir.

AKP hükümeti, Hamas’ın avukatlığına soyunacağına, bu çerçevede bir politika geliştirmelidir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ukrayna ve Filistin27 Kasım 2023

VAHDETTİN

Suay KARAMAN

Dağlarında çiçekler açan güzel İzmir’in kurtuluşunun 100. yılında 9 Eylül 2022’de İzmir Anakent Belediye Başkanı Tunç Soyer konuşma yapmıştı. Eşsiz önderimiz Atatürk’ten alıntılar alarak yaptığı konuşmasında Tunç Soyer;

  • “100 yıl önceydi. Bu toprakları yönetenler, gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet içindeydi. Sadece, saraylarındaki saltanatı korumak için bütün bir milleti ateşe attılar.
    İnsanlık onurumuzu, bağımsızlık tutkumuzu ve yaşam hakkımızı ayaklar altına aldılar, teslim oldular. Ve bir sabah emperyalist ülkeler kirli emelleriyle güzelim şehrimizi
    işgal etti”
    demişti.

 Yapılan bu konuşmadan 14 ay sonra İçişleri Bakanlığı, Tunç Soyer hakkında ‘Osmanlı Devleti’ne ve son padişah Vahdettin’e hakaret etmek, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek’’ suçlamasıyla inceleme başlattı. 

  • Bu incelemenin hedefi ne Tunç Soyer’dir ne de CHP’dir.
  • Açıkça hedef Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Atatürk’e söz edemeyenler, çevresinde dolanıp durmaktadır. Zaten bu zihniyet, Atatürk için “Ergenekon’un bir numarası” bile demişti. Büyük Millet Meclisi’nin 25 Eylül 1920 tarihindeki gizli oturumunda Mustafa Kemal Paşa şunları söylemiştir:

  • Padişah ve halife makamını işgal eden kişi haindir.
  • Düşmanların vatan ve millet aleyhine kullandıkları bir maşadır.”

Büyük Millet Meclisi tutanaklarında yer alan bu konuşma, tarihin gerçek olaylarını belgelere dayanarak ortaya koymaktadır. Vahdettin’in hain olduğunu açıklayan Mustafa Kemal Paşa için soruşturma açabilecekler mi? Cesaretleri var mı, güçleri yeter mi? 

30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesini imzalayan, ülkesini işgal edenlerle işbirliği yapan, 17 Kasım 1922’de İngilizlerin Malaya savaş gemisiyle kaçan Vahdettin ve takımının işi, Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla bitirilmiştir. Tarih Vahdettin’in hainliğini belgelemiştir. Vahdettin’i aklamak isteyenler olmuştur ama boşunadır. Tıpkı 15 Temmuz 2005’te Zaman Gazetesine demeç veren Bülent Ecevit’in, “Vahdettin hain değildi” sözleri gibi. 

Siyasal iktidar 14 ay sonra Tunç Soyer’e açtığı inceleme ile bir taşla iki kuş vurmak istemektedir. İzmirlilerin hizmetlerinden hoşnut olmadıkları Tunç Soyer’in yeniden aday yapılması durumunda, CHP’nin oy yitimine uğrayacağı bellidir. İşini bilen, hakkını veren, parti ideolojisini özümseyen başka bir aday ile CHP’nin İzmir’i yeniden alacağı açıktır. İşte siyasal iktidar İzmir’i almak için Tunç Soyer’e açılan soruşturma ile mağdur yaratarak, Soyer’in yeniden aday yapılmasını düşünmektedir. Yani İzmir’de Tunç Soyer yeniden aday olursa, AKP, kendilerinin şansı olduğu beklentisi içindedir; ama bu beklenti düşten öteye gidemez. 

Tunç Soyer’in yönetimindeki İzmir Anakent Belediyesi hakkında özellikle kutlamalara getirilen sanatçılara ödenen büyük paralar, 2022 yılında bir otele yüklü konaklama bedelleri ödenmesi, Buca tüneli inşaatının beş yıldır bitirilememesi, yapılacak metroların neden bitirilemediği, “Süt Kuzusu” projesini eşine verip, çocuklara süt gönderilmemesi gibi konular dururken, gülünç ve dayanaksız bir biçimde inceleme başlatmak mantıksızdır. 

Sürekli olarak algı yönetimini başarılı biçimde (!) yürüten siyasal iktidarın bu oyununa CHP’nin yeni yönetiminin dur demesinin zamanı gelmiştir. Bunun için yerel seçimlerde gerek belediye başkanları, gerekse belediye meclis üyelerinde liyakate (yaraşırlığa) önem verilmesi, toplumun güvendiği kişilerin ve CHP ilkelerini özümseyenlerin aday yapılması çok önemlidir. Atatürk’ümüzü, ülkemizi, kentlerimizi ve geleceğimizi korumak için başka şansımız kalmamıştır.  

Azim ve Karar, 27 Kasım 2023

Hortlayan Nefret Söylemi

Işık Kansu
Işık Kansu
kansu@cumhuriyet.com.tr
25 Kasım 2023 Cumhuriyet

 

İsrail’deki ırkçı-dinci bir koalisyonun Gazze’de Filistin halkına yönelik insanlık dışı uygulamalarını bahane eden kimi cemaatler ve tarikatlar, Musevilere karşı ayrımcı, kinci, nefret dolu propagandaya başladılar.

Bağlı olduğu Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in, kızı H.K.G’yi altı yaşındayken “imam nikâhıyla evlendirmesi” ile gündeme gelen İsmailağa cemaatinin resmi sitesinde yer alan ifadeler buna örnektir:

“Sözünden dönmüş bozguncu bir kavimdir. Allah’ın lanet ettiği kavimdir. Yeryüzünde fesat çıkaran bozguncu kavimdir. Çok nankördürler. Onlara, zillet, alçaklık ve acizlik damgası vurulmuştur. Kitaplarını tahrif eden hain bir millettir. İkiyüzlü, münafık bir millettir. Kıskanç, haset bir toplumdur. Hakkı gizlerler. Dünya hayatına çok düşkündürler. Cahil ve sefih, beyinsiz bir millettir. Canlıların en şerlileridir.”

Anayasadaki laiklik ilkesine karşın teokratik bir devlet oluşturma yolunda ilerlemekte olan AKP iktidarından güç alan bu tür yapıların, Türkiye’de on binlerce Musevi yurttaşın yaşadığını yok sayarak böylesi ilkel bir nefret söylemine yönelmeleri; ulusal birliğe, inanç özgürlüğüne zaten her gün vurulmakta olan bir başka darbe olarak değerlendirilmelidir.

YENİ FONUN İŞLEVİ NE OLACAK?

Saray ittifakı, yeni bir fon oluşturma peşinde: Aile ve Gençlik Fonu.

CHP’li Serkan Sarı, fonun neye evrilmekte olduğunu TBMM kürsüsünden açıklıkla dile getirdi. Özetleyelim:

-Fonla, petrol ve maden gelirlerinin yüzde 20’si ve diğer fon gelirlerinden aktarılan bütçeyle yaklaşık 3 ila 6 milyar TL kaynak oluşturulacak. Cumhurbaşkanına bu oranı sıfıra indirme veya 2 katına çıkarma yetkisi verilmekle Meclis’in yetkisi cumhurbaşkanına devrediliyor.

-Fonun bütçe denetimi yoktur, mali disiplinden uzaktır. Cumhurbaşkanına yeni bir örtülü ödenek mi oluşturulmaya çalışılıyor?

-Fonla yandaş vakıf ve derneklerle işbirliği yapacağınız yeni bir kaynak arayışı içerisinde misiniz?

-Bakanlıklarımız üzerinden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her gencimize istediğimiz her türlü desteği verebilecekken bu düzenlemeyle Suriyeli, Afgan göçmen, sığınmacı olmak üzere gelen diğer gençlere mi destek olmak istiyorsunuz?

SORUŞTURMACILARA SORULAR

Tunç Soyer’Vahdettin’e hakaret gerekçesiyle soruşturma açan İçişleri Bakanlığı’na…

Yurdunu kurtarmak için kelle koltukta savaşanlar hakkında idam fermanı hazırlayana ne denir?

Yurdunu kurtarmak için savaşanların karşısına çapulculardan oluşan ordu gönderene ne denir?

Dünyanın neresinde olursa olsun yurdunu işgal edenlerle işbirliği yapana ne denir?

Yurdun kurtulmasından hemen sonra düşmanın zırhlısına binip kaçana ne denir?

Yabancılara mektup yazıp Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni “Ankara meclisi gibi bir isyancı fitne” diye tanımlayana ne denir?

Son soru: Vahdettin gibilerini savunanlara, onları övenlere ne denir?


Yazarın Son Yazıları
Tüm Yazıları
Hortlayan Nefret Söylemi25 Kasım 2023
Tramvaydan İnme Zamanı18 Kasım 2023
CHP’de İsimlerin Değişmesi Yeterli mi? 11 Kasım 2023

KİMLER NASIL KONUŞURLAR?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. Eski İİBF Dekanı

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

– Bilginler, filozoflar akıllarıyla,
– Cahiller, önyargıları ve duygularıyla,
– Zenaatkârlar, elleri ve ürünleriyle,
– Sanatçılar, ürettikleri sanat eserleriyle (yapıtlarıyla),
– Yargıçlar, kararlarıyla, (AS: adil kararlarıyla)
– Kurumlar, kurumsal akılları ve kurumsal kültürleriyle,
– Devlet adamları, adaletleriyle,
– Siyaset adamları, duygusal ortak akılla,
– Varsılar (zenginler) cüzdanlarıyla,
– Doyumsuzlar, unvanları ve makamlarıyla,
– Fallokratlar (üreme bölgesiyle düşünenler) cinsel çekicilikleriyle ya da görünüşte, herkese ahlak ayarı vermekle,
– Yoksullar ihtiyaçlarıyla (gereksinimleriyle),
– Yaşlılar deneyimleriyle,
– Gençler cesaretleriyle (yüreklilikleriyle),
– Zorbalar, ezdikleri ve ettikleri zulümlerle,
– Kötüler fitne, tuzak ve hileleriyle,
– İyiler sağduyu ve vicdanlarıyla

KONUŞURLAR…. YA SİZ?
=================================================
Dostlar, 

Saygın öğretmenimiz (hocamız) Prof. Çivi ciddi bir soru soruyor..
Yanıtlamamak olmaz..

  • Ben “Adalet erdemi” ile konuşmayı, yaşamayı seçiyorum.

Bunu yapmaya çalışıyorum.
Adalet” erdeminin çok kucaklayıcı – kapsayıcı olduğunu, birçok insansal (insani) etik değeri içinde barındırdığını düşünüyorum Aristoteles’ten öğrenerek..
***
Dinimi sorarsanız (!)..

  • “Etik dinindenim”!

4 temel ilkem var akıl ürünü Evrensel Etikten öğrenip uymaya çabaladığım :

1. Hiç kimseye zarar vermemek (primum non nocere!)
2. İnsanlara yararlı olmaya çabalamak
3. Adil olmak (herkese hak ettiğini vermek : hakkaniyet..)
4. Başkalarının işine karışmamak (özerkliklerine saygı)
***
Bir de, bu 4 ilke aydınlığında karar alırken,

  • kişisel değer yargılarım” yerine, karşımdaki olguların “değer bilgisine erişerek
    bu temelde nesnel – bilimsel kararlara ulaşmaya özen gösteriyorum.

Tüm bunları yaparken pusulam : Akıl ve bilim ya da “bilimsel akılcılık“..

Umarım sizler ve Sn. Prof. Halil Çivi ustamız onaylarsınız..

Ya da daha iyi önerileriniz varsa, bu yazıya yorum eklersiniz web sitemizde..
Doğallıkla, “kişisel değer yargılarınız” (öznelliğiniz-subjektifliğiniz) size kalmak üzere..

Sevgi ve saygı ile. 25 Kasım 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X : @profsaltik

Yeni Bosna Cemevi konferansımız : Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılı

Dostlar,

11 Kasım 2023 günü İstanbul-Bahçelievler Yeni Bosna Cemevi‘nde verdiğimiz konferanstan daha önce bu sitede söz ettik. Ancak dikkatimizden kaçmış, bu konuşmamızı ve kullandığımız yansıları sitemizde paylaşmadık.
Affola…
Aradan 2 hafta geçmiş olmasına karşın, paylaşmamızın daha doğru olacağı kanısındayız.

69 yansıdan oluşan, belgelere dayalı sunumumuz 1,5 saat sürdü.

Hem Cumhuriyetimizin 100. yaşını irdeledik

Hem de Kurtarıcı-Kurucu önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün
Hak’ka yürüyüşünün 85. yılında O’nu andık.. Bir kez daha anlamaya çalıştık.

 

CEM Vakfı Genel Müdürü Sayın Ali İhsan Argunşah ile uzun yıllar önce Kartal Cemevinde bir açıkoturumda (panelde) konuşmacılardan idik. (Atatürk ve İnanç Dünyası, Kartal Cemevi, Panel, İstanbul, 04.02.2012). Kendisine nazik çağrısı ve düzenlemesi için teşekkür ederiz.

Vakfın web sitesinde bu etkinlik kısaca özetlendi aşağıdaki gibi : Cem Vakfi | Haber Detay
***
Cumhuriyetimizin 100. yılında, değerli hocamız, Prof. Dr. Sayın Ahmet Saltık’ı
Cumhuriyet ve Atatürk” konulu söyleşisi ile konuk ettik.

Halkın yoğun ilgisi ile karşılanan söyleşide, Sayın Ahmet Saltık;
Cumhuriyet öncesi coğrafyamızda ve diğer farklı bölgelerden örnekler vererek,
dönem tahlili yaptı.

Cumhuriyet’e geçiş dönemi, Atatürk ve kurtuluş mücadelesini, yaşanan tüm zorlukları ve imkansız denilen bir ortamda verilen amansız mücadeleyi anlattı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasını, Mustafa Kemal Atatürk’ün mücadelesini,
savaş esnasında bile eğitim kurultayı yapmış bir insan olduğunun altını çizdi.

Cumhuriyet ile birlikte, Atatürk devrimleri ve ekonomik yapılanma ile kadınların
hem sosyal yaşamda hem eğitim alanında yer almaya başladıklarını söyledi.

Cumhuriyet ile egemenlik; Padişahtan, sultandan, toprak ağasından alınıp halka verildi” dedi.

Atatürk, “Yurttaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında demokrasiyi, çok partili yaşamı ve düşünce özgürlüğünü anlatıyordu.” diye belirtti.

Kardelen çiçekleri gibi umutlarımızı asla soldurmayacağız.. diyerek ardından
Cumhuriyeti yaşatacağız” sözleri ve alkışlar eşliğinde söyleşi sonlandı.
***
Yansıları izlemek için lütfen tıklayınız : Yenibosna Cemevi Konf. 11.11.2023

Sevgi ve saygı ile. 25 Kasım 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

Öğretmenler Günü Kutlu Olsun

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

24 Kasım 1928’de Bakanlar Kurulunca Atatürk’e “Başöğretmen” sanı verilmiş ve o gün Öğretmenler Günü olarak duyurulmuştur. Dünya tarihinde hem “Başkomutan” hem  “Başöğretmen” sanlarına sahip tek önder Atatürk’tür.

Atatürk’e Başöğretmen sanı Harf Devrimi kapsamında verilmiştir. Harf Devrimi, Dil Devrimi ile birlikte çağdaşlaşma yolunda atılan önemli adımlardan biridir.

 Neden Harf Devrimi?

Türklerin Müslümanlaştırılmasından başlayarak yaklaşık bin yıldır kullanılmakta olan Arap harfleri Türkçeye uyumlu değildi. Türkçe ünlü harfler bakımından zengin (varsıl) iken, Arapça ünsüzler bakımından zengindi (varsıldı). Arapçada kimi ünsüz harflerin birden çok yazılışı vardı. Örneğin iki çeşit ”t”, üç çeşit “h”, dört çeşit “z”, iki çeşit “k” vardı. Buna karşılık a, u ve ı olmak üzere üç adet sesli harf bulunuyordu.[1] Türkçede ise sekiz adet ünlü harf bulunmaktadır. Arap harfleri bitişik yazılmakta; kelimenin başında, ortasında sonunda veya tek başına yazıldıklarında farklı yazılmakta ve okunmakta idi. Arap harfleri ile eser basmak, pek çok karakterin dizilmesini gerektirdiğinden zordu. Bu nedenlerle hem kitap sayısı çok az hem de Arap harfleri ile Türkçeyi okumak yazmak zordu, okur-yazar oranı erkeklerde %7, kadınlarda %0.4 düzeyinde idi. Okuryazar olanların önemli bir kesimini öğretmenler, subaylar, memurlar ve azınlıklar oluşturuyordu. Biri Osmanlı’nın Enderun sınıfının kullandığı yazılan ama konuşulmayan Türkçe, öbürü halk dili olarak konuşulan ama yazılamayan Türkçe (AS: Yunus Emre, Dadaloğlu, Karacaoğlan, Pir Sultan..), olmak üzere iki ayrı dil oluşmuştu.[2]

Bu durum ulusal birliğe ve Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefine uymuyordu.

Büyük Devrimci, çok önceden karar verdiği Harf Devrimini öbür Devrimlerde olduğu gibi zamanı gelince, uzmanlara danışarak, ulusa anlatılarak ve adım adım gerçekleştirmiştir.

Harf Devrimi iki aşamada yapıldı:
Birinci aşamada konu uzmanların görüşleri alınarak geliştirildi, ulusa anlatıldı ve benimsetildi, yeni harflerle okuma-yazma seferberliği başlatıldı.

İkinci aşamada yasa çıkartarak, resmi yazışmalarda, okullarda uygulanarak ve Millet Mektepleri kurularak Devrim kurumsallaştırıldı.

24 Mayıs 1928’de Latin rakamları kabul edildi.

24 Haziran 1928’de Ankara’da Latin abecesinin Türkçeye uyumunu incelemekle görevli görevli uzmanlardan oluşan Abece Kurulu (Alfabe Komisyonu) kuruldu.

Abece Kurulu 20 dolayında ülkenin Latin kökenli alfabelerini incelemiş ve 41 sayfalık bir rapor hazırlamıştı.[3] Falih Rıfkı Atay 1 Ağustos’ta kurulun bulgularını İstanbul’da Atatürk’e sundu. Kurul Latin harflerine geçişin beş ila on beş yıl alacağını değerlendirmişti. Atatürk Ya üç ayda olur ya da hiç olmaz[4] diyerek devrimci yaklaşımının ortaya koydu.

      9 Ağustos’ta CHP’nin Sarayburnu’ndaki eğlence gecesinde Atatürk ”[5]Arkadaşlar, Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz[6]. dedi.

Bundan sonra tüm yurtta yeni harfleri öğretme ve öğrenme çabası başladı. Bu çabanın başını Atatürk çekiyordu. Büyük önder yurt gezilerine çıkarak (Tekirdağ, Bursa, Sinop, Samsun, Tokat, Sivas)  memurlara, öğretmenlere ve öğrencilere yeni harfleri kişisel olarak öğretiyor ve sınav yapıyordu. Ayrıca bakanları ve milletvekillerini ülkenin çeşitli yerlerine göndererek yeni harfleri halka öğretmelerini sağladı. İsmet İnönü seçim bölgesi Malatya’ya giderken “ Bu gün bütün ülke bir dershane halini almıştır. Bu sınıfın başöğretmeni de Gazi’nin kendisidir.” dedi.[7] Atatürk’e ilk kez “başöğretmen” sanını veren İnönü idi.

      11 Ağustos’ta Atatürk Dolmabahçe Sarayı’nda ilk yeni abece dersini verdi.

      29 Eylül’de ”Yeni Harfler Marşı (abece marşı)” bestelendi.

Dolmabahçe Sarayı’na karatahtalar yerleştirildi. Atatürk kendisini ziyarete gelenlere, memurlara, dostlarına, yanında çalışanlara ders veriyordu.[8] Saray bir bilim akademisi haline gelmişti. Dilciler, tarihçiler, şairler, yazarlar, milletvekilleri, bakanlar her gün salonlarda toplanıyorlar büyük önderin başkanlığı altında tartışmalar yapıyorlar ve önderin masası önünde harf sınavından geçiyorlardı.

Yeni abeceyi ulus coşku ile benimsemiş, sıra ikinci aşamada yasal düzenlemeye gelmişti.

      1 Kasım 1928’de TBMM’nin yeni yasama yılına başladığında açılış töreninden sonra gerekli komisyon derhal toplandı konuyu kararlaştırdı. Abece kurulunun önerilerine uygun tasarı hazırladı. Bu yeni harfli yasa tasarısı aynı gün toplanan TBMM genel kuruluna gönderilerek oybirliği ile kabul edildi.[9] 3 Kasım tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. 1 Ocak 1929’dan itibaren resmi yazışmalarda eski harflerle yazmak yasaklandı, yeni harfleri kullanmak zorunlu oldu. 1928-1929 eğitim yılından itibaren okullarda yeni harflerle eğitim verilmeye başlandı.

24 Kasım 1928 harf devriminde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tarihte Mili Eğitim Bakanı Mustafa Necati tarafından hazırlanan “Millet Mektepleri Yönetmeliği” Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. 24 Kasım Öğretmenler Günü ilan edildi. Aynı gün Atatürk’e Bakanlar Kurulu tarafından “Başöğretmen” sanı verildi.[10]

Millet Mektepleri 1 Ocak 1929’da açıldı. Millet Mekteplerini kuran Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey aynı gün öldüğünden açılışa katılamadı. 16-45 yaşları arasında okuma-yazma bilmeyenlerin katılması zorunlu kılındı. Mekteplerde 20 000 öğretmen görev aldı.

Millet Mektepleri 1936’da Halk Evlerine devredilinceye dek 2.5 milyon yurttaşa okuryazar belgesi verdi.[11]. Okuryazar oranı %20’ye çıktı. Aynı dönemde (1928-1936)  nüfus da 13 milyondan 16 milyona erişmişti.[12] TSK da bünyesinde açtığı 16 er okuma-yazma okulunda (Ali Okulu) 532 266 ere okuma yazma öğreterek okuma yazma-seferberliğine katıldı.[13]

Yeni harflerin kabul edilmesinden sonra nüfusun artmasına karşın sürekli artan okuryazar oranı günümüzde %9’leri aştı.

Harf Devrimini izleyerek 1932’de Dil Devrimi yapılarak Türkçemiz Arapça ve Farsça sözcüklerden arındırıldı. Böylece Türkçemizi, Türk abecesi ile okur-yazar olabildik.

Değerlendirme

Harf Devrimi, Dil Devrimi ile birlikte, ulus olma bilincinin yükseltilmesi ve çağdaş uygarlığa ulaşma yolunda önemli bir aşama oluşturmuştur.

Devrimle birlikte okur-yazar oranı ve basılan kitap sayısı hızla artmış, güncel düzeye ulaşmıştır.

Harf Devrimi aynı zamanda laiklik yolunda da ileri bir adımdır. Bin yıldır kullanılan, Kuran’ın yazıldığı Arap harfleri atılmış, Türk abecesi getirilmiştir. Arapça’ya olmayan bir kutsallık veren karşı devrimcilerin ileri sürdükleri gibi Ulus bir günde cahil olmamış, zamanla daha çok okur-yazar olmuştur. Mezar taşlarını okuyamasa bile, onlarca kitap okuyan kuşaklar yetişmiştir.

Harf Devriminde büyük önder Atatürk’ün kişisel çabası belirleyici bir etken olmuş, “Başöğretmen” sanını hak ederek almıştır.

Harf Devrimi yapıldığı zamanda daha üniversite reformu (1933) yapılmamış olduğundan, Devrimde ilk ve orta öğretim öğretmenleri öncü rol oynamışlardır. Bu nedenle Öğretmenler Günü bu öğretmenlerce kutlanmaktadır. Oysa öğretmenler günü, aynı işlevi olan üniversite öğretim elemanlarını da kapsamalıdır.

Öğretmenler Günü son yıllarda öğretmenlerimizi kutlamak yerine, onların sorunlarını dile getirme günü durumuna gelmiştir.

Üniversite öğretim elemanları da dahil, tüm öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun!

Kaynaklar

[1] Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası yayını, İstanbul, 2013, s.202
[2] Lord Kinross, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Altın Kitaplar, İstanbul, 2013, s.511
[3] Turgut Özakman, Cumhuriyet Türk Mucizesi 2. Kitap, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2010, s.313
[4] A. Mango, a.g.e. s.465
[5] Özakman, a.g.e. s.316
[6] Maarif Vekaleti, Tarih IV, İstanbul, 1934, s.255
[7] Kinross, a.g.e. s.514
[8] Kinross, a.g.e. s.514
[9] a.g.e., s.301
[10] ttps://www.sozcu.com.tr/2015/kultur-sanat/basogretmen-mustafa-kemal-ataturk-ve-24-kasim-993434, erişim: 5 eylül 2018
[11] Sina Akşin Kısa Türkiye Tarihi,  Türkiye İş Bankası Yayını, İstanbul, 2013, s.203
[12] Mango, a.g.e. s.467
[13] http://tr.yenisehir.wikia.com/wiki/Okuma-Yazma_%C3%87al%C4%B1%C5%9Fmalar%C4% B1n%C4%B1n_Tarih%C3%A7esi, erişim 6 Eylül 2018

AKP=RTE iktidarı hala meşru mu?!

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com 
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Cumhuriyet Gazetesi, 23 Kasım 2023

RTE=AKP, 21. yy’ın şafağında Türkiye’de neredeyse mutlak monark!
Üstelik dinci ve meşru olmaksızın!

3 Kasım 2002’den günümüze 21+ yıl geçti Erdoğan’ın çağdışı patrimuan rejimiyle.
Kurguları açısından çok ama çok yol aldıkları kesin. Ama itiraf ettikleri bir çelik çekirdek var ki, “kültür devrimi”. RTE, bu alanda özledikleri yere gelemediklerinden sıklıkla yakınıyor.
Ayrımında olmadıkları sosyolojik gerçek ise, bunun hiç de kolay olmadığı.
A. Toynbee’nin Türk Devrimi betimlemesi cesaret vermiş olmalı (!) :

  • Atatürk, Batı’nın yüzlerce yılda yapabildiği Reform, Rönesans, Aydınlanma, Sanayi Devrimini…
    bir insan ömrüne sığdırdı
    .. Gerçekte 15 yıla; 1923-38!

Ne var ki, 28 Mayıs 2023 seçimini izleyen 67. Hükümet (RTE’nin 5. Kabinesi) gözünü karartmış durumda. 21 yılda Cumhuriyet’in tüm kurumları, değerleri olabildiğince yıpratıldı, kimisi felç edildi.

Laiklik, özellikle eğitimde çökertildi.

Ekonomide talan hayal ötesi boyutta.

Ancak varılan yer, Pirrus utkusundan farksız. Sistemin orta direği ekonomi, tam iflasta.
Örtük bir moratoryum (devlet iflası) gündemde; 1876, 1958 ve 2023!
Tulumbada su kuru(tul)du veya hasta “kanatılarak” ölümcül şokta.
İvedi ve bolca taze kan (sıcak para!) gerek, o da yok!
RTE, diplomatik deyimle, mali sekreteri “Mr. Simsek” ile tam antagonizma içinde:
Hamas seviciliği ve ağır bedeli.

YoksullaşTIRma kurgusu son derece tehlikeli bir silah olarak kullanılmakta.
Öyle ki, en alttaki milyonlarca emekliye 7500TL sefalet aylığı gözü kara dayatılabildi.
Orta direk yok edildi ve gelir dağılımı son 100 yılda hiç bunca yabanıl (vahşi) olmamıştı. Cumhuriyetin tüm KİT vb. yatırımları haraç-mezat peşkeş çekildi.
Ulusal varlıklar yandaş dinci-yabancı sermayenin doymaz gaspına açıldı.
Diyanet, devasa bütçeler yutuyor.
Bilinsin ki, bunlar birer Bumerang’dır.

Ülkenin her karışı ve işi yolsuzluklara, çete-mafyaya terk edildi.
Uygun” birkaçı çökertilince düğün-bayram!?
Öğrenci yurtlarında ödeneksizlik ve kötü yönetim (asansör faciaları, yenmez yemekler) gençlerimizin katili oluyor!
Sahibi-işleticisi eski polis müdürleri olan kimi otellerde, Devlete emanet, yetiştirme yurtlarındaki öksüz-yetim genç kızlarımızın fuhuşa zorlandıkları savı kanımızı donduruyor!
Böylesi bir savın gündeme gelmesi bile kahredici!
Üstelik müslümanlık taslayan siyasal dinci bir iktidarda!

  • İşsizlik, yoksulluk, faiz, enflasyon dağı-taşı tutuşturuyor.

Ağzını açanlar, gece yarısı evlerinden alınıp ters kelepçe ile, sürüklenerek hınçla
“emniyete-savcıya-kodese” !!??
Yasama da Yargı da, “Yürütme”nin tek mutlak egemeni (Anayasa m.8 ve 104/1) RTE’nin çelik pençesinde tutsak.
Oysa Demokrasinin olmazsa olmazı “Güçler Ayrılığı” 2500 yıl öncesine,
kadim Aristoteles’e dayanıyor.
Çünkü öncelikle denetleme-dengeleme-hesap sorma olanaksızlaşıyor
3 erk de “Halife-Sultan”da toplanınca; Ortaçağdır!

İstendik ağırlaştırılan tüm bu baskılar, topumu nefes alamaz duruma getirdi :

  • Kitlesel cinnet, sosyal şizofreni!

Gün geçmiyor ki akıl almaz şiddet, cinayet, olmayacak kazalar, olağan yağmurda ağır felaketler yaşanmasın.
Ancak AKP=RTE dur durak bilmiyor. İlle de “yeni anayasa”!
Yanaşmazsanız alın size AYM’yi boşaltan senaryo. Yetmedi “50+1” den vazgeçelim.
Oysa Osmanlı sultanında olmayan yetkinin ana gerekçesi, halkoylamasında salt çoğunluk idi. RTE’nin “Kimin eli kimin cebinde belli değil” itirafı kendisini de bağlamıyor mu?
Lütfen biraz itidal ey AKP’liler.

Artık Anayasa’nın AKP/RTE aklına yatmayan herhangi bir maddesi ayak bağıdır,
dolayısıyla Anayasal rejim kesin olarak askıdadır.
De facto” (verili) durum budur ve tek kural koyucu – oyuncu – düdük çalıcı, erişilemez Saraydır. Yerel seçimlere beş kala, İmamoğlu’nun ayağına bağlanan safra, Soyer’e de uygun görüldü.
Akıl tutulmasıdır!

Ne var ki, Cumhuriyet’in gerçek sahibi Ulus direnmektedir!
Salt çoğunluk Cumhuriyetçilerdedir. Çok ama dağınık, örgütsüz ve öndersizidirler.
Bu deli gömleği, siyasal tarihte benzersiz değildir.

1. Yapılacak ilk iş, iktidarın etik dışı gündem oyunlarına gelmemek.

2. İkincisi, AKP/RTE’nin halkı kutuplaştırarak birbirine düşmanlaştırmasına asla izin vermemek.

3. Üçüncü olarak tüm Cumhuriyetçi güçleri toparlamak ve bir “21. Yüzyıl Türkiye İttifakı” kurmaktır.

Görev, kurucu parti CHP’nindir; yeniden tüm Kuvvacı güçleri birleştirmek!

Kurtarıcı-kurucu Önder gibi.

Tek amaçla:

  • Devlet yıkıcısı, meşruluğunu yitirmiş iktidara (Vahdettin gibi!) karşı
    meşru direnme hakkını kullanma!

PDF : Cumhuriyet gazet. makalemiz, AKP iktidarı hala meşru mu, Ahmet SALTIK

Not            : Cumhuriyet‘te 2 haftada bir yazabiliyoruz… Gelecek yazımız 7 Aralık 2023 Perşembe günü olacak..

Sevgi ve saygı ile. 23 Kasım 2023, Ankara