Prof. Dr. Fazıl Sağlam
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Türk tarihinin en saygın kuruluşudur.
Kuruluşunun 104. yılındaki böyle bir Meclis, kimseden talimat almadan kararını kendisi vermelidir. Başkanı da aynı gereğin yerine getirilmesini sağlamalı; milletvekili Can Atalay’la ilgili olarak bir bardak suda koparılan yapay ve sahte bir fırtınaya boyun eğerek saygınlığı zedelenmemelidir.
Can Atalay olayı son derece basittir. Anayasa Mahkemesi (AYM), 2021 yılındaki Gergerlioğlu kararından bu yana aynı şeyi söylüyor: Yasama dokunulmazlığına 1982 Anayasası’nda getirilen “Seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla anayasanın 14’üncü maddesindeki durumlar” şeklindeki istisna, yasallık ilkesinin gerektirdiği belirlilik ve öngörülebilirlikten yoksundur. 83. maddedeki bu düzenleme bir istisna kuralıdır. Böyle bir istisna, yargı kararlarıyla belirlenirse, dokunulmazlığın (yani asıl kuralın) öngördüğü güvenceler de karşılanamaz.
Bu nedenle bu güvenceleri gözeterek “14’üncü maddesindeki durumlar” deyişinin hangi suçları içereceğini belirlemek yasama organının görev ve yetki alanı içindedir.
YASAMA, YÜRÜTME ve YARGI
İşte havanda su dövercesine günlerce sürdürülen yapay tartışmanın özü burada yatıyor.
Bu yalın gerçeğin üstü örtülmemeli. Üstelik AYM kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamları ile gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağını (anayasa m.153/son) artık herkes biliyor. Bu bağlayıcılığın yer aldığı anayasa kuralının emredici nitelikte olduğunu da ben eklemiş olayım.
‘DANIŞMA MECLİSİ’
TBMM, AYM’nin işaret ettiği düzenlemeyi iki yıl önce etkili hak arama güvenceleriyle birlikte yasallık ilkesini karşılayacak biçimde yerine getirmiş olsaydı, bugün böyle bir konu tartışılmayacaktı. Üstelik “14. maddesindeki durumlar” istisnası, bir hukukçunun kaleminden çıkmış bir ifade de değil. Önceki anayasalarımızın hiçbirinde böyle bir istisnaya yer verilmedi. “Danışma Meclisi” metninde bile böyle bir istisna yer almadı. Belli ki bunu ekleyen 12 Eylül askeri yönetimi.
Şimdi gündemdeki sorular şunlardır :
TBMM, AYM’nin işaret ettiği “14. maddedeki durumlar” kapsamındaki suçları belirleme görev ve yetkisini mi yerine getirecek? Yoksa “hangi suçların 14. maddedeki durumlar” kapsamında olacağına ben karar veririm” diye dayatan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne mi boyun eğecek?
Bir de kavramları terse çevirerek AYM’nin yargısal aktivizm yaptığını söylüyorlar. “Yetki kanun koyucudadır, yargıda değil” diyen bir AYM mi yargısal aktivizm yapıyor; yoksa “14. maddedeki durumların hangi suçları içereceğine ben karar veririm” diyen Yargıtay 3. Ceza Dairesi mi?
DEMOKRATİK DEVLET
Bu sorulara yanıt ararken göz önünde tutulması gereken bir başka önemli hukuk gerçeği daha var. Can Atalay hakkında verilen mahkûmiyet kararı, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nce onaylanıp TBMM’ye bildirildiğinde Meclis Başkanlığı, Can Atalay’ın milletvekilliğini düşürme işlemini gündeme almadı ve AYM kararını bekledi. Böylece demokratik hukuk devletine yaraşır örnek bir davranış sergiledi. Buna karşılık Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay’ın AYM’ye yaptığı bireysel başvuru, bilgisi dahilinde olduğu halde, AYM kararını beklemedi; alışılmadık bir hızla Can Atalay’ın mahkûmiyet kararını onayladı. Böylece, AYM kararından önce Can Atalay hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesini sağlamış oldu. Bu gayret ve telaşı, yargı adaletiyle, hukuk devleti ilkesiyle ve AYM kararlarının bağlayıcılığı kuralıyla bağdaştırmak olanaksızdır.
Anayasa hukukçusu yurttaşın diyecekleri bu kadar.
Tarihe nasıl geçmek istendiği ise TBMM üyelerinin takdirine kalmış.