Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

TBMM’ye sorular

Prof. Dr. Fazıl Sağlam

16 Ocak 2024, Cumhuriyet

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Türk tarihinin en saygın kuruluşudur.

Kuruluşunun 104. yılındaki böyle bir Meclis, kimseden talimat almadan kararını kendisi vermelidir. Başkanı da aynı gereğin yerine getirilmesini sağlamalı; milletvekili Can Atalay’la ilgili olarak bir bardak suda koparılan yapay ve sahte bir fırtınaya boyun eğerek saygınlığı zedelenmemelidir.

Can Atalay olayı son derece basittir. Anayasa Mahkemesi (AYM), 2021 yılındaki Gergerlioğlu kararından bu yana aynı şeyi söylüyor: Yasama dokunulmazlığına 1982 Anayasası’nda getirilen “Seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla anayasanın 14’üncü maddesindeki durumlar” şeklindeki istisna, yasallık ilkesinin gerektirdiği belirlilik ve öngörülebilirlikten yoksundur. 83. maddedeki bu düzenleme bir istisna kuralıdır. Böyle bir istisna, yargı kararlarıyla belirlenirse, dokunulmazlığın (yani asıl kuralın) öngördüğü güvenceler de karşılanamaz.
Bu nedenle bu güvenceleri gözeterek “14’üncü maddesindeki durumlar” deyişinin hangi suçları içereceğini belirlemek yasama organının görev ve yetki alanı içindedir.

YASAMA, YÜRÜTME ve YARGI

İşte havanda su dövercesine günlerce sürdürülen yapay tartışmanın özü burada yatıyor.
Bu yalın gerçeğin üstü örtülmemeli. Üstelik AYM kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamları ile gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağını (anayasa m.153/son) artık herkes biliyor. Bu bağlayıcılığın yer aldığı anayasa kuralının emredici nitelikte olduğunu da ben eklemiş olayım.

‘DANIŞMA MECLİSİ’

TBMM, AYM’nin işaret ettiği düzenlemeyi iki yıl önce etkili hak arama güvenceleriyle birlikte yasallık ilkesini karşılayacak biçimde yerine getirmiş olsaydı, bugün böyle bir konu tartışılmayacaktı. Üstelik “14. maddesindeki durumlar” istisnası, bir hukukçunun kaleminden çıkmış bir ifade de değil. Önceki anayasalarımızın hiçbirinde böyle bir istisnaya yer verilmedi. “Danışma Meclisi” metninde bile böyle bir istisna yer almadı. Belli ki bunu ekleyen 12 Eylül askeri yönetimi.

Şimdi gündemdeki sorular şunlardır              :

TBMM, AYM’nin işaret ettiği “14. maddedeki durumlar” kapsamındaki suçları belirleme görev ve yetkisini mi yerine getirecek? Yoksa “hangi suçların 14. maddedeki durumlar” kapsamında olacağına ben karar veririm” diye dayatan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne mi boyun eğecek?

Bir de kavramları terse çevirerek AYM’nin yargısal aktivizm yaptığını söylüyorlar. “Yetki kanun koyucudadır, yargıda değil” diyen bir AYM mi yargısal aktivizm yapıyor; yoksa “14. maddedeki durumların hangi suçları içereceğine ben karar veririm” diyen Yargıtay 3. Ceza Dairesi mi?

DEMOKRATİK DEVLET

Bu sorulara yanıt ararken göz önünde tutulması gereken bir başka önemli hukuk gerçeği daha var. Can Atalay hakkında verilen mahkûmiyet kararı, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nce onaylanıp TBMM’ye bildirildiğinde Meclis Başkanlığı, Can Atalay’ın milletvekilliğini düşürme işlemini gündeme almadı ve AYM kararını bekledi. Böylece demokratik hukuk devletine yaraşır örnek bir davranış sergiledi. Buna karşılık Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay’ın AYM’ye yaptığı bireysel başvuru, bilgisi dahilinde olduğu halde, AYM kararını beklemedi; alışılmadık bir hızla Can Atalay’ın mahkûmiyet kararını onayladı. Böylece, AYM kararından önce Can Atalay hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesini sağlamış oldu. Bu gayret ve telaşı, yargı adaletiyle, hukuk devleti ilkesiyle ve AYM kararlarının bağlayıcılığı kuralıyla bağdaştırmak olanaksızdır.

Anayasa hukukçusu yurttaşın diyecekleri bu kadar.
Tarihe nasıl geçmek istendiği ise TBMM üyelerinin takdirine kalmış.

PKK terörü ve siyaset

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
15 Ocak 2024, Cumhuriyet

Aralık ayında 12 asker, geçtiğimiz hafta 9 asker, PKK terörü nedeniyle yaşamını yitirdi. NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip Türkiye’nin yaklaşık 40 yıldır PKK terörünü bertaraf edememiş olması olağan bir durum değildir.

AKP’nin 21 yıldır iktidarda olduğu halde PKK terörü sorununu çözememiş olması başlı başına bir fiyaskodur.

AKP’den önceki hükümetler, iktidarda kısa süreli kaldıkları için, bu sorunu çözmek için yeterli zamana sahip değillerdi. Buna karşın, Bülent Ecevit’in başbakan olduğu dönemde, terör örgütü PKK’nin lideri Abdullah Öcalan yakalandı ve yargılandı, PKK’ye karşı en büyük başarı o dönemde elde edildi.
***
AKP iktidarında teröre karşı mücadelede başarısız olunmasının temel nedenleri şöyle özetlenebilir:

1) Sözde “çözüm süreci” bağlamında, PKK silahlarını bırakmadan, PKK ile müzakerelerin yürütülmesi, PKK’ye karşı tavizlerin verilmiş olması, PKK’ye uluslararası ve ulusal alanda yeni bir hareket alanı ve sözde “meşruiyet” kazandırdı.

2) Suriye ile imzalanan ve teröre karşı işbirliğini içeren Adana Mutabakatı devre dışı bırakıldı, bunun yerine Suriye’deki yönetimi devirme operasyonu yürütüldü; Suriye’nin toprak bütünlüğü ve merkezi yönetimin otoritesi ortadan kaldırılarak, PKK’nin uzantıları olan YPG/PYD’ye alan açıldı.

3) Irak’taki merkezi hükümet ile yakın işbirliği yapılacağına, Kuzey Irak’taki özerk Kürt yönetimiyle yakın işbirliğine girildi, bu işbirliği yürütülürken de, Kürt yönetiminin PKK’ye karşı mücadele etmesi ve teröre karşı işbirliği sağlanamadı.

4) Aynı işbirliği İran ile de sağlanamadı. Terör örgütü PKK’nin büyük ölçüde İran, Irak ve Suriye topraklarında konuşlandığı bilindiği halde, bu ülke hükümetleriyle teröre karşı işbirliğinde etkili adımlar atılmadı.

5) Finlandiya’nın ve İsveç’in NATO’ya üye olması sürecinde, ABD’nin PYD/YPG’ye verdiği desteği kesmesi etkili bir biçimde bir önkoşul olarak öne sürülmedi, bu konuda büyük bir ödün verildi.

6) PKK’ye karşı antiterör konusunda uzmanlaşmış komando birlikleriyle yüz yüze daha fazla mücadele edileceğine, ülkeler arası klasik savaşlarda kullanılan yöntemler benimsendi; uçakla, tankla, topla, havadan ve karadan bombardıman yoluyla teröre karşı mücadele verildi.

7) İstihbarat konusunda büyük zaaflar yaşandı, ayrıca MİT ve TSK istihbarat konusunda yeterli koordinasyonu (eşgüdümü) sağlayamadı. MİT’in “sivilleşme” adı altında TSK ile bağlarının zayıflaması büyük sorunlara neden oldu.

8) PKK lideri Abdullah Öcalan yakalandıktan sonra PKK’nin fiili yöneticileri konumuna geçen Murat Karayılan ve Cemil Bayık 21 yıl boyunca yakalanamadı veya yakalanmadı; PKK üst yönetim yapısı çökertilmedi.
***
PKK terörü sayesinde siyasi rant elde eden AKP ve MHP, terörü siyaset malzemesi yapacaklarına, PKK’ye karşı etkili önlemler alsalar, teröre karşı mücadele konusunda samimi (içten) olduklarını kanıtlamış olurlar.

  • PKK terörü 21 yılda AKP hükümeti döneminde neden bertaraf edilmemiştir?

Sorulması ve yanıtlanması gereken asıl soru budur.

Ana muhalefet partisi CHP’nin de artık, AKP’nin ve MHP’nin PKK terörü üzerinden yürüttükleri siyasetin tuzağına düşmemesi gerekmektedir.

PKK’ye karşı açık ve seçik bir tavır ortaya koymayan HDP/DEM yönetimiyle
yakın ilişkiler içine girmek, CHP’nin Türkiye’nin birçok ilinde belediye seçimlerini yitirmesine neden olacaktır. 

Ayrıca, CHP’nin İstanbul’u kazanmak için HDP/DEM seçmenine gereksinim duyduğu iddiasının da sorgulanması gerekir.

2019 belediye seçimlerinde İstanbul’daki HDP tabanının tamamı CHP’ye oy vermediği gibi, HDP/DEM seçmeninin, partilerine yıllardır baskı uygulayan AKP’ye oy vermesi de olanaksızdır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ŞEHİTLER ÖLMEZ

Suay Karaman 

2023 yılının son günlerinde 23-24 Aralık’ta Pençe-Kilit Bölgesi’nde 12 şehit verdik. İktidar partisi hemen yanına kimi siyasal partileri alarak ortak bir bildiri yayınladı. CHP ise ortak bildiriye katılmayıp, kendi başına bildiri yayınladı. PKK terör örgütünün TBMM’deki temsilcisi konumundaki partilerden ses çıkmadı. 

AKP genel başkanı, yayınladıkları ortak bildiriye CHP’nin katılmaması üzerine; “Siyasal partiler ortaklaşıyor ama Atatürk’ün partisi CHP, utanmadan bölücü örgüt uzantılarının yanında konumlanıyor.” dedi.

  • PKK terör örgütü ile Oslo’da masaya oturanların,
  • Habur’da çadır mahkemeleri kurdurup ellerinde PKK terör örgütü bayraklarıyla gelen teröristleri içeri alanların,
  • 2019 yerel seçimi öncesinde Osman Öcalan denen teröristi TRT’ye çıkaranların,
  • ‘Sayın Öcalan‘ demeyi ve PKK terör örgütünün çaputunu açmayı suç olmaktan çıkartanların

bu konuda söyleyecek hiçbir sözleri olamaz, olmamalı da. 

Siyasal iktidarın oluşturduğu hükümetin (AS: Hükümet yok Anayasaya göre.. TEK ADAM var!) görevi, teröre karşı ‘kınama bildirileri’ yayımlamak değil, terörle mücadele etmektir. Siyasal iktidarın görevi terörle daha etkili mücadele edilebilmesini sağlayacak yasaların çıkartılmasıdır. Bunun yerine ortak bildiri yayınlamak, bulanık suda balık avlamaya benzer. Terörü önlemek için etkin bir mücadele (savaşım) gerekir, övünerek yayınlanan bildirilerde terörün esas destekçilerine söz söyleyemeyenlerle, terör önlenemez. 

Askerlerimizi öldüren, PKK terör örgütüne silah, mühimmat, istihbarat veren güç, NATO denen örgüt içinde bizim dostumuz (AS müttefikimiz!?) olarak tanımlanan ABD’dir. PKK terörü, ABD desteği olmadan bu denli uzun süremez (AS 1984’ten bu yana 40 yıldır!) ve etkili olamazdı. ABD’nin, PKK terör örgütünün Suriye kolu olan PYD’yi kendisinin bölgedeki kuvveti olarak ilan ettiği, eğitim verdiği ve silahlandırdığı bilinmektedir.

  • Bu nedenle ABD’yi kınamadan terörü kınamanın yararı yoktur.
  • ABD’yi hedef almayan bildiriler işlevsizdir ve etkisizdir.

İşin özü vatanseverliğin ölçütü bildiri yayınlamak değil, laik cumhuriyetimizin ve ülkemizin bölünmez bütünlüğünün korunmasıdır. 

TBMM Dışişleri Komisyonu’nda AKP, CHP ve MHP’nin oylarıyla ABD’nin NATO’yu genişletme projesi için terör örgütüne lojistik destek veren İsveç’in NATO üyeliği onaylandı. Terörü kınamakla ilgili bildiri kavgası yapanlar ABD için aynı cephede buluştular. Daha sonra TBMM Genel Kurulu’nda yapılacak oylamanın sonucunu da göreceğiz.

  • ABD’ye hayır diyemeyen, projenin ortağıdır. 

12 Ocak 2024 Cuma günü Pençe-Kilit Harekatı bölgesinde bu kez 9 şehit verdik. Yine bildiriler, açıklamalar, sızlanmalar, yakınmalar ortalığı sardı. Olan her kezinde ölen, yaralanan askerlerimize oluyor; aileleri perişan. “Şehitler ölmez” diye atılan nutuklarla, 40 yıldır önlenemeyen terörün daha da azgınlaştığına tanık oluyoruz. 

Resmi rakamlarca ne 12 şehit ne de 9 şehit verdiğimizde “ulusal yas” ilan edildi!

Şehitler ölmez, vatan bölünmez” diyoruz ama sürekli şehit veriyoruz, vatanımızın bölünmesi için büyük çaba harcayanların olduğunu biliyoruz. “Teröristlerin ayakkabı numaralarını bile biliyoruz, terörü bitirdik..” diye yalan söyleyerek, terör önlenmez. Terörün önlenmesi için doğru ve zamanında önlemler almak gerekir. Bunun için öncelikle İsveç’in NATO’ya girmesi engellenmeli, ABD’nin bütün üslerine el konulmalı, NATO ve ABD ile ilişkiler dondurulmalıdır. Ama bunları yapacak, ulusal çizgide bir siyasal iktidar şimdilik yoktur. 

Yapılan baskınlardan, verilen şehitlerden sonra, Milli Savunma Bakanlığınca “şu kadar hedefi vurduk, şu kadar teröristi etkisiz hale getirdik” (öldürdük diyemiyorlar!) diye açıklama yapılıyor. Neden bu hedefler daha önce vurulmuyor, bu da akıllara takılıyor? Pençe-Kilit Harekâtı’nın başarısı ne durumdadır, askeri hedeflere ulaşıldı mı? Bunlar hakkında bilgi yok ama her şehit haberinden sonra yapılan açıklamalar var. 

Dünyada hiçbir ülkede, rejimi değiştirmek ya da vatanı bölmek isteyen siyasal partilerin kurulmasına izin verilmez. Teröre destek veren siyasal partiler temelli kapatılır. Terör örgütlerinin parti kurmaları gibi bir durum olanaklı değildir. Ancak bizim ileri demokrasimizde bölücü ve şeriatçı partilerin kurulmasına izin veriliyor.

  • Terörist temsilcilerinin içinde olduğu bir parlamentoda, terör önlenemez;
    gencecik askerlerimizin şehit olmasına çare bulunamaz.
     

AKP iktidara geldiğinde terör bitme noktasındaydı ancak sürdürülen yanlış ve bağımlı politikalarla PKK terörünün çok daha arttığına tanık olmaktayız.

7 Haziran 2015 genel seçimlerinden sonra 1 Kasım 2015 genel seçimleri arasında geçen sürede terörün bilerek ve isteyerek nasıl artırıldığına da tanık olmuştuk.

Şimdi benzer projelerin (tasarımların) yürürlüğe konulduğunu görmekteyiz.

  • Ülkemizin bölünmez bütünlüğünü ve laik cumhuriyet rejimimizi korumak için,
    demokrasiyi özümseyen güçlerin bir araya gelmesi zorunluluktur.
     

Azim ve Karar, 15 Ocak 2024

FİLİSTİN DERSLERİ

Zeki Sarıhan

İsrail Siyonistleri, yıllardan beri Filistinlilerin topraklarını ellerinden alması, onlara köle gibi davranması yetmiyormuş gibi, 7 Ekim 2023’ten beri tarihte örneği az görülmüş bir vahşet uyguluyor.

Televizyon izleyicileri, gazete okurları savaşı ayrıntılarını gün gün izlediği için olay üzerinde değil, ondan çıkarmamız gereken üç ders üzerinde duracağım. Şu kadarını belirtmekle yetinmeliyim:

  • Yurtlarını savunan Filistin Arapları için pek çok can ve mal yitiğine neden olsa da Filistinlilerin davası yitirilmemiş, bütün dünyanın gözünde güçlenmiştir. Bu savaşın yitireni İsrail Siyonistleri ve onların arkasında duran Amerikan emperyalizmidir.

Bu savaşta hangi yanıtutmalıyız?

Hiç kuşkusuzhiçbir çekinceye düşmeden, haksever insanların tarafı Filistinlilerdir. Dünya kamuoyu bu tutumu almıştır. Bu büyük insanlık açısından bir kazanımdır. İsrail’in saldırısını kınamakla birlikte bazıları “Ama Hamas da şeriatçı bir örgüt” diyerek Filistinlilere verdikleri desteği zayıflatıyor. Bu çevreler, gerçekte medeni bir halk ve devlet olarak gördükleri İsrail’i tutuyorlar. Tarihsel Arap düşmanlığının da bunda payı vardır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; hangi din, mezhep veya anlayışta olurlarsa olsunlar, Filistinlilerin kendi yurtlarını savunmaya hakları vardır. Hamas’ın bu olayda öne çıkan kimliği dinciliği değil, yurtseverliğidir. Nitekim, Filistin halkını temsil eden öteki örgütler de bu saldırıya seyirci kalmamışlardır. (AS: Arap Birliği ne yaptı??)

Öte yandan İsrail yöneticileri de laik bile değillerdir.

  • İsrail, Siyonist bir din devletidir.

Bizdeki ırkçıların peşinde koştukları Turan ideali gibi, Akdeniz’den Basra Körfezine dek toprakların kendilerine tanrılarının vaat ettiği gibi bir safsatanın peşinden gitmektedirler.
(AS: Arz-ı mevud)   

İlk saldırının “demir kubbe”yi füzeleriyle delmeye çalışan Hamas savunma örgütlerinden gelmiş olması da onları mazlum milletler ve haksever insanlar gözünde haksız çıkarmaz. Tutsaklık altındaki bir halkın, kölelikten kurtuluş için her zaman saldırmaya hakkı vardır. Filistin on yıllardır savaş alanıdır ve bu savaşta haksız olan İsrail devletidir. Toprakları işgal edilmiş bir ülkenin düşman üzerine akınlar yapmak her zaman hakkıdır. Büyük Taarruz’da saldıran taraf Türkiye idi. Burada isabetli hareket edilip edilmediği savaş yorumcularının işidir.

Milletlerin kendi yazgılarını belirleme hakkı

Filistinlilerin uğradıkları tarihsel haksızlık, aynı veya benzer durumda olan topluluklar için düşündürücü olmalıdır. Her topluluk kendi kaderini tayin (yazgısını belirleme) edebilmelidir. Dünyada bundan yoksun çok millet var. Filistin’e uygulanan yayılmacı politikaları kınayan devletlerin yöneticileri, kendi ülkelerindeki azınlıkların milli istemlerinin üzerini örtbas etmeye pek teşnedirler. Dünyada Filistin halkından çok kalabalık oldukları ve çok daha geniş bir coğrafyada yaşadıkları halde, kendi kendini yönetme hakkı tanınmamış milletler vardır. Onların milli istemleri on yıllardır göz ardı edilmekle kalınmamış, kanla bastırılmıştır.

Devleti yönetenler, egemen milletin bireylerini bu konularda koşullandırmışlar, hak tanımaz bir milliyetçiliği bütün nüfus içinde ezber durumuna getirmişlerdir. İsrail Siyonistlerinin Yahudi toplumu üzerinde böyle ideolojik bir egemenliği vardı. Bu durum, kendi milletinin haklarının sınırlarını bilen, barış yanlısı Yahudilerin olmadığını göstermez. Zaten dünya barışının, uluslararası toplantılarda alınan kararlarla veya uluslararası anlaşma ve tüzüklerle değil, halkların barış için eğitildiği zaman güvenceye alınabileceğini kabul etmek gerekir.

Örgüt ve devlet

Filistin-İsrail savaşında siyaset sözlüğüne getirilen kavramlardan biri de örgüt ve devlet ikilemidir. Örgütlerin savaşta hiçbir kural tanımadıkları, devletin ise savaş hukuku kurallarına uymak zorunda olduğu ve İsrail’in buna aykırı davrandığı söylenerek yaşama uymayan bir ikilem getirilmiştir. Savaşta devletlerin kimi kurallara uyacakları konusunda uluslararası sözleşmeler varsa da, bunlar öbür birçok sözleşme gibi kâğıt üzerindedir. Bütün devletlerin savaş kurallarına uyduğunu söylemek kadar, bağımsızlık ve devrim mücadelesi veren bütün örgütlerin hiçbir insansal kural tanımadığını söylemek de yanlıştır. Hatta halklarını yanlarına almak isteyen devrimci örgütlerin mücadeleleri (savaşımları) sırasında devletlerin bu konudaki tutumlarından daha duyarlı oldukları çok görülmüştür. Sivillere dokunulmaması, tutsaklara kötü muamele (işlem) yapılamaması, halkın elinden zorla bir şey alınmaması gibi kurallara “örgüt” diye küçümsenen bu oluşumların uyduğunu, ulusal kurtuluş savaşlarının verildiği ülkelerin tarihleri tanıktır. Buna karşılık devletlerin halka karşı ne denli zalim davrandığını, sorgusuz infazlar yaptığını biliyoruz. Sözüm ona medeni (uygar) dünya devletlerinin örgütü olan NATO’nun, Gladyo gibi gizli örgütler kurarak üye ülkelerde ve bu arada Türkiye’de ne haltlar karıştırdığının kanıtı, Galatasaray Lisesi önünde yıllardır evlatlarının akıbetini soran ailelerdir.

Devletler, örgüt gibi hareket edemezmiş! Hangi devlet, hangi örgüt? İster savaşta, ister barışta olsun, bunların tutumlarını belirleyen taşıdıkları ideolojilerdir. Çin kurtuluş Savaşı’nda gerillalar için yayımlanan bir buyrukta “Sabah kaldığınız evden ayrılırken kapıyı yerine takın” buyruğunu  biliyoruz. Çinliler gece yatarken kapıyı yerinden söker, onun üzerinde yatarlarmış. Gerillalara, kaldığınız evi dağınık bırakmayın deniyor. Kurtuluş Savaşımızda Balıkesir yöresinde gerillacılık yapan İbrahim Ethem Bey’in yayımladığı buyruklardan biri, halktan karşılıksız bir şey almamalarıdır. Asya’nın biri doğusunda, öteki batısında emperyalizme karşı savaşan iki halkın devrimcilerini birbirlerinden habersiz olarak buluşturan, haklı bir savaş veriyor olmalarıdır. Bir bu tutuma, bir de Amerikan emperyalizminin ve onun şemsiyesi altına girmiş olanların tutumlarına bakın.

Bu savaşın da gösterdiği gibi taraflar örgüt ve devlet değil, zalimlerle mazlumlardır.

Emperyalist, yayılmacı, faşist bir devletin tutumu ile bağımsızlık ve devrim mücadelesi veren güçlerin ister devlet ister örgüt olsun savaştaki tutumları farklıdır.

Soykırım davası

Güney Afrika Cumhuriyetinin İsrail devletini soykırım yapmakla suçlaması ve bunun için uluslararası mahkemeyi (AS: Uluslararası Ceza Mahkemesi-ICJ) harekete geçirmesi, alınacak derslerin sonuncusudur. Mazlumların davası er geç adalet terazisinde görülür. Biraz gecikse de büyük insanlığın vicdanında gereken hüküm verilir.

(Tükenmez, Sayı 46, (Yaz-Güz 2023, Güncelleme: 12 Ocak 2024)

Kıbrıs Türkünün Diriliş ve Direniş Lideri Dr. Fazıl Küçük’e saygı…

Doç. Dr. İhsan  TAYHANİ
Bağlıköy – Lefke / KKTC

“… Laiklik ilkesi konusunda en küçük bir ödünü yoktur. O, din istismarcılığına karşı en büyük mücahitlerden birisiydi…” ٭

Kıbrıs Türkünün özgürlük mücadelesi bayrağını henüz 25 yaşında bir delikanlı iken açmaya başlayan Dr. Fazıl Küçük, oldukça geniş bir yelpazede yer alan (halkının örgütlenmesi, kimlik, eğitim, vakıf, gençlik, Türkçe ibadet, sağlık ve toplumun geleceği gibi) kırk yıllık eylemli ve çileli  mücadelesini (savaşımını) hep laik anlayışa dayalı olarak sürdürmüştür.

Yakın çalışma arkadaşlarından Osman Güvenir, O’nun doğrudan laik bir toplum olarak çağı yakalama ve çağdaşlaşma mücadelesi (savaşımı) verdiğini[1] vurgular ve şunları söyler:

O’na göre bir Müslüman, çağdaş ve laik olmalıydı. Dini, bir paravan yaparak toplumun zehirlenmemesi gerekliliğini savunurdu. Hatta diyebilirim ki; Dr. Küçük, zaman zaman kimi din adamları ile çelişkiye düşmüş ve onların doğru davranma ve doğru vaaz vermeleri için mücadele etmiştir.”[2]

Nitekim Dr. Fazıl Küçük’ün, kimi dinsel çevreler açısından bir görüngü (fenomen) olan Şeyh Nâzım Kıbrısî ile de toplumsal kaygı nedeniyle düşünsel çatışma içinde olduğu bilinen bir konudur.

Dr. Küçük’ün –kırklı yıllardalaiklik ilkesini savunma doğrultusunda kalemi ile savaşıma girmiş olması dikkat çekicidir.

O’nun bu duyarlığı ise ancak sahip olduğu entelektüel yapısı ve siyasete alet edilen dinin yaratacağı yıkımı seziş gücüyle açıklanabilir.

Söz konusu bu ardalanın şifrelerini de O’nun yaşam öyküsünde aramak gerekir. Dr. Küçük’ün geçmişe uzanan anı yazılarına bakıldığında, daha ilk öğrenim aşamasında İslamiyeti akıl ile kavrama arayışı içinde olduğu görülür. Öğrenim aşamasında ufku açık, ileri görüşlü öğretmenlerinin olması, sonraki yıllarda ise önce Türkiye’de İstanbul’da, daha sonra sırasıyla Fransa ve İsviçre’de tıp eğitimi alma şansını elde etmesi, laik düşünce başta olmak üzere, O’nun entelektüel düşünsel yapısının oluşumunu sağlamıştır.

Kıbrıslı Türkün özgürlük mücadelesi (savaşımı) bayrağını açan; Türkiye Cumhuriyeti dönem hükümetlerinin Kıbrıs davasını sahiplenmelerini sağlayan; ayrıca Anadolu insanının Kıbrıs davasına ilgisini toplayan; gazeteci kimliği ile gençliği ve halkını örgütleyen; bir tıp doktoru olarak –acılı günlerinde– yoksul Kıbrıs Türk halkının yaralarını saran; siyaset ve devlet adamı olarak 78 yıllık yaşamının yarım yüzyıldan çoğunu bağrından çıktığı toplumun, özgür ve güven içinde varlığını sürdürmesi mücadelesine (savaşımına) adamış olan ve bu yıpratıcı yolculuğun uzantısı olarak 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanını gördükten sonra, 15 Ocak 1984’te yaşamdan ayrılan Kıbrıs Türkünün diriliş ve direniş lideri Dr. Fazıl Küçük’ü, 40’ncı ölüm yıl dönümünde saygı ile anıyor, O’na gönül borcumuzu sunuyor ve Tanrı’dan rahmet diliyoruz.

٭Dr. Küçük’ün damadı Peker Turgud’un, Dr. Fazıl Küçük’ün 38’inci ölüm yıl dönümünde TAK Haber Ajansı’na verdiği röportaj
[1]Osman Güvenir, Dr. Fazıl Küçük’le Geçen Günlerim “Bir Lideri Anlatıyorum”, Selen Offset Ltd., Lefkoşa, Nisan 2016 s. 61.
[2] Aynı yerde

KUTSAL İSYAN NEDİR ?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

(AS: Bizim 2 küçük katkımız yazının altındadır..) 

 

  • Çağımızın kutsal isyanı toplumsal geri kalmışlığa isyandır.

Birey, aile, toplum ve devlet olarak, hep birlikte;

cehalete, ırkçılığa, dinbazlıĝa, bağnazlığa, toplumsal cinsiyet ayrımcılığına,
haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe; cebir, şiddet, kin ve nefret içeren
her türlü kışkırtıcı söylem ve eylemlere, yalancılığa, hırsızlığa, ahlaksızlığa,
ayrımcılığa, ötekileştirmeye, düşmanlıĝa, kayırmacılığa, zorbalığa, liyakatsızlığa,
fırsat eşitsizliğine, fitneciliğe bozgunculuğa, doğaya, çevreye ve tüm canlılara karşı
hoyratça davranışlara…

Kimden, nereden, hangi makamdan gelirse gelsin her zaman, her yerde ve her koşulda
içtenlikli olarak, her türlü düşünce, tutum ve davranışlarımızla karşı çıkmaktır.

En önemlisi de bu işe önce kendimizden başlayarak kökten bir özeleştiri ile işe koyulmaktır.

Herkes önce kendi yanlışlarından arınmalıdır.

Çünkü çağdaş toplum ancak
-çağdaş akıl, çağdaş bilim, çağdaş eğitim, çağdaş, hukuk, çağdaş ekonomi, çağdaş siyaset, çağdaş kültür..
– ve bunların bütüncül (topyekun) bir sonucu olarak ÇAĞDAŞ ANLAYIŞLA (ZİHNIYETLE) oluşur.

Anlayış (zihniyet) olumlu yönde değişip çağdaşlaşmadıkça toplum çağdaşlaşamaz.
=================================
Dostlar,

Değerli hocamız Prof. Dr. Halil Çivi‘nin çok özlü vurgulamasına, biz de, konuşmalarımızda yeri gelince kullandığımız, Mustafa Kemal ATATÜRK‘ten 2 alıntı ile katkı vermek isteriz :

Dr. Ahmet SALTIK
12 Ocak 2024

Birinci İnönü Zaferi – 11 Ocak 1921

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzmanı

103. yılını Kutladığımız Birinci İnönü utkusu (zaferi), Kurtuluş Savaşımızda Batı cephesinde Yunan ordusuna karşı yeni kurulan TBMM ordusunun ilk utkusu (zaferi) olması nedeniyle önemlidir. Anılması ve kutlanması gerekir.

Zamanlama

Bursa’daki Yunan kolordusu Ankara’ya yaklaşmak ve önemli demiryolu kavşağı Eskişehir’i ele geçirmek maksadıyla bir saldırı (taarruz) planlamıştır. O günlerde düzenli ordu buyruğuna (emrine) girmek istemeyen Çerkez Ethem, Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey’e karşı ayaklanmıştır. Yunan ordusu saldırının zamanlamasını Batı cephesi birliklerinin Çerkez Ethem kuvvetleri ile uğraştığı bir zamana denk getirerek, birliklerimizi kendisi ile Çerkez Ethem’in isyancı güçleri arasında sıkıştırmak istemiştir.

Yunan komutanlar, Mondros’ta yok edilen Osmanlı ordusunun yerine, 1920 sonlarında kurulan TBMM ordusunun toparlanmasına olanak vermeden, onu yeneceklerini değerlendirmişlerdir.

Düzenli ordu buyruğuna girmek istemeyerek, Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey’e karşı ayaklanan Kütahya’daki Çerkez Ethem güçlerine karşı, 28 Aralık 1920’de başlatılan bastırma (tenkil) harekâtı 5 Ocak 1921’de Gediz’de başarı ile sonuçlanmış, Çerkez Ethem Yunan birliklerine sığınmıştır.

Bunu fırsat bilen Yunan kolordusu, ertesi gün (6 Ocak’ta) Bursa – Eskişehir yönünde ileri yürüyüşe (düşmana yaklaşmaya) başlamıştır.

Albay İsmet Bey savunmayı İnönü mevzilerinde kabul etmeye karar vermiş, bu bölgede bir tümen (24. Tüm) bırakarak kuvvetinin çoğu (iki tümen bir tugay) ile Ethem’in üzerine yürümüştür. Başlangıçta Yunan birlikleri İnönü’ye 80 km uzaklıkta iken, savunmayı yapacak asıl birlikler Gediz’de, 130 km uzaklıkladır. Gediz’deki birlikler İnönü’ye yetişinceye dek, cephede bırakılan 24. Tümenin oyalama muharebeleri ile en az 4 gün zaman kazandırması gerekmektedir.

24. Tümen düşmanı oyalarken, Gediz’deki birlikler zorlu (cebri) yürüyüşle İnönü’ye yetişmiş ve dinlenmeden muharebeye girmiştir.

O zamana dek kuvayı milliye ile karşılaşan Yunan kolordusu, 9 Ocak’ta İnönü mevzileri ile temasa geçmiş; eğitimli, disiplinli ve yetkin komutanların komutası altındaki TBMM ordusu karşısında beklemediği bir direnişle karşılanınca, 11 Ocak’ta geri çekilmiştir.

Türk yitikleri 93 şehit, 183 yaralı, 211 tutsak olmak üzere 489’dur.
Yunan yitikler ise 51 ölü, 130 yaralı olmak üzere 181’dir.

Sonuçlar ve değerlendirme

Birinci İnönü muharebesi kısa süreli ve düşük yitik sayılı bir muharebe olmasına karşın, 1920 sonlarında kurulan düzenli TBMM ordusunun Batı cephesindeki ilk utkusu (zaferi) olması bakımından önemli bir utkudur (zaferdir). Emperyalistlerin üzerimize gönderdiği Yunan ordusunun yenilebileceğini göstermiştir.

Muharebenin en önemli niteliği, 24. Tümen oyalama muharebeleri ile düşmanı geciktirirken, Gediz’deki birliklerin büyük bir hızla İnönü mevzilerine yetişmesidir. Bu açıdan bir zamanlama başarısıdır.

TBMM ordusu ilk sınavını başarı ile vermiştir.

Yunan ordusu ilk yenilgisini almıştır.

Eskişehir işgalden kurtulmuştur.

1920 sonunda Doğu’da 15. Kolordunun Ermenilere karşı kazandığı zaferle birlikte,
Türk ulusunun özgüveni ve savaşma azmi artmıştır.

Kuvvayı milliye mi, düzenli ordu mu?”  tartışması, düzenli ordu lehine sonuçlanmıştır.

Kurtuluş savaşımızda Kuvvayı Milliye dönemi kapanmış, düzenli ordu dönemi başlamıştır.

Yunan ordusu Mart ayında aynı yönde bir saldırı (taarruz) daha deneyecek ama yine yenilecektir (İkinci İnönü utkusu – zaferi).

İnönü, Yunan ilerlemesine karşı bir tümen örtme gücü (kuvveti) bırakırken, gücünün (kuvvetinin) çoğunu Çerkez Ethem isyanını bastırmaya göndererek, iç cephenin dış cepheden daha önemli olduğunu göstermiştir.

Yunan kolordusu komutanı General Populas, Gediz’deki birliklerin cepheye (İnönü’ye) yetişemeyeceğini düşünerek ve yeni kurulan TBMM ordusunu küçümseyerek yanılmıştır.

Utkumuz (zaferimiz) üzerine, Sevr Andlaşması’nın uygulanmasının zora girdiğini düşünen
İtilaf devletleri, Londra’da düzenledikleri konferansa TBMM hükümetini de çağırmışlardır.
Bu, TBMM hükümetinin eylemli (de facto) olarak tanınması demektir.

Londra Konferansında, Yunan ordusunu üzerimize gönderen İtilaf devletleri,
Türk-Yunan savaşında yansız kalacaklarını bildirerek, Yunanistan’ı yalnız bırakmışlardır.

Utkunun (zaferin) verdiği özgüvenle, 20 Ocak’ta yeni ilk anayasa (1921 Anayasası, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) yürürlüğe girmiştir.

Harekat boyunca Mustafa Kemal, TBMM’ni sürekli bilgilendirmiştir.

Rusya ile 16 Mart’ta bir dostluk anlaşması imzalanmıştır.

Albay İsmet Bey tuğgeneralliğe yükseltilerek “İsmet Paşa” olmuştur.

Kimi kaynaklarda ”Aynı gün biz de çekildik, bu bir başarı değildir” savı geçersizdir 24. Tümen cephesinin yarılması üzerine, 10 Ocak’ta savunmanın bütünlüğünü sağlamak amacıyla öbür iki tümenin (11. ve 4.) gerideki hatta alınması stratejik bir çekilme değil; taktik derinlikte yapılan sınırlı bir geri harekâttır, mevzi düzeltmesidir.

Birinci İnönü Muharebesi, bir askeri utkudur (zaferdir).

Alınacak Dersler

  1. Emperyalizm güçten anlar.
  2. İç cephe, dış cepheden daha önemlidir.
  3. Askeri okullarda iyi yetişmiş, savaş deneyimi kazanmış yetkin komutanların buyruğundaki güçler utkuyu (zaferi) kazanır.

Yunan ordusunun alacağı dersler

  1. Düşmanı küçümseme!
  2. Emperyalizme güvenme!

1. İnönü Utkusu (zaferi) kutlanmalı ve başta ismet İnönü olmak üzere utkuyu (zaferi) sağlayanlar saygı ile anılmalıdır.

Gezi’den Tandoğan’a ‘Türkiye ahalisi’

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 11.01.2024, BİRGÜN

Cumhuriyet’in 2. Yüzyılına doğru, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY), “Kişi+Parti+Devlet” birleşmesine ivme kazandırdı. Sıra, merkez+yereli birleştirmeye ve Anayasal düzeni tasfiyeye geldi. Yılsonu ve yılbaşı olayları, bunların işareti.

MUHTAR, PARTİ ve POLİS

Parti Genel Merkezinde asgari ücret belirlemesi ve Saray’da muhtarlara propaganda ile tamamlandı 2023. CB’nın sözleri, muhtarlara siyasal talimat gibi: “Tıpkı 14-28 Mayıs seçimleri gibi 31 Mart seçimlerinde de siz kardeşlerimin bir kez daha gerekeni yapacağına yürekten inanıyorum.”

Yılın ilk sabahı gösterileri ise, Filistin halkı yararına olmadığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti anayasal düzenine de meydan okuyucu.

Göreve yeni başlayan 6992 polise CB, seçim propagandası yaptı: “… çöp, çamur ve pislikten bu İstanbul’u nasıl temizlediysek, Allah’ın izni ile 31 Mart itibarıyla yeniden adımları atacak, İstanbullunun vereceği emaneti yeniden ayağa kaldıracağız.” (5.1).

ANAYASAL DÜZEN-1

Aynı gün; “Milletimizi bölmek ve kışkırtmak için sayısız denemeye şahit olduk. Gezi olaylarındaki sokak terörü bunun örneklerinden.” diyerek, 3. CD’nin “Anayasa ihlali” kararını destekledi.

Ülke yönetimi yasa ve Anayasa’ya uygun değildir. Ve de suç işlemektedir” (6.10.16) sözleriyle ile 2017 Anayasa değişikliği adımını atmış olan Bahçeli’nin, “AYM’nin Can Atalay kararına uymayan hâkimleri kutlaması” (6.1) üzerine, “anayasal düzene kastetmiş bir terörist”  diyen Erdoğan, Anayasa ihlaline imza atan 3. Ceza Dairesi’nin ötesine geçti.

  • Oysa Gezi, 10 yıllık Anayasasızlaştırma ve ülke yağmasına duyulan demokratik tepki idi. 

Nitekim izleyen aylarda günışığına çıkan Parti-Cemaat kavgası, fiili koalisyonun Anayasa dışı yönetimini topluma teşhir etti. 17-25 Aralık 2013’te kirli ilişkilerin ortalığa saçılması karşısında, ‘ne istediler de vermedik’ itirafı ardından, on yıllık yönetim ortağının “terörist” olduğunu anladı.

Hatta, Cemaat ile ittifakının yarı yolunda AYM, AKP’ye “laiklik karşıtı etkinliklerin odağı” olması nedeniyle yaptırım uyguladı.

Bunun hıncıyla, “arka bahçesi” yapmak için AYM’ye yönelik Anayasal ve siyasal operasyonlara başladı. Ne var ki “nass” gözlüğü, hukuku görmelerini; demokrasiye inançsızlık ise, milyonların, özgürlüklerini kullanarak “anayasal düzeni korumak” için meydanlara çıktığını görmelerini engelledi.

ANAYASAL DÜZEN-2

Yine yılın ilk günlerinde, “torpil çizelgesi” resmedilen Bakan yardımcısının TBMM’de, Anayasa’ya aykırılık itirazlarımıza yanıt olarak “Anayasa’ya aykırı yasa yapabiliriz” sözleri canlandı belleğimde; AKP-MHP “anayasa karşıtlığı koalisyonu” nda. TBMM Başkanı da, Meclis’i toplantıya çağırmayarak Anayasa’yı ihlal kervanına katıldı.

Hedef belli                             :

  • Devlet olanakları güdümünde yerel yönetimleri de ele geçirmek ve AYM’yi de etkisizleştirip demokratik toplumu baskılayarak ülke genelinde siyaset tekeli  kurmak.

Bu amaçla, PBDBY’de seçilmiş tek kişi, sürekli seçim işleriyle meşgul; Devlet ise atadığı yardımcısı ve bakanlarca kendi ‘TALİMATLARI’ ile yönetiliyor.

Siyasal propaganda, valiler ve öbür kamu görevlileri toplantıları ile 31 Mart’a dek sürecek gibi.

Bu bağlamda, nakarat durumuna getirilen ‘çukur-çöp-çamur’ karşıtı gerçekçi üçlü şu:  “çullanma+çökme+çürütme

-‘parti+polis+devlet’ yoluyla yerel seçimlere çullanmak,

– yerel yönetimlere çökmek,

– merkezi ve yerel yönetimler bütününü çürütmek.

Bu bakımdan, Tandoğan ANAYASA MİTİNGİ, ‘fikir+eylem+dayanışma’ üçlüsünde ‘Anayasal düzeni sahiplenme’nin 2. evresi olarak okunabilir.

  • Dünyevi metin olarak Anayasa, din-inanç ve vicdan özgürlüğünün de güvencesidir.

2017 kurgusu, hak ve özgürlükleri işlevsizleştirdiğinden, “Anayasa’ya saygı” istemi,
demokratik anayasa hedefi eşliğinde gerçekçi olur.

Unutmayalım      : Bilgi kirliliği ve yalan becerisi yüksek olan Anayasa ihlali failleri gözünde, bütün yurtseverler ‘terörist’! 

2010 ve 2017’de sırasıyla Cemaat-AKP ve AKP-MHP çifte ikilisi, benzer oyunun tezgâhçısı değil miydi?

Bu nedenle; CHP Genel Başkanı Ö. Özel’in 14 Ocak’ta Türkiye halkına

  • Anayasa’ya saygı ve demokratik Anayasa 

için seslenmesi, ‘anayasal düzene kast’ edenleri püskürtme girişimlerinin toplumsallaşması için itici güç olabilir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 10 Ocak 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

İNSAN

28 Şubat kumpas davası mahkumlarını ziyaret eden CHP’li milletvekilleri,

  • “Nisan 2023 tarihinde Adli Tıp Kurumu tarafından komutanlarımız hakkında ‘cezaevinde yaşayamaz’ raporu verildi. Ve bu Cumhurbaşkanı’nın onayını bekliyor. Bu raporun bir an önce insani bir sorumluluk olarak dikkate alınması, değerlendirilmesi ve işleme konulması gerektiğini düşünüyoruz” açıklaması yaptı.

İnsanlık mı?..

ADAM

Antakya’da 97 kişinin can verdiği Özkan City Bloklarını inşa eden, ”Reis’in dava adamıyım” diyen AKP’li müteahhit Mehmet Özkan tahliye edildi.

Böyle adamların davası!..

TORPİL

Adalet Bakan Yardımcısı Ramazan Can’ın torpil yazışmaları kameralara yakalandı.

Adalet mülkün; torpil, Adalet Bakanlığının temelidir!..

DEĞERSİZ

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin  Can Atalay hakkındaki kararı için, “AYM’nin hak ihlali kararının hukuki değeri yok.” diyerek, karara uyulmamasını kararlaştırıldı.

AYM kararının hukuksal değeri yoksa, Türkiye’de hukukun değeri var mıdır?..

ŞEREFSİZ

Bahçeli, “Yargıtay’ın şerefli hakimlerini kutluyorum”

Şerefsiz kim oluyor?..

HİLAFET

AKP ortağı HÜDAPAR hilafet istiyor. AKP’li TÜGVA mitinginde hilafet istendi.

İktidar yandaşı artist, hilafetin zorunluluktan geleceğini değerlendirdi.

Anıtkabir’de bir kişi hilafet çağrısı yaptı.

Cumhuriyet devletini yönetenler neden tepki göstermez?..

BOYA

RTE ve ortakları Riyad’daki rezalette Suudilere ve TFF başkanına toz kondurmadı.

Riyad’dan size ekmek çıkmaz. Tişörtleri farklı bir şekilde boyamak size bir şey kazandırmaz.” diyerek Atatürk siluetini boyaya indirgedi.

  • O boyaya UZUN’ların da boyu yetmez.
  • Rezaletin sorumlusu TFF Başkanı olsaydı şimdiye borusu ötmezdi…

DAVUL

FETÖ için ağlayan gazeteci Abdülkadir Selvi, RTE’nin” Riyad’dan size ekmek çıkmaz” sözlerinin Ali Koç’a uyarı olduğunu yazdı.

Tokmakçının davulu…

DÖNEKLER

RTE, “İYİ Parti aracından inmem” dedikten sonra AKP aracına atlayan dönek Nebi Hatipoğlu’nu Eskişehir’den, CHP döneği Ayaydın’ı Muğla’dan belediye başkanı adayı yaptı.

Refah Partisi’nden dönenlerin partisi AKP’de, her dönek ödüllendirildi…

ÖĞRETMENİM

Antalya TED Koleji’nde, Cumhuriyetin 100. Yılı konuşmasında cumhuriyete ihaneti anlatan öğretmen Emine Karataş istifa ettirildi.

Eğitimci Selçuk Pehlivanoğlu’na tebrikler!..

CEZA

N. Erbakan Üniv. Öğr. Üyesi, hem Nurcu hem de Prof. Dr. H. Çaksen, MS hastalığını Allah’ın bir cezası olarak tanımlamış.

Hoca efendi Kur’an’a göre hastalıkların sınıflandırmasını yayımlasa bari…

Kurban olayım kalem tutan ellere

R. Bülend KırmacıR. Bülend KIRMACI

r.b.kirmaci@gmail.com

Kurban olayım kalem tutan ellere – Haber3 10 Ocak 2024
 

Bu gün10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü“.
İçimiz buruk, yüreğimiz yangın yeri; yine de ‘yazmak’ gerek…

Kalemleri dik tutmak, toplumu aydınlatmak, yaşadıkça değil, yazdıkça özgür olduğumuzu unutmamak gerek…

Gazeteci gerçeği arayandır, bir ömür emeğini alıp, halkın ayakları altına serendir…

Hasan Tahsin’dir; Bağımsızlık der;
Abdi İpekçi’dir Aydınlanmadan yanadır;
Çetin Emeç’tir Çağdaşlık bayrağını taşır;
Gazeteci: Uğur Mumcu’dur karanlıklarla savaşır;
Ahmet Taner Kışlalı’dır Devrimi anlatırken demokrasiyi anlatır;
Metin Göktepe’dir gazeteci, ekmeğine kan doğranır…

Dibine ışık vermeyen mum gibi erir gerçek gazeteciler…

Eğitimde eşitlik” der, kendi çocuğunu okutmakta güçlük çeker..
Sendika” der, bir sabah işsiz kalır..
Özgürlük” ister, mapushanede gün sayar…

Gazeteci, budur!

Gazeteci her işi yapamaz, onun yaptığı işi ise kolay kolay kimseler yapamaz.

Nihayet son sözüm şudur sevgili halkım:

Kurban olam kalem tutan Ellere” deyişiyle,
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü, tüm basın mensuplarına kutlu olsun.

Bir ülkede siyaset, ticaret, sanayi, eğitim ve tüm toplumun özgürlüğü, basın özgürlüğü kadardır.

O nedenle, basın halktan ve ulusal haklardan yana olmalı,
Ulus da, halk da, basın özgürlüğünün yanında durmalıdır…

Evet, kutlu olsun!
========================
Öbür yazıları
Türkiye’nin çözüm denklemi Sencer İmer’i anarken…