Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

CUMHURBAŞKANI…

Zeki Sarıhan
zekisarihan.com 

Kahramanmaraş merkezli depremin yıldönümü vesilesiyle hem depreme uğrayanların gönlünü almak hem 31 Mart’ta yapılacak yerel yönetim seçimleri için propaganda yapmak için bölgeye giden Cumhurbaşkanı, Hatay’da yaptığı konuşmada 

  • Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı” demiş.

Bunun “Benim partime oy vermezseniz bütçeden zırnık koklatmam” anlamına gelen bir tehdit olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekir.

Gerçi her zaman yaptığı gibi ertesi gün İktidarın en marifetli sözcülerinden Ahmet Hakan, Hürriyet’teki köşesinde sözüm ona bir düzeltme yapmayı denedi. Bir önceki cümleyi de göstererek Cumhurbaşkanının öyle demek istemediğini ileri sürse ve Cumhurbaşkanı da başka bir konuşmasında “Biz her ilin bütçeden hakkını gönderiyoruz. Muhalefet belediyeleri bunları doğru kullanmıyor” dese de İstanbul için yaptıklarından biliyoruz ki; Hükümet, muhalefetin yönetimindeki belediyelerin başarısız olması için her yola başvuruyor. Yurttaşların zararına da olsa yeter ki belediye başarısız olsun politikasını güdüyor.

NASIL BİR CUMHURBAŞKANI?  

Bu vesile ile düşlerimdeki Cumhurbaşkanını anlatmanın sırasıdır:

Cumhurbaşkanı, adı üstünde, seçimlerde çoğunluğu da kazansa, kendisini bir partinin değil, bütün milletin başkanı saymalıdır. Milletin yarısını günde birkaç kez hakaretlere boğan biri, cumhurun başkanı olduğunu nasıl ileri sürebilir? O partisinin “cumhurbaşkanı”dır.

Cumhurbaşkanı, devlet kurumları, o ülkedeki partiler, çeşitli sınıf, milliyet, din ve mezheplerden oluşan insanlar arasında düzenleyici, dengeleyici bir rol üstlenmelidir.

Cumhurbaşkanlığı makamı yurttaşlardan oy isteme makamı değildir. O makam, partiler karşısında tarafsızdır.

Cumhurbaşkanlığına seçilecek kişinin bir partiye mensubiyeti (bağı) olsa bile, seçildikten sonra partilerle ilişkisini keser.

OLGUN, BABACAN, ADİL…  

O, konuşurken ağzından ateşler fışkıran bir kavgacı değil, sözüne herkes tarafından itibar edilen, babacan, güler yüzlü bir baba gibi davranmalıdır.

Cumhurbaşkanı çok konuşmamalıdır. Gerektiği zamanlarda az ve öz konuşmalıdır.

Bütün yurttaşlar, Cumhurbaşkanlığı makamında kendilerini seven ve sayan, haksızlıklara uğradıkları zaman başvurabilecekleri, adaletli, olgun bir insanın bulunduğuna inanmalıdırlar.

Bir Cumhurbaşkanının, maaşından başka bir geliri olmamalı, yaşamında şatafattan kaçınmalı, ortalama bir vatandaş gibi yaşamalıdır. Onun eşini, dostunu, yakınlarını kayırması, onları çeşitli işlerin başına getirmesi, yurttaşların güvenini sarsar.

Bir cumhurbaşkanı, kimlerin cezaevine atılacağına karar vermez. Mahkemelerin hükümlerine ima derecesinde bile etki etmeye kalkmaz. Yoksa günümüzde olduğu gibi adalete güven kalmaz.

Bir cumhurbaşkanı, hangi din veya mezhebin mensubu (üyesi) olursa olsun, kendi inancının propagandasını yapamaz. Yurttaşlara, devlet eliyle bu dinin kurallarını yerine getirmeyi dayatamaz. Devlet işleriyle din işlerinin birbirine karıştırılamayacağını bilir. Değilse, farklı inançlardaki kişiler yanında itibar kaybına (saygınlık yitimine) uğrar.

Bizde de daha önce uygulanmış olan anayasalar gibi, dünya anayasalarında bütün bu kaygılar gözetilmiş, Cumhurbaşkanlarına tarafsızlık görevi verilmiş, bu nedenle dokunulmazlık kazandırılmıştır.

  • Hem bir partinin militanı olmak, hem de dokunulmazlık zırhına bürünmek olmaz.

Bir cumhurbaşkanının uzun süre aynı koltukta, hem de olağanüstü yetkilerle oturması, Türkiye’de olduğu gibi rejimin yozlaşmasına neden olur.

Bundan önceki anayasada bu süre bir keze özgü olmak üzere yedi yılla sınırlandırıyordu.

Türkiye’nin devlet düzenindeki akıl almaz çarpıklığın nedeni, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adlı garip bir sisteme geçmiş olmasıdır. Bu sistem başkanlık sistemlerinden de farklıdır.

Tarafsız ve sorumsuz cumhurbaşkanlığı sisteminden neden Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçildi?

Devleti ve toplumu “şeriat” dediği kendi dinci inançları doğrultusunda bir dönüşüme uğratırken, toplumun varlıklarını yandaşlarına yağmalatmak isteyen bir kişi ve
onun elinde tuttuğu bir siyasal hareketin hırsı, bu sonucu doğurdu.

Seçmenlerin bir kesimi de başka nedenlerle buna onay verdi.

Milletlerin tarihi böyle on, yirmi hatta daha uzun yılları kapsayan parantezlerle doludur.

Türkiye halkı da bilinçlenerek aklını başına alacak ve bu garip duruma son verecektir. 

ADD’den Suç Duyurusu : Atatürk’ü savunan teğmenlerin Ordu’dan atılması

Tuzla Piyade Okulu’nda Atatürk rozeti takmayanlara tepki gösteren teğmenlerin ihraç edilmesi kararı üzerine Kara Kuvvetleri Komutanlığı Yüksek Disiplin Kurulu personeli ile ilgili suç duyurumuz ekte yer almaktadır.

Saygılarımızla. 7.2.24

Tuzla PİYADE OKULU teğmenlerinin atılması 7.2.24

Genel Başkanlık
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ

Büyük Esat Mah. Uğur Mumcu Cad. Uğur Mumcu Sok. No:24 Gaziosmanpaşa-Çankaya Ankara
Tlf : 0312 232 43 44, 0312 230 03 42   Faks : 0312 229 60 66   e-ileti : genelbaskanlik@add.org.tr

“Din = şeriat ve Türk = Müslüman” imiş, yok yahu?

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com    facebook.com/profsaltik     X: @profsaltik

Erdoğan, Diyanet Akademisi’nde konuşmuş…
Türk demek, Müslüman demektir..” buyurmuş.
Ayrıca din ile şeriatı eş kılmış..
***
AKP = RTE rejiminin temel derdi “gündem”.

Ülkemize – halkımıza görülmemiş bir yoksulluğu – yoksullaşTIRmayı dayattılar.
Bu politika kurgulu ve beklentileri de belli : Kitlelere diz çöktürüp biat ettirmek, oy deposuna dönüştürmek. Sınıf bilincinin gelişmesini engellemek, dinle terbiye edip Allah ile aldatmak.

Bu oyuna gelmemeliyiz, gelmeyeceğiz. Egemenliğimizi mollalara asla kaptırmayacağız. Şeriat asla din değil, ilkelliktir, yobazlıktır, dinci diktatörlüktür! Köprülerin altından çoooookkkkkkkk sular akmıştır. Bu ülkede laikliği kaldırıp şeriat temelli dinci rejim kurulması olanağı artık yoktur.
Bu tarihsel gerçekliği AKP = RTE de bal gibi bilmektedir. Ancak, laiklik – şeriat dengesini ikincisi lehine ne denli bozarlarsa o ölçüde kârdadırlar :

  • Din maskesiyle dar-ül harp ganimeti Türkiye!

Öte yandan, AKP=RTE bilerek kimi kavramları yanlış kullanmakta ve halkı kutuplaştırmayı sürdürmektedir. Bu siyaset değildir, doğrudan suçtur, Anayasayı çiğnemektir (Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu, TCK m.216, m.309 vd.).

Bir kez “Türk demek Müslüman demektir..” söylemi bütünüyle yanlıştır. İslam dini 1400 yıllıktır. Türklerin zorla İslamiyete sokulması MS 750’li yıllardadır. Dünyada ve ülkemizde on milyonlarca Türk, müslüman değildir. Öntürklerin (Proto-Türkler) tarihi MÖ 10 bin hatta 15 bin yıla dayanır. (Haluk Tarcan, Anadolu’nun Esas Sahipleri Öntürkler, 2021 ve Kazım Mirşan kaynakları..)

Bilimsel gerçek bu iken, bir devlet başkanının, -üstelik seçimi ve meşruluğu şaibeli!,- böylesine
açık çarpıtma yapması, en hafif deyimi ile çok ayıptır. Türkiye’nin uluslararası onurunu da yaralar.

RTE‘nin bu denli “cahil – bilgisiz” olamayacağını varsayarsak, o zaman “kasıtlı çarpıtma” ile halkı yanıltmaya din dayatmaya, gündem saptırmaya çabalamadır ki bu, ilkinden daha az “ayıp” değildir!

İnsan olmanın ilk koşulu “dürüstlük“tür ve başkalarına zarar vermemektir. “Primum non nocere!” uyarısı, Antik Yunan’dan bu yana 2500 yıldan eskidir. Evrensel etik kuralların başında gelir. Öte yandan İslamiyetin, özünde “iyi ahlak” erekli olduğu, Muhammet peygamberin sıklıkla söylediği sözlerdendir. Öyleyse, “Müslüman” olduğunu (!?) sıklıkla, gereksiz ve yersiz yineleyen ve bu yolla siyasete sürekli alet eden Erdoğan’ın, her 2 davranış seçeneği de tıkalıdır ve gerçekte din dışıdır.

Yakışmıyor Türkiye’ye ve 21. yüzyılın uygarlık birikimine.. Çağcıl (modern) dünyadan koparılıyoruz.
***
Teknik olarak ise                : Dini – mezhebi ne olursa olun; Türk, Türk’tür. Etniste ve inanç ayrıdır. Anayasanın 66. maddesi de “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” der. Erdoğan’ın söylemi Anayasa’nın sözüne ve özüne de aykırıdır. “Ilımlı İslam”,
bir ABD projesidir!

Önceki günlerde (02 Şubat 2024) paylaştığımız tweet iletisinde şöyle yazmıştık :

  • RTE gene gündem saptırmada.
    Din = şeriat imiş.. Yok yahu?! Kitaplı dinlerin kutsal kitapları var.
    Yorumları ise nedense türlü türlü!? İşte mezhepler, kanlı iç savaşların ana nedeni!
    Hangisinin şeriatını / din yorumunu uygulayacaksınız? Tek bir şeriat yok ki!
    Din Allah’ın kelamı ise neden olabildiğince net anlaşılamıyor, birbirinizi yiyorsunuz? (https://x.com/profsaltik/status/1753452056474530012?s=20)
  • AKP, bir tarikatlar koalisyonu.. Bunca tarikat, mezhep niyedir? Kur’an anlaşılmıyor mu?

Ayrıca, İslam Felsefesi uzmanı Prof. Dr. Şahin Filiz‘in makalesine (20 Eylül 2023) bakılması uygun olacaktır : Şahin Filiz yazdı: Şeriat, İslam mıdır? (veryansintv.com) ve Dinlerden önce de insandık, Türk’tük, 02 Mart 2023, https://www.veryansintv.com/yazar/sahin-filiz/kose-yazisi/dinlerden-once-de-insandik-turktuk/)

  • Din, şeriat değildir ve şeriat dinin, toplumlara, kültürlere, dönemin koşullarına ve çağlara göre değişen uygulamalarının bütünüdür. Değişmeyen din ile değişen şeriat aynı değildir. Aynı görülürse, o halde din de şeriat gibi her zaman değişmeye mahkum olur. Din bilimleri ve İslam Hukuk Tarihine bakmak yeterlidir. Taliban, Vahhabi, Işid, cihatçı Selefilik, Müslüman Kardeşler, Cemaat-i İslami gibi gruplar aynı dindendir ama ayrı ayrı şeriatları vardır. Din birleştirir, şeriatlar çatıştırır. Hangi İslam demeyiz, hangi şeriat deriz.” (https://x.com/proffiliz/status/1753046461967733031?s=20, tweet iletisi, 01 Şubat 2024)

Yine, dinbilgini İhsan Eliaçık‘ın tweet iletisi (@rihsaneliacik) yol göstericidir :

  • Şeriat Kur’an’da ‘doğal hukuk’ anlamındaydı. Tarih içinde saltanat yasası, günümüzde ise dini diktatörlük olarak anlaşılmaktadır. Kelimeler de insanlar gibi yozlaştırılır. Zamanla asli anlamlarını kaybeder. O zaman yeni tanımlar yapmak gerekir.”

Yerel seçimlere giderken, AKP=RTE iktidarının zerrece etik kaygı duymadan her şeyi ama her şeyi yapabileceğini görmek çok acı ve ülkemiz için kaygı verici. 2015 seçimi, kanlı olaylarını unutmadık.

Erdoğan’ın yakın – uzak çevresinde, bu gidişin çok ağır yakıcı – yıkıcı etkilerini anlatabilecek hiç kimse kalmadı mı gerçekten?? Yağmaya ortaklık, böylesine katı ve yaygın bir akıl felci mi yarattı!?

Yazık bu ülkeye ve halka.. Yıkım (tahribat) çok ağır, giderimi (telafisi) çok güç, ülke örtük iflasta!
Artık yeter, durmasını bilmek gerek. Halkın yoksulluktan beli bükülmüş, AKP=RTE ne peşinde??!!

Çare        : 31 Mart 2024 yerel seçimleri, salt yerel yönetim seçimi olmaktan çıkmış, tarihsel ve kritik bir anlam ve önem kazanmıştır. Ulusumuz, bu çağdışı hatta ilkel dinci-yobaz dayatmayı oylarıyla engellemeli! Muhalefet partileri stratejilerini tümüyle gözden geçirmeli. 14-28 Mayıs 2023 seçiminde AKP=RTE halkın ulusal güvenlik kaygısını sömürdü, kullandı. Muhalefete karşı sahte videolar üretildi, Erdoğan bunu itiraf etti! Şimdi ölçüsüz ve acımasız, vahşi din sömürüsünde sıra; yapay zekayı bile kötüye kullanarak! Halkı uyarmalı ulusal bir seferberlikle. Ortak payda LAİKLİK olmalı. 3 Mart 1924 Devrim Yasalarının 100. Yılı tam da uygun fırsat. Elbirliği ile değerlendirilmeli, kitlesel-toplumsal bir uyanış-derleniş sağlanmalı; dinci-emperyal kuşatma 22. yılında mutlaka yarılmalı!

Sevgi, saygı ve kaygı ama UMUT ile.
06 Ocak 2024, Ankara

EYYY NATO 

Suay Karaman 

North Atlantic Treaty Organization’ kelimelerinin ilk harflerinden oluşan NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü), 4 Nisan 1949’da, başta ABD olmak üzere kimi Batı Avrupa ülkelerinin öncülüğünde 12 ülke tarafından kurulan uluslararası askeri birliktir. NATO, daha sonra farklı dönemlerde başka ülkelerin katılımıyla genişlemiştir. (AS: İsveç ile 32 üye oldu)

Varşova Paktı, 14 Mayıs 1955’te Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) ve kimi Doğu Avrupa ülkelerinin öncülüğünde 8 ülke tarafından kurulan “dostluk, işbirliği ve karşılıklı yardım antlaşması” ile kurulan askeri ve siyasal birliktir. Kuruluş tarihlerine bakılırsa, Varşova Paktı’nın, NATO’ya karşı bir tepki olarak kurulduğu anlaşılmaktadır. 

Sovyetler Birliği’nin dağılması ile 1 Temmuz 1991’de Varşova Paktı da sona erdi. Bu durumda, Varşova Paktı artık olmadığına göre, NATO’nun neden hala varlığını sürdürdüğünü sorgulamak gerekir. NATO, ABD’nin dünya jandarmalığına soyunmak ve sömürgeci politikalarını yaymak amacıyla kurulmuştur. 

Türkiye NATO’ya girmek için, Demokrat Parti tarafından 12 Ekim 1950’de TBMM kararı olmadan Kore’ye asker göndererek, bizim için hiçbir anlamı olmayan bir savaşa katıldı. Bunun sonucunda 18 Şubat 1952’de NATO’ya üye oldu. 

Özellikle Rusya’yı çevrelemek politikasıyla sürekli genişleyen NATO, Finlandiya ve İsveç’in üye olmasını gündeme getirdi. Ancak 13 Mayıs 2022’de AKP genel başkanı buna karşı çıktı. Tayyip Erdoğan, teröre destek verdiğini söylediği bu iki ülkenin NATO üyeliğine Türkiye’nin karşı olduğunu ve NATO Konseyinde olumsuz oy vereceğini açıkladı. 29 Mayıs 2022’de “Başta ben olduğum sürece Finlandiya ve İsveç NATO’ya giremez.” diyen Erdoğan, 28-30 Haziran 2022’de Madrid’de yapılan NATO doruğunda, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine onay verdi. 

30 Mart 2023’te TBMM Genel Kurulunda yapılan oylama ile Finlandiya’nın NATO üyesi olması uygun bulundu. AKP, CHP, MHP ve İYİ Parti milletvekilleri 276 evet oyu verdi. Öbür partiler oylamaya katılmadı. 23 Ocak 2024’te TBMM Genel Kurulunda yapılan oylama ile İsveç’in NATO üyesi olması da uygun bulundu. AKP, CHP, MHP ve DEVA milletvekilleri 287 evet oyu verirken; İYİ Parti, DEM Parti, Saadet Partisi, Hüda-Par, Yeniden Refah Partisi ve TİP milletvekilleri ise 55 hayır oyu verdi. Dört milletvekili çekinser kaldı. (AS: yalnızca 17 CHP milletvekili İsveç’in NATO’ya üyeliğine evet dedi, 118’i oylamaya katılmadı..)

Eğer ülkemizi yönetenler ulusal çıkarlarımızı düşünselerdi Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine alınması karşılığında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasını gündeme getirir ve Kıbrıs’ ta kalıcı çözüme ulaşılmasını sağlayabilirlerdi. Elimizdeki kozları kullanamadan, emperyalist ABD’nin dümen suyuna giderek, NATO’nun genişlemesini sağlamak “milli duruş” olarak nitelenemez. 

Ülkemizin çıkarlarını ABD’ye göre, NATO’ya göre biçimlendirmek açıkça sömürge olmaya boyun eğmektir. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya alınmasına onay vererek, NATO’nun genişletilmesi ABD’nin yararınadır, Türkiye bundan büyük zarar görecektir. 

TBMM’deki oylama sonuçlara göre ABD’nin ve NATO’nun buyruğunda olduğumuz yeniden ortaya çıkmıştır. Öbür partilerin ne oldukları, kimlere hizmet ettikleri belli, ancak CHP gibi emperyalizme karşı mücadele etmiş ve başarmış bir partinin “evet” oyu vermesi üzerinde düşünmek gerekir. NATO’nun genişlemesi için onay vermek, ülkemizin kurucu partisi CHP’nin tam bağımsızlık ilkesine de aykırıdır. 

İşin özü CHP, 10 Kasım 1938’den beri tam bağımsızlıkçı ve emperyalizm karşıtlığı politikalarından uzaklaşmıştır. 22 Şubat 2022’de Kemal Kılıçdaroğlu, Reuters’a verdiği demeçte; “Biz NATO’nun bir parçasıyız. Dolayısıyla kendimizi bu ittifakın dışında göremeyiz. Bu konuda taahhütlerimiz var.” demişti. CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise 11 Aralık 2023’de TBMM’de bütçe görüşmeleri yapılırken, “Bizim yolumuz 6. Filo’yu denize dökenlerin yoludur.” demişti. Ancak CHP, 43 gün sonra TBMM’de NATO’nun genişlemesine onay verdi. Bu durumda 6. Filo’yu denize dökenlerin “kahrolsun ABD, kahrolsun NATO” dediğinden haberi yok muydu? NATO’nun genişlemesine ‘demokrasinin yanında olmak’ şeklinde açıklama yapmak, emperyalizmin hizmetinde olmanın kanıtıdır. 

NATO, ABD’nin başını çektiği bir haydut örgüttür

Ülkemizde ulusalcı aydınları öldüren, laik cumhuriyetimizi yok ederek, dinciliği dayatan, Türk-İslam sentezi sevdalılarını iktidara taşıyan, ülkemizin parçalanması için çalışan bir oluşumdur. NATO’nun ve ABD’nin ülkelere nasıl “demokrasi getirdiği” (!) iyi bilinmektedir. Böyle bir örgütün içinde olmak yanlıştır. Türkiye’nin NATO içindeki müttefikleri, Ege Adalarını işgal ederek, sözde Ermeni Soykırımı tasarılarına destek vererek, Kıbrıs’tan Türk kimliğini silmek için Rumlara açık çek vererek, PKK-YPG terör örgütüne silah vererek, askerlerimizin şehit olmasına yol açan düşmanca bir politika izlemektedirler. Bu bağlamda Türkiye’nin NATO üyeliğini daha çok sürdürmesinin bir anlamı kalmamıştır. Bu onur kırıcı durumdan en kısa sürede kurtulmak gerekmektedir. Ülkemizdeki tüm ABD üsleri kapatılmalıdır. Yerli ve ulusalcı (milli) olmanın ilk koşulu budur. 

NATO ile mücadele mandacılıkla mücadeledir, bağımsızlık savaşıdır. NATO’nun dediklerini yaparak değil, hesaplaşarak bağımsız olunur. Emperyalizmle işbirliği yapmak, eşsiz liderimiz Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmaz. NATO’cu tüm yöneticiler, bunu bilmek zorundadır. Zamanı gelince bu hesapların sorulacağı da akıllarda yer etmelidir. 

Azim ve Karar, 5 Şubat 2024
https://azimvekarar.net/eyyy-nato/ 

Yapay zekâ

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
05 Şubat 2024, Cumhuriyet

 

Aydın ve entelektüel birikime sahip olan insan, moda ve popüler olan şeylerden kuşku duyar.

Friedrich Nietzsche’nin düşündüğü gibi, sürü zihniyetini aşmak, özgür bir ruh olmak, insan için en değerli şeylerden birisidir.

Karl Marx’ın kapitalizm eleştirisi de dikkate alınacak olursa, moda ve popüler olan şeylerden neden kuşku duyulması gerektiği daha da iyi anlaşılır.

Yapay zekâ bu bağlamda ele alınması ve anlaşılması gereken bir konudur.
***
Yapay zekâ ile insanı özdeşleştirmek, hem yapay zekâyı hem de insanı anlamamak anlamına gelir. Yapay zekâ, geniş bir veri hafızasına, çıkarım yapma ve hesaplama yetisine sahip olmakla birlikte, bilinci, ruhu, özgür iradesi, tutkuları, duyguları ve aklı olan bir varlık değildir.

Yapay zekâ yalnızca, insana ait bu özelliklerin belli başlı göstergelerini yapay bir formda sergileme ve görünüşe aktarma yetisine sahiptir.

Ayrıca, yapay zekâya, öbür özellikleriyle birlikte, bu özellikleri kazandıran, insanın kendisidir. Yapay zekâ, insan tarafından nasıl programlandıysa ve koşullandırıldıysa, o şekilde hareket eder.

Yapay zekâ bir eylemde ve seçimde bulunmaz. Yapay zekâ salt bir davranış ve hareket sergiler. Yapay zekâ kendisine verilen komutları yerine getirir.

İnsan her koşulda ve her zaman bir eylemde ve seçimde bulunamasa da, sık sık davranışlarının tutsağı olsa da, kimi koşullarda ve zamanlarda, kendi özgür iradesiyle, eylemde ve seçimde de bulunabilir. Yapay zekâ için bu kategorik bir olanaksızlıktır.
***
Öte yanda yapay zekâ; zekâyı akıldan, bilinçten, ruhtan, özgür iradeden, duygudan, tutkudan ayırmamızı sağlaması açısından önemlidir.

Ayrıca yapay zekâ, her teknoloji ürünü gibi, toplumun yararına kullanılırsa, iyi bir şeydir.

Ancak yapay zekânın çok önemli iki tehlikesi vardır.

Birincisi, yapay zekâ insan zihninde bilişsel gerilemelere yol açar. Sık sık yapay zekâya başvuran insanın kimi bilişsel yetenekleri paslanır, böyle bir insan, düşünme tembeli ve düşünme özürlü bir varlığa dönüşür.

İkincisi, kapitalizme hizmet eden yapay zekâ, çok büyük ekonomik ve sosyal adaletsizliklere yol açar. İnsanın yapabileceği işlerin yapay zekâya devredilmesi, kitlesel boyutta işsizlikle sonuçlanır.

  • Yapay zekâ, kapitalist oligarşik odaklar için bulunmaz bir nimettir.

Bu odaklar bu nedenle dünyada bir yapay zekâ furyası, promosyonu, propagandası, reklam kampanyası estirmektedir.

Çünkü insanın yapacağı işlerin yapay zekâ tarafından yapılması, uzun vadede şirketlere ve holdinglere daha fazla kâr getirecektir. Emekçi insanlara maaş ödemek, onların emeklilik ve sağlık primlerini yatırmak yerine, yapay zekâyı çalıştırmak daha kârlıdır. Bu bağlamda yapay zekâ, ucuz işgücü bile değil, bedava işgücüdür.

Bu sorunun çözümü ancak, özel sektörün veya devletin, tüm vatandaşlara, evrensel temel gelirolarak da bilinen, karşılıksız bir gelir sağlamasıyla olanaklıdır. Böyle bir ekonomik model de henüz uygulanamamıştır.

Bunun dışında, halkın egemenliğini yapay zekânın egemenliğine devretmeye çalışacak, kitlesel işsizliğe, ekonomik ve sosyal adaletsizliğe yol açacak siyasal partilerin, seçmenlerin tuzağa düşmemesi durumunda, seçim kazanmaları ve yapay zekânın egemenliğini sağlamaları da olanaklı değildir.

Neyse ki yapay zekâ teknolojisinin gelişmiş olduğu ülkelerin çoğunda hâlâ çok partili serbest seçimli bir düzen var.

En azından şimdilik!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İsveç’in NATO üyeliği29 Ocak 2024
24 Ocak22 Ocak 2024

Prof. Dr. Halil ÇİVİ’den “Aşure ya da Çerezler”

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Ozanı

Prof. Dr. Halil ÇİVİ’den kendi deyimiyle “Aşure ya da Çerezlerim”

Hz. Ali diyor ki : 

  • Eğer vicdanın körse, gözünün görmesi hiçbir işe yaramaz.
  • Öğretmenlik Allah sanatıdır. Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.
  • En büyük ahmaklık cahillik, en üstün zenginlik de akıldır.
    ***

SİYASETTE PEŞİN ve VERESİYE

  • Siyasetin yozlaştığı bir ülkede, eğer iktidar olurlarsa, siyasetçilerin kendi öz çıkarları her zaman peşin tahsil edilir. Ama halka vaatleri ise çoğunlukla veresiyedir. Ayrıca veresiyenin tahsilatı da her zaman mümkün olmaz.

***
KONFÜÇYUS (İ.Ö. 551-479), tam 2500 yıl önce diyor ki:

1- Yaptığı iyiliği çıkarı için yapan insana YALANCI DOST denir.
2- Adalet yolunu şaşırırsa insanlar başıboş bir karışıklık ve korku içinde kalır.
3- Söyleyecek fikri olmayanlar hep yüksek sesle, bağırarak konuşurlar.
4- Yanlış yapmak kötüdür; fakat yaptığı yanlışı unutmak ondan daha kötüdür.
5- İnsan ne denli geriye dönerse dönsün arkasını göremez.
***
KİMLERİN NERESİ SAĞLAM KALIR?

Hak, hukuk ve adalet tanımayan, sürekli yalan söyleyen, hile yapan, iftira atan, tuzak kuran, haram, rüşvet ve yolsuzlukla beslenen tiplerin inancı, dini ve mezhebi ne olursa olsun; böyle yaşamayı alışkanlık edinmiş insanların onuru, vicdanı, ahlakı, aklı ve beyni giderek çürür.
Salt MİDELERİ SAĞLAM kalır.
Siyaseti yalnızca midesi için yapanlar böyledir.
Tanrı ülkeleri, toplumları, aileleri ve bireyleri salt midesi için siyaset yapanlardan korusun.
***
AKIL MI SAKAL MI?

Bilgelik, adalet ve ahlak; kendi cehaletini ya da kötü niyetini gizlemek için bırakılan SAKALDAN DEĞİL; çaĝdaş eğitim, bilim ve ELEŞTİREL AKILDAN türer.

Sözümüz tüm sakallılara değildir.

Sakalını itibar, makam ve çıkar aracı olarak kullanan hilebaz, madrabaz, dInbaz ve yobazlaradır.
***
Antik Yunan düşünürü PLATON (EFLATUN) diyor ki :

– Boş beyin şeytanın çalışma atölyesidir.
– Dinbaz, düzenbaz, ekonomi ve siyaset madrabazlarının çalışma atölyesi de hep cahil ve yoksuların beyni olagelmiştir.
– Aman ha, özgür akıl ve deneysel bilimle beslenen çağdaş eğitime ve sağduyumuza sahip çıkalım.
***
AKIL, DUYGU, MUTLULUK ve HUZUR

Akıl beyninin, duygu ise yüreğinin ürünüdür.
Çağdaş eğitimle, hak – adalet ve bilim çemberi içinde kalarak ikisini de iyi eğitir, ahlaklı yönetir ve aklınla duygularını birbiri ile hep barışık tutarsan, huzur ve mutluluk seni hiç terk etmez.
***
CENNET ve CEHENNEM

Uluslarını sağduyu, vicdan, ahlak ve adaletle yönetenler ülkelerini CENNETE;
tersine kin, nefret, korku ve gelecek endişesi yaratarak yönetenler de CEHENNEME çevirirler.

Türk aydınları neden öldürülüyor??

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli  
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com 

Türk aydınları neden öldürülüyor?? 

Bu yazıyı, 31. Adalet ve Demokrasi Haftasının son gününde yazıyoruz. ADD kurucu genel başkanı Prof. Muammer Aksoy, 34 yıl önce bu gün, arkadan vurularak öldürülmüştü. SSCB’nin dağılmasından sonra (26.12.1991) soğuk savaş ve 2 kutuplu dünya düzeni, yerini Amerikan yüzyılı-hegemonyasına bırakı. Mumcu’ya kıyılan yıl 1993’te “çok ilginç” (!?) ardışık cinayetler işlendi. 10 Ocak 1993’te Mumcu, Cumhurbaşkanı T. Özal ile görüştü. Jand. Gn. Kom. Eşref Bitlis ve Maliye Bakanı Adnan Kahveci de katıldı. 14 gün sonra 24 Ocak 1993’te Mumcu öldürüldü. 12 gün sonra 5 Şubat 1993’te Kahveci kuşkulu bir trafik kazasında öldü. 12 gün sonra 17 Şubat 1993’te Org. Bitlis kuşkulu bir uçak kazasında öldü. 17 Nisan 1993’te Özal birden öldü. 36 gün sonra 24 Mayıs 1993’te PKK, silahsız 33 askerimizi Bingöl’de şehit eti!

Bu olaylar rastlantısal mıdır? Mumcu, ABD’yi çok rahatsız eden hangi kritik gizlere ulaşmıştı acaba?

ABD Başkanı F.D. Roosvelt‘in ünlü sözüdür :

  • Siyasette hiçbir şey rastlantı değildir. Bir şey oluyorsa, o şeyin önceden planlandığından
    emin olabilirsiniz.”

Kürt Dosyası” ve “Tarikat, Ticaret, Siyaset” kitapları, Mumcu’nun en önemli ürünleridir.
Son zamanlarda en güncel sorunlarımız, bu 2 konu ile doğrudan ve çok yakın bağlantılı.
PKK’nın ABD eliyle sahneye sürüldüğü 1984’ten bu yana çok yol alınmış, Irak’ın kuzeyinde istasyon Kürt federe devleti kurulmuştur. Suriye’nin kuzeyi, Fırat’ın doğusunda PKK türevi YPG’ye ikram edilmiştir. Fırat’ın batısına yayılmayı durdurmaya çabalıyoruz çok ağır bedellerle,
çok sayıda şehit vererek. Tehdit “müttefik”ten(!)

Türkiye’nin, kuruluşunu izleyen 3. yılda NATO’ya alınmasıyla (1952), aydın cinayetleri ve toplumsal kışkırtıcı “olaylar” görülmeye başlandı. İlki 6-7 Eylül 1955 kışkırtması (provokasyonu). DP iktidarının ülkeyi Moratoryuma (devlet iflası) sürüklemesi ve IMF’nin korkunç devalüasyon dayatması.. 1948-51 Marshall Planı ile Tarım ve Eğitim Bakanlığını ABD’ye bırakan ülkemiz,
bu kez maliye-hazinesini verdi.

21.10.99’da öldürülen ADD Gn. Bşk. Yrd. Prof. A.T. Kışlalı, Cumhuriyet’teki köşesinde CIA İstasyon Şeflerinden P. Henze ve G. Fuller’in Türkiye raporlarını (1993) yayınlamıştı (1996). Henze,

  • Atatürk ilkeleri soğuk savaş döneminde görevini yaptı ama ‘Yeni Dünya Düzeni’ ile birlikte gerekliliği kalmadı. Klasik Atatürkçülük ölmüştür. Aydınların İmam-Hatip Okulları konusunda endişeleri yersiz. İran ve Arap parası ile desteklenen köktendincilik (AS: Rabıta vd.), Türkiye için ciddi tehdit değil. Atatürk’e deccal diyen Said-i Nursi ve Nurcular ilericidir. Nakşibendiler
    geriye dönük değil. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile bağlantıyı sağlayabilir.”
    buyurmuştu.

Fuller ise

  • “Irak’ın üniter yapısını koruması ABD çıkarlarına uygun değil. Türkiye Kürtlere özerklik verirse, Kuzey Irak’taki Kürtlerle bütünleşme gerçekleşebilir. En kötü şey, Türkiye’nin Irak’a yakınlaşmasıdır.”

Kışlalı da fincancı katırlarını ürküttü Mumcu vd. yurtsever aydınlarımız gibi.
Sen misin Ulusu uyaran!?
***
ABD’nin 21. Yüzyıl Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde 2 ana hedefi var :

  1. yy’da hiçbir ülke ya da ülkeler topluluğunun stratejik güç olmasına izin verilmeyecektir.
  2. Bu hedefin sağlanması için, önleyici (pro-aktif) güç kullanımı dahil, her yola başvurulacaktır.

ABD’nin, Türkiye topraklarının da içinde bulunduğu bölge için 3’ü temel 3’ü olanaklı ise ulaşılabilir hedefleri var. Temel hedefler
– Büyük İsrail,
– Büyük Ermenistan ve
– Büyük Kürdistan’ın kurulması
.

Daha uzun erimli, olanaklı ise ulaşılabilir hedefler:
– İstanbul merkezli Ortodoks devleti,
– Pontus Rum ve Ege Yunan devletleri ve
– Konya merkezli Hilafet devleti kurulması
.

Bir tür güncellenmiş Sevr, BOP!
***

Çare                              : Önceki köşe yazımızda BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)=Post-modern Sevr tasarımını yazmıştık (18.01.24). Büyük fotoğraf bu! İşleyeni-işleteni bilinen, halktan gizlenen ve Devletçe önlen(e)meyen aydın cinayetleri ve toplumsal kışkırtmalar (Çorum, Maraş, Madımak, ASELSAN..) gladyo-kontrgerilla hüneridir. İnsanlığa karşı suç olan bu eylemler TSK-Özel Kuvvetlere yıkılmak istenmiştir. Ancak Kozmik Oda 15 Temmuz 2016 FETÖ-ABD darbesi ardından didik didik edilmiş, hiçbir kanıt bulunamamıştır. Tersine, 800’ü aşkın yurt dışı görevlimiz şehit edilmiştir. Bu politika = gaflet / dalalet / ihanet daha fazla sürdürülemez ve kabul edilemez. Türkiye, işlevini yitiren savaş örgütü NATO’dan çekilmelidir.
=======================
Köşe yazımızın pdf biçimi için tıklayınız..
Cumhuriyet gazetesi makalemiz, Ahmet SALTIK, 1 Şubat 2024

Laik bir devletin işleyişi şeriata dayanamaz!

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen

zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr 

Son Yazısı / Tüm Yazıları

04 Şubat 2024, Cumhuriyet

Yarın laikliğin Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasına girişinin 87. yıldönümü. Laiklik, 1924 Anayasası’na 5 Şubat 1937’de yapılan değişiklikle; 2. maddeye devletin niteliklerinden biri olarak girdi. Bu anayasanın 4. maddesinde değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddeleri arasında. (AS: İlk 3 maddenin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceği düzenlemesi, ilk kez 1982 Anayasasının 4. maddesiyle getirilmiştir, önceki anayasalarda yoktu.)

Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olsa;

  • Ne AKP’li cumhurbaşkanı “Şeriata düşmanlık dinin bizatihi kendisine husumettir.
    Türk demek, aynı zamanda Müslüman demektir.”
    diye konuşabilir;
  • Ne de bu ülkenin adliyesinde şeriat çığlıkları atılabilirdi.

Erdoğan’ın Diyanet Akademisi Başkanlığı 1. Dönem Aday Din Görevlileri Mezuniyet Töreni’ndeki konuşması, yürürlükteki anayasaya aykırıdır. Türkiye Cumhuriyeti, din birliği üzerine kurulmuş değildir. Anayasanın 66. maddesinde vatandaşlık tanımı “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” şeklindedir. Burada vurgu, yurttaşlık bağıdır.

YURTTAŞLIĞI ‘YAPAY DİN’ OLARAK GÖSTERMEK…

Erdoğan’ın yurttaşlık kavramına yaklaşımını da hatırlamak gerekir. 2014’te 5. Din Şûrası’nda ne demişti?

“Batı’da Hıristiyanlıktan oluşan boşluğa örneğin yurttaşlık dini ikame edilirken Türkiye gibi Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde de benzer bazı denemelere girişildi. Bunlar kendi elleriyle yurttaş dini benzeri dinler inşa ederek İslamın karşısına kendi yapay dinlerini koymanın çabası içinde. Din ve devlet işleri ayrı olsun diye, kendi yapay dinlerini devlete egemen kılmanın mücadelesini verdiklerinin bilincinde değiller.”

Yani anayasal bir kavram olan yurttaşlığın din ile yer değiştirmek için yaratıldığını söylüyor. Din ve devlet işlerinin ayrılmasını (yani laikliği) hak dininin yerine yapay bir din geçirme çabası olarak tanımlıyor.

“Türk demek, aynı zamanda Müslüman demektir” derseniz, bu yanlış düşüncenizi topluma dayatmakla kalmaz, laiklik ilkesini çiğneyerek vatandaşlar arasında ayrışmaya yol açarsınız. Tarihi doğru incelerseniz Türklerin Müslümanlıktan önce birçok başka inanca sahip olduğunu da görürsünüz. 

Ayrıca bugün Türkiye’de Müslümanlık dışında başka dine inanan vatandaşlar olduğu gibi, inançlı olmayan vatandaşlar da var. Laiklik tam da bunun için var: Hem herkesin kendi inancını özgürce yaşaması hem de farklı inancı olanları ya da inançsızları toplumdaki egemen dinin baskısından korumak için var!

LAİK HUKUK, İNSAN AKLININ YAPTIĞI YASALARA DAYANIR

Laik bir ülkede, bireyler elbette inançlarını yaşayabilir ancak devlet, vatandaşlar arasında dine dayalı bir ayrım yapamaz. Türkiye’nin üzerine oturduğu temelin sacayaklarından biridir bu.

  • Şeriat eşittir İslamiyet değildir!

Birbirinden çok farklı yorumlar ve çeşitli mezhepler varken bunu iddia etmek olanaksızdır.

Anayasadaki laiklik ile kastedilen ise hukuk sisteminin ve devlet yönetiminin
din kurallarına göre düzenlenemeyeceğidir. Sorun budur. 

Laik hukuk, halkın oylarıyla seçilen temsilcilerden oluşan meclislerin, insan aklını kullanarak toplumun gereksinimlerine ve çağın evrensel hukuk ölçülerine uygun olarak kabul ettiği yasalara dayanır. Türkiye de 1923 Cumhuriyet Devrimi ile 87 yıl önce bu sisteme dahil olmuş, bu sayede ilerleyebilmiştir.

Bu gerçekler ortadayken, 2024’te adliyelerde şeriat çığlıkları atanları savunmak, yurttaşlığı ve laikliği “yapay din” olarak göstermek, laikliği savunanlara “lümpen faşist” demek, bu ülkeye yapılabilecek büyük bir kötülüktür.

Bugün Türkiye’de laik hukuk yerine şeri hukuk geçerli olsaydı ne ben bugün bir gazetede bunları yazabilirdim ne kadınlar toplumda hak ettikleri yere gelebilirdi ne de şeriatı savunan Meral Akşener, bir siyasal partinin genel başkanı olabilirdi! 

Birilerinin amacı Türkiye’de ortaçağ gericiliğini geçerli kılmaksa bilsinler ki; biz yurtsever devrimciler ve gerçek Cumhuriyetçiler, anayasal düzeni ve hukuk devletini savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz!


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mustafa Aydınlı şiiri : BARIŞ…

ŞİİR KÖŞESİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Halk ozanı

BARIŞ

Bakın şu dünyanın gidişatına
Savaşsız geçecek yıllar nerede?
Binenler çoğaldı savaş atına
Barış barış diyen diller nerede?
***
Zalimler silaha para yatırır
Savaş açar ülkeleri batırır
Kaynağının üzerine oturur
İnsana uzanan eller nerede?
***
Uçakları gökyüzünde uçurur
Gemileri okyanustan geçirir
Tehditleri uykuları kaçırır
İnsanlığa giden yollar nerede?
***
Kıyametin tamtamları çalmada
Her an felakete ramak kalmada
Akıllar bir koyup beş-on almada
Barışı savunan kullar nerede?
***
Daha hangi ülke vardır sırada
Ölüm gezer hem denizde karada
İnsanlığı ara da bul orada
Sevgiyle sarılan kollar nerede?
***
Aydınlı bu barış er geç olacak
Hem yurtta dünyada baki kalacak
İnsanlık bu dersten ilham alacak
Barışın mimarı sollar nerede?

Kabul etmiyoruz: Şeriata karşı laiklik diyenleri hedef almak tüm toplumu hedef almaktır!

Kabul etmiyoruz: Şeriata karşı laiklik diyenleri hedef almak tüm toplumu hedef almaktır!

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır…)

Bundan 100 yıl önce Cumhuriyet’le birlikte laikliğin temeli olan birçok büyük adım atılmıştır. 1924’te Hilafetin ve Şer’iye Vekâletinin kaldırılması ve Öğretim Birliği Yasası, 1926’da Medeni Kanun, 1937’de Laikliğin Anayasa’ya girişi geri alınamayacak kazanımlardır.

Türkiye toplumu, yurttaşlar laikliğin sahibidir.
Dolayısıyla, “şeriata karşı laiklik” diyenleri hedef almak toplumu hedef almaktır.
İnsan aklının özgürlüğünü hedef almaktır.
Çocuklarımızın laik ve bilimsel eğitim almasını, öğretim birliği yasasını hedef almaktır.

CB Recep Tayyip Erdoğan’ın şeriat çağrısı yaptığı konuşma ile ilgili Laiklik Meclisi açıklamada bulundu.

Yani, Cumhuriyet ve laikliği hedef almaktır. Dolayısıyla, toplumun yurttaşlık değil, tebaa olarak kurgulanması isteğinin ifadesidir.

Açıktır ki 100 yıl öncesine geriye dönüş mümkün değildir.
Çevresinde dolaşılması, konunun saptırılarak tepki gösteren yurttaşların hedef gösterilmesi, gerçeklerin üzerini örtmemektedir. Siyasal iktidar, her alandaki gerici saldırılarını artırarak sürdürmekte ve karşı çıkan yurttaşlara nefret içerikli söylemler kullanmaktadır.

  • Ancak, Cumhuriyetin kazanımlarını ve laikliği bu topraklardan kazımaları
    mümkün değildir.

Bu sözler karşı devrimin rahatsızlığını ifade etmektedir.

  • Ülkemizin ilerici birikimi bu karşı devrim saldırısını dirençle püskürtecek,
    eşit ve özgür bir geleceği laiklik ile birlikte kuracak iradeye sahiptir.

Laiklik Meclisi, ilkokul çocuklarına dini eğitim verilmesine de, adliyelerde şeriat sloganları atılmasına da, hilafet çağrılarına da karşıdır ve bu yöndeki tüm girişimlerin karşısında mücadele etmeye devam edecektir.

Laiklik Meclisi
02.02.2024
https://laiklikmeclisi.org/detay/kabul-etmiyoruz-eriata-kar-laiklik-diyenleri-hedef-almak-tm-toplumu-hedef-almaktr 

========================================
Dostlar,

AKP = RTE rejiminin temel derdi “gündem”.
Ülkemiz – halkımıza görülmemiş bir yoksulluğu – yoksullaşTIRmayı dayattılar.
Bu politika kurgulu ve beklentileri de belli : Kitlelere diz çöktürüp biat ettirmek, oy deposuna dönüştürmek. Sınıf bilincinin gelişmesini engellemek, dinle terbiye edip Allah ile aldatmak.

Bu oyuna gelmemeliyiz, gelmeyeceğiz.
Köprülerin altından çoooooooooookkkkkkkkkkkkkk  sular akmıştır.
Bu ülkede laikliği kaldırıp şeriat temelli dinci rejim kurulması olanağı yoktur.
Bu tarihsel gerçekliği AKP = RTE de bal gibi bilmektedir.
Ancak, laiklik – şeriat dengesini 2.si lehine ne denli bozarlarsa, o, kazanımları olacaktır.

Öte yandan, AKP=RTE bilerek kimi kavramları yanlı kullanmakta ve halkı kutuplaştırmayı sürdürmektedir.
Bir kez “Türk demek Müslüman demektir..” söylemi bütünüyle yanlıştır.
İslam dini 1300-1400 yıllıktır. Türklerin zorla İslamiyete sokulmaları MS 750’li yıllardadır.

Oysa Öntürklerin (Proto-Türkler) tarihi MÖ 10 hatta 15 bin yıla dayanmaktadır. (Haluk Tarcan, Öntürkler)

Bilimsel gerçek bu iken, bir devlet başkanının (seçimi şaibeli!), böylesine açık çarpıtma yapması en hafif deyimi ile çok ayıptır.

RTE‘nin bu denli “cahil – bilgisiz” olamayacağını varsayarsak, o zaman “kasıtlı çarpıtma” ile halkı yanıltmaya çabalamaktadır ki bu, ilkinden daha az “ayıp” değildir!

İnsan olmanın ilk koşulu “dürüstlük” tür ve başkalarına zarar vermemektir.

Primum non nocere!” uyarısı, kadim Antik Yunan’dan bu yana 2500 yıldan eskidir.
Evrensel etik kuralların başında gelir.

Öte yandan İslamiyetin özünde “iyi ahlak” erekli olduğu, Muhammet peygamberin sıklıkla söylediği sözlerdendir. Öyleyse, “Müslüman” olduğunu sıklıkla – gereksiz biçimde yineleyen ve bu yolla siyasete alet eden Erdoğan’ın, her 2 davranış seçeneği de tıkalıdır.

Yakışmıyor Türkiye’ye ve 21. yüzyılın uygarlık birikimine..

Teknik olarak ise                : Dini – mezhebi ne olursa olun, Türk, Türk’tür.
Anayasanın 66. maddesi de “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” der. Erdoğan’ın söylemi Anayasa’nın sözüne ve özüne aykırıdır.

Önceki gün (2 Şubat 2924) paylaştığımız tweet iletisinde şöyle yazmıştık :

  • RTE gene gündem saptırmada.
    Din=şeriat imiş. Yok yahu?
    Kitaplı dinlerin kutsal kitapları var.
    Yorumları ise nedense türlü türlü!? İşte mezhepler!
    Hangisinin şeriatını/din yorumunu uygulayacaksınız?
    Allah’ın kelamı ise neden olabildiğince net anlaşılamıyor, birbirinizi yiyorsunuz? (https://x.com/profsaltik/status/1753452056474530012?s=20)

Ayrıca, İslam Felsefesi uzmanı Prof. Dr. Şahin Filiz‘in makalesine (20 Eylül 2023) bakılması uygun olacaktır : Şahin Filiz yazdı: Şeriat, İslam mıdır? (veryansintv.com)

  • Din, şeriat değildir ve şeriat dinin, toplumlara, kültürlere, dönemin koşullarına ve çağlara göre değişen uygulamalarının bütünüdür. Değişmeyen din ile değişen şeriat aynı değildir. Aynı görülürse, o halde din de şeriat gibi her zaman değişmeye mahkum olur. Din bilimleri ve İslam Hukuk Tarihine bakmak yeterlidir. Taliban, Vahhabi, Işid, cihatçı Selefilik, Müslüman Kardeşler, Cemaat-i İslami gibi gruplar aynı dindendir ama ayrı ayrı şeriatlara vardır. Din birleştirir, şeriatlar çatıştırır. Hangi İslam demeyiz, hangi şeriat deriz.” (https://x.com/proffiliz/status/1753046461967733031?s=20, tweet iletisi, 01 Şubat 2024)

Yine, dinbilgini İhsan Eliaçık‘ın tweet iletisi (@rihsaneliacik) yol göstericidir :

  • Şeriat Kur’an’da ‘doğal hukuk’ anlamındaydı. Tarih içinde saltanat yasası, günümüzde ise dini diktatörlük olarak anlaşılmaktadır. Kelimeler de insanlar gibi yozlaştırılır. Zamanla asli anlamlarını kaybeder. O zaman yeni tanımlar yapmak gerekir.”

Yerel seçimlere giderken, AKP=RTE iktidarının zerrece etik kaygı duymadan her şeyi ama her şeyi yapabileceklerini görmek çok acı ve ülkemiz adına kaygı verici.

Erdoğan’ın yakın – uzak çevresinde, bu gidişin çok ağır yakıcı – yıkıcı etkilerini anlatabilecek hiç kimse kalmadı mı gerçekten?? Yazık bu ülkeye ve halka.. Yıkım (tahribat) çok ağır, giderimi (telafisi) çok güç.. Artık yeter, durmasını bilmek gerek..

Sevgi ve saygı ile. 04 Ocak 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
Laiklik Meclisi Üyesi
www.ahmetsaltik.net        
profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik