Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

“PBDBY” fetreti

İbrahim Kaboğlu

“PBDBY” fetreti
  • ‘Çamur, çöp, çukur’ siyasetine indirgenen Türkiye Cumhuriyeti kamu tüzel kişiliği lağvedildi.

Bütün bu nedenlerle seçmenler, 31 Mart günü sandığa gidecek ve 1 Nisan sabahı Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme’ dönemine en geç 2028’de son vermek umuduyla uyanacak.

Fetret, en çok Osmanlı’da, Yıldırım’ın yenilmesiyle Çelebi Sultan Mehmed’in idareyi ele alışı arasında geçen on bir yıllık padişahsız dönem için kullanılır.

  • PBDBY ise, Türkiye Cumhuriyeti için fetret dönemi.

“İstanbul’daki fetret dönemine son vereceğiz” diyen ekokırım suç zanlılarından Kurum, ne demek istiyor?  Ankara için de benzer niteleme yapılıyor. Ben şöyle anlıyorum: Belediye başkanları, görevlerinden alındıktan sonra yerel seçimler yapılıncaya dek geçen ‘atanmış kayyım başkanlar’ dönemi, Fetret zamanı. (Görevden alınan Ankara BB’nin birçok kent suçu zanlısı olduğu ayrı bir yazı konusu).

Ne var ki, Kurum ve şürekâsının kastettiği dönem, İmamoğlu ve Yavaş’ın Belediye Başkanlığı yaptığı dönem. Kuşkusuz yanlış; ama kendileri açısından, “hukuka uygun olan her şey yanlış; doğru olan, tam tersine, Anayasa dışı da olsa, kamu yararına aykırı da olsa ‘talimatlara uygun’ davranmak.

Oysa, gerçekte

  • Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme’ (PBDBY),
    Türkiye Cumhuriyeti 
    açısından fetret dönemi. Neden ve nasıl?

Anayasa’nın ilk üç maddesinde tanımlanan ve nitelikleri sayılan T.C., bütün özel ve kamu tüzel kişilerinin üstünde, hepsini kucaklayan bir kamu tüzel kişiliğidir; daha doğrusu “tüzel kişiler tüzel kişisi”dir. Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti olarak, bu tüzel kişilik gerekleri doğrultusunda yapılandırıldı

Bu yapıda her organın, makamın ve kişinin ‘görev + yetki + sorumluluğu’, Anayasa ve yasalar ile açıkça belirlenmiş bulunuyor. Görev, yetki ve sorumluluk üçlüsü, yalnızca hukuka değil, ahlaksal temellere de dayanır. Bunun tipik örneği, milletvekillerinin, bakanların ve Cumhurbaşkanı’nın içtiği Anayasa andıdır: … Anayasa’ya sadakattan ayrılmayacağıma, ”namusum ve şerefim üzerine and içerim”.

Görevi  ve yetkiyi Anayasa’ya uygun olarak tarafsızlıkla yerine getirmek ve kullanmak, haysiyet ölçütüdür. Daha doğrusu Anayasa andı, görevin gerekleri ile özdeşleşen bir haysiyet andı.

Anayasal gerçeklikle örtüşmeyen sözde ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi’nde şefe bağımlılık o denli katı ki, çekilme haklarını kullanamıyor bakanlar (PBDBY’nin içyüzü).
Buna karşılık, varlık nedeni siyasal çoğunluğu elde etmek olan siyasal partilerin önünü kesmek için bütün bakanların seçim sahasına sürülmesi, PBDBY’nin dışa dönük yüzü.
 

PBDBY’NİN İÇYÜZÜ ve DIŞA DÖNÜK YÜZÜ

Önce, ‘ne oldu?’ sorusu yanıtlanmalı kısaca. 2010’lu yıllardan yalnızca üç itiraf (ilk üçlü):

-“Ne istediler de vermedik?”: önceki on yıla ışık tuttu.

-“İstanbul’a ihanet ettik”: Önceki yirmi yıla ışık tuttu.

-“CB anayasa suçu işliyor”: AKP iktidarına ayna tuttu.

Bu üç beyan, T.C.’nin geçen 20 yılda nasıl yönetildiğinin itirafı.

7 Haziran 2015 seçimleri, göreceli de olsa serbest oy ve eşit yarış ortamında yapılan son seçim oldu; 1 Kasım 2015’ten başlayarak 6 kez kurulan sandıkta yarışma hiçbir zaman eşit olmadı.

Bu ortam ve koşullarda kotarılan 2017 kurgusu ise, parlamenter rejime ve  hükümete son verdi, siyasal sorumluluğu tasfiye etti ve T.C. niteliklerinin özünü zedeledi (ikinci üçlü).

Yürütme, tek başına CB’ye verilerek Bakanlar, siyaset dışına çıkarıldı.
Buna göre, siyaseti tek kişi yapacak; Bakanlar ise O’nun tercihlerini uygulamaya koyacak.

Ne var ki, siyasetten arındırılmış Bakanlar, uygulamada muhalefete karşı siyasal mevziler olarak kullanıldı. Devlet ve yönetim adına siyaset tekeli CB’de; Bakanlar müdür atama yetkisine bile sahip değil, sicil amiri hiç değil. Anayasal ve siyasal gerçeklikle örtüşmeyen sözde ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde şefe bağımlılık o denli katı ki, çekilme haklarını bile kullanamıyor Bakanlar (PBDBY’nin içyüzü).

Buna karşılık, varlık nedeni siyasal çoğunluğu elde etmek olan siyasal partilerin önünü kesmek için bütün Bakanların ve kamu gücünü kullananların seçim sahasına sürülmesi, PBDBY’nin dışa dönük yüzü. PBDBY;

-Devasa depremlerin 35. günü, seçimleri 35 gün öne aldı.

-12 gün sonra, bütün Bakanları milletvekili adayı yapacağını TV ekranlarından açıkladı.
(Yalnızca ikisi direnebildi: Oteller ve hastaneler zinciri, saraylar ve külliyeler zincirini bastırdı).

Hiçbiri, TBMM’de milletvekili andı içinceye dek görevini bırakmadı; Bakanlık nüfuzunu ve devlet olanaklarını sonuna dek kullandı.

Dezenformasyon, montaj sahte videolar ve ‘Devlet seferberliği’ eşliğinde yürütülen iki turlu seçimler, Altılı Masa’nın tek kişiye “altın tepside iktidar’ armağanı ile sonuçlandı.

Şimşek’ten Yerlikaya’ya Mehmet’ler Bakan olarak atanınca, PBDBY okumasını eksik yapanlar için teselli kaynağı, ‘hukuk ve liyakat’ umudu oldu.

Dahası, her iki Bakanın söylem ve eylemleri, seleflerine muhalefet açısından, sanki bir hükümet varmış ve seçimler sonucu bir başka parti hükümeti kurmuş gibi bir sanal algı da yarattı.

İcraat, bu yazının konusu değil; ama yalnızca iki saptama:
İlki, “kur korumalı mevduat” (KeKeMe) çifte faizi ve %50 faiz, NASS’ı çökertti. Buna Sisi ziyareti eklenince, ‘siyasal İslam’, iç ve dış olmak üzere çifte itici güç ile çözülme sürecine girdi. .

İkinci saptama: Çete operasyonları, selefinin T.C.’yi uluslararası çeteler için nasıl “çeteler serbest bölgesi” durumuna getirdiğini teşhir etti.

Halef ve selefler, yerel seçimlerde el ele kol kola: kime karşı?
İmamoğlu, Yavaş, Tugay, Karalar, Bozbey, Ünlüce, Böcek vd.

Ankara’da bürokrat, taşrada “politikacı” olan eski-yeni bakan, milletvekili  vs. halkasında kimler var? İmamlar ve subaylar, memurlar ve öğrenciler,,,,

Adalet Bakanından TBMM Başkan Vekiline İstanbul’dan Urfa’ya, Artvin’den Muğla’ya, adeta kaçak! “Devlet yığınağı” yapıyorlar, tıpkı saray ve örtülü ödenekler gibi.

Neden?
Yürütme+Yasama+Yargı ekseninde gerçekleştirdikleri Kişi+Parti+Devlet birleşmesini merkez+çevre füzyonu ile tamamlayarak iktidar tekeli kurmak için.

Ve Ankara bomboş: Hükümet kaldırılmıştır; CB, parti genel başkanlığı yapıyor, Bakanlar parti belediye başkan adaylarının arkasında…

İktidar tekelini elinde tutan kişinin kentlerdeki söyleminin yurttaşlarda yarattığı çağrışıma gelince;

-‘Para sayma’; 17-25 Aralık sürecinde  İmam-Hatipli bir Banka Genel Müdürünün ‘ayakkabı kutuları’,

-‘İstanbul’a telefon edin’; aynı dönem Başbakanı ve oğlu arasındaki ekranlara yansıyan telefon görüşmesi,

-‘Çöp/çamur/çukur’ ise; Artvin’den Muğla’ya, Hakkari’den Edirne’ye, Akbelen, Cerattepe, İliç, Kazdağları vd. ‘ekokırım’larını ve Akkuyu’daki Rusya egemenliğini (Üçüncü üçlü).

Üç üçlü sonucu;

– Anayasal ve siyasal bellek tahrip edildi,

-Doğal ve kültürel varlıklar yağmalandı, ülke talan edildi: Siyasal iktidarı ele geçiren grup, ülkenin tarihsel, kültürel ve doğal mirasını, yerli ve yabancı işbirlikçileri ile yağmaladı; toplumu, bir somun ekmeğe muhtaç kıldı. Şimdi bunu, “Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü” ekseninde yapmaya çalışıyor.

– ‘Çamur, çöp, çukur’ siyasetine indirgenen Türkiye Cumhuriyeti kamu tüzel kişiliği lağvedildi.

Bütün bu nedenlerle seçmenler, 31 Mart günü sandığa gidecek ve 1 Nisan sabahı ‘PBDBY fetret’ dönemine en geç 2028’de son vermek umuduyla uyanacak.

Böylece Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, ülke (Türkiye), ulus (Türkiye ahalisi) ve Devleti (Türkiye Cumhuriyeti) için yeniden yola koyulacaklar.

Laiklik Meclisi’nden Laiklik İhlalleri Raporları

Selin Nakıpoğlu

Selin Nakıpoğlu

Güncel 23.03.2024, BİRGÜN

Ocak ayında Laiklik Meclisi’nin hazırladığı 2023 Yılı Laiklik İhlalleri Raporu’nu konu almış, ortaya arşivlik bir çalışma çıktığından bahsetmiştim. Rapordan birkaç örnek verdiğim yazımı

  • “Bizler laikliğe açıktan savaş açılmış, tarikat ve cemaatlere teslim edilen bu ülkede müsterih olmayanlarız.
  • “Alışacaksınız eski Türkiye yok!” mesajını verenlere ‘Alışmayacağız!’ diyenleriz.
  • İnsanlığın kazanımı olan laikliğe hız kesmeyen saldırılar varken hepimizin üzerinde  yaşamsal sorumluluk var.
  • Aklın dinsel düşünce karşısında özgürleşmesi çok büyük bir kazanım. Hele kadınlar için daha da önemli. Çünkü siyasal İslam politikalarının ana gündemi kadınlar.
  • Ya koyu karanlığı birlikte yırtacak ve şafağın aydınlığına kavuşacağız ya da nefessiz kalacağız.” paragrafı ile bitirmiştim.

Bu hafta köşemi Laiklik Meclisi’nin 2024 Ocak ve Şubat Laiklik İhlalleri Raporlarına ayırdım. Raporların tam metnine

https://laiklikmeclisi.org 

adresinden ulaşabilirsiniz. Raporların; ‘Memlekette neler oluyormuş?’ dedirtip, uyku kaçırmak gibi bir yan etkisi var, demedi demeyin…
∗∗∗
Mersin’de Hüseyin Polat Özel Eğitim Uygulama Okulu’nda müdür Uğurcan Göçer, kılık kıyafet yönetmeliğini gerekçe göstererek bir kadın öğretmene yüksek topuklu ayakkabı ve dizüstü etek giydiği için “uyarı” yazısı yazdı. (11 Ocak) Kuran’a Hizmet Vakfı’nı sorumlusu Ayhan Şengüler hakkında evli olduğu kadını cinsel saldırıya maruz bıraktığı suçlamasıyla hazırlanan iddianameden iki buçuk yıl sonra dava açıldığı öğrenildi. (12 Ocak) Kasım 2023’te cuma namazında Atatürk için dua edilmesine tepki göstererek ve “Allah kâfirleri, müşrikleri kahretsin. Bizleri bu kefirlerden beri etsin” diyen Ahmet Bostancı tahliye edildi. Bostancı’nın tahliyesinin ardından

  • Kartal’daki İstanbul Anadolu Adliyesi’nde “Yaşasın şeriat” sloganları atıldı. (16 Ocak)

Antalya’da Cumhuriyet Bayramı etkinliğinde yaptığı konuşma ile hedef gösterilen öğretmen Emine Karakaş’ın 12 Ocak’ta Milli Eğitim Müdürlüğü’nün söz konusu okula gönderdiği yazı ile iş akdinin sona erdirildiği ve maaşının kesilmesinin istendiği öğrenildi. Karakaş konuşmasında,

  • Cumhuriyetin bütün nimetlerinden faydalanıp onu yok etmeye çalışıyorlar.
  • Bir yanda yüz yıl önce anayasaya Cumhuriyet yazdırmak için ömrünü feda edenler, bir yanda bugün onu yok etmeye çalışan
  • Türkiye yüzyılı masalına herkesi inandırmaya çalışanlar

ifadelerini kullanmıştı. Karakaş, konuşması sosyal medyada paylaşılarak hedef gösterilmiş, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı Karakaş hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçlamasıyla soruşturma başlatmış, ardından da Karakaş gözaltına alınmıştı. (17 Ocak)

Laiklik Meclisi’nin Kasım 2023’te ÇEDES projesi kapsamında Tekirdağ ve Batman’da ilkokul öğrencilerine cami temizliği yaptırılmasına ilişkin yaptığı yakınmayla ilgili Batman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “İşlem Yapılmasına Yer Olmadığı” kararı verilmişti. Bu karara yapılan itiraz, Batman 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından da reddedildi. (19 Ocak)

Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nurettin Yıldız, çocuk evliliklerinin Kuran’a uygun olduğunu savunarak,

“Evlilikle ilgili şeriatımız İslam’ın yaş haddi yoktur.
Buluğ çağından önce de bir çocuk evlenebilir” dedi. (25 Ocak)

Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yönetiminde olduğu Türkiye Gençlik Vakfı’nda

  • 5, 6, 7 ve 8. sınıf öğrencilerinin tesettüre sokulduğu,
  • erkek çocuklara ise imam cübbesi giydirildiği ortaya çıktı. (28 Ocak) 

Yargıtay’ın terör örgütü olarak kabul ettiği Hizb’ut Tahrir polis koruması altında yürüdü. Ankara’da Mısır Büyükelçiliği önünde Gazze için bir araya gelen ve tevhit bayraklarıyla yürüyen grup, polis koruması altında hilafet çağrısı yaptı. (30 Ocak) AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gaziantep’teki Şehir Hastanesi açılışında Diyanet İşleri Başkanı Erbaş‘ı sahaya sürdü, hastanenin açılışı dua ile yapıldı. Hastane açılışından sonra cami açılışında konuşan Erdoğan,

  • “Her ne kadar birileri hala verilen hizmete şaşı bakıyor olsa da, camimizde bilhassa
    4-6 yaş arası çocuklarımıza yönelik imkanların sunulmasını ben çok kıymetli buluyorum.
  • Camilerimizin rollerine dar açıdan yaklaşmak yerine daha geniş açıdan bakmamız gerektiğini düşünüyorum.
  • Hanım kardeşlerimizin buralardan daha sık faydalanmasını sağlamalıyız.” dedi. (4 Şubat)

Mardin 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada namaza giden kâtip nedeniyle duruşma yarıda kaldı. Duruşmaya başka bir kâtibin gelmesiyle devam edildi. (13 Şubat) 

AFAD tarafından AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla deprem felaketinde Adıyaman’da evlerini yitiren yurttaşlar için düzenlenen deprem konutu kurasında aralarında kuyumcu dükkanı sahibi de olan Menzil şeyhi Saki Elhüseyni de olan, milyonlarca liralık lüks araçlara binen ve bir çok şirket sahibi Menzil şeyhlerinin TAMAMINA ev çıktı. (14 Şubat)

“Şeriata hakaret ettiği” gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatılan Av. Feyza Altun gözaltına alındı ve hakkında soruşturma başlatıldı. (19 Şubat)

TBMM’ye sunulan 8. Yargı Paketi’ne, yurttaşların kişisel verilerinin “dini vakıflara” verilebileceği maddesi eklendi. (23 Şubat)

18 Mart (1915) – 28 Şubat (2021)

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Yazının başlığını görünce, “Aralarında yüz yılı aşkın zaman farkı olan iki olgu arasında nasıl bir bağlantı var?” diye sormuş olabilirsiniz.
Aşağıda açıklayacağımız gibi her iki olgu birbirleri ile bağlantılı.

18 Mart Nedir?

109 yıl önce dünyanın en güçlü donanmasının Türk topçusu ve deniz mayınları karşısında yenilerek Çanakkale Boğazından geçmesine izin verilmediği gündür.

Ancak kıyı topçu bataryalarımızı denizden susturamayan düşman, karadan susturmak amacıyla Gelibolu yarımadasını işgale yeltenmiş, yarımadada 9 ay süren kanlı çatışmalarda Mustafa Kemal’in çelik istenci ve Mehmetçiğin olağanüstü direnişi karşısında bunda da başarılı olmayarak çekilmiştir.

18 Mart (1915) salt deniz utkusunun değil, tümüyle Çanakkale utkusunun kutlandığı gündür. Anlamı:
Çanakkale utkusunun dünya tarihi açısından anlamı, o zamanki dünyanın en güçlü donanması ve ordusuna sahip emperyalizmin yarı sömürge durumunda ve yıkılmakta olan bir devletin ordusu karşısında ilk kez yenilmiş olmasıdır.

  • Çanakkale’de Türk ordusu, emperyalizmin yenilebileceğini ilk kez dünyaya göstermiştir.

Bu utkunun bizim için başlıca iki anlamı vardır:

Mustafa Kemal Çanakkale’de yetkin bir komutan olarak ün kazanmış ve tarih sahnesine çıkmıştır.

Aynı zamanda Kuvvayı Millye ruhunun – bilincinin başlangıcı Çanakkale’de oluşmuştur.

Bu nedenle Çanakkale, Kurtuluş / Bağımsızlık Savaşımızın önsözüdür.
Çanakkale ve ardılı (devamı) niteliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı dünyanın % 85’ini sömüren emperyalizmin sömürgelerini yitirdiği sürecin başlangıcı ve örnek alınan olayıdır. Birbirinin süreği (devamı) niteliğindeki her iki savaş, sömürge altındaki öbür uluslara örnek ve esin kaynağı olarak sömürgeciliğin sonunun gelmesine yol açmıştır.

Cezayir’de Fransız sömürüsüne karşı bağımsızlık savaşı verenler, göğüs ceplerinde Atatürk’ün fotoğrafını taşıyorlardı.

Sakarya muharebesi kazanıldığında Hindistan’da İngiliz sömürgesine karşı geldikleri için hapse atılanlar, hapishanede kutlamaklar yapmışlardır.
Güney Amerika’da Amerikan emperyalizmi i ile savaşımın önderi Dr. Che Guavera’nın sırt çantasından “Nutuk(Fransızca baskısı) eksik olmamıştır.
Fidel CastroBiz devrimciliği Atatürk’ten öğrendik” demiştir.
Bu örnekler çoğaltılabilir…

Emperyalizm unutmaz!

Çinli strateji yazarı Sun TzuSavaş Sanatı” adlı kitabında “düşmanını tanımayan savaşı kazanamaz” demiştir. Emperyalizmi tanımak gerekir.

Emperyalizm hiçbir ülkeye “Seni sömürteceğim” diye girmez, kulağa hoş gelen gerekçelerle girer. Emperyalizm uzun erimli (vadeli) çalışır. Temel içgüdüsü, öbür ülkeleri ve halkları sömürerek kâr ve gücünü doymak bilmez bir hırsla en yüksek düzeye çıkarmaktır.
Bu amacı değişmez ancak sömüreceği ülkeye ve zamana göre kullandığı araçlar ve yöntemleri değişir.

Sömürdüğü ülkelerde işbirlikçiler bulur ve çıkarları için onları kullanır.
Emperyalizmin bir başka niteliği, uzun zaman geçse de yenilgilerini unutmaması ve intikam almasıdır.
Çanakkale ve Türk Kurtuluş Savaşı ile dünyada sömürgeciliğin sonunu getiren süreci başlatan Türk ordusu, aradan yüz yıl geçse bile, bu nedenle emperyalizmin hedefindedir.

28 Şubat..

Emperyalizmin şimdiki başat gücü ABD, tam da yukarıdaki nedenle, yüz yıl sonra Türk ordusundan intikam almak istemektedir. Bu kez kullandığı araç hukuk olmuştur. ABD güdümlü terör örgütünün ajanları savcı ve yargıç rolü ile TSK’nın komuta kadrosunu kendilerine uyumlu duruma getirmek amacıyla deneyimli, yetenekli Atatürk devrimcisi pek çok general/amiral ve subayı Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat gibi kurmaca davalarla tutsak almışlardır. Yüz yıl önce yapamadıklarını, yüz yıl sonra başka yöntemlerle yapmak istemişlerdir.

İntikam çabaları kurmaca davalarla sınırlı kalmamış,15 Temmuz (2016) hain darbe girişimi fırsata çevrilerek, OHAL ilan edilerek çıkartılan OHAL – Yasa Gücünde Kararnameleriyle (OHAL KHK) TSK’nın komuta yapısı, sağlık sistemi, subay eğitim sistemi, yükselme sistemi, adalet sistemi, asker alma sisteminde köklü değişiklikler yapılarak Ordumuzun gücüne ve saygınlığına önemli darbeler vurulmuştur. Kurmaca davlarla bitirilemeyen hesaplaşma, OHAL KHK’leri ile sürdürülmüştür.

İşte, Atatürk Devriminin (ve çağdaşlığın) temeli olan Laikliğe, 1997 yılında anayasal bir zeminde (MGK toplantısında) sahip çıktıkları için 2021 yılında tutsak edilen 28 şubat davası sanığı(!) komutanların, yaşları ve sağlıkları elvermemesine karşın salıverilmemelerinin nedeni budur!

  • Emperyalizmin Çanakkale’de başlayan, Kurtuluş Savaşımız ile süren anti-emperyalist savaşımın intikamını TSK’dan almaktadır.

Amaç hapisteki komutanların kişiliğinde TSK’ın saygınlığına ve ordu-ulus bütünleşmesine darbe vurmaktır.
============================
Dostlar,

Yazı değerli ve uyarıcı.
Paranoya ürünü değil.
Yurtsever komutanımız E. Tuğg. Sn. Dumanlı’ya teşekkür ederiz.
Ayrıca Sn. Dumanlı, böylesi bir değerlendirme ve bağlantı yapabilmek için 2 ek şapkaya daha sahip : Bir Hukuk insanı ve Uluslararası İlişkiler alanında PhD (Doktora) sahibi..
***
Ancak..

Sayın Paşa ile yaşıt olarak 70+ yaş kıdemli bir T.C. yurttaşı olarak biz, 12 Mart 1971 gerici askeri darbesinden bu yana Türk siyasal yaşamını deneyimledik. Biz de Tıp kariyerimize ek olarak Hukuk ve Mülkiye eğitimleri aldık. Bu yazıda geçen “emperyalizm, anti-emperyalist savaşım, Kurtuluş – Bağımsızlık savaşı, emperyalist ABD, emperyalizm işbirlikçileri…” gibi betimlemeler (jargonlar), daha düne dek ülkemizde neredeyse suçtu ve “sol ağız, sol söylem” idi..

Görüştüğümüz pek çok yüksek rütbeli subay bu sözleri ağızlarına al(a)mazdı.
Biz “alanlar” ise “solcu” damgası yer, dışlanırdık en azından..

Örn. “Türkiye NATO’dan çıkmalı…” içerikli öneri ve eleştirilerimiz adeta duvara çarpıyordu.

Konuştuğumuz çok yıldızlı Komutanların ezberi –ve de asapları– bozuluyordu.

Çok bedel ödendi bu bağlamda..
Geriden geldi TSK Kurmayları bu süreçte.
12 Mart ve 12 Eylül’de “Kemalist – Devrimci” evlatlarını kendisi doğradı adeta…
Ve savunmasız kaldı. Oysa “Devrimcilik” “6 Ok” tan biri değil miydi!!??

Sn. Dumanlı Paşa’ya göre “ABD’nin süregelen ve “olgunlaştırılan” intikamının öncül adımları değil miydi o 2 gerici – faşist darbe? Kime karşı yapıldı? Mıntıka temizliği miydi?!

ABD Genelkurmay Bşk., ABD Başkanının (J. Carter) kulağına 12 Eylül 1980 günü neden

  • Our boys did it” dedi, diyebildi?????????!!!!!!!!!!

TSK’da ABD’nin “..boy..” ları mı en tepede komutanlardı??
Bu hadsizliğin kökeni neydi?
**
Uzatmayalım..

Taktik – strateji ustalığını kimselere bırakmayan –kimi– komutanlar, içine sürüklendiğimiz onur kırıcı ve yıkıcı tablodan sorumludur. Ülkenin sol-Kemalist namuslu aydınları – bilim insanları en önce kurban verildi emperyalizme ve TSK bile kendini koruyamaz duruma düştü.

Hem çok ciddi ulusal güvenlik boşlukları (zaafiyeti) oluştu hem de onbinlerce insanımız telef edildi! Geri getirilesi değil. Ulusun özgüveni zedelendi, ağır psikolojik travmalar aldı, yaşıyor..

Dileriz bu tablo, “ilgili herkese“, epey geç de olsa, çok ağır bir tarihsel ders olur Türkiye’de ve dünyada.. “Kavga” henüz bitmiş değil..
***
Öyle değil mi Sn. Dumanlı Paşam, TSK bu bağlamda çoooook geç kaldı ve çoook da ciddi hatalar yaptı değil mi? Bu çıplak gerçeklik yadsınabilir mi??

Haa, bir de “Homo homini lupus” gerçekliği var değil mi, TSK içinde de!!

Sevgi ve saygı ile. 22 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

PAZAR’LIK : OYUNUN MÜZAKERESİ  

Ahmet GÖKSAN - Milli İrade Gazetesi - Eskişehir Haberleri
Ahmet GÖKSAN
 

ahmetgoksan45@gmail.com

“Kıbrıs tarihini bilmeyen, Kıbrıs Rumu’nun taşıdığı ruh halinden habersiz, Türk şeref ve haysiyetini koruma savaşında bugüne kadar dökülen kanların maksat ve gayesini idrak edemeyecek kadar gaflet ve dalalet içinde olanların, Ada’da huzuru ve güveni sağlayan kahraman Türk Ordusunun çekilmesi talebinde bulunmaları kadar yersiz ve bayağı hareket olamaz!”… Dr. Fazıl KÜÇÜK, 1978

Avrupa’nın önünde Haziran ayı içinde yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçiminin sonucu AB’nin de geleceğinde önemli ve belirleyici olacaktır. Nedeni ise üye ülkelerde yaşanmakta olan ırkçı partilerin oylarındaki artış olarak kimi ülkelerde ise 1. parti konumuna ulaşmalarıdır.

Son olarak Portekiz’de yapılan seçim sonucu bunun göstergesidir. Buna göre Merkez Sağda yer alan Sosyal Demokrat Parti ve Demokratların oluşturduğu blok ile Hıristiyan Demokratlar, Sosyalistlerin oluşturduğu bloku kıl payı ile de olsa seçimin yeneni olarak başarılı olmuşlardır.

Aşırı sağın yükseliyor olması, Küreselcilerin Ulus Devletler çöktü yaklaşımlarının da sonunu getiriyor. Unutulmamalıdır ki, Ulus Devletler hiçbir zaman çöküp dağılmaz kısa süre sonra da eski güçlerine ulaşırlar. Avrupa’da olduğu gibi iki paylaşım savaşı geçirmiş olan Kara Avrupası’nın yeniden kurulmaya çalışıldığının da işaretlerini veriyor. Bu durumda 20. yüzyılda yaşanan iki dünya paylaşım savaşı noktasına gelinmemesi umulmalıdır.

Kara Avrupası’nın önümüzdeki Haziran ayında yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimi belirleyici olacaktır. Sağcı Blokun tehdit olarak algılanması Kara Avrupası’nın önündeki engellerden yalnızca bir tanesidir.

05 Kasım 2024’te ABD’de yapılacak ve şimdilerde, çok yaş almış iki kişinin yarışması Avrupa için de önümüzdeki dönem için belirleyici olacaktır. J. Biden’ın kazanması şu anda Avrupa’da dikkati çekecek olumsuzlukların yaşanmasına fırsat vermeyecektir. Buna karşın Kongre’yi 2020 yılında basan D. Trump taraftarları aşırı sağ blokun güçlenmesi için zemin oluşturacaktır. Kara Avrupası’nın Güneydoğu kanadının da ayrıca değerlendirilmesi gerekiyor. NATO çerçevesinde iki komşu olan Türkiye ve Yunanistan’a yapılan dengesiz silah “yardımlarının” (!?) gözden geçirilmesini gerekli kılıyor.

BM Genel Yazmanının kişisel özel temsilcisi olarak görevlendirilen Maria Angela Holguin Cuellar’ın, görüşme (müzakere) sürecinin başlatılabilmesi için yoğun çaba içinde olması “bir umut olabilir mi?” diye sormadan geçmemek gerekiyor. Ada’da bir dizi görüşmelerde bulunduktan sonra, Londra üzerinden NewYork’ta görüşmelerin ardından, aynı yoldan Kıbrıs’a döndü. Londra’da İngiltere yetkilileri ile buluşmasında, müzakere sürecinin ötesinde, çözüm önerilerinin tartışıldığı belirtiliyor.

İngiltere’nin eski mal sahibi (2. Abdülhamit 1878’de sözde kiralamıştı!?) olduğu Ada’da bulunacak çözüm süreçlerinde hep belirleyici olduğu biliniyor.

Adı geçen ülke, Kıbrıs’ta bulunan iki askeri üssünün (Agratur ve Dikelya) geleceğinin güvence altına alınması istiyor. Buna koşut olarak, Ada’da yaşayan iki ayrı ulusun temsilcileri arasında ayırım yapması nedeniyle, çözüme ulaşma olanaklı olamamaktadır.

İçinden geçmekte olduğumuz bu dönem de, yıllardır oynanmaya devam edilen oyunun ötesinde bir anlam içermemektedir.

Sınır geçişlerinin her iki halk arasındaki karşılıklı güvenin sağlanmadığı gerçeğinin bilinmesi gerekiyor mu ne!…

SEVGİ ile kalınız.
15 Mart 2024 – Ankara

Faşizm ve ötesi

Bütün yurttaşların vergileriyle yerel seçim kampanyasını Cumhurbaşkanı sıfatıyla yürüten AKP Genel Başkanı, ‘tek parti faşizmi’ ithamı ile tarihsel ve günceli birleştiriyor: Cumhuriyet’in kurucuları ve CHP’liler.

Vuruş; Cumhuriyet devrim ve kazanımlarına ve bunları sahiplenip savunanlara.

Faşist dediği Parti, Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde çok partili siyasal yaşama geçişi sağladı (1946) ve 1950’de siyasal münavebe gerçekleşti.

Son çeyreğinde iktidara geldiği zaman, AKP Başkanına, Anayasa değişikliğiyle Başbakan olma yolunu yine CHP açtı.

Uygulamaları kendi bekası için olan AKP, 2015’te çoğunluğu kaybedince, koalisyon hükümetine engel oldu ve Anayasa’ya açıkça aykırı bir kararla seçimleri yineledi. 2023’te ise, sahte resmi montaj videolar eşliğinde seçim kampanyası yürüttü.

Özet: CHP, çok partili siyasal yaşama geçişle Türkiye’ye demokrasiyi getirdi. AKP ise, çok partili düzende “tek parti hâkimiyeti” ile yetinmedi;  kişi+parti+devlet (k+p+d) füzyonu (birleşmesi) için Anayasa’yı askıya aldı. Sıra, merkez-yerel ilişkisine geldi: yatay+ dikey füzyon.

GÖNDERİLEN ADAYLAR

Cumhur İttifakı ikilisi, 5 yıl arayla iki aday gönderdi İstanbul’a belediye başkanlığı için.

2019: TBMM Başkanlığından çekilmemek için direnen BY, seçimlere bir ay kala çekilmek zorunda kaldı; ama TBMM, TV son dakikaya dek propagandasını yaptı.

2024: Geçen yıl milletvekili adaylığı için gönderilen ve bakanlıktan çekilmeyen MK, Devlet olanaklarını ve nüfuzunu seçim için kullandı. Bu kez, TBMM’de Çevre Komisyonu başkanı iken belediye başkanlığı için İstanbul’a gönderildi.

Görevdeki Bakanlar destek yarışına çıktı. Arkasında k+p+d yığınağı yapılan Kurum, İliç’teki 9 emekçi katliamı ve ekokırım için ‘ÇED ile ne ilgisi var?’ dese de, Kanal İstanbul’u yadsıyamıyor. Dahası, İmamoğlu ile TV’ye bile çıkamıyor… Anayasa yerine talimatı ile bakanlık yaptığı kişi gelince cesaretlenebilecek mi?

Beş yıl önce BY, hiç değilse TV’ye çıkma cesareti göstermişti.

Bu tür ikincil farklara karşın, iki aday arasında geçmişe ve geleceğe ilişkin benzerlikler daha belirgin.

Şöyle ki; T.C. Hükümeti’nin ilgasında rol alan kişi, dünya tarihinin en büyük toplu hukuk katliam belgesi OHAL KHK ek çizelgelerine Başbakan olarak imza attı.

MK ise, 2018-2023 arasında başta ÇED gelmek üzere Bakanlık görev ve yetki alanındaki çevresel risk yaratan tasarruflarla  -İliç’in ötesinde- ekokırım suçlarına imza attı.

2019’da BY seçimi yitirince, “hiçbir şey yokken YSK’ye hiç görülmemiş bir işlem”le aynı zarfa konulmuş olan 4 pusuladan birini geçersiz saydırdılar. Yetmedi; ahlak dışı bir girişimde bulundular: KHK ek çizelgelerine adlarını yazarak gece yarılarında sokağa attıkları ve sayıları 14 bini aşkın İstanbul seçmeni için “oy kullanamaz’’ dediler. Böylece hukuku açıkça ihlal etmekle yetinmeyenler, ahlak dışı bir davranışa da yöneldiler; sırf oy için, iktidar için ve İstanbul’u yandaşlara yağmalatmak için.

MK’ye gelince                          :

  • Kanal İstanbul’un Anayasa’ya, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere ve bölünmez bütünlüğüne aykırı olduğu açık;
  • ama konuşamıyor, yine oy için.

TOTALİTARİZME HAYIR!

Ne oldu beş yıl önce? Hukuku ve ahlakı sıfırlayanlara İstanbul seçmeni, “hayırrrr!!!” dedi.
Aday döndü Ankara’ya, ama Meclis’e pek uğramadı.

31 Mart sonrası, MK de haliyle Meclis’e dönecek ve büyük bir olasılıkla Çevre Komisyonu Başkanlığı’nı sürdürecek. Ama İstanbullu seçmenin gözü kulağı O’nun üstünde olacak;

  • Türkiye ekosistemi için daha tehlikeli tasarruflara ön ayak olmasın diye.

Çok partili düzeni kapatmak isteyen parti ve partilerin izlediği yol ve kurmayı amaçladıkları yönetim ve toplum tarzı ne?

Yok, ettikleri

-‘Hükümet,
– siyasal sorumluluk,
– denge-denetim düzeneği’

üçlüsüne üç yokluk hali daha eklemek için:

  • Eşit yurttaşlık ve özgür birey,  özerk toplum ve dünyevi hukuk.

‘Kanal + korku + kumpas’ üçlüsü eşliğinde
şoven ve mezhep füzyonuna dayanan totalitarizm, diktatörlük ve faşizm ötesi bir hedef.
=====================================
Yazarın Son Yazıları

 31 Mart: Özgürlük için oy
 31 Mart: Demokrasi için oy
 “Tahammülsüzlük” kaynağı tahammül!
 31 Mart: Hukuk için oy…
 Ders konusu: Siyanür liçi… (Kurum’un çevre karnesi-2)

Kurtuluş Savaşında Yunan Ordusu Neden Yenildi? Alınacak Dersler

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Kurtuluş savaşımızda emperyalist devletlerin her türlü desteği vererek üzerimize gönderdiği işgalci Yunan ordusunun büyük bölümü kesin bir yenilgiye uğratılarak imha ve tutsak edilmiş kalanları yurdumuzdan kaçmıştır.

Savaş tarihi çalışmalarında genellikle Kurtuluş-Bağımsızlık Savaşımız bizim açımızdan incelenmekte, Kuvayı Milliye direnişi ile başlayan ve düzenli TBMM ordusu ile sürdürülerek utkuya (zafere) ulaştıran muharebeler ele alınmaktadır. Olaya bir de karşı yan açısından bakmak, Yunan ordusunun neden yenildiğini incelemek, alınacak dersler bakımından yararlı olacaktır.

  1. Emperyalist Devletlerin Oyuncağı Oldular

Çanakkale’de ve Kutülamare’de küçümsediği Osmanlı ordusu karşısında beklemediği yenilgiye uğrayan ve büyük savaştan yorgun çıkan İngiltere, bir kez daha yenilgi riski almak istememiş, Anadolu’yu işgal görevini Yunanistan’a vermiştir. Yunanistan’ın “Büyük Yunanistan” (Megalo İdea) hayali peşinde koşan o zamanki Başbakanı Venizelos da İngiltere’nin her istediğini yapmaya hazırdır. Bu nedenlerle Yunan ordusu 15 Mayıs 1919’da İngiltere’nin desteği ile İzmir’e çıkarak Anadolu’yu işgale başlamıştır

Yunan ordusu başlangıçta, ordusuz kalmış bir ulusun kendiliğinden ordulaşarak oluşturduğu Kuvayı Milliye karşısında Bursa-Uşak hattına kadar ilerlemiştir. Buradan Eskişehir-Afyon hattına ilerleme çabası İnönü mevzilerinde yeni kurulmuş olan düzenli TBMM ordusu tarafından iki kez durdurulmuştur (Ocak ve Mart 1921).

Yunan ordusu İnönü’de iki kez yenilgiye uğradıktan sonra İngiltere Yunanistan’a desteğini azaltmış, Sakarya yenilgisinden (Eylül 1921) sonra tümden kesmiş, Başbakan Gunaris’in destek istemlerini karşılamayarak Büyük Taarruz karşısında ağır yenilgisine (30 Ağustos 1922) seyirci kalmıştır. İngiltere’nin Yunanistan’a desteğini kesmesinin nedeni, gittikçe güçlenen Türk ulusal direnişi karşısında Yunan ordusunun başarılı olamayacağını öngörmesidir.

Bundun çıkarılacak ders: “Emperyalizme güvenilmez, kendi gücün yoksa başkasına güvenerek savaşa girme” dir.

  1. Hedef-Güç Dengesini Gözetmediler
  • Stratejinin temel kuralı güce göre hedef seçmek veya hedefe göre güç oluşturmaktır.

Tarihte bu dengeyi gözetmeyen Napolyon’dan Hitler’e dek pek çok komutanın yenilgileri görülmüştür. Strateji ustası Atatürk, Kurtuluş-Bağımsızlık savaşımızın (İstiklal Harbi) hedefini gücüne uygun olarak Misakı Milli ile sınırlamış ve elde etmiştir.

Yunanistan’ın ve İngiltere’nin siyasal hedefi Türk ulusal direnişini kırmak ve İstanbul’u işgal ederek Padişah’a kabul ettirdikleri Sevr Andlaşmasını ulusalcılara da kabul ettirmektir. Bu siyasal hedefi gerçekleştirecek olan askeri hedef ise, ulusal direnişin ve kurulmakta olan yeni devletin merkezi olan Ankara’dır.

Oysa Yunan ordusunun başlangıçtaki gücü Ankara’yı ele geçirmeye yeterli değildir. Yunan ordusu 15 Mayıs 1919’da İzmir’e 100 000 kişilik bir güçle çıkmış, sonraki bir yıl Milne hattı denilen Ayvalık-Akhisar-Salihli-Aydın hattında beklemiştir. Ordu Anadolu içlerine ilerledikçe cephesi genişlemekte, uzayan ikmal yollarının güvenliği için güç ayırmak zorunda kalmakta ve 1921 başından sonra TBMM ordusunun gittikçe artan direnci ile karşılaşmaktadır. Doğuya doğru ilerledikçe güç gereksinimi artmaktadır. Bu nedenle İnönü mevzilerinde iki kez yenildikten sonra seferberliğini tamamlayarak Anadolu ordusunun gücünü 200 000’e çıkartmak zorunda kalmış, o güç de Sakarya’da tüketilerek (Eylül 1921) Ankara’ya ulaşmaya yetmemiştir.

Yapması gereken doğru hareket, ileride güç ihtiyacının artacağı düşünülerek başlangıçta askeri hedefe uygun bir güçle işgali başlatmak olmalı idi.

  1. Orduya Siyaset Girmiştir
  • Yunan ordusunun yenilgisine neden olan en önemli etken, Orduya siyasetin girmesidir.

Meşruti (Anayasalı) monarşi ile yönetilen ülkede, Almanya yanlısı Kral Konstantin ile İngiltere yanlısı Başbakan Venizelos arasındaki siyasal çekişme Ordu’ya da yansımıştır. Venizelos 1917’de Krala karşı bir darbe yapınca Konstantin yurt dışına kaçmış, bu dönemde Venizelos 2300 karacı, 3000 jandarma ve 880 denizci subayı “Konstantinci” oldukları gerekçesi ile ordudan atmıştır. Konstan’in yerine tahta çıkan oğlu Aleksander ölünce 1920’de yapılan seçimi kralcı Ahali Partisi kazanmış ve sürgündeki Kral Konstantin üç yıl sonra ülkesine dönmüştür.

Konstantin’in dönünce yaptığı ilk iş, Venizelos’un ordudan attığı “Konstantinci” subayları rütbelerinin üzerinde görev vererek yeniden orduya almak olmuştur. Bu da orduda Venizelos’çu subaylarla Kostantin’ci subaylar arasında düşmanlık yaratmıştır. Bu düşmanlık erbaş ve erlere dek uzanmış, Ordunun temel nitelikleri olan birlik ruhu ve disiplin bozulmuştur.(Benzer gelişme bizde Balkan savaşında ittihatçılar ve itilafçılar arasında yaşanmış, Balkan bozgununa neden olmuştur).

Kral Konstantin Venizelos tarafından ordudan atılan ve üç yıl emeklilik yaşamı yaşayan kendisine bağlı subayları yenide orduya alırken, yeteneklerine bakmaksızın salt kendisine bağlı oldukları için önemli görevlere getirmiştir. Bunlar arasında İnönü’de (iki kez) ve Sakarya’da yenilen General Populas ve Büyük Taarruzda bozguna uğrayan General Hacianesti de bunmaktadır.

Alınacak Dersler:

  • Orduya siyaset sokulmamalıdır.
  • General ve subayların atama ve yükseltilmelerinde iktidara bağlılık değil, mesleksel yeterlilik temel alınmalıdır.
  1. Komuta Kadrosu Yetersizdir

Yunan ordusunun Anadolu’daki yenilgisinin başlıca nedeni, yukarıda anlatıldığı gibi komuta kadrosunun yeteneklerine bakılmaksızın salt “kralcı” oldukları için atanmaları ve savaş deneyimine sahip olmamalarıdır.

Buna karşılık, Mustafa Kemal başta olmak üzere, Türk ordusunun komutanları askeri ortaokuldan başlayan askeri lise, harp okulu ve harp akademisi ile süren çok iyi bir askeri eğitimden geçmiş ve Balkan savaşında, Libya’da 1. Dünya Paylaşım Savaşının çeşitli cephelerinde savaş deneyimi kazanmışlardır.

Kurtuluş savaşında bizim en önemli “kuvvet çarpanımız” Yunanistan’ının tersine komutanların üstün mesleksel nitelikleridir. Komutanların niteliklerindeki fark sonucu belirleyici olmuştur.

Kesin sonuçlu muharebe olan Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesini Başkomutan Mustafa Kemal en ileri hatlardan yönetirken, Yunan Başkomutanı ve “kralcı” olduğu için bu göreve getirilen Hacianesti 300 km geride İzmir’de Kordon’da demirli lüks bir yattan yönetmiştir. Sonuç Türk ordusunun utkusu (zaferi), Yunan ordusunun ağır yenilgisidir.

Alınacak Ders:

Subay eğitiminin niteliği Ordunun başarısında en önemli etkendir. Subaylar askeri okullarda (liseden başlayarak) iyi eğitim almalı ve mesleksel yeterliliğe göre atanmalıdır..

Başkomutan Atatürk’ün savaş deneyimlerine dayanarak söylediği gibi, “Bir ordunun kudreti zabitan (subaylar) ve kumanda heyetinin değeri ile ölçülür.

  1. Askerler arasında güdülenme (motivasyon) farkı vardır :

Yunan ordusunun askerleri (erden ordu komutanına dek) emperyalist bir amaçla yabancı toprakları işgal ederken, Türk ordusunun askerleri kendi yurtlarında bir ölüm – kalım savaşı vermişlerdir. Bu da her iki ordunun savaşma azim ve istencini, dolayısı ile savaşın sonucunu belirlemiştir.

  1. Düşmanı küçümsediler

İngiltere’nin ve Yunanistan’ın başka bir yanılgısı, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmakta olduğunu, büyük savaştan ağır bir yenilgi ile çıktığını, askeri ve ekonomik gücünün zayıf olduğunu düşünerek Türkiye’yi ve Türk ordusunu kolayca yeneceklerini sanmalarıdır.       Devletin çökmekte olduğu ve ordunun Mondros’ta teslim edildiği gerçektir. Ancak Yunanlar ve İngilizler Atatürk gibi büyük bir önderin bu zorluklara karşın utku (zafer) kazanabileceğini düşünememişlerdir.

Alınacak ders: Düşmanını küçümseme!

Sonuç :

Kurtuluş savaşımızda Yunan ordusunun kesin bir yenilgiye uğramasında yukarıda belirtilen hataları etkili olmakla birlikte, sonucu belirleyen asıl etken başta Atatürk olmak üzere Türk ordusunun komutanlarının yetkinliği, Mehmetçiğin ve Türk ulusunun olağanüstü özverileridir.

Yunan tarihine “küçük Asya felaketi” olarak geçen Anadolu serüveni (macerası) bugünkü Türkiye açısından da alınacak derslerle doludur.

Özetle              :

  1. Orduya siyaset sokulmamalıdır. iktidarın kendi ordusunu oluşturma çabalarına son verilmelidir. TSK AKP’nin değil, devletin ordusudur.
  2. General ve subayların yükseltilmesinde ve askeri okullara öğrenci alımında siyasal iktidara yakınlık değil mesleksel nitelikler temel olmalıdır. Bu nedenle Yüksek Askeri Şura (YAŞ) asker ağırlıklı olmalıdır.
  3. Subay eğitiminin niteliği yükseltilmeli, 15 Temmuz hain darbe girişinden hemen sonra (31 Temmuzda) çıkartılan kanun hükmünde kararnamenin (KHK) subay eğitim sistemini değiştiren hükümleri iptal edilmeli, bu kapsamda;
  • Askeri liseler açılmalı,
  • Harp okulları Kuvvetlerinin kuruluşuna geri verilmeli,
  • Harp akademileri 2016 öncesindeki konuma döndürülmelidir.

Milli egemenliğin sınırları

Prof. Dr. Doğan SOYASLAN | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLMProf. Dr. Doğan Soyaslan

20 Mart 2024, Cumhuriyet

Anayasa değişikliklerine ilişkin haberler yine basında yer almaya başladı. Bazı hukukçular, siyasi meşruiyetinin gereği olarak TBMM’nin anayasanın bütün hükümlerini değiştirebileceğini ileri sürmektedirler. Halka ait iktidarı kullanan Meclis’in yetkisi sınırsız değildir. Ulusal iradeler toplumsal ilerlemeler için kendi kendilerini sınırlamış ve vazgeçilmez temel değerlerle bağlamışlardır. Bu değerler kendi tarihlerinde yaşanan siyasi olayların sonucu toplumlarca oluşturulmuş ve anayasal hüküm haline getirilmiştir.

Örneğin Fransa 1792 yılında I. cumhuriyeti, takiben imparatorluk ve restorasyonu, temmuz monarşisini, 1848 yılında II. cumhuriyeti, 1852 yılında II. imparatorluğu, 1870 yılında III., 1945 yılında IV., 1958 yılında V. cumhuriyetleri kurmuştur. Fransız Anayasası’nın 89/4, 5. maddesinde cumhuriyetin şekli ve ülke birlik bütünlüğünün değiştirilemeyeceği kabul edilmiştir. Yine 1947 tarihli İtalyan Anayasası da 139. maddesinde cumhuriyetin şeklinin değiştirilemeyeceğini içermektedir.

Anayasalar yalnızca anayasa kitapçığının içerdiği metinden ibaret değildir. Ülkelerin özgürlükçü kamu hukuku birikimini de içerir. Örneğin, 1789 tarihli “İnsan ve Yurttaş Hakları Deklarasyonu Fransız Anayasa Hukuku” içindedir. Nitekim Fransız Anayasa Konseyi (Mahkemesi) “Ermenilere karşı soykırım yapılmamıştır” ifadesini suç sayan kanunu 1789 tarihli deklarasyonun 19. maddesinde ifadesini bulan düşünceyi açıklama özgürlüğüne aykırı sayarak iptal etmiştir. Ayrıca anayasa hükümleri, başlangıç hükümleri ışığında yorumlanır.

Batı’da anayasal haklar, özgürlüklerinin bilincine varmış insanların iktidarlara karşı mücadeleleri sonucu elde edilmiştir. Bunun da temelinde teknolojik buluşların üretim ilişkilerini değiştirmesi ve buna bağlı olarak doğan ve yayılan düşünceler vardır.

Cumhuriyete geçişin tarihi

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 4. maddesine göre de
– cumhuriyetin şekli,
– özgürlükçü siyasi düzen,
– laiklik,
– hukuka bağlı devlet ilkeleri ve
– ülkenin birlik ve bütünlüğüne ilişkin hükümler değiştirilemez.

Türk anayasasına göre değiştirilemeyecek hükümler bunlardan ibaret değildir. Anayasanın 174. maddesinde düzenlenmiş bulunan, Cumhuriyetin çağdaş gelişmiş ülkeler düzeyine daha çabuk ulaşmasını sağlayan (Eğitimde birlik, tekke ve zaviyelerin kapatılması, Latin alfabesinin kabulü gibi) Devrim Kanunları da değiştirilemeyecektir. Hatta bu hükümler anayasanın diğer hükümlerinin de üzerindedir. Çünkü anayasaya aykırılıkları ileri sürülemez.

  • Ayrıca T.C. Anayasası da başlangıç hükümlerinde ifade edilen özgürlükçü demokrasi, hukuka bağlı devlet, Atatürk ilkeleri doğrultusunda yorumlanacaktır.

Değiştirilemeyecek ilkelerin arkasında, ulusal var oluş savaşı vererek bir ortaçağ imparatorluğundan Cumhuriyete geçişin tarihi yatar.

  • Söz konusu ilkeler asli kurucu iktidarlar (kurucu meclis) tarafından bile değiştirilemez.
  • Çünkü akla, insan özgürlüğüne ve laikliğe dayanan cumhuriyetler, insanlığın geldiği son aşamadır.

Cumhuriyet insanın kendi geleceğini, kaderini belirlemesi, aklını başkalarına emanet etmemesi, sorumluluk üstlenmesi, kendini idare edenleri belirlemesi, gereğinde onları iktidardan uzaklaştırmasıdır.

Demokrasilerde iktidarın sahibi halk, cumhurbaşkanlarının görev sürelerini genel olarak bir ya da iki devre ile sınırlamıştır. ABD, Fransa ve Almanya iki dönem, İtalya bir dönem seçilme hakkı tanımıştır. Bunun nedeni siyasi yarışta başkalarının da seçilme, hizmet etme, kamu hizmetlerinden yararlanma haklarını korumak, siyasi rekabeti sağlamak, suiistimalleri ve tek kişi yönetimine dayalı otoriter rejimlere kayışları engellemektir.

Hukuka bağlılığın güvencesi

Cumhuriyet hukuka bağlılığı da gerektirir.
Anayasalar, hukuk düzeninin temel ilkelerini belirler.
Hukuk insanların önünü aydınlatan ışıktır.
Hukuka bağlılığın güvencesi devlet iktidarının yasama, yürütme ve yargı arasında bölünmesidir. İnsanların geleceği öngörerek emin adımlarla ilerlemesini sağlar.

Cumhuriyetler insan aklının ve vicdanının özgürlüğü üzerine kurulmuşlardır.
Dogmalarla bağlı değildirler, laiktirler.
Laiklik insan vicdanının ve aklının hiçbir kalıplaşmış düşünceyle bağlı olmamasıdır.
Vicdan özgürlüğü içinde insanların ve toplumun ihtiyaçları için gerekli kuralların insan aklı tarafından konulmasıdır.

Özgürlük, insan zihninin iç yapıdan veya dışarıdan bir baskıya maruz kalmadan,
bir emre veya kutsal kurala bağlı olmaksızın, aslında sebep-sonuç ilişkisi içinde olan verileri değerlendirmesidir.

Laiklik ve özgürlük bir bütünün parçalarıdır.

  • Hukuk içinde özgürlük ve laiklik toplumsal ilerlemenin temelidir.

Bir toplumun anayasal bir hukuk düzeninde yaşaması için soyut kuralların yazılması yetmez. Kurallar kadar önemli olan, kuralların dürüst yorumlanması ve uygulanmasıdır da.

Her ne kadar T.C. Anayasası’nın 4. ve 174. maddeleri değiştirilemeyecek hükümler koysa da, aslında

  • 20 yıldan beri anayasaya uyulmamış,
  • anayasa hükümleri kâğıt üzerinde kalmış,
  • anayasanın içi büyük ölçüde boşaltılmıştır
  • ve süreç devam etmektedir.

Bunun nedeni Türk toplumuna özgürlüklerin devlet tarafından bağışlanmış olması, insanların özgürlüklerinin bilincinde olmayışı ve asırlar içinde oluşmuş mutlak itaatçi kültürdür.

Parlamentolar meşruiyetlerini özgürlükçü oluşlarından, toplumu ilerletici hukuk düzeni kurmalarından alırlar. Bu nedenle

  • Parlamentolar anayasanın değiştirilemeyecek hükümlerini değiştiremez,
  • özgürlükçü rejimin özüne dokunamazlar.
  • Aksi halde meşruiyetlerini kaybederler. 

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 20 Mart 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

  • Başta Ulu Önder
    Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
    olmak üzere Çanakkale şehit ve gazilerimizi saygıyla selamlayarak anıyorum.


ALÇAKGÖNÜLLÜ

Murat Kurum, “AK Parti’de Cumhurbaşkanımız kim en iyi işi yapacaksa onu oraya getirmeye gayret gösterir. Bakın örneği benim.” dedi.

Bu ne alçak gönüllülük!..

ÖDÜL

RTE’nin kitaplarını dağıtan AKP’li iş insanı Veysel Demirci, aldığı milyarlık ihalelerden sonra DSİ’nin Mersin Pamukluk Barajı içme suyu izale hattı ihalesini 3 milyar lira bedelle aldı.

Biat et, rahat et…

SAHİP

Mal bildirimi sorulan AKP ABB adayı Turgut Altınok, ”Mal mülk bizim değil, Allah’ın” dedi.

Vergi kaçağı çıkarsa suçlu belli…

EMANETÇİ

Allah’ın malının emanetçisi olan Altınok’un kısmen açıkladığı mal varlığı bile dudak uçuklatıyor.

Allah, emanetçi kul bulmakta sıkıntı çekmiş…

ŞAİR

Vatandaşa sadelik, alçak gönüllülük nutukları atan DİB Erbaş’ın kızı, BMW arabasının anahtarlığı için şiir yazıp sosyal medyada paylaştı.

Din, iman; garibanı oyalamaya, göz boyamaya…

ŞAKA

HÜDA PAR milletvekili Ramanlı’nın kadınlarla ilgili nüktesi  şöyle :

  • “Biz demokrat insanlarız kadının hangi renk çarşaf giyeceğine karışmayız”

Ameleye şaka yap demişler, arkadaşının kafasına beton dökmüş…

DEM

Başta RTE, AKP’liler “DEM’leniyorlar” diye CHP’ye laf atadursun, AKP Bala Belediye Başkan adayı “Görüştük, bize verecekler” diye işbirliğini açıkladı.

Kör gözüne çomak…

KURTARICI

Devlet Bahçeli, son seçimi olduğunu söyleyen RTE’ye,

  • “Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın. Cumhur İttifakı olarak yanındayız.
    Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz.”

Neyi kurtarmış anlamadım.

Biz “nasıl kurtulacağız?” derdindeyken…

KAPAMA

Katıldıkları yarışmada derece alan İmam Hatipli kız öğrenciler, Derince Kaymakamını ziyaret etti. İlçe Milli Eğitimin Müdürlüğü haber paylaşımında öğrencilerin yüzlerini kapattı.

Kızların yüzü yerine kendilerininkini kapatsalar…

YÜZÜNE

RTE, ”Yanlışımız olursa yüzümüze söyleyin” dedi.
Çıraklık mağdurları slogan atınca karga tulumba oldu.

Gazze ticaretini eleştirenler tutuklandı.

Adam söz gelişi öyle demiş. Yüzüne söylenir mi!…

Cumhuriyete Giden Yol: Başarının Sırları

Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİRProf. Dr. Hikmet ÖZDEMİR
https://vergialgi.com/cumhuriyete-giden-yol-basarinin-sirlari 

Bu tebliğin başlığında geçen “sır” sözcüğüne Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde verilen açıklamalardan ikisi sunacağım çerçeve ile ilişkilidir. Bunlardan ilki (AtatürkNutuk adlı eserinde vurgulamıştır); “varlığı veya bazı yönleri açığa vurulmak istenmeyen, gizli kalan, gizli tutulan şey” anlamındadır. Benim burada açıklayacağım “sır” ise “bir işin, bir şeyin dikkat, yetenek, deneyim sezgi yardımıyla kavranabilen en zor, en ince yanı” olarak açıklanmıştır. Sözcüğün bu anlamına kişiye (lidere) özgü iş veya eylem; bir diğer söyleyişle “ustalık sanatı” demek mümkün.

2019 başında Cumhuriyetimizin Kurucu Lideri’nin “Savaşta ve Barışta Kemal Atatürk” adıyla yayımladığım biyografisini tamamladığımda özellikle karar alma süreçlerinde O’nun ve çevresindekilerin tutum ve davranışlarını uzun süre düşündüm. “O’nu yol arkadaşlarından farklı kılan nedir?” “Neden herkes O’na itaat etmiştir?” gibi soruların yanıtı için okumalarımı sürdürdüm.

Bu çerçevede vardığım sonuçları şu şekilde sıralayabilirim: Yol arkadaşlarından en belirgin farkını; “Doğru Zamanda Doğru Karar Almak ve Tereddütsüz Uygulamak” şeklinde tanımlayabilirim. Bu ise, askerlik, siyaset ve diplomaside dünya tarihinde sık rastlanmayan bir “ustalık” ve “liderlik sanatı” olarak vurgulanabilir.

Her bireyin ve toplumun hayatı bir mücadeledir ve bir dolu karar alma ve uygulama sürecine dayanır. Bu çerçevede düşünüldüğünde Milli Mücadele ve Cumhuriyetin kuruluş sürecinde -beka krizleri tırmanırken- stratejik değişim kararlarının alınması ve bunların sırası geldikçe tereddütsüz uygulanması 20. yüzyılın en başarılı onarıcı ve dönüştürücü liderlik örnekleri arasındadır.

Atatürk, işgal altında bir ülkenin son derece karmaşık meselelerine her defasında “ihatalı bakış ve düşünme” yeteneğiyle yaklaşmıştır. Karşılaştığı kriz süreçlerini “sorunu ve çözüm seçeneklerini daha büyük bir çerçevede tanımlama” gibi savaş alanlarında geliştirdiği “yüksek sevk ve idare” birikimiyle yönetmeseydi; kendisini ve izleyicilerini başarıya ulaştıramazdı.

Ankara’da Meclis’in toplanacağı bile belli değilken Berlin’de sürgünde bulunan Talat Paşa’ya 29 Şubat 1920 günlü mektubunda; “Medeni ve görünürdeki ve kanuni denilebilecek olan Müdafaai Hukuk Teşkilâtının içinde, gizli talimat dairesinde teşkilâtı müselleme [inkâr edilemeyen bir teşkilât] mevcuttur. (…),” diye yazarken Mondros Ateşkesi’nden güç alan düşman işgallerine karşı “ihatalı bakış ve düşünme yeteneği”nin ufuklarına işaret ediyordu.(1)

  • 23 Nisan 1920’de Ankara’da tek başına yaptığı bir çağrıyla meclisi toplamıştı.

Büyük Millet Meclisi’nin 25 Eylül 1920 tarihli gizli oturumunda dava arkadaşlarına tarihin derinliklerinden süzülen bir hakikati şöyle vurgulamıştı:

“Efendiler, her şeyde olduğu gibi belki ahlâkiyat bakımından da kuvvet nazarı dikkate almak lâzımdır.”

  • “Zayıf olan, kuvvetli olanın mutlaka mahkûmudur: İnsanlık, adalet, bütün prensipler, kaideler ikinci derecede kalır. Her şeyden evvel [başta gelen] kuvvettir. Dolayısıyla bizim kurtuluşumuz için vuku bulacak yardımlar [karşısında] -ki bağımsızlığın korunması için- kendi kuvvetimize dayandığımızı ispat etmeliyiz. Bize yardım etmek için gelecek kuvvetler bizi yutacak kadar olursa yutar. Bu sebeple vekilleriniz gayet dikkatli ve vesveseli [olarak] bu yönü nazarı dikkatte tutmaktadırlar. (…).”(2)

Atatürk, askerlik mesleğinin kendisini yönelttiği savaş alanlarında benzersiz gözlemleriyle damıtılmış hayat tecrübesi yanında yıllarını kitaplarla geçiren ve sorgulama yeteneğiyle düşünen ve aldığı kararları tereddütsüz uygulayan cesur bir lider ve eylemciydi.

Ünlü kadın yazarımız [Halide Edip Adıvar/HÖ] bir defasında yurtdışında yabancı mecmualardan birinde yayımladığı bir makalede Mustafa Kemal’in öyle sanıldığı kadar cesur olmadığını; bir isyan haberi ve gürültüsü önünde yüzünün sarardığını kendisinin görmüş olduğunu yazmış. Bu kulağına gittiği zaman öfkelenmeden gülümsemişti:

“-Gerçi böyle bir şey hatırlamıyorum, amma mümkündür; yüzüm sararmış olabilir. Kızmış olacağımdır… Ben çevrilip kalmaktan hoşlanmam. Çünkü o zaman iradem başkasının eline geçmiş olur… Serbest kalmalıyım ki, sükûnum, muhakemem ve tedbirim benim elimde olsun… Ben Ankara’da kalmasaydım ve geleceği görmeseydim, yabancı işgali altındaki İstanbul’da tutulup kalmış olanlar, benim muhafaza ettiğim serbestliğe nasıl sığınabilecekler ve hürriyete kavuşacaklardı?” diye sormuştu.(3)

Başarısının sırlarından biri, “insan biriktirme” özelliğiydi; O’nun bu alandaki becerisi kurduğu teşkilâtın güçlü ve sadık olmasının garantisiydi.

Yakın çalışma arkadaşları, cephelerden, sınanmış dostluklardan, ortak acılardan ve zaferlerden geliyordu.

Liderlik enerjisinin sınırlarını, bütün hayatı boyunca biriktirdiği arkadaşlarıyla, “teşkilât kurma ve yönetme” becerisiyle izleyicilerine ve karşıtlarına kanıtlamıştı.

Atatürk’ün başarı sırlarından bir diğeri, “hakikati arama ve ifade cesareti” idi.

  • “Gerçeği konuşmaktan korkmayınız,” diyordu.(4)

Sorgulama yeteneği ile akıl kirliliğine tümüyle meydan okuyordu.

Bir Amerikalı gazeteci;

“— İşlerinizde nasıl başarılı oluyorsunuz?” diye sormuştu.

Şu yanıtı vermişti:

“—Ben, bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işi başarmama neler engel olabilir diye düşünürüm. Engeller ortadan kalktıktan sonra iş kendiliğinden olur.”(5)

“Vaktin oldukça bir düşünceyi şöyle hayal edersin; olmadı, çevirir böyle hayal edersin. O kombinezonu tasarlarsın.-, ondan bu kombinezona geçersin: araya taraya işin doğrusunu sonunda bulursun, ona dayanırsın; bu ancak böyle olur… Evirmeli, çevirmeli; bir daha, bir daha… İnsan ancak öyle öyle yetişir..”

“Karışık iş yoktur; her iş basittir,” diyordu.(6)

O, “ceder etmez” (asla vazgeçmez) bir liderdi.

“Ya İstiklâl, Ya Ölüm!” sözü davadan asla vazgeçmediğinin yaşanmış kanıtıydı.

Bununla birlikte “Hayatta daima ve çok ölçülü olmak lazımdır,” ilkesini de her zaman önemsemişti.(7)

Üç imtihandan geçtiğini söylemişti:

“Birinci imtihan Harbiye’de ve subay olduğum sıralarda başımdan geçenlerdi.

İkinci imtihan Libya tecrübesiydi…

Üçüncü imtihan, Dünya Harbi’nde beni Doğu Cephesi’ne gönderdiler. Her şey bozuk. Ordu bitkin. Kendi şerefimi ve orduyu kurtarmak lâzım. Uzun bir mücadele ile başardım.

Bu tecrübeler bana sabrı, bir fikre bağlanmayı ve o fikirde durmayı ve sonra da insanları öğretmiştir.

Bir gerçeği de öğrenmiş oldum: Tehlike insandan kaçar! demişti.(8)

Devrim programı ve eylemi kendisinin sağlığında bir model olarak “Kemalizm” diye adlandırılmıştı.

Kemalizm” diye ün kazanan bu sürecin tipik iki özelliği vardı.

Her hamlesini “en kuvvetli olduğunda” yapıyordu ve çıtayı en yükseğe koyuyordu.

Her zaman en kötü senaryoya göre önlemlerini alıyordu.

23 Nisan 1920’de Meclisin Ankara’da toplanması hem kuruluşun, hem de kurtuluşun başladığını ilan ediyordu.

Milli irade ve millet egemenliği kavramlarıyla çıtayı en yükseğe çıkarmıştı.

Bu hamlesi aynı zamanda İstanbul’daki hükümetin tanınmadığı anlamına geliyordu.

Amasya Genelgesi ile topladığı Sivas Kongresi’nden bu yana beklenen olmuş; Ankara’da yeni meclisi ve hükümeti kurmuştu.

Bu meclisin başkanı olarak silahlı mücadeleyi bizzat yönetecekti.

Büyük Zafer’in hemen sonrasında “en kuvvetli zamanında” 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldıracaktı. İki devletten tek devlete geçilecekti. Yine “en kuvvetli zamanında” 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edilecekti. Çıtayı bir kere daha en yükseğe koyacaktı.

Bu iki özellik; “en kuvvetli zamanı beklemek” ve “çıtayı en yükseğe koymak” onun devrim sürecinin yönetiminde ve zamanlamasında ayırt ediciydi.

3 Mart 1924 günü “Devrim Kanunları” diye isimlendirilen “hamle” cumhuriyetin ilânından sonra buna ilk örnekti.

Devrim programının uygulama sürecinde birbiri ardına dört hamle gözlemleniyordu.

Mustafa Kemal her açıdan en kuvvetli zamanındaydı ve bu hamlesinde hilafetin kaldırılması için çıtayı en yükseğe koymuştu.

Ne var ki beklenmedik iki gelişme -kısa süreli olarak- süreci kesintiye uğratacaktı. Bunlardan ilki, Güneydoğu Anadolu’da 13 Şubat 1925 günü başlayan Şeyh Sait veya Genç İsyanıydı. Ergani-Eğil’e bağlı Piran’da bölgeyi etkisi altına alan ayaklanma ancak mayıs sonunda bastırılabilmişti.

Titizlikle yönetilmezse bir beka sorununa dönüşebilecek eğilimleri içinde barındıran bu isyanın bastırılması cumhuriyetçi Ankara’nın en birinci görevlerinden olacaktı.

1925 yılının ilk altı ayı isyanın bastırılması ve yargılamalarla geçmişti.

Ankara yönetimi ciddi bir tehditle karşılaşmış ve Liderin yerinde müdahalesiyle büyük bir tehlike atlatılmıştı.

İsyan bastırıldıktan hemen sonra tekrar ve daha güçlü olarak kaldığı yerden devam edecekti.

Devrim programının ikinci büyük hamlesi, Kastamonu – İnebolu ziyaretiyle başlayacaktı.  Öncekilerde olduğu gibi halka programını yüz yüze (aracısız) anlatmak, daha sonra yasal düzenlemeler için konuyu hükümete, meclise götürmek ve onay almak gerekiyordu.

Yasal düzenlemelerin en başında vatandaşların kılık kıyafetleri ile bazı geleneksel yapılanmalarla ilgili reform ve değişiklik önerileri bulunuyordu.

Çıtayı yine en yükseğe koyacaktı.

26 Ağustos 1925 günü İnebolu’da siyasi hedefini açıklarken, “Ben, şimdiye kadar millet ve memleket hayrına ne gibi hamleler, inkılâplar yapmış isem hep böyle halkımızla temas ederek, onların ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri samimiyetten ilham alarak yaptım,” derken aslında başarısının bir diğer önemli sırrını açıklıyordu.

19 Mayıs 1919 günü Samsun’dan başlattığı ve 225 gün süren Anadolu’da yolculuğundan beri büyük bir titizlikle uyguladığı halkla yüz yüze iletişim stratejisi Kastamonu-İnebolu ziyaretlerinde de çok etkili olmuş; askeri ve mülki yetkililerle yerel halkın desteğini sağlamıştı.

Bir iletişim dehasıydı!

Kastamonu – İnebolu ziyaretinde önceki dönemlerde yapılan toplumsal değişim (yenileşme) hamlelerinin başarılı olamayış sebebini açıklarken, Osmanlı İmparatorluğundaki reformcu padişah ve yöneticilerle kendisinin farkını ortaya koymuştu.

Ankara’ya döndüğünde, 3 Eylül 1925 günü bizzat katıldığı kabine toplantısında üç hükümet kararnamesi birden yürürlüğe konulmuştu.

20 Eylül akşamı Ankara’dan özel trenle Eskişehir – İzmit yoluyla Bursa – İzmir – Konya ziyaretlerinde halkın büyük gösterileriyle karşılanmıştı.

Bu ziyareti 32 gün sürmüştü.

5 Kasım 1925 günü Ankara Hukuk Mektebi’nin açılışında, “Milletin varlığını devam ettirmek için fertleri arasında düşündüğü ortak bağ, asırlardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet dini ve mezhebi irtibat yerine Türk milliyeti bağıyla fertlerini toplamıştır,” sözleriyle yeni millet stratejisini anlatıyordu. Aynı konuşmasının devamında, “Büsbütün yeni kanunlar getirerek eski hukuki esasları temelinden kaldırmak teşebbüsündeyiz” demek suretiyle en yakın hedefini ilân edecekti.(9)

  • Medeni Kanun, devrim stratejisini gerçekleştirecek mekanizmaların en önemlisiydi.

Kahramanımızın “hesap verebilir olması” liderlik başarısının özenle vurgulanması gereken çok önemli bir özelliğiydi.

Cumhuriyete giden yolun en başında 20 Ağustos 1919 günü Erzurum telgrafhanesinde Sivas Valisi Reşit Paşa ile haberleştikten sonra yanındaki arkadaşlarına, “Biz eğer millet ve tarih huzurunda herhangi bir hata işliyorsak, bunun mesuliyetini vicdan ve idrakimizde hissetmekten ve ödemekten hiçbir zaman çekinecek insanlar değiliz.” diye konuşmuştu.(10)

1927 yılında Cumhuriyet Halk Partisi 4. Kurultayında okuduğu “Nutuk” adlı eseri bu türün en önemli örnekleri arasında yer alacaktı.

Nutuk, tarih, toplum ve gelecek kuşaklar önünde bir hesap verme belgesiydi. Aynı şekilde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde açık ve gizli oturumlarda yaptığı uzun açıklamalar O’nun “hesap verebilir lider” olduğunun en açık kanıtlarıydı.

Türkiye’de anayasa ve siyaset bilimi alanının önemli isimlerinden Prof. Tarık Zafer Tunaya bu konudaki değerlendirmesini şu şekilde yazmıştı:

“Nutuk’un bir hatırat olmadığı açıktır. Yine Nutuk, bir doktrin kitabı değildir. Bununla beraber Atatürk’ün devrimci bazı önemli ilkelerini ve geleceğe öğütlediği devrimci yöntemini, olayların gelişmesinden çıkarmak olasılığı her zaman vardır.”

Nutuk, Atatürk’ün, İstiklal Savaşı’nda başvurduğu bir eylemin devamı sayılabilir. Bu eylemden de onun tarih anlayışı saptanabilir. Bu bakımdan Nutuk, Mustafa Kemal Paşa’nın ikinci büyük nutku sayılmalıdır.”

“İlk ve zamanın koşullarına göre, uzun sayılabilecek Nutuk, 23 Nisan 1920 tarihlidir. TBMM’nin açıldığı gün ve ilk oturumda söylenmeye başlanmıştır. Türdeş olmayan bir mebuslar kuruluna, yalnızca Heyet-i Temsiliye Reisi ve Ankara Mebusu olarak Mustafa Kemal Paşa ‘Mütareke’den Meclis’in açılmasına kadar geçen siyasi ahval (gelişmeler) hakkındaki’ söylevini vermiştir. O tarihte, tümünün aynı partiden olmalarına olasılık bulunmayan mebuslar da, oybirliğiyle bu nutkun ‘neşren tamimi’ni (yayımlanarak yayılmasını) karar altına almışlardır.”

“Büyük boyda yirmi iki ‘Zabıt Ceridesi’ sayfası tutan bu söylev, Mustafa Kemal Paşa’ya göre bir hesap verme belgesidir. Yöntemi de, bugüne kadar olanları izlemek ve bugüne nasıl gelindiğini saptamak gibi tarihsel bir açıya ve ‘perspektife’ dayandırılmıştır.”

Büyük Nutuk da aynı anlayış ve aynı gerekçeyle ele alınmıştır: ‘Yıllardan beri süren eylemlerin ve yaptıklarımızın hesabını vermeyi’ Gazi görev saymıştır.”

“Böylece Büyük Nutuk, Atatürk’ün, olağanüstü dönemlerde başvurduğu bir hesap verme eylemi ve belgesidir. Siyasal ve tarihsel önemi bu niteliğinden doğmaktadır.”(11)

Cumhuriyetin kurucu lideri takipçilerine;

“Her gün, sabah, akşam, gece, ne zaman sırasına getirirseniz, bir çeyrek, yarım saat kadar vakit bulursanız içinize çekiliniz. O günkü hayatın muhasebesini yapın. Böylece her gün bir defa kendi kendinizi yoklayın, şuurunuzdan alacağınız cevapların ne kadar faydalı olacağını tasavvur edemezsiniz,” öğüdünde bulunuyordu…

O’nun bu tutumu, yani insanın kendi iç âlemiyle hesaplaşması, korkuya dayanmayan, ödüllendirme ve cezalandırmayı ancak vicdanından bekleyen saf bir ahlâk anlayışı idi. Kendi köşesinde oturan bir insanın kişisel ahlâk anlayışı değildi; toplumsal, siyasal ve evrensel yanları vardı.

“Her an tarihe karşı, cihana karşı hareketlerimizin hesabını verecek bir vaziyette olmalıyız,” diyordu.(12)

Bu sözleri 28 Kasım 1930 günü Trabzonlulara söylemişti.

  • Vicdan, tarih ve uluslararası kamuoyundan oluşan üç yargıçlı bir mahkemeden söz ediyordu.

Bu tarihi uyarısından yedi yıl sonra 1 Kasım 1937’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama yılı açılışında milletvekillerine son hitabında da;

  • “Bizim yolumuzu çizen içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de
  • milletler tarihinin bin bir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir,”

    demek suretiyle başarısının büyük sırrını yol haritasının en özgün yanlarını açıklayacaktı.

Dipnotlar
(Bu konuşma, Mersin Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı’nın 13 Ekim 2023 tarihinde Cumhuriyet’in 100. yılına özel düzenlediği ‘100. Yıl Dönümünde Cumhuriyetimiz Sempozyumu’nda yapılmıştır.)
(1) Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 6 (1919-1920), (İstanbul, Kaynak Y., 2003), s. 407.
(2) Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 9 (1920), (İstanbul, Kaynak Y., 2006), s. 391-392.
(3) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, (Ankara, T. İş Bankası Y., 1957), s. 117.
(4) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, (Ankara, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Y., 1945), s. 110.
(5) Önder Göçgün, Edebiyat Dünyası ve Atatürk, (Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Y., 1995), s. 198.
(6) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, (Ankara, T. İş Bankası Y., 1957), s. 118.
(7) Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 18 (1925-1927), (İstanbul, Kaynak Y., 2006), s. 116 ve 118.
(8) Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, (Ankara, Türk Tarih Kurumu Y., 1966), I. Cilt, s. 160.
(9) Tarık Zafer Tunaya,  Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, (İstanbul, Kronik K., 2023), s. 142-143.
(10)  Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt 24 (1930-1931), (İstanbul, Kaynak Y., 2008), s. 354-355.

Laiklik nedir?

Ali Sirmen
Ali Sirmen

asirmen@cumhuriyet.com.tr
Son Yazısı / Tüm Yazıları

06 Mart 2024, Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)

Mümtaz Soysal o enfes yazılarından birini şöyle bitiriyorduyıllar önce:

“Türkiye daha bu konuyu uzun süre hararetle tartışacaktır. Laiklik Türk demokrasisinin en kritik sorunudur.”

Haklıydı. Hele siyasal İslamın boy gösterdiği ülkelerde laiklik karşıtları alanı kolayca terk edecek görünmüyordu. Aslında tartışma yalnızca İslam toplumlarına ait değil. Demokrasi söz konusu olduğu zaman toplumun ortak yaşamından elini çekmesi gereken din buna bir türlü gönül rahatlığıyla yanaşmıyordu. Oysa demokrasi büyük ölçüde din ve vicdan özgürlüğü olan laiklik olmadan olamazdı. Laiklik demokrasinin olmazsa olmazıydı. Türkiye, laiklik ilkesinin anayasasına kayıtlı olduğu üç ülkeden biridir. Mümtaz Soysal’ın da öngördüğü gibi uzun yıllar tartışmanın odağı oldu. Ve olmayı da sürdürecek, şu anda da her şeyle tartışma konusu olan Cumhuriyetin en sıcak çatışma alanı.
***
Sanayi Devrimi’ni yakalayamamış olan Türkiye’nin ıskaladığı Rönesans, Reform ve Aydınlanma’ nın yaşanmadan gündeme girmiş olması, egemen din faktörünün Cumhuriyete toplumsal yaşamın tümünü kontrol etmek itirazıyla karşı çıkması kaçınılmazdı. Bu durum hayatın tümünü denetlemek savında olan siyasal İslama özgü değildir ve hiçbir yerde din sivil hayat üzerindeki egemenliğinden vazgeçmeyi itiraz etmeden kabullenmemiştir. Kilise ile sivil toplumun yüzyıllar süren mücadelesinde kimi toplumlarda kilise dirençli çıkmış ve sivil otorite üzerindeki kontrolünden kolayca vazgeçmemiştir.

Burada yeri gelmişken bir aldatmacaya değinmek gerekir. Aralarında çok katı bir ast-üst ilişkisi olan dinsel kuruluşlar sivil toplum örgütü değillerdir. Nitekim Fransa’da sivil okuldan bahsederken, laik okullar kastedilmektedir. O bakımdan, laik olmayan eğitimden söz ederken tarikat ve cemaatleri “sivil olarak” nitelemek mümkün değildir.

  • Laiklik mevcut değilse bir yerde demokrasi de yok demektir.

Demokrasinin özü, düşünce ve inanç özgürlüğü olduğuna göre, laik düzen dinin temellerini ne yadsır ne de doğrulamaya çalışır. Dolayısıyla ladini (din karşıtı değil din dışı, dinle ilgilenmeyen, dinle her ikisinin de kendilerine ait sorumluluk alanlarıyla uğraşmak güdümünde olan) de değildir. O dinin varlığıyla ilgilenmez. Yalnızca kendi yetki alanına giren sivil yaşama müdahalesine karşıdır.

  • Yani laik düzen, din ve vicdan özgürlüğünün savunuculuğunu herkes adına üstlenir.

Eğer ibadet özgürlüğü sınırlanıyorsa orada laiklerin ciddi itirazlarıyla karşılaşması lazımdır. Yani “bir zamanların seçme saçma sorularından biri olan önce laiklik mi yoksa demokrasi mi” sorusunun bir anlamı yoktur. Eğer laiklik yoksa ve herhangi birisi tarafından yok ediliyorsa devletin derhal duruma el koyarak müdahalenin menedilmesini sağlamak görevidir laik düzenlerde. O açıdan bir zamanlar kimi sosyal demokratların, daha doğrusu demokratik sosyalistlerin şu ifadeleri akla geliyor: “Biz de laiklikten yanayız ama din ve vicdan özgürlüğüne saygılı laiklikten!”

  • Sanki din ve vicdan özgürlüğüne saygısız bir laiklik olabilirmiş gibi…

Din ve vicdan özgürlüğüne saygılı olmayan uygulamalar zaten laiklik değildir.
***
Laik düzende devletin dini inançların her birine eşit mesafede bulunması ve bunlar arasında birinin veya birilerinin diğerlerinin özgürlüğüne karışmasına izin vermemesi, yansızlık (nötralite) yalnızca buna saygı göstermek, inançların tehdit altında olması karşısında hareketsiz kalıp duruma müdahale etmemek, laik düzenin gereğini yerine getirmemek halinde laiklikten söz edilemez.

Bu durumda önde gelen isimleriyle laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu bizzat kendi kararıyla sabit bulunmuş olan AKP’ye karşı yaptırım olarak Hazine yardımının azaltılması gibi ihlal fiilinin ağırlığı ile orantılı olmayan ve herhangi bir caydırıcı yanı da bulunmayan kararlar verilen ülkelerde, laikliğin gerçekten korunduğu söylenemez.
=====================================================
Dostlar,

Sözü, eylemi ve birikimiyle tutarlı ve yürekli bir aydın –Cumhuriyetimizin aydını!– olan Ali Sirmen’in, Cumhuriyet‘te yayınlanan son yazısı bu yazıydı.

Zor bir konu olan “Laiklik” olgusunun ustalık, derinlik ve yetkinlikle ele alındığı açıktır.

Ülkemizin yitiği büyüktür.
Ancak Cumhuriyet Aydınlanması, artık merhum olan Ali Sirmen gibi seçkin değerler üretme
gücündedir.

17 Mart günü şu tweet iletisini paylaşmıştık :

https://x.com/profsaltik/status/1769355755012919736?s=20 

Image

Ali Sirmen usta,
Toprak seni incitmesin
Gömütün çiçekler koksun
Sana çok borçluyuz
Kavganı sürdüreceğiz
Bu topraklarda Aydınlanma, Kemalist Devrimler, hukuk devleti, insan onuru kazanacak
Çok özlediğini biliyorum sevgilini
O’na da çok selam söyle
Ha, 2 Cumhuriyet’i de yaşatacağız!

Sevgi ve saygı ile. 19 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik