Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Biyolojik anlamda GDO, “Genetiği Değiştirilmiş Organizma” demektir. Başka bir söyleyişle de, başlangıçta insan bedenine yararlı olan gıdaların, verimi artırma, depolama ömrünü uzatma, albenisini çoğaltma, raf ömrünü daha uzun bir süreye yayma vb. çeşitli nedenlerle gıda maddelerinin doğal-organik ve genetik yapısına insan eliyle karışıp vücuda zararlı duruma getirmektir. GDO’lu ürünleri üretimin toplumun değil, GDO’lu ürünlerin üretim ve satış tekelini elinde tutanların, halk sağlığı zararına çok para kazanıp aşırı zenginleşmeleri (varsıllaştırılması) içindir.
Peki acaba dinlerin GDO’larına yani inançsal, evrensel ve sosyal genetik yapılarına müdahaleler oluyor mu? Eğer oluyorsa bu ne anlama gelir? İnançlar ve dinlerin ilahi, özgün toplumsal yapılarını bozmak ve bu yapıları yeniden biçimlendirmek genelde kimlerce ve ne amaçla yapılmaktadır? Bir tümceyle söylemek gerekirse, siyasal ve ekonomik çıkar, saltanat, şöhret (ün) ve makam sağlama amacıyla, dinlerin özünü ve evrensel mesajlarını (iletilerini) çarpıtıp toplumu kandırmak isteyen ruhban, ulema, şeyh, hoca… takımı da GDO’cu kapitalistlerle aynı sınıfa girerler. Bu işin aslı dinbazlıktır.
Bazı küçük istisnalar hariç (ayrıklar dışında), bütün dinlerin genel amacı sevgiyi, barışı, kardeşliği, adaleti, dayanışmayı, yardımlaşmayı, huzuru (erinci), can ve mal güvenliğini… egemen kılmaktır. Bireyleri ve toplumu haksızlıktan, hırsızlıktan, kötülükten, yalandan, iftiradan, kinden, kibirden, fitneden, cebirden, şiddetten, ırk ve cinsiyet ayrımcılığından, bozgunculuk ve düşmanlıktan uzak tutmaktır.
Eğer içtenlikli olarak, yetkin insanlarca akıl ve bilim eksenli tarihsel, kültürel ve akademik ilahi iletilerin özüne uygun yeni yorumlamaları bir yana bırakacak olursak, inançlar ya da dinlerin ilahi yapılarına iki önemli nedenle müdahaleler olmaktadır. Bu amaçlardan birincisi iktidar ve saltanat sürmek, öbürü de din ve dince kutsal sayılan değerleri kötüye kullanarak çıkar sağlamaktır. Sonuçta her ikisi de aynı kapıya çıkar.
Dinlere ya da dine bozucu ve kötü amaçlı müdahaleler genelde, siyasal iktidarların, dinleri bir ahlak, vicdan, adalet, sevgi, esenlik, barış, kardeşlik ve huzur aracı olmaktan uzaklaştırıp giderek bir saltanat aracına dönüştürmeleridir. Yani dinlerin siyasal iktidarı kazanma ya da varolan iktidarı sürdürebilmek için kötüye kullanılmasıdır. Sevgi, barış, esenlik, kardeşlik ve huzur amaçlı dinlerin despotik bir korku rejimlerine dönüştürülmesidir.
Örneğin İslam Dini, Muaviye’nin hilafeti ile birlikte, Muhammedi-Kur’ani İslamdan giderek uzaklaşmış, Hz. Hüseyin ve peygamber neslini vahşice Kerbela’da doğrayarak zamanla bir saltanat aracına, Arap Krallığı ve İmparatorluğuna dönüşmüştür.
Sultan, şah, kral, halife… gibi otokratik siyasal aktörler için, dinleri siyasete alet etmenin işbirlikçileri hep rubpan ya da ulema denilen din adamları sınıfı içinden çıkmıştır. Bu tür işbirlikçi kimi ruhban ya da ulema tipler, tarihsel olarak, saltanat ya da hilafet sofralarının sürekli müdavimleri olmuşlar ve iktidar nimetlerinden beslenegelmişlerdir.
Diğer ikinci bir işbirlikçi çıkar grubu ise kimi tasavvuf ehlinin ve kimi tarikat ve cemaat örgütlenmelerinin giderek Kur’anî, uhrevi, ilahi, irfani ve ahlaksal değerlerden uzaklaşıp; dinsel, ilahi kutsalların arkasına gizlenerek, cahil ve geniş halk yığınlarının içten inançlarını kötüye kullanmaları, onları dinsel, ahlaksal, siyasal, maddi ve manevi her açıdan istismar etmeleridir.
Günümüzün çoğu tarikat ve cemaat önderleri de yeterince din bilgisi olmayan halkın içten din duygularından yararlanıp onları ekonomik açıdan sömürmek ve bu yolla siyasal iktidarlardan para, makam ve meşruiyet desteği alarak hem siyasal iktidarın önemli bir ortağı ve hem de holdingleşip büyük sermaye sınıfının ihmal edilemez bir paydaşına dönüşmüşlerdir.
Dış ve iç siyasal, ideolojik beslemeli ve Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ideolojili Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) kapsamlı bir ihtilal girişimi yaparak devleti ele geçirmeye ramak kalmış ve bu hain hareket yüzlerce cana mal olmuştu.
Şunu hiç unutmamak gerekir: Siyasal saltanat destekçisi kötü niyetli kimi dinbaz ulemanın din kisvesi altında şırıngaladıkları dinsel fikirlerin çoğu gerçek, ilahi dinle ilgili olmayan, çıkar amaçlı olarak çarpıtılmış, dinsel – sosyal genetiği değiştirilmiş GDO’lu düşüncelerdir. Kandırma ve aldatma amaçlıdır.
Aynı şeyleri yine kimi dinbaz tarikat ve cemaat önderleri için söylemek de yanlış olmaz. Zaten tarih boyunca, insanlara sunulan zehir hep bala katılarak ve altın taslar içinde sunulmuştur. Dinbaz, işbirlikçi ve çıkarcı kimi ulema ve bazı tarikat ve cemaat önderlerinin yaptıkları da budur.
Ulu Önderimiz M.K. ATATÜRK tarihsel, kötü niyetli, cehalet ve sosyo-kültürel kaynaklı bu zararlı davranışları kökten silebilmek için, “…Türkiye şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz…” demiş ve dini devlet işlerinin dışında tutmak için laik bir siyasal rejim kurmuştur. Atatürk‘ün müdahalesi dine değildir. Dinin çıkar sağlamak amacıyla, evrensel – sosyal genetiği değiştirilmiş, birey – toplum ve devlet için kötüye kullanılmaya dönüşmüş GDO’lu yanlış din anlayışına müdahaledir.
Doğru anlaşılmış bir laiklik, bireyler için artısı ve eksisi ile demokratik bir din ve vicdan özgülüğüdür.
- Toplum için laiklik tekçi değil, çoğulcu bir inançlar demokrasisidir.
Birlikte huzur (erinç) ve güven içinde kardeşçe yaşayabilme güvencesidir. Devleti yönetenler için laiklik, din ve devlet işlerini birbirinden ayırıp, ulema ile tarikat ve cemaat önderlerini dünyevi devlet islerinden uzaklaştırıp onların bitmez, tükenmez, sonu gelmez istekleri ve siyasal baskılarından kurtulmak demektir.
Laiklik, dünyevi devletin uhrevi ruhban sınıfından kurtarılmasıdır. İşlevsel işbölümüdür.
(Halil Çivi, 26.04.2024)