Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

105 yıl önce toplumsal direnişe ve devrime aralanan Anadolu’nun Samsun kapısı…

Doç. Dr. İhsan Tayhani
Cumhuriyet-Devrim Tarihi Uzmanı
Güre – Edremit

Cumhuriyet, 19 Mayıs 2024

“Hele bir Anadolu’ya geçeyim, görürsünüz!”
Gazi Mustafa Kemal, 15 Mayıs 1919 / Beyoğlu-İstanbul

İngiltere’nin, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Andlaşması’nın 7’nci maddesi uyarınca İskenderun Körfezi’ne yerleşmeye başladığını gören ve Damat Ferit Hükümeti’nin de bu girişimi onayladığını sezen Mustafa Kemal Paşa, 6 Kasım 1918’de Adana’dan İstanbul Hükümeti’ne çektiği bir telgraf ile kumandasındaki 7’nci orduya işgale direnme buruğu verdiğini bildirince, İstanbul’a geri çağrılır. Bu buyruğa uymak durumunda kalan Mustafa Kemal, üç günlük
tren yolculuğundan sonra, 13 Kasım 1918’de İstanbul’dadır.

Girişte alıntılanan sözleri, bir biçimde Anadolu’ya geçerek ulusal direnişi örgütlemek için İstanbul’da geçirdiği oldukça gerilimli altı aylık, çok yönlü bir arayış sürecinin sonunda söylemiştir. Tarih 15 Mayıs 1919, günlerden perşembedir. “9’uncu Ordu Müfettişliği” görevi yetki belgesi, Sarı Paşa‘nın cebindedir ve Ruşen Eşref (Ünaydın) ile Beyoğlu’nda, Fransız Sefareti’nin (elçiliği) karşısındadırlar. Her yer silahları süngülü Fransız askerleri ile doludur. Ruşen Eşref,
o anlarda Mustafa Kemal’in gergin ve sapsarı bir yüzle onlara bakarak, ‘Hele bir Anadolu’ya geçeyim, görürsünüz!’ dediğini yazar. Aynı gün, İzmir de Yunan işgaline uğramıştır ve
Mustafa Kemal Paşa, bir gün sonra (16 Mayıs) Samsun’a doğru yola çıkacaktır.

O tarihte 38 yaşını sürmekte olan bu eşsiz yurtseverin, işgal altında bulunan Osmanlı ülkesinin yaklaşık üçte ikisinde askeri ve sivil orunlara (makam) buyruk verebilecek müfettişlik yetkisini nasıl elde ettiğini anlamak için, Alev Coşkun’un, “İstanbul’da 6 Ay” adlı yapıtının mutlaka okunması gerekir. O İstanbul ki; bu süreçte, tıpkı Fatih Sultan Mehmet’in fethinden önceki Bizans gibi, surların arkasına hapsedilmiş gibidir! Gazi Mustafa Kemal’in, böylesi bir düşkünlük içindeki imparatorluktan çıkaracağı cumhuriyete uzanan çileli ama onurlu yolu açacak kapının anahtarını, bir “İhtilâl Komitesi” oluşturmaktan tutun da Osmanlı Hükümeti’nde “Harbiye Nazırlığı” nı üstlenmeye dek pek çok somut denemeden sonra elde ettiği de unutulmamalıdır.

Mustafa Kemal Paşa’ya 13 Kasım 1918’de, Kartal adlı tekne ile Boğaz’a demirli işgalci zırhlıların arasından geçerken; ‘geldikleri gibi giderler!’; daha sonra 15 Mayıs 1919’da Beyoğlu’nda ‘hele bir Anadolu’ya geçeyim, görürsünüz!’ dedirten, O’nun özgüvene dayalı güçlü önderliğidir. Nitekim işgalci emperyalistler, yaklaşık üç buçuk yıllık kanlı bir boğuşmadan sonra çekip gitmek zorunda kalmış ve göreceklerini görmüşlerdir!

Arkasından bir dizi devrimle gelen “Laik-demokratik-devrimci Atatürk Cumhuriyeti” gibi
büyük bir rejim dönüşümü ve çağdaş birey, çağdaş toplum ile çağdaş devletin yaratılması!

19 Mayıs’lara yüklenecek anlam budur.

Erişilen başarının gizi de Kuvva-yı Milliye” ruhunda (bilincinde!) ve Müdafaa-i Hukuk” direnişinde saklıdır. Bu kavramlar, kökten dinci bir İslami devlet kurma uğraşı içinde olan “Hamas gibi bir terör örgütü ile asla özdeşleştirilemez! Ayrıca döneminde Kuvvacıları karalayıp sövenler de Şeyhülislam Mustafa Sabriler, Sait Mollalar, Ali Kemaller yani Bağımsızlık karşıtı Halife-Sultancılar ve şeriatçı yobazlardır.

Bu nedenle, Ulusal Mücadele tarihimizde özgün anlam derinliği ve işlevi olan bu kavramlar dile getirilirken, ağızlar birkaç kez çalkalanmalıdır.

105 yıl önce 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastığında, Mustafa Kemal Paşa’nın zihninde
din devleti değil, laik bir cumhuriyet vardır.

Aksi yöndeki örtülü-örtüsüz sinsi ve planlı çarpıtmalara geçit verilemez, verilmemelidir ve
19 Mayıslar bu tarihsel – yurtsever tam bağımsızlıkçı özgürlük bilinciyle kutlanmalıdır, kutlanacaktır!..

BU BAYRAM KUTLAMASI BAMBAŞKA BİR KUTLAMA

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Bu gün 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı

Bu gün;
– yurdumuzun kurtuluşunun,
– ülkemizin bağımsızlığının,
– demokratik laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun,
– özgür aklın ve pozitif bilimin devlete ve topluma egemenliğinin,
– kula kulluktan ve saltanat baskısından kurtulmanın,
– halk egemenliğinin,
– ulusal istencin (milli iradenin),
– yasalar karşısında eşit yurttaş olmanın,
– din ve vicdan özgürlüğünün,
– …ve her türlü çağdaşlığın habercisi ve muştucusu (müjdecisi) olan bir gün.

  • Atamızın, 105 yıl önce Kurtuluşun ateşini harlamak üzere Samsun’a ayak bastığı gün.

Eğer Mustafa Kemal Atatürk, yurtsever dava ve silah arkadaşları, Kurtuluş Savaşı’mızın tüm gazileri ve şehitleri olmasalardı bizler de olamazdık.

Ayrıca bu yaşamsal ve kutsal savaşla; yalnızca emperyalizm destekli dış düşmanlar değil ve yine emperyalistlerin destek ve kışkırtmalarına göre davranan o devrin saltanat erkanı ve birçok  bölücü ihanet ve şer odakları da yenilgiye uğratıldı.

Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve dava-silah arkadaşları olmak üzere;
Devletimizi, ulusumuzu, Cumhuriyetimizi, fikri, irfanı ve vicdanı özgür laik bireylerimizin doğuşunu bizlere sağlayan tüm şehit ve gazilerimizi şükran ve minnetle anarak,

  • Herkesin 19 MAYIS ATATÜRK’ü ANMA, GENÇLİK ve SPOR  BAYRAMI KUTLU OLSUN!

=========================================
Dostlar,

Biz de ekleyelim…

  • Mustafa Kemal Atatürk ve dava-silah arkadaşlarının milli mücadeleyi başlatmak üzere,
    16 Mayıs 1919 günü İstanbul’dan Samsun’a giderken, kendi topraklarımızda İngiliz vizesi almak zorunda kaldıklarını sakın unutmayın!
    (Dr. Vedet Öz, https://x.com/oz_vecdet/status/1791980118673445130)

Image

Dr. Ahmet SALTIK
19 Mayıs 2024, Anlara, 105. yıl..

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor bayramımızın 105. yılı kutlu olsun!

Yaşar Karabulut Kimdir? - Yaşar Karabulut Hayatı ve BiyografisiYaşar Karabulut
Em. Albay
ADD Elazığ Şubesi Başkanı

Bu gün, Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ün; 1 inci Dünya Paylaşım Savaşında yenik sayılan Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihten silinmesi için yapılan gizli anlaşmalara karşı durması, işgale ve yok oluşa meydan okuyarak başlattığı savaşımın (mücadelenin) 105 inci yıldönümüdür.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ün bu savaşımına (mücadelesine) Yüce Türk Milleti sahip çıkmış ve O gün, O’nun önderliğinde kenetlenmiştir.

Bugün Emperyalist, işgalci, güçlerin süregelen planlarında (standing order) bir değişiklik yoktur.

  • Köle – sömürge olarak onlara hizmet etmemizi istemektedirler.

Ülkemizin bugünkü sorunları, Atatürk ilke ve devrimlerinden ödün vermemizin sonucudur.

Bugün, Cumhuriyetin sayesinde daha eğitimli bir insan kaynağına sahibiz.
Sorunlarımızı Atatürkçü Düşünce ile kolaylıkla çözebilecek durumdayız.

Yüce Önder Atatürk‘e ve Cumhuriyetimize yapılan haksız saldırılar, sanıldığının aksine umudumuzu azaltmamakta ve bu haklı savaşımımızda kararlılığımızı daha da güçlendirmektedir.

Gün, çocuklarımız, torunlarımız ve geleceğimiz için daha gönençli (müreffeh) bir Türkiye için çalışma zamanıdır.

Yaşadığımız bu cennet vatanı, bize emanet eden başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile dava ve silah arkadaşlarıyla bu vatan için canını ve kanını veren, Şehit, Gazi ve kahramanlarımızı
saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.

  • 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor bayramımız kutlu olsun!
  • Yaşasın Gazi Mustafa Kemal Atatürk!
  • Yaşasın Cumhuriyet!
  • Ne Mutlu Türk’üm Diyene!

    Saygılarımla. 19 Mayıs 2024

Eğitimin dinselleşmesi

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
13 Mayıs 2024, Cumhuriyet

Eğitimin dinselleştiği bir ülkede ileri uygarlık düzeyi adına hiçbir şey çıkmaz. AKP hükümetinin istediği de zaten budur.

  • Türkiye’nin ortaçağ karanlığında kalması durumunda,
    AKP de iktidarını güvence altına almış olacaktır!

Zorunlu din dersi; “4+4+4” olarak bilinen eğitim modeli; imam hatip okullarının imam ve müftü yetiştirmek amacını taşıyan meslek okulları olmaktan çıkıp, Öğretim Birliği yasasını delen standart eğitim kurumlarına dönüşmesi; ilahiyat fakültelerinin sayısının dünya rekoru kırması; Kuran kurslarının alternatif (seçenek) eğitim araçlarına dönüşmesi; Milli Eğitim Bakanlığı’nın, dernek ve vakıf adı altında örgütlenen laiklik karşıtı tarikatlarla ve cemaatlerle işbirliği protokolleri yapması; Türkiye’nin en büyük sorunlarından birisidir.

Bu sorun, ekonomik sorunların da, siyasal sorunların da temel nedenidir. Nitelikli ve eğitimli insanın yetişmediği bir ülkeden, ekonomi ve siyaset için de olumlu bir şey beklenemez.
Bu bir doğa yasası gibi, toplumsal bir yasadır.

Geçtiğimiz günlerde açıklanan eğitim müfredatı taslağı da, bu sorunlara bir yenisinin daha eklenmesine yol açmıştır.

Din dersiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan derslerin müfredatlarına dinsel konuların eklenmesi, dinin sosyal bilimleri, doğa bilimlerini, matematiği, felsefeyi, sanatı,
dili işgal etmesi
nden başka bir şey değildir!

Din konusunu din dersiyle sınırlamak, dinsel konuları din dersinde bırakmak varken,
her alana dini sokuşturmak;
– din fetişizminin,
– faşizmin,
– despotizmin ve
– bir ruh hastalığının göstergeleridir.
Bunlar, normal bir ruh sağlığına sahip insanların yapacağı şeyler değildir.
***
Tanrı’nın, Allah’ın varlığı konusu dünyanın hemen hemen her ülkesinde bir tartışma konusudur. Bu nedenle dünyada dindar insanlar olduğu gibi dinsiz, örneğin ateist, agnostik, deist, panteist insanlar da vardır.

Dünyada yaklaşık 2 milyar dinsiz insan yaşamaktadır. Dindar olanların da tamamı İslam, Hıristiyanlık ve Musevilik gibi tektanrıcı dinlere üye değildir. Dindar olanların içinde Hinduistler, Budistler, Konfüçyüsçüler ve Şintoistler de vardır. Dünyanın yaklaşık yarısı Hıristiyan, Müslüman ve Musevidir. Museviler bu üç din içinde azınlıktır. Avrupa Birliği’nde vatandaşların yaklaşık yarısı dindar değildir. Bu üç tektanrıcı dine inananların büyük çoğunluğu Avrupa dışında yaşamaktadır.

Dünyada iki yüze yakın ülke vardır ve bu ülkelerin içinde yalnızca birkaç tane din devleti kalmıştır. İran, Suudi Arabistan, Afganistan, Vatikan bunların arasında sayılabilirler.

Din gibi böylesine öznel, kişisel, göreceli ve tartışmalı bir konuyu,
eğitim sistemi üzerinden herkese dayatmak,
bir toplumun, ülkenin ve devletin intihar etmesiyle özdeştir.

Din dersinde vatandaşlar din hakkında bilgi edinebilirler. Din uzmanlarını örneğin imamları, müftüleri yetiştirmek için meslek okullarının olması veya ilahiyatçıları yetiştirmek için ilahiyat fakültelerinin olması da normaldir. Ancak herkesi imam, müftü ve ilahiyatçı benzeri bir insana dönüştürmeye çalışmak anormaldir ve olsa olsa, teokratik devletlerde olabilir.
Demokratik bir devlette böyle bir şey asla olamaz.
***
– Eğitimin dinselleştiği bir ortamda eğitimin niteliği ortadan kalkar.
– Eğitimin dinselleştiği bir ortamda laiklik ilkesi nefes alamaz ve yaşamda kalamaz.
Eğitimin dinselleştiği bir ortamda ulusal bütünlük sağlanamaz, bir ulus var olamaz.
– Eğitimin dinselleştiği bir ortamda bir millet olmaz, yalnızca bir ümmet olur.
– Eğitimin dinselleştiği ve dinin herkese dayatıldığı bir ortamda, din, mezhep ve felsefi görüş üzerinden kutuplaşmalar, gerginlikler ve çatışmalar ortaya çıkar.
– Eğitimin dinselleştiği bir ortamda büyük bir ulusal güvenlik sorunu ortaya çıkar ve bu,
salt emperyalizme hizmet eder. Eğitimi dinselleştirmek vatana ihanet anlamına gelir.

CHP bu nedenlerle, eğitimin dinselleşmesi konusunu en öncelikli sorunlardan biri olarak
ele almalıdır.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yumuşama değil hukuka çağrı…

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset, 16.05.2024, BİRGÜN 7

Toplum ve siyaset, halk ve iktidar ilişkileri, 31 Mart (2024) sonrası yeniden biçimleniyor. Halk iradesi üzerinde iktidar baskısı, sandıkta püskürtüldü.

31 Mart öncesi seçim kampanyası görüntüleri, hukuka dönüş sonrası siyaset bilimi çalışmaları için zengin bir malzeme bıraktı. Şimdilik şu saptama ile yetineyim: 15 Temmuz 2016 öğleden sonra ‘arazi’ olan (Akar’dan Fidan’a) Devlet görevlileri, 31 Mart öncesi ‘oy avcılığı’ için sahada sıkça görüntü verdi. Hukuk yokluğu, her iki dönemin ortak paydası.

Halk (demos) ve iktidar (krasi) bileşimi olarak demokrasi, 31 Mart sonrası hukuku da biçimlendiriyor.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, aynı zamanda AKP Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı ve MHP Genel Başkanı ile görüşmeleri, hukuka çağrıdır.

Siyasal tartışmaların malzemesi yapılsa da, Anayasa ve hukuk dışı söylem ve uygulamaları en aza indirmeye yönelik görüşmeler, Anayasa andına saygının ekmek, su ve hava kadar önemli olduğunu bir kez daha doğruladı.

Bu nedenle hukuksal kuşatma, çok yelpazeli olarak yürütülmeli: yasamada, yürütmeye karşı ve yargı karşısında.

Yasamada ön almak için çok güçlü bir meşruluk zemini bulunan CHP, AKP-MHP’nin haklılık ölçütü olarak kullandığı sayısal üstünlüğü sürekli sorgulamalı. Bu bağlamda, CHP ve öteki partiler, “Anayasa’ya saygılı yasa” için İçtüzük olanaklarını kullanarak önerici konuma geçebilir.

Kuşkusuz hukuka dönüş kolay değil; çünkü hukuk yoluyla demokrasi önündeki başlıca engel, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) kurgusudur.

HUKUK ÇIĞLIĞI

14 Mayıs vurgum da hukuk yokluğu nedenli:

Can Atalay, milletvekili seçilişinin 1. yılında AYM kararını ve bunun uygulanmasını bekliyor.

Tayfun Kahraman, adil yargının gerçekleşmesi beklentisiyle özgürlükten yoksun son yaş günü olmasını diliyor.

Selçuk Kozağaçlı, 28 Şubat mağduru mahpus paşalar için çıplak zulüm nitelemesi yapıyor.

Osman Kavala, Ö. Özel görüşmelerini müdafaa-i hukuk” olarak niteliyor.

Demokrasi ve hukuka inançlı dört üretken insan, buzdağının (aysbergin) görünen yüzü: Ellerinde bıçak, pala, sapan, ok, tabanca olmayan, korumaları ve makam araçları bulunmayan kişiler, mahpus tutulabiliyor ve lehlerinde verilen yargı kararları uygulanmıyorsa, Türkiye genelinde siyasal nedenler ve/ya adil yargılanma hakkı ihlalleri sonucu özgürlükten yoksun kılınmış yurttaş sayısının fazlalığını kestirmek zor olmasa gerek.

Bu nedenle, Çiğdem Mater ve Mine Özerdem gibi Atalay-Kahraman-Kozağalı ve Kavala’nın demokrasi ve hukuk umudunu sürekli kılıp yaygınlaştırmalıyız.

NE HUKUK NE DE LİYAKAT

“Hukuk ve liyakat yokluğu”, 15 Temmuza giden yolun temeltaşlarını döşemişti. Bu dönemin ürünü olan PBDBY uygulamasının ilk beş yılında TBMM’de yasa önerisi anından AYM kararından sonraki evreye dek, partizan düzenlemelere karşı ‘hukuk ve liyakat’ uyarılarımızı, Cumhur İttifakı hep kulak ardı etti.

Şimdilerde günışığına çıkmaya başlayan çete ve işbirlikçileri arasındaki hesaplaşmalar, şu soruyu meşru kılıyor:

  • Demokratlar ve hukuk savunucuları hapse konuldukça,
    meydan mafya ve çeteleşmelere mi kalıyor?

Cemaat ve tarikatlar ise, “hukuk ve liyakat” yerine partizan uygulamalara açık düzenlemelerle
6 yılda yaratılan 2. paralel devlet tehlikesi de, Cumhur İttifakı’nın öteki kanadı değil mi?

ÇİFTE FAİL KİM?

Dezenformasyon suçu koyanlar, şimdi sürekli anayasal dezenformasyon suçu işliyor.
Etki ajanlığı” suç önerisine gelince; ülkesel değerleri mal gibi pazarlayanlar ve yurttaşlığı rant kapısına çevirenler , “etki ajanlığı” yapılacak alan bıraktı mı?

Demos, krasi’yi 2. Parti yaptı; muhalefet ise, Anayasa’ya saygı ve Anayasa dışı alanları azaltmak, Anayasa yoluyla siyaset ve hukuk yoluyla demokrasi için çırpınıyor.

Bunu yaparken asıl “paralel hedef” hiçbir zaman gözardı edilmemeli: Anayasal demokrasi! Çünkü, ‘kapalı-keyfi-kişi’ (PBDBY) sistemsizliği, parlamenter rejimin Türkiye İçin -tıpkı Anayasa gibi- neden ekmek, su ve hava kadar yaşamsal olduğunu her gün kanıtlıyor.
===========================================
Yazarın Son Yazıları

28 Şubat davası ve yeniden yargılama

Yargıtay Eski Başkanı Hamdi Yaver Aktan yine başını gösterdi! İmamoğlu'na Beraat, Şevki Yılmaz'a hapis,

Hamdi Yaver AKTAN
Yargıtay Onursal Daire Başkanı
15 Mayıs 2024, Cumhuriyet

Ceza yargılamasında maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amaçtır. Soruşturma ve kovuşturma süreçleri maddi gerçeği bütün açıklığıyla ve kuşkuya yer bırakmayacak biçimde sağlamalıdır. Kuşku mevcutsa beraat kararı verilmesi evrensel ceza hukuku ilkesidir. Mahkûmiyet hükmü, istinaf ya da temyiz yasa yolundan geçmekle kesinleştiğinde bile kimi zaman “maddi gerçek” yeniden araştırılabilir. Olağanüstü yasa yolu bu nedenle düzenlenmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda kesinleşen kararlara karşı yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na itiraz yetkisi (m.308), adalet bakanı ve/veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na “kanun yararına bozma” isteme yetkileri (md.309) ve hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi düzenlenmiştir.

Kamuoyunda “28 Şubat davası” olarak nitelendirilen ve bir kısım yargılanan kişiler yönünden onanmış mahkûmiyet kararlarının infazının yapılmakta olduğu bilinmektedir. Bu satırların yazarının Cumhuriyet’te daha önce yazdığı yazıları okumuş olanları, mahkûmiyet kararının verilemeyeceğini, yanlış değerlendirme yapıldığını hem usul hukuku hem de ceza hukuku-maddi hukuk yönünden açıklamalar yapıldığını anımsayacaklardır. Bu görüşümüzü korumaktayız; iddialı bir şekilde suçun yasal öğelerinin oluşmadığını yineliyoruz.

“YENİ DELİLER”

Ancak, gerek yerel ve gerekse yasa yolu incelemelerinden geçerek kesinleşmiş hükümler yönünden değerlendirme yapmak durumunda olduğumuzu belirtmek isteriz. Sürmekte olan davada tanıklar dinlenmiş ve kesinleşen kararlar yüzünden halen cezaevinde infazları yapılmakta olan generaller için “yeni deliller”in ortaya çıktığı görülmektedir. Gerçekten de kamuoyuna da yansımış olduğu üzere, davada ilk kez dinlenen tanıklar Sincan’daki “tatbikatın” rutin bir uygulama olduğunu açıklamış olmakla, “cebir-şiddet” öğesinin gerçekleşmemiş olduğunun olgu olarak açıklamasını yapmıştır.

Öte yandan, dönemin bir bakanı ve hükümet sözcüsü bütün açıklığı ile hükümetin istifasını mahkeme huzurunda açıklamıştır. Sayın Namık Kemal Zeybek’in devlet adamlığı, kişiliği ve eski deyimle müktesebatı gözetildiğinde tanıklığı etik ve hukuksal olarak tartışılmayacak değerdedir.

Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir davada, “yeni deliller”in ortaya konulmuş olmasında hükümlü lehine yargılama yeniden yapılır. Yasal düzenleme “tekrar görülür” emir kipi ile yazılmıştır. (CMK. m. 311/1-e) Kesinleşmemiş kararlar açısından da Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararı doğrultusunda sonuca ulaşmak daha elverişlidir. Yargıtay bozma kararından sonra, bozmadan sonraki serbestlik kuralı uyarınca, bozma kararına uyulmuş olsa bile, yeni delillerin ortaya çıkmasında lehe karar verilebilmesi olanaklıdır. Ceza Genel Kurulu bozma kararından sonra, eski hükmün ortadan kalkacağı ve serbestlik kuralı uygulanacağı kararlaştırılmıştır. (CGK. 14.02.2017 tarih, 2015/1-704 esas, 2017/64 karar)

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 15 Mayıs 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

TAZMİNAT

Beşi polis 23 kişiyi katledip müebbet (yaşam boyu) hapse mahkum olduktan sonra FETÖ’cüler tarafından yargılandıkları gerekçesiyle yeniden yargılanıp berat eden (aklanan) Hizbullahçılar devletten tazminat almaya başladılar.

28 Şubat mahkumu generaller de FETÖ’cüler tarafından yargılandılar ama onlara işkence devam ediyor.

Dinci, kinci iktidarın aleti yargı/adalet sistemi sürüyor…

TARİKATÇILAR

CHP’li Beyoğlu Belediyesi’nde başkan yardımcılığı ve başkan danışmanlığına tarikatçı,
RTE destekçisi kişilerin getirildiği ileri sürüldü.

Aferin. Millet CHP’ye bunun için yol vermişti!..

MİKROP

CHP’li belediyelerdeki eş dost atamalarına genel başkan tepki gösterdi.

Değerli gazeteci Necati Doğru’nun dediği gibi AKP mikrobu girmemeli…

ANAYASA

RTE, sivil anayasa ile sorunların çözümüne kolaylık getireceğini söylüyor.

Oysa millet sorunları çözsün diye kardeşine her yetkiyi zaten vermişti.

Bir kez daha, hatta ölene dek seçilmek için istiyorumdese mertçe

UNUTMAK

RTE, İsrail’e yönelik protestoların engellenmesine tepki gösterdi.

Oysa, Erdoğan’ın yerel seçim sürecindeki mitinglerinde “İsrail’le ticarete son” pankartı açan kişiler yaka paça gözaltına alınmıştı.

İşine gelmeyeni unutuveriyor…

DİL

Özgür Özel CHP’li belediyelerin Arapça tabelaları indirmeleri ile ilgili, “Kur’an dildir.
Halk incinir” dedi.

  1. Kuranca diye bir dil mi var dünyada?
  2. Kur’an her milletin diline çevrilmiyor mu?
  3. Türkçeye kim sahip çıkacak?…

TASARRUF

İktidar bilmem kaçıncı tasarruf tedbirleri paketini açtı.

Vatandaşa kısıtlama; iktidara ve yandaşlarına saraylara, şatafata, avantaya ve  devleti soymaya devam çıktı…

AVANTA

Yargıtay üyeleri Suudi elçinin verdiği avanta hac vizesi için kavga etmişler.

Kokuşmuşluk…

İLGİ

RTE, 7 bin göçmene ücretsiz tedavi kararnamesini imzaladı.

Türk vatandaşları ile de biraz ilgilense…

MEB’in BİLİME ve LAİKLİĞE AYKIRI EĞİTİM PROGRAMI (MÜFREDAT) HAZIRLAMA ÇABALARI!

Prof. Dr. F. Dilek Gözütok
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fak. Emekli Öğretim Üyesi
ADD Bilim Kurulu Üyesi

Dostlar,

Dilek hoca 45 yıllık Eğitimbilimci. Aşağıda, kapsamlı bir raporunun giriş ve sonuç bölümünü bulacaksınız.
Tümü 10 A4 sayfası PDF olarak eklenmiştir:

MEB’İN BİLİME ve LAİKLİĞE AYKIRI EĞİTİM PROGRAMI (MÜFREDAT) HAZIRLAMA ÇABALARI!

Özenle okunması ve bu ilkel – dinci saldırının geri püskürtülmesi gerek.
Kendisine teşekkür ederken, herkesi göreve çağırıyoruz. 12 Mayıs 2024

Dr. Ahmet SALTIK

=================================================
T.C. MEB’de NELER OLUYOR?

  1. Birkaç hafta önce MEB’in sitesine “Temel Yaşam Becerileri”, “Adabı Muaşeret” (görgü kuralları) vb. adlarında din öğretmeyi amaçlayan (Aşağıda kimi örnekleri verilen) ve adına “Program” dedikleri kimi metinler düştü.

2) Bu hafta “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Müfredatı” başlığı ile 10 yıllık çalışmanın ürünü olduğu belirtilen bir metin yayınlandı. Bir hafta içinde kurumlardan ve kişilerden görüş bildirmeleri istendi. İsmet Yılmaz bakan iken 2017’de benzer bir program yapılmış, Eğitim Sendikaları, üniversiteler, öğretmenler görüş bildirmişti. Hiçbir görüş dikkate alınmadan “binlerce görüşe dayalı” diye ilk yazılan metin uygulanmıştı. İsmet Yılmaz’dan sonra bakan Ziya Selçuk da “2023 Vizyonu” adıyla  “Harezmi Modeli” ve daha birçok adlar altında program değişiklikleri yaptı. Dersleri birleştirdi, ders saatlerini azaltıp arttırdı. Ardından (AHİM kararlarına karşın) dersler, “Zorunlu”, “Seçimlik” ve “Zorunlu Seçimlik” gibi gruplara ayrıldı. Öğrenciler zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi dışında bir din dersini daha zorunlu olarak seçmeye mecbur edildi. Yani bu hafta yayınlanan metnin 10 yıllık bir çalışma olma olasılığı yoktur. Deneyimlerimiz gösteriyor ki yine bildirilen görüşler dikkate alınmayacak ve bu bilim dışı, akıl dışı metnin uygulanması istenecektir.

3) Eğitimde Program Geliştirme bilimsel bir çalışmadır. Ardalanlarının, deneyimlerinin ne olduğu
net olmayan, bilim dışı söylemlerinin internette yer aldığı bilinen kişilerle otel salonlarında yazılacak metinler değildir.

4) Mayıs ayında görüşe sunulan program taslağına gelen görüşler metne yansıtılacak mı?
Ne zaman? Program TTK’dan (Talim Terbiye Kurulu’ndan) geçecek mi? Ne Zaman?
Bu metne uygun kitaplar ne zaman ve kimler, hangi kuruluşlar tarafından yazılacak? Ne zaman? Program konusunda öğretmenlere hizmet içi eğitim verilecek mi? Ne zaman?
Bütün bunların 4 ay sonra başlayacak 2024-2025 öğretim yılına yetiştirileceği savlanıyor.

l.” EĞİTİM PROGRAMI GELİŞTİRME” BİLİMSEL BİR UĞRAŞTIR..

“Eğitimde Program Geliştirme” dünyada yüzyıllardır gelişmekte olan “Eğitim Bilimleri”nin
alt bilim alanıdır. Program geliştirme, eğitim programının kapsadığı amaçların kapsamlı ve etkin bir biçimde gerçekleştirilebilmesi için yararlanılan temelleri, ilkeleri, kuramları, modelleri ve etkinlikleri uygulamalı olarak ele alan bilimsel araştırma, raporlama uygulama ve değerlendirme sürecidir.

Dünyada toplumların sorunları, değerleri, var olan meslekler ve iş alanları, bilim, teknoloji, çevre, doğa, yaşam koşulları, üretim süreçleri, bireylerin beklentileri, ilgileri, fiziksel ve sosyal özellikleri, gereksinimleri, bireysel farklılıkları, yaşam biçimleri hızla değişmektedir. Eğitim programlarının bu değişmelere paralel olarak, geleceğe kılavuzluk edecek biçimde sürekli geliştirilmesi gerekir. Eğitim programlarını, bu programların uygulandığı eğitim kurumlarını geliştiremeyen ülkeler bilimde, teknolojide, sanatta, sporda ve daha birçok alanda yapılan uluslararası değerlendirmelerde son sıralarda yer alır.

Ülkemizde, 1924’ten başlayarak hazırlanan ve uygulanan bütün eğitim programlarında milli, manevî, ahlâkî, kültürel ve sosyal değerler yer almış, programlar aracılığı ile bireyin, toplumun
ve ülkenin gereksinimlerinin karşılanması amaçlanmış, toplumu oluşturan bireylerin ümmetten vatandaşa dönüştürülmesi için çaba gösterilmiştir. Bilimsel yöntemlerle geliştirilen, bilimi temel alan 1926, 1936, 1948, 1968 örgün eğitim programları, öğretmen yetiştiren kurumlar ve yaygın eğitim programları ile yurttaşlara Cumhuriyet değerleri kazandırılması hedeflenmiştir.
………………….
……………………………
………………………..

VII: MEB’İN HAZIRLADIĞI PROGRAMA İLİŞKİN Özet (Kimi Örnekler)

  1. 2017’den beri tek adam yönetiminde nasıl her eylem Cumhurbaşkanı talimatı ile yapılıyorsa Eğitim Programı da Milli Eğitim Bakanının talimatıyla yapılmıştır. Eğitimde Program Geliştirmeye bakan talimatıyla değil ihtiyaç analizi ile başlanmalıdır. Demokratik, laik ve çağdaş ülkelerde eğitim programları bilimsel ilkelerle, eğitim bilimleri, konu alanı uzmanları, psikologlar, eğitim felsefesi uzmanlarının ekip çalışmasıyla hazırlanır. Taslak program denenir, değerlendirilir, iyileştirilir ve sürekli olarak geliştirilir.
  2. Adına “Müfredat” denen bu metin bilimsel ilkelere ve 21.yy’da dünyadaki gelişmelere uygun değildir.
  3. Metnin adı bile “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” Türkçe değildir ve akıl dışıdır.
  4. Metinde “Adalet, hikmet, merhamet, iyilik, doğruluk, çalışkanlık, yararlı olmak ve güzellik gibi değerler üzerinde yükselen bir medeniyet mirasına sahip olan milletimiz, Türkiye Yüzyılı’nda eğitim için kararlı adımlarla geleceğe hazırlanmaktadır.” denmektedir. 20 yıldan uzundur ülkenin okullarında hazırladığı programların uygulanmasını sağlayan AKP iktidarı 2002’den beri neredeyse her Bakanın hazırlattığı programlarla bu değerleri halâ geliştirememiş mi?
  5. Hukukun çiğnendiği, Anayasanın ve yasaların yok sayıldığı, kadın ve erkeğin eşit olmadığı çığlıklarının atıldığı, önlenmeyen kadın cinayetleriyle adeta kadın kırımı yaşandığı, çocukların en temel hakkı olan eğitim hakkının istismar edildiği, cemaatlerin STK olarak algılanıp çocukların protokol imzalanan cemaatlere teslim edildiği, ekonomik nedenlerle çocukların sağlıklı beslenemediği bir ülkede adına Maarif Modeli Müfredatı denen metinlerle toplum çökertilmeye mahkûmdur.
  6. “Müfredat” metninden bir ifade: “İnsan madde ve manadan oluşur. İnsanın varoluşunu olgunlaştırması, kemale erdirmesi esas itibarıyla eğitim ile gerçekleştirilebilir. İnsanın hayatında iyi, doğru, faydalı ve güzel; hep bu çerçevede farklı şekillerde ortaya çıkar. Bu bağlamda Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, sahip olduğu mefkûre ile toplumu ve ülkesini imar eden şahsiyetler yetiştirmeyi ahlaki bir sorumluluk olarak ele alır. Bu çerçevede değerler, geniş bir perspektifle sistemi bütünleyen anlamlı bir olgu olarak ele alınır; programların ruhunda tabii bir şekilde
    yer alır.”

Bilim ürünü bir metin olması gereken eğitim programında yer alan bu ifade üzerinde düşünmek gerekir.

  1. Ortak metinde 417 kez ‘değer’ sözcüğü geçerken ‘bilim-bilimsel’ sözcüğü 54 kez geçiyor.
    Bunun 33’ü Fen Bilimleri dersinin açıklamaları içinde. ‘laik’ ya da ‘laiklik’ sözcüğü hiç geçmiyor.
  2. Ortak metinde ‘akıl’ ya da ‘akılcılık’ ile ilgili sözcük sayısı da pek az (43) bunların bir bölümü sözcük içindeki akıl (bakıldığında vs. gibi). Özetle bu metin aklı ve bilimi kullanmıyor.
  3. İnsan hakları, vatandaşlık ve demokrasi dersi (4. Sınıf) programında eşitlik ve fırsat eşitliği başlıkları varr, ancak cinsiyet eşitsizliği, sınıfsal eşitsizlik ve öbür eşitsizliklerin ne olduğu konusunda bir öğrenme çıktısına yer verilmemiştir.
  4. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinde bile Anayasanın değiştirilmesi önerilemez maddesi (laiklik sözcüğü yalnızca bir kez geçiyor) bolca Osmanlı seviciliği dikkat çekiyor. Cumhuriyet devriminin devrimci özellikleri kıyıda bırakılıp, Osmanlı’da da bunlar önerilmişti bakış açısıyla devamlılık gibi tezlerle devrimler sadeleştirilmeye çalışılıyor. Kadın sözcüğü yalnızca bir kez geçiyor o da Osmanlı’nın son dönemlerinde aydınların tartıştığı modernleşme atılımları içinde.
  5. Din ve Ahlak Bilgisi (4-8. Sınıf) dersinde öne çıkan en önemli özellik ahlakın dinden kaynaklandığının öğretilmesi ve bu dinin ise yalnızca İslam dini olacağının benimsetilmesidir.
    Şükür ve sabır konuları oldukça çok yer kaplamaktadır. Haklar ve sorumluluklar ünitesi (birimi) bile dinci kaynaklarla biçimlenmektedir. Aşağıdaki metinde görülebileceği gibi; “Bu ünitede hak ve sorumluluklar konusu ele alınmaktadır. Öğrencilerin; toplumdaki herkesin temel hak ve özgürlüklere sahip olduğunu açıklamaları, kişisel hakları sentezleyerek bunlara saygı duymaları, temel bir hak olarak mahremiyeti sorgulamaları ve bu hakkın korunması gerektiğine dair farkındalık kazandırmaları amaçlanmaktadır. Allah’a (cc) karşı sorumluluklarını inanç ve ibadet açısından çözümlemeleri ve diğer insanlara karşı sorumluluklarını özetlemeleri amaçlanmaktadır. Rabbena dualarını ve bu duaların anlamlarını okuyarak yorumlamaları amaçlanmaktadır” “Evrendeki mükemmel düzen” kavramı ile çocukların doğanın düzenini Allah’tan gelen mükemmellik sanmaları sağlanmaktadır.
  6. 12. Sınıf İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinde ‘Laiklik’ salt 1 kez geçmektedir. Medeni Yasa konusunda çocuklara sorulması önerilen soru: “Cumhuriyet Dönemi’ndeki inkılaplar, Osmanlı Devleti’ndeki hangi gelişmelerden esinlenilerek yapılmış olabilir?”
  7. 10 ve 11. Sınıflarda okutulacak felsefe dersinde her ünitede mutlaka en az bir İslam felsefecisinin (biri Nakşibendi Nurettin Topçu) metinlerinden örnekler dağıtılması öneriliyor..
  8. Biyoloji Dersi programının daha önce açıklanan metinde dil çok dinci idi. ‘Tartışmalı Evrim Kuramı yerine ‘Yaratılış’ konusunun verileceği belirtilmişti. Son metinde ise “Biyoloji Dersi Öğretim Programı’nda genelde bilimin, özelde biyolojinin insan yaşamındaki rolüne ve gerek Türk-İslam bilim insanlarının ve öbür ulusların bilim insanlarının bilime sağladığı katkılara yer verilmiştir”. Denmektedir. Gelişim ve evrim demekten kaçınmış, “tekâmül” demeyi, “bilim” yerine “ilim” demeyi, sık sık “belagat,” “kâmil insan” demeyi seçmiştir.
  • Bilimsel bir metinden çok bir mürit rehberi görüntüsü veriyor.

Bu anlatım metni hazırlayanların donanımı hakkında ipuçları sağlıyor.

  1. 2005 programları ile başlatılan harften hem de Arapçada olduğu gibi E harfiyle okuma-yazma öğretiminden vazgeçmemişler.
  2. Bir Eğitim Bilimleri hocamızın bu metinde yer alan konuların kaçar sayfa olduğu konusundaki veriler:

-Hayat Bilgisi: 84
-İlkokul Türkçe: 228
-Fen Bilimleri: 234
-İnsan Hakları ve Vatandaşlık: 30
-İnk. Tarihi ve Atatürkçülük: 37+40+77
-Biyoloji: 88
-Fizik: 114
-Kimya: 113
-Felsefe: 67
-Tarih: 76
*Din Öğretimi Toplam: 572
-Din Kültürü:120+98= 218
-Peygamberimizin Hayatı: 78+76=154
-Kur’anı Kerim: 87+82=154
-Temel Dini Bilgiler: 31

AKP İktidarının yaptığı gerici ve bilim dışı Eğitim Programlarına bakarak:
Bu iktidarının Eğitim Programı yapmaması gerektiği vurgulanmalı ve müfredat diye yazılan metinlerin uygulanmaları yasal yollarla engellenmelidir.

Henüz Kurtuluş Savaşı sürerken 1921’de Mustafa Kemal’in cepheden gelerek başkanlık yaptığı Maarif Kongresinden başlayarak Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı bilimsel yöntemlerle çağın değerlerini, vatandaşlık değerlerini çocuklara ve gençlere kazandıran eğitim programları yapmış ve geliştirmiştir. 1990’dan başlayarak 2002’ye dek Dünya Bankası Fonları ile desteklenen ve bilimsel bir modelle çok değerli Eğitim Programları hazırlanmış, denenmiş ve değerlendirme çalışmaları tamamlanmadan 2005’te bu programları yok sayan AKP’nin çeviri programı uygulamaya konmuştur. Bu konuda Üniversitelerin Eğitimde Program Geliştirme Bilim alanında yapılan yüksek lisans, doktora, doçentlik ve profesörlük çalışmalarından Türk Eğitim Sisteminde yapılan “Program Değerlendirme” araştırmalarından yararlanılabilir.

Türk Eğitim Kurumlarında denenmiş olan eğitim programlarının güncellenerek pilot uygulamalarının yapılması önerilir.
====================================================

Cumhuriyet’in 100. yılı

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Son Yazısı / Tüm Yazıları

06 Mayıs 2024 Cumhuriyet

Cumhuriyet gazetesi 7 Mayıs 2024 tarihinde kuruluşunun 100. yılını kutlayacak. Cumhuriyet gazetesi aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin belleğiyle ve ilkeleriyle özdeşleşmiş bir gazetedir. Cumhuriyet gazetesi herhangi bir gazete değildir.

Türkiye’nin en köklü, saygın, ciddi ve ayrıcalıklı gazetesi olan Cumhuriyet, bu özelliğini büyük bedeller ödeyerek kazanmıştır. Cumhuriyet, reklam ve pazarlama teknikleriyle ve yüksek tirajla değil, ilkeleriyle ve eylemleriyle bugünlere gelmiştir.

Cumhuriyet gazetesi, Kurtuluş Savaşı’nın önderi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerine bir yüzyıl boyunca sahip çıkmayı başarmış ve
bu ilkelerin açılımlarını okurlarına aktarmış bir yayın organıdır.

Yunus Nadi, Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Ali Sirmen, Oktay Akbal, Melih Cevdet Anday, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Server Tanilli, Ahmet Taner Kışlalı, Mümtaz Soysal, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok gibi yazarlar, salt köşe yazıları yazmakla kalmamış, yazılarıyla Türkiye’nin Aydınlanma hareketine ve entelektüel yaşamına büyük katkılar sağlamışlardır.

Cumhuriyet gazetesinin yazarları, Türkiye Cumhuriyeti’nin Aydınlanma Devrimlerine
sahip çıktıkları için, hapislere girmiştir, tutuklanmıştır, gözaltına alınmıştır,
işkence görmüştür, öldürülmüştür, alçak ve aşağılık suikastların kurbanı olmuştur.

***
Medyanın büyük ölçüde AKP’nin teokratik diktatörlük rejiminin propaganda aygıtı durumuna dönüştüğü bir dönemde, Cumhuriyet gazetesinin onurlu, namuslu ve şerefli bir biçimde ayakta kalması ve 100. yılına girmiş olması, medya tarihinde başlı başına önemli bir olaydır.

12 Eylül askeri darbesinden sonra kezlerce, Gazetenin ilkelerini ve yayın politikasını benimsemeyen odaklar tarafından işgal edilen Cumhuriyet gazetesi, bu operasyonları da bertaraf etmeyi (aşmayı) başarmıştır.

“İkinci cumhuriyetçi” ve neo-liberal odaklar siyaseti, din, mezhep, etnik kimlik ve sermaye fetişizmine indirgeyen çevreler, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nde gerçekleştirmeye çalıştıkları operasyonu, Cumhuriyet gazetesinde de gerçekleştirmeye çalıştılar.

Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti anayasasının temel ilkelerinde de açılımları olan cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, ulusçuluk, devrimcilik ilkeleri,
Aydınlanma Devrimlerinin temel ilkeleri olarak, Cumhuriyet gazetesinin meşalesi olmuştur.

Cumhuriyet gazetesi habercilik ve olguların halka aktarılması konusunda da medya tarihindeki öncü yayın organlarından birisi olmuştur. Cumhuriyet gazetesinin muhabirleri onlarca yıl zor koşullar altında siyaset, ekonomi, sosyal yaşam, bilim, kültür, sanat, eğitim, sağlık, spor gibi alanlarda Türkiye’de ve dünyada olup bitenleri halka aktarmak için büyük bir mücadele vermişlerdir.
***
Cumhuriyet, halk egemenliğine dayalı yönetim biçimi anlamına gelmektedir.
Cumhuriyet bu anlamda demokrasi kavramıyla özdeştir.
Arapça’dan gelen “Cumhur” terimi de antik Yunanca’dan gelen “Demos” terimi de halk anlamına gelmektedir.

Cumhuriyet gazetesi de adını, bir yönetim biçimi olan cumhuriyet kavramından almıştır.

Halkın egemenliğine dayalı bir yönetim biçiminin var olabilmesi için belli başlı koşulların gerçekleşmesi gerekmektedir. Çok partili serbest seçimli parlamenter sistem; yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı; düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğü; laiklik; ekonomik ve sosyal adalet; nitelikli temel bir eğitim düzeyi bu koşulların içinde yer alırlar.

Bu koşulların birisi veya birden çoğu değil, hepsi birden ve tümü yerine gelirse,
halk yönetimde egemen olur ve halkın egemenliği sağlanmış olur.

Bu koşulların sağlanmaması durumunda monarşi, oligarşi, teokrasi gibi cumhuriyetle ve demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan düzenler kurulur.

Cumhuriyet gazetesi, hem bir medya organı olarak işlevi, hem de savunduğu ilkeler nedeniyle, cumhuriyet rejiminin oluşmasına en büyük katkıyı sağlayan kurumlardan birisidir.
=====================
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Cumhuriyet’in 100. yılı6 Mayıs 2024
Kılıçdaroğlu ve Erdoğan-Özel görüşmesi29 Nisan 2024
Erdoğan, Hamas ve CHP22 Nisan 2024

“Anayasal dezenformasyon” temizlenmedikçe…

Copy LinkXThreadsMastodonFacebookLinkedInWhatsAppTelegramGmailPAYLAŞ

Başarı için ülkemiz yeterli birikime sahip. Sivil ve siyasal anayasal emek ve deneyim çok zengin. TBMM’de nitelikli yasama etkinliğine öncelik vermek durumunda olan CHP, ülke genelinde demokratik hukuk devleti ereğinde Anayasa’nın toplumsallaşmasına da öncülük edebilir. Anayasal demokrasi, anayasal dezenformasyon ile inşa edilemez!

Anayasa gündemi, anayasal ve siyasal gerçeklerle ne ölçüde örtüşüyor? Öne çıkan slogan:

  • “Darbe Anayasasından kurtulmak için, kucaklayıcı, kuşatıcı sivil bir Anayasa”.

Ne var ki, “darbe Anayasası” olarak nitelenen metnin hangisi olduğu veya “kucaklayıcı ve kuşatıcı Anayasa” ile anlatılmak istenen belirsiz. Bu nedenle bilgi kirliliği temizliği, Anayasa gündeminin öncülü olmalı, dün, bugün ve yarın yaklaşımı ile.

1961 Anayasası ile kurulan Hukuk Devleti düzeneklerinden 1982’deki sapma,
1987’den 2004 yılına dek değişikliklerle aşamalı olarak önemli ölçüde giderildi.
Bu, Hukuk Devletini onarım sürecidir.

HUKUK DEVLETİNİN ONARIMI…

I – Önce, yakın geçmişin Anayasal gelişmeleri doğru okunmalı.

1961 Anayasası ile kurulan Hukuk Devleti düzeneklerinden 1982’deki sapma, 1987’den 2004 yılına dek değişikliklerle aşamalı olarak önemli ölçüde giderildi. Bu, Hukuk Devletini onarım sürecidir. 1982 Anayasasını aşma iradesi, değişikliklerin itici güçleri, yol ve yöntemleri, içeriği ve sonuçları olmak üzere sürecin bütünü için geçerli.

İtici güçler: Siyasal ve örgütsel yasaklardan dil yasaklarına varan düzenlemelerin yarattığı sorunlar, değişiklik nedenlerinin başında gelir. Anayasal yasaklara karşı siyasal, sınıfsal, etnik ve cinsiyet temelli toplumsal mücadeleler 1987, 1995, 2001 ve 2004 değişikliklerinin dinamikleri oldu. Bunlara, Kopenhag kriterleri (ölçütleri) gereklerince ulusal üstü beklenti ve etkiler de eklenmeli.

Yol ve yöntem: Değişiklikler, -1987’de siyasal yasakların kaldırılması için halkoyu dışında- TBMM’de farklı siyasal partiler arası uzlaşma sonucu gerçekleştirildi.

İçerik: Özgürlük yasakları kaldırıldı ve seyreltildi, güvenceleri pekiştirildi; Yürütme’nin ve idari (yönetsel) makamların aşırı yetkileri törpülendi; yargı denetimi öne çıkarıldı.

Sonuç ve etkiler: “Hukuk yoluyla demokrasi” ve “anayasa yoluyla siyaset” ereğinde iyileştirmeler, demokratikleşmeye ve toplumsal barışa kayda değer katkılar sağladı. 1982 Anayasası, 17 yıla yayılan değişikliklerle güvenlikçi ve otoriter özünden büyük ölçüde arındırıldı.

…ve yüzyıllar mirasının reddi

“AKP, iktidarda eskidikçe Anayasal demokrasiden uzaklaştı” görüşü, -birkaç aylık ilk Hükümet dışında- doğru zannedilen bir yanlıştır. İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun seçimle gelen başkanı ve AKP-Fetullahçıların balayı döneminin mağduru olarak, demokrasi hazımsızlığını ve evrensel insan hakları karşıtlığını yakından gözledim.

2007’de gerçekleştirilen ilk operasyonun ardından 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği oylamasına ‘fiili koalisyon ortağı’ güdümünde nasıl gidildiği belleklerde. Altı yıl sonra, “Allah’ın lütfu” olarak nitelenen eski müttefikin darbe girişimi, üçüncü ve son değişiklik için fırsat olarak kullanıldı.

2007-2017 değişikliklerinin itici gücü, kişisel iktidar arayışı oldu.

Temsili organ olan TBMM’de uzlaşma yerine, meşrulaştırma aracı olarak sandık ve YSK (mühürsüz oy ve zarflar) kullanıldı. Anayasa ile yetinilmedi: Eski ortakları ile hesaplaşma adına (için), ‘benzersiz toplu kıyım’ ve ‘siyasal ayak’ örtüsü olarak “hukuki, idari, mali, cezai (ve haliyle siyasi) sorumsuzluk yasaları çıkarıldı. 2024’te ‘sivil Anayasa’ sloganı ile yola çıkan TBMM Başkanı, 2016’da başbakan yardımcısı olarak 90 günlük OHAL için, ‘45 günde de bitebilir’ dedi; ama 45 bin x 3 = … kişiyi yargısız infaz eden OHAL KHK’lerine imza attı ve 45 yılda bile izleri silinmeyecek hukuk dışı bir dönem başlatıldı.

2017’de Hükümet ve bakanlar kurulu kaldırıldı, siyasal sorumluluk ve karar düzenekleri tasfiye edildi; Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı’na verildi. Yıllara yayılan Anayasasızlaştırma, 2017’de Osmanlı Devleti – Türkiye Cumhuriyeti anayasal ve siyasal mirasının reddi ile sonuçlandı.

Uygulamasına gelince; 2017 kurgusunun amacı ile bağdaşmayan Cumhur İttifakı, TBMM’de müzakereci demokrasi ve nitelikli yasama sürecini engelledi; liyakat yerine partizan uygulamalar sonucu adil yargılama güvencelerini işlevsizleştirdi.

Sonuçları ise,
– daha çok iktidar ve daha az özgürlük,
– daha çok fiili durum ve daha az hukuk,
– daha çok iktisadi-siyasal bunalım ve daha az toplumsal barış oldu.

Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü kuralını kağıt üstünde bırakan 2017 kurgusu, değiştirilemez hükümlere ilişkin ikiyüzlülükleri de beraberinde getirdi: İktidarı dizginleyici düzenekler kaldırıldığı için Yasama-Yürütme-Yargı ayrılığı, biçimsel bir Anayasa sistematiğine indirgendi. Devlet, -çevresel olanlar dahil- hak ve özgürlükleri ihlal aygıtına dönüştürüldü.

DEĞİŞMEZ MADDELER İKİYÜZLÜLÜĞÜ

II – İkinci olarak, Anayasa dışı güncel uygulamalar doğru saptanmalı ve okunmalı. 

–  Anayasa’da yazılı olmayan birçok fiili durum ve uygulama alanı yaratıldı: parti başkanlığı, yasama ittifakı ve kabine, bakanların siyaset yapması…

Emredici ve yasaklayıcı hüküm ihlalleri ise, sahiplenir göründükleri değiştirilemez maddelerin içeriğini boşaltma eşiğine vardı. Mahkeme kararlarını uygulamamak ve uygulatmamak için Cumhuriyet’in Temel organları olarak Yasama-Yürütme ve Yargı’nın açık ve örtülü işbirliği, Cumhuriyet’in temel niteliklerini düzenleyen madde 2’nin özünü zedeledi.

Osmanlı dönemini sahiplenir görüntüsü altında, çağdaşlaşma dönemindeki siyaset, hukuk ve laik eğitim alanındaki ilerlemelere karşı amansız savaş ise, tarihsel miras üzerine ikiyüzlülük.

2017 kurgusunun aktörleri ve uygulayıcıları, bugün “darbe ve sivil” karşıtlığı üzerinden “anayasal gelecek” söylemine sarıldı. Eğer, 1982 darbe idiyse, 2010 ve 2017 sivil; tersine, 2017 darbe ise, o zaman bu kurgudan vazgeçmek gerekir.

DARBE ve SİVİL SÖYLEMİ KİRLETİCİ

III – Nihayet, Anayasa, ancak gerçek bilgi ışığında tartışılabilir.

2004 itibariyle anayasacılık yörüngesine giren Türkiye’ye, 2017 OHAL ortam ve koşullarında dayatılan kurgu, Cumhuriyet ötesi ulusal kazanımları ve anayasal demokrasinin asgari standartlarını da kaldırdı.

Bu asimetrik anayasa değişikliği, siyasal (münavebe) açıdan, Cumhuriyet’in ilk çeyreği ve son çeyreğinde CHP ve AKP’nin asimetrik konumu ışığında da okunabilir. Şöyle ki; Tek Parti döneminde çok partili rejime ve iktidarın eldeğiştirmesine CHP öncülük etti. Son çeyreğinde ise, çok partili rejimi göstermelik kılarak siyasal münavebeyi tıkayan AKP oldu. Anayasal manüplasyon ve dezenformasyon, bu amaca yönlendirildi. Cumhuriyet’in 2. Yüzyılında da ‘tek parti egemenliğine son vererek iktidarın el değiştirmesi, CHP sayesinde gerçekleşecek

2017 kurgusunun aktörleri ve uygulayıcıları, bugün “darbe ve sivil” karşıtlığı üzerinden “anayasal gelecek” söylemine sarıldı. Eğer 1982 darbe idiyse, 2010 ve 2017 sivil; tersine, 2017 darbe ise, o zaman bu kurgudan vazgeçmek gerekir. Bu ortam ve koşullarda “darbe” ve “sivil” anayasa karşıtlığına dayanan söylem, anayasal dezenformasyon olarak gündem saptırmasıdır.

Bütün bunlar, anayasal bilgilenme hakkının önemini yaşamsal kılıyor. Çünkü, Anayasal bilgi kirliliğinin yayılması, asıl sorun olarak Anayasa’ya saygı ve demokratik hukuk devleti gündemini gölgeliyor. Bu nedenle, Anayasa konuşmanın ön koşulu, dürüst yöntem ve saydamlık temelinde doğru bilgi kullanmaktır.

Bilgi kirliliği, anayasal gerçekleri çarpıtmak ve saptırmak, yanlış olan üzerinde doğru algısı yaratmaya çalışmaktır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS), doğru sanılan yanlış kavramların başında yer alıyor. Çünkü Hükümet kaldırıldı, Anayasa madde 103 tanımına uyan Cumhurbaşkanlığı yok; Anayasal rejim ve sistem yerine ‘parti başkanlığı yoluyla iktidar tekeli’ var. Bunun sonucu ise, ‘Kişi+Parti+Devlet’ birleşmesidir.

‘PARTİ BAŞKANLIĞI YOLUYLA İKTİDAR TEKELİ’

Anayasa gündemi de, “sözde/yalancı anayasacılık”, tıpkı CBHS gibi. Türkiye’nin içine sürüklendiği derin bunalımlar sarmalının baş nedeni, 2017 kurgusunun yol açtığı hesap vermeyen ve (saydam olmayan) keyfi tek kişi yönetimi.

Şu halde Anayasa konuşmak için;

Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı hükümlerine saygı, ilk ve ön koşuldur.

-Parti başkanlığı, Cumhur İttifakı ve bakanların siyaset yapması gibi Anayasa’ya aykırı uygulamaları ortadan kaldırma gereği, ikinci koşuldur.

Anayasa değişikliği yoluyla hesap verebilir yönetim kurmak, asıl hedeftir.

Anayasa gündemi, anayasal dezenformasyonu ve 2017 kurgusunun değişmez maddelerin içini boşalttığını teşhir fırsatı olarak görülmeli:

  • 2017 kurgusuna son verecek, “demokratik hukuk devletinin asgari gerekleri doğrultusunda bir düzenleme yapma”nın yolu, yürürlükteki Anayasa’ya saygıdan geçer.

Başarı için ülkemiz yeterli birikime sahip. Sivil ve siyasal anayasal emek ve deneyim çok zengin. TBMM’de nitelikli yasama etkinliğine öncelik vermek durumunda olan CHP, ülke genelinde demokratik hukuk devleti ereğinde Anayasa’nın toplumsallaşmasına da öncülük edebilir.

Anayasal demokrasi, anayasal dezenformasyon ile inşa edilemez!