Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

İMAMLARIN DARBESİ

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Bahçeli, yüzüklü elinin altında tuttuğu “15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi” dosyası ile, “Sinan Ateş Dosyası” nedeniyle kendisini sıkıştırmaya kalkan AKP’ye gözdağı veriyordu! Bahçeli ve Ortakları
bu konuda boşuna birbirlerini tehdit etmesinler! DOĞRU Parti bu konuda da hazırlıklarını çoktan bitirip, dosyasını belgeler, fotoğraflar, noterli ifadelerle hazırladı. Çok yakında, Bahçeli’nin de bilmediği gerçekler yargılamada açığa çıkacak. Hepsi birlikte yargılanacak

15 Temmuz “Darbe Girişimi” dosyası, AKP İktidardan düşünce yeniden açılacak ve “Darbe Girişimi” sırasında işlenen suçların faillerini, planlı olarak gerçekleştirilen cinayetleri yapan katilleri korumak amacıyla, CB Erdoğan tarafından çıkarılan yasa ve kararnameler
AYNI YOLLA kaldırılacaktır. Çünkü;

15 Temmuz 2016 “Darbe Girişimi” T.C. Devletini yıkmak için dışarıda planlanan
“TEK ADAM SİSTEMİNİN” ve başta Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve Yüksek Yargı gibi devlet kurumlarımızın çökertilmelerinin de, ülkemize ON İKİ MİLYON sığınmacının getirilmesinin de, ekonomimizin çökertilmesinin de kaynağı,
bu darbe girişimi sayesinde ele geçirilen
meşruiyet dışı güçtür…

Türk Tarihi ve Türk Milleti huzurunda açıklıkla ifade ediyoruz ki:

  • AKP, bu Darbe Girişiminin ve sonrası cinayetlerin BAŞ SORUMLUSUDUR.
  • MHP, kendisine verilen talimat gereği, AKP’ye destek vermiş suç ortağıdır.

CHP 15 Temmuz’u anlayamamış, üstelik AKP-MHP’nin düzenlediği Yenikapı Mitingine katılmış, Kılıçdaroğlu orada yaptığı konuşma ile 15 Temmuz sonrası yapılan rezilliklere meşruiyet kazandırmıştır…

Şimdi de Özgür Özel, Yumuşama-Normalleşme“ adı altındaki oyuna balıklama atlayarak, Erdoğan’ın ÜÇÜNCÜ KEZ Cumhurbaşkanı seçilmesi suçunu (Anayasayı İhlal Suçudur) meşrulaştırma çabası içindedir.

AKP-MHP-HÜDA PAR ortaklığının işlediği maddiyata dayalı suçları görmezden gelseniz bile,

BOĞAZ KÖPRÜSÜNDE, silahsız İKİ TÜRK ASKERİNİN kafalarının canlı iken kesilip öldürülmelerini ve bu katillerin AKP tarafından korunmalarını, TÜRK MİLLETİNİN bağışlaması mümkün değildir…

Bu Bayram günü neden bunları yazıyorsun, diyebilirsiniz?

Aynı rezil filmi bir daha görmenizi istemiyoruz da ondan!

15 Temmuz’da gerçekleştirilen kanlı oyunun iki İmamı vardı.

Biri İstanbul İmamı, diğeri Pensilvanya İmamı!

Darbe, 15 Temmuz 2016 akşamı saat 20.30’da başladı.
Darbeciler, ne hikmetse AK Sarayı değil TBMM’yi bombaladılar!

Muhalefet liderlerinin farkında olmadıkları şey şu idi :

İkinci 31 Mart Vakası gerçekleşmişti. Fakat bu kez isyanı çıkaranlar da, sözüm ona bastıranlar da “Federe İslam Ümmeti Devleti” savunucuları yani, Atatürk Cumhuriyeti düşmanları idi…

Eğer buraya dek yazılanlar gerçek olarak kabul edilmez ise, şu sorunun yanıtı istemek her akıl sahibi insanın hakkı olmalıdır. Lütfen düşünün ve sorgulayın :

Darbe girişiminden 5-6 gün önce ortadan kaybolan Erdoğan’ın haberi yoksa ve bu darbe gerçekse, nasıl oluyor da aynı gün, o korku ve telaş içinde İKİ Anayasa Mahkeme Üyesi, BEŞ HSYK Üyesi, 2475 Yargıç “Silahlı Terör Örgütü Kurmak” suçlamasıyla gözaltına veya açığa alınabildi?

Bir günde bu kadar kişiye değil tebligat göndermek, adlarını alt alta yazmak bile mümkün değildir. İsterseniz deneyin!

Unutulmaması gereken önemli konu ise, bu FETÖ’CULARI kimlerin tayin ettiğidir.

Evet, Cemaat denen FETÖ/PDY silahlı bir terör örgütüdür. Ama bu örgütün işbirlikçisi ve devletin en hassas birimlerine yerleştirilmesi işini yapan AKP ve Erdoğan’dır.

Sağlık ve başarı dileklerimle, 18 Haziran 2024

Temel sorun anti-laiklik

Örsan K. Öymen

Örsan ÖYMEN
Felsefe Profesörü

Cumhuriyet, 17.6.24

  • AKP iktidarında var olan en temel sorun,
    laiklik ilkesinin uygulanmamasıdır.

Çoğu siyasetçinin ve yorumcunun sandığının aksine, en temel sorun ekonomik kriz de değildir, adaletten yoksunluk da değildir. Çünkü bugünkü ekonomik krizin de, adaletsizliğin de temelinde, AKP’nin laiklik karşıtlığı ve teokratik bir düzen kurma hedefi yatmaktadır.

Laiklik, dinin devlet, siyaset, hukuk, eğitim işlerine karışmaması; devletin de bu koşulla, dindar vatandaşın dinsel inanç ve ibadet (tapınç) özgürlüğünü, dinsiz vatandaşın felsefi görüşünü ve yaşam biçimini güvence altına almasıdır.

AKP iktidarı ise aksine, devlette kadrolaşmanın, siyasetin, ekonominin, hukukun, eğitimin ve yaşam tarzının (biçiminin) dincileşmesi doğrultusunda bir mücadele (savaşım) vermektedir.

Anayasanın 2. maddesi Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu; 14. maddesi, anayasada belirlenen hak ve özgürlüklerin, laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamayacağını; anayasanın 24. maddesi, devletin sosyal, ekonomik, siyasal, hukuksal temel düzeninin kısmen bile olsa din kurallarına dayandırılamayacağını ifade eder (emreder!).

AKP bu anayasa maddelerini yıllardır ihlal ettiği (çiğnediği) halde, muhalefet siyasetçileri ve AKP iktidarına karşı olduğunu iddia eden yorumcular, bu konuyu ısrarla gündeme getirmemektedir!
***
Ekonomik krizin (bunalımın) ekonomik nedenlerinin başında sanayi, teknoloji, tarım sektörlerinde etkili ve nitelikli bir üretim ekonomisinin var olmaması yer almaktadır.

Ancak Türkiye’de ekonominin bugünkü duruma gelmesinin ilk siyasal nedeni, AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın “nas” söylemi ve uygulamasıdır. Erdoğan anayasanın 24. maddesini çiğneyerek faiz stratejisini din kuralları ve “Kuran’ın zorunlu kıldığı buyruklar” üzerinden belirlediği ve faizleri düşürdüğü için, Türk Lirası radikal (kökten) bir değer yitimine uğradı ve buna bağlı olarak yüksek enflasyon ortaya çıktı.

  • “Nas” devalüasyona, devalüasyon enflasyona neden oldu!

Başka bir deyişle, laiklik ilkesinin çiğnenmesi ekonomik bunalıma yol açtı!

Eğer Türkiye’de sağlam bir üretim ekonomisi var olsaydı, “nas” böylesine büyük bir ekonomik bunalıma yol açmazdı. Ancak Türkiye’de ekonomi kırılgan bir zeminde varlığını sürdürdüğü için, “nas” çöküşe neden oldu.

Bunun da ötesinde, Türkiye’de ekonominin lokomotifi olan, ekonominin yükünü taşıyan ve buna bağlı olarak en çok vergi ödeyen paydaşlar, kesimler ve iller, Türkiye’de bir din devleti ve teokratik düzen hedefine sahip değildir. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Eskişehir, Bursa, Aydın, Muğla, Antalya, Manisa, Denizli, Balıkesir gibi sanayi, teknoloji, finans ve hizmet sektörünün öncü illeri bir din devleti sevdası içinde değildir.

Türkiye’de siyaseti Erzurum, Sivas, Kayseri, Çorum, Yozgat, Şanlıurfa, Rize ve/veya laiklik karşıtı tarikatlar ve cemaatler belirlemeye kalkarsa, ekonomik kalkınmanın sağlanması da kategorik olarak olanaksızdır.

Erdoğan’ın göremediği şey budur ve Erdoğan gerçekte kendi bindiği dalı kesmektedir.
***
Aynı durum, adalet ve hukuk alanındaki sorunlar için de geçerlidir. Petrol ve doğalgaz gibi doğal kaynakların olmadığı bir ülkede, hukuk devleti ve adalet de yoksa, o ülkede ekonomik kalkınmanın neredeyse olanaksız olduğu doğrudur. Ancak,

  • Türkiye’de neden adalet, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı yoktur ve masum insanlar hapislerde yatmaktadır?
  • Çünkü AKP teokratik bir düzen kurmayı amaçlamaktadır!

Kamuoyunda sık sık karşılaştığımız “patrimonyal sultanlık”, siyaset bilimsel açıdan AKP düzenini tanımlamak için uygun bir kavram değildir. Bu kavram AKP’nin laiklik karşıtı siyasetini yok saymaktadır.

  • AKP teokratik bir monarşi kurmak peşindedir!

Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Anayasaya darbe10 Haziran 2024

BAYRAM ve BABALAR GÜNÜ

Suay Karaman

Bu yıl Kurban Bayramı ile Babalar Günü aynı güne denk geldi ve birlikte kutlandı. Yaşam, sürekli olarak kendini geliştirmek, yenilemek ve ileriye doğru atılım yapmaktır. Zamanımızdan 1400 yıl önceki yaşam biçimini günümüzde de sürdürmek ısrarı yanlıştır. Bunu başaramayan bireyler ve toplumlar geri kalmaya mahkumdur. Bugün İslam ülkelerine bakınca, bu durum net olarak görülmektedir. Zaten laikliğin olmadığı yerde demokrasi, hukuk, adalet, bilim olmaz; bu nedenle gelişme ve ilerleme de olmaz. İşte ülkemizi, öbür İslam ülkelerinden ayıran fark da buradadır.

Müslümanların büyük çoğunluğunun kurban kesmeyi bir zorunluk gibi algılayıp, en zor koşullarda kurban kesmeye çalıştıkları bilinmektedir. Kuran’da Hac suresinin 36. ayetindeki “Allah’a kulluğun bir işareti olarak, hayvanların kurban edilmesinde sizin için yararlar mevcuttur…” ifadesine göre yapılan bu işlem için kimi açık fikirli ilahiyatçılar bir sonraki 37. ayetteki “Unutmayın ki o kurbanların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır. Sizden Allah’a ulaşacak olan tek şey erdemli davranışınızdır.” ifadelerine dikkat çekmektedirler. Ancak bilimden payını alamayan tutucu görüş öne çıkartılarak, kurban bayramında hayvanlar kesilmektedir. Bu hayvanlar sevap adına (için) kurban edilmektedir ama neyin sevabı olduğu da belli değildir. Ahlak yoksa, dürüstlük yoksa, erdem yoksa, bilimsellik yoksa, yurtseverlik yoksa bu neyin sevabıdır, salt kendini kandırmaktır.

Kurban Bayramında hayvan kesmek yerine, ödenecek bedelin gereksinimi olan kişilere ya da gerçekten güvenilir kurumlara verilmesinin daha doğru olacağı bilinmelidir. İşte bundan daha güzel bir sevap olamaz. Ülkemiz, 1980’li yıllarda kendi kendine yeten yedi ülkeden biriyken, Turgut Özal ile başlayan ve AKP ile süren dönemde, bu niteliğini yitirmiş ve yurt dışından birçok gıda ürünü almaya başlamıştır. Bugün yaklaşık 85 milyonluk Türkiye’nin 15 milyon ineği varken, 4 milyonluk Uruguay’ın 16 milyon ineği olmasının üzerinde düşünülmesi gerekir. Özellikle kurban bayramları için Arjantin, Brezilya ve Uruguay’dan canlı hayvan almamız konusunda, ülkemiz yöneticilerinin pişkinlikleri de unutulmamalıdır.

Ülkemizde her geçen yıl hayvan varlığı azalmaktadır. Özellikle dışalım politikası ile yerli üretim olumsuz etkilenmektedir. Bunların dışında yem başta olmak üzere girdi bedellerinin çok yüksek olması, mera alanlarının amaç dışında kullanılması, kırsal nüfusun yaşlanması ve hayvancılığın yeterince desteklenmemesi, günden güne hayvan varlığının azalmasına neden olmaktadır. 2023 yılında 52.363.000 küçükbaş ve 15.583.000 büyükbaş hayvan varlığına sahip ülkemizde, her kurban bayramında yaklaşık 2.750.000 küçükbaş ve yaklaşık 850.000 büyükbaş hayvan kesimi yapılmaktadır.

  • İslam’ı yeniden ve günümüzün koşullarına göre yorumlamanın zamanı gelmiştir.

Ülkemizdeki tüm ibadetin Türkçe olarak yapılması da gerekli olduğu ölçüde, aynı zamanda zorunluktur. Günümüzde gördüğümüz yobazlığın sona erdirilmesi için bu gereklidir. Çünkü
1400 yıl önceki İslami yaşam biçimini, bugün her yönüyle yaygınlaştırmak isteyen anlayış, demokratik ve laik devlet ilkesi ile çatışmaktadır. Siyasal iktidarın eylem ve söylemleriyle, özellikle yeni eğitim-öğretim programlarıyla toplumun aydınlık geleceği karartılmak istenmektedir.
***
1972 ‘den beri, babaların çocuklarının yaşamları için verdikleri katkıyı ve savaşımı takdir etmek için “Babalar Günü” kutlanmaktadır. Sonora Loise Smart Dodd (1882-1978) adlı bir kız, annesinin yokluğunda altı çocuğunu tek başına büyüten Amerikan iç savaş gazisi babası William Jackson Smart (1842-1919) için, anneler günü gibi babalar gününün de olması gerektiğini düşünmüştür. Bunun için babasının doğum günü olan 5 Haziran’ın Babalar Günü olarak ilan edilmesi için çalışmalara başlamıştır. Ancak çalışmalar o tarihe yetişememiş ve kutlamalar Haziran ayının 3. Pazar gününde kutlanmıştır. Babalar Günü ilk kez 19 Haziran 1910’da Washington eyaletinin Spokane kentinde kutlanmıştır.

1924’te ABD Başkanı Calvin Coolidge (1872-1933) kutlamaları desteklemiştir ama resmi olarak babalar günü ilan edilmemiştir. 1966’da ABD Başkanı Lyndon Baines Johnson (1908-1973),
her yıl Haziran ayının 3. Pazar gününün babalar günü olarak kutlanacağını açıklayan bir bildiri yayımlamıştır. 1972’de ise ABD Başkanı Richard Nixon’ın (1913-1994) imzasıyla Babalar Günü yasal olarak ABD’de resmi tatil ilan edilmiştir. Bugün Türkiye’nin de arasında bulunduğu yüze yakın ülke, Haziran ayının 3. Pazarı gününü “Babalar Günü” olarak kutlarken, kimi ülkeler farklı tarihlerde kutlamaktadır.

Gerçekte Babalar Günü de kapitalizmin yarattığı özel günlerdendir. Normal olarak insanlar babalarını da, annelerini de, eşlerini de, çocuklarını da, kardeşlerini de yalnızca bir gün değil; her gün anar, her gün sever. Kapitalizmin yarattığı bu günler, bir tüketim çılgınlığına dönmektedir. Bayram ise özünde sevgidir, dostluktur, saygıdır, hoş görüdür.

  • Bayram doğayı ve vatanını sevmektir, ulusal değerlere sahip çıkmaktır.

Bu değerlere sahip insanlarımızın bayramı kutlu olsun.

Azim ve Karar, 17 Haziran 2024

Anayasa Mahkemesi ve darbe anayasası

Siyaset, 13.06.2024, BİRGÜN 

AKP Sözcüsü Ö. Çelik, Erdoğan’ın CHP dönüşünde yaptığı ve muhtemelen (olasılıkla) önceden hazırlanmış olan açıklamasında, “Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız”  unvanını sürekli birlikte kullandı. CB Anayasal unvan, Parti Genel Başkanlığı ise fiili durum.

Bu fiili (eylemli) durumun kaynağı şu saptama: “Türkiye’de fiili bir durum vardır… ve de suç işlenmektedir.” Bahçeli’nin konuşması (16.10.16), OHAL ortam ve koşullarında Anayasa değişikliğinin itici gücü oldu. Anayasal kamuoyu oluşmadan ‘evet’ ve ‘hayır’ kampanyaları eşit olmayan koşullarda yürütüldü.

  • YSK, Anayasa’ya aykırı bir kararla mühürsüz zarf ve oyları geçerli saydı
    ve sonucun ‘evet’ yönünde çıkmasını sağladı.

15 Temmuz darbe girişiminin 3. ayında Hükümeti ve Parlamenter rejimi kaldırmak için düğmeye basan ve 6 ay içinde bunu ‘başaran’ AKP-MHP ikilisi, uyum yasaları için kendilerine 6 aylık süre tanıdı.

Bu zaman içinde başlıca yasama faaliyeti, seçim yasasında değişiklik oldu. 12 ay sonra, seçimleri 16 ay öne alan AKP-MHP, yine uyum düzenlemesi yapmadı; seçim kararı sonrası yürürlüğe koyduğu 7142 sayılı yasa (RG: 18.5) ile uyum düzenlemelerini KHK’ye bıraktı.

24 Haziran seçimleri, yüzyılların ürünü Anayasal ve siyasal mirası tarihe gömdü; KHK-703 ise, seçimler sonrası çıkarıldı. İzleyen günlerde Cumhurbaşkanı, CBK-1 ile 536 maddelik düzenleme yaptı.

Böylece, Nisan 2017’de tasfiye edilen Osmanlı-Cumhuriyet kurumları yerine getirilen tek kişili Devlet yönetimi ve yürütme için uyum düzenlemesi, kendini tasfiye etmiş olan Hükümet ve bütün yetkileri kendisinde toplayan kişi tarafından yapılmış oldu.

Pek hacimli olan tasfiye ve sözde uyum düzenlemelerinin iptali için CHP, 60 gün içinde AYM’ye başvuru yaptı. AYM ise, 60 ayda karar ver(e)medi.

2017 kurgusu, bir devletin yıkılarak yeni bir devlet kurulması sırasında yapılan köklü değişiklikleri andıran Anayasal düzenleme. AYM ise, CBK-1 ve KHK-703 denetimini yıllara yaydı.  Olağan düzenlemelerde bile 5-6 yıl makul süre değil kuşkusuz; ancak, bu denli köklü kopuş ve geçiş dönemine ilişkin düzenlemeler açısından anlaşılması zor, fazla gecikme.

Anayasa suçu’ saptaması, Anayasa değişikliğinin itici gücü olmuş olsa da, inşa edilmek istenen rejim, otoriter de olsa, bunun hukuk yoluyla gerçekleşmesi, AYM’nin, adil yargılanma hakkının asgari gereklerinin uygulanmasına bağlı idi.

Hukuka inançlı yurttaşlar, kararlarını sabırla bekledikleri 62 yıllık Anayasa Mahkemesi (AYM), 6 aylık zaman diliminde Devlet’in üç erkinin tümüyle Anayasa dışı söylem, işlem ve eylemleri ile karşılaştı. Kuşkusuz bu durum, Anayasa yargısında da bir ilk.

AYM kararlarını uygulamayarak Anayasa’yı ihlal ile yetinmeyen ve AYM üyelerine karşı suç duyurusunda da bulunan Yargıtay 3. CD Başkanı, 16 Mayıs’ta C. Başsavcısı olarak atandı.

CB ve Yargıtay’ın ödüllendirme atamasının temeli Can Atalay kararı (RG: 27.10.23)!

AYM’nin değinilen iki kararı da, Cumhur İttifakı’nın ödül çalışmaları yaptığı tarihlere rastlıyor:

CBK-1 hakkında 26 Ekim 2023’te verilen kısmi iptal kararı 27 Şubat 2024’te RG’de yayımlandı; yürürlük için 9 aylık süre tanındı.

KHK-703 hakkında 7.12.23 ta. kararları ise, 4.6.24 ve 5.6.24 tarihli RG’de yayımlandı… (482+113 sf.); yürürlük için 12 aylık süre tanındı.

Burada, 6 yıllık gecikme ve 6 aylık hesaplaşma arasındaki çelişkiler açık.

CB’ye atfen (yollama ile, gönderme ile) Ö. Çelik’in sıkça yaptığı “darbe anayasası” nitelemesi karşısında, ‘hangi darbe?’ sorusuna verilecek yanıt açık: 15 Temmuz Anayasası!

AYM, Darbe anayasası geçiş dönemi hukuksuzluğunu 2018’de yürürlüğün durdurulması veya tümden iptal ederek önleme yerine, 6 yıl sonra teşhir etme yolunu seçti.

Ö. Çelik’in, ısrarla kurtulmak gerektiğini vurguladığı ‘darbe anayasası’, AYM’nin teşhirine katkıda bulunduğu 2017 kurgusu değil mi?
======================================
Yazarın Son Yazıları

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 12 Haziran 2024

 

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

AYIN İĞNESİ Rize’deki Çay Mitingi’nden bir afiş :

“Servetiniz, bizden çaldıklarınız”

EN KÖTÜSÜ

Mayıs ayı enflasyonunu açıklayan İngiliz Şimşek, “En kötüsü geride kaldı” ifadesini yineledi..

Oysa en kötüsü iktidarda kaldı…

TERÖRİST

Yerine kayyum atanan Hakkari Belediye Başkanı ile ilgili Bahçeli, “Terörist milletvekili, terörist belediye başkanı istemiyoruz.” dedi. Soruyorum;

  1. Teröristin aday olmasına ses çıkarmayan Yüksek Seçim Kurulu istiyor musunuz?
  2. Başlangıçta teröriste yol açmak, seçimi kazanmadan belediyeyi ele geçirme yönteminiz midir?..

UMUT

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli“nin tanıtım programı sırasında RTE’ye sarılan öğrenci, dolandırıcılıktan yargılanan fenomen Nihal ve Bahar Candan‘ın kardeşi çıktı.

Kimlerin umudu?..

TERFİ

AKP’nin, 926 sayılı TSK Personel Yasası’nda yapmak istediği değişiklikle terfilerde tümüyle Bakanlar yetkili olacak.

Yasa mevcut (verili) duruma uyduruluyor…

İngiltere’deki salgın ve Türkiye için uyarı

Prof. Dr. Bekir KOCAZEYBEK
Tıbbi Mikrobiyoloji Uzm., Cerrahpaşa Tıp Fak.

12 Haziran 2024, Cumhuriyet
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

 

İngiltere Sağlık Güvenliği Ajansı (UKHSA) yetkilileri 4 Haziran 2024 itibarıyla İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’da doğrulanmış 113 kanlı ishal vakasının görüldüğünü, bunların %61’inin hastaneye kaldırıldığını, yılsonuna dek bu olguların giderek artabileceğini ve 1500’e dek çıkabileceğini açıkladılar. UKHSA yetkilileri kanlı ishalin nedeni olarak da Shiga toksini üreten Escherichia coli (STEC) isimli bir bakteri olduğunu bildirdiler.

STEC serotipi bakterinin idrar yolları enfeksiyonu yapan, insanların ve hayvanların bağırsak bakterisi olan “Escherichia coli”nin bir alt serotipi olarak ishal/diyare ve kusma yapan bakteridir. Bu EHEC/STEC tipi bakteriler, insanlarda kanlı ishal ile seyreden hemolitik üremik sendrom (HÜS) gibi böbrek fonksiyonlarının (işlevlerinin) bozulmasıyla karakterize (nitelikli) kronik (süregen) böbrek yetmezliğine neden olmakta ve ölümlere de yol açabilmektedir.

İngiltere’de ciddi kanlı ishal vakalarının (olgularının) artışına neden olan EHEC/STEC serotipi içindeki alt tipin O145 alt tipi olduğu, bu serotip içinde en sık hastalık nedeni olarak görülen O157:H7 alt tipinden farklı olduğu ve çoğu vakanın O145 alt tipiyle tek bir salgını oluşturduğu ifade edilmiştir. Bu bakterinin bir bireye bulaşıp kanlı ishal ve kusma ile seyreden hastalığı oluşturması için 1 ile 15 arası bakteri hücre sayısı yeterlidir. Bu kadar düşük sayıda bakterinin hastalık oluşturması kişiden kişiye bulaşı artırmakta ve lokal ciddi salgınların gelişmesine neden olmaktadır.

UKHSA yetkilileri kanlı ishal salgınının kaynağının henüz belirlenemediğini, ancak İngiltere’de geniş bir coğrafyada vakaların dağılımı olduğunu belirterek, muhtemelen ulusal düzeyde dağıtılan bir gıda veya birden fazla gıda maddesinin buna neden olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Tehlikeli EHEC/STEC serotipinde alt tip olarak O157:H7 alt tipi enfeksiyon hastalıkları bilim çevrelerince çok iyi bilinen ve salgınlarda en sık rastlanılan kanlı ishal ve HÜS yapabilen bir etkendir.

SUYA KARIŞABİLİR

2022’de Bolu’nun Çaydurt Yuva ve Kındıra köylerinden olası içme suyu tüketen 148 kişi bulantı ve kusma ile hastaneye başvurmuş, beş kişinin yapılan tetkiklerinde ise kanlı ishal ile ortaya çıkan anemi (kansızlık), akut böbrek yetmezliği ile seyreden HÜS tanısına ulaşılmış, bir kişi yaşamını yitirmiştir. Hastaneye başvuran kişilerin yaşadığı bölgede yapılan mikrobiyolojik incelemelerde dere, akarsu ve sondaj kuyularında bakteriyolojik kirlenme tespit edilmiştir. Bu yerel salgın üzerine dikkatler o dönemde Kurban Bayramı nedeniyle kesilen hayvanlardan arta kalan EHEC/STEC bakterisiyle olası enfekte (bulaşlı) hayvan deri postları, kemikleri, bağırsaklarının gelişigüzel kırsal ve ormanlık kesime bırakılmasına ve olası O157:57 EHEC/STEC bakterisinin (ya da az bir olasılıkla benzer hastalık kliniği oluşturabilen Shigella spp. tipi bakterisinin olabileceği) köylerde kullanılan içme suyu kaynağına karışabileceği (o dönemde basında Bolu’daki vaka bildirilen bölgelerde köy içme suyu salgınlarından sorumlu olacağı ileri sürülmüştü) üzerine yüksek olasılıkla yoğunlaşmıştır. Özellikle EHEC/STEC gibi kanlı ishal, akut böbrek yetmezliği ile HÜS yapabilen bu alt tip bakterilerin bulaş zincirlerinin başta süt inekleri olmak üzere sığır, dana, koyun, keçi gibi sıcak kanlı hayvanların dışkıları ile ete, süte, toprağa, suya ve dolayısıyla tüm çevreye yayıldığı net olarak gösterilmiştir.

Nitekim geçmişte Bolu’da HÜS ile seyreden ve bir kişinin yaşamını yitirmesine neden olan ve yakın zamanda İngiltere’de de benzer klinik yakınmalarla geniş bir bölgede kanlı ishal ve HÜS ile seyreden vakalarda etken olan bakteri aynı EHEC/STEC serotipine sahiptir. Bu bakteri serotipinin önümüzdeki günlerde ülkemizde yaşanacak olan kurban kesimleri sonrası hayvan artıklarının kırsal kesim, mera vb. içme suyu bulunan havzalara bırakılmasıyla süreç içinde
içme sularına karışması kaçınılmaz gibi gözükmektedir.

BAYRAMDA DİKKAT

Yapılan bir çalışmada bu bakterinin sayısının toprakta 130 günde 100 milyon hücreden 10 milyon hücreye indiği, yani aylarca hastalık oluşturma sayısını hâlâ korunduğu gösterilmiştir.
Bu nedenlerle kesilen hayvan artıklarının içme suyu bulunan havzalara bırakılmaması ya da kesim yapılan yerlerde lokal (yerel) çukurlarda imha edilmeleri gerekmektedir. Bunun dışında içme ve kullanım sularındaki klor düzeylerinin “İnsani Tüketim Amaçlı Sular Yönetmeliği”ne göre içme ve kullanım sularında olması gereken klor düzeyinin 0.2 mg/L üzerinde olmasının sağlanması hususunda içme suyu şebeke hatlarının periyodik kontrollerinin (dönemsel denetimlerinin) yapılmasının önemi de ortadadır. (AS: Anılan Yönetmelik, 10. maddesinde “..uç noktada yapılacak ölçümlerde serbest klor düzeyinin 0.2-0.5 mg/L” demektedir. Kanımızca Bayram döneminde üst sınıra yakın olunmalı.)

Bunun ötesinde özellikle kurban kesimleri süresince belediye/valilik, zabıta ve güvenlik ekiplerinin hayvan kesim artıklarının toplum sağlığını tehdit edebilecek ve salgın hastalık oluşturabilecek içme ve kullanım suyu havzalarına gelişigüzel bırakılmaması hususunda izlemlerinin ve denetimlerinin süreklilik göstermesi halk sağlığı yönünden önem arz etmekledir (taşımaktadır).
====================================
Dostlar,

“Kurban kesimi” dinsel bir yüküm değildir.
Muhammet Peygamber döneminde Kâbe’yi ziyarete gelenlere ikram için bir gelenektir. Günümüz koşullarında, 13-14 yy sonra, muazzam artan Müslüman nüfus 2 milyara yakındır.
Salt Türkiye’de geçen yıl “Kurban Bayramlarında” 4 milyona yakın hayvan 1-4 gün içinde topluca kesimevi (mezbaha) koşulları dışında kesildi. Bu eylem halk – toplum sağlığı, çevre sağlığı açısından çok ciddi bir tehdit kaynağıdır. Dünya genelinde sayı yüz milyona ulaşabilir ki bu çok ağır yükü çevresel yapı – doğa kaldıramamaktadır. Sorun Küresel ölçektedir ve Müslüman olmayan 6 milyarı aşkın insanın yaşamını da tehdit edebilir, bu yönüyle uluslararası bir çatışma konusu da olabilir. BM ve Dünya Sağlık Örgütü, FAO, UNEP küresel topluma uyarı yapmalıdır.

Öte yandan, hayvan hakları bakımından, bir “bayıltma” yapılmadan ve de acemi ellerde kesim açık vahşettir!

Kurban” sözcüğü ille “hayvan kesimi” anlamına gelmiyor! Tanrı’yı hoşnut edecek tüm eylemler bu kapsamdadır. Öğrencilere burs vermek, yurt yaptırmaktan tutunuz verginizi tam vermek, işinizi namuslu – dürüst yapmak, adil ve erdemli olmak, çalışıp üretmek… hep bu kapsamdadır. Konu ticarete de alet edilmektedir.

Dini siyasete alet etmeyen politik önderlerin, DİB’in halka dürüstçe çağrı yapması artık ertelenmemeli, insanların temiz duyguları kötüye kullanılmamalı, sömürülmemelidir. Bir de ağır yoksullaşTIRma kıskacındaki milyonlar, gerçekte dinsel zorunluk – ibadet olmayan “bu ritüeli / geleneği” yerine getiremedikleri için tinsel (manevi) acı duymaktadırlar. Bu sorun da yönetilebilir.

Yoksulların et yemesi” gerekçesi acıklı – gülünçtür (traji -komiktir)! İslam dini yoksulluğu verili olgu saymakta, fitre-zekat önermektedir. Yabanıl (vahşi) kapitalizm sömürgendir. Oysa toplumcu – kamusal ekonomi politikalarıyla yoksulluk sıfırlanamasa bile çok önemsiz düzeye köktenci olarak çekilebilir. İnsanların, dinleri ve ideolojik sistemleri sorgulamaları, yoksulluklarının nedenlerini anlamaya çalışması, bu tablonun bir yazgı değil insan eliyle dayatıldığını ve aşılabileceğini kavraması gerek! Aydınlar yürekli davranmalı, siyaset kurumu dürüst olmalı!

Web sitemizde bu bağlamda daha önce de epey yazı yayınladık. “Kurban” sözcüğü ile taranabilir. Yalnızca iki yazımız için erişkeler (linkler) aşağıda.

Bkz. http://ahmetsaltik.net/2015/09/24/kurban-bayrami-ve-sagligimizi-korumak-2/
http://ahmetsaltik.net/2017/09/01/kurbanin-islevini-sorgulayalim-bosuna-kurban-kesip-durmayin/

İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık‘ın  üstteki erişke (link) ile okunabilecek yazısından :

  • Kuran diyor ki; “Onların etleri, kanları Allah’a ulaşmaz!”
  • Yani, boşuna kesip durmayın! 
  • Allah diyor ki, onlar bana ulaşmaz, Ben sizden iyilik, doğruluk, dürüstlük, kardeşlik, merhamet, sevgi, bunları bekliyorum; karz-ı hasen, salat, zekat, ihtiyaç fazlasını verme, isar, birbirinize kendinizi feda etme, yoksulları gözetme, zayıfın elinden tutma, düşmüşü kaldırma, bunları bekliyorum, takva budur.
  • Her yeri kan gölüne çevirdiğin zaman, Allah bundan mutlu oluyor değildir.
  • İşin aslı buydu, sonra döndü dolaştı ve başka bir şeye dönüştü.”

Sevgi ve saygı ile. 13 Haziran 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

AKP İKTİDARININ PEDAGOJİK AÇIDAN “ÇEDES” ve “TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MÜFREDATI” ÜZERİNE NOTLAR

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

AKP iktidarının “ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım ve Değerlerime Sahip Çıkıyorum)” projesi ile “Türkiye Yüzyılı Maarif Müfredatı” (öğretilecek ders içerikleri, yetişek) Programı” hem hazırlanma biçimi, hem ana okuluna dek inen hedef kitlesi, hem programın paydaşları ve öğreticileri ve hem de bilimsel niteliği konusunda önemli ve çoğu da haklı eleştirilere uğradı. Özellikle bilimsel PEDAGOJİK FORMASYONDAN uzak kaldığı ısrarla vurgulandı. Peki Pedagoji ne demek? Özetleyerek anlatmaya çalışalım.

PEDAGOJİ NEDİR?

Pedagoji bilimi, eğitim ve öğretim bilimlerinin temeli yapı taşı ya da o olmazsa olmazıdır. Eğitim ve öğretim süreçlerinin her yönde ve her aşamada kuramsal ve uygulamalı olarak analiz edilmesini hedefler. Ana konusu eğitim kuramları, eğitim yöntemleri, öğrenci-öğretmen ilişkileri ve öğrenme süreçleri üzerine yoğunlaşır. Pedagoji, farklı yaşlar ve aşamalardaki öğrencilerin ve yetişkinlerin en doğru ve en etkili biçimde nasıl öğrenebileceklerini belirler. (AS: yetişkin eğitimi için Androgoji terimi kullanılıyor.)

Eğitimde öğrenilmesi gereken başlıca konular şunlardır :

1- Eğitim kuramları (teorileri)

Pedagojik eğitime yön veren bilimsel kuramların incelenip öğrenilmesi zorunludur. Bu kuramlar eğitim programını yapanlara ve öğretmenlere Pedagojik Formasyon kazandırma ve uygulamaya aktarabilme kapasite (sığa) ve yeteneklerini artırmaya yönelik temel girdileri sağlar.

2- Öğrenme süreçlerinin analizi (çözümlenmesi)

Bu aşama, farklı yaş dilimindeki öğrencilerin yaş düzeylerine uygun öğrenme ve anlama yeteneklerini göz önünde bulundurma bilgi ve becerisine kavuşmaları içindir. Örneğin anaokulu çocuklarına soyut bilgiler veril(e)mez.

3- Eğitim Psikolojisi

Eğitim psikolojisi, öğretici ya da öğretmene farklı yaş dilimlerindeki öğrencilerin psikolojilerini doğru bilmek ve bu bilgiler ışığında onların davranış kalıplarına uygun ders çalışmaya isteklendirme (motivasyon) yolları bulmak içindir.

4- Toplumsal ve kültürel (ekinsel) etkenler

Her çağın sosyo-kültürel (toplum-ekinsel) etmenleri ve koşulları farklıdır. Ayrıca, aynı çağda yaşasalar bile, toplumların gelişme düzeyleri ve sosyo-kültürel (toplum-ekinsel) yapıları birbirine uymaz. Eğitimci ve öğretmenin görevi, kimi gelenek, örf, boşinan (hurafe), yanlış davranışlar konusunun eğitim ve öğretim sistemine zarar vermesine engel olmaktır. Kimi kültürler aklı-bilimi önceler, kimileri de engeller oluşturabilir. Örneğin kız çocuklarının kimi yanlış dinsel yorumlarla eğitim alma ve meslek edinme haklarının ellerinden alınmaması için öğrenci ailelerinin ikna edilmesi gerekir.

Öğretim sürecindeki her yaş basamağına göre ayrı pedagojik uygulama yöntemleri vardır.

PEDAGOJİK UYGULAMA BASAMAKLARI

a- Okul öncesi eğitimin ana amacı, öğrencilere temel beceri kazandırma ve sosyalleşmelerine katkı sağlamaktır Bu iş tuvalet eğitiminden el becerilerine, arkadaşları ile iyi geçinmeden düşüncelerini doğru tümcelerle açıklamaya, giysilerini temiz tutmadan, eğitim araç-gerecine zarar vermemeye… dayalı temel becerileri geliştirmeye dayanır. Yalan, iftira ve hırsızlığın sakıncaları anlatılır. Ama anaokulu öğrencileri henüz soyut düşünemedikleri ve analiz yeteneğine yeterince ulaşamadıkları için onlara din, mezhep, ideoloji vb. soyut telkinleri yapmak yanlış ve sakıncalıdır.

b- İlk ve orta öğretim düzeyinde öğrenciler için en gerekli kazanım doğru ve eleştirel düşünceyi öğrenmek ve gelecekteki mesleksel ya da akademik öğrenimi için gerekli temel bilgi ve becerilere sahip olabilmektir. Bu basamakta öğrencilere kimlik, ait olma, din, yurt, bayrak ve toplum sevgisi verilebilir. Ancak kazandırılan her türlü ulusal değerin, başka ulusların benzer
ya da denk değerlerine düşmanlık yaratacak biçimde ve dozda olmaması gerekir.

Bu basamakta öğrencilerin duygudaşlık (empati) yeteneklerinin de geliştirilmesi gereklidir. Çoğulculuk, eşitlik – hakçalık (hakkaniyet), adalet, sevgi, barış, hoşgörü, konukseverlik, aile bağlarının güçlendirilmesi, dayanışma… vb. alışkanlıklar kazandırılması hedeflenebilir.

c- Yükseköğretim – üniversite aşamasında da bilimsel Androgojik formasyona gerek vardır. Üniversitelerdeki eğitim ya meslek edinme ya da derinlemesine bilgi sahibi olma amacına yöneliktir. Bilimsel ve eleştirel düşünme, araştırma yöntem ve tekniklerini kullanabilme yetisini kazanmak ve bağımsız araştırmalarla bilimsel ve yararlı bilgi üretmek… evrensel üniversite eğitimi ile olanaklıdır. Ayrıca üniversite öğrencisi bir yetişkindir. Onlara yetişkin psikolojisine uygun davranmak gerekir.

PEDAGOJİ TÜRLERİ ve PEDAGOJİK YAKLAŞIM ÇEŞİTLERİ NELERDİR?

Bilim insanları, özet olarak, üç tür pedagoji kümesinden söz ediyorlar.

1- Otoriter Pedagoji
Katı disiplin ve esnemez otoritenin (yetkenin) egemen olduğu yaklaşım modelidir. Öğretici- öğretmen odaklıdır. Dersler tek yönlü, öğreticiden öğrenciye aktarmayla yapılır. Daha çok ezbere ve verilen bilgilerin sınavlarda geri bildirimine dayanır. Bu yaklaşımda öğrenci genellikle edilgendir (pasif). Feodal, teokratik (dinci) medrese tahsiline dayalı bir modeldir. Otoriter ve totaliter ülkelerde eğitim bu yöntemle verilir…

2- Liberal Pedagoji
Bireysel özgürlükleri ve eleştirel düşünmeyi amaçlayan bir yaklaşımdır. Öğretmen değil, öğrenci odaklıdır. Ezberlemeye değil öğrenmeye dayanır. Her öğrencinin, verilen eğitim girdileri, ders içerikleri hakkında soru sorma ve eleştiri özgürlüğü vardır. Bu yöntemde öğrenci aktiftir (etkindir). Bilgileri ezberlemek değil, sindirebilmiş olmak önemlidir. Sınavlarda, öğrencilerin aldıkları bilgileri özümseme düzeyleri ölçülür.

3- Katılımcı Pedagoji
Katılımcı Pedagoji, Liberal Pedagojinin daha geliştirilmiş biçimidir. Bu modelde tüm paydaşlar, uzmanlar, öğretmenler öğrenciler ve öğrenci velileri görüş bildirme ve katkı sunma hakkına sahiptir. Ders içerikleri birlikte eleştirilip geliştirilebilir. Bu modelde paydaşlar, özellikle öğretmenler ve öğrenciler özgürlüğün ve katılımcılığın psikolojik hazzını (doyumunu) yaşarlar. Etkin (Aktif) oldukları için, öğrencileri (ve öğretmenleri) öğrenme süreçlerinde isteklendirme daha kolaydır. Gelişmiş ve demokratik ülkelerdeki Pedagojik yaklaşım genelde yukarıda anlatılan son iki sistemin sentezi (bireşimi) gibidir.

BİR MÜFREDAT (Yetişek) NE ZAMAN ÇAĞDAŞ OLUR?

1- Eğer bir müfredat (yetişek), aklın ve bilimin ışığında, tüm paydaşların (öğretmen, sendika, üniversite, bakanlık, uzmanlar, basın…) özgür ve ortak katılımı ile çağdaş birey, çağdaş aile, çağdaş toplum ve çağdaş devletin ulusal ve evrensel gereklerini karşılayacak biçimde hazırlanmışsa,
2- Müfredatın (Yetişeğin) hazırlanmasında dikkate alınan veriler ve kaynaklar akılcı, bilimsel ve çağdaşsa,
3- Eğitim ve öğretimin baş ögeleri olan öğretmenler çağdaş bir anlayışa ve motivasyona (güdülenmeye) sahiplerse, maddi olarak insanca yaşayabiliyorlarsa,
4- Eğitim-öğretim araç-gereçleri yeterli ve çağdaşsa
5- Eğitim-öğretim yerleri, derslikler, laboratuvarlar, kütüphaneler.. internete, bilgiye erişim olanakları fiziksel ve maddi olarak nitelikli, yeterli ve çağdaşsa,
6- Eğitim politikası bir etnik ya da azınlık kesimin ideolojik aygıtı olmaktan uzak, toplumun bütünün ve devletin çağdaş gereklerine göre düzenlenmişse,
7- En önemlisi de ülkedeki yönetsel, bilimsel, eğitsel, kültürel, ekonomik, hukuksal ve siyasal anlayış çağcılsa, o zaman çağdaş olur.
***
Değerli okurlar,
Yukardaki bilimsel bilgiler, veriler ve ölçütleri dikkate alarak ÇEDES ve YENİ MAARİF MÜFREDATI (Yetişeği) hakkında bir kanıya varabilirsiniz.

Son sözüm şudur             :

Eğitim programlarının yapılmasını eğitimbilim uzmanlarına (Program Geliştirmecilere), program öğretmenliğini mesleksel teknik bilgi birikiminin yanında, üniversitelerde bilimsel pedagojik formasyon diploması olan öğretmenlere yaptırmak gereklidir. Nasıl ki hekimler kuyumculuk yapamaz, terziler bakır dövemez, avukatlar mühendislik projesi çizemezse… bilimsel pedagojik formasyonu olmayan müftüler, imamlar, hocalar, dedeler, şeyhler, şıhlar da müfredat (yetişek) hazırlayamaz ve resmi-özel eğitim kurumlarında öğretmenlik yapamazlar. Her meslek sahibi kendi uzmanlık alanında yararlı ve verimli olur. Zaten tersine yaklaşım, kutsal öğretmenlik mesleğinin onuruna da ters düşer.

TENCERE DİBİN KARA

Suay Karaman

Siyasal iktidarın hazırladığı “Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi”, 17 Mayıs 2024&’te yürürlüğe girdi ama toplum olarak ne denli yürüyeceğini göreceğiz. Tasarruf her zaman, her ortamda çok önemli. En küçük aile bütçenizde bile tasarrufun büyük önemi var. En azından denk bütçe yaparsanız, yaşamınız rahatlar, kolaylaşır. Devlet bütçesini denk bütçe yapsanız topluma rahatlık da gelir, mutluluk da gelir. Hele bütçe fazlası verirseniz yeni yatırımların yolu açılır, kalkınma hızlanır.

İstanbul Anakent Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 2027 Avrupa Olimpiyat Oyunları imza töreni için 17 Mayıs 2024’te Roma’ya gitti. İmamoğlu ile birlikte 45 gazeteci ile toplam 73 kişi vardı. Bu etkinliğin tüm giderleri İstanbul Anakent Belediye bütçesinden karşılandı. Kafile (Küme), Roma kent merkezinde beş yıldızlı bir otelde konakladı ve seyahat için THY’den bir uçak kiralandı. Yerel seçimlerin ardından Cumhuriyet Halk Partisi, belediye başkanlarına “kayırmacılık, şatafat ve israfla mücadele” başlıklı bir genelge göndermişti. Bu gezi, CHP’nin genelgesini çiğnemiştir.

Ekrem İmamoğlu, yapılan eleştirilere karşı “Avrupa Oyunları, İstanbul tarihinde ilk kez yapılıyor. Bunun yadırganacak bir tarafı yok. Önemli bir organizasyondur. Etik kurallar üzerinden eleştirileri dinliyoruz. Bir eksiğimiz varsa bakarız, bir sonrakinde yapmayız. Ama ilk kez yapıyoruz.” ifadelerini kullandı. Ancak Mayıs 2022’deki Karadeniz gezisi de belleklerdedir.

Kamunun parasıyla gazetecileri uçağa bindirip, her türlü giderini karşılayarak, propaganda için beğeni yazısı yazdırmak normal değildir, bu yaklaşım Turgut Özal ile gelişen bir olaydır. Böyle yapılarak hem gazetecilik, hem belediyecilik, hem de siyaset yozlaştırılmaktadır.

28 Mayıs’ta Sayıştay‘ın 162. kuruluş yıl dönümü nedeniyle AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan yaptığı konuşmada, Ekrem İmamoğlu’nun Roma gezisini eleştirerek şunları söyledi:

  • “Son dönemde eş dost atamaları ile belediye imkanlarının kişisel amaçlar için kullanıldığını görüyoruz. Milletin kamu kurumlarına olan güvenini sarsıyor. Kimse kusura bakmasın ama milletin cebinden basın mensuplarına özel uçakla Roma turu yaptırmanın hiçbir haklı gerekçesi olamaz.” dedi.

Tayyip Erdoğan’ın bu eleştirisine karşı Ekrem İmamoğlu da; “Sayın Cumhurbaşkanı mı bana kamu parasını korumayı öğretecek? Almanya Cumhurbaşkanı bile 1 uçak kullanırken, sen 8 uçak kullanıyorsun bu ülkede. İsrafın daniskasını anlatırım saatlerce. dedi.

Tayyip Erdoğan’ın bundan daha büyük kadrolarla yaptığı gezileri yazmaya kalksak sayfalar yetmez. Kamu paralarının böyle gezilere harcanması doğal olarak eleştirilebilir ama bunun yanında yolcu garantili köprüler, yollar, havaalanları; hasta garantili hastaneler yaparken de düşünmek gerekir. Kamu kaynaklarını tarikatlara, şeriatçı vakıflara verenlerin, bu eleştiriyi yapanların önce kendi geçmişlerine bakması gerekir. Sonuç olarak Ekrem İmamoğlu, Roma’daki imza törenine daha küçük bir kadro ile gitseydi, eleştirilmez ve övgü alabilirdi.

Ayrıca Sayıştay töreninde yine anayasa çağrısı yapan Tayyip Erdoğan şöyle konuştu :

  • “Türkiye yüzyılının kilometre taşlarından biri yeni ve sivil bir anayasadır.
    Anayasanın demokratikleşmesine yönelik çok kritik adımlar attık.
    Yeni hükümet sistemi sayesinde siyasi belirsizlik ortadan kalktı.
    Yönetimde güven ve istikrar tesis edildi.”

Her 27 Mayıs’ta darbelere karşı olduğunu söyleyip, demokrasi dersi veren Tayyip Erdoğan’ın, önce yasalara ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uyması gerekmektedir. Zaten tasarruf yapılmayacak, bari hukuk devletinin kurallarını işletelim de, en azından toplum psikolojik (ruhsal) olarak biraz rahatlasın.

Azim ve Karar, 3 Haziran 2024

ÇARŞAMBA İĞNELERİ

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

VURGUN

Et ve Süt Kurumu’nun kilosunu 176 TL’ye ithal ettiği etleri alan firmaların, vatandaşa 550 TL’ye sattığı açıklandı.

Firmaların bu Kurumla ilgisi-ilişkisi olmadığına eminim!..

MÜLTECİ

MEB, okulun semtinden bile geçmeyen mülteci öğrencilere karne verecek.
Öğrenciler üniversite kazanırsa diploma da verilecek.

Memleket Türkiye Cumhuriyeti değil, Türkiye Mülteci Cumhuriyeti

DUADAYIZ

Mamak İlçe Milli Eğitim Müdürü, ÇEDES projesi kapsamında LGS sınavına girecek öğrencileri ve velilerini sabah namazına çağırdı. Projenin adı

Ailecek huzurda kıyamdayız, Gençler için duadayız

A be müdürüm; derse, kursa ne gerek, her gün çağır milleti namaza-duaya LGS çantada keklik…

BİRİNCİYİZ

TÜİK’in bütün çabalarına karşın Mayıs 2024 enflasyonu %75.4 çıktı.

Demek ki %115 (%50 fazlası) garanti.

Ekonomist reis ve tayfası sayesinde Avrupa birinciliğini kaptırmıyoruz. Dünya birinciliğine az kaldı…

İHBAR

AKP’liler birbirini ve yakınlarını yolsuzluktan ihbar etmeye başladı.

Yolun sonu görülüyor…

BAKIR

TCDD’nin bakım için anlaştığı şirket, tren motorlarından milyarlarca değerinde bakır çalmış.

Çalana bak, çaldırana bakmayı unutma…

KAPATIN!

AYM, Cumhurbaşkanı’nın Merkez Bankası başkanlarını görev süresi dolmadan alma yetkisini iptal etti. Rektör atamasını Anayasa’ya aykırı buldu.

Koltuk değneği ne der?

  • “Bu mahkeme kime hizmet etmektedir? Derhal kapatılmalıdır!”…

TSK’nın Komuta Yapısı da Anayasaya Aykırıdır

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm. 

Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanı’na yasaya aykırı yetki veren 703 sayılı KHK’yı iptal etti.
İptal kararının gerekçesi, yasa ile yapılmış bir düzenlemenin KHK ile değiştirilmesinin normlar hiyerarşisine (kurallar katmanlanmasına) aykırı olması ve Cumhurbaşkanı’nın yetki aşımında bulunmasıdır.

Benzer bir durum 15 Temmuz hain darbe girişiminin hemen ardından 31 Temmuz 2016’da yayınlanan 669 sayılı KHK için de geçerlidir. 669 sayılı KHK’nın 35. maddesi ile Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Milli Savunma Bakanı’na (MSB) bağlanmıştır, Bakanlığı’na değil!!

KHK ile yapılan bu düzenleme anayasaya alıkça aykırıdır. Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri Türk Silahlı Kuvvetlerini (TSK) oluşturur. Anayasanın 117. maddesi “Genelkurmay Başkanı Türk Silahlı Kuvvetlerinin komutanı olup, savaşta başkomutanlık görevini cumhurbaşkanlığı adına yerine getirir.” demektedir. Anayasaya göre TSK’nın komutanı Milli Savunma Bakanı değil, Genelkurmay Başkanıdır. Bu düzenleme, binlerce yılık savaş deneyimlerinden ortaya çıkan ilkelerden “komuta birliği” ilkesine de aykırıdır. Komuta yapısının bozulmasının inandırıcı bir nedeni açıklanmamıştır.

Sakıncalar

  1. 669 sayılı KHK ile yapılan komuta düzenlemesi anayasaya açıkça aykırıdır. Milli Savunma Bakanı Anayasanın 6. maddesine aykırı olarak kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanırken, Genelkurmay Başkanı anayasal görevini yapamaz duruma getirilmiştir.
  2. Yapılan düzenleme TSK’nın üst düzey komuta ilişkilerinde belirsizlik oluşturmuştur. Komutan anayasaya göre Genelkurmay Başkanı, KHK’ya göre Milli Savunma Bakanıdır.
    Emir-komutada belirsizlik askerlikte yapılabilecek en büyük yanlıştır. Harp tarihi bunun acı örnekleri ile doludur.
  3. Düzenleme ile Kuvvet Komutanlıkları Mili Savunma Bakanına bağlanmıştır. Kuvvet Komutanlıklarının iki komutanı olamayacağına göre, Genelkurmay Başkanı Kuvvetlere buyruk (emir) veremez duruma getirilmiştir. Barışta Kuvvetlere komuta edemeyen, savaşa hazırlıklarını geliştirip denetleyemeyen, personeli tanımayan Genelkurmay Başkanı’nın savaşta cumhurbaşkanı adına başkomutanlık görevini yerine getirmesi olanaksız duruma getirilmiştir. Bir birliği savaşa hangi komutan hazırladı ise savaşta o birliğe aynı komutanın komuta etmesi temel bir kuraldır. Bu durumda barışta MSB, Kuvvetleri savaşa hazırlatacak, savaşta genelkurmay başkanı yönetecektir. Bu yanlıştır.
  4. Son iki MSB asker kökenledir. İleride askerlik bile yapmamış, askeri bilgi ve deneyimi olmayan sivil bir politikacı Mili Savunma Bakanı olarak atandığında, bilgi ve deneyim gerektiren komutanlık görevini yerine getirmesi olanaksızdır.Bu durum ulusal güvenliğimizi tehlikeye sokar.

    Öte yandan, Genelkurmay Başkanlarının görev süreleri sonunda MSB olarak atanmaları alışkanlık durumuna getirilerse, bir başka büyük yanlış olan Orduya siyaset sokulmuş olur.

Değerlendirme:

Bu bir ulusal güvenlik sorunudur.

Ulusal güvenlik ulusu oluşturan yurttaşların güvenliklerinin toplamıdır.

Soluduğumuz hava gibi, özgürlükler gibi varlığı pek duyumsanmaz, tehlikeye girdiğinde, kısıtlandığında veya yokluğunda önemi ve değeri anlaşılır ama geç olabilir!!.

Tarih bize bu coğrafyada yaşamda kalabilmenin güçlü bir silahlı kuvvetlerle olanaklı olacağını öğretmiştir. Güçlü silahlı güçlerin ön koşulu, barıştan başlayarak yetkin ve kuşkuya yer bırakmayan komuta yapısı ile savaşa hazırlanmaktır. Çevremizdeki güvenlik ortamının ulusal çıkarlarımız aleyhine (karşıtı) bozulmakta olduğu günümüzde konu önem ve öncelik kazanmaktadır.

Öneri

TSK’nın üst düzey komuta yapısını anayasaya aykırı olarak bozan ve ulusal güvenliğimizi tehlikeye sokan 669 sayılı KHK’nın ilgili maddesi iptal edilmelidir.